Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 11:51   Mesaj No:6

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Furkan Suresi Tefsiri

Bu Rahman'ın has kullarının gündüz insanlarla beraber oldukları zamanki durumları geceleri ise, takva, Allah'ın gözetimini ve ululuğunu düşünme, onun azabından korkma duyguları ile geçirirler:



64- Onlar geceleri Rabblerine secde ederler ve onun huzurunda ayakta dikilirler.


65- Onlar derler ki; Ey Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzak tut, çünkü cehennemin azabı sürekli bir afettir.


66- Orası ne fena bir konut ve ne fena bir barınaktır.

Buradaki ifade tarzı, gecenin bir bölümünde insanlar uykudayken Rahman'ın kullarının hareketlerini tasvir amacı ile namazdan secde ve kıyam (ayakta dikilme) hareketlerini ön plana çıkârıyor. Bu insanlar Rabblerine secde ederek, O'nun huzurunda ayakta dikilerek geceliyorlar. Sadece Rabblerine yöneliyor, yalnız O'nun için kıyamda duruyorlar. Sırf O'na secde ediyorlar. Bu insanlar, tatlı ve rahat uykudan daha yararlı, daha dinlendirici bir şeyle uğraşıyorlar, Rabb'lerine yönelmekle, ruhlarını ve organlarını O'na bağlamakla uğraşıyorlar. İnsanlar uykudayken onlar rabblerinin huzurunda ayakta dikiliyorlar, secde ediyorlar. İnsanlar yere çakılıp kalırken onlar ulu ve kerem sahibi Rahman'ın arşını görüyorlar.
Onlar Rabb'lerinin huzurunda ayakta dikilirken, secdeye varırken, Rahman'ın arşını görürken kalpleri takva ile, cehennem azabı korkusu ile dolar ve şöyle derler: "Ey Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzak tut, çünkü cehennemin azabı sürekli bir afettir. Orası ne fena bir konut ve ne fena bir barınaktır." Onlar cehennemi görmemişler ama cehennemin varlığına inanırlar. Kur'an-ı Kerimde anlatıldığı ve Hz. peygamberin tasvir ettiği şekliyle cehennemi kafalarında canlandırırlar. İşte bu samimi korku köklü imanın ve içten gelen doğrulamanın meyvesidir.
Onlar cehennem azabını kendilerinden uzak tutsun diye ürpererek yakararak Rabb'lerine yönelirler. Geceler boyunca Rabb'lerine secde etmelerine, onun huzurunda dikilmelerine güvenmezler. Kalpleri Allah korkusu ile dolduğu için amellerini ve ibadetlerini az görürler. Bunları ateşten kurtulmanın garantisi, güvencesi olarak görmezler. Yüce Allah'ın lütfu, hoşgörüsü, bağışlaması ve merhameti yetişip cehennem azabını uzaklaştırmasa hiçbir şekilde kurtulamayacaklarını bilirler.
Ayetin ifade biçimi öyle bir hava estiriyor ki, sanki cehennem herkesin önüne serilmiş, tüm insanlığın yolunu kesmiş, ağzını açmış, herkesi yutacak gibi. Kollarını uzatmış; uzak-yakın herkesi yakalayacak gibi geceleri Rabb'lerine secde eden, O'nun huzurunda ayakta dikilen Rahman'ın has kulları da korkuyorlar, ürperiyorlar, bu azabı kendilerinden uzak tutması bu azapla karşılaşmaktan, bu azaba uğramaktan kurtarması için Rabb'lerine yalvarıyorlar.
Onlar korkudan ve dehşetten Rabb'lerine yalvarırlarken ağızlarından dökülen kelimeler de titriyor: "Çünkü cehennemin azabı sürekli bir felakettir." Yani kalıcı bir azaptır, değişmez sahibinden ayrılmaz ve azalmaz. İşte bu azabı korkunç kılan, dehşet verici ve iğrenç kılan da bu özelliğidir: "Orası ne fena bir konut ve ne fena bir barınaktır:" İnsanın mesken edinip oturduğu cehennemden bir yer var mıdır? Ve acaba ateşte durulur mu? Gece-gündüz ateş içinde kıvranırken barınmak mümkün mü?



MÜ'MİNLERİN YAŞAM KURALLARI

Rahman'ın bu kulları, günlük hayatlarında kararlı, dengeli ve ölçülü davranışa örnek oluştururlar:

67- Onlar harcamalarında ne savurganca ve ne de eli-sıkıca davranmayarak bu iki karşıt kutup arasında ölçülü bir tutum benimserler.

Bu, islamın fert ve toplumların hayatında gerçekleştirmek istediği eğitim ve yaşamada gözönünde bulundurduğu özelliğidir. İslam bütün binasını denge ve ölçü esaslarına dayandırır.
Müslüman -İslamın sınırlı ferdi mülkiyeti tanımış olmasına rağmen- kapitalist toplumda .ve her' alanda ilahi şeriatı hayatına egemen kılmayan diğer toplumlarda olduğu gibi kendi malını dilediği gibi harcama özgürlüğüne sahip değildir. Müslüman savurganlıkla eli sıkılık arasında bir orta yol benimsemekle yükümlüdür. Savurganlık kişiyi, toplumu ve malı bozar. Eli sıkılık ise hem sahibinin hem de çevresindeki toplumun bu maldan yararlanmasına engel olur, malı hapseder. Çünkü mal toplumsal hizmetler için kullanılması géreken toplumsal bir araçtır. Gerek savurganlık gerekse eli sıkılık hem toplumsal ortamda hem de ekonomik alanda büyük sarsıntılara, karışıklıklara neden olurlar. Malı hapsetmek krizlere yol açar, sınırsız ve hesapsız şekilde serbest bırakmak da öyle. Bunun yanında kalpler ve ahlak da bozulur.
İslam hayatın bu yönünü düzenlerken önce ferdin ruhsal durumundan işe başlıyor. Bu yüzden dengeli ve ölçülü davranmayı imanın bir özelliği olarak vurguluyor:
"Bu iki karşıt kutup arasında ölçülü bir tutum benimserler."
Rahman'ın has kullarının bundan sonraki özellikleri, Allah'a ortak koşmamaları, adam öldürmekten ve zina etmekten kaçınmalarıdır. Acıklı azabı gerektiren bu tür kötülüklerden, büyük günahlardan uzak durmalarıdır:



68- Onlar Allah'ın yanısıra başka bir ilaha yalvarmazlar. Allah'ın yasakladığı cana, sebepsiz yere kıymazlar ve zina etmezler. Bu suçları işleyenler cezalarını görürler.


69- Kıyamet günü azapları kat kat olur ve horlanmış olarak ebediyyen bu azabın pençesinde kalırlar.


70- Yalnız tevbe edip iyi ameller işleyenler hariç. Allah, böylelerinin kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah affedicidir ve merhametlidir.


71- Kim tevbe eder de arkasından iyi amel işlerse o kimse kararlı bir pişmanlıkla Allah'a yönelmiş olur.

Allah'ın bir ve ortaksız olduğunu kabul etmek islam inanç sisteminin temelini oluşturur; bu ilke açık, doğru ve sade bir inanç ile hayat için uygun olan bir düzene dayanaklık oluşturması mümkün olmayan kapalı, karışık ve girift bir inanç arasındaki yolların ayrılış noktasıdır.
Haksız yere cana kıymaktan sakınmak, insan hayatının dokunulmaz kabul edildiği bir değer ifade ettiği güvenli ve huzurlu bir toplumsal hayat ile kimsenin can güvenliğinin bulunmadığı, hiçbir amelin ve yapıcılığın huzur vermediği, ormanlara ve mağaralara özgü hayat arasındaki yol ayırımını belirleyen bir özelliktir.
Aynı şekilde zina yapmaktan kaçınmak da, insanın çirkin hayvansal duyguların üstüne çıktığının bilincinde olduğu, karşı cinsle birleşmesinin kan ve etin açlığını gidermekten daha üstün bir hedefinin olduğunu düşündürdüğü temiz bir hayat ile erkek ve dişilerin sözü edilen açlığı tatmin etmekten başka birşey düşünmediği aşağılık ve çirkin bir hayat arasındaki yolların ayrılış noktasıdır.
Bu üç nitelik Allah'ın onurlandırdığı insana yakışır bir hayat ile, ucuz, çirkin ve hayvanlık düzeyindeki aşağılık bir hayat arasındaki yolların ayrılış noktasını belirledikleri için, yüce Allah bunları Allah katında yaratıkların en üstünü ve en onurluları olan Rahmanın has kullarının özellikleri arasında sayıyor ve bunların üzerine son derece sert bir tehdit içeren bir değerlendirme yapıyor: "Bu suçları işleyenler cezalarını görürler." Yani azaba çarptırırlar. Bu azap da arkasından gelen şu ifadeyle açıklığa kavuşturuluyor: "Kıyamet günü azapları kat kat olur ve horlanmış olarak ebediyyen bu azabın pençesinde kalırlar." Onlar sadece kat kat arttırılmış bir azaba çarptırılmazlar. Bunun yanında horlanırlar da. Bu ise daha şiddetli ve daha öldürücü bir azaptır.
Arkasından, tevbe, gerçek iman ve salih bir amelle bu kötü akıbetten kurtulmak isteyenler için tevbe kapısı açık bulunduruluyor "Yalnız kurtulmak isteyenler için tevbe edip iyi ameller işleyenler hariç." Tevbe edip salip ameller işleyen mü'minlere tevbe etmeden işledikleri kötülüklerin iyiliklere çevrileceği ve bunlara yeni iyiliklerin ekleneceği va'dediliyor: "Allah böylelerinin kötülüklerini iyiliklere çevirir." Bu yüce Allah'ın bir lutfu ve bağışıdır. Doğru yolu bulup sapıklıktan dönmekten, Allah'ın koruduğuna girmekten, çöllerden başıboş gezindikten sonra onar sığınmaktan başka kulun amelleri içinde bunu karşılayacak bir iyiliği yoktur: "Allah affedicidir ve merhametlidir."
Tevbe kapısı her zaman açıktır. Vicdanını uyandıran, geri dönüp sığınmak isteyen herkes bu kapıdan girebilir. Kim olursa olsun ve ne kadar günah işlemişse işlesin oraya yönelen hiç kimse engellenmez, hiçbir sığınmacının yüzüne kapatılmaz.
Taberani Ebu'l Mugiyre'den, o da Safvan b. Ömer'den, o da Abdurrahman b. Cübeyr'den, o da Ebu Ferva'dan şöyle rivayet eder: Ebu Ferve peygamber efendimize -salat ve selam üzerine olsun- gelerek "Büyük, küçük bütün günahları işleyen, yapmadığını bırakmayan birini gördün mü? Böyle birinin tevbesi kabul olur mu?" dedi. Peygamber efendimiz -salat ve selam üzerine olsun. "Bundan sonra iyi ameller işle, kötülükleri de terk et. Yüce Allah bütün kötülüklerini iyiye çevirir" dedi. Ebu Ferve "Peki yaptığım haksızlıklar, işlediğim günahlar da mı?" dedi; Peygamberimiz "Evet" dedi. Bunun üzerine Ebu Ferve gözden kaybolana kadar tekbir getirerek yürüdü.
Tevbe etmenin kuralı ve şartı da şu şekilde belirleniyor. "Kim tevbe eder de arkasından iyi amel işlerse o kimse kararlı bir pişmanlıkla Allah'a yönelmiş olur" Tevbe etmek; pişman olmakla, günahtan vazgeçmekle başlar; tevbenin gerçek olduğunu, içten olduğunu kanıtlayan salih amelle sonuçlanır. Salih amel, aynı zamanda günahtan vazgeçmekle ruhta meydana gelen boşluğu dolduran pozitif bir karşılıktır. Çünkü günah bir ameldir, bir harekettir. Bu yüzden yerini karşıt bir hareketle doldurmak gerekir. Aksi taktirde günahtan vazgeçtikten sonra meydana gelen boşluğu hisseden ruh, bu etkiyle hatalara sürüklenir. Bu da Kur'anın olağanüstü eğitim sisteminin gözalıcı belirtisidir. Hiç kuşkusuz bu sistem insan psikolojisine ilişkin derin bilgiye dayanmaktadır. Yaratıcıdan daha iyi kim bilebilir yarattıklarını? O yücedir, eksikliklerden münezzehtir.
Bu ara açıklamadan sonra ayetlerin akışı yeniden "Rahman'ın has kullarının" özelliklerini sunmaya başlıyor.


72- Yine onlar yalanın semtine yanaşmazlar. Kötülükler ile karşılaştıklarında yanlarından onurlarına toz kondurmadan geçip giderler.

Yalanın semtine yanaşmamaları, ifadesinden ilk etaptâ akla gelen yakın anlam yalan şahitlikte bulunmamaları olabilir. Çünkü bu tür bir davranış, hakların kaybolması, zulmün desteklenmesi anlamına gelir. Bunun anlamı, her türlü ve her çeşit yalanın sözkonusu olduğu bir mecliste, bir ortamda bulunmaktan kaçınma, bu tür meclisleri ve ortamları görmeye yanaşmama da olabilir. Bu ikincisi daha etkin ve daha realistçedir. Aynı şekilde onlar ruhlarını ve ideallerini boş ve anlamsız uğraşılardan da korurlar: "Kötülükler ile karşılaştıklarında yanlarından onurlarına toz kondurmadan geçip giderler." Böyle şeylerle ilgilenmezler, bu tür şeylere kulak vererek ruhlarını kirletmezler. Böyle şeylere katılmak bir yana, görmekten, yakınından geçmekten bile kaçınırlar, onurlarını korurlar. Çünkü mü'minin boş ve gereksiz şeylerden çok daha önemli isleri vardır. Onun kendini eğlenceye, oyuna vermesini gerektirecek kadar boş vakti yoktur. Onun inancı, davası, kişisel yükümlülükleri ve hayattaki sorumlulukları yeterince kendisini uğraştırmaktadır.
Onların özelliklerinden biri de uyandıkları zaman hemen kendilerine gelmeleridir, nasihat edildikleri zaman ders almaya yatkın olmalarıdır; kalplerinin Allah'ın ayetlerine karşı açık olmasıdır, o ayetleri anlayarak, ibret alarak ağılamalârıdır.

73- Onlara Allah'ın ayetleri hatırlatıldığında bu ayetler karşısında kör ve sağır kesilmezler.

Bu ifadeden, duymayan, görmeyen, bir hidayete ya da nura uymayan kör ve sağırlar gibi düzmece ilahlarına, sapık inançlarına, batıl düşüncelerine körü körüne sarılan müşriklere yönelik bir kınama anlaşılmaktadır. Duymadan, görmeden, düşünmeden yüzüstü birşeye kapanma hareketi, körlerin gafletliğini, körlüğünü ve dar düşünceliğini tasvir etmektedir. Rahman'ın kulları ise, inanç sistemlerinin dayandığı gerçeği ve Allah'ın ayetlerinin içerdikleri doğru mesajı bilinçli olarak, görerek kavrıyorlar. Dolayısiyle anlayarak, yüzüstü kapanarak bağlanmazlar. Eğer inançlarına sarılıp O'nun tarafını tutuyorlarsa bu, bağlandığı inancı bilen, kavrayan ve gözleriyle gören birinin taraftarlığıdır.

NESİL GÜVENLİĞİ

Son olarak Rahman'ın bu kulları, geceler boyunca Rabb'lerine secde etmekle onun huzurunda ayakta dikilmekle, ayrıca bütün bu niteliklere sahip olmakla yetinmezler. Bunun yanısıra kendilerinden sonra, bağlı bulundukları hayat sistemine uyan bir neslin gelmesini, kendileri gibi inanan göz aydınlığı olacak eşlerinin olmasını kalplerinin onlarla huzura kavuşmasını, bu sayede "Rahman'ın kullarının" sayılarının artmasını isterler. Ve yine yüce Allah'ın kendilerini Allah'tan korkanlara O'ndan sakınanlara iyi birer öncü kılmasını umarlar.

74- Onlar "Ey Rabbimiz, bize gözümüzün aydınlığı olacak eşler ve çocuklar bağışla; bizi kötülüklerden sâkınanların öncüleri yap " derler.

İşte bu, imandan kaynaklanan derin fıtri bilinçtir. Allah'a giden yolun yolcularının çoğalmasına ilişkin istektir. En başta da evlat ve eşlerin bu yolda olmasına ilişkin köklü duygudur bu. Çünkü insanların birinci derecede sorumlu oldukları bunlardır. İnsan ilkin bu emanetten sorguya çekilecektir. Ayrıca bu, bir mü minin iyiliğe öncülük ettiğini, Allah'ın yolunu izlemek isteyenlerin kendisinin etrafında toplandıklarını görmek istemesidir. Yoksa burada bir üstünlük duygusu, bir büyüklük kompleksi söz konusu değildir. Çünkü kervan hep birlikte Allah a doğru yol almaktadır.
Rahman'ın kullarının alacağı ödüle gelince, bu açıklamanın sonunda ödül şu şekilde belirtiliyor.



75- İşte onlar sabretmiş olmalarının karşılığı olarak özel cennet odaları ile ödüllendirilirler: Bu odalarda esenlik dilekleri ve selamla karşılanırlar.


76- Orada sürekli kalacaklardır. Orası ne güzel bir konut ve ne güzel bir barınaktır.

Ayetin orjinalinde geçen "el-Gurfeh" kelimesinden maksat cennetin kendisi olabileceği gibi cennette özel bir yerde olabilir. Nitekim yeryüzünde insanlar da misafir ağırlamak istediklerinde gelenekler icabı evlerinin en güzel ve en uygun odasını seçerler. İşte nitelikleri ve özellikleri biraz önce anlatılan bu saygın konuklar özel cennet odalarında esenlik dilekleri ve selamla ağırlanırlar. Bu, onların işaret edilen niteliklerini ve özelliklerini ısrarla korumalarının, sabretmelerinin ödülüdür. Bu ifadenin kullanılmasının özel bir anlamı vardır. Çünkü nitelikleri ve özellikleri tavizsiz sürdürme kararı nefsin istek ve arzularına, dünya hayatının aldatmacalarına ve düşük içgüdülerine karşı sabretmeyi gerektirir. Mücadeleyi, çabayı doğru yolda sürdürmek ancak sabırla mümkündür. Bu durumda gösterilen sabır, yüce Allah'ın bu Furkanda (eğri ile doğruyu birbirinden ayıran bu Kur'anda) vurgulamasını hakkedecek kadar önemlidir.
Rahman'ın has kullarının, çok fena bir konut, çok kötü bir barınak olduğu için yüce Allah'a yalvararak kendilerinden uzak tutmasını istedikleri cehenneme karşılık yüce Allah onları cennetle ödüllendiriyor. "Orada sürekli kalacaklardır. Orası ne güzel bir konut ve ne güzel bir barınaktır." Allah dilemedikçe kimse onları oradan çıkarmaz. Onlar orada konaklamanın, barınmanın en iyisini yaşarlar.

YALANLAYICILARIN SONU

Buraya kadar, insanlığın süzülmüş bir özeti niteliğinde olan, Rahman'ın kullarının özellikleri tasvir edildi. Furkan Suresi, göğe yönelen bu seçkin insanlar olmasa geriye kalan insanların yüce Allah katında hiçbir değer ifade etmediklerini vurgulayarak sona eriyor. Allah'ın ayetlerini yalanlayanlara gelince azaba çarptırılmaları kaçınılmaz olmuştur.


77- De ki; "Eğer yalvarmanız, kulluğunuz olmasa Rabbim size ne değer versin? Sizler Allah'ın ayetlerini yalanladığınız için azap hiç yakanızı bırakmayacaktır. "

Bu, surenin konusuna ve genel akışına uygun bir sonuç, kavminden gördüğü inatçılık, inkarcılık ve dil uzatmalar karşısında peygamberimizi -salat ve selam üzerine olsun- teselli etmeyi, onu güçlendirmeyi hedefleyen surenin atmosferine uygun bu ifadedir. Aslında kavmi peygamberimizin -salat ve selam üzerine olsun- konumunu- çok iyi biliyorlardı. Ama onlar ısrarla ve inatla batıl ve saçma inançlarına bağlı kalmayı sürdürdüler. Hem Hz. Peygamberin kavmi ne değer ifade eder ki? Şayet Allah'a yalvaran, Rahmanın kullarının O'na yalvarıp yakardığı gibi O'na yakaran mü'min azınlık olmasa şu bütün insanlığın ne önemi var ki?
Onlar ve tüm insanlığı kapsayan şu yeryüzü, dehşet verici evren boşluğunda yüzen bir zerreden başka nedirler ki? Bütün insanlık şu yeryüzündeki birçok canlı türünden sadece bir türdür. Yeryüzünde yaşayan milletlerden bir millet, bir milletin içindeki herhangi bir kuşak, sayfalarının sayısını ancak yüce Allah'ın bildiği koca evren kitabının içinde yer alan bir tek sayfa değil midir?
Buna rağmen insan kibirlenir, böbürlenir, kendini birşey sanır. Yüce yaratıcısına dil uzatacak kadar küstahlaşır, büyüklük kompleksine kapılır. Oysa insan basit ve önemsiz bir varlıktır. Zayıf ve güçsüzdür. Her yönüyle yetersiz ve noksandır. Ancak yüce Allah'a bağlanır, O'ndan güç alıp, doğru yolu izlerse, o zaman yüce Allah'ın terazisinde bir ağırlık olur. Terazide Rahman'ın meleklerinden daha büyük değer ifade eder. Hiç kuşkusuz bu, insanı onurlandıran, meleklerin O'na secde etmesini emreden yüce Allah'ın O'na yönelik bir lütfudur. Rabbini tanısın, O'na bağlansın, O'na kulluk etsin, meleklerin kendisine secde etmesini hakkeden bu özelliklerini korusun diye. Aksi taktirde insan bir atık, bir kayıptan başka bir anlam ifade etmez. Bu durumda tüm insan türü teraziye konulacak olsa terazinin kafesinde değer ifade edecek bir ağırlık oluşturmaz.
"De ki; Eğer yalvarmanız, kulluğunuz olmasa Rabbim size ne diye değer versin?" Bu ifadede peygamber efendimize -salat ve selam üzerine olsun- yönelik bir dayanak, bir destek anlamı var "De ki; Rabbim size ne diye değer versin?" Ama ben O'nun yanında ve O'nun himayesindeyim. O, benim Rabb'imdir, ben O'nun kuluyum. O'na inanmadan, O'nun has kullarına katılmadan, ne değeriniz olabilir ki? Siz cehennem yakıtısınız?
"Sizler Allah'ın ayetlerini yalanladığınız için azap, hiç yakanızı bırakmayacaktır.
Alıntı ile Cevapla