Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 11:54   Mesaj No:6

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Nur Suresi Tefsiri

İnsan şeffaflaştığı zaman, duygulanışla algıladığı bu sahneyi görür gibi kavrar. Bu evrenin Allah'ın tesbih edişinin yankılarını, çınlamalarını işitir. Bütün varlıkların bu duaya, bu fısıltıya katıldığını işitir. İşte Muhammed b. Abdullah -salât ve selâm üzerine olsun- yürürken ayaklarının altındaki çakıl taşlarının Allah'ı tesbih edişlerini bu şekilde işitirdi. Bu yüzden Hz. Davud -salât ve selâm üzerine olsun- zeburu okurken dağlar ve kuşlar koro halinde ona katılırdı.



42- Göklerin ve yerin egemenliği Allah'ın tekelindedir ve herkes Allah'a dönecektir.

O'ndan başkasına yönelinmez. O'nun dışında sığınak yoktur, O'nunla buluşmaktan kaçmak mümkün değildir, O'nun cezasından kurtuluş yoktur. Ve dönüş Allah'adır.
İnsanların farkına varmadan geçip gittikleri evrensel sahnelerden biri daha. Bu sahnede göz zevkine hitap eden, kalplere yönelik ibret dersleri vardır. Allah'ın sanatını ve ayetlerini nur, hidayet ve iman kanıtlarını etraflıca düşünmeye uygun bir ortam.

43- Görmüyor musun ki, Allah bulutları oradan oraya sürüyor, sonra birleştiriyor, Sonra üstüste yığıp yoğunlaştırıyor. Arkasından aralarından yağmur yağdığını görürsün. Yine Allah gökten dağlar gibi dolu yüklü bulutlar indiriyor. Bu doluyu dilediklerinin başına yağdırıyor ve dilediklerinden uzak tutuyor. Bulutlardan çıkan şimşeğin parıltısı, gözleri kamaştırır.

Sahne yavaş yavaş ve uzatılarak sunuluyor. Birleşip toplanmadan önce parçalar etraflıca düşünülsün isteniyor. Bütün bunlar, kalbe dokunmayâ, onu uyarmaya, düşünüp ibret almaya, gördüklerinin ötesinde Allah'ın sanatını algılamasını sağlamaya ilişkin hedefi gerçekleştirme amacı ile sunuluyorlar.
Kuşkusuz Allah'ın eli bulutları toplar ve onları bir yerden başka bir yere sürükler. Sonra onları birleştirip yoğunlaştırır. Böylece üstüste yığılırlar. Ağırlaştığı zaman sular çıkar, sağanak ve iri taneli yağmurlar yağdırır. Bu halleriyle dağlar kadar görkemli, onlar kadar heybetlidirler. İçlerinde küçük sert kar taneleri (dolu) vardır. Bulutların dağlara benzediğini en iyi uçak yolcuları görür. Uçak yükselip bulutların üstünden veya arasından geçtiği zaman, iriliğiyle, uçurumlarıyla, iniş ve çıkışlarıyla gerçek bir dağ manzarasıyla karşı karşıya kalınır. Hiç kuşkusuz bu, uçağa binmediği sürece insanın göremeyeceği bir gerçeği tasvir eden bir ifadedir.
İşte bu bulut dağları, Allah'ın evrene egemen kıldığı yasası uyarınca Allah'ın emrine boyun eğerler. Yüce Allah bu yasası uyarınca dilediğinin üstüne yağmur yağdırır, dilediğini de bundan yoksun bırakır. Bu büyük sahnenin sonu ise şöyle bağlanıyor:
"Bulutlardan çıkan şimşeğin parıltısı, gözleri kamaştırır."
Hiç kuşkusuz bu ifade, tasvirde uygunluk yöntemi uyarınca uçsuz bucaksız evrendeki büyük nurun oluşturduğu atmosferle ahenk sağlamak için yer alıyor.



KAİNATIN İSLEYİŞİNDEKİ DÜZENLİLİK


44- Allah, geceyi gündüze ve gündüzü geceye dönüştürür. Hiç kuşkusuz dikkatli gözlemcilerin bu olaydan alacakları dersler vardır.

Gece ve gündüzün bu şaşmaz ve değişmez düzen içinde dönüşümünü, evreni yönlendiren yasanın çalışma şeklini ve Allah'ın sanatını düşünmek kalbi uyandırır, duyarlılığını arttırır. İşte Kur'an alışkanlığın derin etkisini giderdiği bu sahnelere kalbi yöneltiyor. Amaç, kalbin her zaman taze bir duyarlılıkla, her zaman zinde bir heyecanla evrene dikkatle yönelmesini sağlamaktır. İnsanoğlu gece ve gündüz mucizesini ilk defa düşününce kimbilir ne duygulara kapılmıştır. Ve bu mucize hiç değişmeden sürmektedir. Güzelliğinden ve göz alıcılığından hiçbir şey kaybetmemiştir. Fakat paslanan ve uyuşan insan kalbidir. O'dur heyecanını yitiren. Onlar tazeyken ya da bizim duygularımız henüz pörsümemişken karşılaştığımızda kalbimizin tarifsiz duygulara kapılmasına neden olan nice mucizenin farkında olmadan geçip gittiğimizde hayatımızın ne kadar önemli bir yönünü yitirmiş oluruz, nice güzellikler kaçırmış oluruz?
Kur'an uyuşmuş duyarlılığımızı canlandırıyor, uyumuş duygularımızı uyandırıyor. Sıcaklığını yitirmiş, donmuş kalplerimize dokunuyor. Yorgun vicdanımızı harekete geçiriyor, evreni ilk defa' gözlemlediğimizde içinde bulunduğumuz duyarlılığı taze tutarak gözlemleyelim diye. Evrende meydana gelen her olayı etraflıca düşünelim diye. Ötesindeki gömülü sırrı, gizli büyüyü araştıralım diye. Çevremizdeki her şeyde faaliyet gösteren Allah'ın elini gözetleyelim diye. Onun sanatındaki hikmeti düşünelim, varlığın katmanlarına yerleştirilmiş ayetlerinden ibret dersleri alalım diye.
Hiç kuşkusuz yüce Allah, varlık alemine her baktığımızda onu bizim için hazırlamakla, bizi de ilk defa görüyormuş gibi duygulanacak, zevk alacak yeteneklere sahip kılmakla bize lütufta bulunmuştur. Biz sayısız kere evrenle karşı karşıya kalırız. Her seferinde de sanki ilk defa görmüş gibi oluruz. Onu görmenin verdiği zevki her seferinde de taptaze hissederiz.
Hiç kuşkusuz varlık alemi güzeldir, göz kamaştırıcıdır, görkemlidir. Bizim fıtratımızla varlık aleminin fıtratı birbirleriyle uyuşmaktadır. Çünkü bizim fıtratımız da onun geldiği kaynaktan alır varlığını, O'nun dayandığı yasalar sistemine o da dayanır. Bu yüzden varlık aleminin vicdanı ile ilişki kurmak bize bir yakınlık, güven, bağlılık, tanışıklık ve kayıp ya da görülmeyen bir yakınla buluşmanın verdiği sevince benzer bir sevinç duygusunu bahşeder.
Varlık aleminde Allah'ın nurunu buluruz. Çünkü Allah göklerin ve yerin nurudur. Açık bir duygu ile, uyanık bir kalp ile ve planın özüne nüfuz eden derin bir düşünce ile varlık alemini gözlemlediğimizde, aynı anda hem dış alemde hem de içimizde Allah'ın nurunu görürüz.
Bu yüzden Kuran bizi defalarca uyarıyor. Bunca güzelliğin farkına varmadan gözü kapalı geçip gitmeyelim diye duygularımızı ve ruhumuzu değişik göz kamaştırıcı varlık sahnelerine yöneltiyor. Ki şu yeryüzündeki yolculuğumuza asılsız ya da gülünç sayılacak kadar az bir azıkla çıkmayalım...

HAYATIN KAYNAĞI

Surenin akışı evrensel sahneleri sunmaya ve dikkatimizi bu sahnelere çekmeye devam ediyor. Bu amaçla hayatın tek bir kaynaktan ve aynı tabiattan meydana gelişini, kaynak ve tabiat birliğine rağmen değişik şekillerde ortaya çıkmasını sunuyor.

45- Allah bütün canlıları sudan yarattı. Bu canlıların kimi karnı üzerinde sürünür. Kimi iki ayakla yürür. Kimisi de dört ayakla yürür. Allah dilediği gibi yaratır. Hiç kuşkusuz Allah'ın gücü her şeye yeter.

Kuran-ı Kerim'in bu denli basit bir şekilde dile getirdiği bu önemli gerçek·, yani bütün canlıların sudan yaratıldığı gerçeği, tüm canlıların organik yapılarındaki temel unsurun birliğini,onun da su olduğunu ifade ediyor olabilir. Ya da modern bilimin kanıtlamaya çalıştığı şekliyle hayatın denizde başladığı, sözü itibariyle sudan kaynaklandığı, sonra çeşitli şekillere ve türlere ayrıldığı düşüncesini ifade ediyor olabilir.
Ne var ki, biz, Kuran'ın ifade ettiği kesin gerçekleri değişmeye ve çürütülmeye açık, bilimsel teorilerle yorumlamamaya ilişkin tutumumuz uyarınca Kur'an'ın verdiği bu işarete herhangi bir şey eklemek istemiyoruz. Kur'an'ın dile getirdiği tartışılmaz gerçeğin doğruluğunu kabul etmekle yetiniyoruz. Buna göre, yüce Allah canlıların tümünü su'dan yaratmıştır. Bu yüzden tüm canlılar aynı kaynaktan gelirler. Yine -gözle de görüldüğü gibi- tüm canlılar değişik şekillere sahiptirler, karnı üzerinde sürünen sürüngenler, iki ayak üzerinde yürüyen kuşlar ve insanlar, dört ayak üzerinde yürüyen hayvanlar gibi. Bütün bunlar kuşkusuz Allah'ın koyduğu yasalar ve onun iradesi ile meydana gelmektedir, tesadüfen ya da kendiliğinden olmuş değildir.
"Allah dilediği gibi yaratır."
Bir şekle ya da bir modele bağlı değildir. Çünkü evreni yönlendiren yasa ve düzenlemeler, serbest iradenin sonucu ve hoşnutluğu ile yerleştirilmişlerdir: "Hiç kuşkusuz Allah'ın gücü her şeye yeter."
Şekilleri ve hacimleri soy ve türleri, biçim ve renkleri birbirinden farklı olan, bununla beraber tek bir kaynaktan gelen canlıları etraflıca düşünmek, insanı amaçlı bir planın, ne yaptığını bilen bir iradenin sözkonusu olduğunu kabullenme, tesadüf ve kendi kendine varolma düşüncesini reddetme sonucuna götürür. Yoksa hangi rastlantıdır, bütün bu planları düzenleyen? Bunca ölçüyü ve dengeyi belirleyen hangi tesadüftür? Hiç kuşkusuz her şeyi yaratan sonra da her yaratığa yolunu gösteren, her şeyden üstün ve her yaptığını yerinde yapan ulu Allah'ın sanatıdır bu.
Büyük evrensel sahnelerdeki nur ortamında çıkılan bu görkemli gezintiden sonra surenin akışı asıl konusuna; Kur'an-ı Kerim'in kalplerini arındırmak parlatmak, Allah'ın göklerdeki ve yerdeki nuruna bağlamak amacı ile müslüman toplumu eğittiği insanlar arası davranış kurallarını belirleme konusuna dönüyor.
Geçen derste ne ticaretin ne de alış-verişin Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı kimselerden bir de kâfirlerden onların amellerinden, karşılaşacakları akıbetten ve içinde bulundukları üstüste binmiş karanlıktan söz edilmişti.
Şimdi de bu derste, Allah'ın ayrıntılı biçimde açıklanmış ayetlerinden yararlanmayan, onlar aracılığı ile gerçeği kavramayan münafıklardan söz ediliyor. Bunlar müslüman görünüyorlar ama, Peygamber efendimize -salât ve selâm üzerine olsun- uyma, onun verdiği hükümden hoşnut olup benimsemeye ilişkin mü'minlerin takındığı edep tavrını takınmıyorlar. Bunlarla gerçek mü'minler arasında bir karşılaştırma yapılıyor. Bu mü'minlere yüce Allah yeryüzü halifeliğini, dinlerinin egemenliğini vadetmiştir. Onlara güvenli bir yurt sözü vermiştir. Bu, onların Allah ve Hz. Peygambere karşı takındıkları edep tavrının, Allah ve Peygambere itaat etmelerinin karşılığıdır. Kâfirlerin amansız düşmanlıklarına rağmen bu durum gerçekleşecektir.


46- Biz gerçekten ayrıntılı açıklamalar içeren ayetler indirdik. Allah, dilediği kimseleri doğru yola iletir."

Allah'ın gözler önüne serilmiş ve ayrıntılı biçimde açıklanmış ayetleri, Allah'ın nurunu belirginleştiriyor, onun yol göstericiliğinin kaynağını ortaya koyuyor, iyiyi-kötüyü, temizi-pisi belirliyor. Hiçbir karışıklığa, hiçbir kapalılığa meydan vermeyecek şekilde İslâmın eksiksiz ve incelikli hayat sistemini açıklıyor, Allah'ın yeryüzündeki hayat için koyduğu hükümleri kuşkudan ve anlaşılmazlıktan uzak bir şekilde belirliyor, insanlar bu hükümlere uydukları zaman, açık sağlam ve tutarlı bir kanuna uymuş olurlar. Bu kanun karşısında haklı hakkının kaybolacağından korkmaz. Bu kanunun egemenliği sırasında hak ile batıl, helal ile haram birbirine karışmaz.
"Allah dilediği kimseleri doğru yola iletir."
Allah'ın iradesi serbesttir ve hiçbir şekilde sınırlandırılamaz. Bununla beraber yüce Allah doğru yola girmek için bir metod belirlemiştir. Bu metoda yönelen, onu izleyen Allah'ın yol göstericiliği ve nuru ile karşılaşır. Buna sarılır ve Allah'ın iradesiyle- belirlenen hedefe ulaşana kadar bu yalda yürür. Kim de bu metodun dışına çıkar, ona sırt verirse yol gösterici nuru kaybeder, sapıklık yoluna dalar gider. Tabii ki, yüce Allah'ın hidayet ve sapıklığa ilişkin iradesi uyarınca.
Bu ayrıntılı açıklamalar içeren ayetlere rağmen, insanlar arasında bu gruba, münafık grubuna, rastlanır. Bunlar müslüman görünmekle beraber İslâmın belirlediği davranış kurallarına uygun bir edep tavrını takınmayan kimselerdir:



47- Bazı kimseler "Allah'a ve Peygamber'e inandık ve direktiflerine uymayı kabul ettik" derler. Fakat bazıları bu sözlerinden sonra sırt çevirirler. Bunlar mü'min değildirler.


48- Aralarındaki davalarda Allah'ın ve Peygamberin vereceği hükme uymaya çağırıldıklarında bir bölümünün bu çağrıya yüz çevirdiğini görürsün.


49- Eğer davanın haklı tarafı iseler, Peygamber'e tam bir teslimiyetle koşa koşa gelirler.


50- Acaba kalplerinde hastalık mı var? Yoksa Peygamber'in gerçekten peygamber olup olmadığı hususunda kuşkulu mudurlar? Yoksa Allah'ın ve Peygamber'in kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar. Hayr, aslında onlar zalimdirler.

Gerçek iman kalbe yerleşince, etkisi anında davranışlara yansır. İslâm harekete dönük bir inanç sistemidir, edilgenliğe katlanamaz. Bu yüzden bilinç dünyasında gerçekleşir gerçekleşmez, anlamını dış alemde gerçekleştirmek, kendisini hareket ve pratik alemde amel olarak göstermek için derhal harekete geçer. İslâmın açık ve anlaşılır eğitim sistemi; inanca ve inancın öngördüğü davranış kurallarına ilişkin gizli bilincin pratik ve uygulamalı harekete dönüşmesi; bu hareketin de değişmez bir alışkanlığa veya kanuna dönüşmesi esasına dayanır. Bununla beraber, sürekli canlı ve asıl kaynağa bağlı kalması için, her davranışta baştaki itici bilincin canlı tutulmasını öngörür.
Bu münafıklar da "Allah'a ve Peygambere inandık ve direktiflerine uymayı kabul ettik" diyorlardı. Bunu ağızlarıyla söylüyorlardı ne var ki, bu sözlerin içerdiği anlam davranışlarına yansımıyordu. Tam tersine bir davranış sergileyerek hareketleriyle söylediklerini yalanlıyorlardı. "Bunlar mü'min değildirler."
Çünkü mü'minlerin hareketleri sözlerini doğrular. Aynı zamanda iman, kişinin eğleneceği. sonra da iddia edip yoluna devam edeceği bir oyun değildir. İman; ruhun şekillenmesi, kalbin bir özellik kazanmasıdır. Ve iman, pratik alemde hareket demektir. İmanın gerçeği vicdanda yer edince nefsin geri dönmesi mümkün olmaz.
Şu mü'minlik iddiasında bulunanlar, Allah'tan getirdiği şeriat uyarınca Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- hükmüne başvurmaya çağrıldıkları zaman iddialarının tam tersi bir tavır takınıyorlardı.
"Aralarındaki davalarda Allah'ın ve Peygamberin vereceği hükme uymaya çağrıldıklarında bir bölümünün bu çağrıya yüz çevirdiğini görürsün."
Aslında onlar Allah ve Peygamberinin hak'tan ayrılmayacaklarını, ihtirasların peşinde gitmeyeceklerini, sevgi ve kızgınlıklardan etkilenmeyeceklerini biliyorlardı. Fakat insanlardan bu gruba mensup olanlar, hakkın gerçekleşmesini istemezler, adaletin yerine getirilmesinin doğuracağı sonuca katlanmazlar. Bu yüzden Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- hükmüne başvurmaktan kaçınıyorlardı, sorunu ona götürmek,istemiyorlardı. Bununla beraber, başgösteren sorunda haklı taraf kendileri olsaydı, isteyerek ve boyun eğerek Peygamber efendimizin -salât ve selâm üzerine olsun- hükmüne koşarlardı. Çünkü onlar Peygamber efendimizin -salât ve selâm üzerine olsun- hiçbir zaman haksızlığa meydan vermeyen, kimsenin hakkını yemeyen Allah'ın şeriatı uyarınca haklılıkları doğrultusunda karar vereceğinden emindirler.
Mü'min olduğunu iddia eden sonra da bu kaypak tutumu sergileyen grup her zaman ve her yerde karşılaşılan münafıkların tipik bir örneğidir. Bu münafıklar, açıktan açığa kâfir olduklarını söylemezler, müslüman görünürler. Ancak aralarında Allah'ın şeriatının yürürlükte olmasından Allah'ın kanununun hükmetmesinden memnun olmazlar. Bu yüzden Allah'ın ve Peygamberinin hükmüne başvurmaya çağırıldıkları zaman burun kıvırırlar, mazeretler uydururlar:
"Bunlar mü'min değildirler."
İman kalplerinde yer etmemiştir. Allah'ın ve Peygamberinin hükmünü içlerine sindirememişlerdir. Ancak Allah'ın şeriatına başvurmada, O'nun kanununu uygulamada bir çıkarları varsa o zaman seve seve buna razı olurlar.
Allah'ın ve Peygamberinin hükmünden memnun olmak, gerçek imanın kanıtıdır. İman gerçeğinin kalbe yerleştiğini haber veren göstergedir. Allah ve Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- karşı takınılması zorunlu olan edep tavrıdır. Çünkü İslâm edebi ile edeplenmemiş, kalbi de iman nuru ile aydınlanmamış, içi kapkaranlık edepsiz kimselerden başkası Allah'ın ve Peygamberinin hükmünden kaçmaz.
Alıntı ile Cevapla