Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 11:55   Mesaj No:7

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Nur Suresi Tefsiri

Bunun için bu davranışlarının üzerine kalplerindeki hastalığı tescil eden, kuşku duymalarını şaşırtıcı bulan, tuhaf tutumlarını kınayan sorularla bir değerlendirme yapılıyor.
"Acaba kalplerinde hastalık mı var? Yoksa Peygamberin gerçekten peygamber olup olmadığı konusunda kuşkulu mudurlar? Yoksa Allah'ın ve Peygamberin kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar?"
Birinci soru tescil etmek, vurgulamak içindir. Çünkü hasta bir kalbin bu tür bir tutum sergilemesi her zaman beklenir. Fıtratı dejenere olmadığı sürece bir insanın bu kadar derin bir sapıklığa yuvarlanması mümkün değildir. Fıtratı doğal eğiliminden uzaklaştıran, imanın gerçeğinden zevk almasını ve kendisi için belirlenen hareket çizgisini izlemesini önleyen kalpteki bu hastalıktır.
İkinci soru, tutumun şaşırtıcılığını vurgulamak içindir. Acaba onlar, inandıklarını iddia ettikleri Allah'ın hükmünden mi şüphe duyuyorlar?Acaba bu hükmün Allah'dan geldiğinden mi şüphe duyuyorlar? Yahut bu hükmün adaleti yerine getirme yeterliliğine sahip olup olmadığı konusunda mı kuşku içindedirler? Her iki durumda da bu mü'minlerin yolu değildir.
Üçüncü soru, bu tuhaf tutumlarını kınamak ve duyulan şaşkınlığı vurgulamak içindir. Acaba onlar Allah ve Peygamberinin -salât ve selâm üzerine olsun kendilerine haksızlık yapacaklarından mı korkuyorlar? Kuşkusuz bir insanın içinde böyle bir endişenin yer etmesi şaşırtıcı bir şeydir. Çünkü her şeyin yaratıcısı ve her şeyin Rabbi Allah'tır. Peki yüce Allah'ın hükmederken yarattığı herhangi birine karşı diğer birini kayırması mümkün müdür?
Hiç kuşkusuz, birilerine karşı bazılarını kayırma kuşkusundan uzak tek hüküm Allah'ın hükmüdür. Çünkü Allah adildir ve hiç kimseye haksızlık etmez. Bütün yaratıklar onun katında eşit durumdadırlar. Onlardan birisine bir diğerinin çıkarı için haksızlık etmez. Onun hükmü dışındaki bütün hükümler haksızlık edebilirler, zannı altındadırlar. Çünkü insanlar kanun koyarlarken ve hükmederlerken çıkarlarını gözönünde bulundurma eğiliminden kurtaramazlar kendilerini. Gerek fert, gerek sınıf, gerek devlet olarak hükmetmeleri bu gerçeği değiştirmez.
Bu fert kanun koyduğu zaman, bir fert bir konuda hükmettiği zaman, koyduğu kanunla, verdiği hükümle kendini ve çıkarını korumayı gözönünde bulundurması kaçınılmazdır. Bir sınıf diğer bir sınıf için, bir devlet diğer bir devlet için, bir pakt için kanun koyduğu zaman da durum bundan ibarettir. Ama Allah kanun koyduğu zaman herhangi bir kimsenin korunması, herhangi bir kimsenin çıkarının gözönünde bulundurulması, sözkonusu olamaz. Ve bu, mutlak adaletten ibaret olur? Allah'ın kanun koyuculuğu dışında hiçbir kanun koyucu buna güç yetiremez, onun hükmünden başka hiçbir hüküm bunu gerçekleştiremez.
Bu yüzden Allah'ın ve Peygamberinin hükmünden memnun olmayanlar zalim kimselerdir. Adaletin gerçekleşmesini, hakkın egemen olmasını istemezler. Aslında onlar Allah'ın hükmü ile haksızlığa uğrayacaklarını düşünmezler ve O'nun adaletinden de kesinlikle kuşku duymazlar.
"Hayır, aslında onlar zalimdirler."
Gerçek mü'minlere gelince, onlar Allah'a ve Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- karşı bundan farklı bir edep tavrı takınırlar. Aralarında başgösteren sorunların çözümü için Allah'ın ve Peygamberin hükmüne başvurmaya çağrılınca daha değişik bir şey, mü'minlere yakışan, kalplerin nurla aydınlandığını gösteren bir söz söylerler:


51 - Aralarındaki davalarda Allah'ın ve Peygamberin vereceği hükme uymaya çağırılan mü'minlerin söyleyebilecekleri tek söz "Duyduk ve uyduk" sözüdür. İşte mutlu sona erenler onlardır.

Bu tereddütsüz, tartışmasız ve kıvırmasız duyup itaat etmenin ifadesidir. Gerçek hükmün Allah ve Peygamberin hükmü olduğuna, gerisinin ihtiraslardan kaynaklandığına olan kesin inancın oluşturduğu duyup itaat etmenin ifadesidir. Bu tavır Allah'a kaytsız şartsız teslim olmaktan kaynaklanır. Hayatı bahşeden ve hayat üzerinde dilediği uygulamada bulunma yetkisine sahip Allah'a... Mü'minlerin sergilediği bu tavır, yüce Allah'ın insanlar için dilediği şeyin, onların kendileri için istedikleri şeyden daha hayırlı olduğuna olan güvenin ifadesidir. Çünkü yaratan Allah yarattığını daha iyi bilir.
"İşte mutlu sona erenler onlardır."
Evet, onlar mutlu sona ulaşırlar, çünkü işlerini planlayan, ilişkilerini düzenleyen, ilmine ve adaletine göre aralarında hükmeden yüce Allah'dır. Dolaysıyla bunların; işlerini kendileri gibi insanların planladığı, ilişkilerini düzenlediği, aralarında çok az bir bilgiye sahip yetersiz kimselerin hükmettiği insanlardan daha iyi bir durumda olmaları kaçınılmazdır. Evet onlar mutlu sona ulaşırlar. Çünkü onlar, eğrilik büğrülük bulunmayan biricik hayat sistemine uyarlar, bu sistemin gerçekliğinden emindirler, onu izler, belirlediği sınırları çiğnemezler. Bu sisteme uymaları sayesinde enerjilerini boşuna tüketmezler, çeşitli ihtiraslar peşinde güçlerini, enerjilerini dağıtmazlar, doymak bilmeyen şehvetlerin, dinmeyen arzuların peşinde sürüklenmezler. İşte Allah'ın koyduğu hayat sistemi önlerinde değişmeden,net ve anlaşılır bir şekilde duruyor.

52- Allah'a ve Peygambere itaat edenler, Allah'dan korkup buyruklarım çiğnemekten kaçınanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlarda.

Önceki ayette hükümlere teslim olmaktan, bu hükümlere kayıtsız şartsız uymaktan söz ediliyordu. Şimdi ise, tüm emir ve yasaklamalara topluca uyulmasından söz ediliyor. Bunun yanında Allah korkusundan, takvadan söz ediliyor. Takva, korkudan daha geneldir. Takva, Allah'ın gözetimidir. Büyük küçük her işte, Allah'dan korkmanın yanında O'nun bilincinde olmak, zatının vakarı adına O'nun hoşlanmadığı şeyden sakınmak, O'nu yüceltmek ve O'ndan utanmaktır. Allah'a ve Peygamberine itaat edenler, Allah'dan korkup O'ndan sakınanlar varya, işte kurtuluşa erenler onlardır. Hem dünyada hem de ahirette kurtulmuşlardır. Bu sözü Allah vermiştir ve Allah sözünde,n dönmez. Onlar kurtuluşu haketmişlerdir. Pratik hayatlarında bunun nedenleri vardır. Çünkü Allah'a ve Peygamberine itaat etmek yüce Allah'ın sonsuz bilgisi ve hikmeti doğrultusunda insanlar için belirlediği sağlam ve tutarlı hayat sistemine uymayı gerektirir. Bu da doğal olarak dünya ve ahiret kurtuluşuyla sonuçlanır. Allah korkusu ve takva, Allah'ın sistemine uyulmasını garantileyen bekçilerdir. Bu bekçiler, insanları kendilerine çeken saptırıcı yolları gösterir, insanların sapmalarına, bu yollara girmelerine engel olur.
Allah'dan korkmak ve O'ndan sakınmakla beraber Allah'a ve Peygamberine ibadet etmek üstün nitelikli bir edep tavrıdır. Kalbin Allah'ın nuru ile aydınlanmışlığının, O'na bağlanmışlığının, O'nun görkeminin bilincine varmışlığının boyutunu gösterir. Bu aynı zamanda mü'min kalbin onurunu ve üstünlüğünü gösterir. Çünkü Allah'a ve Peygambere itaat ilkesine dayanmayan, O'ndan kaynaklanmayan her uyma hareketi onurlu kişinin reddedeceği, mü'min karakterin kaçınıp, mü'min vicdanın tepeden bakacağı aşağılayıcı, onur kırıcı bir zillettir. Çünkü gerçek mü'min tek ve ezici güce sahip Allah'dan başkasının önünde baş eğmez.


MÜNAFİKLARIN DÖNEKLİĞİ


53- Ey Muhammed, münafıklar kesin kesin bir dille yemin ederek kendilerine emir verecek olursan savaşa çıkacaklarım söylerler. Onlara de ki; "Yemin etmeyiniz. İtaatkârlığınız bellidir. Hiç kuşkusuz Allah, ne yaptığınızdan haberdardır."


54- Onlara de ki, "Allah'a itaat ediniz, Peygambere itaat ediniz. Eğer bu çağrıya yüz çevirirseniz, biliniz ki, Peygamber kendi görevinden sorumlu olduğu gibi, siz de kendi görevinizden sorumlusunuz. Peygambere düşen, sadece ilahi mesajı açık bir dille duyurmaktır."

Münafıklar Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- eğer kendilerine savaşa çıkma emrini verecek olursa mutlaka savaşa çıkacaklarına yemin ederlerdi. Allah da onların yalan söylediklerini biliyordu. Bu yüzden ayıplayarak, yeminlerini alaya alarak şöyle buyuruyor.
"Onlara de ki: Yemin etmeyiniz, itaatkârlığınız bellidir."
Yemin etmeyiniz, çünkü nasıl itaat ettiğiniz bellidir. Bu sözleriniz ciddiye alınmaz, bu yüzden yemine veya pekiştirmeye gerek yoktur. Tıpkı yalancılığı ile ünlü birinin yalan söylediğini gördüğünüzde "Doğru söylediğin konusunda bana yemin etme. Çünkü hiçbir delile gerek olmadan her şey apaçık ortadadır" demeniz gibi.
Alay ve kınamanın üzerine şu değerlendirme yapılıyor. "Allah ne yaptığınızdan haberdardır."
Yemine, pekiştirmeye gerek yok. Allah sizin itaat etmeyeceğinizi, savaşa çıkmayacağınızı biliyor.
Bu yüzden ayetlerin akışı dönüyor ve onları itaate, gerçek itaate çağırıyor, bilinen sözde davranışlara değil.
"Onlara de ki:"Allah'a itaat ediniz, Peygambere itaat ediniz."
"Eğer bu çağrıya yüz çevirirseniz."
Burun kıvırırsanız, münafıklığınızı sürdürürseniz,doğru yola girmezseniz.
"Biliniz ki, peygamber kendi görevinden sorumludur."
Peygamber Allah'dan aldığı mesajı insanlara ulaştırmaktan sorumludur. Nitekim bu görevini yerine getiriyor da.
"Siz de kendi görevinizden sorumlusunuz."
Sizin göreviniz de Allah'a ve Peygambere itaat etmeniz, samimi olmanızdır. Ama siz yan çizdiniz, görevinizi yerine getirmediniz.
"Eğer O'na itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz."
Mutluluğa ve kurtuluşa ulaştıran dengeli ve tutarlı hayat sistemini bulursunuz.
"Peygambere düşen, sadece ilahi mesajı açık bir dille duyurmaktır."
O sizin imanınızdan sorumlu değildir. Sizin yan çizmenizin suçu ona ait değildir. Tersine yaptığınızdan siz sorumlusunuz, yan çizmenizden, isyan etmenizden, Allah'ın ve Peygamberinin emrine muhalefet etmenizden dolay siz cezalandırılacaksınız.

GERÇEKLEŞECEK OLAN VAAD

Münafıkların durumu sunulduktan ve bu sonuçlandırıldıktan sonra surenin akışı onları kendi hallerine bırakıyor ve itaatkâr mü'minlere dönüyor, içten gelen itaatkârlıklarının, harekete dönüşen imanlarının kıyametteki hesaplaşmadan önce bu dünyadaki mükâfatını açıklıyor.


55- Allah, aranızdaki iman edip iyi ameller işleyenlere, kendilerini tıpkı daha önceki mü'minler gibi yeryüzünde egemen kılacağım, kendileri için seçtiği dinlerini sarsılmaz temellere oturtacağını ve korkularını güvene dönüştüreceğini vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Bu a,amadan sonra kâfir olanlara gelince, onlar yoldan çıkmışların ta kendileridirler."

Bu, yüce Allah'ın Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- ümmetinden iyi ameller işleyen mü'minlere kendilerini yeryüzüne egemen kılacağına, kendileri için seçtiği dinlerini, hayat sistemlerini sarsılmaz temellere oturtacağına ve korkularını güvene dönüştüreceğine ilişkin vaadidir. Bu, Allah'ın vaadidir. Allah'ın vaadi ise, gerçektir. Allah'ın vaadi yerine gelir. Ve Allah vaadinden dönmez. Peki bu imanın ve yeryüzüne egemen olmanın gerçek mahiyeti nedir?
Kuşkusuz Allah'ın vaadinin gerçekleşmesine gerekçe olan iman gerçeği, insanın tüm hareketlerini içine alan, tüm hareketlerini yönlendiren büyük bir gerçektir. Bu iman bir kalbe yerleşir yerleşmez tümü de Allah'a yönelik olmak üzere derhal çalışma, hareket, onarma ve inşa etme şeklinde kendini açığa vurur. Bunu yapan kişi Allah'dan başkasını memnun etmeyi düşünmez. Bu, Allah'a itaat etmenin, büyük-küçük her konuda onun emrine kayıtsız şartsız teslim olmanın ifadesidir. Bu durum gerçekleştikten sonra nefiste bir arzu, kalpte bir ihtiras ve Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- yüce Allah'dan getirdiği mesaja uymaktan başka fıtratta bir eğilim kalmaz.
Bu iman; nefsin düşüncelerinden, kalbinin duygularından, ruhun özlemlerindén, fıtratın eğilimlerinden, bedenin faaliyetlerinden, organların işleyişlerinden, ailesinde ve insanlar arasında Rabbinè yönelik tavırlarına kadar, insanı her yönüylé kaplar. Bütün bunlarda insanın Allah'a yönelmesini sağlar. Bu hu$us yüce Allah'ın mü'minleri yeryüzüne egemen kılmasının, dini sağlam temellere oturtmasının ve korkuların güvene dönüşmesinin gerekçesi olarak aynı ayetteki şu cümlede somutlaşmaktadır.
"Bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar."
Çirkin farklı şekilleri ve türleri vardır. Bir hareket veya bir düşünceyle Allah'dan başkasına yönelmek Allah'a ortak koşmanın türlerinden biridir.
Bu iman eksiksiz bir hayat sistemidir. Allah'ın emrettiği her şeyi içerir. Sebepleri oluşturma, hazır bulunmak, sebeplere sarılma, yeryüzündeki büyük emaneti, yeryüzüne egemen olma emanetini yüklenmeye hazırlıklı olmak gibi yüce Allah'ın emrettiği hususları kapsamına alır.
Peki yeryüzüne egemen olmanın gerçek mahiyeti nedir?..
Kuşkusuz bu, salt bir hükümranlık, üstünlük, galiplik ve hakimiyet değildir. Bu egemenlik saydığımız tüm unsurları ıslah etme, onarma, yapma, yüce Allah'ın insanların uyması için belirlediği hayat sisteminin gerçekleşmesi ve bu yolla yeryüzünde kendisi için takdir edilen ve yüce Allah'ın kendisine bahşettiği onura yaraşan olgunluk düzeyine ulaşma uğruna kullanılması şartına bağlıdır.
Yeryüzüne egemen olma; onarma ve ıslah etme gücüne sahip olmadır, yıkma ve bozmaya değil. Adalet ve huzuru sağlama imkânına sahip bulunmadır, zulüm ve baskıya değil. İnsanlığı ve insanlık düzenini üstün bir düzeye ulaştırmaktır, fert ve toplum olarak insanlığın hayvanlık düzeyine yuvarlanmasına neden olmak değil.
İşte bu egemenlik, yüce Allah'ın iyi işler yapan mü'minlere vaadettiği bir husustur. Yüce Allah'ın istediği sistemi kursunlar, O'nun dilediği adil düzeni uygulasınlar ve yüce Allah'ın yarattığı günden itibaren kendilerine belirlediği olgunluk düzeyine insanlığı ulaştırsınlar diye onları da yeryüzüne egemen kılacağını söz vermiştir. Sırf bir hükümranlık kurup. yeryüzünde bozgunluk yapan, yeryüzünde fuhuş ve zorbalığı yaygınlaştıran, insanlığı hayvanlık düzeyine indirenler, yeryüzüne Allah tarafından egemen kılınmış kimseler değildirler. Onlar elde ettikleri bu yetki ile sıvanmaktadırlar. Ya da yüce Allah'ın planladığı bir hikmet uyarınca başlarına musallat oldukları kimseler onların hükümranlıklarına girmekle sıvanmaktadırlar.
Yeryüzüne egemen olmanın gerçek mahiyetine ilişkin bu anlayışın delili arkasından gelen yüce Allah'ın şu sözüdür:
"Kendileri için seçtiği dinlerini sarsılmaz temellere oturtacağını vaadetti."
Dinin yeryüzünde sağlam temellere oturması; kalplere yerleşmesi, hayatı düzenleyip yönlendirecek konuma gelmesi ïle gerçekleşir. Şu halde yüce Allah onları yeryüzüne egemen kılmayı ve kendileri için seçtiği dinin hükümran olmasını vaadetmiştir. Dinleri ise; ıslah etmeyi emrediyor, yeryüzü kaynaklı ihtirasların üstüne çıkmayı emrediyor, yeryüzünün imar edilmesini emrediyor. Bütün eylemlerde Allah'a yönelmeyi emretmekle beraber, yüce Allah'ın yeryüzüne yeraltı ve yerüstü zenginliklerinden ve enerji kaynaklarından yararlanmayı emrediyor.
"Korkularını güvene dönüştüreceğini vaadetti."
Önceleri müslümanlar çok korkuyorlardı, can güvenlikleri yoktu. Silahlarını hiç bırakmıyorlardı. Bu durum Hz. Peygamberin, -salât ve selâm üzerine olsun İslâm toplumunun ilk temelini oluşturan, Medine'ye hicret edişinin sonrasına kadar devam etti.
Bu ayet hakkında Reb'i b. Enes, Ebu Aliye'den şöyle rivayet eder: Peygamber efendimiz ve arkadaşları on yıl kadar insanları bir ve ortaksız ilah olan Allah'a, sadece O'na kulluk. sunmaya çağırıyorlardı. Bu işi de büyük bir gizlilik içinde yürütüyorlardı. Çünkü korkuyorlardı ve henüz savaşmakla da emr olunmamışlardı. Daha sonra Medine'ye hicret emri verildi. Medine'ye gidince yüce Allah savaşmalarını emretti. Çünkü orada da korku içindeydiler ve sabah akşam silahlarını beraberlerinde taşıyorlardı. Yüce Allah'ın dilediği kadar bu duruma sabrettiler. Sonra arkadaşlarından biri Peygamber efendimize -salât ve selâm üzerine olsun- "Ya Resulullah, hep böyle korku içinde mi yaşayacağız? Güven içinde dolaştığımız, silahlarımızı bıraktığımız bir gün görmeyecek miyiz?" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- "Biraz daha sabredeceksiniz, ondan .sonra herhangi biriniz, tek bir demir parçası bile bulunmayan büyük bir kalabalık arasında oturabilecektir" buyurdu. Daha sonra yüce Allah bu ayeti indirdi. Allah Peygamberini Arap Yarımadası'na egemen kıldı. Böylece güvenli bir ortama kavuşup silahlarını bıraktılar. Sonra yüce Allah Peygamberini -salât ve selâm üzerine olsun- katına aldı. Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman dönemlerinde de güven içinde yaşadılar. Daha sonra ne olduysa oldu, Allah tekrar içlerine bir korku saldı. Güvenlik amacıyla korumalar ve bekçiler edindiler. Tutumlarını değiştirdiler, Allah da durumlarını değiştirdi."
"Bu aşamadan sonra kâfir olanlara gelince onlar yoldan çıkmışların ta kendileridirler."
Allah'ın belirlediği şartın, verdiği sözün, yaptığı sözleşmenin dışına çıkmışlardır. Kuşkusuz Allah'ın verdiği söz bir kere gerçekleşti. Müslümanlar Allah'ın ,koştuğu şartı yerine getirirlerse Allah'ın verdiği söz her zaman için gerçekleşir yerine gelir. Allah'ın koştuğu şart şudur:
"Bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar."
Ne bir düzmece tanrıyı ne de bir istek ve arzuları bana ortak koşarlar. Gereği gibi inanır, iyi işler yaparlar. Yüce Allah'ın bu vaadi, kıyamete kadar bu ümmetten Allah'ın belirlediği şartı yerine getiren herkes için geçerlidir. Allah'ın koştuğu veya yüklediği sorumluluklardan herhangi birinin gecikmesi yüzünden zafer, yeryüzüne egemen olma, dinin, hayat sisteminin sağlam temellere dayanması ve korkuların güvene dönüşmesi uzun zaman alabilir. Böylece İslâm ümmeti musibetlerden yararlanır, imtihanı başarıyla geçer. Korku duyar, bu yüzden güvenlik ister. Aşağılanır, bu yüzden onur ve üstünlük ister. Başkalarının hükümranlığına maruz kalır bu yüzden Allah adına yeryüzüne egemen olmayı arzular... Bütün bunlar yüce Allah'ın dilediği yöntemlerle, yine yüce Allah'ın koştuğu şartlara bağlı olarak gerçekleşir. Böylece yüce Allah'ın değişmez vaadi yerine gelir. Yeryüzü menşeli güç odaklarının hiçbiri bu vaadin gerçekleşmesine engel olamaz.
Bunun için, yüce Allah'ın vaadi üzerine namaz kılmaya, zekât vermeye ve itaat etmeye·ilişkin bir emirle, bir de Peygamberimiz ve ümmetinin, kendilerine ve yüce Allah'ın kendileri için seçtiği dine karşı savaşan kâfirlerin gücünü abartmamalarına ilişkin bir değerlendirme yer alıyor:



56- Namazı kılınız, zekâtı veriniz ve Peygambere itaat ediniz ki, Allah'ın rahmetinden pay alabilesiniz.


57- Kâfirlerin yeryüzündeki güçlerinin karşı konulmaz olduğunu sanmayınız. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir varılacak yerdir!..

İşte hazırlık budur... Allah'a bağlanarak, namaz kılmakla kalbi güçlendirmek, cimriliği aşarak, zekât vermek suretiyle de nefis ve toplumu arındırmaktır. Peygambere itaat etmek, verdiği hükümden memnun olmaktır. Büyük-küçük her işte Allah'ın şeriatını uygulamaktır. Yüce Allah'ın insan hayatı için seçtiği sistemi yürürlüğe koymaktır.
"Ki, Allah'ın rahmetinden pay alabilesiniz."
Yeryüzünde bozulmaktan, düşkünlükten, korkudan, bunalımdan ve sapıklıktan ahirette de ilahi kızgınlıktan, azap ve cezadan kurtulmak suretiyle Allah'ın rahmetinden pay alabilesiniz.
Siz Allah'ın belirlediği hayat sistemine uyduğunuz ve O'na bağlı kaldığınız sürece kâfirlerin hiçbir gücü size üstünlük sağlayamaz. Onlar yeryüzünde egemenlik kurmanıza engel olamazlar. Onların görünürdeki güçleri yolunuza dikilemez. Siz imanınız sayesinde güçlüsünüz. Toplumsal düzeniniz ve sahip olduğunuz sayınızla güçlüsünüz. Gerçi maddi açıdan onlar kadar kalabalık olmayabilirsiniz ama, cihad eden mü'min kalpler harikalar, olağanüstülükler başarırlar.
İslâm, hiç kuşkusuz büyük bir gerçektir. Bu ayetlerde yer alan Allah'ın vaadinin gerçekliğini görmek isteyenler bu gerçeği olanca derinliği ile algılamalıdırlar. İnsanlık tarihine bakıp yüce Allah'ın bu vaadini doğrulayan örnekleri araştırıp görmelidirler. Onun hakkında kuşkuya düşmeden ve herhangi bir durumda bu vaadin gecikmesi yüzünden sarsılmadan, bu vaadin tüm şartlarını gerçek mahiyetiylé kavrarlar.
Bu ümmet ne zaman Allah'ın belirlediği hayat sistemine uymuşsa, bu sistemi hayatına egemen kılmışsa, her işte onun egemenliğini kabul etmişse, o zaman yeryüzüne egemen olmaya, dinin ve hayat sistemïnin sağlam temellere' oturmasına ve korkuların güvene dönüşmesine ilişkin Allah'ın vaadi gerçekleşmişti: Ne zaman da bu sistemden ayrılmış, mutlaka kafilenin gerisine düşmüştür, aşağılanmıştır. Dinin insanlık üzerinde kurduğu egemenliğine son verilmiş, hayattan uzaklaştırılmıştır. Her yönden korkulu bir hayata mahkûm olmuş, düşmanlara yem olmuştur.
Dikkat edin, Allah'ın vaadi her zaman geçerlidir ve Allah'ın koyduğu şart bellidir. Şu halde, vaadin gerçekleşmesini isteyen Allah'ın koştuğu şartı yerine getirsin. Allah'dan daha iyi sözünde kim durabilir:

AİLE İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

İslâm eksiksiz bir hayat sistemidir, insan hayatının tüm evrelerini, tüm aşamalarını, tüm ilişkilerini ve bağlantılarını, tüm hareket ve durgunluklarını düzenler. Bu yüzden genel ve büyük yükümlülüklerin açıklanmasını üstlendiği gibi, küçük günlük davranış kurallarının açıklanmasını da üstlenir. Bunlar arasında bir uyum oluşturur ve son aşamada hepsini yüce Allah'a yöneltir.
Bu sure, sözünü ettiğimiz uyuma bir örnek oluşturmaktadır. Evlere girmek için izin istenmesi kuralının yanında bazı cezai yaptırımları da içerir. Öte yandan varlık aleminde çıkılan büyük bir gezintiye yer verir. Sonra surenin akışı dönüp Allah ve Peygamberinin hükmüne başvurma konusunda müslümanların takındıkları güzel ve örnek tavırla, münafıkların takındıkları kötü tavırdan söz eder. Bir yandan da yüce Allah'ın yeryüzüne egemen kılmaya, korkularını güvene dönüştürmeye ve egemenliklerini pekiştirmeye ilişkin mü'minlere yönelik gerçek vaadine değinir. İşte bu derste de Peygamber efendimizin -salât ve selâm üzerine olsun- meclisinde izin isteyerek konuşmaya başlamanın yanında ev içinde odalara girmek için izin isteme kuralına dönülüyor. Peygamber éfendimize hitap ederken veya kendisini çağırırken takınılması zorunlu olan edep tavrının yanında akraba ve arkadaşlar arasındaki ziyaret ve yemek adabını düzenliyor. Bütün bunlar büyük-küçük,. hayatın her alanında Kuran tarafından eğitilen müslüman cemaatin uyguladığı ve ilişkilerini ona göre düzenlediği davranışlardır.
Alıntı ile Cevapla