Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 12:38   Mesaj No:3

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Rad Suresi Tefsiri

Şu yeryüzünde, Allah'a yakınlıktan doğan huzurdan yoksun olandan daha bedbaht birisi olamaz. Çevresindeki evrenle ilgisini kesmiş olarak şu yeryüzünde dolaşan birinden daha mutsuz, dàha zavallı birisi olabilir mi? Çünkü o, şu evrenin yaratıcısı olan yüce Allah adına, kendisini çevresinde yer alan varlık alemine bağlayan sağlam kulptan kopmuştur. Şu yeryüzüne niçin geldiğini? Neden gideceğini? ve hayatta katlandığı şeylere neden katlandığını'. bilmeyen birisi kadar mutsuz, bedbaht kimse olamaz. Çevresinde yeralan her şeyden ürken, sürekli korkarak yeryüzünde dolaşan birisi, bedbahtlığın girdabında yüzmektedir. Çünkü kendisi ile diğer varlıkları birbirine bağlayan gizli bağdan habersizdir. Hayır, hayır, ıssız çöllerde, tek başına, yapayalnız kimsesiz olarak yol kateden birisinden daha mutsuz, daha bedbaht birisi olamaz. Arkadaşsız, kılavuzsuz, yardımcısız, tek başına mücadele etmek zorundadır.
Yüce Allah'a dayanılmadığı, O'nun himayesi ile güvencede olunmadığı sürece dayanılamayacak çok anlar yaşanır hayatta. Büyük bir güce, dayanıklılığa, salamlığa ve hazırlığa sahip olmak fayda etmez böyle durumlarda. Hayatta öyle anlar olur ki, tüm bunları silip süpürür. Ortalığı kasıp kavuran böylesi zorluklara Allah'a sığınmak suretiyle huzur bulan, kendini güvencede hisseden birinden başkası dayanamaz.
"Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzura erebilir.
Şu Allah'a sığınanlar, O'nu anmakla huzura kavuşanlar... Yüce Allah onların katındaki yerlerini de güzelleştirmiştir. Çünkü onlar Allah'a sığınmakla güzel davranmışlar, dünya hayatında güzel işler yapmışlardır.
"İman edip iyi ameller isteyenlere ne mutlu! Onları güzel bir gelecek beklemektedir."
Ayette geçen Tûba = kelimesi `Tabe' fiilinden gelir ve `Kubra =' veznindedir. Övgü ve yüceltme için kullanılır. Dünya hayatında yöneldikleri yüce Allah'ın katında güzel bir dönüş yeri vardır onlar için.
Fakat mucize gösterilmesini isteyen ve imanın verdiği huzuru hissetmeyenlere gelince, onlar büyük bir sıkıntı içinde oldukları için mucizeler, olağanüstülükler istemektedirler. Üstelik sen kavmine böyle bir çağrı ile gelen ilk peygamber değilsin ki, bu olayı yadırgasınlar. Hiç kuşkusuz onlardan önce birçok ümmetler ve peygamberler gelip geçmiştir. O halde onlar kâfir oluyorlarsa, sen hareket metodunu izle ve Allah'a dayanıp güven.
"Ey Muhammed sana vahyettiğimiz mesajı kendilerine okuyasın diye seni öyle bir ümmete gönderdik ki, onlardan önce birçok ümmetler gelip geçmiştir.
Onlar rahmeti bol olan Allah'ı tanımıyorlar. Onlara de ki; "Benim Rabbim O dur. O'ndan başka ilah yoktur, ben yalnız O'na dayandım, dönüş O'nadır." Onların Rahmanı inkâr etmesi şaşılacak bir şeydir. Sonsuz merhamet sahibi, zikri ile kalplerin huzur bulduğu, büyük rahmeti sayesinde neşelendiği yüce Allah'ı inkâr etmeleri hayret vericidir. Sana vahyettiğimiz ayetleri onlara okumandan başka bir şey yapman gerekmez. Biz bunun için gönderdik seni. Seni inkâr ediyorlarsa, sadece Allah'a güvenip dayandığını, O'na tevbe edip sığındığını, O'ndan başka hiç kimseye yönelmeyeceğini açıkça duyur.
Biz sadece onlara bu Kur'an'ı okuman için gönderdik seni. Bu eşsiz Kur'an'ı... Şayet bu Kur'an'dan dağları yerinden sökmek, yeri yarmak veya ölüleri konuşturmak istenseydi, hiç kuşkusuz bu olağanüstülükleri bu mucizeleri gerçekleştirecek özelliklere, etkenlére sahipti. Ne var ki, Kur'an sorumluluk sahibi canlılara hitap etmek için gelmiştir. Onlar da olumlu karşılık vermiyorlarsa mü'minlerin onlardan ümit kesmeleri ve yüce Allah'ın gerçeği yalan sayanlara ilişkin va'dinin gerçekleşmesini beklemeleri gerekir:
"Eğer dağların yürümesini, yeryüzünün parçalanmasını ve ölüler ile konuşabilmeyi sağlayan bir kitap olsaydı, o bu Kur'an olurdu. Fakat tüm yetki Allah'ın tekelindedir.
Dilese, Allah'ın bütün insanları doğru yola ileteceğini, mü'minler hala kesinlikle anlamadılar mı? İşledikleri kötülükler yüzünden kâfirlerin başlarına sürekli olarak belâlar gelir, ya da bu belâlar yurtlarının yakınına iner. Sonunda Allah'ın verdiği söz gerçekleşir. Kuşku yok ki, Allah sözünden caymaz."
Kuşkusuz bu Kur'an kendisini algılayan ve ona göre şekillenen ruhlarda dağların yerinden sökülmesinden, yerin yarılmasından ve ölülerin konuşturulmasından daha büyük, daha köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Kur an bu ruhlarda olağanüstü değişiklikler meydana getirdiği gibi, bu ruhlar aracılığı ile etkileri, hayatın boyutlarını hatta tüm yeryüzünün görünümünü aşan harikulade olaylar gerçekleştirmişti. Nitekim İslâm ve müslümanlar tarihin görünümünde yaptıkları değişikliğin yanında dünyanın görünümünde de büyük değişiklikler yapmışlardır.
Bizzat bu Kur'an'ın tabiatı... Davetinin ve ifade yönteminin tabiatı... Konularının ve konuları sunuş yönteminin tabiatı... Gerçekliğinin ve etkinliğinin tabiatı... Evet bu Kur'an'ın tabiatı özünde son derece etkin ve olağanüstü bir güç barındırmaktadır. Söz sanatından, zevk almasını bilen, görüş ve kavrayış sahibi kimseler bunu bilirler. Kur'an'ın direktiflerini ve ilham ettiği gerçekleri kavrama yeteneğine sahip olanlar bunun farkındadırlar. Bu Kur'an'ı gereği gibi algılayan ve kişiliklerini ona göre şekillendirenler dağlardan daha köklü, daha büyük şeyleri yerinden sökmüş, hareket ettirmişlerdir; milletlerin ve nesillerin tarihini değiştirmişlerdir. Topraktan daha sert, daha katı şeyleri parçalamışlardır. Düşünce ve geleneklerin donukluğunu parçalamışlardır. Ölülerden daha hissiz, daha sessiz olanları canlandırmışlardı. Azgınlığın ve mitolojik kuruntuların ruhlarını öldürdüğü halk yığınlarını diriltmişlerdir. Araplar'ın ruhlarında ve hayatlarında meydana gelen dönüşüm, gözle görülür maddi bir neden olmaksızın, sadece bir kitabın ruhlara ve hayata yaklaşım metodu ve hareketi ile yaşadıkları bu büyük değişim hiç kuşkusuz dağların köklerinden sökülmesinden, yeryüzünün donukluğundan kurtulmasından ve ölülerin dirilmesinden daha büyük, daha görkemli bir değişimdir.
"Fakat tüm yetki Allah'ın tekelindedir."
Her durumda hareketin türünü ve hareket tarzını seçen, belirleyen yüce Allah'dır.
Bir toplum bu Kur'an'dan sonra bile uyanamıyorsa, kalpleri harekete geçmiyorsa, onları harekete geçirmeye çalışan mü'minler artık ümitlerini késmelidirler, işi Allah'a bırakmalıdırlar. Şayet yüce Allah dileseydi, insanları sadece hidayete erme, doğru yolu bulma yeteneği üzere yaratırdı. Dileseydi melekleri yarattığı gibi insanları da toptan hidayete erdirirdi. Ya da takdiri gereği meydana gelen bir olayla, onları toptan hidayete zorlardı. Ama yüce Allah ne bunu ne de öbürünü dilemiştir. Çünkü yüce Allah insanı özel bir görev için yaratmıştır. Ve yüce Allah insana verilen bu görevin, insanın şu anda olduğu gibi yaratılmasını gerektirdiğini biliyordu.
O halde mü'minler onları yüce Allah'ın emrine havale etmelidirler. Şayet yüce Allah onlardan önce gelip geçmiş kimi toplumları olduğu gibi onları toptan yok etmekle cezalandırmayı takdir etmemişse de O'nun katından ardarda felaketler gelip onlara zarar dokunduracak, onları sıkıntıya sokacaktır. Aralarında helak olmayı hakeden kimilerini de yok edecektir.
"Ya da bu belalar yurtlarının yakınına iner."
Böylece onları ürkütüp büyük bir sıkıntıya sokacaktır. Benzeri bir felaketin de başlarına gelmesi beklentisi içinde olmalarına yol açacaktır. Hiç kuşkusuz bu da bazı kalpleri yumuşatır, harekete geçirir ve canlandırır.
"Sonunda Allah'ın verdiği söz gerçekleşir."
Onlara yönelttiği tehdit gerçekleşene ve süresi dolana kadar mühlet verdiği felaket gelene kadar...
"Kuşku yok ki, Allah sözünden caymaz."
Hiç kuşkusuz bu söz yerine gelecektir ve onlar Allah'ın kendilerine va'dettiği şeylerle karşılaşacaklardır.
Örnekler ortadadır. Geçmiş milletlerin yok edildikleri yerlerde ibret alınacak manzaralar çoktur. 'Onlar da bekletilmiş, kendilerine mühlet verilmişti.
"Senden önceki birçok peygamber ile de alay etmişlerdi. Ben o kâfirlere bir süre meydan verdim, fakat sonra yakalarına yapıştım. O zaman azabım nice oldu?"
Bu sorunun cevaba ihtiyacı yok. İşte gelip geçmiş nesiller, verilen bu cezadan söz etmektedirler!
ŞİRK SORUNU

Bu bölümde değinilen ikinci sorun Allah'a ortak koşulan sahte tanrılar sorunudur. Surenin ilk bölümünde de irdelenmişti bu sorun. Burada ise sorun, bu sahte tanrıların her nefis üzerinde kesin otoriteye sahip ve onları dünya hayatında kazandıkları ile yargılayan yüce Allah ile karşılaştırılması suretiyle irdeleniyor. Bu gezinti de bu büyük iftirayı atanları dünya hayatında bekleyen azab ile ahirette onlar için hazırlanan ağır azabın tasviri ile son buluyor. Bütün bunlar Allah'dan korkanları bekleyen güven ve esenlik tablosunun karşısında yeralıyor: ,



33- Herkesin ne yaptığını gözeten Allah, böyle bir gücü olmayan düzmece ilâhlar ile bir olur mu? Müşrikler, Allah'a birtakım ortaklar koştular. Onlara de ki; "bunların adlarını söyleyiniz, niteliklerini belirtiniz. Yoksa Allah'a, O'nun yeryüzünde bilmediği bir şeyin haberini mi veriyorsunuz? Yoksa kuru sözler ile mi oyalanıyorsunuz? Aslında kâfirlere entrikaları, düzenbazlıkları çekici göründü de doğru yoldan saptırıldılar. Allah'ın saptırdığını hiç kimse doğru yola iletemez.


34- Onlara dünya hayatında azap vardır. Fakat ahiret azabı daha ağırdır. Onları Allah'ın elinden hiç kimse kurtaramaz.


35- Kötülüklerden sakınanlara vadedilen cennet şöyledir. Oranın altından çeşitli ırmaklar akar, ağaçlarının meyvaları süreklidir, gölgeleri de. İşte kötülüklerden sakınanların sonu burasıdır. Kâfirlerin sonu ise cehennem ateşidir.

Yüce Allah herkesi gözetim altında bulundurmaktadır. Herkese her halukârda egemendir. Herkesin gizli-açık kazandığı her şeyi bilir. Ne var ki, Kur'an'ın tasvirli ifade tarzı, yüce Allah'ın gözetimini, egemenliğini ve bilgisini -yine Kur'an'ın yöntemi uyarınca- somut bir şekilde gözler önüne getirmektedir. İnsanın tüm bedenini titreten bir tablodur bu.
"Herkesin ne yaptığını gözeten Allah, böyle bir gücü olmayan düzmece ilahlar ile bir olur mu?"
O halde herkes kendisini koruyan, kendisine egemen olan, kontrol eden, gözeten, kazandıkları şeylerden dolayı hesaba çeken birinin olduğunu tasavvur etsin... Peki kimdir bu? Yüce Allah'dır. Kim böyle bir tablo karşısında titremez ki? Üstelik gerçektir de. Kur'an'ın ifade tarzı insanın kavrama yeteneğinin algılayacağı şekilde somutlaştırmaktadır tabloyu. Çünkü insan soyut şeylerden çok, somut şeylerden etkilenir.
Peki bu diğeri ile bir midir? Sonra kalkıp Allah'a ortaklar koşuyorlar? İşte bu noktada, seyrettiğimiz bu dehşet verici sahnenin gölgesinde onların davranışları son derece çirkin ve tuhaf olarak belirmektedir.
"Müşrikler Allah'a birtakım ortaklar koştular."
Yüce Allah herkesin kazandığını gözetlemektedir. Hiçbir şey O'ndan kaçmaz, kaybolmaz.
"Onlara de ki; "Bunların adlarını söyleyiniz, niteliklerini belirtiniz."
Çünkü onlar tanınmayan, bilinmeyen şeylerdir. Ama isimleri vardır onların. Ne var ki, Kur'an'ın ifade tarzı burada onları adı sanı bilinmeyen yabancılar konumuna indirgemektedir.
"Yoksa Allah'a, O'nun yeryüzünde bilmediği bir şeyin haberini mi veriyorsunuz?"
Ne kadar ince bir olay!.. Yoksa siz insan olarak Allah'ın bilmediğini mi biliyorsunuz? Yeryüzünde birtakım ilahlar bulunduğunu biliyorsunuz da bu Allah'ın bilgisinin dışında mı kaldı? Bu düşünmeye bile cesaret edemeyecekleri bir iddiadır. Ama bu iddiayı davranışları ile dile getirmektedirler. Yüce Allah kendisinden başka ilah olmadığını söylerken, onlar böyle tanrıların varlığından söz etmektedirler. Oysa yüce Allah bu iddiayı reddetmiştir.
"Yoksa kuru sözler ile mi oyalanıyorsunuz?"
Sahte tanrıların varlığını hiçbir anlam ifade etmeyen yüzeysel boş sözlerle mi iddia ediyorsunuz? İlahlık sorunu insanların kuru sözlerle ele alacakları basit ve önemsiz bir sorun mudur?
Bu ince alay kesin ve kararlı bir açıklama ile son buluyor:
"Aslında kâfirlere entrikaları, düzenbazlıkları çekici göründü de doğru yoldan saptırıldılar. Allah'ın saptırdığını hiç kimse doğru yola iletemez."
O halde mesele şudur: Bu adamlar kâfir olup imanın kanıtlarını görmezlikten geldikleri ve kendilerini bu kanıtlardan uzak tuttukları için Allah'ın yasasının kendilerinin aleyhinde işlemesini haketmişlerdir. Böylece nefisleri kendilerinin doğru yolda olduğunu gösterdi. Hak davası aleyhine kurdukları tuzakların, düzenledikleri komploların, iyi şeyler, güzel şeyler olduğunu gösterdi. Bütün bunlar onları doğru ve güvenilir yoldan alıkoydu. Sapıklık yolunu tuttuğu için ilahî yasanın sapıklığına hükmettiği bîrisini, hiç kimse doğru yola iletemez. Çünkü, kulların aleyhindeki sebepler gerçekleştikten sonra hiç kimse ilahî yasanın işlemesini engelleyemez.
Ve bu, tersyüz olmuş, dejenere olmuş kalplerin doğal akıbeti, azaptır:
"Onlara dünya hayatında azap vardır."
Şayet başlarına bir felaket gelmişse, eğer yurtlarına yakın bir yere felaket isabet etmişse bu korkutma, sıkıntıya uğratma ve uyarıda bulunma amacına yöneliktir. Yoksa kalbin imanın tadından, sevecenliğinden yoksun olması azaptır. Kalbin imanın verdiği huzur olmaksızın bir kararda duramaması, şaşkınlığı azaptır. Ve olayların gerisindeki büyük hikmeti algılamaksızın olaylarla karşı karşıya kalmak bir azaptır...
"Fakat ahiret azabı daha ağırdır."
Ayeti kerime, azabı sınırsız olarak tasavvur edip, hayal etmeleri için azabın niteliğini belirtmeden genel bir ifade kullanıyor.
"Onları Allah'ın elinden hiç kimse kurtaramaz."
Onları Allah'ın cezasından ve yakalayışından kurtaracak kimse de yoktur. Onlar yüce Allah'ın başlarına indireceği azaba karşı korumasız kalmışlardır...
Öte tarafta Allah'a karşı koruyacak kimsesi bulunmayanların karşısında da "muttakiler" (Allah'dan korkanlar) yeralıyor. Muttakiler iman ve iyi amel sayesinde kendilerini korumaya alan kimselerdir. Dolayısıyla onlar azaptan emindirler. Emin olmanın ötesinde onlar kendilerine söz verilen cennete gireceklerdir. "Kötülüklerden sakınanlara vadedilen cennet şöyledir: Oranın altından çeşitli ırmaklar akar, ağaçların meyvaları süreklidir, gölgeleri de." Burası eğlenme ve dinlenme yeridir. Kesintiye uğramayan gölgenin, bitmez tükenmez meyvelerin oluşturduğu sahne, öte taraftaki zorluklara karşın, kişiyi huzura kavuşturan, dinlendiren bir sahnedir.
İşte azap ve işte cennet... Her ikisi de inanmayan ve inanan insanı bekleyen akıbetlerdir.
"İşte kötülüklerden sakınanların sonu burasıdır. Kâfirlerin sonu ise cehennem ateşidir."

KİTAP EHLİ VE TEVHİD

Surenin akışı vahiy ve tevhid meselelerini ele alarak sürüyor. Bu arada ehli kitabın Kur'an'a ve Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- karşı takındığı tavırdan söz ediyor. Hz. Peygamber kendisine indirilen kitabın daha önce gelmiş kitaplara ilişkin kesin hükmü içerdiğini ve bu kitabın son başvuru kaynağı olduğunu açıklıyor. Yüce Allah bu kitapta diğer tüm peygamberlerin getirdiği dininin emirlerinden yürürlükte tutmak istediğini yürürlükte tutmuş ve hikmetinin gerektirdiği gibi geçersiz kılmak istediği emirleri de geçersiz kılmıştır. O halde Hz. Peygamber kendisine indirilen kitabın yanında yer almalıdır. Büyük küçük hiçbir konuda ehli kitaba uymamalıdır. Kendisinden mucize isteyenlere gelince, mucizeler Allah'ın izni ile gerçekleşir, peygambere düşen de duyurma



36- Kendilerine kitap gönderdiğimiz kimseler, sana indirilen mesajı sevinçle karşılarlar. Fakat karşıt gruplar içinde bu mesajın bir bölümünü inkâr edenler vardır. Onlara de ki; "Bana Allah'a kulluk etmem, O'na ortak koşmamam emredildi; O'na çağırırım insanları; O'nadır dönüşüm.


37- Bunun yanısıra biz onu Arapça bir hüküm sistemi olarak indirdik. Eğer sana gelen bu bilgiden sonra onların keyfi arzularına uyacak olursan, seni Allah'ın elinden kurtaracak bir destekçi, bir koruyucu bulamazsın.


38- Biz senden önce de nice peygamberler gönderdik, onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadıkça hiçbir peygamber mucize göstermeye yetkili değildir. Her belirli sürenin, her dönemin ayrı bir kitabı vardır.


39- Allah dilediği hükmü yürürlükten kaldırır, dilediğini de yürürlükte tutar. Ana kitap O'nun katındadır.


40- Kâfirlere yönelttiğimiz bazı tehditleri sana göstersek de ya da daha önce canını alsak da senin görevin mesajımızı duyurmaktır, insanları hesaba çekmek bize düşer.

Dinlerine bağlılıkta samimi olan bir grup kitap ehli bu Kur'an'da tevhid inancının temel kurallarını doğrulayan kanıtlar bulurlar. Aynı şekilde bu Kur'an'ın kendisinden önce gelmiş dinleri ve bu dinlerin kitaplarını da tanıdığını bu dinlerin önemsendiğini, takdir edildiğini ve Kur'an'ı kerimin Allah'a inanan herkesin etrafında birleştiği bağı ön plana çıkardığını görürler. Bu yüzden sevinirler ve Kur'an'a inanırlar. Burada yer alan `sevinç' kelimesi tertemiz gönüllerde meydana gelen psikolojik bir olayı ifade etmektedir. Kuşkusuz bu, gerçekle buluşmanın, sahip oldukları tevhid inancının doğruluğuna olan inancın artmasının ve yeni kitabın bu inancı güçlendirmesinin neden olduğu bir sevinçtir.
"Fakat karşıt gruplar içinde bu mesajın bir bölümünü inkâr edenler vardır."
Bu gruplar ehli kitaptan ve müşriklerden oluşmaktadırlar. Ama ayet-i kerime bu grupların kitabın hangi kısmını inkâr ettiklerinden söz etmiyor. Çünkü burada güdülen amaç, inkârı sözkonusu edip reddetmektir:
"Onlara de ki; "Bana Allah'a kulluk etmem, O'na ortak koşmamam emredildi, O'na çağırırım insanları; O'nadır dönüşüm."
Sadece O'na kulluk edilir, yalnızca O'na davet edilir ve dönüş de O'nadır. Yüce Allah Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- kitabın bir kısmını inkâr edenlere karşı kendi hareket metodunu açıkça ilan etmesini emretmiştir. Bu durumda Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- Rabbi tarafından kendisine indirilen kitaba eksiksiz bir şekilde sarılmakla emr olunmuştur. Bu tutumuna isterse bütün ehli kitap sevinsin. İsterse bir kısmı hoşlanmasın... Çünkü Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- indirilen kitap insanların hayatını yönlendirecek son hükümleri içermektedir. Bu kitap Arapça indirilmiş ve tamamen anlaşılır bir kitaptır. Madem ki, inanç sistemine ilişkin son hükümleri bu kitap içermektedir, o halde başvuru kaynağı da bu kitap olacaktır.
"Bunun yanısıra biz onu Arapça bir hüküm sistemi olarak indirdik. Eğer sana gelen bu bilgiden sonra onların keyfi arzularına uyacak olursan, seni Allah'ın elinden kurtaracak bir destekçi, bir koruyucu bulamazsın."
Çünkü kesin bilgi sana gelen kitaptır. Diğer grupların uydukları ise, bir bilgiye ya da kesin bir kanıta dayanmayan heveslerin ürünü ilkelerdir. Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun yönelik bu tehdit,.bu gerçeğin iyice belirginleşmesinde son derece açık bir mesaj niteliğindedir. Bu da gösteriyor ki, Allah'ın indirdiği kitaptan sapmak, hoşgörüyle karşılanmayacak bir davranıştır. Bu kişi peygamber de olsa... Ama Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- böyle bir sapma tehlikesini yaşamaktan uzaktır.
Şayet kendilerine gönderilen peygamberin insan oluşuna itiraz ediyorlarsa, bilmelidirler ki, gönderilen diğer bütün peygamberler de biter insandı:
"Biz senden önce de nice peygamberler gönderdik, onlara da eşler ve çocuklar verdik."
Yok eğer itirazları Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerine elle tutulur bir mucize getirmemesinden kaynaklanıyorsa, böyle bir şey getirmek peygamberin yetkisinde değildir. Sadece yüce Allah böyle bir mucize gösterebilir:
"Allah'ın izni olmadıkça hiçbir peygamber mucize göstermeye yetkili değildir."
Yüce Allah bir hikmet uyarınca ve dilediği zaman mucizeler gönderir... Şayet Hz. Peygambere indirilen kitapla ehli kitabın uyduğu kitaplar arasında varolan ayrıntılara ilişkin farklılıktan kaynaklanıyorsa itirazları, o zaman bilmelidirler ki, her dönemin bir kitabı var ve bu da son kitaptır:
"Her belirli sürenin, her dönemin ayrı bir kitabı vardır."
"Allah dilediği hükmü yürürlükten kaldırır, dilediğini de yürürlükte tutar. Ana kitap O'nun katındadır."
Hikmeti uyarınca dilediğini siler. Yararlı olanı da yerinde bırakır. Asıl kitap O'nun katındadır. Ve bu kitap yüce Allah'ın sildiği ve yerinde bıraktığı tüm hükümleri içermektedir. Kitabın tümünü ortaya koyan O dur. Kitap üzerinde hikmeti uyarınca dilediği tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. İradesine engel olmak, itiraz etmek mümkün değildir.
İster yüce Allah, Peygamberi -salât ve selâm üzerine olsun- hayattaykën onlara vadettiği kimi azapları başlarına indirsin, isterse bundan önce peygamberin canını alsın değişen bir şey yoktur. Bu durum ne peygamberliğin ne de ilahlığın özelliğini değiştirmez.
"Kâfirlere yönelttiğimiz bazı tehditleri sana göstersek de ya da daha önce canını alsak da senin görevin mesajımızı duyurmaktır, insanları hesaba çekmek bize düşer."
Bu kesin direktif bir açıdan davanın ve davetçilerin özelliklerini de ortaya koymaktadır. Kuşkusuz Allah'ın dinine davet edenlerin, her aşamada davetin yükümlülüklerini yerine getirmekten başka bir görevleri yoktur. Davayı Allah'ın dilediğinden başka bir tarzda sunmaları da görevleri değil... Aynı şekilde hareketin gidişini ve adımlarını hızlandırmak da onlara düşmez. Yüce Allah'ın görünüşte onlara yenilgi ve bir süre yeryüzünde zayıflık takdir ettiğini gördüklerinde gevşememelidirler, karamsar olmamalıdırlar. Onlar davetçidirler ve davetçiden başka bir şey değildirler.

HÜSRANA UĞRAYANLAR

Yüce Allah'ın güçlü elinin eserleri, çevrelerinde açıkça görülmektedir. Allah birtakım milletleri zengin kılar, onlara güç, kuvvet ve hükümranlık verir. Bu milletler şımardıklarında, küfrü benimseyip dejenere olduklarında yüce Allah güçlerini, zenginliklerini ve nüfuzlarını ellerinden alır. Daha önce göz kamaştırıcı bir otoriteye ve geniş bir etkinliğe sahipken onları ufak bir toprak parçasına mahkum eder. Yüce Allah onların bu şekilde perişan olmalarına hükmettiği zaman hiç kimse bu hükmünden dolayı O'nu sorgulayamaz ve bu hüküm kesinlikle uygulanacaktır. ( Ayetin belirgin anlamı şudur. "Kur'an'ı bilimsel açıdan tefsir etme" iddiasında olanların yeryüzünün çevresinin kutuplarda basık, buna karşın ekvator çizgisine doğru şişkin olduğuna ilişkin geveledikleri zırvalarla bir ilgisi yoktur. Kur'an ayetlerinin akışı ibarelerin anlamını belirler. Kur'an'ın tabiatım kavramadan, O'nun sunuş tarzım net bir şekilde görmeden bu konularda çeşitli uydurmalar geveleyip duranlar Allah'dan korkmalıdırlar.)



41- Bizim kâfirlerin yurtlarını uçlarından kırptığımızı, müslümanlar lehine alanlarını daralttığımızı görmüyorlar mı? Hüküm veren Allah'tır, O'nun hükmünü gözden geçirecek hiç kimse yoktur. O'nun hesaplaşması pek çabuktur.


42- Onlardan öncekiler de peygamberlerine karşı tuzaklar kurdular. Fakat asıl tuzak kurma yetkisi Allah'ın tekelindedir. O herkesin ne yaptığını bilir. Kâfirler, kimin mutlu sona ereceğini ilerde öğreneceklerdir.

Ra'd suresi, kâfirlerin peygamberlik gerçeğini inkâr ettiklerini anlatarak son buluyor. Nitekim sure bu gerçeği ispat etmekle başlamıştı. Bu şekilde surenin başlangıcı ile sonu aynı konuda birleşmiş oluyor. Sonra yüce Allah şahit tutuluyor, O'nun şahitliğinin yeterli olduğu vurgulanıyor. Çünkü hem bu kitaba, hem de diğer bütün kitaplara ilişkin mutlak bilgi O'nun katındadır:

43- Kâfirler "Sen peygamber değilsin " derler. Onlara de ki; "Sizin ile benim aramda Allah'ın ve kutsal kitap kaynaklı bilginlerin tanıklığı yeterli bir kanıttır. "

(Yaygın tefsirlerin bazısında yeralan kimi rivayetlerde "Ve kutsal kitap kaynaklı bilgiler" sözü ile bu Kur'an'ın gerçek olduğuna inanan bazı kitap ehli mensuplarının şahitliğinin kastedildiği belirtilmektedir. Bu görüşte yine bu surede geçen şu ayete dayandırılmaktadır. "Kendilerine kitap verdiklerimiz sana Rabbinden indirilen kitapdan dolayı sevinirler." Bu olay Mekke'de fiilen yaşanmıştır. Sonra da Medine'de... Bu yüzden biz bu rivayetleri reddetmiyoruz. Bu kastedilmiş olabilir.)
İnsan kalbini uçsuz bucaksız evrenin çevresinde, insan ruhunun derinliklerinde dolaştıran derin, etkin ve ardarda vurgularla uyaran, sonra O'nu her şeyin başı ve sonu, her türlü tartışmayı kesen ve artık söylenecek söz bırakmayan Allah'ın şahitliği ile başbaşa bırakan bu sure de son buluyor...

KUR'AN'IN EŞSİZ ANLATIMI

Şimdi... Bu surede İslâm inancının ve Kur'an'ın bu inancı sunuş tarzının belirgin işaretleri yoğun biçimde yer almaktadır. Yeri geldikçe bu işaretlerin üzerinde durmamız gerekiyor. Ancak biz bu tür duraksamalarla surenin akıcılığını sekteye uğratmak istemedik ve bu işaretleri sindire sindire değerlendirmek için sona bırakmayı uygun gördük...
Kendi akışı içinde sureyi arzederken bu işaretleri kısaca ve seri değinilerde bulunduk. Şu anda elimizden geldiğince uzun tutarak bu işaretler üzerinde durmayı umuyoruz...
Kuşkusuz yardım Allah'dandır...
Alıntı ile Cevapla