Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 12:03   Mesaj No:6

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Hac Suresi Tefsiri

İnsanların sabah-akşam, yaz-kış gördükleri bir tabiat fenomenidir bu. Gün batımında gece gündüzün içine girer, onu kaplar. Gün doğarken de gündüze giren gece kışla birlikte bir uzun olur. Geceye giren gündüz de yazın başlaması ile eskisinden daha uzun olur. İnsanlar bu harika tabiat olayı; gecenin gündüze girişini ve gündüzün geceye girişini her zaman görüyorlar. Ama sık sık görmekten ve artık alışmış olmaktan dolayı bunun arka planındaki yasanın titizliğini ve değişmezliğini unutuyorlar. Bu yasanın bir kez şaşırdığı ya da duraksadığı görülmüş değildir. Bu da şu koskoca evreni bu yasalar doğrultusunda yöneten ve her yaptığı yerinde olan ilahi güce tanıklık etmektedir.
İşte surenin akışı, insanların farkına varmadan geçip gittikleri, ama her gün tekrarlanan bu evrensel olaya dikkatleri çekiyor. Amaç, insanların basiretlerini açmak, bir yandan gündüzü dürerken, bir yandan gece perdesini indiren ilahi kudret elini bilinç planında algılamalarını sağlamaktır. İlahi el bu evrensel mucizeyi şaşırtıcı bir dikkat içinde şaşmadan değişmez bir süreklilik içinde gerçekleştirmektedir. Aynı şekilde, haksızlığa uğrayan ve kendisine yönelik saldırıyı bertaraf edenlere yönelik Allah'ın yardımı da, gecenin gündüze girdirilmesi ve gündüzün geceye girdirilmesi gibi her zaman için yürürlükte olan ve değiştirilmesi sözkonusu olmayan bir yasadır. Böylece yüce Allah zorbaların egemenliğini yokedip yerine adaletli olanların egemenliğini yerleştirir. Bu da diğeri gibi insanların farkında olmadıkları evrensel bir yasadır. Nitekim insanlar evrenin safhalarına serpiştirilmiş ilahi gücün kanıtlarının da farkına varmadan geçip gitmektedirler.
Bu da, yüce Allah'ın gerçeğin kendisi oluşu ile bağlantılıdır. Çünkü bu evrenin düzenine "gerçek" egemendir. Allah'dan başka her şey boştur, şaşırır, değişir ve süreklilik veya kalıcılık göstermez.
62- Bu böyledir. Allah gerçektir ve onların Allah dışındaki imdada çağırdıkları düzmece ilahlar asılsızdır. Allah yüce ve uludur.

Bu da, gerçeğin ve adaletin üstünlük sağlaması, zafer kazanması buna karşın batılın ve saldırganlığın hezimete uğraması için yeterli bir nedendir, yeterli bir garantidir. Bu, aynı zamanda evrensel yasaların sürekliliğinin ve kalıcılığının, değişmezliğinin ve şaşmazlığının garantisidir. İşte gerçeğin zafere ulaşıp zulüm ve despotluğun yenilgisi de bu tür yasalardan biridir.
Yüce Allah, tağutlardan daha yücedir, zorbalardan daha büyüktür.
"Allah yüce ve uludur."
Bu yüzden azgınlığın, zorbalığın üstünlük taslamasına, zulmün devam etmesine fırsat tanımaz.

EVRENİN HARİKA İSLEYİŞİ


63- Allah'ın gökten su indirdiğini ve bu sayede yeryüzünün yemyeşil olduğunu görmüyor musun? Hiç kuşkusuz Allah lâtiftir ve her şeyden haberdardır.

Gökten suyun inmesi, ardından bir gecede yerin yemyeşil görünmesi, sürekli yaşanan, pratikte görülen bir olaydır. Fakat alışkanlık bu olayın büyüklüğünü gölgelemektedir. İnsanın algılama yeteneği açılınca, duyguları uyanınca yeryüzünde gerçekleşen bu sahne insanın gönlünde değişik duygular uyandırır. İnsan kalbi, bazan kara toprağın bağrından henüz çıkmış, küçücük bir bitki fidanına baktığı zaman onun yeşilliğini ve tazeliğini bu çekici ve göz alıcı varlığa büyük bir aldırmazlıkla gülümseyen ve neşesinden nerdeyse nur fışkıracak olan küçük çocuklara benzediğini hisseder.
Bu olayı bu şekilde algılayan birisi şu değerlendirme cümlesinde ne demek istendiğini de kavrayabilir.
"Hiç kuşkusuz Allah latiftir ve her şeyden haberdardır."
Bu ifadedeki latifliği, derinliği, bu duyarlığın çeşitli boyutlarını, bu sahnenin gerçekliğini ve tabiatını kavrayabilir. Gerçekten de bu sessiz ve yumuşak yeşerme; şu küçücük bitkinin toprağın bağrından sessizce ve yumuşakça yeşermesi, ilahi lütfun somut göstergesidir. Çünkü bu bitkicik son derece zayıf, cılız ve güçsüzdür. Onu havaya doğru çeken, yerin cazibesinden, toprağın ağırlığından kurtarıp şefkatle yukarıya doğru yükselten ilahi kudrettir. Suyun belli bir ölçü içinde, uygun bir zamanda''ve ihtiyaç duyulduğu kadar inmesi olayındaki planlama ilahi bilginin eseridir. Suyun toprak tarafından emilmesi, canlı bitki hücrelerinin suyu emip, ışığa, havaya doğru yükselmeleri de ilahi bilginin kontrolünde gerçeklëşmektedir.
Su Allah'ın göğünden O'nun yerine inmektedir. Bu sayede orada hayat başlar, yiyecekler ve zenginlik kaynakları bollaşır. Gökte ve yerde bulunan her şeyin sahibi yüce Allah'tır. Ama O gökte ve yerde bulunan hiçbir şeye muhtaç değildir. Yine Allah, canlıları ve bitkileri su ile rızıklandırır. Fakat O ne suya ne de rızıklandırdıklarına muhtaçtır!

64- Göklerde ve yerde bulunan tüm varlıklar O'nundur. Hiç kuşkusuz Allah zengindir ve övgüye layıktır. .

Yüce Allah gökte ve yerde bulunan hiç kimseye veya hiçbir şeye muhtaç değildir. O her şeyden mustağnidir. Nimetlerine karşılık O'dur övülen... Verdiği rızıklara karşı O'na şükredilir. Ve O herkesin övgüsünü haketmiştir.



İNSANA BAHŞEDİLEN NİMETLER


65- Görmüyor musun ki, Allah yeryüzündeki tüm varlıkları ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri yararınıza sundu. O yeryüzüne düşmesin diye göğü askıda tutuyor. O ancak O'nun izni ile yere düşer. Hiç şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.

Şu yeryüzünde nice enerji kaynakları, nice zengin maden yatak[arı vardır ki, yüce Allah bunları insanların emrine vermiştir. Buna rağmen insan yüce Allah'ın kudret elinden ve gece-gündüz değiştirdiği nimetlerinden habersizdir.
Gerçekten yüce Allah yeryüzünde bulunan her şeyi insanın emrine ve yararına sunmuştur. Evreni yönlendiren yasalar sistemini insanın yaratılışına ve gücüne uygun niteliklerine sahip kılmıştır. Şayet insanın fıtratı ve bedensel yapısı şu yeryüzüne egemen olan yasalara uygun olmasaydı, şu yeryüzünden ve içindeki nimetlerden yararlanması bir yana, yaşaması mümkün olmayacaktı. Eğer insanın organik yapısı dünya atmosferinin basınç derecesine dayanacak durumda olmasaydı, dünyanın havasını solumaya, yiyeceklerini yemeye, suyunu içmeye uygun olmasaydı, bir saniye bile yaşayamazdı. Eğer insanın yoğunluğu veya yerin yoğunluğu, üzerinde bulunanlardan farklı olsaydı, insan yeryüzünde iki ayağı üzerinde dengede duramazdı. Ya havada uçacaktı, ya da toprağa gömülecekti. Eğer yeryüzünde hava olmasaydı, ya da hava bugünkünden daha yoğun veya daha hafif olsaydı, şu insan denen yaratık boğulacaktı, én azından hayatın temel maddesi olan havayı teneffüs etmekte güçlük çekecekti. Buna göre içindeki her şeyle birlikte tüm yeryüzünün insanların emrine girmesini, insanın dünya ve içindekilerden yararlanmasını kolaylaştıran, yeryüzüne egemen olan yasalar ile insan türünün fıtratı arasındaki uyumdur. Kuşkusuz bu da Allah'ın işidir.
Yüce Allah insana yeryüzünde bulunan zenginlik kaynaklarını bulup kullanmasına yarayacak güç ve yetenekler vermiştir. Bunun yanında yeryüzüne de gizli, açık, yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarını yerleştirmiştir. İnsanoğlu bu kaynakları birer birer ortaya çıkarıp kullanmaktadır. Yeni hazineler fışkırmaktadır. Zenginlik kaynaklarının biteceğinden korktuğu anda yeni bir kaynak çıkıyor karşısına. Bakın işte günümüzde daha petrol ve benzini maden kaynakları tükenmeden, atom enerjisi, hidrojen enerjisi ortaya çıktı. Gerçi insanlık daha ateşle oynayan bir çocuk gibi bunlar aracılığı ile hem kendini hem de başkalarını yakabilmektedir. Ama yüce Allah'ın hayat için belirlediği sistemi bulduğu gün, yeryüzünün enerji ve zenginlik kaynaklarını yeryüzünün kalkınmasına, onarımına yöneltecektir ve yüce Allah'ın dilediği gibi yeryüzünde Allah'ın halifeliği görevini yürütecektir!
"Emri uyarınca denizde yüzen gemileri yaramıza sundu."
Gemilerin denizde yüzmesini sağlayan evrensel yasaları O yaratmıştır. Bu evrensel yasaları nasıl belirleyeceğini, nasıl emrine alacağını, nasıl yararlanacağını insana O öğretmiştir. Şayet denizin ya da geminin özelliği, şimdikinden farklı olsaydı, yahut insanın kavrama yetenekleri şimdiki gibi olmasaydı, bugün olanlardan hiçbiri olmayacaktı.
"O yeryüzüne düşmesin diye göğü askıda tutuyor."
Şu evreni kendisi için seçtiği düzene uygun olarak yaratan O'dur, bu yasalar sistemini evrene egemen kılan da O'dur. Yıldızlar ve gezegenler bu yasalar uyarınca dizilmektedirler. Düşmekten ve çarpışmaktan korunmaktadırlar.
Evren düzeninin üzerine yapılan tüm astronomik yorumlar, bu düzenin yaratıcısının meydana getirdiği sistemi düzenleyen yasaları yorumlamaktan öteye geçmiyor... Gerçi bazıları bu açık gerçeği gözardı ediyor ve evrensel düzeni yorumladığı zaman kudret elini bu evrenden uzaklaştıracağını, izlerini silebileceğini sanıyor. Bu ilginç bir kuruntudur, düşünce planında içine düşülen tuhaf bir sapıklıktır. Astronomik teoriler, evrenin görünen kısmını yorumlamaya ilişkin olarak ortaya atılan varsayımlardır, bunlar doğru da olabilirler yanlış da. Bugün kanıtlanır, yarın yeni bir varsayımla çürütülebilirler. Bu yüzden doğru da olsa bir kanun üzerine yapılan yorum kanun koyucunun varlığını yok saymaya neden oluşturmaz. Bu kanunun işleyişinde onun etkinliğini görmezlikten gelmeyi gerektirmez.
Yüce Allah, kendi eseri olan kanunun işleyişi sonucu "düşmesin diye göğü askıda tutuyor."
Ama "izin verdiği gün gök düşer."
Bu da bir hikmet uyarınca hareket eden yasanın yeni bir hikmet uyarınca işlevini görmekten geri kaldığı gün meydana gelir.

HAYATIN TEMEL KURALI

Burada surenin akışı, evrenden iç aleme geçmekle ilahi gücün kanıtlarını ve yasal sisteminin özenliliğini sunmaya son veriyor. İnsanın dünyasında hayat ve ölüme hükmeden yasaları sunuyor:



66- Sizi yaratan, sonra öldüren ve sonra tekrar diriltecek olan O'dur. Hiç kuşkusuz insan pek nankördür.

Hayatın ilk defa ortaya çıkması bir mucizedir. Bu mucize sabahtan akşama kadar her hayatın varlığında yinelenip durmaktadır. Bu mucizenin sırrı da latif ve hep gizli bir sırdır. İnsan aklı bu sırrı, derinliğine tasavvur etmeye çalışırken hep şaşkına dönmüştür. Bilinmezliği karşısında apışıp kalmıştır. Ama sürekli düşünmeye ve irdelemeye müsait bitmez tükenmez bir alandır bu.
Ölüm de insan aklının derinliğine tasavvur edemediği bir başka sırdır. Çok kısa bir zamanda, aniden olup bitmektedir. Ölümün mahiyeti ile hayatın mahiyeti arasındaki mesafe büyük ve alabildiğine geniş bir mesafedir. Burası da düşünme, irdeleme için uygun ve uçsuz bucaksız bir alandır.
Ölümden sonraki hayat... O da bilinmez gaybın kapsamındadır. Ama hayatın ilk kez ortaya çıkması, onun için de kanıt oluşturmaktadır. Burası da düşünmek ve ibret almak için alabildiğine geniş bir alandır...
Ama ne yazık ki, şu insan denen yaratık bu kanıtlar ve sırlar üzerinde düşünmüyor, gereken sonuçları çıkarmıyor:
"Hiç kuşkusuz insan pek nankördür."
Yüce Allah, haksızlığa uğrayan ve kendisine yönelik saldırıyı bertaraf eden mazlumlara yönelik yardımının vurgulandığı, onlara yönelik zafer vadinin pekiştirildiği bir sahnede bunca kanıtı sunuyor, kalpleri onlara yöneltiyor. Bunu da Kur'an-ı Kerim'in evrensel sahneleri kalpleri harekete geçirmek için kullanmaya, yaratılıştaki hak. ve adalet yasalarını, evren ve varlık yasalarına bağlamaya ilişin yöntemi doğrultusunda gerçekleştiriyor.

MÜŞRİKLERE KARŞI TAKINILACAK TAVIR

Ayetlerin akışı, olağanüstü evrenin görkemli sahnelerinde yeralan ilahi kudretin kanıtlarını sunmada bu kesin ve sonuca bağlayıcı noktaya varınca, hitabı Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- yöneltiyor, müşriklere ve tartışmalarına aldırış etmeden kendi yolunu izlemesini istiyor. Yüce Allah'ın kendisi için seçtiği tebliğ etmesi ve bizzat kendisinin de uyması zorunluluğunu getirdiği hayat sistemini tartışma konusu yapmalarına, dillerine dolamalarına fırsat vermemesini istiyor.



67- Biz her ümmet için uygulayacakları ayrı ibadet biçimleri belirledik. O halde müşrikler bu konuda seninle kesinlikle tartışmamalıdırlar. Sen insanları Rabb'ine çağır. Hiç kuşkusuz sen doğru yoldasın.


68- Eğer onlar seninle tartışmaya girerlerse de ki; "Allah, yaptıklarınızı çok iyi bilir. "


69- "Allah, kıyamet günü görüş ayrılığına düştüğünüz konulara ilişkin hükmünü verecektir. "


70- Allah'ın gökte ve yerde bulunan her şeyi bildiğini bilmiyor musun? Bunların hepsi (O'nun katındaki) bir kitapta kayıtlıdır. Bu, Allah için kolay bir iştir.

Her toplumun kendine özgü bir hayat tarzı, düşünce ve yaşam biçimi, inanç sistemi ve yöntemi vardır. Bu sistem de yüce Allah'ın etki ve tepkileri doğrultusunda karakterleri ve kalpleri yönlendirmede uyguladığı yasalara boyun eğmektedir. Bu yasalar değişmez, her zaman yürürlükte olan, son derece titiz ve ince ayarlanmış yasalardır. Hidayete erdirici belgelere, evrene ve insanın iç dünyasına yerleştirilen kanıtlara kalbini açan bir ümmet, bir toplum, Allah'ı bilmeye ve O'nun buyruklarına uymaya zorlayan evrensel yasaları algılamak suretiyle Allah'ı bulmuştur. Ama kalbini bu belgelere ve kanıtlara kapalı tutan bir ümmet sapık bir ümmettir, doğru yola ve doğru yola erdirici belgelere karşı çıktığı oranda sapıklığı artan bir ümmettir.
Böylece yüce Allah her ümmete, yerine getirilecek bir ibadet biçimi, uyulacak bir hayat sistemi belirlemiştir. Şu halde Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- müşriklerin demogojileri ile uğraşmasına bir neden yoktur. Çünkü onlar kendi istekleri ile doğru yola götürücü yol işaretlerini görmezlikten gelip sapıklığa ileten yol işaretlerine uyuyorlar. Bu yüzden yüce Allah, Peygamberine -salât selâm üzerine olsun- müşriklerin kendi işini dillerine dolamalarına, hayat sistemi hakkında kendisi ile tartışmalarına fırsat vermemesini emrediyor. Aynı zamanda müşriklerin sataşmalarına, kendi hayat sistemini tartışma konusu yapmalarına aldırış etmeden kendisi için belirlenen hareket metodunu izlemesini emrediyor. Çünkü doğru hayat sistemi kendisinin uyduğu hayat sistemidir.
"Sen insanları Rabb'ine çağır. Hiç kuşkusuz sen doğru yoldasın."
Şu halde Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- kendi hayat sistemine, kendi hareket yöntemine dosdoğru uymaya baksın. Kendi hayat sistemine dosdoğru uyması, doğru yolda olduğunun belirtisidir. Eğer insanlar kendisiyle tartışmak istiyorlarsa sözü kısa tutmalıdır. Zaman ve emek kaybetmeye gerek yoktur çünkü.
"Eğer onlar seninle tartışmaya girerlerse de ki; `Allah, yaptıklarınızı çok iyi bilir."
Gerçeği öğrenmek isteyen, kanıtlar elde ederek gerçeği araştıran, dolayısıyla doğru yolu bulmaya yatkın kalplerle yapılan tartışma yerinde bir davranıştır. İç ve dış alemlerde yer alan ve bir çoğu gözlerin ve kalplerin yararına sunulan bunca belgeye ve bunca kanıta rağmen büyüklük taslayan, sapıklıkta ısrar eden gönüllerle tartışmaya girmek doğru değildir. Onların durumunu Allah'a bırakmak gerekir. Yüce Allah ibadet biçimleri ve hayat sistemleri ile bunların izleyicileri arasındaki sorunu kesin olarak çözümleyecektir.
"Allah, kıyamet günü görüş ayrılığına düştüğünüz konulara ilişkin hükmünü verecektir."
Bu hükümü, hiç kimse tartışma konusu yapamaz. Çünkü o gün tartışmaya yer yoktur. İnsanların görüş ve inanç ayrılıklarını kökten çözümleyen bu son hükme karşı çıkmak mümkün değildir.
Yüce Allah eksiksiz bir bilgiye dayanarak hükmeder. Hiçbir sebebi, hiçbir kanıtı gözardı etmez. Davranış ve bilinç planında meydana gelen hiçbir hareket O'na gizli kalamaz. Gökte ve yerde olan her şeyi bilen O'dur. Herkesin hareketlerini ve niyetlerini bilgisiyle kuşatmıştır:
"Allah'ın gökte ve yerde bulunan her şeyi bildiğini bilmiyor musun? Bunların hepsi (O'nun katındaki) bir kitapta kayıtlıdır. Bu, Allah için kolay bir iştir."
Gökte ve yerde olan hiçbir şey yüce Allah'ın eksiksiz bilgisine gizli değildir. O'nun bilgisi, unutturan ve silen etkenlerden etkilenmez. Bu, her şeye ait bilgileri kapsayan, içeren bir kitaptır.
İnsan aklı, gökte ve yerde bulunan bazı şeyleri düşünmekle -yalnızca düşünmekte- gözlemlenebilen alemde ve vicdan aleminde yeralan bunca nesneyi ve şahısları, davranış ve niyetleri, düşünce ve hareketleri kuşatan Allah'ın ilmini tasavvur etmekte bile yetersiz kalır, acze düşer. Ama bütün bunlar, Allah'ın gücü ve ilmi karşısında gayet basit şeylerdir:
"Bu, Allah için kolay bir iştir."
Yüce Allah Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- müşriklerin kendi dosdoğru hayat sistemini tartışma konusu yapmalarına fırsat vermemesini emrettikten sonra, müşriklerin hayat sistemlerindeki yamukluğu, zayıflığı, bilgisizliği ve hakka zulüm etme savına dayanmışlıyı ortaya koyuyor. Bu yüzden onların Allah'ın yardımından ve desteğinden yoksun olduklarını, dolayısıyla zaferden yoksun kalacaklarını vurguluyor.


71- Müşrikler, Allah'ı bir yana bırakarak haklarında hiçbir destekleyici delil indirilmemiş ve mahiyetlerine ilişkin hiçbir şey bilmedikleri sözde ilahlara tapıyorlar. Zalimler hiçbir destekçi bulamazlar.

Gücünü Allah'dan almadıktan sonra hiçbir rejimin, hiçbir kanunun gücü yaptırımı olmaz. Yüce Allah bir şeye kendi katından güç, kuvvet vermemişse o iş zayıftır, basittir. Gücün temel unsurlarından yoksundur.
Şu müşrikler de putlardan, heykellerden ya da insan veya şeytanlardan birtakım düzmece tanrılara kulluk ediyorlar. Halbuki bu düzmece tanrılara yüce Allah kendi katından hiçbir güç vermemiştir. Bu yüzden güçten yoksundurlar. Üstelik müşrikler bu düzmece tanrılara, kendilerini ikna eden bir bilgi ve kanıt sebebiyle de kulluk etmiyorlar. Sadece kuruntulara ve hurafelere uyuyorlar. Sığınabilecekleri bir yardımcıları da yoktur. Her şeyden üstün ve her şeye gücü yeten Allah'ın yardımından yoksundurlar.
Şaşırtıcı olan Allah'ı bir yana bırakıp kendilerine hiçbir güç, hiçbir yetki indirilmeyen varlıklara kulluk etmeleri ve bu konuda hiçbir bilgiye de sahip olmamalarına rağmen, hak çağrısına kulak vermemeleri, yapılan çağrıyı kabul etmek amacı ile düşünmemeleridir. Üstelik günahlarından dolayı gurura kapılmaları ve nerdeyse kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan kimsenin üzerine atılıp parçalayacak gibi olmalarıdır.

72- Kâfirlere açık anlamlı ayetlerimiz okunduğunda içlerinde kabaran öfkeyi ve nefreti yüzlerinden okuyabilirsin. Neredeyse ayetlerimizi okuyanların üzerlerine çullanacak gibi olurlar. Onlara de ki; "Size bu öfkenizden daha kötüsünü haber vereyim mi?: Cehennem ateşi! Allah onu kâfirler için hazırladığını bildirmiştir. Ne kötü bir akıbettir o!"

Onlar kanıta kanıtla karşılık vermiyorlar, delili delille çürütmüyorlar. Kanıt karşısında çaresiz kalınca, delile yenik düşünce kaba kuvvete, saldırganlığa başvuruyorlar. Bu, tağutların değişmez özelliğidir. Ruhlarında bir inatçılık vardır. Saldırgan bir karaktere sahip olurlar. Gerçek söze kulak vermezler, Çünkü onlar bu sözü kaba kuvvetle savunmaktan başka ellerinden bir şeyin gelmediğini çok iyi bilirler.
Bu yüzden Kur'an-ı Kerim onlara tehditle, azapla karşılık veriyor:
"De ki; `Size bu öfkenizden daha kötüsünü haber vereyim mi?"
Bu inkarcı tavrınızdan, bu saldırgan karakterinizden, daha kötüsünü haber vereyim mi?
"Cehennem ateşi."
Bu, saldırganlığa ve inkarcılığa son derece uygun bir cevaptır.
Sonra yüce ufuklardan tüm insanlara yönelik, genel ve kulakları çınlatan bir duyuru yer alıyor. Düzmece tanrıların, insanların Allah'ı bir yana bırakıp ibàdet ettikleri tüm sahte tanrıların ne kadar zayıf oldukları duyuruluyor. Bunlar arasında şu zalimlerin yardım istedikleri, şu despotların dayandıkları düzmece tanrılar da yeralıyor. Bu düzmece tanrıların zayıflıkları gözlerin gördüğü, kulakların duyduğu, somut bir örnekle duyuruluyor. Son derece canlı, hareketli gözlerin vé kalplerin rahatlıkla algıladıkları bir sahnede tasvir ediliyor.. Bu sahne, o düzmece tanrıların zayıflıklarını oldukça aşağılayıcı bir tarzda canlandırıyor. Bu haliyle sahne göz kamaştırıcı bir örnek niteliğinde beliriyor.



73- Ey insanlar, size bir örnek verildi, şimdi onu dinleyiniz: Allah'ı bir yana bırakarak yalvardığınız sözde ilahlar var ya, onların hepsi biraraya gelseler bir sinek bile yaratamazlar. Buna karşılık eğer sinek onların vücudundan son derece küçük bir parça kapıp götürse onu, onun ağzından geri alamazlar. Demek ki kovalayan da aciz, kovalanan da!

Bu, evrensel bir çağrıdır. Gür sadalı bir duyurudur bu.
"Ey insanlar."
İnsanlar bu çağrıya koşup taşlandıkları zaman genel bir örnekle karşı karşıya oldukları duyuruluyor. Bu, özel bir durum ya da beklenmedik bir münasebet değildir.
"Size bir örnek verildi, şimdi onu dinleyiniz."
Bu örnek bir yasa koyuyor, bir gerçeği vurguluyor.
"Allah'ı bir yana bırakarak yalvardığınız sözde ilahlar var ya, onların hepsi biraraya gelseler bir sinek bile yaratamazlar."
Allah'ı bir yana bırakıp da putlardan ve heykellerden, şahıs ve değerlerden ya da rejimlerden yalvarıp yakardığınız, Allah yerine yardım istediğiniz düzmece tanrıların tümü "Biraraya gelseler bir sinek bile yaratamazlar."
Sinek küçücük zayıf bir yaratıktır: Ama bu düzmece tanrılar, biraraya gelseler birbirleriyle yardımlaşsalar bile bir sinek yaratamazılar.
Bir sineği yaratmak, bir fiil, bir deve yaratmak gibi imkânsızdır. Çünkü sinek de o esrarengiz sırrı, hayat sırrını içermektedir. Bu bakımdan sineğin yaratılışının imkânsızlığı devenin ya da filin yaratılışının imkânsızlığı ile eşittir. Kur'anın olağanüstü ifade tarzı örnek olarak küçücük, zayıf sineği seçiyor. Çünkü bir sineği yaratamamanın verdiği eziklik, bir deveyi ya da fiili yaratamamanın verdiği eziklikten daha derin ve insan üzerinde daha büyük etki bırakır. Ama bu gerçek ayette doğrudan ifade edilmiyor. İşte bu da Kur'anın olağanüstü ifade tarzının göz kamaştırıcı örneklerinden biridir.
Ardından bu aşağılayıcı zayıflığı belirginleştirmek için daha geniş bir adım atılıyor.
"Buna karşılık eğer sinek onların vücudundan son derece küçük bir parça kapıp götürse onu onun ağzından geri alamazlar."
İster put olsun, ister heykel olsun, ister şahıs olsun, bu düzmece tanrılar sineğin kendilerinden kapıp götürdüğü bir şeyi geri alamazlar. Nice güçlü insanlar vardır ki, kendisini ısırıp kaçan sineğe engel olamazlar. Burada sinek özellikle seçilmiştir, çünkü küçücük ve zayıftır. Sinek aynı zamanda en tehlikeli hastalıkların mikrobunu taşıyan, insanın en değerli organlarını alıp götüren bir varlıktır. İnsanın gözlerini, organlarını, hayatı ve ruhları alıp götürür. Sinek, verem, tifo, dizanteri ve ophtalmi denen göz hastalığı mikrobunun taşıyıcısıdır. Bu zayıflığına ve küçüklüğüne rağmen insandan bir daha geri getirilmesi mümkün olmayan şeyleri alıp götürür.
Bu da Kur'anın olağanüstü ifade yönteminin kullandığı bir diğer gerçektir. Şayet "Bir yırtıcı hayvan onlardan bir şey kapıp götürseydi bunu geri alamazlardı" denseydi, bu ifade zayıflıktan çok güçlülüğü vurgulayacaktı. Sonra yırtıcı hayvan sineğin insandan alıp götürdüğü şeyden daha büyük şeyler kapıp götürmez. Ama gerçekten Kur'anın ifade tarzı olağanüstüdür.
Bu tasvirli ve canlı örnek şu değerlendirme ile bitiyor.
"Demek ki kovalayan da aciz, kovalanan da."
Bu değerlendirme cümlesi verilen örneğin etkisini, gönüllere ve bilinçlere verdiği mesajı pekiştirmek amacı ile yeralıyor.
Hem de en uygun şartlarda... Bilinçlerde düzmece tanrıların zayıflığı, onur kırıcı basitliği canlanmışken Allah, son derece kötü değerlendirmelerine yönelik kınayıcı bir üslupla, yüce Allah'ın dilediğini yapan gerçek gücü sunuluyor ve O'nun gerçek ilah olduğu vurgulanıyor.

74- Onlar Allah'ın ululuğunu gerektiği gibi kavrayamamışlardır. Hiç kuşkusuz Allah güçlüdür ve üstün iradelidir.

Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Çünkü onlar, biraraya gelseler bile bir sinek yaratamayacak olan güçsüz, zavallı düzmece tanrıları O'na ortak koşuyorlar. Bu düzmece tanrıların sinek yaratmaları bir yana, sinek kendilerinden bir şey kapıp götürse onu bile geri alamazlar.
Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Onlar yüce Allah'ı gücünün eserlerini, yarattıklarının sahip oldukları gözalıcı güzellikleri gördükleri halde, basit bir sineği bile yaratamayan kimseleri O'na ortak koşuyorlar.
Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Çünkü her şeyden üstün ve her şeye gücü yeten Allah'ı bırakıp, sineğin kendilerinden kapıp götürdüğü bir şeyi, geri almaktan aciz, çaresiz düzmece tanrılardan yardım istiyorlar.
Hiç kuşkusuz bu ifade, titreyip boyun eğmeye uygun bir ortamda bir gerçeği vurgulayan ve yerleştiren bir ifadedir.
Burada yüce Allah'ın güçlü ve üstün olduğundan söz ediliyor ve O'nun peygamberlerine gönderdiği elçileri melekler arasından, insanlara gönderdiği elçileri de insanlar arasından seçtiği ve bu seçimin bir bilgiden, bir kudretten kaynaklandığı dile getiriliyor.

75- Allah, meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitir, her şeyi görür.


76- O, onların önlerindekileri (geleceklerini) de bilir, arkada bıraktıklarını (geçmişlerini) de. Olup biten her şeyin son mercii O'dur.

Meleklerin ve peygamberlerin seçimi her şeye gücü yeten, her şeyden üstün cenabı Allah'dan kaynaklanmaktadır. Her şeye gücü yeten ve her şeyden üstün zat tarafından gönderilmiştir Hz. Muhammed. Kendisini seçen ve kendisini seçkin kılan her şeye gücü yeten ve her şeyden üstün olan zatın verdiği bir yetkiyle gelmiştir. Şu zayıf çaresiz, beceriksiz ve gülünç düzmece tanrılara güvenip dayananlar onun gibi olabilirler mi?..
"Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitir, her şeyi görür."
"O işitir, görür ve bilir.
"O, onların önlerindeki (geleceklerini) de bilir, arkada bıraktıklarını (geçmişlerini) de."
Bu, kapsamlı ve eksiksiz bir bilgidir. Görülen-görülmeyen, uzak-yakın, hiçbir şey bu bilginin dışında değildir.
"Olup-biten her şeyin son mercii O'dur."
Son hüküm O'nun elindedir. Egemenlik ve planlama O'nun tekelindedir.
Müşriklerin dini sembollerindeki temelsizliğin ve zayıflığın, ibadetlerdeki eksiklik ve bilgisizliğin ortaya çıktığı bu noktada, hitap müslüman ümmete yöneltiliyor ve davasının yükümlülüklerini yerine getirmesi, köklü ve sağlam hayat sistemine sağa sola sapmadan uyması isteniyor.



77- Ey insanlar, ruküa varınız, secde ediniz, Rabb'inize kulluk ediniz ve iyi işler yapınız ki, kurtuluşa ve mutlu sona eresiniz.


78- Allah'ın rızası uğrunda gerektiği gibi cihad ediniz. O sizi bu görevi yapmak üzere seçti. Din konusunda size hiçbir zorluk yüklemedi. Atanız İbrahim'in dinidir bu. Allah sizi gerek daha önceki kutsal kitaplarda gerekse elinizdeki Kur'anda "müslüman" olarak adlandırdı. Amaç, Peygamberin size tanık ve canlı örnek olması, sizin de diğer insanlara tanık ve canlı örnek olmanızdır. Öyleyse namazı kılınız, zekâtı veriniz ve Allah'a sımsıkı bağlanınız. Sizin efendiniz, koruyucunuz O'dur. O ne güzel efendi ve ne güzel destekleyicidir!

Bu iki ayette yüce Allah'ın bu ümmet için belirlediği hayat sisteminin temel unsurları biraraya getiriliyor. Bu ümmetin yerine getirmesi zorunlu olan yükümlülükleri özetleniyor, kendisi için öngörülen mevki belirleniyor ve yüce Allah'ın dilediği sisteme uyduğu sürece geçmiş, şimdiki zaman ve geleceğe doğru uzanmış kökleri sağlamlaştırılıyor.
Önce, mü'minlerin ruku ve secde etmelerine ilişkin emirle başlıyor ayetler. Bunlar namazda yeralan temel ve belirgin hareketlerdir. Namazı belirgin bir tabloya dönüştürmek için onun yerine ruku ve secde dile getiriliyor. Böylece namaz ifade içinde açık bir harekete dönüşüyor. Hareketli bir sahne, gözle görülen bir ibadet biçimi olarak çiziliyor. Çünkü bu tür bir ifade tarzı daha etkin ve duyguları harekete geçirme bakımından daha güçlüdür.
Ardından ibâdet etmeye ilişkin genel bir emir yeralıyor. Bu ise, namazdan daha kapsamlıdır. Çünkü Allah'a ibadet etmek, bütün farzları kapsar, bunun yanında kişinin Allah'a yöneldiği her davranışı, her hareketi, her iç yönelişi içine alır. Kalp Allah'a yöneldiği zaman insanın her hareketi hayatta ibadete dönüşebilir. Hatta insanın hayatın nimetlerinden aldığı lezzetler bile en ufak bir ilgi ile insanın iyilik hanesine yazılan ibadetlere dönüşür. Bu nimetleri veren Allah'ı anmaktan ve bu hareketle O'na itaat etmeye, o'na kulluk etmeye niyet etmekten başka bir şey yapması gerekmiyor. Bunu yapmakla her şey ibadete, sevap hanesine yazılan iyiliğe dönüşür. Aslında işin özünde bir değişiklik olmuş değildir. Değişen amaç ve niyettir.
Son olarak namaz ve ibadet şeklinde somutlaşan kul ile Allah arasındaki ilişkilere değinmenin ardından insanlar arası ilişkilerde iyiliğin gözetilmesine ilişkin genel kurallar yeralıyor.
Belki kurtulurlar diye müslüman ümmete bu ilkeyi yerine getirmeleri emredilmektedir. Evet bunlar insanın kurtuluşunu sağlayan nedenlerdir. İbadet insanı Allah'a bağlar, böylece hayatı sağlam bir temele, sonuca götürücü bir yola dayanmış olur. İyilik yapmak da hayatın dengeli bir şekilde yürümesine, imân temeline ve niyetin temizliğine dayalı bir toplumsallığa, hayatın biçimlenmesine kaynaklık eder.
Müslüman ümmet, Allah'a bağlılığı ve hayatının dengeliliği bakımından bu düzeye ulaşınca, hem vicdanı, hem de hayatı doğru bir yön izler, dengeli bir nitelik kazanır.
"Allah rızası uğrunda gerektiği gibi cihad ediniz."
Bu, ince genel ve kapsamlı bir ifadedir. Son derece önemli bir yükümlülüğü tasvir etmektedir. Bu yükümlülük, bunca meşakkati, bunca hazırlığı, bunca donanımı gerektirecek kadar önemlidir.
"Allah'ın rızası uğrunda gerektiği gibi cihad ediniz."
Allah yolunda cihad, genel bir yükümlülüktür. Düşmanla cihadı, nefisle cihadı, kötülük ve bozgunculukla cihadı, hepsini birden kapsar.
"Allah'ın rızası uğrunda gerektiği gibi cihad ediniz."
O bu önemli emaneti yüklenmeniz için sizi tercih etti. Kulları arasında bu görev için sizi seçti:
"O sizi bu görevi yapmak üzere seçti."
Bu seçim sorumluluğu daha da arttırmaktadır. Bu görevi boş vermeye, bu sorumluluktan kaçmaya imkân bırakmıyor. Hiç kuşkusuz bu, yüce Allah'ın bu ümmete bahşettiği bir lütuftur. Bu lütfa, şükrederek, görevlerini gereği gibi yerine getirerek karşılık vermeleri gerekir.
Bu yükümlülük Allah'ın rahmeti ile kuşatılmıştır.
"Din konusunda size hiçbir zorluk yüklemedi."
Bu dinin öngördüğü tüm yükümlülüklerde, yerine getirilmesini istediği tüm ibadetlerde, belirlediği tüm kanunlarda insanın fıtratı ve gücü gözönünde bulundurulmuştur. Bütün bunlar insanın fıtratına cevap verecek nitelikte olmaları, insanın enerjisini harekete geçirecek mahiyette olmaları, bu enerjiyi kalkınma ve yükselmeye yöneltecek özelliklere sahip olmaları, insanın enerjisini sıkıştırılmış buhar gibi hapsetmemeleri ya da ne yaptığını bilmez hayvanlar gibi başıboş salıvermemeleri gözönünde bulundurulmuştur.
Bu sistem insanlığın geçmişinin derinliğine kök salmış, sağlam bir sistemdir. Bu sistem geçmişle şimdiki zamanı birbirine bağlar.
"Atanız İbrahim'in dinidir bu."
Bu, tevhid kaynağıdır. Halkaları Hz. İbrahim'in -selâm üzerine olsun- döneminden bu yana birbirine bağlı olarak sürüp gelmektedir. Bu bağlılık hiçbir yerde kesilmez. Hz. İbrahim'den sonra gelen peygamberler arasındaki boşluklar gibi inancın işaretlerinin kaybolduğu boşluklar bu bağlılığın kopmasına neden olmaz.
Yüce Allah bu muvahhid (yani Allah'ın tek ilah olduğunu kabul eden) ümmeti müslüman diye adlandırmıştır. Bu ümmeti daha önce de böyle adlandırmıştır, Kur'anda da böyle adlandırmıştır.
"Allah sizi gerek daha önceki kutsal kitaplarda gerekse elinizdeki Kur'anda `müslüman' olarak adlandırdı."
İslâm, yüz ve kalbin tek ve ortaksız olan Allah'a teslim olması demektir. Müslüman ümmet, kuşaklar boyu, gelmiş geçmiş peygamberler ve gönderilen dinlerden bu yana hep bir sisteme uymuştur. Bu durum Hz. Muhammed'in salât ve selâm üzerine olsun- ümmetine, emanetin ona teslim edilmesine, insanlığın önderliğinin onun eline verilmesine kadar sürmüştür. Böylece yüce Allah'ın dilediği şekliyle bu ümmetin geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği birbirine bağlanmıştır.
"Amaç, Peygamberin size tanık ve canlı örnek olması, sizin de diğer insanlara tanık ve canlı örnek olmanızdır."
Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- bu ümmete şahitlik etmektedir, onun hareket metodunu ve yönelişini belirlemektedir, doğrusunu, yanlışını belirlemektedir. Bu ümmet de aynı şekilde diğer insanlara şahitlik etmektedir. Bu da, peygamberinden sonra insanlığı yönetmesi, şeriatının öngördüğü ölçülerle onlara önderlik etmesi, onları eğitmesi, evren ve hayat hakkındaki düşüncelerini şekillendirmesi anlamına gelir. Kuşkusuz bu da ancak, köklü, sağlam bağlarla geçmişe bağlı ve Allah tarafından seçilmiş sistemlerine güvenmeleri ile mümkün olur.
Kuşkusuz bu ümmet, bu ilahi sisteme sarıldığı ve pratik hayatında uyguladığı sürece insanlığa önderlik yapmıştır. Ama bu sistemden saptığı ve yükümlülüklerini yerine getirmediği zaman yüce Allah onu önderlik makamından, kafilenin sonunda kuyrukluk düzeyine indirmiştir ve halâ da öyledir. Yüce Allah'ın kendisi için seçtiği bu sorumluluğu yeniden yüklenmediği sürece de hep böyle kalacaktır.
Bu sorumluluk düşünce ve hareket yoğunluğunu, her türlü hazırlığı gerektiren bir sorumluluktur. Bu yüzden, Kur'an namaz kılmalarını, zekât vermelerini, Allah'a sarılmalarını emrediyor.
"Öyleyse namazı kılınız, zekâtı veriniz ve Allah'a sımsıkı bağlanınız. Sizin efendiniz, koruyucunuz O'dur. O ne güzel efendi ve ne güzel destekleyicidir!" Namaz, güçsüz ve fani kişinin güç ve azığın kaynağına bağlanmasıdır. Zekât da toplumu birbirine bağlamaktadır. Toplumun ihtiyaçlarını giderip bozgunculuğu önleyen bir işlevi yerine getirmektedir.
Allah'a sarılmak ise, kul ile Rabb arasındaki kopmak nedir bilmeyen sağlam bir kulptur.
Bu hazırlıklar sayesinde bu ümmet yüce Allah'ın kendisi için seçtiği insanlığa önderlik görevini yerine getirebilir. İnsanların yeryüzündeki gücün kaynağı olarak bildikleri maddi enerji ve zenginlik kaynaklarından kaynaklanabilir. Kur'an-ı Kerim müslüman ümmetin bu özelliğini kulak ardı etmiyor, tersine onu bu göreve hazırlanmaya çağırıyor. Ama, tükenmez güç, enerji ve azıkları toplaması şartıyla. Bütün bunlara ancak Allah'a inananlar sahip olabilirler, bunlarla hayatı iyiliğe, doğruluğa ve yüceliğe yöneltirler.
Bu ilahi sistemin değeri, insanlığı adım adım şu yeryüzünde kendisi için belirlenen kemal olgunluk düzeyine doğru götürmesindedir. Hayvanlarda olduğu gibi insanlığı sırf birtakım lezzetlere ve nimetlere yöneltmekle yetinmez.
Kuşkusuz yüce insanlık değerleri maddi hayatın yeterliliğine dayanırlar, ama bu ilk basamakta durmamalıdırlar. Aynı şekilde İslâm insanlık için dosdoğru önderliğin himayesinde, Allah'ın sistemine dayalı, O'nun gölgesinde dengeli bir hayat öngörmektedir.
HAC SURESİNİN SONU
Alıntı ile Cevapla