Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 12:41   Mesaj No:1

MERVE DEMİR

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:114
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Fizilalil Kuran Yusuf Suresi Tefsiri-Medineweb

Fizilalil Kuran Yusuf Suresi Tefsiri-Medineweb

12-Yusuf


1- Elif, Lâm Ra; bunlar, gerçeği açık açık anlatan kitabın ayetleridir.


2- Biz o kitabı Arapça bir Kur'an olarak indirdik ki anlayabilesiniz.


3- Biz bu Kur'an'ı vahyetmekle sana kıssaların, eski milletler ile ilgili hikâyelerin en güzelini anlatıyoruz. Oysa daha önce bu hikâyeleri hiç bilmiyordun.

Elif, Lâm, Râ; bunlar gerçeği açık açık anlatan kitabın ayetleridir..." Bu ve benzeri türden harfler, insanların hiç de yabancısı olmadıkları, aralarında kullandıkları harflerdir. Beşeri yetenek ve gücün, asla üretemeyeceği bu ayetlerde gerçeği açıklayan kitabın ayetlerindeki harfler de aynı harflerdir. Yüce Allah, Arap alfabesinin bilinen harflerinin kullanıldığı Arapça bir kitap indirmiştir:
"Anlayabilesiniz!"
Allah sizin tanış olduğunuz sıradan sözcükleri kullanarak sözlere, mucizevî, olağanüstü bir kitap ortaya koymuştur! Umuluyor ki bu somut gerçeğin farkına varır da bu kitabın bir insan ürünü olamayacağını anlar, ancak ve ancak bir vahiy olduğunu kavrarsınız! Bu ayetle akıl ve bilinç, sözkonusu olgunun ve bu olgunun gözkamaştırıcı göstergelerinin farkına varmaya, bu gerçeği kavramaya çağrılmaktadır.
Surenin konusu bir kıssa olduğu içindir ki, burada anlatılan kıssaların da bu kitabın materyallerinden birini oluşturduğu özellikle belirtiliyor:
"Biz bu Kur'an'ı vahyetmekle, sana kıssaların eski milletler ile ilgili hikâyelerin en güzelini anlatıyoruz."
Sana Kur'an'ı vahyederek, tüm bu kıssaları, en güzel kıssaları anlatıyoruz ki, bunlar vahyin bir parçası konumundadır.
"Oysa, daha önce bu hikâyeleri hiç bilmiyordun, sen bunlardan habersizdin."
Daha önce sen de bulunduğun toplumun okuma-yazma bilmeyen insanlarından biriydin. Tıpkı onlar gibi sen de, Kur'an'ın sözünü ettiği türden konularla ve de böylesine ayrıntılı kıssalarla hiç ilgilenmemiş biriydin.

YUSUF'UN RÜYASI

Surenin ilk ayetleriyle yapılan bu giriş, kıssanın anlatımına başlanacağının sinyalidir.
Nitekim ilk perdenin birinci tablosunda, henüz çocuk yaştaki Yusuf'un gördüğü rüyayı babasına anlattığını görüyoruz:

4- Hani Yusuf babasına "Babacığım; ben rüyamda onbir yıldızın, güneşin ve ayın önümde secde ettiklerini gördüm" dedi.


5- Babası ona dedi ki; "Yavrum bu rüyanı kardeşlerine anlatma; sonra sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insanın açık bir düşmanıdır.


6- Tıpkı rüyanda gördüğün gibi Rabbin seni peygamber olarak seçecek, sana olayları (ya da rüyaları) yorumlamaya ilişkin bazı bilgiler öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ile İshak'a yönelik nimetini nasıl tamama erdirdi ise, sana ve Yakub'un soyuna yönelik nimetini de tamama erdirecektir. Hiç kuşkusuz Rabbin herşeyi bilir ve her işi yerinde yapar.

Hz. Yusuf bu rüyayı gördüğünde, daha küçük bir çocuk ya da ergenlik çağı öncesini yaşayan bir gençti. Ancak babasına anlattığı bu rüya, bu yaştaki bir çocuğun rüyasına hiç benzemiyordu. Eğer bu sıradan çocukluk rüyalarından biri olsaydı, yıldızları, güneşi ve ayı, yakalayıp tutacak denli yakınında ya da kucağında görebilirdi. Oysa, yıldızları, güneşi ve ayı kendisine "secde ederken", tıpkı bir saygı ve yüceltme ifadesi olarak başlarını secdeye koyan akıllı varlıkların hareketlerini andırır biçimde kendisine secde ederken görmüştü. Bu olayın aktarıldığı ayetin üslubunda bir vurgunun yeraldığını görüyoruz:
"Hani Yusuf babasına "Babacığım ben rüyamda onbir yıldızı, güneşi ve ayı gördüm..."
Ardından "görmek" sözcüğünü yerinde kullanarak, ifadesini perçinleyecektir:
"Önümde secde ettiklerini gördüm."
Babası Hz. Yakub, ileri görüşlülüğü ve önsezisiyle bu rüyanın, Hz. Yusuf için anlam yüklü bir rüya olduğunu kavramıştır. Ama, ne Yakub, ne de kıssanın üslubu bu rüyanın tüm anlamını hemen açığa vurmayacaktır. Bu noktadaki en önemli olaylar, ancak iki perde sonra ortaya çıkacaktır. Rüyanın net biçimde anlaşılması ise son perdede, başlangıçtaki meçhul geleceğin artık görülüp bilinmesiyle mümkün olacaktır. Bu sebeple Hz. Yakub bu aşamada, Hz. Yusuf'a rüyasını kardeşlerine anlatmamasını öğütleyecektir. Bunun nedeni de yüreğindeki korkudur: Küçük Yusuf'un üvey ağabeyleri olan diğer çocukları, bu rüyayı duyduklarında, taşımakta olduğu müjdeyi farkedebilirler... Şeytan buradan hareketle onların özbenliklerinde bir gedik açabilir, onların yüreklerini kıskançlıkla doldurabilir. Onlar da şeytana uyarak Hz. Yusuf'un başına kötü işler açabilirler! Bu sebeple Hz. Yusuf'a;
"Yavrum, bu rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana tuzak kurarlar!"
Ardından, bu sözünün gerekçesini de belirtecektir:
"Çünkü şeytan, insanın açık bir düşmanıdır."
Çünkü şeytan, insanların yüreklerine girerek onları birbirlerine karşı bileyebilmekte, onlara hataları ve kötülükleri çekici gösterebilmektedir.
Hz. İbrahim oğlu İshak oğlu Yakub, bu rüyanın oğlu Yusuf için bir müjdenin habercisi olduğunu hissetmişti. Yaşadığı peygamberlik atmosferi, ayrıca atası İbrahim ve onun soyundan gelen mü'minlerin Allah tarafından kutsandığını bilmesi hasebiyle, sözkonusu müjdenin; din, kurtuluş ve bilgi bağlamında olabileceğini düşünmüştü. Onun tahminine göre, Hz. İbrahim'in soyundan gelen oğulları arasından seçkin kılınıp kutsanacak, böylece Hz. İbrahim'in soyundan gelen kutlular zincirine eklenecek kişi, böylesi bir rüya görmesi sebebiyle Yusuf olmalıydı... Bu yüzden ona şöyle dedi:
"Tıpkı rüyanda gördüğün gibi Rabbin seni peygamber olarak seçecek, sana olayları (ya da rüyaları) yorumlamaya ilişkin bazı bilgiler öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ile İshak'a yönelik nimetini nasıl tamama erdirdi ise, sana ve Yakub'un soyuna yönelik nimetini de tamama erdirecektir. Hiç kuşkusuz Rabbin her şeyi bilir ve her işi yerinde yapar."
Böylesi bir rüyanın Hz. Yakub'a, yüce Allah'ın Hz. Yusuf'u seçkin kılacağını, ataları Hz. İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi, ona ve Yakub soyuna da tamamlayacağını düşündürmesi son derece doğaldır. Yalnız, bunlarla kalmayıp, ayrıca şu sözü de söylemiş olması ister istemez dikkatimizi çekmektedir:
"Sana olayları (ya da rüyaları) yorumlamaya ilişkin bazı bilgiler öğretecek."
Bu ayetteki "te'vil" sözcüğünün anlamı, gelecekte olacakları bilmektir. Ancak (olayları ve rüyaları diye çevirdiğimiz) "el-ehâdîs"le gerçekten kastedilen nedir? Birinci sebep, Yakub bu sözüyle, Allah'ın Yusuf'u seçkin kılacağını, ona gerekeni öğreteceğini, "olaylar"ın daha baştan gelecekten nasıl sonuçlanacağını anlayabilecek denli sağlıklı bir ileri görüşlülük ve keskin bir sezgi lütfedeceğini kastetmiştir. Bu, ileri görüşlü, kavrama gücü keskin bir kula, Allah katından verilmiş bir ilhamdır. Nitekim Hz. Yakub bu konudaki sözlerini, hikmet ve Allah katından verilmiş bilgi atmosferi içinde, şöyle noktalamaktadır:
"Rabbin her şeyi bilir ve her işi yerinde yapar."
İkinci sebep ise "el-ehâdîs"le, -daha sonra Yusuf'un yaşamında gerçekten gerçekleştiği biçimiyle- rüyaların ve düşlerin kastolunmasıdır.
Sözünü ettiğimiz her iki sebep de mümkün ve de gerek Yusuf'un, gerekse Yakub'un içinde bulundukları atmosfere uygun durumdadır.
Yeri gelmişken, bu surenin ve kıssamızın teması durumundaki rüyalar ve düşler konusuna kısa da olsa değinmeye çalışalım.
Bizler kimi rüyaların, ama yakın ama uzak gelecekteki kimi olayların habercisi olabildiğine inanmak durumundayız. Neden inanmak durumundayız? Birincisi, Yusuf'un rüyası, onun zindan arkadaşları olan iki delikanlının rüyası ve Mısır kralının rüyasının gerçekten doğru çıktıklarını bu surede görmüş bulunuyoruz. İkincisi ise, kimi kez kendi yaşamımızda bile, gördüğümüz bazı rüyaların gerçekten doğru çıktığına tanık olabilmekteyiz. Öyle ki, bunun olabilirliğini inkâr etmemiz adeta olanaksızlaşmaktadır... Zira, bunun gerçekliğine bizzat kendimiz tanık olmuşuzdur!
Buna inanmamız için, aslında birinci neden yeterlidir. Ancak, inatlaşma bir yana bırakılırsa, inkâr edilmesi olanaksız bir reel gerçek olması hasebiyle ikinci nedenden de söz ettik...
Rüya dediğimiz olay nedir?
Psikanalizin verdiği yanıt: Bilincin devre dışı kalmasıyla, bastırılmış arzular arasındaki kimi arzuların şekillenmesidir.
Bu, rüyaların sadece bir yönüne ilişkindir. Bir başka deyişle, rüyaların tümü böyle değildir. Nitekim, bilimsellikten uzak yargılarına ve teorisindeki tüm çarpıklıklarına karşın Freud bile, gelecekten haber veren rüyaların varlığını itiraf etmektedir.
Öyleyse, bu tür rüyalar nasıl açıklanabilir?
Her şeyden önce, bu tür rüyaları bizim kavrayabilmemiz ya da kavrayamamızla, böylesi rüyaların olabildiğini ya da bazı rüyaların doğru çıktığını kanıtlama arasında hiçbir ilgi kurulamayacağını belirtmeliyiz. Bizim burada yaptığımız, esrarengiz yaratık insanın kimi niteliklerini ve Allah'ın varlık dünyası belirlediği kimi yasalarını sadece kavrayabilmeye çabalamaktır.
Sözkonusu türden rüyalar konusunda bizim anlayışımız şudur: Geçmiş, gelecek ya da görüş ötesi şimdiki zamandan insanı izole eden engeller, zaman ve mekândır. Geçmiş ya da geleceği görmemizi engelleyen faktör; zamandır. Görüş uzağımızdaki şimdiki zamanla aramızda perde çeken faktör mekândır. Ancak, insanda özünü kavrayamadığımız bir duyum, kimi kez harekete geçip çok güçlü bir hale gelerek, zaman engelini aşıp, bazı şeyleri belli-belirsiz biçimde de olsa görebilmektedir. Bu bilgi değil, ama bir tür sezgidir. Bazı kimselerde uyanık oldukları bir sırada, bazı kimselerde ise rüyada, sözkonusu duyumun yoğunlaşmasıyla birlikte, zaman ya da mekân, kimi kez de hem zaman, hem mekân engelinin aşıldığı görülebilmektedir. ( Bu noktada anlatılan şeylere inanmayacak bile olsam, Amerika'dayken yaşadığım bir olayı asla unutamam. Ailem Kahire'deydi. Bir gece rüyamda kız kardeşimin oğlunu gördüm; gözü hiçbir şey göremeyecek denli kan içindeydi... Oturup Kahire'ye aileme bir mektup yazdım. Mektupta, sözkonusu yeğenimin gözüne bir şey olup olmadığını da bizzat sormaktaydım. Daha sonra bana gönderdikleri cevabi mektupta yeğenimin, gözündeki iç kanama nedeniyle tedavi altında olduğunu belirtiyorlardı. Çok ilginçtir, aslında iç kanama dışarıdan farkedilemez. Bu nedenle yeğenimin gözüne sadece dışarıdan bakanlar, bu kanamayı göremediklerinden, bir şey yok diye düşünmektedirler. oysa, dışarıdan görülmemekle birlikte içeride bir kanama sözkonusudur. Neticede gördüğüm rüya bu iç kanamayı bana göstermişti... Bu örneğin yeterli olacağını düşünerek, daha başka örneklemelere geçmeye gerek görmüyorum.) Aslına bakılırsa, insan olarak bizler, zaman ve mekânı da gerçek içyüzüyle kavrayabilmiş değiliz. Bizim için maddi bağlamdan öteye geçmeyen zaman ve mekân konusundaki bilgimizin bile, kesin olduğunu söyleyebilecek durumda değiliz: "Size bilginin çok az bir bölümü verilmiştir." (İsra Suresi 85)
Bu olgu nasıl açıklanırsa açıklansın, Hz. Yusuf her halukârda sözkonusu rüyayı görmüş bulunmaktadır. Bu rüyanın nelerin habercisi olduğunu da daha sonra göreceğiz.

HZ. YUSUF'A TERTİPLENEN KOMPLO

Hz. Yusuf ve Hz. Yakub'un yer aldıkları birinci tablonun ardından, olacakların önemine dikkat çekilmesiyle birlikte yeni bir tabloyla, Yusuf'a komplo hazırlayan kardeşlerinin bulunduğu tabloyla karşılaşıyoruz:



7- "Yusuf ile kardeşleri" olayında, bu olayın içyüzünü irdeleyenlerin alacağı birçok ibret dersleri vardır.


8- Hani Yusuf'un üvey kardeşleri dediler ki; "Babamız, Yusuf ile öz kardeşini bizden daha çok seviyor. Oysa biz sayıca çok ve güçlü bir grubuz. Kuşku yok ki, babamız açık biçimde hatalıdır. "


9- "Yusuf'u ya öldürünüz, ya da ıssız bir yere bırakınız; o zaman babanızın rakipsiz sevgilileri olursunuz, arkasından da tevbe eder iyi kimseler olursunuz. "


10- Üvey kardeşlerden biri dedi ki; "Yusuf'u öldürmeyiniz; eğer mutlaka bir şey yapmak istiyorsanız, onu bir kuyunun dibine atınız da yoldan geçecek kervanlardan biri onu çıkarıp alsın. "

Ayetleri irdeleyen, arayan ve ilgilenen kimseler için Yusuf ve kardeşleri olayında birçok gerçeğe ilişkin nice ibret, nice ders bulunmaktadır. Böylesi bir ifade kullanılarak tüm dikkatler, olayın üzerine çekiliyor. Deyim yerindeyse perde bu sözle açılmaktadır. Artık olaylar başlayacaktır. Karşımızdaki tabloda, Yusuf'a karşı bir şeyler yapabilme hazırlığı içerisinde olan kardeşlerini görmekteyiz.
"Eski Ahid" yazarlarının ileriye sürdükleri gibi, Yusuf onlara rüyasını anlatmış mıydı acaba? Ayetlerin ifadesine . göre hayır! Nitekim onların konuşmalarından, Yakub'un Yusuf ile onun öz kardeşinin üzerine daha fazla düşmekte olduğunu anlıyoruz. Gerçekten onların Yusuf'un rüyasından haberleri olsaydı,konuşmalarında bundan da söz etmeleri, kıskançlıktan ötürü ona dil uzatmaları gerekirdi. Hz. Yakub'un, oğlu Hz. Yusuf'un rüyasını kardeşlerine anlatması durumunda meydana gelmesinden korktuğu şey, onların bambaşka bir noktadan hareket etmeleriyle gündeme gelecekti. Onlar, babalarının Yusuf'un üzerine titremesini çekememekteydiler. Yusuf'un kaderinde belirlenmiş olan, onu yeni bir yaşama hazırlayacak, ailesinden ayrı düşürecek, babasının yaşlanmasıyla tekrar onu ona kavuşturacak olan yeni koşulların ortaya çıkması için bu perdedeki olayların meydana gelmesi gerekiyordu. Özellikle babanın yaşlı olması durumunda en küçük çocuğun diğer çocuklardan daha çok sevgi görmesi aslında normaldi. Nitekim Yusuf, onun öz ve üvey kardeşlerine baktığımızda bu olguyla karşılaşıyoruz: Nitekim:
"Hani Yusuf'un üvey kardeşleri dediler ki; Bahamız Yusuf ile öz kardeşini bizden daha çok seviyor. Oysa biz sayıca çok ve güçlü bir grubuz."
Yani bizler, aslında tuttuklarını koparacak,ona daha yararlı olabilecek denli güçte bir grubuz!
"Kuşku yok ki, babamız açık biçimde hatalıdır."
Zira,iki küçük oğluna olan sevgisinden, tuttuğunu koparabilecek, ona daha yararlı olabilecek denli güçlü olan diğer oğullarını adeta görmez hale gelmiştir!
Ardından içlerindeki çekemezlik duygusu kabarıyor. Şeytan yüreklerine sızıveriyor. Böylece realiteyi görebilme yeteneklerini kaybetmiş hale geliyorlar. Yüreklerindeki kıskançlığın baskısı altında o an tüyler ürpertici eylemleri bile normalmiş gibi görüyorlar. Kendi kardeşleri durumundaki birinin canına, kendini savunmaktan aciz masum bir çocuğun canına kıymak gibi iğrenç bir eylem bile, onlara son derece basit görünebiliyor. Peygamber olmasalar da en azından peygamber çocukları olmalarına karşın yine de bu eylemi son derece sıradan bir iş biçiminde düşünebiliyorlar. Babalarının Hz. Yusuf'a olan sevgisi ise gözlerinde giderek büyüyor ve onları Yusuf'u öldürmeyi -Allah'a şirk koşmanın ardından yeryüzündeki en büyük günah durumundaki bir eylemi gerçekleştirmeyi- düşünmeye sevkediyor:
"Yusuf'u ya öldürünüz ya da ıssız bir yere bırakınız."
Aslında iki öneride bir anlamda aynı kapıya çıkmaktadır. Zira bir çocuğun ıssız ve yaşamdan eser bulunmayan bir yere bırakılıvermesi de, büyük bir ihtimalle onun ölümüyle sonuçlanacaktır... Gerekçesi nedir bu korkunç düşüncenin?
"O zaman babanızın rakipsiz sevgilileri olursunuz."
Ama onlar babalarının yüreklerindeki sevgiye talipseler, Yusuf buna engel değil ki... Babaları sanki Yusuf'u artık göremediğinde, yüreğinde ona karşı beslediği sevgi de uçup gidecek ve tüm yüreğini böylelikle diğer oğullarına açacaktır! Ancak ya işleyecekleri bu suç? Bu da önemli değildir! Tevbe ediverirler! Böylece bu suçtan ötürü kendilerine yazılan günahları siliverip, yeniden iyi birer insan oluverirler!
"Arkasından da tevbe eder, iyi kimseler olursunuz."
İşte şeytan insanları böyle kandırmaktadır. İnsanlar öfkelendiklerinde, iradelerinin ipini kaçırdıklarında, olayları değerlendirmedeki sağduyularını yitirdiklerinde şeytan, işte yüreklere böylesine kolayca sızabilmeyi başarmaktadır. İşte onların yüreklerindeki kıskançlık duygusunun giderek büyümesinin ardından şeytanın devreye girip onların iç dünyalarına sızarak, onlara akıl verdiğini görüyoruz; Onu öldürün! Bundan sonra tevbe ederek suçunuzu telafi edersiniz. Fakat tevbe bu değildir. Tevbe kişinin bilmeden, anlayamadan, farkına varamadan işlediği hatalar için pişmanlık duyup tüm yüreğiyle af dilemesidir. İslâmda sözkonusu türden "hazır tevbeler" yoktur! Suçu işlemezden önce hazırlanan "Sonra tevbe ediveririm!" kılıfı, asla tevbe olamaz! Bu sadece suçu örtbas etme çabası, şeytanın suçu işletebilmek için allayıp bezediği bir kendini aklama yöntemidir!
Hz. Yusuf konusunda bu öneriyi gündeme getiren kardeşler arasından sadece birinin vicdanının, bu sözü duyar duymaz tir tir titrediğini görüyoruz. Dolayısıyla da o, onları Yusuf'tan kurtaracak ve Yakub'u onlara bırakacak olan birbaşka çözüm öneriyor. Buna göre Yusuf ne öldürülmelidir ne de yok olmakla yüzyüze kalabileceği ıssız bir yere bırakılmalıdır. En iyisi Yusuf, kervanların uğrak yolu üzerindeki bir kuyuya bırakılmalıdır. Zira böyle yapılırsa büyük bir ihtimalle, kervancılar onu bulup kurtaracak, sonra da yanlarına alıp götüreceklerdir.
"Üvey kardeşlerden biri dedi ki; "Yusuf'u öldürmeyiniz; eğer mutlaka bir şey yapmak istiyorsanız, onu bir kuyunun dibine atınız da yoldan geçecek kervanlardan biri onu çıkarıp alsın."
"Eğer mutlaka bir şey yapmak istiyorsanız" ifadesinde, bir kuşku uyandırabilme ya da alıkoyabilme çabası gözlenmektedir. O, bu ifadesiyle adeta, Yusuf'a kötülük etmek noktasında kesin kararlı olan kardeşlerin yüreklerinde kuşkular uyandırıp onları vazgeçirebilmeye çalışmaktadır. Bu bir tür oyalayıp alıkoyma taktiğidir. Onun bu ifadesinden, Yusuf'a kötülük etme girişiminden rahatsız olduğu net bir biçimde anlaşılmaktadır... Ancak diğerlerinin gözü dönmüş kıskançlıklarını asgari zararla bertaraf edebilmek için, böyle değişik bir öneri getirmek dışında, bir çare de bulamıyordu. Üstelik onların bu konuda geri adım atmaya hiç de niyetli olmadıklarını anlamış bulunuyordu... Bir sonraki tablomuzda bu olguyu somut bir biçimde zaten göreceğiz.

İKNA ETME VE ALDATMA

İşte hepsi karşımızdalar. Sabahtan beridir babalarının çevresinde dört dönerek onu, Yusuf'u da kendileriyle birlikte gezmeye göndermesi için ikna etmeye çalışıyorlar. İşte sonunda aldatmayı başarıyorlar. İşte, babaları Yakub'un da, kardeşleri Yusuf'un da kuyusunu kazan çocuklar! Burada hemen gözlerimizi tablomuza çevirip, neler olup bittiğini onların kendi ağızlarından dinleyelim:



11- Bunun üzerine üvey kardeşler, babalarına dediler ki; "Ey babamız, niçin Yusuf konusunda bize güvenmiyorsun? Oysa biz onun sadece iyiliğini isteriz.


12- "Yarın onu bizimle birlikte kıra gönder; yesin-içsin, eğlensin, biz ona kesinlikle göz-kulak oluruz. "


13- Babaları dedi ki; "Onu götürmeniz beni üzer, ayrılığına dayanamam; ayrıca korkarım ki, siz farkında olmadan onu kurt kapar. "


14- Üvey kardeşler dediler ki; "Bu kadar çok kişi olmamıza rağmen eğer onu kurt kaparsa yandık demektir. "

Yüce Allah'ın Hz. İbrahim soyuna bağışladığı lütfun gelecekteki mirasçısı, küçük bir çocuk durumundaki kardeşleri Yusuf'u sözkonusu malûm amaçlarını gerçekleştirmek üzere, kendileriyle birlikte götürebilmek için babalarından izin koparma noktasında ne denli ısrar edip dil döktüklerini ayetlerdeki ifadelerden çok iyi anlıyoruz:
"Ey babamız!.."
Böyle diyerek önce, kendileri ile babaları arasındaki maddi ve manevi bağı hatırlatıyorlar. Ardından ekliyorlar:
"Niçin Yusuf konusunda bize güvenmiyorsun?"
İğneli, gizli bir kınama yüklü bir soru! Hz. Yakub'u, sorunun taşıdığı anlamını silmeye, yani isteklerinin tam tersine Hz. Yusuf'u kendilerine teslim etmeye çağıran bir soru! Oysa Hz. Yakub, Yusuf'un kendi yanında kalmasından yanaydı. Yusuf'unu sevdiğinden, onun başına bir şey gelmesinden çekindiğinden, onu kardeşleriyle de olsa, diğer oğullarının sürekli gittikleri çayırlara ve ıssız yerlere salmak istemiyordu. Zira diğer oğullarının hepsi büyüktü. Oysa Hz. Yusuf oralarda bir tehlike sözkonusu olursa, kendini koruyamayacak denli küçüktü. Yoksa Hz. Yakub'un Yusuf'u salmak istemesinin nedeni, diğer oğullarına güvenmemesi değildi. Ne var ki, oğulları bu tür bir soruyla kendisine, babaları olmasına karşın kardeşleri Hz. Yusuf'u onlara emniyet etmek istemediğini ima ediyorlardı. Onların bu kanaatleri doğru değilse, Hz. Yakub, Yusuf'u onlara teslim ederek bunu kanıtlamalıydı. Nitekim Hz. Yakub, onların kendisine bunca yüklenmeleri sonucunda, Hz. Yusuf'u kendi yanından hiç ayırmama düşüncesinden ister istemez ödün verecektir. Gerçekte ise onların bu sorusu, iğrenç bir tuzak girişiminden başka bir şey değildir:
"Niçin Yusuf konusunda bize güvenmiyorsun? Oysa biz onun sadece iyiliğini istiyoruz."
Hz. Yusuf'a karşı yüreğimiz, en ufak bir kötülüğe yer vermeyecek denli tertemizdir! Onların bu sözleri karşısında, hedef seçilmiş, Yusuf'un bile neredeyse, "Ne olur beni de götürün" diye yalvarası gelecek. İyi niyetin, içtenliğin ifadesi olan "iyiliğini istemek" sözcüğünü kullanmalarındaki amaçları ise, Hz. Yusuf'u ortadan kaldırmak olan asıl hedeflerini gizleyebilmektir:
"Yarın onu bizimle birlikte kıra gönder; yesin-içsin, eğlensin, biz ona kesinlikle göz-kulak oluruz."
Babalarını, isteklerini kabul edip Hz. Yusuf'u kendileriyle birlikte salmaya ikna için, kardeşlerinin de gezip oynamaya, biraz spor yapmaya ihtiyacı olduğunu belirterek, ricalarının normal olduğunu vurguluyorlar.
Onların, başlangıçtaki kınama yüklü sorularına karşılık olarak Hz. Yakub, -dolaylı yoldan- onlara güvenmemesi diye bir olgunun sözkonusu olmadığını belirtiyor. Onlara, Hz. Yusuf'u yanından ayırmak istememesinin gerçek nedeninin, ondan ayrı kalmaya dayanamaması ve de kurtların ona bir zarar vermesinden korkması olduğunu söylüyor:
"Babaları dedi ki; "Onu götürmeniz beni üzer, ayrılığına dayanamam; ayrıca korkarım ki, siz farkında olmadan onu kurt kapar."
"Onu götürmeniz beni üzer."
Onun ayrılığına dayanamam!.. Hz. Yakub'un -kendisine söylenildiği üzere gezip oynamak üzere de olsa, Hz. Yusuf'un kendisinden birkaç güncük bile olsa ayrı kalmasına dayanamayacağını; onu bu denli sevdiğini söylemesi, onların yüreklerindeki kıskançlık duygularını daha da körükleyecektir. Hz. Yakub, bu sözünün ardından eklemektedir:
"Siz farkında olmadan onu kurt kapar."
Babalarının bu sözünü duyar duymaz, aramakta oldukları kılıf için bir ipucu yakalıyorlardı... Belki de yüreklerindeki o şiddetli kıskançlığın etkisiyle hiçbir şeyi göremez olduklarından, niyetlendikleri suçu işlediklerinden sonra babalarına nasıl bir gerekçe uyduracaklarını bile bilemez durumdaydılar. Ancak babalarının bu sözüyle birlikte kafalarında bir şimşek çakıyordu!
Babalarının yüreğindeki bu kaygıyı silebilmek için, onu etkileyebilecek bir yöntemle sürdürüyorlardı konuşmalarını:
"Üvey kardeşleri dediler ki, "Bu kadar çok kişi olmamıza rağmen, eğer onu kurt kaparsa yandık demektir."
Biz bu denli güçlü bir grupken, onu kurtlara yem eder miyiz hiç? Böyle bir şeyin olabileceğini düşünmek, bizim kendimize bile bir hayrımız yok; biz her şeyden aciziz, hiçbir işe yaramayız demektir!
Tüm sevecenliğine ve Hz. Yusuf'una düşkünlüğüne karşın Hz. Yakub, oğullarının kendisini köşeye sıkıştırmaları ve bunca taahhütleri karşısında, onların ricasını kabul etmek zorunda kalmaktadır... Allah'ın kaderinin gerçekleşmesi, kıssanın diğer olaylarının yaşanabilmesi için de böyle olması zaten kaçınılmazdı!

VE HZ. YUSUF KUYUDA

Şu an Hz. Yusuf'u yanlarına alıp götürmüş bulunmaktalar. İşte, iğrenç komplolarını gerçekleştirmek üzereler. Allah, tam bu sırada, korku içerisindeki küçük Yusuf'a, bunun geçici bir sıkıntı olacağını, hayatına mal olmayacağını, daha sonra kardeşlerini bu tutumlarını tanımayacakları bir anda hatırlatma olanağına kavuşacağını vahyediyor:



15- Kardeşleri Yusuf'u kıra götürüp onu bir kuyunun dibine atmayı kararlaştırdıklarında, kendisine "İlerde, hiç beklemedikleri bir sırada, sana yaptıkları bu işi kardeşlerine hatırlatacaksın" diye vahyettik.

Hz. Yusuf'u kuyunun derinliklerine bırakma noktasında hepsi görüş birliğine varmış bulunuyordu. Böylelikle, ondan kurtulmuş olacaklardı. Bu ölümcül korkuyla burun buruna gelen Hz. Yusuf'un o sıkıntılı, o çetin anda ne bir kurtarıcısı vardı, ne de bir destekçisi... Güçlü olan on kişinin karşısında, küçük bir çocuk olarak tek başına ve yapayalnızdı... İşte, korku ve karamsarlık içinde kalmış Yusuf'un imdadına, tam bu sırada yüce Allah yetişiyor. Ona kurtulacağını, yaşayacağını ve bir gün kendisine karşı bu iğrençliği yapan kardeşleriyle yüzyüze geleceğini vahyediyor. Üstelik o an onlar, karşılarındaki kişinin bir zamanlar küçücük bir çocukken kuyunun derinliklerine bırakıp gittikleri Yusuf olduğunun farkına bile varamayacaklardır.

EVLÂT ACISIYLA YANAN BABANIN HUZURUNDA

Hz. Yusuf'u şimdilik kuyunun derinliklerindeki sıkıntısıyla başbaşa bırakalım. Kuşkusuz o orada o korkulu anları yaşarken, kurtulacağı ana dek, Allah'ın vahyini bir an bile aklından çıkarmayarak, gönlünü rahat tutacaktır. Biz şimdi Hz. Yusuf'u bırakalım, sözkonusu suçu işleyen kardeşlerinin, yüreği evlât acısıyla yanan babalarıyla karşılaştıklarında ne yaptıklarına bakalım:

16- Akşam olunca ağlayarak babalarına geldiler.


17- Dediler ki; "Ey babamız, Yusuf'u eşyalarımızın yanında bırakarak yarış yapmaya gitmiştik, o sırada onu kurt kapıverdi; her ne kadar söylediğimiz doğru ise de, bize inanmayacaksın. "


18- Yusuf'un yalandan kana bulanmış gömleğini getirdiler. Babaları Yakub dedi ki; "Anlaşılan nefsiniz sizi kötü bir işe sürükledi, bana düşen yaman bir sabırdır, anlattıklarınız karşısında Allah'ın yardımına sığınıyorum. "

Yüreklerindeki o korkunç kıskançlıklarından başka bir şey düşünemediklerinden, doğru düzgün bir yalan bile uyduramamışlardır. Oysa, daha işin başında bulundukları sırada, Hz. Yakub'un Yusuf'u yanlarında götürmelerine izin verdiği anda, içlerindeki o korkunç dürtüleri denetleyip gemlemeyi başarabilselerdi, tüm bunları yapmamış olabilirlerdi. Ancak, bir daha bu fırsatı ele geçiremeyiz korkusuyla, iki ayaklarını bir pabuca sokmayı yeğleyerek hemen bu işi bitirmekten başka bir şey düşünmemişlerdi. Onların ne denli acele ettikleri, kurt yalanından başka bir şey uyduramamalarından da anlaşılıyor. Hz. Yakub onlara, Hz. Yusuf'u kurtların yemesinden korktuğunu, bu konuda özellikle dikkatli olmalarını daha dün söylemişti! Onlar da böyle bir şeyin asla olamayacağını belirtmişlerdi! Böyle bir tasayı, akıldan bile geçirilemeyecek denli yersiz bulmuşlardı! Babaları kendilerine daha dün tembihlemiş olmasına karşın, hemen ertesi gün Yusuf'u kurtlara yem etmiş olmaları, hiç de akla yatkın bir kılıf değildi.
Yine aynı acelecilikle, Hz. Yusuf'un gömleğine -hiç de inandırıcı olmayacak biçimde- biraz kan sürmüşlerdi. Yalanları bile adeta, onların yalan söylediklerini bas bas bağırarak ele vermektedir...
Onların bu noktada ne yaptıklarını ayetlerdeki biçimiyle görelim:
"Akşam olunca ağlayarak babalarına geldiler."
"Dediler ki; "Ey bahamız, Yusuf'u eşyalarımızın yanına bırakarak yarış yapmaya gitmiştik, o sırada onu kurt kapıverdi."
Yalan söylediklerinin besbelli olduğunun kendileri de farkındadırlar. Sanki söyledikleri yalanın kendisi dile gelerek "ben uydurmayım" diyordu. Nitekim bu yüzden şöyle diyorlar:
"Her ne kadar söylediğimiz doğru ise de bize inanmayacaksın."
Söylediğimiz doğru da olsa, sana hiç de inandırıcı gelmeyecek. Bizden kuşkulandığından ötürü, söylediğimizi inandırıcı bulmuyorsun."
Hz. Yakub, gerek izlenimlerinden, gerekse yüreğinin kendisine fısıldadığı sözlerden Hz. Yusuf'u kurtların yemediğini anlamıştı. Resmen oğullarının bir düzmecesiyle karşı karşıyaydı. Oğulları düzmece bir öykü, olmadık bir hikâyeyle yaptıklarını örtbas etmeye çalışıyorlardı. Bu sebeple onların sözlerine karşılık, onlara nefislerinin kötü bir işi güzelmiş gibi gösterip, gözlerini göremez hale getirerek, böylesi bir işi kolayca yaptırabildiğini söylüyor. Ardından da onların başvurdukları aldatmaca ve yalanlar karşısında ancak yüce Allah'dan yardım umarak, telaşlanmaksızın, kaygılanmaksızın, yakınmaksızın en güzel bir biçimde sabretmek durumunda bulunduğunu belirtiyor:
"Yakub dedi ki; "Anlaşılan nefsiniz sizi kötü bir işe sürükledi, bana düşen yaman bir sabırdır, anlattıklarınız karşısında Allah'ın yardımına sığınıyorum."

İLK SIKINTIDAN KURTULUŞ

Şimdi hemen, kıssamızın ilk perdesindeki son tabloyu görmek üzere, kuyudaki Yusuf'a dönelim:


19- Bir kervan geldi, sucularını su almaya gönderdiler. Adam kovasını kuyuya sarkıtınca "Müjde, işte size bir oğlan çocuğu" dedi. Kervandakiler onu satmak üzere sakladılar. Oysa Allah ne yaptıklarını biliyordu.

20- Yusuf'u ucuz bir fiyatla, birkaç paraya sattılar. Çünkü onu bir an önce ellerinden çıkarmak istiyorlardı.

Kuyu, kervanların yolu üzerindeydi. Kervancılar bu tür kuyulara gelip su ararlardı. Yağan yağmur suları bu kuyularda birikip, bir müddet kalırdı. Bu kuyuda görüldüğü üzere, kimi kez bir damla suyun bulunmadığı da olurdu.
"Bir kervan geldi."
Kervan ya da kafile izcileri, gezgin tüccarları ve korumalarıyla uzun yolculuklar yapmasından ötürü, ayette "seyyâra" sözcüğüyle ifade ediliyor.
"Sucularını su almaya gönderdiler..."
Yani, onlara su bulma konusunda uzman olan, bölgeyi iyi tanıyan kimseleri gönderdiler.
"Adam, kovasını kuyuya sarkıtınca."
Sucu, su bulunup bulunmadığını anlamak ya da kovasını suyla doldurmak için kovayı kuyuya saldı. Okur için kıssanın sürprizlerini korumak için ayet, Yusuf'un kovaya tutunup kuyudan çıkışını anlatmaksızın, hemen sucunun sözüne geçiyor. Sucu:
"Müjde: `İşte size bir oğlan çocuğu' dedi."
Ayet yine, bu sürpriz karşısında onların aralarında neler konuştuklarını, Yusuf'un o anki durumunu, kurtuluş anındaki heyecanını anlatmaksızın, hemen onun, kervancıların elinde düştüğü duruma geçiyor:
"Kervandakiler onu satmak üzere sakladılar."
Onu kaçak bir mal olarak kabul edip, köle olarak satmayı kararlaştırdılar. Kimsenin farkına varmaması için onu sakladılar. Sonra da ucuz bir fiyata satıverdiler:
"Yusuf'u ucuz bir fiyatla, birkaç paraya sattılar."
O zamanlar fiyat düşük olduğunda paraları sayarak, yüksek olduğunda ise, tartı yoluyla alışveriş yapıyorlardı.
"Çünkü onu bir an önce ellerinden çıkarmak istiyorlardı."
Çünkü onlar, bir çocuğu köleleştirip satmak gibi bir suçlamayla yüzyüze gelmek istemedikleri için, onu bir an önce ellerinden çıkarmak istiyorlardı... Böylece, Hz. Yusuf'un yaşamındaki ilk sıkıntı son bulmuş oluyordu. Kıssamızın ikinci perdesinde bir köle olarak satılan Yusuf, Mısır'a varmış bulunmaktadır. Onu satın alan kişi, onun iyi bir karakter taşıdığının farkına varmış ve hanımına da ona iyi bakmasını öğütlemiştir. -Bu çocuğun iyi bir insan olacağı nurlu yüzünden, özellikle de erdemli karakterinden zaten besbelliydi.- İşte bu olay,rüyanın gerçekleşmesindeki olaylar örgüsünün ilk ilmeğini oluşturuyor.
Ancak Hz. Yusuf ergenlik çağına girdiğinde, kendini bir başka sıkıntı, bir başka sınav beklemektedir. O, ancak Allah'ın esirgemesiyle aşılabilecek olan bu sınavı, kendisine verilen hikmet ve bilgiyle göğüsleyecektir. Saray ortamında, bir başka deyimle "sosyete sınıfı" ortamında ve de bu ortamın içinde barındırdığı sapıklıklar ve günahlar arasında, yolunu şaşırıp kaybedebilme tehlikesiyle burun buruna gelme sınavıdır bu! Hz. Yusuf'un bu sıkıntıyla yüzyüze gelmesinin, sıkıntıyı olanca şiddetiyle yaşamasının ardından, bu sınavdan, ahlâkını ve dinini koruyarak tertemiz bir biçimde çıkabilmeyi başardığını göreceğiz...


ALLAH'IN VAADİ KESİNDİR


21- Onu satın alan Mısırlı, karısına "Bu çocuğa iyi bak, ilerde işimize yarayabilir, belki de onu evlâd ediniriz " dedi. Böylece Yusuf'a güvenli bir barınak sağladık, ona olayların (ya da rüyaların) yorumuna ilişkin bazı bilgiler öğrettik. Allah, meramını kesinlikle yürütür. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

Hz. Yusuf'u kimin satın aldığı, bu aşamada bize açıklanmıyor. Kıssanın daha sonraki bir aşamasında, onu satın alanın, (Mısır'ın en büyük baş vezirlerinden olduğu söylenen) Aziz olduğunu öğreneceğiz. Ancak daha şimdiden kesinkes bildiğimiz bir şey var ki, Yusuf güvenceli bir yere gelmiş, o ilk sıkıntısı esenlikle noktalanmış, daha güzel bir yaşama doğru ilk adımını atmış bulunmaktadır. Nitekim, onu satın alan kişinin, hanımına söylediği söze kulak veriyoruz:
"Bu çocuğa iyi bak."
Ayetteki özgün sözcükleriyle: "Ekrimî mesvâhu!"... Arap dilinde "mesvâ", uzun süre kalınan, konut edinilen, oturulan yer demektir. Burada "ikram-u misvâh (onun kaldığı yere güzel bakmak)"tan amaç, Yusuf'a iyi bakılmasıdır. Ancak, ayetteki özgün biçimiyle bu sözün anlamı çok daha güçlüdür. Zira, "mesvâhu" denilerek, "güzel bakmak" eyleminin tümlecine, Yusuf'un bizzat şahsının yanısıra, ikametgâhı da eklenmiş olmaktadır. Daha kısa bir ifadeyle, hem Hz. Yusuf'a, hem de onun ikâmetgâhına güzel bakılması istenmektedir.. Dolaysıyla Yusuf, -kuyuda kaldığı yer ve yaşadığı korkuların, sıkıntıların tam tersine- ayı ilgi gördüğü, kendisine her yönden çok güzel bakıldığı yeni bir ortama kavuşmuştur.
Bu gencin iyi bir insan olacağının farkına varan, ona ilişkin kimi umutlar besleyen adam, bu düşüncelerini hanımına da açıyor:
"İlerde işimize yarayabilir, belki de onu evlât ediniriz."
Kimi belgelerde söz edildiği gibi, belki onların çocukları da gerçekten olmamıştı. Nitekim adamın, önsezisinin doğru çıkması; onun soyluluğunu, görüldüğü gibi gerçekten iyi bir karaktere sahip olduğunu anlaması durumunda, onu evlât edinmeyi düşündüğünü görüyoruz.
Ayette bu aşamada durularak, sözkonusu olgunun Allah'ın işi olduğu; bu ve benzeri olguları vesile kılarak Allah'ın Hz. Yusuf'u Mısır'a yerleştirdiği belirtiliyor. İşte, Yusuf'u sözkonusu adamın gönlüne ve evine yerleştiren Allah'ın müjdeleri bir bir gerçekleşmeye başlayacaktır. Daha sonra Yusuf'un, Allah tarafından kendisine rüyaları yorumlayabilme yeteneğiyle onurlandırıldığına değiniliyor. -Bu olgunun çift boyutlu bir anlam taşıdığından, giriş bölümünde söz etmiştik.- Bu aşamaya ilişkin ilk planda Hz. Yusuf un Mısır'a yerleşmesinde Allah'ın baskın ve hiçbir engel tanımaz gücünün gözlendiğinden; Allah'ın işinde hakim olduğundan; hüsrana uğramaması, yılmaması, sapmaması için Yusuf'un Allah tarafından korunduğundan söz ediliyor:
"Böylece Yusuf'a güvenli bir barınak sağladık, ona olayların (ya da rüyaların) yorumuna ilişkin bazı bilgiler öğrettik. Allah meramını kesinlikle yürütür."
Nitekim Hz. Yusuf'un durumunu düşünüyoruz: Onun hakkında, kardeşlerinin bir isteği vardı! Ama öte yanda Allah'ın da bir iradesi vardı! Ama sonuçta, işinde hakim olmasından ötürüdür ki Allah'ın iradesi gerçekleşmiştir. oysa, işinde hakim olmak Yusuf'un kardeşleri için sözkonusu değildir. Onlar kendi elleriyle, iki ayaklarını bir pabuca soktular ve sonuçta olaylar onların arzularının tam tersi bir biçimde gelişecektir:
"Fakat insanların çoğu bunu bilmezler."
İnsanların çoğu Allah'ın belirlediği kurallardaki sürekliliğin, sonuçta salt onun iradesinin gerçekleşeceğinin farkında değildir.
Ayet daha sonra Allah'ın Hz. Yusuf için neler murat ettiğini aktarmaya geçiyor:
"Ona olayların (ya da rüyaların) yorumuna ilişkin bazı bilgiler öğrettik." Yusuf, ergenlik çağına erdiğinde, Allah'ın yeni bir nimeti daha:

22- Yusuf ergenlik çağına erince kendisine hikmet ve bilgi bağışladık. Biz iyi davranışlıları işte böyle ödüllendiririz.

Hz. Yusuf'a, her meselede sağlıklı bir hüküm verebilme, olayların nasıl noktalanacağını kestirip bilebilme, rüyaları yorumlayabilme yeteneği ya da daha kapsamlı bir deyimle yaşamı ve yaşam süresince karşılaşılabilecek olayları gerçek yüzüyle kavrayabilme yeteneği verilmişti. Bu noktada ayetin ifadesi, pek çok olguyu kapsayabilecek denli geniştir. Bunlar, iyi davranan bir kimse olmasının, inancıyla ve ahlâkıyla iyi bir kimse olmasının ödülüydü:
"Biz iyi davranışlıları işte böyle ödüllendiririz." ÇİRKİN DAVET VE ALLAH'IN YARDIMI
Bu sırada Hz. Yusuf'un, yaşamındaki ikinci sıkıntıyla, ikinci sınavla karşılaşmasına tanık oluyoruz. Birincisinden çok daha çetin, çok daha yaman bir sınavdır bu! Bu sıkıntıyı göğüsleyebilmesi için, Allah'ın -kendisini esirgeyerek sağlıklı yargılara varabilme yeteneği ve bilgiyle donattığı Hz. Yusuf'un, bu sınavı da -Kur'an'ın kaydettiği üzere- en iyi biçimde geçerek, kendisini kurtarabildiğini göreceğiz.
Şimdi, bu şiddetli, bu çetin, bu yaman tabloyu özgün biçimiyle görmek üzere, Kur'an'a bakalım:



23- Kaldığı evin hanımı onu yatağına çağırdı, kapıları kilitledikten sonra ona "Haydi, gelsene!" dedi. Fakat Yusuf `Allah korusun! Rabbim bana güvenli bir barınak sağladı; hiç kuşkusuz zalimler iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler" dedi. '


24- Kadının canı Yusuf'u istedi, Yusuf da ona karşı ilgi duydu. Eğer Rabbinin caydırıcı direktifi, gözlerinin önünde somutlaşmasaydı, kendini tutamazdı. Böylece biz Yusuf u kötülükten ve fuhuştan uzak tuttuk. O, hiç kuşkusuz, bize içten bağlı, seçkin bir kulumuzdu.


25- Her ikisi de -Yusuf önde, kadın peşinde olmak üzere- kapıya koştular. Kadın, Yusuf'un gömleğini arkasından yırttı; kapıda kadının kocası ile karşılaştılar. O sırada kadın, kocasına "Eşine kötülük etmek isteyenin cezası herhalde hâpsedilmekten ya da ağır işkenceye çarpılmaktan başka bir şey olamaz" dedi.


26- Yusuf "Beni yatağına çağıran odur" dedi. Kadının akrabalarından biri olaya ilişkin şöyle bir çözüm önerdi, "Eğer Yusuf'un gömleği ön tarafından yırtılmış ise, kadın doğru söylüyor, Yusuf ise bir yalancıdır. "


27- "Yok, eğer Yusuf'un gömleği arka tarafından yırtılmış ise, kadın yalan söylüyor ve Yusuf'un dediği doğrudur. "


28- Adam, gömleğin arka tarafından yırtılmış olduğunu görünce karısına "Bu iş, siz kadınlara özgü bir komplodur, sizin komplolarınız yamandır" dedi.


29- Adam, Yusuf'a "Sen ona bakma, kapat bu olayı" dedikten sonra karısına dönerek "Sen de günahından ötürü af dile, çünkü sen bir günahkârsın" dedi.

Ayetlerde Hz. Yusuf'un ve kadının bu olay sırasında kaç yaşında olduklarından söz edilmiyor. Ama bu noktada biz yine de bir tahmin yürütmeye çalışalım...
Hz. Yusuf, kafile tarafından bulunup Mısır'da köle olarak satıldığı sırada henüz çocuktu. Bir başka deyişle en fazla ondört yaşında olmalıydı. Bunu nereden çıkarıyoruz? Zira bu olaydan söz edilen ayette Hz. Yusuf için "gulâm" (çocuk)" sözcüğü kullanılıyor. Arap dilinde "gulâm" sözcüğü, ondört yaşını geçmemiş kimseler için kullanılır. Ondört yaşını geçmiş kimseler için ise, "şâb (delikanlı)" ya da "racul (adam)" sözcükleri kullanılır. Kaldı ki Yakub'un "Siz farkında olmadan onu kurt kapar" demesinden de Hz. Yusuf'un o sırada ondört yaşını aşmamış olduğunu çıkarabilmek mümkündür... Aynı sırada sözkonusu kadın ise, çoktan evlenmiş durumdaydı. Kocasının Yusuf için hanımına "Belki de onu evlât ediniriz" demesine bakılırsa, bir türlü çocukları da olmamıştı... Zira evlâtlık arama eğilimi genelde, çocukları olmamış ve de çocuk yapabilme umutları tamamen ya da kısmen sönmüş kimselerde ortaya çıkar. Dolayısıyla evliliklerinin üzerinden en azından, çocuklarının olmayacağını anlayabilecekleri denli bir zaman dilimi geçmiş olmalıdır. Bunun da ötesinde, Mısır'ın başveziri konumundaki birinin en azından kırk yaşında olabileceğini düşünsek, onun hanımı durumundaki sözkonusu kadın da otuz yaşları dolaylarında olmalıdır.
Buradan hareketle, olayın yaşandığı sırada -en azından yaklaşık olarak- kadın kırkındaysa, Hz. Yusuf'un da yirmibeşinde olabileceğini tahmin edebiliriz. Bizim tahminimiz bu doğrultudadır. Zira kadının, gerek olay sırasındaki, gerekse daha sonraki tutumlarından, yeterince deneyimli, atak, komplolarında son derece usta, kölesini delicesine seven biri olduğunu görüyoruz... Sonradan sarayına çağırdığı kadınların, "Başvezirin karısı kölesini yatağına çağırmış" biçimindeki sözleri de bunu doğrulamaktadır... Bu cümle de "köle", Arapça'daki "abd" sözcüğüyle değil, (aynı zamanda delikanlı anlamına da gelen) "fetâ" sözcüğüyle ifade ediliyor. Kadınların cümlelerinde Hz. Yusuf için bu sözcüğü (yani "fetâ"yı) kullanmalarından, aynı zamanda onun yaşını da ima ettikleri son derece nettir. Bu bizim değil, Yusuf'u kendi gözleriyle görmüş olanların yaptığı bir tesbittir.
Bu meselenin üzerinde böylesine durmaktaki amacımız, bu gerçeği gözler önüne serebilmektir. Hz. Yusuf'un bu sıkıntıyla, bu sınavla yüzyüze bulunması, sadece ayetin bize aktardığı kadının onu kendisine çağırdığı sözkonusu andan ibaret değildir! Bunun dışında, Yusuf'un tüm delikanlılık yıllarını saray ortamında ve de bu kadınla aynı sarayda geçirdiğini unutmamak gerek. Bu uzun zaman dilimi kadının yaşamında, -yaklaşık olarak otuzundan kırkına varana dek- hemen hemen on yıla tekabül ediyordu. Başvezir, hanımını Hz. Yusuf'la birlikte bulmasının ardından söylediği söz, bu saray havasının ve ortamının, ne tür özellikler taşıdığını çok iyi ortaya koyuyor:
"Adam Yusuf'a "Sen ona bakma, kapat bu olayı."
Sonra, eşine dönüp ekleyecektir:
"Sen de günahından ötürü af dile, çünkü sen bir günahkârsın."
Bu kadarı yeter!..
Bunu duyan diğer kadınların diline düşen başvezirin eşi, onlara yanıt olarak, Hz. Yusuf'u göstereceği bir parti düzenleyecektir. Yusuf'un huzura çıkmasıyla, büyülenecekler, onu görenin baştan çıkmamasının imkânsız olduğunu söyleyeceklerdir. Tam o sırada başvezirin eşinin, herkesin önünde şöyle dediğini göreceğiz:
"Kadın dedi ki; "İşte siz beni bu delikanlı yüzünden kınadınız. Ben onu yatağıma çağırdım, fakat aşırı bir namusluluk tepkisi ile isteğimi reddetti. Ama kendisine emrettiğim işi yapmaz ise, kesinlikle hapse atılarak burnu yere sürtülecektir." (Yusuf Suresi 32)
Bu tür sahnelere artık bağışıklık kazanmış, çok özel bir çevreyle karşı karşıyayız. Sürekli lüksün içinde yüzen bir çevredir bu. Ve Yusuf, -yoldan çıkma noktasında en tehlikeli dönem olan- ergenlik çağını, delikanlılığının en ateşli yıllarını sözkonusu çevrenin içinde geçirmişti... Ama bu uzun sınav döneminde Hz. Yusuf direnmesini, olumsuzluklardan, tahriklerden, taşkınlıklardan kendisini koruyabilmesini bilmişti. Sözkonusu fitnenin boyutlarını, sınavın çetinliğini, bu uzun direnişin görkemliliğini kavrayabilmek için, bu uzun dönemi aynı çatı altında geçiren Yusuf ve kadının yaşlarını gözönüne almamız bile yeterlidir. Ancak ayetin bizlere aktardığı üzere kadının yapayalnızken ve uzun dolambaçlı yollara başvurmaksızın sürpriz bir biçimde doğrudan davetiye çıkardığı sırada, Yusuf'un direnebilmesi çok daha güçtü. Çünkü burada Hz. Yusuf en ufak bir girişimde bulunmamasına karşın, karşısındaki kadın onu bizzat istiyordu. Karşısındaki kadının onun için deli olduğu apaçık meydandaydı. Her şeye hazır bir kadın vardı karşısında.
Nitekim ayete baktığımızda da bunu görüyoruz:
"Kaldığı evin hanımı onu yatağına çağırdı, kapıları kilitledikten sonra ona "Haydi, gelsene!" dedi."
Dolayısıyla bu kez, kadının onu kendisine çağırdığı apaçık ortadaydı. Kadının ona resmen davetiye çıkardığı, tüm çıplaklığıyla ortadaydı... Kadın son anda kapıyı bile kilitlemiş durumdadır. Kadın, gözle görülür biçimde o bedensel dürtüsünün dayanılmazlık noktasına gelmiş bulunmakta ve de bu bedensel arzusunu açıkça dile getirmektedir:
"Haydi gelsene!"
Tüm çıplaklığıyla, tüm netliğiyle ortada olan bu çağrı, kadının Yusuf'a çıkarmış olduğu ilk davetiye değildir. Tam tersine bu, kadının Yusuf'a çıkardığı son davetiyedir. Anlaşılan o ki, kadın ona böylesine net bir davetiye çıkarmaktan başka bir çare bulamamıştı. Gücüyle, gençliğiyle dört dörtlük bir insan olan bu delikanlı, dişiliği giderek oturan ve olgunlaşan sözkonusu kadınla aynı çatı altında yaşamaktaydı. Dolayısıyla kadın, son çare olarak onu açık bir biçimde kendisine çağırmazdan önce de, dolaylı yollardan ona davetiye çıkarmış olmalıydı. Ama biz Hz. Yusuf'un bu apaçık davetiye karşısında bile direnebildiğini görüyoruz:
"Fakat Yusuf "Allah korusun! Rabbim bana güvenli bir barınak sağladı; hiç kuşkusuz zalimler iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler" dedi."
"Allah korusun!"
Böyle bir şey yapmaktan Allah'a sığınırım.
"Rabbim bana güvenli bir barınak sağladı." Yüce Allah ki, beni kuyudan kurtardı ve bu rahat, güvenli eve yerleşmemi sağladı."
"Hiç kuşkusuz zalimler iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler."
Senin beni çağırmakta olduğun türden bir suç işleyerek, Allah'ın belirlediği sınırların ötesine geçenler, başarıya ulaşamazlar.
Kadının kendisine apaçık davetiye çıkarması karşısında Yusuf'un hemen Allah'ın kendisine verdiği nimetleri hatırlayarak, O'nun koyduğu sınırları, ayrıca bu sınırları hiçe sayanların akıbetini hatırlayarak, bu çağrıya yanaşmadığı ayette çok net bir biçimde ifade edilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla, kadının kapıyı kilitlemesinin ardından ona apaçık davetiye çıkarması, bunu sözlü olarak da net bir biçimde dile getirmesi karşısında Yusuf'un, ayette bize anlatılanın dışında bir tavır sergilediğini düşünebilmek olanaksızdır. Hikâyeyi bizlere en güzel biçimde aktaran Kur'an'da o çetin ana ilişkin şu ifadeler yeralıyor:
"(Kadın Yusuf'a): "Haydi, gelsene' dedi."
"Kadının canı Yusuf'u istedi, Yusuf da ona karşı ilgi duydu. Eğer Rabbinin caydırıcı direktifi, gözlerinin önünde somutlaşmasaydı, kendini tutamazdı."
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... Videolar/Slaytlar Medine-web 1 2760 22 Ağustos 2013 23:41
İran Emperyalizmi Makale ve Köşe Yazıları Medine-web 6 3374 26 Ocak 2013 21:53
gerekli gereksiz bir şiir.. Makale ve Köşe Yazıları MERVE DEMİR 0 3103 06 Aralık 2012 09:48
olmamış kayınbiradere mektup :) Komik Paylaşımlar Allahın kulu_ 10 7009 03 Kasım 2012 22:19
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür Makale ve Köşe Yazıları Esadullah 11 6461 02 Ekim 2012 20:16