Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 12:22   Mesaj No:4

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran İsra Suresi Tefsiri

Bu cevap problemi açık ve kolay anlaşılabilecek, sade bir düşünce biçiminde ortaya koymaktadır. Buna göre onları ilk olarak yoktan vareden, onları tekrar diriltme gücüne de sahiptir. Fakat onlar bundan yararlanmıyor ve ikna olmuyorlar.
"O zaman şaşkın şaşkın başlarını sallayacaklar."
Aşağı veya yukarı sallayarak alaylı ve reddeder bir tavır ile:
"Peki o ne zaman?" diyecekler.
Bu olayın uzak bir ihtimal olduğunu belirtmek, inkâr etmek için böyle diyecekler.
"Onlara de ki: Belki de yakında."
Peygamber onun ne zaman meydana geleceğini kesin bilmiyor. Fakat onların sandıklarından herhalde yakındır. Onların bu yalanlama ve alaya almaya dayalı gafletleri dikkate alınırsa, onların bugün korkmaları daha çok yerinde olurdu!
Sonra o günün kısa bir sahnesine yer veriliyor:



52- 'O gün Allah sizi çağırınca kendisine hamdederek çağrısına uyarsınız ve dünyada çok kısa bir süre kaldığınızı sanırsınız. "

Bu, dirilişi inkâr eden ve onu yalanlayanların halini tasvir eden bir sahnedir. Ayağa kalkmışlar çağıranın çağrısına kulak veriyorlar. Dilleri Allah'a övgüler yağdırma çabasındadır. Onların bu sözden ve cevaptan başka hiçbir sözleri yoktur.
Bugünü bütünü ile inkâr eden, hatta Allah'ı da inkâr eden bu insanların verdikleri bu cevap gerçekten ilginçtir. Orada "Allah'a hamdolsun Allah'a hamdolsun" demekten başka cevapları yoktur.
O gün gölgenin dürüldüğü gibi, dünya hayatı dürülür. "Dünyada çok kısa bir süre kaldığınızı sanırsınız."
Dünyanın bu şekilde canlandırılışı muhatapların gönlünde onun değerini azaltmaktadır. Bir de bakmışsın ki, dünya küçük, küçücüktür. Artık onun gönüllerde bir gölgesi, duygularda bir tablosu kalmamıştır. O bir an geçip giden bir dönem, dönüşen bir gölge ve kısa süren bir yararlanmadır.

MÜ'MİNLERİN AHLÂKI

Surenin akışı içinde. diriliş ve mahşeri yalanlayan, Allah'ın ve Peygamberin kesin bildirdiği şeylerle alay eden, başlarını sallayarak reddeden, saldırıya geçen kimselerin durumları ortaya konduktan sonra Allah'ın mü'min kullarından söz edilmeye geçiliyor. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- verilen direktif ile her zaman güzel söz söylemeleri ve sürekli güzeli konuşmaları emrediliyor:

53- Mü'min kullarıma de ki; konuşurken en güzel sözleri söylesinler. Çünkü şeytan aralarındaki havayı gerginleştirir. Hiç kuşkusuz, şeytan insanın açık düşmanıdır.

"Mü'min kullarıma de ki: Konuşurken en güzel sözleri söylesinler."
Genel olarak ve her alanda söylenecek sözlerin en güzelini seçip söylesinler... Böylece şeytanın aralarındaki sevgi bağını bozmasını engellesinler. Çünkü şeytan kardeşler arasında kullanılan sert sözler aracılığıyla bir sürtüşme çıkarmak, bunun arkasından gelecek bir kötü karşılık verme ile de aralarındaki sevgi, dostluk, uyum havasını, ayrılık, sertlik ve düşmanlığa dönüştürmek ister. Güzel söz ise, kalplerin yaralarını sarar, katılıklarını yumuşatır ve onları güzel bir sevgi etrafında toplar.
"Hiç kuşkusuz şeytan insanın açık düşmanıdır."
İnsanın ağzından çıkan bir sözü, dilinin sürçmelerini özellikle yakalamaya çalışır. Kişi ile kardeşi arasında bu şekilde kin ve düşmanlık tohumlarını ekmeğe çabalar. Güzel söz ise, bu gedikleri kapatır, yolunu keser. Kardeşliğin dokunulmazlığını, saygınlığını sürtüşmelerden ve körüklemelerden korur.

SİZİ EN İYİ BİLEN ALLAH'TIR

Bu kısa yönelişten sonra surenin akışı tekrar çağırıldıklarında Allah'a hamdederek karşılık verecekleri kıyamet gününde akıbetlerinin ne olacağına ilişkin açıklamalara dönüyor. Burada her şeyin akıbetinin Allah'ın elinde olduğu görülüyor. Dilerse bağışlar, dilerse azap eder. Onlar Allah'ın hükmüne bırakılmışlardır. Peygamber onlardan sorumlu değildir. O,ancak bir elçidir:



54- Ey insanlar, Rabbiniz sizi herkesten iyi bilir. Dilerse size merhamet eder, dilerse azaba çarptırır. Biz seni onların davranışlarının sorumlusu olarak göndermedik.


55- Rabbin gerek göktekileri (melekleri) ve gerekse yerdekileri (insanları) herkesten iyi bilir.

Sınırsız bilgi Allah'a aittir. O kendi ilmiyle insanların her halini bildiği için kime merhamet edeceğini kime de azap edeceğini ona göre belirler. Mesajı ulaştırdıktan sonra peygamberin görevi biter.
Yüce Allah'ın eksiksiz bilgisi, yerde ve göklerde varolan meleklerin peygamberlerin, insanların ve cinlerin hepsini kuşatır. Allah'dan başkasının ne olduklarını, değerinin ve derecesinin ne olduğunu bilemediği varlıkları da kapsamına alır.
İşte yüce Allah, yaratıkların gerçekliklerine ilişkin bu sınırsız bilgisi ile bazı peygamberleri bazılarından üstün kılmıştır.
"Biz bazı peygamberleri diğerlerinden üstün kıldık."
Bu ancak Allah'ın sebeplerini bilebileceği bir üstün kılmadır. Bu üstün kılmanın dış görünümleri ise daha önce Fi Zilâl'in üçüncü cüzünde "Biz bu peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık." (Bakara Suresi 253) ayetinin yorumunda ele alınmıştı. Dileyen oraya baksın.
"Davud'a Zebur'a verdik."
Bu yüce Allah'ın peygamberlerine verdiklerinin bir örneğidir ve üstün kılmanın da görünümlerinden biridir. Zira kitap ehli bir zaman diliminde yaşayan belli bir kuşağın gördüğü maddi mucizelerden daha kalıcıdır.

MÜŞRİKLERE MEYDAN OKUMA

Çocuk ve ortak koşma düşüncesini reddetme ile başlayan yalnız yüce Allah'a yönelinmesi gerektiğini, O'nun bilgisi ve kulların akıbetlerine hükmetmesiyle eşsiz olduğunu açıklayan bu ders, Allah'dan başka ortaklar olduğunu sananlara meydan okuyuş ile sona eriyor.
Eğer Allah onlara bir azap dilerse Allah'ın kendilerine dokundurduğu bu azabı gidermek için uydurdukları sahte tanrılarını çağırsınlar bakalım. Bu azabı ne başlarından savabilirler ne de başka birine dokundurabilirler.



56- Müşriklere de ki: "Allah dışında ilah olduklarını sandığınız putları imdada çağırınız bakalım. Onlar, başınızdaki belayı ne giderebilirler ve ne de başka birine aktarabilirler. "

Allah'ın dışında hiçbir varlık sıkıntılarını gideremez. Başlarına gelecek bir felaketi değiştiremez. Kulların kaderini ellerinde bulunduran sadece Allah'dır. Onlara kesin bildiriyor ki: Melek olsun, cin olsun, insan olsun, çağırdıkları tüm ilahlar, Allah'ın yarattığı varlıklardan başka bir şey değiller. Bunlar da Allah'a varacak bir yola muhtaçlar. O'nun rızasını elde etme yarışındalar, O'nun azabından sakınırlar. Zaten bu azabın gerçek mahiyetini bilen ondan sakınır ve korkar.

57- İmdada çağrılan bu ilahların Allah'a en yakın o/anları dahil olmak üzere hepsi Allah'a yaklaşmanın yolunu ararlar. O'nun rahmetini diler ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur.

Onlardan bazıları Hz. Üzeyr'e Allah'ın oğlu diyor ve ona tapıyorlardı. Banları Hz. İsa'ya Allah'ın oğlu diyor ve ona tapıyorlardı. Bazıları meleklere Allah'ın kızları diyor ve onlara tapıyorlardı. Bazıları da daha başka varlıklara tapıyorlardı. Allah onların hepsine diyor ki: Sizin çağırdığınız bu yaratıklar, bunların en ileri olanları Allah'a bir vasıta arar ki, O'na kulluk yapıp kendisine yakın olsun. Rahmetine umut bağlasın. Bunların hepsi de Allah'ın azabından korkar. Gerçekten de Allah'ın azabı çetindir. O'ndan sakınmak ve korkmak gerekir. Öyleyse sizlerin de O'na yönelmeniz ne güzel olur. Nitekim sizin Allah dışında birer ilah olarak kabul ettiğiniz yaratıklar Allah'ın kullarıdırlar. O'nun rızasını elde etmeye çalışırlar.
İşte bu şekilde ders şirk ilkesine dayalı inanç sisteminin bütün şekilleriyle tutarsızlığını ortaya koyarak ilahlık, ibadet ve yönelişte yalnız O'na yönelinmesi gerektiğini belirterek başlıyor ve aynı şeyleri vurgulayarak sona eriyor.

İNSANLIĞIN BELİRLENEN AKİBETİ

Bundan önceki bölüm, kulların akıbetlerini belirleme yetkisinin yalnız Allah'a ait olduğunu, dilerse onlara merhamet edeceğini, yine dilerse onları cezalandıracağını belirten, sahte ilahlarının onları kendilerinden bir sıkıntı savamayacaklarını ve durumlarını değiştiremeyeceklerini yerleştirerek sona ermişti.
Burada ise, bütün insanlığı bekleyen akıbetin Allah'ın ilminde ve takdirin de belirlendiği biçimde açıklanıyor. Bu akıbet, bütün şehirlerin kıyamet gününden önce ölüme ve yok oluşa varmalarıdır. Veya onlardan bazılarının azabı hakettiklerinde azaba uğratılmalarıdır. Canlı olan her varlık eninde sonunda şu iki sonuçtan birine varmak durumundadır. Ya yatağında ölecek veya azap ile yok olacaktır.
Bazı şehir haklarının başına gelen azap nedeniyle konunun akışı içinde Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- peygamberliğinden önce bazı peygamberlerin eliyle gerçekleşen mucizelere değinilmektedir. Bu tür mucizeler Hz. Muhammed'in peygamberliği sırasında gerçekleşmemiştir. Zira daha önce bu mucizelerin gösterildiği milletler, onları yalanladılar. Doğru yola gelmediler. Bu yüzden yok edildiler. Kökten yoketme ise, Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- ümmeti için takdir edilmemişti. Bu nedenle Allah onu somut mucizelerle göndermemişti. Zaten mucizeler daha önceki milletleri, korkutmak amacına yönelikti. Mucizeler gönderildiği zaman yalanlayan milletlerin helâk edileceği anlatılıyordu.
Yüce Allah, Hz. Peygamberi, insanların şerrinden korumuş ve onların kendisine bir zarar vermelerini engellemişti. Allah İsra mucizesinde insanları denemek için ona gerçek şeyler göstermişti. Hz. Peygamber bu olayı, daha önceki peygamberliklerde olduğu gibi, bir mucize olarak onlara sunmadı. Ayrıca onları cehennemin ortasında gördüğü Kur'an'da lanetlenmiş ağaçlar, zakkum ağacı ile korkuttu. Bu korkutması da azgınlıklarını arttırmaktan başka işe yaramadı. Öyleyse mucizeler ancak onların azgınlıklarını arttırırdı.
İşte bu konular anlatılırken Hz. Adem ile şeytanın kıssasına yer veriliyor. Burada yüce Allah'ın İblis'e salih kullarının dışında Ademoğulları'nı azdırması iznini verdiği belirtiliyor. Salih kullarını Allah, şeytanın etkisinden ve aldatmasından korumuştur deniyor. Bu kıssa ile insanı azgınlığa ve inkâra ileten ve ayetler üzerinde düşünmekten alıkoyan sapıklığın asıl nedenleri ortaya konuluyor.
Burada yüce Allah'ın insanlara verdiği nimetleri hatırlatılarak ve onların bu nimetleri şımarma ve inkâr ile karşıladıkları ifade edilerek, insanın vicdanı harekete geçirilmek isteniyor. İnsanların sadece sıkıntıya ve dara düştüklerinde Allah'ı hatırladıkları belirtiliyor. Denizde dara düştüklerinde O'na sığındıkları, onları karaya çıkardığında ise, O'na ibadetten kaçındıkları anlatılıyor. Halbuki Allah onları hem karada, hem denizde yakalama gücüne sahiptir! Yüce Allah insanları onurlandırmış ve pek çok yaratıklarından üstün kılmıştır. Buna rağmen insanlar, Allah'a şükretmiyor ve O'nun nimetlerini anmıyorlar.
Bu ders bir kıyamet sahnesi ile sona eriyor. O gün kendi elleriyle işlediklerinin karşılığını göreceklerdir. Çünkü hiç kimse, kendi eliyle kazandığının dışında bir kurtuluş yoluna sahip değildir.



KAÇINILMAZ SONUN TASVİRİ


58- Kıyamet gününden önce her şehri ya yıkacak ya da ağır azaba uğratacağız. Bu hüküm kitapta yazılıdır.

Allah'ın takdirine göre, kıyamet günü gelmeden önce yeryüzünde hayat izi kalmayacaktır. Bu belirlenen kıyamet gününden önce her canlı yok olacaktır. Aynı şekilde işlemiş oldukları günahlar yüzünden bazı şehir halkları da azap ile yok edileceklerdir. Bu Allah'ın bilgisinde değişmez bir gerçektir. Yüce Allah şu anda olanları bildiği gibi, gelecekte olacak şeyleri de bilir. Çünkü Allah'ın bilgisi açısından olmuş ve olacak her şey aynıdır.
Daha önceleri peygamberlere somut mucizeler verilirdi. Amaç, peygamberlerin doğrulanmalarını sağlamak, yalanlamaları durumunda helâk edileceklerini belirterek sakındırmaktı. Ne var ki, bu mucizelere inanma yeteneğine sahip kimselerin dışında inanan olmadı. İnkârcılar ise, zamanlarındaki bu mucizeleri yalanlamışlardı. İşte bu nedenle son peygamber, bu mucizelerle desteklenmemişti:

59- Bizi somut mucizeler ortaya koymaktan alıkoyan sebep, daha önceki milletlerin bu tür mucizeleri yalanlamaları (ve bu yüzden ağır azaba çarptırılmayı haketmeleridir) Semudoğulları'na açık mucize olarak deveyi verdik. Fakat ona karşı zalimce davrandılar. Biz somut mucizeleri sadece insanları korkutmak için ortaya koyarız.

İslâmın mucizesi Kur'an'dır. Kur'an hayat için eksiksiz bir sistem belirlemektedir. Kalbe, düşünceye hitap etmekte ve bozulmamış fıtratın ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Birbirini izleyen kuşakların kıyamet gününe kadar okuyup iman etmeleri için bu kitap apaçıktır. Maddi mucizelere gelince, bunlar sadece insanlığın bir kuşağına hitap ederler. Ve sadece bu kuşağın olaya şahit olanlarıyla sınırlı kalır.
Bununla beraber bu mucizeleri görenlerin çoğu, onlara iman etmemişlerdir. Konumuzun içinden Semud kavmi bu olaya örnek gösterilmektedir. Semud kavmi kendi istekleri ve açık tebliğleri sonucu kendilerine dişi devenin mucize olarak gönderildiği toplumdur. Bu mucizeyle onlar kendilerine zulmettiler. Ve kendi kendilerini felâketin kucağına attılar. Böylece Allah'ın mucizeyi inkâr edenleri yoketmeye ilişkin sözü de doğrulanmış oldu. Mucizeler, uyarmak ve korkutmak içindir. Bunların gelişinden sonra ihtilaf edenlerin yok edilecekleri kesindir.
İnsanlığın bu deneyimleri, son peygamberliğin mucizesiz gönderilmesini gerektirmiştir. Çünkü bu peygamberlik, sadece onunla muhatap olan bir neslin değil, gelecekteki tüm kuşakların peygamberliğiydi. Ayrıca bu, insanlığın olgunluğa eriştiği sırada gönderilen peygamberliğiydi. Kuşak-kuşak insanlığın tüm duygularına hitap ediyordu. İnsanın temel özelliği olan ve bu nedenle Allah'ın onu pek çok yaratıklarından üstün kıldığı kavrayışına ve anlayışına değer veriyordu.
Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- eliyle gerçekleşen İsra ve Miraç gibi olağanüstü olaylara gelince, bunlar peygamberliği doğrulayan mucizeler olarak ele alınmamıştır. Sadece insanların denenmesi ve sınanmasına yöneliktir.



60- Ey Muhammed, hani sana "Rabbin insanları (Mekkeli müşrikleri) kuşatma altına aldı " dedik. (O gece) sana gösterdiğimiz görüntüleri ve Kur'an'da adı geçen lanetlenmiş ağacı da sırf insanlara bir sınav konusu olsun diye ortaya koyduk. Onları korkutuyoruz ama bu korkutmalarımız azgınlıklarını arttırmaktan başka bir işe yaramıyor.

İsra olayından sonra peygambere iman edenlerin bir kısmı dinden dönmüştü. Bir kesim ise dininde direnmiş ve inancını arttırmıştı. İşte bu nedenle yüce Allah'ın kuluna bu gecede gösterdiği rüya (insanlar için bir deneme) olmuştu. İmanları için bir sınav niteliğindeydi. Yüce Allah'ın insanları kuşatma altına alışına gelince bu Allah'ın peygamberine zafer vadetmesi ve kendisini onların saldırılarından koruması anlamına geliyordu.
Peygamber, Allah'ın kendisine verdiği bu sözü onlara bildirmiş ve kendisine gösterilen apaçık gerçekleri onlara anlatmıştı. Gördüğü gerçeklerden biri de Allah'ın yalanlayıcıları korkutmak amacıyla sözkonusu yaptığı zakkum ağacı idi. Onlar bu haberi yalanlamışlar ve hatta Ebu Cehil: "Bize hurma ve kaymak getirin. Sonra bunları bir ondan, bir bundan yiyerek zıkkımlanın! Bize göre zakkum bundan başka bir şey değildir!" diye alay etmişti.
Eğer somut mucizeler ve peygamberlerin eliyle gerçekleşen harika olaylar önceki peygamberliklerde olduğu gibi Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- peygamberliğinin de işareti olsaydı acaba bu toplumun durumu ne olurdu? Bu toplum İsra mucizesini ve zakkum ağacıyla tehdit edilişini hiçe saymış ve bu girişimler onların azgınlığını daha da arttırmaktan başka bir şeye yaramamıştı?
Yüce Allah onları katından göndereceği bir azap ile yoketmeyi istemediğinden onlara harika bir mucize göndermemişti. Zira Allah'ın iradesi mucizeleri yalanlayanları yoketmeyi gerektirmiştir. Kureyş'e gelince onlara zaman tanımı Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Lut ve Hz. Şuayb'ın toplumları gibi onları hemen cezalandırmayı dilememiştir. Bu sırada peygambere karşı çıkanların bir kısmı daha sonra iman etmiş ve İslâm ordusunda seçkin askerler olmuşlardı. Àyrıca gerçek mü'minlerin arasına girenleri de vardır.
İslâmın mucizesi olan Kur'an, Hz. Muhammed'in bulunduğu -salât ve selâm üzerine olsun- kuşağının açık kitabı olduğu gibi, ondan sonraki nesillerin de apaçık kitabıydı. Peygamber zamanına ve arkadaşlarına ulaşmamış pek çok kimseler O'na iman ettiler. Ya Kur'an okuyarak veya Kur'an okuyan bir:ne arkadaş olarak. Kur'an tüm nesiller için apaçık bir kitap olmaya devam edecektir. Henüz gayb aleminin derinliklerinde bulunan insanlar gelip onunla yollarını bulacaklardır ve onlardan öyleleri çıkabilir ki, bunların imanları daha sağlam, amelleri daha düzgün olabilir. Kendisinden önceki pek çok müslümandan daha fazla İslâma itaat edebilir...

YÜCELER ALEMİNDEN MESAJLAR

Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- gördüğü gerçekler ve orada gezip gördüğü alemler ve şeytanlara uyanların gıda maddesini oluşturan lânetli ağacın gölgesinde mel'un şeytanın sahnesi yeralıyor. Burada İblis sapıkları aldatacağına ilişkin tehditler savurmakta, kendi kendine söz vermektedir:



61- Hani meleklere "Adem'e secde ediniz " dedik. Hepsi secde etti, yalnız İblis emrimize karşı geldi ve "Ben çamurdan yarattığın bir canlıya hiç secde eder miyim " dedi.


62- İblis dedi ki; "Benden üstün tuttuğun şu canlıyı görüyor musun? Eğer bana kıyamet gününe kadar mühlet verirsen, onun soyunu, pek az bir bölümü dışında, avucumun içine alıp mahvederim.


63- Allah dedi ki: "Defol git. Onun soyundan kim sana uyarsa onlarla senin ortak ve yeterli cezanız cehennemdir.


64- Gücünün yettiklerini sesinle ayartıp siperlerinden çıkar, atlılarını ve piyadelerini nara attırarak, üzerlerine çullandır, mallarına ve evlâtlarına ortak ol, onlara çeşitli vaadler yap, şeytanın insanlara yaptığı vaadler aldatmacadan başka bir şey değildir.


65- Benim gerçek kullarıma gelince, senin onlar üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur. Allah, onlar için yeterli koruyucudur.

Burada sapıkların aldatılmasına sebep olan asıl nedenler ortaya konmaktadır. Bu sahnenin burada sunuluşuyla insanlar, sapıklığın nedenlerini gördükten sonra ondan sakınmaları gerektiğini belirtiliyor. Bu sahneyle onlar kendilerinin ve atalarının baş düşmanı olan şeytanın sapıklıkla kendilerini tehdit ettiğini ve bu tavrının öteden beri süregelen ısrarından kaynaklandığını görüyorlar:
"Hani meleklere "Adem'e secde ediniz" dedik, hepsi secde etti, yalnız İblis emrimize karşı geldi ve "Ben çamurdan yarattığın bir canlıya hiç secde eder miyim dedi."
İblis'in Hz. Adem'i kıskanması, Adem'in çamurdan olan bedenini sözkonusu edip, Allah'ın bu çamura soluk üflemesini gözardı etmesine neden olmaktadır!
İblis, bu yaratığın zayıflığını ve saptırılmaya müsait olduğunu ileri sürerek utanmadan diyor ki:
"Benden üstün tuttuğun şu canlıyı görmüyor musun?"
Katında benden üstün gördüğün şu yaratığı görüyor musun?
"Eğer bana kıyamet gününe kadar süre tanırsan, onun soyunu pek az bir kesimi dışında, avucumun içine alıp mahvederim."
Onlara egemen olurum. Onları kuşatırım, Dizginlerini elime alırım. Onlara avucumun içindeymiş gibi hükmederim.
İblis, insanın kötülüğe ve sapıklığa karşı eğilimi olduğu gibi iyiliğe ve doğru yola da eğilimi olduğunu görmezlikten geliyor. Allah'a bağlılığı devam ettiği sürece hep yükseldiğini, yüceldiğini, kötülük ve sapıklıktan kendisini koruduğunu hesaba katmıyor. Bu yaratığın en belirgin özelliğinin bu olduğunu anlamıyor. Halbuki insan bu iradesi ile tekdüze bir yeteneği bulunan, bu nedenle bir yoldan başkasına giremeyen, girdiği yolda iradesiz olarak ilerleyen yaratıklardan çok ileri geçmektedir. Bu olağanüstü yaratığın sırrı "irade"dir.
Allah'ın iradesi bu kötülük ve sapıklık elçisine dizgini vermeyi diliyor ki, insanoğluna ne yapacaksa yapsın diye.
"Allah dedi ki: Defol git. Onun soyundan kim sana uyarsa onlarla senin ortak ve yeterli cezanız cehennemdir."
"Git ne hünerin varsa göster. Git, onları azdırmana izin verildi. Onlar akıl ve irade ile donatılmışlardır. Sana hem uyabilirler, hem de uymayabilirler. "Onun soyundan kim sana uyarsa" içindeki sapıklık yeteneği doğruyolu bulma yeteneğine üstün gelir. Rahmanın çağrısını bırakıp, şeytanın çağrısına uyar, Allah'ın evrendeki mucizelerinden, gönderilen peygamberlerinden ve ayetlerinden habersiz kalırsa ?"Onlarla senin ortak cezanız cehennemdir." Senin ve sana uyanların cezası budur. Bu "yeterli bir cezadır."
"Gücünün yettiklerini sesinle ayartıp siperlerinden çıkar, atlılarını ve piyadelerini onların üzerine sal."
Bunlar saptırma ve kuşatmanın, kalplere, akıllara ve duygulara egemen olma yöntemlerinin canlandırılmasıdır. Bu büyük bir savaş meydanıdır. Burada bağırtılar, atlılar, piyadeler, savaşların ve meydan okuyuşların metoduna uygun olarak kullanılmaktadır. Burada ses, düşmanın sabrını taşırmak ve onları sağlam kalelerinden dışarı çıkarmak için kullanılıyor. Veya kurulmuş olan tuzağa, planlanmış olan taktiğe ulaşmaları için onlara bir süre tanınıyor. Tahrike kapılıp ortaya çıktıklarında atlılar onları yakalıyor ve piyadeler etrafını kuşatıyor!
"Mallarına ve çocuklarına ortak ol."
Bu ortaklık cahiliyenin putperest kuruntularında şekillenmektedir. Çünkü onlar sahte ilahlarına yani şeytana mallarından bir pay ayırıyorlardı, yine çocuklarından veya kölelerinden bu ilahlara yani şeytan adına adaklarda bulunuyorlardı. Lat'ın kulu, Menat'ın kulu gibi. Bazan da "Abdulharis" (şeytanın kulu) isminde olduğu gibi çocuklarını şeytana adarlardı!
Şeytanın bu ortaklığı haram yoldan elde edilen mal veya haksız yerde kullanılan veya günah uğruna harcanan para gayri meşru yoldan edinilen her çocuk da İblis'in ortaklığının simgesidir. Bunlarda şeytanın ortaklığı vardır.
Bu ifade de, şeytan ile izleyicileri arasında hayatın temel iki dayanağı olan mallar ile çocukları kapsayan bir ortaklık sözleşmesini tasvir etmektedir. İblis vasıtaların hepsini kullanma iznini almıştır. Aldatıcı, kandırıcı sözler vermesi de bunlar arasındadır.
"Onlara çeşitli vaadlerde bulun. Şeytanın insanlara verdiği vaadler aldatmacadan başka bir şey değildir."
Cezadan ve kısastan kurtulma vaadi, haram yollarla zengin olma vaadi, haram yollar ve çirkin yöntemlerle üstün gelme ve başarıya ulaşma vaadi gibi... Herhalde şeytanın verdiği sözler içinde en aldatıcı olanı günah ve hatadan sonra bağışlanacağına ilişkin sözdür. Doğrudan ve açık yolla kandırılması mümkün olmayan pek çok kalbi, şeytan bu yolla çok rahat avlayabilmektedir. Bu sağlam dirençli insanlara yumuşak biçimde yaklaşır, onlara günahları güzel gösterir, ilahi rahmetin genişliğini ve ilahi af ve bağışlamanın kapsayıcılığını telkin edip günaha sürükler.
Git, sana eğilim duyanları aldatabilmen için sana izin verilmişti. Fakat bir de kendilerine hiçbir şey yapamayacağın kimseler vardır. Zira onların sığındıkları kaleleri vardır. Bu kaleleri kendilerini, senden, atlılarından ve piyadelerinden korur!
"Benim gerçek kullarıma gelince, senin onlar üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur. Allah onlar için yeterli koruyucudur."
Kalp Allah'a bağlandığında, ibadet ile O'na yöneldiğinde kopmayan sağlam kulpa yapıştığında, ruhunda yüce soluk harekete geçerek aydınlanıp, parladığında... Artık Allah'a bağlı bu kalbin ve iman nuru ile aydınlanmış bu ruhun üzerinde şeytanın bir tesiri olamaz.
"Rabbin onlar için yeterli vekildir."
Korur, yardım eder ve şeytanın hilelerini boşa çıkarır.
Şeytan yola koyulup verdiği sözleri yerine getirmeye kullarını emri altına almaya çalışır. Fakat buna rağmen Rahmanın kullarına dokunamaz. Zira şeytanın onlar üzerinde hiçbir tesiri yoktur.

NANKÖR İNSAN

İşte şeytanın insanlar için planladığı kötülükler ve eziyetler bunlar. Buna rağmen bazı insanlar bu şeytana uyarlar. Ona kulak verirler. Allah'ın çağrısına ve doğru yoluna kulak asmazlar. Halbuki Allah onlara merhamet eder, yardım eder, doğru yolu gösterir, yaşayışlarını kolaylaştırır, kendilerini sıkıntı ve üzüntüden kurtarır. Zorlu ve sıkıntılı durumlarda onların çağrısına karşılık verir... Buna rağmen bakarsın ki, onlar yüz çeviriyorlar ve inkâra kalkışıyorlar.



66- Rabbinizin size sunduğu nimetleri arayasınız diye gemileri denizde yüzdüren O'dur. Hiç şüphesiz O, size karşı pek merhametlidir.


67- Eğer denizde başınıza bir bela gelirse, Allah dışında imdada çağırdığınız ilahlar ortalıkta görünmez olur. Allah sizi kurtarıp karaya çıkarınca O'na sırt çevirirsiniz. İnsan gerçekten son derece nankördür.

Konunun akışı içinde sergilenen bu sahne, denizdeki gemi sahnesi sıkıntı ve zor anlarının bir örneğidir. Böyle bir ortamda Allah'ın elini hissetmek daha kolay ve daha etkilidir. Denizin ortasında bir odun ya da maden parçasının dalgalar ve akıntılar tarafından kuşatılmasının manzarası insanların Allah'ın kudret eli üzerindeki bu noktaya can havliyle sarılışı manzarası!
Yüreğin ta derinliklerinde hissedilen gemideki her sarsılışın, her titreyişin korku ve dolu kalpler tarafından algılanan bir manzaradır bu. Geminin küçük veya büyük olması, durumu değiştirmez. Bu gemi Transatlantik dahi olsa bazı durumlarda denizin dev dalgaları karşısında rüzgârın önündeki tüy gibi çaresiz kalırlar! Bu ifade ürpertici bir şekilde kalplere dokunmaktadır. Bu ifadeyle denizdeki. gemilerin Allah'ın eliyle hareket ettiği, O'nun nimetlerinden yararlanmaları için çalıştıkları insanlara hissettirmektedir.
"Hiç şüphesiz O size karşı pek merhametlidir."
Rahmet burada, buna benzer durumlarda kalplerin en çok hissedip, ihtiyaç duyduğu bir olgudur.
Sonra bu huzur ve rahat ortamı korku ve sıkıntıyla dolu bir hale dönüşmektedir. Bu sırada dalgalar arasında yuvarlanan geminin yolcuları Allah'ın dışındaki her gücü, her dayanağı ve her kurtarıcıyı unutuyorlar. Bu tehlike anında sadece O'na yöneliyorlar. O'ndan başka kimseye yalvarmıyorlar:
"Allah dışında imdada çağırdığınız ilahlar ortalıkta görünmez."
Fakat insan bildiğimiz insandır. Sıkıntılardan kurtulup, ayakları yere basınca, yerin sertliğini hissedince hemen sıkıntı zamanını unutur. Allah'ı da unutur. İstek ve arzular başına üşüşmeye, ihtiraslar kendisini çember içine almaya, tehlikenin temizlediği fıtratını tekrar örtmeye çalışırlar:
"Allah sizi kurtarıp, karaya çıkarınca, O'na sırt çevirirsiniz. İnsan gerçekten son derece nankördür."
Kalbini Allah'a bağlayıp aydınlatan ve parlatanlar hariç.
Burada konunun akışı içinde ele alınan daha önceki deniz tehlikesinin tasviri ve bu tehlikenin karada da kendilerini bulabileceğini veya tekrar denizde böyle bir tehlikeyle karşılaşabileceği hatırlatılıp, tasvir edilmesiyle muhatapların vicdanları ve duyguları harekete geçirilmek isteniyor. Gerçek güvenin ve emniyetin ne denizde ne de karada, ne coşkun dalgalar ve fırtına şeklinde esen rüzgârda, ne de sağlam sığınaklarda ve konforlu evlerde olduğunu, gerçek güven ve rahatın Allah'ın koruması ve himayesi altında gerçekleşebileceğini hissettirmek içindir.



68- Allah'ın sizi karadayken yerin dibine geçirmeyeceğinden ya da üzerinize taş yağdırmayacağından emin misiniz ki, bu olayların arkasından bir koruyucu bulamazsınız.


69- Ya da Allah'ın sizi tekrar denize döndürüp üzerinize şiddetli bir kasırga estirmek suretiyle kâfirliğinizden ötürü sizi boğmayacağından emin misiniz ki, böyle bir olay üzerine bizden tazminatınızı isteyebilecek birini bulamazsınız.

İnsanlık her an ve her yerde Allah'ın kontrolü altındadır. Onlar denizde Allah'ın kontrolünde oldukları gibi, karada da O'nun kontrolündedirler. Dolayısıyla insan nasıl güven içinde olduğunu hissedebilir. Onlar Allah'ın depremler ve volkanik patlamalarla, yahutta Allah'ın kudretine boyun eğen başka sebeplerle yerin dibine geçirilmekten nasıl emin olabilirler? Onlar üzerlerine volkanlardan fışkıran bir dağ patlamasına yakalanıp kaynar sular, çamurlar ve taşlarla yakılmaktan nasıl emin olabilirler? Böyle bir durumda onlar Allah'dan başka kendilerini koruyacak ve bu felâketi başlarından savacak hiç kimse bulamazlar, yokolup giderler.
Yahut onlar tekrar denize döndüklerinde Allah'ın üzerlerine büyük bir fırtına göndermesinden tayfalarını yokedip, gemilerini parçalamasından küfürleri ve yüz çevirmeleri nedeniyle orada boğdurmasından nasıl emin olabilirler? Bu durumda onların peşine kim takılabilir ve onları boğulmaktan kurtarabilir?
İyi bilelim ki, bu insanları Rabblerine karşı nankör yapan ve O'ndan yüz çevirten sonra da O'nun yakalayıp cezalandırmasından emin kılan gafletin ve nankörlüğün ta kendisidir. Halbuki onlar dara düştüklerinde sadece ona yönelirler. Kurtulduktan sonra ise, O'nu unuturlar. Sanki Allah'ın onları yakalayabilecek tek fırsatı budur, bundan başka Allah onları kıskıvrak yakalayamaz!..

İNSANA SUNULAN İKRAM

Yüce Allah insan denen şu yaratığı, yarattığı pek çok varlıktan üstün kılmıştır. Bünyesi ve bedeni itibariyle onu onurlu bir şekilde yaratmıştır. Onun fıtratında çamur ile ilahi soluğu birleştirmiştir. Böylece insanın bünyesinde yer ile gök biraraya gelmiştir! ..
Yine yüce Allah insanın fıtratına yerleştirdiği yeteneklerde de onu şereflendirmiştir. İnsan bu yetenekleri ile yeryüzünde değişiklik yapabilir, yer değiştirebilir, inşa faaliyetlerine girebilir, üretimle uğraşabilir, birtakım şeyleri birleştirirken, bazılarını çözümleyebilir. Böylece hayat için takdir edilen olgunluk derecesine ulaşabilir.
Allah insana yerdeki doğal kuvvetleri emrine vererek ve bunu gezegenlerdeki ve yıldızlardaki doğal güçlerin desteğiyle genişletmek suretiyle de ona ikramda bulunmuştur.
Bütün bir kâinatın koca ihtişamıyla onu karşılamasıyla da onu şereflendirmiştir. Bütün meleklerin karşısında secdeye kapandığı bu toplantı esnasında yüce yaratıcı olan Allah bu insana ikramda bulunduğunu ilan etmektedir.
Allah'ın bu ikramını, yücelerin yücesinden yeryüzüne gönderilmiş, sonsuza dek kalacak olan kitabi Kur'an'da, insanın bu onurlandırılışının tümüyle yeralması da onun için ayrıca bir şereftir.



70- Biz Ademoğulları'nı gerçekten çeşitli ayrıcalıklarla donattık. Onlara karada ve denizde taşıtlar sağladık, kendilerine temiz besin maddeleri bağışladık, onları yarattığımız diğer canlıların çoğundan üstün kıldık. "

"Onlara karada ve denizde taşıtlar sağladık."
Karada ve denizde taşıtların sağlanması yasaların hizmete verilmesi ve onların insan hayatının yapısına ve bünyesine yerleştirilen yeteneklere uygun düşecek biçimde ayarlanmasıdır. Eğer bu yasalar insanın yapısına uygun şekilde ayarlanmasaydı, insan hayatı sözkonusu olamazdı. Çünkü insanın hayatı karada ve denizdeki doğal etkenlere oranla çok zayıf ve cılız kalmaktadır. Fakat insan orada yaşayacak güç ile donatılmıştır. Burada onu rahat kullanmasını sağlayacak yetenekler kendisine verilmiştir. Bütün bunlar, Allah'ın nimetleridir.
"Kendilerine temiz besin maddeleri bağışladık."
İnsanlar Allah'ın kendisine vermiş olduğu güzel rızıkları zamanla alışkanlık oluşturduğu için unutur. Bu güzelim nimetlerin değerini bilmez. Ancak bunlardan mahrum kaldığında onların değerini anlar. Bu sırada istifade ettiği nimetlerin değerini takdir eder. Fakat yine de tekrar eski haline döner ve unutur gider. İşte güneş, işte hava, işte su, işte sağlık, işte hareket edebilme gücü, işte duyu organları, işte akıl, işte yediğimiz-içtiğimiz ve gördüğümüz şu nimetler... İşte emrimize verilmiş olan şu uçsuz bucaksız kâinat ve içindeki sınırsız güzellikler...
"Onları yarattığımız diğer canlıların çoğundan üstün kıldık."
Bu uçsuz, bucaksız yeryüzündeki hakimiyeti O'na vererek O'nu buraya halife kılarak, kendisini üstün kıldık. Ayrıca Allah'ın mülkünde şu yaratıklar arasında onu en üst düzeye çıkaran fıtratına yerleştirilmiş yeteneklerle donatmak suretiyle de insana lütufta bulunduk.

HESAP GÜNÜ

Yüce Allah'ın ikramlarından biri de insanın kendi kendisini idare edebilmesidir. Niyetinin ve yaptıklarının sonuçlarına katlanmasıdır. İşte insanı insan yapan yegâne özellik budur. Yöneliş özgürlüğü ve kişisel sorumluluk. İşte insan bu dünyada bu özelliğinden dolayı halifelik görevine getirilmiştir. Dolayısıyla yönelişinin ve çalışmasının karşılığını hesap gününde görmesi adaletin gereğidir.



71- Biz o gün bütün insan gruplarını önderleri ile birlikte huzurumuza çağırırız. Kimlere amel defterleri sağ taraftan verilirse, onlar defterlerini sevine sevine okurlar. Onlara kıl kadar haksızlık edilmez.


72- Bu dünyada gerçekler karşısında kör olan kimse ahirette de kör, doğru yoldan sapmışlık oranı da daha büyük olur.

Bu sahne bütün yaratıkların toplandığı günü canlandırmaktadır. Burada her topluluk kendi adıyla işlemiş oldukları "yolun" adıyla çağrılmaktadır. Veya kendisine uymuş oldukları peygamberin adıyla yahutta dünya hayatında lider olarak gördükleri önderlerinin adıyla çağrılmaktadır. Çağrılıyor ki, dünyada yaptıklarının yazılı belgesi kitap teslim edilsin ve ahiret yurdundaki cezaları kendilerine bildirilsin... Orada kimin amel defteri sağ taraftan verilirse, o bu kitabıyla sevinir, onu okur ve okutur. Mükafatı da eksiksiz biçimde verilir. İsterse bir hurma çekirdeğinin ortasındaki çizgi kadar olsun! Dünyada doğru yolun kanıtlarını görmeyenler, ahirette de iyilik yolunu görmeyeceklerdir. Daha da sapık olacaklardır. Cezaları ise bellidir. Fakat ayetlerin akışı bu korkunç kalabalığın canlandırıldığı sahnede insanların halini tasvir ediyor. Kör bir adam yolunu şaşırmış, yürümeye çabalıyor. Kendisine yol gösterecek kılavuz bulamıyor. Yolunu bulabilmesi için başka bir imkânı da yok. Bu kör adam bu şekilde tasvir edildikten sonra öylece bırakılıyor. Onun hakkında kesin bir hüküm verilmiyor. Zira böyle korkunç ve zorlu bir ortamda körlük ve sapıklık sahnesi zaten başlı başına dehşet verici ve kalpleri ürperten bir cezadır!

PEYGAMBERİN KİŞİLİĞİ

İsra suresinin bu son bölümü surenin ana eksenini oluşturan konu üzerinde duruyor. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- kişiliği, toplumunun kendisine karşı takındığı tavır, peygamberin getirdiği Kur'an ve bu Kur'an'ın özellikleri.
Bu bölümde, müşrikler peygamberimizi, Allah'ın indirdiği bazı şeylerden vazgeçirmek için giriştikleri çalışmalarına işaret ederek başlıyor. Onların, peygamberi Mekke'den çıkarmak istemeleri ve Allah onu müşriklerin tuzaklarından ve saldırılarından koruması ele alınıyor. Çünkü yüce Allah daha önce onlara zaman vermeyi ve önceki milletler gibi onları yokedici azap ile cezalandırmamayı takdir etmiştir. Eğer onlar peygamberi yurdundan kovmuş olsalardı, yüce Allah'ın peygamberlerini sürgün eden toplumlara karşı değişmeyen yasasına uygun olarak yokedilirlerdi.
İşte bu nedenle Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- yoluna devam etmekle emrolunuyor. Rabbine namaz kılması, O'nun gönderdiği Kur'an'ı okuması, Allah'a niyazda bulunup kendisini, girdiği yere doğruluk!a girmeyi, çıktığı yerden doğrulukla çıkmayı ve kendi katından destekleyici bir güç vermesi için dua etmesi isteniyor. Hakkın gelişini ve batılın yokoluşunu ilan etmesi emrediliyor. İşte bu Allah'a bağlılık, O'nu müşriklerin oyunlarına karşı kendisini koruyan zaferi ve egemenliği garanti eden silahıdır.
Sonra Kur'an'ın görevi açıklanıyor. O kendisine iman edenlere bir şifa ve rahmettir. Yalanlayanlar için ise bir azap ve cezadır. Kâfirler dünyada bu Kur'an'dan rahatsız olup işkence çektikleri gibi, ahirette de bu nedenle azaba uğrayacaklardır.
Rahmet ve azaptan söz edilmişken konunun akışı içinde bir de insanların rahmet ve azap durumlarındaki sıfatlarına değiniliyor. Nimet içinde insan şımarır ve yüz çevirir. Cezaya çarptırıldığında ise, ümitsizlik, çaresizlik içinde bocalayıp durur. Buna ilave olarak gizli bir tehdit yeralıyor. Her insana kendi karakterine uygun iş yapması için özgürlük veriliyor ki, ahirette cezasını çeksin.
Müşriklerin ruh hakkında peygambere soru sormaları nedeniyle insanın bilgisinin az ve yetersiz olduğu belirtiliyor. Ruh yalnız Allah'ın bilebileceği gayb konularından biridir. Onu kavramak insan gücünün sınırları içinde değildir... Kesin bilgi yüce Allah'ın peygamberine gönderdiği vahiydir. Bu vahiyde onun kendi lütfundandır. Eğer o dileseydi böyle bir lütufta bulunmayabilir ve kimse de O'na hesap soramazdı. Fakat O rahmetinin ve lütfunun gereği olarak peygamberine bu vahyi indirmiştir.
Daha sonra başlı başına mucize olan Kur'an'ın bir benzerini tüm insanlar ve cinler biraraya gelseler ve bu konuda yardımlaşsalar dahi yapamazlar deniyor. Yüce Allah'ın Kur'an'ı her akla ve her kalbe hitap edebilmesi için çeşitli doğru yol belgeleriyle donattığı ve çeşitli özellikleri belirtiliyor... İşte bu özellikleri taşıyan Kur'an dahi Kureyş kâfirlerine yetmiyor,peygambere başvuruyorlar, basit maddi mucizeler istiyorlar. İstiyorlar ki, Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun yerden kaynaklar çıkarsın veya kendisinin som altından bir evi olsun. Ayrıca da ha da inatlaşarak insanın özelliklerinden olmayan birtakım şeyler istiyorlar. Peygamberin onların gözleri önünde göğe çıkmasını oradan okuyabilecekleri somut bir kitap getirmesini veya gökten bir azap gönderip kendilerini yoketmesini istiyorlar. İnkârlarında ve inatlarında daha da ileri giderek Allah'ı ve melekleri getirip karşılarına koymasını teklif ediyorlar!
Surenin akışı içinde kıyamet sahnelerinden biri daha sunuluyor. Burada müşriklerin bu inatlarının ve ahireti yalanlamalarının cezası olarak kendilerini bekleyen akıbeti tasvir ediliyor. Çürüdükten ve kemik haline geldikten sonra dirilişi inkâr etmelerinin cezası sergileniyor.
Onların inatçılığına dayanan teklifleri hafife alınıyor. Ve deniyor ki: Eğer onlar Allah'ın rahmetinin bekçileri dahi olsalar beşeri olan cimrilikleri yakalarını bırakmaz. Bitmez-tükenmez hazinelerin eriyeceği korkusuyla cimrilik yaparlar! Bununla beraber onlar isteklerinde ve tekliflerinde hiçbir sınır tanımazlar.
Onların birtakım mucizeler istemeleri konu edilirken, Hz. Musa'nın gösterdiği bazı mucizelere değiniyor. Firavun ve kavmi bu mucizeleri yalanlamış. Bilindiği gibi yüce Allah yalanlayanları yoketmeye ilişkin yasası uyarınca da yokedilmişlerdi.
Bu Kur'an'a gelince O, sürekli ve gerçek bir mucizedir. Kur'an milletin ihtiyaçlarına uygun olarak bölümler halinde indirilmişti. Toplumu hazırlıyor ve eğitiyordu. Daha önceki milletlerin hem iman hem de ilim sahibi olanları Kur'an'ın gerçek olduğunu anlıyor ona boyun eğiyor ve bağlanıyorlardı. Ona iman edip teslim oluyorlardı.
Sure, Peygamberi -salât ve selâm üzerine olsun- yalnız Allah'a kulluk yapmaya, O'nu noksan sıfatlardan uzak görmeye ve kendisine övgüde bulunmaya teşvik eden bir direktif ile sona eriyor. Nitekim sure, Allah'ı noksan sıfatlardan arındırmak ve O'nu tenzih etmekle başlamıştı.
Alıntı ile Cevapla