Tekil Mesaj gösterimi
Alt 11Haziran 2015, 10:42   Mesaj No:4

EyMeN&TaLhA

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: OMÜ İLİTAM felsefe tarihi 1-6.ünite özetleri

4.ünite

İLKÇAĞ FELSEFESİ / SİSTEMATİK FELSEFE




İlkçağ felsefenin üçüncü ve sonuncu dönemi, Platon ve Aristoteles gibi iki büyük filozofun felsefelerinden oluşan sistematik dönemdir.bu dönem, bilimsel araştırmayla felsefe faaliyetinin, eğitim ve öğretimin kurumsal bir nitelik kazandığı dönem olmuştur. Bu çağda, eğitim ve araştırma faaliyeti için Platon Akademi’yi, Aristoteles de Lise’yi kurmuş ve araştırma faaliyetlerini burada sürdürmüşlerdir. Sistematik felsefe döneminin tek merkezi Atina’dır.

Platon (Eflatun) (MÖ 427-MÖ 347) Atina=hayatının ilk yarısında politik bir kariyere hazır-lanmış fakat hocasının idam edilmesinin ardından, siyasete girmekten tamamen vazgeçmiş ve birtakım reform teşebbüsleriyle ıslah edilemeyeceğine inandığı politik koşullara felsefe yoluyla ayrıntılı bir sistem kurarak yanıt vermeye karar vermiştir. Hayatının ikinci yarısında, Atina’da açtığı Akademi’de dönemin bilim adamı ve filozoflarını toplayarak felsefeyle uğraştı.Güney İtalya’ya Platon, Atina’da tanımış olduğu Pythagorasçıların çalışmalarını yerinde ve yakından tanımak için gitmiş.Bu yolculuk, bir yandan ondaki matematik ilgisini güçlendirmiş, öbür yandan da ona dini-mistik görüşler edindirmiştir. Pythagorasçı-lardan edindiği bu etkiler, onun felsefe-sinin Sokratesçi öğe yanında ikinci büyük öğesidir.Sicilya’dan ilk dönüşünde Platon, Akademos denilen bölgede ünlü okulu Akademia’yı kurmuş, yirmi yıl buranın yönetim ve öğretimiyle uğraşmıştır. Sokrates öncesi filozoflar (ilk filozoflar veya doğa filozofları) daha ziyade materya-list (özdekçi) görüşler üretmişlerdir. Antik felsefenin maddeci öğretisi, atomcu Demokritos ile en yüksek seviyeye erişmiş, buna mukabil düşünceci (idealist) felsefe, Eflatun ile en doruk noktasına ulaşmıştır.


Platon’un (Eflatun) Felsefesi =Eflatun’un felsefesini, beş önemli kuram içersinde toplamak mümkündür. Bunlar, “bilgi”, “idealar”, “ruhun ölümsüzlüğü”, “Kozmoloji” ve “devlet” ile ilgili kuramlarıdır. Sokrates ve Eflatun’a göre felsefenin ana ereği, insanın mutluluğu ve yetkin yaşamının sağlanmasıdır. Yetkin bir yaşam, ancak erdemli bir hayat sürmekle elde edilebilir. Erdemin temeli “bilgi”, özü “idealar kavramı”, gerekçesi “evrendoğum”, güvencesi “ölümsüzlük”, yaşamsal sığınağı “devlet”tir.İlk filozoflar, doğada mutlak ve değişmez olanı aramışlar, Eflatun ise hem doğada, hem de ahlak ve toplum yaşamında mutlak ve değişmez olanın peşinden koşmuştur.
Platon Felsefesi’nin Dönemleri


Sokratesçi Dönem =“Gençlik dialogların” veya “Sokratik dialoglar”ın kaleme alındığı ve Platon’un gelişmesindeki ilk dönem, Sokrates’in etkisi altında düşünüp yazdığı dönemdir. Platon’un bütün diyaloglarında Sokrates sahneye çıkar; bunların pek çoğunda baş sözcü odur. Platon’un “Gençlik diyalogları” nda büyük hocasının kişiliğini ve düşüncelerini büyük bir sevgi ve saygı ile belirtmeye çalışmak istemesinin pratik bir nedeni de vardır: Bununla Platon Sokrates’i Sofistlere ve onu Sofist sananlara karşı savunmak istemiştir. Bir Sokratesçi olarak bu döneminde Platon’u yalnız erdem ve bilgi sorunları ilgilendirir: Erdemin özü ve kavramı, erdemin birliği ve çokluğu, erdemin bilgiye ve öğretilebilmeye olan ilgisi incelediği, çözmeye çalıştığı başlıca sorunlardır.


Geçiş Dönemi =Geçiş dönemi çalışmalarında, hareket noktasının sofist öğreti olduğunu görülür.Bu aşamada Eflatun, sofistlerin hazza dayanan yaşam görüşlerini detaylı bir tartışmaya açarak, Sokrates öğretisini aşmaya karar vermiş görünmektedir. Yine de sofist disiplinin karşısına, ustasının "iyi" kavramı ile çıkar; "İyi, doğru bir yaşamın kesin ölçütü ve amacıdır." Eflatun, bu tezin sağlam temellere oturtulabilmesinin, içerdiği "doğru" kavramının tarif edilebilir, hiç değilse araştırılabilir bir şey olması ile mümkün olduğunu kavramıştır.Bu zorlu meseleyi çözmeye çalışırken; (soru sofist) "Aradığımız şey bilinen bir şeyse, bunu aramaya gerek yoktur. Bilinmeyen bir şeyse, bulduğumuz şeyin aranan şey olduğunu nereden bileceğiz?" sorusu ile sofistler, Eflatun'u zor duruma sokmuşlardır.

Filozof bu meseleyi, Pythagoras'çı öğretilerden edindiği "ruhun ölmezliği" kavramı ile çözmeyi deneyerek, Sokrates disiplinini aşma yolunda ilk adımı atmıştır. Ruh ölümsüz olduğuna göre, aranan doğru ile daha önceki yaşam dönemlerinde muhakkak karşılaşmış olmalıdır. Ölümsüz bir ruh taşıyan insanoğlu için "öğrenmek", eskiden bilinen bir şeyi hatırlamaktan (anamnesis) başka bir şey değildir. Ancak ölümsüz ruhunu eski yaşamında gördüklerinden anımsadıkları son derece muğlak bilgilerdir.

Üstüne üstlük, bir de bu dünyadaki doğrudan algılamaların getirdiği zihni karmaşa, bu bilgileri daha sallantılı tasavvurlar haline dönüştürmektedir. Böylelikle Eflatun öğretisinin, "doğru sanı" (doxa) ve "bilgi" (episteme) arasındaki karşıtlık ile ruhta bilinçsiz bir halde mevcut, "doğuştan tasavvurlar" şeklinde özetlenebilecek iki ana görüşüne varılmış olmaktadır. Sokrates'in "bilgi erdemdir" tezini daha bir derinlemesine irdeledikten sonra, Eflatun iki tür bilmenin söz konusu olabileceği görüşünü öne sürer. Doğru sanı (doğru algılama) ile bilgi, iki ayrı dünya yaratmıştır. Bir yanda meydana gelen ve yok olan, doğru sanının, rölatif gerçekliklerin dünyası, diğer yanda, sağlam ve sürekli, asıl gerçekliğin, "idealar"ın dünyası. Doğru sanı, muğlak ve süreksizdir. Bilgi ise bir temele, bir nedene (logos‘a) bağlanmakla, dayatılmakla sağlam ve sürekli olur.


Olgunluk Dönemi =Eflatun'un bilgi kuramının çıkış noktası Protogoras'çıdır. Bir şeyi bilen kişi, onu algılayan kişidir. Bu yüzden "insan her şeyin ölçüsüdür". "Algı, daima var olan bir şeydir. Bilgi olduğu için de şaşmaz" diyor Protogoras.Eflatun bu görüşe, Herakleitos'un, "var dediğimiz her şey, gerçekte oluş sürecinde olan bir nesnedir" şeklindeki "akış kuramı"nı katar. Eflatun, - Bilgi bir algıdır; (hatta aslında bilgi, bir algılama yargısıdır.) - İnsan her şeyin ölçüsüdür; -Her şey akış halindedir; şeklinde özetlenen kuramın, algılanan nesneler için doğru, gerçek bilgi açısından yanlış olduğu sonucuna varmıştır.

Bilgi teorisinin anahtar unsurlarını ünlü Mağara Benzetmesiyle açıklamaya çalışan Platon yine bu benzetmeyle insanın dünyadaki halini, insanın genel beşeri durumunu anlatır. İnsanları salt gördüklerine inanmaya sevk eden, onlara yanlış fikirler ve değerler aşılayan, kısacası insanları yanılsamalara mahkûm olacak şekilde yetiştiren kötü toplumları eleştirir. Felsefi bilgiye, derinliğine kavrayışa götüren soyut düşünmeyi özgürleştirici bir şey olarak tanımlayan Platon, düşünmeye başlayan kişiyi, gündelik deneyime bağlanmanın, kabul görmüş kanaatleri benimsemenin yarattığı zincirleri kıran biri, aydınlanma sürecini de karanlıktan aydınlığa doğru zahmetli bir yolculuk olarak gösterir. Sağdan soldan derlenmiş malumatla yetinmeyip, gerçekten düşünmeye, akıllarını kullanmaya başlayan insanlar, benzetmede, pasif çoğunluğun tersine, kendileri için bir şeyler yapmakta olan kimseler olarak betimlenir.

Platon'a göre, zincirlerinden bir kez kurtulduktan sonra, kişinin mağaranın dışına çıkabilmesi için çok büyük bir çaba göstermesi gerekir. Koşulsuz bir rahatlık, mutlak bir kendini koyuvermişlik halinden hakikate erişmek amacıyla zorlu bir mücadeleye girişme olarak felsefi düşünmenin bu kadar canlı bir resmi, herhalde şimdiye kadar çizilebilmiş değildir.

Felsefenin insanı özgürleştirme gücüyle ilgili bu aydınlık ve iyimser resmin tam karşısında,Platon söz konusu benzetmesinde, felsefe tarafından aydınlatılmamış insanın durumuyla ilgili oldukça karanlık ve kötümser bir resim bulunur. Onlar başkaları tarafından manipüle edilen biçare ve pasif insanlardır.

Çok daha kötüsü, onlar kendi durumlarına alışmış olup, bundan çok hoşnutturlar; bu yüzden de kendilerini kurtarmaya yönelik çabalara karşı koyarlar. Felsefi düşünmeyen ve dolayısıyla, mağaranın duvarındaki gölgeleri gerçek sanan bütün insanları standartlaştırırken, onların sahip oldukları tüm inançları bir ve aynı düzeye indirgeyen Platon, mahkûmlarla filozofları veya felsefi düşünen aydınlanmış insanları birbirlerinden kesin çizgilerle ayırıp, onları bilişsel bakımdan farklı dünyalarda ikamet ettiklerini söyleyerek karşı karşıya getirir. Mağara Benzetmesinin eğitim açısından da işe yarar bir yanı vardır; Platon'a göre, insanların çok büyük bir çoğunluğu veya Sokrates'in yanlış değerlerin peşinden sürüklendiklerine inandığı için eleştirdiği Atinalıların çok büyük bir bölümü böyle karanlık bir mağaranın dibinde yaşamaktadırlar.

Bu yüzden tıpkı mahkûmun karanlık yerine ışığı görebilmesi için zincirlerinden kurtarıp bütün vücudunu arkaya çevirmek durumunda olması gibi, ruhun da Platon açısından, kendisinde bir körlüğe yol açan aldatıcı görünüşler dünyası ndan uzaklaşarak gerçeklik dünyasına dönmesi gerekir. Eğitim öyleyse, tamamen dönüşümle ilgili bir meseledir; ruhun görünüş dünyasına sırt çevirerek gerçeklik alanına dönmesidir. O, bu noktada insanların karanlıktan kurtulup aydınlığa yükselebilmeleri için devletin yönetici-lerinin katkılarının kaçınılmaz olduğunu söyler; gerçekten de mağaranın dışına çıkmayı başarmış filozofun veya filozof-kralın, dışarıda, kitlelerden uzak bir biçimde kendi gönlünce tefekkürde bulunma diye bir tercihi söz konusu olamaz.

O, mağaraya dönerek, hemşerilerini, gerekirse onlara rağmen aydınlatmak, onları doğru koşullayacak toplumu yaratmakla görevli olmalıdır. Filozofun ünlüidealar kuramı’da bilgi anlayışının önemli bir ayağını oluşturur. Bu kuram, hem mantık hem de metafizik içeriklidir: Platon felsefenin bilgi anlayışından doğan ana metafizik düşüncesi, iki dünyanın ayırt edilmesine dayanmaktadır. Bu dünyalardan biri varolanı ve hiç oluş halinde olmayanı, öteki ise hep oluş halinde olup hiçbir zaman varolmayanı içine alır.

Birincisi akıl bilgisinin, ikincisi de doğru sanının konusudur.Buna göre: Duyularla algılanan cisimlerin karşısında cisimsel olmayan idealar vardır.Bunlar, duyularla değil, düşünme ile kavranırlar;İşte, felsefi erdemin koşulu olan gerçek bilginin temeli, kökü ancak bu idealar dünyasında bulunabilir. İdealar dünyasından gelerek, insani beden ile birleşen ölümsüz ruhun amacı, asıl yurduna tekrar kavuşmaktır. Beden, bu isteğin gerçekleşmesine yardımcı olarak işlevini yerine getirmelidir. Bu kavuşmanın gerçekleşmesi, idealara ulaşmaya, ideaları bilmeye bağlıdır. Bu bilgi de yine bir anımsamadır. Eflatun'a göre ruhlardan çok büyük bir çoğunluğunun anımsadığı bulanık görüntülerdir.

Ruhlardan küçük bir azınlıkta "algılama yetisi", daha az bir oranında "anlama yetisi" ve nihayet pek azında, ideaları tamamıyla hatırlayabilme, "akıl yetisi" vardır. (sevgi kavramı) O halde ‘İdealar’ı duyusal dünyada kopya ya da suretlerini gördüğümüz nesnelerin ezeli-ebedi ilk örnekleri veya örüntüleri şeklinde tarif edebiliriz. Örneğin güzel bir manzara Güzellik İdeası’nın birkopyasıdır. Platon'a göre, biz bu manzaranın güzel olduğunu ancak Güzellik İdeasını bildiğimiz ve manzaranın Güzellik İdeasından pay aldığını fark ettiğimiz için söyleyebiliyoruz. Örneğin her güzel şey, şu güzel insan ya da heykel, şu eylem ya da birey ölüme ve unutulmaya mahkûm iken, Güzellik İdeasının kendisi yok olmaz. O varlığa gelmemiştir ve yok olmayacaktır; ezeli-ebedi olarak ve gerçekten vardır.

Güzellik ideası örneğinden hareketle İdealar hakkında şu genel yargıya varabiliriz: Güzellik İdeası, (1) her zaman vardır, (2) ne varlığa gelir ne de yok olup gider, (3) ne büyür ne de küçülür, (4) ne bir parçasıyla güzel, başka bir parçasıyla çirkindir, (5) ne belli bir zamanda güzel, başka bir zamanda çirkindir, (6) ne birine güzel, başka birine çirkin görünür, (7)ne belli bir zamanda nede belli bir mekandadırlar. Demek ki fenomenal şeylerin, duyusal nesnelerin daima belirli koşullara göreli, başka duyusal nesnelerle olan ilişkilere bağımlı oldukları yerde, İdealar tüm koşullardan bağımsız, duyusal şeylerden olduğu kadar birbirlerinden de yalıtılmış olan gerçek varlıklardır.

AHLAK=Platon İdealar kuramını, sadece epistemolojik problemleri çözmek, Sofistlerin rölativizmine karşı kesin ve mutlak bilginin geçerli olduğunu göstermek için değil aynı zamanda etik probleme bir çözüm sunmak, Sofistlerin değer rölativizmine karşı, etik mutlakçılığı savunabilmek için de öne sürmüştür. Buradaki argümanı da aynıdır: Kişi doğal dünyadaki görünüşler tarafından yanıltılıyorsa eğer, onun moral dünyanın görünüşleri tarafından da yoldan çıkarılabilmesi çok mümkündür.

Bu yüzden Platon, kişinin dünyadaki gerçek nesnelerle gölgeler ve yansımalar arasında bir ayrım yapabilmesini mümkün kılan bilginin, aslında gerçekten iyi hayatın kendisiyle böyle bir hayatın gölgeleri ve yansımaları arasında bir ayrım yapabilmesi için gereken bilgiyle aynı türden bir bilgi olduğu sonucuna varmıştır. Filozofun tasarladığı ruh anlayışı, akıl, cesaret ve iştah olmak üzere üç parçalı bir yapıya sahiptir; Bunludan özellikle akıl ile iştah karşı eylem ve yönelimleri ifade eder.

Platon ruhun en yüksek ve üstün parçası olan aklı, işte bu noktada bireyin daha büyük veya bütünsel iyiliğini gözetmesi bakımından iştahla karşı karşıya getirir. Gerçekten de onun başlangıçta ruhun ölçüp biçen, hesap yapan enine boyuna düşünen parçası olarak tanımladığı aklın işlevi “daha iyi ya da kötü olanı", bir bütün olarak ruhun iyiliğini gözetmek ve hesaplamaktır. (benzerlik) Bu parçalar dahası, insandaki nefs mücadelesini, ahlaki çabayı temellendirmeye yarar.Buna göre, insanın kendisini bu dünyaya, maddeye yönelten bir parçası olduğu gibi, onu maneviyata, İdealar dünyasını tefekküre yönelten bir parça sı da vardır ve karşıt yönlü bu parçalardan biri baskın çıktığı zaman, ortaya tek yönlü, hayatı sadece bir yönüyle, salt madde ya da mana yönüyle yaşayan insan çıkar.


Yaşlılık Dönemi =Eflatun bu aşamada, önceleri ele aldığı birçok konuyu tekrar gündeme getirerek, bir kez daha incelemiştir. İlgisi daha çok ahlaki (etik) sorunlar ile insanoğlunun mutluluğuna yöneliktir. Yetkin insan yerine, yetkin toplumu tarif etme çabası içersindedir. Yetkin topluma ve dolayısıyla toplumsal mutluluğa erişmenin yolu, ideal devlet düzeni içerisinde yaşamaktır.

Devlet yönetimi ile ilgili olarak en çok üzerinde durduğu konular, dostluk, hitabet ve siyaset sanatlarıdır. Eflatun'a göre sorunlar, ancak felsefe ile çözülebilir. Gerçek dostluk, hikmet sevgisi (eros) ile ruhları tutuşmuş insanların beraberliğinden başka bir şey değildir. İnsanların doğal amaçları olan toplumsal mutluluğu sağlamakla görevli devlet yönetimi sanatı da felsefe olmadan yapılamaz. Nelerin toplumsal mutluluğu yaratabileceğini, felsefeden başka hiç bir şey tarif edemez. "yığınlar hiç bir zaman filozof olmayacaktır“ Dolayısıyla toplumları mutluluğa ulaştırmak, yönetimin bilge kişilere teslim edilmesi ile mümkün olur.

Eflatun'a göre, "başa filozoflar geçmez, ya da baştakiler felsefe yapmazlarsa, insanlığın acıları asla sona ermeyecektir.“ (Farabi- el-Medinetü’l Fazıla)Devleti teşkil eden bireyleri, halk, askerler ve koruyucular. (Siyasette söz sahibi olanlar) Platon'un ideal devletinin yasası, tam bir aristokrasidir, "en iyilerin", yani bilgililerin, erdemlilerin başta bulunmasını isteyen bir devlet biçimidir. Bu devlette kanunların konulması, topluluk hayatının düzenlenmesi işi filozoflara, bilge kişilere verilmiştir.

(Farabi- el-Medinetü’l Fazıla) Yaşlılık diyaloglarında Eflatun, doğa meselelerini de ele alarak, yeni bir dünya görüşüne varmayı denemiştir. Doğa'da bütün olup bitenler bir amaca (telos) yöneliktir. Her şeyin gerçek nedeni "Nous"dur. Tanrısal akıl ya da doğrudan Tanrı olarak tarif edilen "Nous" işe karışmadan önce Evren, Demokritos'un mater-yalist öğretisi ile betimlediği mekanik bir tözdür. Eflatun'a göre, Nous tarafından biçimlendi-rilerek Evren,"Kaos'dan düzene" geçirilmiş, ruhu ve zekası olan bir canlıdır. Büyük düzenleyici, kendisi gibi önsüz ve sonsuz bir töz bulmuş ve ona biçim vermiştir.

Evren, Tanrı tarafından bilinen "dünya ideası"na uygun olarak ve benzetilerek biçimlendirilmiş bir görüntüdür.


EVREN=Küre biçimindedir. Zira, her noktası benzer olan tek şekil küredir. Döner. Zira, eli ayağı olmayan, küre biçimindeki bir töz için tek yetkin devinim dönmedir. Tektir. Zira, yetkin bir kopya olarak yapıldığından, birden çok olamaz. İlksiz ve sonsuzdur. Zira, aslı, ideası, ilksiz ve sonsuzdur. "Nous" her şeyi, her şey için iyi olana göre düzenler. En büyük ve en doğru düzenleyicidir. Bir evrim daha geçiren Platonik düşüncede "güzel" kavramı, artık yerini "iyi"ye, ama "herkes ve her şey için iyi olana" bırakmıştır. "İyi" değerler skalasının en üstüne yerleşmiştir.

Böylelikle iki kavram özdeşleşmiş olmaktadır. Nous veya Tanrı, "iyi"nin ta kendisidir. Yarattığı ve biçimlendirdiği dünya da, eksiksiz ve yetkin olmalıdır. (Gazzali) Bu eksiksiz ve yetkin dünya, idealar dünyasıdır. Duyumlar dünyası ise, tanrısal bir takım sınırlamalar nedeniyle, idealar dünyasına, ancak olabildiğince uygun olacaktır. Eflatun, bütün yaşamı boyunca hocası Sokrates'den edindiği ilham ile gerçek bir ahlakçı olarak kalmış, tüm bu kuramları, etik ağırlıklı görüşlerle irdeleyerek geliştirmiştir. Sokrates ve Eflatun'a göre felsefenin ana ereği, insanın mutluluğu ve yetkin yaşamının sağlanmasıdır. Yetkin bir yaşam, ancak erdemli bir hayat sürmekle elde edilebilir. Erdemin temeli “bilgi”, özü “idealar kavramı”, gerekçesi “evrendoğum”, güvencesi “ölümsüzlük”, yaşamsal sığınağı “devlet”tir.


alıntıdır
Alıntı ile Cevapla