Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 12:38   Mesaj No:2

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Rad Suresi Tefsiri

17- Allah, gökten su indirdi ve yataklarının kapasitesi ile ölçülü büyüklükte dereler akıttı. Akan sel, yüzeyinde köpük taşır. Süs ya da kullanım eşyası yapmak amacı ile ateşte erittiğiniz madenlerin de buna benzer köpükleri, cürufları vardır. Allah, hak ile batılı bu örnek aracılığı ile anlatır. Köpük, havaya uçup gider; fakat insanlara yarar sağlayan kısım yerde kalır. İşte Allah, böylesine örnekler verir.

Gökten vadilere kadar dolup taşacak suyun indirilmesi, geçen sahneye egemen olan şimşekli, gök gürlemeli ve bulutlu havayla uyum oluşturmaktadır. Bu aynı zamanda evrensel sahneyi de bütünlemektedir. Zaten surenin ele aldığı sorunlar, içerdiği konular bu evrensel atmosferde geçmektedir. Aynı şekilde bu da tek ve her zaman üstün gelen yüce Allah'ın gücüne tanıklık etmektedir. Derelerin bir ölçü içinde, hesaplı, programlı, kapasiteleri ve ihtiyaçları kadar su akıtmaları yüce yaratıcının her şeyi kapsayan planlamasını ve takdirini gözler önüne sermektedir. Bu da surenin ele aldığı sorunlardan biridir. Bu ve o, sadece yüce Allah'ın niteliğindedir. Bu örnek insanların her zaman için gördükleri ama dikkat etmeden geçip gittikleri bizzat kendi hayatlarından bir örnektir.
Su gökten iner ve derelerde akar. Yolunda birikmiş çerçöpleri önüne katıp götürür. Böylece suyun üzerinde bir köpük tabakası oluşur. Zaman zaman bu köpük suyun üzerini tamamen kapatır. Yumuşak, beyaz ve kabarık bir köpüktür bu. Ne var ki, aslında çerçöpten oluşmaktadır. Ama bu köpüğün altında su, sessiz sedasız akıp gitmektedir. Bu sudur, iyilik ve hayat kaynağı... Tıpkı süs eşyası ya da hayat için gerekli olan kap kacak ve araç gereç yapmak için eritilen altın, gümüş, demir ve kurşun madenleri gibidir. Bu madenler eritilirken, üzerlerinde bir tortu oluşur. Bu tortu asıl madeni tamamen örter. Ama tortudur bu, az sonra gidecek geride saf maden kalacaktır.
Hayat sahnesindeki hak ile batılın durumu da tıpkı bunun gibidir. Batıl her tarafı kaplar, üstün görünüp kabardıkça kabarabilir. Gelişip her tarafı sarabilir. Ama köpükten ya da tortudan başka bir şey değildir. Çok geçmeden bir gerçekliği olmadığı, kalıcı bir şey olmadığı ortaya çıkacaktır. Ama hak, hep sessiz ve sakindir. Hatta kimi zaman bazıları hakkın köşesine çekildiğini, bozulduğunu, kaybolduğunu, hatta ölüp gittiğini sanabilir. Fakat hak, hayat kaynağı olan su gibi, saf maden gibi yeryüzünde insanların yararı için hep varlığını sürdürecektir. "İşte Allah böylesine örnek verir." Davaların , düşüncelerin, söz ve davranışların mahiyetini doğuracağı sonuçları bu şekilde belirler. O bir ve her şeyden üstün olan, karşı konulmaz bir güce sahip yüce Allah'dır. O'dur evrenin ve hayatın gidişini planlayan; görüleni ve görülmeyeni, hak ve batılı, kalıcı olanı, geçici olanı bilendir.
Allah'ın çağrısına olumlu karşılık veren kimse en güzel şekilde ödüllendirilir. O'nun çağrısına olumlu karşılık vermeyenler ise, ödleri patlatan bir korkuyu hakederler. Her biri dünya dolusu mala, bir o kadar daha mala sahip olup, bunları vererek bu korkudan kurtulmayı ister. Ama bundan kurtulmaları mümkün değildir. Bu tutum yaptıkları yanlış hesaptan kaynaklanmaktadır. Bu yüzden onların yatakları cehennemdir. Ne kötü yataktır bu!

18- Rabblerinin çağrısına olumlu cevap verenlere karşılıkların en güzeli verilir. O'nun çağrısına olumlu karşılık vermeyenlere gelince, eğer dünyada bulunan her şey, bir kat fazlası ile ellerinde olsa, bütün bunları kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. Böylelerini kötü bir hesaplaşma işlemi bekliyor, varacakları yer cehennemdir; orası ne fena bir barınaktır!

Allah'ın çağrısına olumlu karşılık verenler ile, olumsuz karşılık verenler birlikte anılıyorlar. Güzel ödül de kötü azaba ve en kötü yatak olan cehenneme karşılık olarak yer alıyor... Surenin metodu ve değişmeyen ifade yöntemi bunu gerektiriyor çünkü.
Surenin birinci bölümünde, evrenin ufuklarından, bilinmez gaybın derinliklerinden ve insan ruhunun kuytu köşelerinden sunduğu dehşet verici sahnelerden sonra, ikinci bölüm, vahiy ve peygamberlik, Allah'ın birliği ve sahte tanrıları anlatan konuları ile mucize bekleme ve tehditlerin çabucak yerine getirilmesini isteme sorunları etrafında ince, yumuşak, tasvirli, insan ruhuna ve aklına yönelik fırça darbeleri ile başlıyor. Bu da surenin genelde ele aldığı sorunları irdeleme amacı ile çıkılan yeni bir gezintidir.
Bu gezinti imanın ve küfrün tabiatına yönelik bir dokunuşla başlıyor. Buna göre iman bilgi, küfür ise körlüktür. Bu dokunuşla birlikte mü'minlerle kâfirlerin tabiatları ve her iki grubun ayırıcı özellikleri de belirginleşiyor. Bunu, kıyamet sahnelerinden biri izliyor. Bu sahnede birinciler mutluluk içinde yaşarken, sonrakiler azap içinde kıvranıyor. Bu arada rızkın genişletilip daraltılmasına, her iki durumun da yüce Allah'ın iradesine bağlanmasına değiniliyor. Allah'ı anmakla huzur bulan gönüllerle çıkılan bir gezinti anlatılıyor. Sonra nerdeyse dağları yürütecek, yeri yaracak, ölüleri konuşturacak Kur'an'ın bir niteliğine değiniliyor. Bunun yanında kâfirlerin başlarına ya da yurtlarının yakınına isabet eden kimi felaketlere değiniliyor. Bu arada sahte tanrılar adına girişilen komik bir tartışma dile getiriliyor. Bir de geçmişlerin akıbetlerine ve yaşadıkları yeryüzünün etrafının gitgide kısaltılmasına değiniliyor. Bütün bu değinmeler peygamberlik kurumunu, bu arada Hz. Peygamberi -salât ve selâm üzerine olsun yalanlayanlara yönelik bir tehditle noktalanıyor. Onların önceden belirlenmiş bir akıbete uğrayacakları vurgulanıyor.
Bu yüzden bakıyoruz ki, surenin ilk bölümünde yer alan ardışık vurgular ve uyarıcı balyozlar, duyguları surenin ikinci bölümünde yer alan konulara ve sorunlara hazırlıyor. Bu sayede duygular ele alınan konuları kavrayacak konuma getiriliyor. Surenin her iki bölümü yek diğerini bütünlemektedir. Her iki bölüm de aynı hedefe yönelik ve aynı sorun etrafındaki mesajlarını ve vurgularını, duygulara doğru akıtmaktadırlar.
Ele alınan ilk sorun vahiy sorunudur. Surenin başlarında bu soruna değinilmişti. Burada ise bir kez daha yepyeni bir üslupla ele alınıyor.



19- Rabbin tarafından sana indirilen mesajın gerçek olduğunu bilen kimse hiç kör ile bir olur mu? Ancak sağduyu sahipleri öğüt alırlar.

Rabbin tarafından sana indirilen kitabın gerçek olduğunu bilenin karşıtı, bunu bilmeyen değildir. Aksine karşıtı `kör'dür bunun. Kalpleri uyarmak ve iki karşıt arasındaki farkı somutlaştırmak için uygulanan eşsiz bir ifade tarzıdır bu. Bu aynı zamanda gerçeğin ifadesidir de. Abartma, olduğundan fazla gösterme ya da saptırma sözkonusu değildir. Çünkü bu büyük ve net gerçeği bilmemenin nedeni, ancak körlük olabilir. Körden başkasına gizli değildir bu gerçek. Bu büyük gerçek karşısında insanlar iki gruba ayrılırlar;
a) görenler, dolayısıyla bilenler, b) körler, dolayısıyla bilmeyenler.
Körlük ise; basiretin kapanması, algılama yeteneğinin körelmesi, kalplerin kilitlenmesi, ruhlardaki bilgi meşalesinin sönmesi ve aydınlığın kaynağından kopması anlamındadır.
"Ancak sağduyu sahipleri öğüt alır."
Kavrama yeteneğine sahip akılları ve kalpleri vardır bunların. Gerçeği anlar ve ibret alırlar. Gerçeğin kanıtlarının farkına varıp düşünürler.
Ve bunlar akıl sahiplerinin sıfatlarıdır.

20- Onlar Allah'a verdikleri sözü tutarlar, anlaşmalarını bozmazlar.

Allah'la yapılan sözleşme geneldir, tüm sözleşmeleri içine alır. Allah'la yapılan anlaşma da öyle... Bütün anlaşmaları kapsayan genel bir anlaşmadır. Bütün sözleşmelerin dayanağı olan en büyük sözleşme, iman sözleşmesidir. Bütün anlaşmaların odak noktası da bu imanın gereklerini yerine getirme anlaşmasıdır.
İman sözleşmesi hem eski hem de yeni bir sözleşmedir. Bu sözleşme, varlık bütününü yönlendiren yasaya bağlıdır. Varlığı meydana getiren iradenin tekliğini, irade sahibi yaratıcının birliğini ve sadece O'nun ibadete layık olduğunu doğrudan doğruya algılayan insan fıtratı kadar eskidir. Bu, aynı zamanda insanoğullarının sırtlarında yeralan zürriyetleri ile yapılan bir anlaşmadır da. Tefsirde benimsediğimiz görüş budur. Sonra bu sözleşme peygamberlerin gelişi ile birlikte yenilenmiştir. Yüce Allah peygamberleri bir iman sözleşmesi gerçekleştirmek için göndermemiştir. Tersine peygamberleri var olan sözleşmeyi yenilemeleri, hatırlatmaları, ayrıntılarını ortaya dökmeleri, salih ameli, insana yaraşır bir hayat tarzı ve sadece eski antlaşmayı gerçekleştiren yüce Allah'a yönelmeyi., birlikte O'nun egemenliğine girmeyi ve O'ndan başkasının egemenliğini tanımamanın gereklerini açıklamaları için göndermiştir.
Artık insanlarla yapılan sözleşmeler , onlarla gerçekleştirilen antlaşmalar ilahi sözleşmeye, Rabbani anlaşmaya dayanacaktır. Bu anlaşma ve sözleşmenin bir peygamberle ya da insanlardan biriyle gerçekleştirilmesi farketmez. Yakın ya da uzak biri olması, ferd ya da toplum olması durumu değiştirmez. Dolayısıyla ilk sözleşmeye riayet eden diğer sözleşmelere de riayet eder. Çünkü sözleşmeye riayet etmek farzdır. Anlaşmanın yükümlülüklerini üstlenen biri, insanlara ilişkin olarak kendisinden istenen şeyleri de yerine getirir. Çünkü bu da anlaşmanın maddeleri arasında yer alır.
İşte hayat binasının önemli dayanaklarından biri olan bu gerçek birkaç kelime ile bu şekilde belirginleştiriliyor:


21- Yine onlar, Allah'ın sürdürülmesini emrettiği ilişkileri sürdürürler. Rabblerinden korkarlar ve kötü hesaplaşmadan ürkerler.

22- Yine onlar, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak amacı ile sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizlice ve açıkça hayır yolunda harcarlar, kötülüğü iyilikle savarlar. İşte geçici dünyanın ardından gelecek olan mutlu akıbet onları bekliyor.

Bu şekilde genel bir ifadeyle; yüce Allah'ın sürdürülmesini emrettiği bütün ilişkileri sürdürürler. Bu, eksiksiz bir itaat, sürekli bir doğruluk ve eğrilip bükülmeden, sağa sola sapmadan, evrensel yasa uyarınca ve Allah'ın koyduğu kanun doğrultusunda hareket etmek demektir. Kanunun bu şekilde genel bir ifadeyle sunulması ve yüce Allah'ın sürdürülmesini emrettiği ilişkilerin ayrıntılı olarak belirtilmemesi bu yüzdendir. Çünkü ayrıntılar uzun sürer. Oysa amaç da bu değildir. Amaç, sağa sola sapmayan, kesin doğruluğu, gevşemeyen sürekli itaati, kopmak bilmeyen mutlak bağlılığı tasvir etmektir. İşte bu kesintisiz itaatten dolayı, ayetin devamı bu itaatkâr duygularda bir şimşek gibi parlamaktadır.
"Rabblerinden korkarlar ve kötü hesaplaşmadan ürkerler."
Bu Allah korkusu ve O'nun huzuruna çıkılacak, o korkunç günde karşılaşılacak kötü cezadan duyulan ürpertidir. Onlar hesaplaşma gününden önce hesaplaşacaklarını düşünen akıl sahibi kimselerdir.
"Yine onlar, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak amacı ile sabrederler."
Birçok şekli vardır sabrın. Aynı şekilde sabretmenin bazı kaçınılmaz gerekleri de vardır. Allah için amel etmek, cihad etmek, Allah'ın dinine davet etmek ve bu uğurda çalışmak gibi anlaşmanın getirdiği yükümlülüklere sabretmek gerekir. Hem bollukta hem yoklukta sabır... Şımarmadan nankörlük etmeden bolluk zamanında sabreden çok az kişi vardır. İnsanların can sıkıcı ahmaklıklarına, cahilliklerine karşı sabretmek... sabır... sabır... sabır... Tümü de Allah'ın hoşnutluğu içindir. Ne insanların "korkaktırlar" demelerinden çekinirler. Ne de "sabrediyorlar" demelerini sağlamak için gösteriş yaparlar. Sabretmenin ötesinde bir çıkar beklentisi içinde değildirler. Paniğe kapılmanın sebep olacağı bir zararı bertaraf etmek için de sabretmezler. Sabrederken Allah'ın hoşnutluğunun dışında bir hedef gözetmezler. Allah'ın verdiği nimetlere ve O'nun sorumlu tuttuğu imtihanlara karşı sabır... O'nun takdirine teslim olmak, O'nun iradesine kayıtsız şartsız bağlanmak, O'nun verdiğinden hoşnut olmak ve O'na boyun eğmek suretiyle sabır...
"Namazı kılarlar."
Namaz da yüce Allah'la yapılan sözleşme ve anlaşmanın kapsamı içindedir. Ancak burada ön plana çıkarılmasının nedeni anlaşmaya bağlılığın ilk şartı oluşudur. Çünkü namaz, Allah'a yönelişin saf ve eksiksiz belirtisidir. Kul ile Rabb arasındaki açık ve katıksız bağdır namaz. Namazda Allah'dan başkasına yönelik bir davranış ve söz yoktur.
"Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizlice ve açıkça hayır yolunda harcarlar."
Allah'ın verdiği rızıklardan bir kısmını gizli ve açık olarak Allah yolunda harcamak da yüce Allah'ın sürdürülmesini istediği ilişkiler arasında yer alır. Anlaşmanın yükümlülüklerine bağlı kalmanın bir ifadesi de budur. Ancak burada bu eylemin ön plana çıkarılmasının, belirginleştirilmesinin nedeni Allah'la kul arasında önemli bir bağ oluşudur. Bu bağ, insanları hayat sürecinde Allah için biraraya getirmektedir. Allah için Allah'ın kullarına yapılan bu karşılıksız harcama verenin nefsini cimrilikten, alanın nefsini de kinden arındırır. Böylece müslüman toplumda hayat, Allah adına dayanışma ve yardımlaşma içinde olan, saygın insanlara yaraşır bir nitelik kazanır. Karşılığını Allah'dan bekleyerek yapılan mali harcama hem gizli olur hem de açıktan olur. İnsanın onurunun kırılmasından korkulduğu, sadece iyilik yapmak düşüncesi ön planda olduğu ve nefis, açıktan harcama yapmanın gösterişinden sakındırılmak istendiği zaman gizli yapılır. İyi örnek olmak istendiği zaman şeriatın uygulanması gözönünde bulundurulduğu ve kanuna uyulduğu zaman da açıktan yapılır: Hayatın akışı içinde her iki uygulama da yerine göre gereklidir.
"Kötülüğü iyilikle savarlar."
Yani günlük ilişkilerinde kötülüğe iyilikle karşılık verirler. Yoksa Allah'ın dininde değil. Ama ifade, başlangıcı aşıp sonucu dile getiriyor. Kuşkusuz kötülüğe iyilikle karşılık vermek nefislerin azgınlığını kırar. Onları iyiliğe yöneltir. Kötülüğün alevini söndürür. Şeytanın kışkırtmasını bertaraf eder. Dolayısıyla kötülüğü karşılar ve en sonunda kötülüğü savar. Ayet-i kerime bu sonucun elde edilmesi için çabuk davranmış ve sonucu ifadenin başında zikretmiştir. Amaç kötülüğe iyilikle karşılık vermeyi teşvik etmek ve bu davranışın sonucunu gözetlemektir. Sonra bu ifadede de kötülüğe iyilikle karşılık vermeye yönelik gizli bir işaret vardır. Ancak kötülük ortadan kaldırılacaksa böyle yapılır. Yoksa bu davranışın amacı, kötülüğe yüreklendirmek ya da kötülüğü şımartmak değildir. Ama kötülük kötek istiyorsa, şer defedilmeyi gerektiriyorsa bu durumda iyilikle karşılık vermeye yer yoktur. Böylece kötülüğün kabarması, küstahlaşması, üstünlük sağlaması önlenmiş olur.
Kötülüğe iyilikle karşılık verme olayı genellikle iki kişi arasındaki karşılıklı ilişkilerde sözkonusu olabilir. Allah'ın dininde böyle bir kural geçerli değildir. Çünkü büyüklük taslayan zalim despotlara en sert tepkiyi göstermek gerekir. Yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlara karşı kesin bir tavır takınmak kaçınılmazdır. Kur'an'ın direktifleri, durum değerlendirmesine, görüş alışverişine, en iyiyi, en doğruyu tercih etmeye açık direktiflerdir.



23- Bu mutlu akıbet, Adn cennetleridir. Kendileri ile birlikte iyi davranışlı ana-babaları, eşleri ve çocukları bu cennetlere girerler. Melekler her kapıdan yanlarına girerek;


24- "Sabrettiğinizden dolayı selâm size. Dünyayı izleyen bu mutlu akıbet ne kadar güzel!" derler.

"Onlar" makamların en yücesindedirler. Bu dünyanın karşılığı olarak Adn cennetlerinde kalacaklardır.
Bu cennetlerde, salih ameller işleyen babaları, eşleri ve sülaleleri ile biraraya gelirler. Bunlar da salih ameller işledikleri ve bunu hakettikleri için cennete girerler. Bununla birlikte, akrabalarıyla biraraya gelmek, ahbaplarıyla bakışmak suretiyle büyük bir lütufla karşılaşırlar. Gönüllerin duyumsadığı lezzeti de daha bir arttırmaktadır bu.
Biraraya gelmenin, kavuşmanın coşkunluğuna melekler de sevecen ve tatlı bir davranışla ikramda bulunarak, onları ağırlayarak katılıyorlar.
"Melekler her kapıdan yanlarına girerler."
Ayetin akışı burada bizi canlı bir sahneyle karşı karşıya bırakmaktadır. Sahneyi şu anda seyrediyor gibiyiz. Grup grup gelen meleklerin seslerini işitiyor gibiyiz:
"Sabrettiğinizden dolayı selâm size. Dünyayı izleyen bu mutlu akıbet ne kadar güzel."
Buluşmalar, selamlaşmalar, sürekli bir hareketlilik ve karşılıklı ikramlaşmalarla dolu bir kutlama şenliğidir bu.
Karşı tarafta da düşünecek akılları ve görecek gözleri olmayanlar yer alıyor. Her bakımdan akıl sahiplerinin tersine bir durum sergilemektedirler:

25- Allah'a vermiş oldukları sözü kesin bir taahhüt haline getirdikten sonra bozanlara, Allah'ın sürdürülmesini emrettiği ilişkileri kesenlere ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlara gelince onlara lânet vardır ve dünyayı izleyecek olan kötü akıbet kendilerini beklemektedir.

Onlar ezeli yasa uyarınca fıtratları itibariyle yüce Allah'la yaptıkları anlaşmayı, dolayısıyla diğer tüm anlaşmaları da çiğnemişlerdir, bozmuşlardır. Çünkü ilk anlaşma bozulduğu zaman ona dayanan diğer anlaşmalar da temelden bozulmuş olur. Allah'la vardığı anlaşmaya riayet etmeyen biri, artık hiçbir sözleşmeye ve anlaşmaya bağlı kalmaz. Bunlar, genel anlamda ve her zaman yüce Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri de kesip atarlar. Akıl sahiplerinin sabretmelerine, namazı kılmalarına, gizli açık Allah yolunda mali harcamada bulunmalarına ve kötülüğü iyilik yaparak ortadan kaldırmalarına karşılık bunlar, yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak bütün bunların karşıtıdır. Akıl sahiplerinin niteliklerinden birini terketmek bozgunculuğa nedendir.
"İşte onlar" uzaklaştırılmışlar... Kovulmuşlar... "Onlara lanet vardır." Buradaki kovma, bir önceki tablodaki ikrama karşılıktır. "Dünyayı izleyecek olan kötü akıbet kendilerini beklemektedir." Burasını detaylıca anlatmaya gerek yok. Oradaki karşılığına bakıp da oranın nasıl bir yer olduğunu görmek mümkündür.
Onlar dünya hayatı ve onun geçici zevkleriyle oyalanmışlardı. Ahiretten ve oradaki kalıcı nimetlerden habersizdiler. Halbuki dünyadaki rızıkları belirleyen genişletip daraltan yüce Allah'dır:
Ayrıca her şey eninde sonunda ona dönecektir. Şayet ahireti arzulamış olsalardı, yüce Allah onları dünya zevklerinden yoksun bırakacak değildi. Çünkü dünyadaki nimetleri de onlara bahşeden yüce Allah'dır.

26- Allah dilediğine bol rızık verir ve dilediğinin rızkını kısıtlar. Onlar dünya hayatı ile böbürlendiler. Oysa dünya hayatı, ahiretin yanında basit bir ****dan başka bir şey değildir.

Daha önce Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- Rabbi tarafından indirilen kitabın içeriğinin gerçek olduğunu bilen birisi ile kör birisinin arasındaki korkunç farka işaret edilmişti. Şimdi de surenin akışı, yüce Allah'ın evrene yerleştirdiği harikuladelikleri göremeyenlerin ve bu Kur'an'la yetinmeyip mucize isteyenlerin körlüklerine değinmektedir. Surenin ilk bölümünde buna benzer bir olaya değinilmiş, bunun üzerine de Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun bir uyarıcıdan başka bir şey olmadığı, mucizelerinse, yüce Allah'ın yetkisinde olduğu değerlendirmesi yapılmıştı. Surenin akışı şimdi de bu olayı anlatmakta ve hidayetle sapıklığın nedenlerini açıklamak suretiyle sorunu değerlendirmektedir. Bunun yanında da, Allah'ı anmakla huzura kavuşan, gelen baskılar karşısında bunalmayan, bu Kur'an elinde olduğu halde, inanmak için mucize gösterilmesini istemeyen kalplerin tablosu önümüze konmaktadır. Evet bu gönüller Kur'an dışında bir kanıt, bir mucize istemiyorlar. Çünkü Kur'an son derece derin bir etkinliğe sahiptir. Neredeyse dağları yerinden çökertecektir, yeri yaracaktır. Sahip olduğu güç sayesinde, içerdiği kanıtlar nedeniyle, etkisi ve canlılığı ile adeta ölüleri konuşturmaktadır. Başlarına musibetler gelmesini isteyen ve çeşitli mucizeler gösterilmesini dileyen bu adamları sözkonusu eden ayetler; mü'minlerin onlardan ümitlerini kesmelerini istiyor. Aynı zamanda onları geçmişteki örneklere, çevrelerinde yaşayıp da gerçekleri yalanlayanların başlarına zaman zaman gelen felaketlere bakmaya yöneltiyor:



27- Kâfirler "Muhammed'e, Rabbi tarafından somut bir mucize,indirilseydi ya " derler. Onlara de ki; "Allah, dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola iletir. "


28- Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşur. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzura erebilirler.


29- İman edip iyi ameller işleyenlere ne mutlu, onları güzel bir gelecek beklemektedir.


30- Ey Muhammed sana vahyettiğimiz mesajı kendilerine okuyasın diye seni öyle bir ümmete gönderdik ki, onlardan önce birçok ümmetler gelip geçmiştir. Onlar rahmeti bol olan Allah'ı tanımıyorlar. Onlara de ki; "Benim Rabbim O'dur, O'ndan başka ilah yoktur, ben yalnız O'na dayandım, dönüş O'nadır. "


31- Eğer dağların yürümesini, yeryüzünün parçalanmasını ve ölüler ile konuşabilmeyi sağlayan bir kitap olsaydı, o bu Kur'an olurdu. Fakat tüm yetki Allah'ın tekelindedir. Dilese, Allah'ın bütün insanları doğru yola ileteceğini, mü'minler halâ kesinlikle anlamadılar mı? İşledikleri kötülükler yüzünden kâfirlerin başlarına sürekli olarak belâlar gelir, ya da bu belâlar yurtlarının yakınına iner. Sonunda Allah'ın verdiği söz gerçekleşir. Kuşku yok ki, Allah sözünden caymaz.


32- Senden önceki birçok peygamber ile de alay etmişlerdi. Ben o kâfirlere bir süre meydan verdim, fakat sonra yakalarına yapıştım. O zaman azabım nice oldu?

Onların olağanüstü bir mucize istemelerine, mucizelerin insanları inanmaya yöneltemeyeceği şeklinde cevap verilmektedir. Çünkü ruhların derinliklerinde imana yöneltici etkenler vardır. Bu etkenlerin sonucu iman olayı gerçekleşir:
"Onlara de ki; "Allah, dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola iletir."
Yüce Allah kendisine yöneleni doğru yola iletir. Onların yüce Allah'ın yol göstericiliğini, hidayetini haketmelerinin nedeni O'na yönelmeleridir. Bundan da anlaşılıyor ki, Allah'a yönelmeyenler, sapıklığı hakettikleri için yüce Allah'ın saptırdığı kimselerdir. Bu, kalbin doğru yolu bulma yeteneğine sahip olmasıdır. Hidayete açık olması, onu istemesidir. Doğru yolu bulma, hidayeti elde etme çabası içinde olmayan kalpler ise, hidayetten uzak kalplerdir...
GERÇEK HUZURUN TASVİRİ
Sonra mü'min gönüllerin sempatik ve şeffaf bir tabloları çiziliyor. Huzurun, yakınlığın, sevecenliğin ve esenliğin egemen olduğu bir atmosferde beliriyor bu tablo.
"Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşur.
Allah'a bağlı olduklarının, O'nun yakınında bulunduklarının, O'nun yanında ve himayesinde güvencede olduklarını hissetmekle huzura kavuşmuşlardır. Yaradılışın, eşya ve olayların başlangıcının ve sonucunun hikmetini kavramak sureti ile yalnızlığın sıkıntısından kurtulmuşlar, yollarını şaşırmayacaklarının güvencesi içindedirler. Her türlü saldırı ve zarar girişiminden korunacaklarını bilmekle huzura kavuşmuştur. Tüm bu girişimlerin ancak yüce Allah'ın dilediği kimseleri etkileyeceğini bilirler çünkü. Bununla beraber sınanmaktan hoşnutturlar, belalara karşı sabırlıdırlar. Yüce Allah'ın kendilerini doğru yola iletmekle, rızıklarını vermekle, dünya ve ahirette barındırmakla kendilerine merhamet ettiğinin bilincinde oldukları için huzurludurlar.
"Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzura erebilir.
Allah'ı anmakla mü'min kalplerde gerçekleşen bu huzur, gerçek ve köklü bir duygudur. İmanın tadına varan ve Allah'a bağlanan gönüller bilir bu duyguyu. Bu duyguyu bilirler ama bunu, bu duygudan habersiz olanlara sözcükler aracılığıyla aktaramazlar. Çünkü bu duyguyu sözcüklerle ifade etmek mümkün değildir. Bu, kalbi bürüyen, onu dinlendiren, neşelendiren, yumuşatan, rahatlatan, kendini güvencede hissetmesini sağlayan ve esenlik bahşeden bir duygudur. Kalp, varlık aleminde tek başına, yapayalnız olmadığını anlar. Çünkü çevresindeki her şey himayesinde bulunduğu yüce Allah'ın eseridir...
Alıntı ile Cevapla