Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 12:35   Mesaj No:4

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran İbrahim Suresi Tefsiri

Kendilerinden önce yaşamış milletlerin başına gelenleri gördükleri halde yine de bu tutumlarını sürdüren kavmin bu şaşırtıcı tavrını görmüyor musun? Hiç kuşkusuz Kur'an-ı Kerim geçmiş kavimlerin başına gelenleri bu surenin birinci bölümünde sunulan sahnelerde gözler önüne sermişti. Olaylar o denli canlı sahnelenmişti ki, şu. anda meydana geliyor gibiydi. Hiç kuşkusuz meydana gelecektir de... Kur'an-ı Kerim'in, meydana gelmesi kararlaştırılan bir olayı, meydana gelmiş gibi, şu anda seyredilen bir tabloda sunması bambaşka bir güzelliktedir.
Onlar, peygamber ve sunduğu mesajında somutlaşan nimete küfürle karşılık verdiler. Peygamber onları tevhide çağırıyordu ama, onlar bu çağrıya kulak asmadılar.
"Onlar insanları Allah'ın yolundan saptırmak için O'na çeşitli ortaklar koştular."
Allah'a benzettikleri çeşitli eşleri onun gibi ilah tanıdılar. Allah'a kulluk eder gibi onlara kulluk ettiler. Allah'ın egemenliğine boyun eğer gibi onların otoritesine uydular. İlahlığın en belirgin özelliklerini onlara yakıştırdılar.
İnsanları yüce Allah'ın değişmez ve tek yolundan saptırmak için Allah'a eşler koştular.
Ayet, kavmin ulularının Allah'dan başka Rabbler edinmekle kavimlerini yüce Allah'ın yolundan saptırmayı hedeflediklerine işaret etmektedir. Çünkü Tevhid inancı her zaman için tağutların iktidarlarına ve çıkarlarına karşı bir tehlikedir. Bu tehlike sadece ilk cahiliye için geçerli değildir. İnsanların ne şekilde olursa olsun mutlak tevhitten saptıkları, liderliklerini ulularına teslim ettikleri, onların iktidarları uğruna özgürlüklerinden ve kişiliklerinden feragat ettikleri, onların arzularına ve ihtiraslarına boyun eğdikleri, yasalarını Allah'ın vahyine dayandıracaklarına bu uluların sapık arzularına dayandırdıkları her yer ve her çağdaki cahiliye düzenleri için geçerlidir. Bu durumlarda tevhid inancına yapılan çağrı ileri gelenler ve eşraf takımı için bir tehlike unsurudur. Bu yüzden tüm araçlara başvurarak bu tehlikeyi bertaraf etmek isterler. İlkel cahiliye dönemlerinde Allah'a çeşitli ilahları ortak koşmak tevhide karşı başvurulan bir korunma silahı idi. Günümüzde de Allah'ın emretmediğini emreden, onun yasaklamadığını yasaklayan, insan ürünü kanunları Allah'ın yolundan sapmış gönüllerde ve pratik hayatta Allah'a eş konumuna yerleştirmektedirler.
O halde ey peygamber, kavmine "de ki" yüce Allah'ın, belirlediği bir süreye kadar şu dünya hayatında, dünya zevklerinden "yararlanın" Sonuç ise bellidir: "Sonunda varacağınız yer cehennem ateşidir."
Onları bırak. Onlardan vazgeçip "mü'min kullarıma" yönel. Öğütten etkilenenlere öğüt vermek üzere bırak bunları. Allah'ın nimetini kabul eden onu reddetmeyen, küfürle karşılık vermeyen kullarımla ilgilen. Nimete karşılık ne şekilde şükredeceklerini, nasıl ibadet edeceklerini, ne şekilde Allah'a itaat edip onun kullarına iyilikte bulunacaklarını öğretmek üzere onlara yönel...



31- Mü'min kullarıma de ki; "Namaz! kılsınlar ve ne alışverişin ne de dostluğun geçerli olmadığı gün gelmeden önce kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık biçimde bağışta bulunsunlar.

Benim mü'min kullarıma de ki; "Namaz kılarak Rabbinize şükredin. Çünkü namaz Allah'a şükretmenin en belirgin göstergesidir. Kendilerine nimet olarak verdiğimiz rızıklardan bir kısmını gizli açık bağışta bulunsunlar. Böylece Allah için yapılan bu bağış, övünç, gösteriş ve başa kakma vesilesi olmaktan kurtarılmış olur. Bağışta bulunmak suretiyle Allah'ın emrine itaat duyurulmak istendiğinde ve Allah'ın farz kıldığı mali sorumluluk yerine getirildiğinde açıkça bağışta bulunsunlar. Böylece toplum içinde güzel bir örnek oluştururlar. Her iki bağış şekli de mü'minin vicdanının duyarlılığına ve olayları değerlendiriş mantığına bırakılmıştır.
Onlara söyle; mal ve ticareti arttırmanın mümkün olmadığı, aynı şekilde bağışta bulunmanın yarar sağlamadığı gün gelmezden önce, ahirete yönelik birikimlerini arttırsınlar. Çünkü o gün yeryüzünde yapılan salih ameller yarar sağlayabilir ancak.
"Ne alışverişin ne de dostluğun geçerli olmadığı gün gelmeden önce." EVREN SENFONİSİ
Burada evren kitabının kapağı açılıyor. Ürperti veren satırları Allah'ın sayısız nimetlerini dile getiriyor. Bu kitabın görkemli ve geniş sayfaları göz alabildiğince uzanıp giden türlü türlü nimetleri ardarda sıralıyor: Gökler ve yer... Güneş ve ay... Gündüz ve gece... Gökten inen su ve yerden biten meyvalar. Üstünde gemilerin yüzdüğü deniz ve çeşitli rızıkları akıtan nehirler... Evrenin bu sayfaları tümüyle gözler önüne serilmiş olmasına rağmen, cahiliye hayatını yaşayan insanlar dönüp bakmıyorlar, okumuyorlar, bu sayfaları inceleyip şükretmiyorlar. Çünkü insan çok zalim ve son derece nankördür. Allah'ın nimetini küfürle karşılar. Her şeyin yaratıcısı, her canlının rızkını veren ve bütün evreni insanın yararına sunan Allah olduğu halde, ona eşler koşar:



32- O Allah ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten su indirerek, onun aracılığı ile size rızık olarak çeşitli meyvalar ortaya çıkardı, O'nun buyruğu ile denizde yüzen gemiyi yararınıza sundu, nehirleri yararınıza sundu.


33- Sürekli biçimde yörüngelerinde dönen güneşi ve ayı yararınıza sundu, gece ile gündüzü yararınıza sundu.


34- O size kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olursanız, onları bitiremezsiniz. Kuşkusuz insan çok zalim ve son derece nankördür.

Bir hamledir bu... Vicdanı yakan bir kırbaçtır bu... Gökler ve yer, güneş ve ay, gece ve gündüz, denizler ve nehirler, yağmurlar ve meyvalar bu hamlede yeralan dehşet verici araçlardır. Kendine özgü bir sesi bir şaklaması var bu kırbacın... Çok zalim ve son derece nankör olan şu insanı sızlatan bir etkisi vardır.
Hiç kuşkusuz bu kitabın gerçekleştirdiği mucizelerden biri, bütün evrensel sahneleri, tüm ruhsal çalkantıları tevhid inancı etrafında birleştirmesidir, evrenin sayfalarında ya da insan vicdanında yeralan her parıltıyı bir kanıta, bir mesaja dönüştürmesidir. Böylece evren, içindeki canlı ve cansız varlıklarla birlikte Allah'ın ayetlerinin sergilendiği bir vitrin niteliğini kazanır. Burada yüce Allah'ın kudret eli her an yeni harikalar meydana getirmektedir. Kudret elinin izleri evrenin her sahnesinde, her manzarasında, her tablosunda ve her bölgesinde kendisini gösterir. Bu Kur'an ilahlık ve kulluk problemlerini zihinsel bir tartışmada, soyut teolojik bir incelemede ya da fizik ötesi felsefi bir kalıpta sunmaz. Bu tür bir sunuş insan kalbini uyaramayan, onu etkilemeyen, ona bir mesaj veremeyen donuk ve içeriksiz bir sunuştur... Bu Kur'an, ilahlık ve kulluk problemini evrenin sahnelerinden oluşan gerçekçi etkenler ve etkileyici mesajlar alanında ele alır. Yaratılış evrelerinde, fıtratın derinliklerinde insanın kavrama yeteneğinin algılayacağı son derece açık alanlarda irdeler. Hem de kendine özgü bir güzellik, bir görkem, bir ahenk içinde...
Yüce Allah'ın gücünün ve nimetlerinin sergilendiği bu görkemli ve uçsuz bucaksız sahnede, harikalar yaratan sanat fırçası nimetlerin insanlara veriliş gayesine uygun çizgiler çizmektedir: Önce gökler ve yer çiziliyor. Ardından gökten inen su ve bu su sayesinde yerden biten meyvalar ve bitkiler çiziliyor. Sonra bu fırça yeni bir çizgi, yeni bir manzara eklemek için tekrar gök tablosuna dönüyor. Güneş ve ayı çiziyor, onları ekliyor tabloya... Yer tablosunda çizilen son manzara ise, güneş ve ayla bağlantılı bir manzaradır. Gece ve gündüz.. En sonunda gökler ve yeri kapsayan bir çizgi çiziliyor. Bu çizgi bütün sayfayı renklendirmeye gölgelendirmeye yetiyor:
"O size kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olursanız, onları bitiremezsiniz."
Hiç kuşkusuz bu bir mucizedir. Fırçanın çizdiği bütün dokunuşlar, bütün çizgiler, bütün renkler ve gölgeler olağanüstü bir ahenk oluşturmaktadır. Bütün bunlar insanın emrine mi verilmiştir? Bu dehşet verici evren bütünüyle insan denen şu küçücük yaratığın hizmetine mi sunulmuştur? Su indiren gökler, bu suyu emen toprak ve ikisinin arasında biten meyveler. Allah'ın emri ile insanın hizmetine verilen gemilerin yüzdüğü deniz, şaşırmadan, sağa sola sapmadan kendileri için belirlenen yörüngede dönen güneş ve ay, birbirini izleyen gece ve gündüz... Bütün bunlar insan için mi yaratılmışlardır? Buna rağmen insan Allah'a şükretmiyor mu? Onu anmıyor mu?
"Kuşkusuz insan çok zalim ve son derece nankördür." "O Allah ki, gökleri ve yeri yarattı."
Bundan sonra Allah'a birtakım ortaklar mı koşuyorlar? Bu kadar zalimce bir değerlendirme olabilir mi? Göklerde ve yerde Allah'ın yarattıklarından birine ibadet etmekle ne büyük zulüm işliyorlar?
"Gökten su indirerek onun aracılığı ile size rızık olarak çeşitli meyvalar ortaya çıkardı."
Ziraat, rızkın başlangıcıdır, gözle görülen nimetin kaynağıdır. Yağmurun yağması ile bitkilerin yeşermesi, yüce Allah'ın şu evrenin yaratılışına dayanak yaptığı kanun uyarınca gerçekleşmektedir. Yağmurun yağması, bitkinin yeşermesi, çeşitli meyvelerin ortaya çıkması ve bütün bunların insanın yararına sunulması evrensel yasa uyarınca meydana gelmektedir. Bir tek çekirdeğin yeşermesi için tüm evrene egemen olan bir güce ihtiyaç vardır. Bu çekirdeğin yeşermesi ve boy salması için gerekli olan toprak, su, ışık ve hava gibi hayat unsurlarını, tabiat güçlerini ve enerji kaynaklarını devreye sokması için böyle bir güç gereklidir. İnsanlar "rızık" kelimesini duyduklarında mal kazanma olayından başka bir şey gelmez akıllarına. Oysa "rızık" kelimesinin anlamı bundan daha geniş ve daha derindir. İnsan denen varlığın şu evren içinde elde ettiği en az bir rızık bile, evrenin yapısında yeralan tabii güçlerin, birbiriyle uyum oluşturan yüzbinlerce elementin uyumunu kapsayan evrensel yasa uyarınca harekete geçmesini gerektirmektedir. Şayet saydığımız bu olgular olmasa, daha baştan evrenin varlığı sözkonusu olamazdı. Varlığından sonra da hayat ve süreklilik mümkün olmazdı. Bir insanın bu ayetlerde, insanın hizmetine verildikleri vurgulanan tabiat kuvvetlerini ve gök cisimlerini gereği gibi düşünmesi, kendisinin nasıl yüce Allah'ın gücünün güvencesinde, O'nun himayesinde olduğunu kavraması için yeterlidir.
"O'nun buyruğu ile denizde yüzen gemiyi yararınıza sundu."
Denizlere gemiyi su yüzünde yürütecek özellikler vermekle, insanlara da eşyalara egemen olan tabiat kanunlarını kavrayacak özellikler bahşetmekle... Bütün bunlar Allah'ın izni ile insanın hizmetine verilmiştir.
"Nehirleri yararınıza sundu."
Aktığında hayattır akan. Coştuğunda bolluk ve iyilik saçar etrafa. İçinde balıklar, taze otlar ve birçok iyilikler taşır. Bütün bunlar bizzat insanlar ya da insanlara hizmet eden kuşlar ve hayvanlar içindir.
"Sürekli biçimde yörüngelerinde dönen güneşi ve ayı yararınıza sundu." İnsanlar sular, denizler, gemiler ve nehirlerden yararlandıkları gibi doğrudan doğruya bunlardan yararlanamıyorlar. Fakat onların etkisiyle meydana gelen şeylerden yararlanıyorlar. Hayat için gerekli olan maddeleri ve enerjileri ediniyorlar. Güneş ve ay evrensel ilahi yasa uyarınca insanın hayatı ve geçimi, vücudundaki hücrenin oluşumu ve yenilenmesi için gerekli olan maddeleri içermeleri bakımından insanın yararına sunulmuşlardır.
" Gece ile gündüzü yararınıza sundu."
Bunları da aynı şekilde insanın ihtiyacına ve yapısına göre ve çalışma ve dinlenmesine uygun şekilde insanın hizmetine sundu. Şayet sürekli gündüz ya da sürekli gece olsaydı, insanın çevresinin bozulması bir yana, vücudundaki organlar da bozulurdu. Yaşaması, çalışması, üretkenliği zorlaşırdı.
Bunlar sadece engin nimetler sahnesinde yer alan ana çizgilerdir. Öte yanda bu çizgilerin her birinde sayılmayacak noktalar vardır. Bu yüzden sergilenen tabloya ve evrensel havaya uygun düşecek şekilde genel olarak şu ifade yer alıyor:
"O size kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi verdi."
Mal, soy, sağlık, süs ve zevk verdi.
"Eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olursanız, onları bitiremezsiniz."
Bu nimetler o kadar çoktur ki, insanların bir kısmı, hatta tümü sayıp bitiremez. Çünkü bütün insanlar iki zaman çizgisi ile sınırlıdırlar: Başlangıç ve son. Ayrıca zaman ve mekan sınırlarına bağlı bilgi sınırı ile de kuşatılmışlardır. Allah'ın verdiği nimetler ise çok olmakla beraber sınırsızdırlar. Bu yüzden insanın kavrama yeteneği bu nimetleri tümü ile algılayamaz.
Bütün bunlara rağmen, insanlar, Allah'a eşler koşuyorlar, yine de Allah'ın nimetlerine karşılık şükretmiyorlar, bu nimetleri küfürle karşılıyorlar.
"Kuşkusuz insan çok zalim ve son derece nankördür."

ÖRNEK BİR İNSAN HZ. İBRAHİM

İnsanın vicdanı uyandığı, çevresindeki evreni seyrettiği zaman. Bu evrenin ya doğrudan doğruya ya da insan hayatının ve ihtiyaçlarının gerektirdiği şekilde evrensel yasa uyarınca kendi yararına sunulduğunu gördüğü zaman... Çevresindeki varlıklara bakıp onların Allah'ın rahmeti sayesinde kendisine arkadaş olduklarını, Allah'ın gücü sayesinde kendisine yardımcı olduklarını, yüce Allah'ın emri ile hizmetinde olduklarını gördüğü zaman... İnsanın vicdanı uyanıp evreni seyrettiği, gördükleri şeyleri iyice düşünüp, incelediği zaman... ister istemez titreyecek, ürperecek, secdeye kapanıp Allah'a şükredecektir. Sürekli kendisine bu nimetleri veren Rabbini düşünecektir. Sıkıntıya düştüğü zaman bunu genişliğe, huzura çevirmesi, bollukta olduğu zaman da kendisine verdiği nimetleri kalıcı kılması için yalvaracaktır.
Her zaman Allah'ı anan, O'na şükreden, insanın mükemmel örneği, peygamberlerin babası Hz. İbrahim'dir... Nitekim onun bu özelliği sureye de yansımıştır. Tıpkı sureye yansıyan nimet ve nimete karşılık sergilenen şükür ve nankörlük tavırları gibi... Bu yüzden surenin akışı Hz. İbrahim'i -selâm üzerine olsun- insanı ürperten bir sahnede canlandırıyor. Bu sahneye şükür havası egemendir. Sahneden yakarış sesleri yükselmektedir. Son derece içli, göğe doğru yükselen, dalgalanan bir nağme halinde Allah'a yapılan dua sesleri yankılanmaktadır:



35- Hani İbrahim dedi ki; "Ey Rabbim, bu beldeyi güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan uzak tut. "


36- "Ey Rabbim, o putlar çoğu insanı yoldan çıkardı. Bundan böyle kim bana uyarsa bendendir, kim bana karşı çıkarsa, hiç kuşkusuz sen bağışlayıcısın, merhametlisin. "


37- "Ey Rabbimiz, ben âilemin bir bölümünü senin dokunulmaz evinin, Kâbe'nin yanıbaşında ki bitkisiz, kıraç bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz, bunu namazı kılsınlar diye böyle yaptım. Buna göre insanlardan bir bölümünün gönüllerinde onlara karşı özlem uyandır ve onlara rızık olarak çeşitli meyvalar bağışla, umulur ki sana şükrederler. "


38- "Ey Rabbimiz, sen bizim gizlediğimiz ve açığa vurduğumuz her şeyi bilirsin. " Çünkü yerdeki ve gökteki hiçbir şey Allah'dan gizlenemez.


39- "Hayli ilerlemiş yaşıma rağmen, İsmail ile İshak'ı bana evlât olarak bağışlayan Allah'a hamdolsun. Hiç şüphesiz benim Rabbim duaları işitip kabul edendir. "

Ayetler Hz. İbrahim'i, Kureyş'in yaşamakta olduğu şehirde, kendisinin kurduğu Allah'ın evinin yanında canlandırmaktadır. Hz. İbrahim -selâm üzerine olsun- Allah'a kulluk edilen bir yer olması için kurulan eve sırtını dayamış Allah'ı düşünmektedir. Ayetler, inatçıları itirafa, nankör kâfirleri şükretmeye, Allah'ın nimetlerini görmezlikten gelenleri, nimetleri anmaya, ona uyup yollarını bulurlar diye onun çocuklarından yoldan sapmışları babalarının hayat çizgisine uymaya zorlamak için Hz. İbrahim'i; yakarış havası egemen olan insana ürperti veren, Allah'ı anma ve şükür sesleri yükselen bir sahnede canlandırmaktadır.
... Ve İbrahim duasına başlıyor:
"Ey Rabbim, bu beldeyi güvenli kıl."
Güvenlik nimeti, insan için vazgeçilmez bir nimettir. İnsanın duyguları üzerinde büyük etkisi vardır bu nimetin. İnsanın kendisine düşkünlüğü ile ilgilidir güvenlik... Ayetlerin akışı bu nimeti şu anda bu beldede ikamet edenleri uyarmak için dile getirmektedir. Çünkü onlar bu nimetten yararlandıkları halde şükretmiyorlar. Oysa yüce Allah ataları ibrahim'in duasını kabul etmiş ve bu şehri güvenli kılmıştı. Ama onlar İbrahim'in yolundan başkasına uydular, nimeti inkâr ettiler, Allah'a eşler koştular, Allah'ın yoluna engel oldular. Bu şehrin güvenli kılınmasına ilişkin duanın ardından ataları İbrahim şu duayı etmektedir:
"Beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan uzak tut."
Hz. İbrahim'in ikinci isteğinde, Rabbine kesin teslimiyeti, gönlünün en özel duygularında ona sığınışı göze çarpmaktadır. Hz. İbrahim, hem kendisini hem de çocuklarını putlara kulluk yapmaktan uzak tutması için Allah'a yalvarmaktadır. Ondan yardım istemekte, kendisine doğru yolu göstermesini istemektedir. Ayrıca bunun da yüce Allah'ın nimetlerinden biri olduğunu vurgulamaktadır. Hiç kuşkusuz kalbin, şirk ve cahilliğin karanlıklarından iman ve tevhidin aydınlığına çıkması bir nimettir. Bataklıktan, şaşkınlıktan, sapıklık ve başıboşluktan bilgiye, güvenliğe, istikrar ve huzura kavuşması bir nimettir... İnsanın onurunu kaybetmek suretiyle değişik rabblere boyun eğmekten, onurlu ve saygın bir şekilde kulların Rabbine boyun eğme derecesine yükselmesi bir nimettir... Hiç kuşkusuz bu, Hz. İbrahim'in Rabbinden koruyup kalıcı kılmasını, kendisini ve çocuklarını putlara ibadet etmekten uzak tutmasını istediği bir nimettir.
Hz. İbrahim, gerek kendi döneminde, gerekse kendisinden önceki nesiller arasında birçok insanın bu putlar yüzünden saptığını gördüğü bunlara kanıp yoldan çıkanların, fitneye kapılanların çoğunlukta olduğunu bildiği için bu duayı ediyor...
"Ey Rabbim, o putlar çoğu insanı yoldan çıkardı."
Sonra duaya devam ediyor... Benim yolumu izleyen, ondan ayrılmayan bendendir. Bana bağlanmış en büyük bağ etrafında, inanç bağı etrafında benimle birleşmiştir.
"Bundan böyle kim bana uyarsa bendendir."
Ama onlardan bana karşı gelenin durumunu da sana havale ediyorum.
"Kim bana karşı çıkarsa, hiç kuşkusuz sen bağışlayıcısın, merhametlisin."
Burada son derece şefkatli, merhametli, yufka yürekli ve yumuşak olan Hz. İbrahim'in karakteri kendini gösteriyor. Soyundan gelip de kendisine karşı çıkan ve yolundan ayrılanların yokolmasını, hemen azaba uğratılmalarını istemiyor. Hatta azabın sözünü bile etmiyor. Onların durumunu yüce Allah'ın bağışlamasına, merhametine bırakıyor. Böylece sahnenin havasına bağışlama ve merhamet gölgeleri egemen oluyor. Bu gölgelerin etkisi ile isyan gölgesi ortadan kayboluyor. Son derece merhametli ve yumuşak olan Hz. İbrahim bu durumun sahneye yansımasını istemiyor.
Hz. İbrahim bazı çocuklarını Allah'ın saygın evinin yanında bulunan bu verimsiz vadiye yerleştirdiğini belirterek duasına devam ediyor. Onları bu verimsiz ve çorak vadiye hangi görevi yerine getirmeleri için yerleştirdiğini de belirtiyor:
"Ey Rabbimiz, ben ailemin bir bölümünü senin dokunulmaz evinin Kâbe'nin yanıbaşında ki bitkisiz, kıraç bir vadiye yerleştirdim."
Niçin?
"Ey Rabbimiz namazı kılsınlar diye."
İşte bunun için çocuklarını oraya yerleştirmiştir İbrahim. Onlar da bu görevi yerine getirmek için katlanıyorlar bu kıraç vadiye, bu yoksulluğa.
"Buna göre insanlardan bir bölümünün gönüllerinde onlara karşı özlem uyandır."
İfadede bir incelik, bu titreşim, sezilmektedir. Bu eve yönelen ve ailesini bu bitkisiz vadiye yerleştiren bir kalbin titreyişini, çırpınışını tasvir etmektedir. Öylesine yumuşak, öylesine içli bir ifadedir ki, bu kalplerin inceliği, duygusallığı ile çorak vadiyi yumuşatmakta, verimlileştirmektedir adeta.
"Ve onlara rızık olarak çeşitli meyvalar bağışla."
Her taraftan onlara doğru uçuşan gönüller aracılığı ile... Niçin? Yemeleri, içmeleri, eğlenmeleri için mi? Evet! .. Ama bundan dolayı her zaman Allah'a şükreden İbrahim'in isteği yerine gelsin diye.
"Umulur ki sana şükrederler."
Böylece ayet, Allah'ın dokunulmaz evinin, Kâbe'nin çevresinde yerleştiril: melerinin hedefini vurgulamış oluyor. Kurallarına uygun olarak, eksiksiz bir şekilde Allah için namaz kılmak. Aynı şekilde gönüllerin Allah'ın evinin çevresinde yaşayanlara doğru kaymaları ve onları yeryüzünde biten çeşitli meyvelerle rızıklandırmaları amacı ile edilen duanın hedefi de açıklanmış oluyor; kullarına çeşitli rızıklar bağışlayan, onlara sayısız nimetler veren Allah'a şükretmek...
Bu duanın ışığında Allah'ın evinin komşuları durumunda olan Kureyşliler'in konumlarının farklılığı olanca netliği ile ortaya çıkıyor. Çünkü Allah için namaz kılınmıyor, Hz. İbrahim'in duasının kabul olunmasına ve her yönden insanların kalpleri ve çeşitli meyvalar onlara doğru akmasına rağmen Allah'a şükredilmiyor.
Hz. İbrahim, namaz kılsınlar ve Allah'a şükretsinler diye O'nun dokunulmaz evinin çevresinde ikamet eden soyu için, O'na dua etmeye devam ediyor. Yüce Allah'ın onların kalbinde yereden niyetleri, şükür ve duaları bildiğini vurgulayarak duayı sürdürüyor. Hiç kuşkusuz amaç (Kureyşli müşriklerin yaptığı) toplu gösteri yapmak, bağırıp çağırmak, el çırpmak ve ıslık çalmak değildir. Gizli açık her şeyi bilen, yerde ve gökte kendisinden hiçbir şey saklı bulunmayan yüce Allah'a kalbin yönelmesidir kastedilen.
"Ey Rabbimiz, sen bizim gizlediğimiz ve açığa vurduğumuz her şeyi bilirsin. Çünkü yerdeki ve gökteki hiçbir şey Allah'dan gizlenemez."
Hz. İbrahim yüce Allah'ın daha önce verdiği nimetleri anıyor; kendisine verilen nimeti anan ve buna karşılık şükreden her salih kul gibi hamd ve şükür sözcükleri dökülüyor dilinden:
"Hayli ilerlemiş yaşıma rağmen İsmail ile İshak'ı bana evlât olârak bağışlayan Allah'a hamdolsun. Hiç şüphesiz benim Rabbim duaları işitip kabul edendir.
Yaşlılık döneminde insana evlât bahşedilmiş olması büyük etki bırakır insanda. Çünkü evlât sürekliliktir. İnsanın sonunun yaklaştığını hissettiği ve fıtri bir ihtiyaç olarak soyunun devam etmesini istediği bir sırada evlât bağışı ne büyük nimettir. İbrahim de Allah'a hamdediyor, O'nun rahmetini umuyor!
"Hiç şüphesiz benim Rabbim duaları işitip kabul edendir."
Allah'a şükrettikten sonra kendisini sürekli şükreden bir kul kılmàsı için Allah'a dua ediyor. İbadet etmek suretiyle şükreden bir kul kılmasını istiyor. Bununla ibadet etmedeki kararlılığını, hiçbir engelin onun ibadetine engel olamayacağını, hiçbir şeyin onu ibadet etmekten alıkoyamayacağını duyurmuş oluyor. Bu arada verdiği kararı yerine getirmesi için Allah'dan yardım istiyor, duasının kabul olmasını diliyor:



40- Ey Rabbim, beni ve soyumdan gelenlerin bir bölümünü namaz kılanlardan eyle. Ey Rabbimiz, duamı kabul eyle.


41- Ey Rabbimiz, hesaba durulacağı günde beni, ana-babamı ve tüm mü'minleri affeyle.

Bu duanın ışığında bir kez daha Kâbe'nin komşuları durumunda olan Kureyşliler'in farklı bir tutum sergiledikleri ortaya çıkıyor. İşte İbrahim namaz kılmak için Allah'ın yardımını istiyor, bunda başarılı olması için Allah'a dua ediyor. Onlar ise, bundan kaçınıyor, yüz çeviriyorlar. Kendilerine Hz. İbrahim'in hem kendisine, hem de kendisinden sonra çocuklarına yardım etmesi için yaptığı duayı hatırlatan peygamberi yalanlıyorlar.
Hz. İbrahim, insanı ürperten yakarışlarla dolu duasını bir istekle bitiriyor. İnsana amelinden başka hiçbir şeyin fayda vermediği hesaplaşma gününde kendisini, anne-babasını ve tüm mü'minleri bağışlamasını istiyor. Kusurlarını affetmesini diliyor:
"Ey Rabbimiz, hesaba durulacağı günde beni, ana-babamı ve tüm mü'minleri affeyle."
Ve bu uzun sahne de son buluyor. İnsanı ürperten yakarışlarla dolu dua sahnesi... Sayısız nimetler ve onlara karşılık şükretme sahnesi... Yankılanan, dalgalanan müzikal bir ahenkle son buluyor. Çevreye sürekli ve latif bir gölge yaydıktan sonra son buluyor. Bu ortamda gönüller Allah'a doğru kanat çırpıyor. O'nun sayısız nimetlerini anıyorlar. Burada peygamberlerin babası Hz. İbrahim, Allah'ın nimetlerini anan ve onlara karşılık Allah'a şükreden salih bir kul tipini canlandırıyor. Bu duadan önce kendilerine hitap edilen Allah'ın kulları da böyle olmalıdırlar.
Burada Hz. İbrahim'in huşu ve yakarmalarla dolu duasının her bölümünde "Rabbimiz" ya da "Rabbim" sözcüğünü tekrarlayışına değinmeden geçemeyeceğiz. Çünkü onun sözleri ile yüce Allah'ın hem kendisinin, hem de kendisinden sonra çocuklarının Rabbi olduğunu ifade etmesi özel bir anlam taşımaktadır... Hz. İbrahim, yüce Allah'ı ilahlık sıfatı ile değil de Rabblık sıfatı ile anıyor. Çünkü Allah'ın ilahlığı, cahiliye toplumlarında -özellikle Arap cahiliyesinde- pek fazla tartışma konusu edilmezdi. Sürekli tartışma konusu olan Rabblik meselesidir. Dünya hayatında kime itaat edileceği, kime boyun eğileceği, yani kime kulluk edileceği meselesidir. Bu mesele insan hayatında büyük etkisi olan pratik ve reel bir meseledir. Bu aynı zamanda realite dünyasında İslâm ile cahiliye, tevhid ile şirk arasında bir yol ayrımıdır. Buna göre insanlar ya Allah'a boyun eğecekler, o zaman Rabbleri Allah olacaktır, ya da başkasına boyun eğecekler, o zaman da Rabbleri başkası olacaktır. Tevhid ile şirk, İslâm ile cahiliye arasında pratik hayattaki yolların ayrılış noktası burasıdır. İşte Kur'an Arap müşriklerine ataları İbrahim'in Rabblık meselesi ağırlıklı duasını sunarken, bu duanın anlamı ile açıkça çeliştiklerine, ona muhalefet ettiklerine dikkatlerini çekiyordu.

ÇARESİZ İNSANLARIN YAKARIŞLARI

"Allah'ın nimetini teperek yerine kâfirliği seçen ve milletlerini helak yurduna sürükleyenler"den söz edilen bölüm tamamlanıyor. Onlar halâ zulümlerine davam ediyorlar ve henüz azaba uğramış değiller. Hz. Peygamber onlara "Dünya nimetlerinden elinizden geldiği kadar yararlanın bakalım, çünkü sonunda varacağınız yer cehennem ateşidir" demekle emrolunmuştu. Bu arada Allah'ın mü'min kulları ile ilgilenip "ne alışverişin, ne de dostluğun geçerli olmadığı gün gelmeden önce" namaz kılmalarını, gizli-açık Allah yolunda ihtiyaç sahiplerine Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği şeylerden dağıtmalarını emretmesi istenmişti.
Bölüm, Allah'ın nimetlerini inkâr eden kâfirler için hazırlanan sonucu vurgulamak ve bu kaçınılmaz akıbete ne zaman uğrayacaklarını bildirmekle tamamlanıyor. Bunu da birbirini izleyen bir dizi kıyamet sahnesinde sunuyor. Dizleri ve kalpleri titreten sahnelerdir bunlar.



42- Sakın, Allah'ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Yalnız . onlarla hesaplaşmayı gözlerin şaşkınlıktan donakalacağı bir güne erteliyor.


43- O gün onlar havaya dikilmiş başları ile, hiçbir tarafa bakamayan donuk gözleri ile duyarlıktan yoksun, bomboş gönülleri ile hızlı hızlı koşarlar.

Hiç kuşkusuz Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- yüce Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanmıyordu. Ne var ki, zalimlerin dünya nimetlerinden yararlanıp eğlendiklerini gören, buna karşılık yüce Allah'ın onlara yönelik tehdidini de duyup bunun dünya hayatında gerçekleşmediğini gören bazı kimseler böyle sanmaktadır. Bu ifade onların son yakalanışları için belirlenen süreyi bildirmektedir. O süre dolduğu zaman artık mühlet tanımak sözkonusu değildir. Kimse yakasını kurtaramaz. Öylesine çetin bir günde hesaba çekilecekler ki, o günün korku ve dehşetinden gözler donakalacaktır. Şaşkınlıktan, faltaşı gibi açılıp, öyle bakakalacaktır gözler. Korkudan sağa sola bakmayacak, hareket etmeyecektir. Sonra ayet panik halindeki kavmi bir sahnede canlandırıyor... Hiçbir şeye bakmadan, hiçbir şeyle ilgilenmeden koşup duruyorlar bu sahnede. Başları yukarıya doğru dikilmiştir, ama isteyerek değil. Adeta yukarıya bağlanmıştır başları ve hareket ettiremiyorlar. Bakışları korkudan seyrettikleri şeye dikilmiş kalmıştır, ne gözlerini kapatabiliyorlar, ne de başlarını başka bir yana çevirebiliyorlar. Kalpleri korkudan hiçbir şey duymuyor, hiçbir şey algılayacak, tutacak veya hatırlayacak durumda değildir. Bomboştur kalpleri...
Yüce Allah'ın onları ertelediği gün bu gündür işte. Bu halde olacaklar ve bu zorluklara katlanacaklar. İşte bu durum dört kelimede tasvir edilmektedir. Korkunç bir atmacanın pençesindeki küçücük bir kuş gibi ne olup bittiğini anlamadan yakalanıp götürülüyorlar.
"Yalnız onlarla hesaplaşmayı gözlerin şaşkınlıktan donakalacağı bir güne erteliyor."
"O gün onlar havaya dikilmiş başları ile, hiçbir tarafa bakamayan donuk gözleri ile duyarlıktan yoksun, bomboş gönülleri ile hızlı hızlı koşarlar."
Zincirden boşanırcasına koşmak, donakalmış, çaresiz ve yukarıya mıhlanmış bakışlar, bunun yanında hiçbir şey anlamayan, kavramayan korkudan çırpınan, boş kalpler... Bütün bunlar gözlerin dona kalacağı o günde yaşanacak korkuya işaret etmektedirler.
Yüce Allah onları işte bugüne ertelemektedir. Kendilerine biraz mühlet tanıdıktan sonra, onları bekleyen akıbet budur. O halde mazeret bildirmenin, kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığı gün gelmeden önce insanları uyar. Burada bekleyen o korkunç günün bir diğer sahnesi canlandırılıyor:



44- İnsanları, azapla yüzyüze gelecekleri gün konusunda uyar. O gün zalimler "Ey Rabbimiz, bizimle hesaplaşmayı yakın bir sürenin sonuna ertele de senin çağrına olumlu cevap verip, peygamberlere uyalım" derler. "Peki, vaktiyle sürekli yaşayacağınıza, hiç ölmeyeceğinize yemin edenler sizler değil miydiniz?"


45- Oysa daha önce kendilerine zulmetmiş olanların yurtlarında yaşadınız, onlara ne yaptığınızı açıkça öğrendiniz, size bu konuda çeşitß örnekler anlattık. "

Onları az önce değindiğimiz azapla karşılaşacakları konusunda uyar. O gün zalimler Allah'a yalvararak şöyle diyecekler:
"Ey Rabbimiz."
Şimdi Rabbimiz diyorlar. Oysa daha önce onu inkâr ediyor, O'na birtakım eşler koşuyorlardı.
"Bizimle hesaplaşmayı yakın bir sürenin sonuna ertele de senin çağrına olumlu cevap verip, peygamberlere uyalım."
Burada ayetlerin akışı üçüncü şahısın, ikinci şahsa yönelik hitap tarzına dönüşüyor. Sanki onlar ayakta dikilmiş bir şeyler istiyorlar. Ve sanki dünya, içindekilerle birlikte dürülmüş de biz şu anda ahiretteyiz gibi. Bakın işte hitap yüceler aleminden, doğrudan doğruya onlara yöneliyor. Dünya hayatında kaçırdıkları fırsattan dolayı onları azarlıyor, kınıyor, ne yapmış olduklarını hatırlatıyor.
"Vaktiyle sürekli yaşayacağınıza, hiç ölmeyeceğinize yemin edenler sizler değil miydiniz?"
Şimdi ne görüyorsunuz? Sonunuz geldi mi gelmedi mi? Siz bu sözünüzü söylediğinizde zalimler ve onların kaçınılmaz akıbeti için apaçık bir örnek niteliğinde olan geçmiş milletlerin izleri de gözleriniz önündeydi.
"Oysa daha önce kendilerine zulmetmiş olanların yurtlarında yaşadınız, onlara ne yaptığımızı açıkça öğrendiniz, size bu konuda çeşitli örnekler anlattık."
Zalimlerin yurtlarını terkedilmiş vaziyette görmenize ve kendinizin de onların yerinde yaşadığınızı bilmenize rağmen, "Sürekli yaşayacağınıza, hiç ölmeyeceğinize" yemin etmenizdir garipsenen...
Bu azarlama ile birlikte sahne bitiyor. Ne olduklarını anlıyoruz artık. Dua ve yakarıştan sonra neler olup bittiğini kavrıyoruz.
Bu örnek günlük hayatta sürekli yenilenen ve her zaman yaşanabilen bir örnektir. Kendilerinden önce helak olmuş tağutların yerine kurulmuş ve belki de kendi elleri ile yok ettikleri bu tağutların yurtlarına yerleşmiş nice tağutlar vardır ki, buna rağmen azgınlaşır, zorbalık yaparlar. Önceki tağutları adım adım izlerler. Yaşadıkları yerlerdeki tarihi izler ve geçmişlere ilişkin tarihsel olaylar, her an gözlemlenebilen akıbetleri bunların vicdanlarını titretemez. Ama onlar da öncekilerin kötü sonlarına uğruyorlar, onlara katılıyorlar. Bir süre sonra onların da yurtları boş kalıyor.

İĞRENÇ KOMPLOLAR

Ayetlerin akışı o sahnenin perdesini indirdikten sonra, şu anki yaşayışlarına dikkat çekiyor, peygamber ve mü'minlere ne iğrenç komplolar düzenlediklerine, hayatın her alanında ne tür kötülükler tasarladıklarına değiniyor. Komploları ve hesapları ne kadar güçlü olursa olsun, onların da bu akıbete uğrayacaklarını vurgulayarak etrafa korku saçıyor:



46- Onlar kuracakları tuzağı kurdular. Fakat tuzakları dağları yerlerinden oynatabilecek nitelikte olsa bile, Allah'ın denetimi altındadır.

Onlar ve tuzakları yüce Allah'ın denetimi altındadır. Tuzakları güç ve etkinlik bakımından dağları yerinden oynatacak nitelikte olsa bile. Çünkü dağ en ağır ve en katı bir kütledir. Hareket etmesi, yerinden oynaması tasavvur bile edilmez. Tuzakları bu denli güçlü olsa bile, Allah tarafından bilinmiyor değildir, ona gizli olması, gücünün kontrolünden uzak olması mümkün değildir. Aksine bu tuzak onun kontrolünde gelişmektedir, ona karşı dilediğini yapabilir:

47- Sakın Allah'ın, peygamberlerine yönelik vaadinden cayacağını sanma. Hiç kuşkusuz Allah üstün iradeli ve öç alıcıdır.
Alıntı ile Cevapla