Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 12:42   Mesaj No:2

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Yusuf Suresi Tefsiri

Gerek klasik, gerekse daha sonraki dönemde tüm tefsircilerin, bu son ayete ilişkin kendi görüşlerine yer vermiş bulunmaktadırlar. Tefsirlerine yahudi uydurmaları (isrâiliyâtı) da karıştırmış olanların bu noktada, bir yığın efsane aktardıkları gözlenmektedir. Bunların tasvirlerine göre; Yusuf, dürtülerine kapılarak kendisini tutamayıp harekete geçmek istemiştir! Ne var ki, Allah gösterdiği birçok delille onu engellediğinden harekete geçememiştir! Odanın tavanında, parmağını ağzına götürmüş ısırır biçimde babası Yakub arz-ı endâm eylemiştir! Böylesi bir eylemin yasaklandığını bildiren Kur'an ayetlerinin "Evet... evet yanlış okumadınız Kur'an ayetlerinin" yazılı olduğu levhalar gözünün önüne getirilmiştir. Tüm bunlara karşın Hz. Yusuf, halâ kendisini toparlayamamaktadır! Sonuçta Allah, Cebrail'i göndererek, ona "Kulumun imdadına yetiş" demek durumunda kalmıştır! Cebrail de gelip, onun göğsüne göğsüne vurmaya başlamıştır!.. Kimi aktarımcıların kullandıkları bu türden efsaneleri daha da uzatmak mümkün. Ancak tüm bunların bir yamalamadan, bir uydurmacadan öteye geçmediği son derece nettir.
Tefsircilerin ezici çoğunluğu ise, kadının onu istediğini ve bu arzusunu fiilen de sergilediğini, Hz. Yusuf'un da içinden kadına bir istek duyduğunu, ancak Rabbinin işaretini görür görmez bundan vazgeçtiğini belirtmiştir.
Rahmetli Reşid Rıza, "el-Menâr" adlı tefsirinde, tefsircilerin ezici çoğunluğunca ileri sürülen sözkonusu görüşe karşı çıkmaktadır. Ona göre, âmir konumunda biri olarak sözkonusu kadın, Yusuf'un direnmesi, kendisini önemsememesi üzerine, onu dövmek istemiştir. Hz. Yusuf da kadının bu eylemine karşı koymak istemiştir. Ancak Hz. Yusuf geri dönüp kaçmayı yeğleyince, kadın da harekete geçip onu yakalamış ve böylece Hz. Yusuf'un gömleği arkadan yırtılmıştır...
Ancak ayetin metnine baktığımızda, "isteme (el-hemm)" sözcüğünü "dövmek isteme" biçiminde yorumlayabilmek için en küçük bir dayanak bile bulunmadığını görüyoruz. Dolayısıyla bu, Hz. Yusuf'u fiili bazda istek duyma ya da eğilim gösterme bazında istek duyma konumuna asla sokmamaya yönelik salt bir görüşten öteye geçememektedir. Kaldı ki bu tür bir yorumda, ayetin gerçek anlamından uzaklaşma sonucu doğuran bir zorlamadır.
Burada, ayetleri tekrar gözden geçirirken; gerek kendisine hikmet ve bilgi verilmesinden önce ve gerekse daha sonra Yusuf'un, sarayın çatısı altında bu deneyimli kadınla birlikte geçirdiği uzun bir zaman süreci içinde yaşamış bulunduğu tüm koşulları gözden geçirirken, bende ise bu noktada daha farklı bir düşünce uyanıyor.
Bu düşüncenin temeli ise, Allah'ın şu sözü:
"Kadının canı Yusuf'u istedi, Yusuf da ona karşı ilgi duydu. Eğer Rabbinin caydırıcı direktifi, gözlerinin önünde somutlaşmasaydı kendini tutamazdı."
Hz. Yusuf un hemen karşı çıkıp ilkelerine sarılmasının ardından gelen bu ayet, onun bu bağlamdaki tahrik karşısındaki nice zamandır süren tavrının nasıl bir noktaya ulaştığının ifadesidir... Direnme ve zaaf, ama sonuçta Allah'ın buyruklarına sarılıp kurtuluşa erebilme konusunda, insanın öz doğasının nitelik ve niceliğine ilişkin gerçekçi ve reel bir ifadedir bu... Ancak Kur'anî ifade, insandaki sözkonusu türken karmaşık, çatışmalı ve baskın ayrıntılara girerek uzun uzadıya anlatmıyor. Zira Kur'ana Kerim, olayın yaşandığı sözkonusu anı, kıssa çerçevesinde, aynı zamanda mükemmel bir yaşam çerçevesinde, hakettiği normal payı aşacak denli upuzun bir sahneye dönüştürmek istememektedir. Bu sebeple de, gerçekçiliğin, dürüstlüğün ve atmosferdeki temizliğin hakkını verebilmek için, gerek başlangıçtaki, gerekse sonuçtaki tedbirliliği aktarmasının yanısıra, bu iki süreç arasındaki zaaf anına değinmekle yetiniyor.
Ayetleri ve o mevcut koşulları gözönüne aldığımızda, bizde uyanan düşünce işte budur. Gerek insanın doğası, gerekse peygamberlerin masumiyeti açısından, en makul olanı da budur. Hz. Yusuf da neticede bir insandı. Allah'ın seçkin kıldığı biriydi ama, neticede insandı. Onun duyduğu istek, psikolojik bazdaki eğilimden öteye geçmemiştir. Vicdanından ve zaaf anının hemen ardından, vicdanından ve yüreğinden yükselen Rabbinin işaretini görür görmez de doğruya yapışarak zaafını yenebilmeyi başarmıştır. (Zemahşerî, "Keşşâf" tefsirinde şöyle diyor: "Allah'ın peygamberi konumundaki birinin, bir günahı isteyebilmesi ve buna eğilim gösterebilmesi nasıl mümkün olabilir?' biçiminde bir soru yöneltilecek olursa, yanıtım şudur: Ayette anlatılmak istenen, gençlik döneminde cinsel gücün ve arzunun yüksekliği sonucu Hz. Yusuf un da, kadının kendisini arzulayıp istemesini andırır biçimde, sözkonusu kadına k arşı içinden bir arzu ve istek olmasıdır. İnsanın neredeyse tüm sağduyusunu ve direncini yitirmesine sebep olabilecek böylesi bir durumda, bu da son derece doğaldır. Nitekim Hz. Yusuf, Allah'ın ergenlik ve sorumluluk çağına girenleri yasaklardan kaçınmakla yükümlü kıldığını düşünerek, içinde uyanan bu isteği bastırarak kontrol altına almıştır. Üstelik, şiddetinden ötürü ayette "istek" olarak adlandırılan bu dayanılmaz eğilim Hz. Yusuf un içinde hiç uyanmasaydı, onun Allah katında, çekinme noktasında övülen bir insan olabilme nedeni de ortadan kalkardı. Zira direncin ve sabrın büyüklüğü, belanın ve sınavın büyüklüğü ve şiddetiyle doğru orantılıdır"... Burada, "Hz. Yusuf, Allah'ın ergenlik ve sorumluluk çağın: girenleri yasaklardan kaçınmakla yükümlü kıldığını düşünerek, içinde uyanan bu isteği bastırarak kon rol altına almıştır..." biçimindeki cümlede yatan mutezile mezhebine yatkın ilmi görmezlikten gelirsek, Zemahşerï'nin bu analizi temelde son derece isabetlidir. Bu cümlede, işaretin, yani burhânın rasyonelliğini iddia eden Mutezile ekolünün izi görülmektedir. oysa işaret ya da burhân Allah'ın kulları için şeriatında belirlediği ilkelerden başka bir şey değildir... Burada, bu mezhebi ve tarihsel görüş ayrılığı konumuz dışındadır. Ancak, bu türden bir düşünme tarzının temelde, İslâm anlayışına yabancı olduğunu da belirtelim!)
"Böylece biz Yusuf'u kötülükten ve fuhuştan uzak tuttuk. O, hiç kuşkusuz, bize içten bağlı, seçkin bir kulumuzdu."
"Her ikisi de -Yusuf önde, kadın peşinde olmak üzere- kapıya koştular."
Sağduyusunu toplayan Hz. Yusuf, kaçıp kurtulmayı yeğlemişti. Halâ o hayvani dürtüsünün depreşimlerini yaşayan kadın ise, onu yakalayabilmek için yerinden fırlamış bulunuyordu.
"Kadın Yusuf'un gömleğini arkasından yırttı."
Hz. Yusuf'u kapıdan geriye içeriye çekebilmek için tutup asıldığında, onun gömleğini yırtmıştı. Ve tam bu sırada bir sürpriz:
"Kapıda kadının kocası ile karşılaştılar."
Burada, kadının deneyimliliği tüm çıplaklığıyla karşımızda. Bu dehşetengiz sahnenin beraberinde getirdiği soruya, anında bir cevap bularak, Hz. Yusuf'u suçlamaya geçtiğini görüyoruz:
"Kadın, kocasına: `Eşine kötülük etmek isteyenin cezası ne olmalıdır?' dedi."
Ama kadın Yusuf'a aşık ve onun adına korkmaktadır. Bu nedenle de güvenceli bir ceza verilmesini istemektedir.
"Cezası, hapsedilmekten ya da ağır işkenceye çarpılmaktan başka bir şey olamaz."
Bu haksız suçlama karşısında Yusuf, gerçeği açıkça söylüyor: "Yusuf "Beni yatağına çağıran odur" dedi."
Bu noktada ayette bize, sözkonusu meselede kadının ailesinden birinin tanıklık ettiği belirtiliyor:
"-Kadının akrabalarından biri olaya ilişkin şöyle bir çözüm önerdi. "
"Eğer Yusuf'un gömleği ön tarafından yırtılmış ise kadın doğru söylüyor, Yusuf ise bir yalancıdır:"
"Yok, eğer Yusuf'un gömleği arka tarafından yırtılmış ise, kadın yalan söylüyor ve Yusuf'un dediği doğrudur."
Ancak sözkonusu kişi bu şahitliği nerede ve ne zaman yapmıştır? Kadının kocasıyla (Mısırlılar'ın deyimiyle, "beyiyle") birlikteydi de olaya bizzat tanık mı olmuştu? Yoksa, kadının kocası onu çağırıp, meseleyi ona mı açmıştı? Nitekim, özellikle kanları soğuk ama değerleri cıvık olan bu sınıf arasında, bu tür durumlarda kadının aile büyüklerinden birisinin çağrılarak, onun ne düşündüğünün öğrenilmesi bir tür gelenekti...
Bunların her ikisi de mümkündür. Her halukârda, mesele değişmiyor. Ayette bu kişinin sözü "şahitlik" olarak nitelenmiştir. Gerek kadının, gerekse Hz. Yusuf'un iddiası karşısında, taraflar arasındaki çekişme ve izlenecek tutum noktasında kendi görüşüne başvurulmuş olması nedeniyle sözkonusu kişinin yargısı, "şahitlik" olarak adlandırılmıştır. Zira bu kişinin yargısı, anlaşmazlığı tahkik edip gerçeğin ortaya çıkarılmasına yardımcı olacaktır... Evet Yusuf'un gömleği önden yırtılmışsa, bu onun kadına saldırdığının ve kadının da kendisini ondan korumaya çalışırken gömleği yırttığının göstergesidir. Dolayısıyla kadın doğru, Yusuf ise yalan söylüyor demektir. Yok eğer gömlek arkadan yırtılmışsa, bu Yusuf un onun elinden kurtulup kaçmaya çalıştığının, kadının da kapıya dek onun ardını bırakmadığının göstergesidir. Dolayısıyla kadın yalan, Yusuf ise doğru söylüyor demektir. Kadının efendi, Yusuf'un ise bir köle olmasından ötürü ilk varsayım, birincisinin doğru, ikincisinin yalan söyleyebileceği üzerine kurulmuştur. İlk önce bu varsayımın söylenmesi de dolayısıyla bir nezaket gereğidir! Ancak sonuçta bu, varsayımın gerçeğin ortaya konabilmesi için bir ipucu olmasına gölge düşürmüyor.
"Adam, gömleğin arka tarafından yırtılmış olduğunu görünce."
Olayın mantığı üzerine oturtulan sözkonusu şahitlik doğrultusunda, Yusuf'u kendisine çağıranın kadın olduğunu, ve yine kadının Yusuf'a iftira attığını açıkça anlamıştı. Burada binlerce yıl öncesindeki cahiliyenin sosyete sınıfına ilişkin bir kesit çıkıyor karşımıza. Bu kesit, bugün bile adeta somut bir biçimde karşımızdadır. Bu kesitte, cinsel skandallar karşısında rahatlığı, bunları toplumdan gizleyebilmek için örtbas etme eğilimini gözlüyoruz. Zira onlar için en önemli Şey, bu skandalların duyulmamasıdır.
Adam, gömleğin arka tarafından yırtılmış olduğunu görünce karısına "Bu iş, siz kadınlara özgü bir komplodur, sizin komplolarınız yamandır" dedi. Adam, Yusuf'a "Sen ona bakma, kapat bu olayı" dedikten sonra karısına
dönerek, "Sen de günahından ötürü af dile, çünkü sen bir günahkârsın" dedi."
İşte böyle... Doğrusu bu, o kadınların bir hilesidir. O kadınların fendi büyüktür... Bu tavır, kam damarları zorlayacak denli hiddetle doldurabilecek denli böylesi vahim bir olay karşısında ustaca bir vurdumduymazlıktır. Suçu tüm kadınlara genelleyerek, -kadının bu tavrını neredeyse överek- işi bir tür şakaya bağlamaktır.
"Sizin komplolarınız yamandır!" cümlesinde sözkonusu kadına yönelik olumsuz bir dokundurma yapılmamaktadır. Tam tersine, sözkonusu kadının davranışıyla, dişiliğiyle büyük fentler açabilecek denli dört dörtlük, mükemmel bir dişiliğe sahip olduğu ima edilmektedir.
Adam, daha sonra masum olan Hz. Yusuf'a dönüp eklemektedir.
"Sen ona bakma, kapat bu olayı."
Yani bu meseleyi kapat! Kendi kendine önemseyip hatırlamaktan vazgeç! Kimseye de açma! .. Önemli olan da budur zaten! Görüntüyü kurtarmak yeterlidir!
Ardından,
Yusuf'un olmak isteyen, onu yakalayıp suçuna ortak etmek isterken gömleğini yırtan kadına dönerek öğüt veriyor:
"Sen de günahından ötürü af dile, çünkü sen bir günahkârsın."
İşte, tüm cahiliye toplumlarında rastlanan, hizmetçiler ve köleler karşısında aristokrat sınıfın konumunun, en yakından erilmiş bir görüntüsüdür bu. Perdenin kapanmasıyla birlikte tüm sahnenin ve olayların gözden kaybolduğunu görüyoruz... Ayetlerde o anın, tüm görüntüleri, tüm tepkileri bize aktarılmış bulunuyor. Ancak o anın, pornografik hayvani fantazilerden bir bölüme ya da iğrenç cinsel bataklıktan bir gölete dönüştürülmesi yoluna asla gidilmiyor!
SKANDAL YAYILIYOR

Adam, hanımıyla kölesi arasına girmiyor. Mesele, zamanın akışına bırakılıyor. Saraylarda bu tür meseleler, hep zamanın akışına bırakılmaz mı zaten! Ama sarayda da olsa yerin kulağı vardır. Aynı çatı altında hizmetçiler ve uşaklar var. Dolayısıyla saraylarda, olup bitenleri örtbas edebilmek mümkün değildir. Özellikle de kadınların çevrelerinde olup bitenlerin dedikodusunu yapmaktan başka bir şey istemedikleri aristokrat ortamlarda, bu iş daha da güçtür. Bu sebeple sözkonusu türden skandalların, sohbetlerde, partilerde ve ziyaretlerde, kulaktan kulağa yayılıp herkesin diline düşmesi kaçınılmazdır:



30- Şehirdeki birtakım kadınlar "Başbakanın karısı, kölesini yatağına çağırmış; delikanlının aşkı iliklerine işlemiş; anlaşılan (gördüğümüz o ki), iyice sapıtmış" dediler.

Bu söz, tüm cahili çevrelerde kadınların bu tür meselelerde söyledikleri sözlere tıpatıp benzemektedir. Burada haberin kentte yayılması sonucunda sözkonusu skandalın açıkça anlatılıp duyurulması sırasında ilk kez, kadının başvezirin hanımı olduğunu, dolayısıyla Yusuf'u Mısır`dan satın alan adamın da -Mısır'ın başveziri- Aziz olduğunu da öğrenmiş bulunuyoruz. Kadınların sözlerine kulak veriyoruz:
"Başbakanın karısı, kölesini yatağına çağırmış."
Ardından, kadının Hz. Yusuf karşısındaki durumunu açıklıyorlar: "Delikanlının aşkı iliklerine işlemiş."
Başvezirin eşi, kölesine vurulmuş. Sevgisinden kalbi yanıp tutuşmakta, paramparça olmaktaymış. Bir köle karşısında kalbin böylesine yanıp tutuşması! "Anlaşılan (gördüğümüz o ki) iyice sapıtmış."
Kendisi soylu bir kadın ve bir aristokratın hanımı olmasına karşın, tutup satın aldıkları ibrânî bir köleye vurulmuş!.. Belki de kadınlar bu sözleriyle başvezirin eşinin bu skandalla dillere düşmesini, bu meselenin apaçık ortaya çıkıp herkesçe anlaşılmasına bozulduklarını vurguluyorlar. Zira bu tür çevrelerin geleneğinde, kapalı kapılar ardında kimseye sezdirmeden böyle işler yapmak değil, tam tersine sonuçta böylesi bir manzara oluşturmak eleştirilir.

SOSYETE SINIFININ KARAKTERİ

Burada yine, ancak bu tür ortamlarda görülebilecek türden bir olayla karşılaşıyoruz. Kendi sınıfının kadınlarına, onların tuzaklarından ve fentlerinden yola çıkarak nasıl bir karşılık vermesi gerektiğini çok iyi bilen cüretkâr başvezir eşinin oynadığı bir oyuna tanık oluyoruz. Ayetler, bu sahneyi bizlere tüm açıklığıyla aktarıyor.

31- Kadın, hemcinslerinin bu kınayıcı dedikodularını duyunca haber salarak onları evine çağırdı, onlar için konforlu sedirler hazırladı, herbirinin eline birer yemek bıçağı verdi ve Yusuf'a "Çık şunların önüne" dedi. Kadınlar Yusuf'u görünce güzelliği karşısında büyülendiler ve "Allah'ım, sen ne büyüksün! Bu bir insan değil, olsa olsa saygın bir melektir" dediler.


32- Kadın dedi ki; "İşte siz beni bu delikanlı yüzünden kınadınız. Ben onu yatağıma çağırdım, fakat aşırı bir namusluluk tepkisi ile isteğimi reddetti. Ama kendisine emrettiğim işi yapmaz ise, kesinlikle hapse atılarak burnu yere sürtülecektir.

Başvezirin eşi onlar için, kendi sarayında bir parti düzenledi. Bu nedenle onların, sosyete sınıfına mensup olan, saraylardaki partilere davet edilen, son derece görkemli ve ihtişamlı bir biçimde ağırlanan kadınlar olduklarını anlıyoruz. Yine onların o dönemde, doğu işi şilte ve yastıklarla donatılmış koltuklar üzerine oturarak yemek yedikleri görülüyor. Başvezirin eşi bu koltukları onlar için hazırladı. Yemekte kullanmaları için herbirine de birer bıçak getirdi. Buradan, o dönemin Mısır'ında maddi uygarlığın yüksek bir düzeye ulaştığı, saraylardaki konforun da son derece görkemli olduğu anlaşılıyor. Binlerce yıl öncesindeki bù dönemde, yemek sırasında etleri kesebilmek ve meyveleri soyabilmek için bıçak kullanılması, konfor ve maddi uygarlık düzeyi açısından, son derece anlamlıdır. Derken, Yusuf'un onların huzuruna çıktığını görüyoruz. Başvezirin eşi Yusuf'a:
"Çık şunların önüne, dedi."
"Kadınlar Yusuf'u görünce güzelliği karşısında büyülendiler." "Allah'ım sen ne büyüksün, dediler."
Bu bağlamda, "Allah'ım sen ne büyüksün" demeleri, Allah'ın eseri olan bu harikulâde güzellik karşısında duydukları dehşetin ifadesidir. Nitekim ardından, hemen eklediler:
"Bu bir insan değil, olsa olsa saygın bir melektir." ( Yusuf'un, gerek başvezirin eşini, gerekse diğer kadınları şaşkına çeviren bu güzelliğini belirtme noktasında, rivayetçiler ve tefsirciler adeta kendilerini yırtmaktadırlar. Kimilerinin tariflerinde, daha çok kadınlarda gözlenebilecek nitelikler bile yeralıyor. Oysa, böylesi nitelikler taşıyan birinin, kadınları şaşkına çevirmesi düşünülemez. Halbuki, erkekler için erkekliğin ayırıcı niteliklerinin mükemmelliği oranında farklı bir güzellik sözkonusudur... Böyle değilse, bir diğer ihtimalde, sözkonusu sınıfa mensup kadınların, öz doğalarındaki çarpıklaşma sonucunda, aslında kadındayken güzel olabilecek nitelik ve özelliklere sahip bir erkeğe hayranlık duyar, dolayısıyla da erkekteki diğer erkeksi niteliklere bakmaz bir hale gelmiş bulunmalarıdır.)
Surenin giriş bölümünde de belirttiğimiz üzere kadınların bu sözü, o dönemde tevhid dininin kırıntılarının az da olsa bulunduğunun göstergesidir.
Onların Hz. Yusuf'u görür görmez dehşete düştüklerini, büyülendiklerini, kendilerinden geçtiklerini gözlemleyen başvezirin eşi sonuç olarak, kendisiyle aynı sınıfa mensup bu kadınlara karşı zaferi kazandığından emindir. Bunun üzerine zafer duygusuyla dolu olan; kendisiyle aynı düzeye ve aynı sınıfa mensup sözkonusu kadınlardan zerre kadar arlanmayan; Yusuf'un kendi avucunun içinde olmasını, kendisine karşı bir kez direnmiş ve isteğini yapmadıysa da sonuçta onun ipinin halen kendi elinde olmasını onlara karşı bir böbürlenme vesilesi biçiminde algılayan bu kadın, onlara dönerek konuşmaya başlayacaktır:
"İşte siz beni bu delikanlı yüzünden kınadınız" dedi.
"Gördünüz mü onun karşısında siz bile nasıl şaşkına döndünüz, nasıl dehşete düşüp büyüleniverdiniz! Ben onu yatağıma çağırdım, fakat aşırı bir namusluluk tepkisi ile karşılaştım."
İşte tıpkı sizler gibi beni de böylesine büyüleyip şaşkına çevirdi. Sonuçta onun olmak istedim, fakat o çekinerek buna yanaşmak istemedi. -Bir başka deyişle kadın,. Yusuf'un böyle bir iş yapmamak için özenle direndiğini; yaptığı çağrıya ve tuzağına yanaşmamak için Yusuf'un kendini özenle koruduğunu ifade ediyor.- Bunun ardından kadın, sözkonusu ortamda kibirli bir edayla Yusuf'un iplerinin kendi elinde olduğunu vurguluyor ve de dişilik kaprislerini tüm kadınların huzurunda apaçık bir biçimde dile getirmekte zerre kadar bir sakınca görmüyor:
"Ama kendisine emrettiğim işi yapmaz ise, kesinlikle hapse atılarak burnu yere sürtülecektir."
Bu ısrar, bir burnu büyüklük, bir şantaj, tehdit yoluyla yeni bir ayartma ifadesidir.
Hz. Yusuf bu söz kendisine söylendiğinde, güzelliğinden şaşkına-düşmüş olan ve -bu tür toplantılarda genelde rastlandığı üzere- tüm çekiciliklerini ısrarla sergilemeye çabalayan kadınların arasında bulunuyor. Ev sahibesinin yukarıdaki sözlerinde de ima ettiği gibi sözkonusu kadınlar, karşılarındaki Hz. Yusuf için deli olmakta ve onu ayartmaya çabalamaktadırlar. Bu durum karşısında Yusuf ise Rabbine yönelmektedir:



33- Yusuf dedi ki; "Ya Rabbi bana göre hapse girmek bunların benden istediklerini yapmamdan daha iyidir. Eğer beni onların komplolarından uzak tutmazsan ağlarına düşer, böylece cahillerden biri olurum.''

Yusuf, "bu kadının istediğini yapmaktan..." demiyor! Tam tersine, "bunların istediklerini yapmaktan..." diyor! Demek ki bu noktada ister sözleriyle, ister hareketleriyle, isterse bakışlarıyla olsun, tüm kadınlar kendisine davetiye çıkarmaktadırlar. Yusuf ise, bu sürekli tahrik karşısında bir an belki zaafa düşebilirim korkusuyla, sözkonusu kadınların kendisini tuzaklarına düşürme girişimlerini bertaraf etmesi için Allah'dan yardım istiyor. İçinde bu korkuyu duyar duymaz, ellerini Allah'a açarak, kendisini kurtarmasını istiyor:
"Eğer beni onların komplolarından uzak tutmazsan ağlarına düşer, böylece cahillerden biri olurum."
Masumiyetiyle gururlanmayan, neticede insan olduğunun bilincinde olan bir kimsenin duasıdır bu! O, Rabbinin kendisine daha fazla yardım etmesini, daha çok gözetmesini istemekte; yüzyüze bulunduğu fitne, tuzak ve ayartma girişimlerine karşı sadece Allah'dan yardım dilemektedir.

34- Allah, onun bu duasını kabul ederek kendisini kadınlardan uzak tuttu. Hiç kuşkusuz O her şeyi işitir, her şeyi bilir.

Ayette sözü edilen "uzak tutma", kadınların yüreklerini Yusuf'un kendilerine yanaşabileceği olasılığı noktasında bunca çabanın ardından karamsarlıkla doldurma; ya da ayartmalara kanmama noktasında Yusuf'a daha da direnç aşılanarak, onu ayartmalardan hiç etkilenmeyecek bir güce ulaştırma biçiminde olmalıdır. Yine her iki olgunun birlikte sözkonusu olabileceğini düşünmek de mümkündür.
"O her şeyi işitir, her şeyi bilir."
Yüce Allah işiten ve bilendir. Tuzağın ayak seslerini de, duayı da işitmektedir! Tuzağın da, duanın da arka planındakileri en iyi biçimde bilmektedir!
Hz. Yusuf, yüce Allah'ın lütfu ve gözetimiyle, ikinci sınavı da böylece atlatıyor. Onun bu başarı ve kurtuluşuyla, bu yaman kıssanın ikinci perdesi de böylece sona eriyor...
Bu, Yusuf'un yaşamındaki çetin ve zorlu sınavlardan, üçünçü aşama, üçüncü ve de son sınavdır. Tüm bunların ardından zenginlik ve bolluk dönemi gelecektir. Güçlük ve zorluğa karşı direnci sınanan Yusuf'un, bunun ardından zenginlik ve bolluğa karşı direnci sınanacaktır. Kıssamızın bu bölümünde, suçsuzluğu anlaşılan Yusuf'un daha sonra hapse atılmakla sınandığını göreceğiz. Zulme uğratılmış suçsuz bir insana, -yüreği her ne kadar suçsuzluğun getirdiği, güvenceyle rahat dâ olsa- hapis cezası kuşkusuz çok daha ağır gelecektir.
Bu sınav dönemi süresince, Allah'ın Yusuf üzerindeki nimetleri somut bir biçimde ortaya çıkacaktır: Allah Yusuf'a rüyaları yorumlayabilme, başlamış olayların yakın gelecekte nasıl noktalanacağını önceden bilebilme gibi ilahi bir bilgi bahşedecektir. Yine Allah'ın nimeti olarak sonuçta Yusuf, kralın huzurunda suçsuzluğunu resmen, açıkça ve mutlak bir biçimde ilan edecek; gayp aleminde önceden yazıldığı üzere onun önemli bir makam, mutlak bir güven ve olağanüstü bir yöneticilik elde etmesini sağlayacak tüm yetenekleri ortaya çıkacaktır.



HZ. YUSUF VE ZİNDAN SINAVI


35- Sonra adamlar, Yusuf'u belirli bir süre için hapse atmayı gerekli gördüler. Oysa onun masum olduğunu kanıtlayan bunca delil gözleri önünde duruyordu.


36- İki genç, onunla birlikte hapse girmişlerdi. Bunlardan biri "Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm"dedi. Öbürü de dedi ki; "Rüyamda başımın üzerinde bir somun ekmek taşıdığımı gördüm, onu kuşlar yiyorlardı. Bu rüyalarımızın ne anlama geldiklerini bize anlat. Çünkü biz senin iyiliksever bir adam olduğunu görüyoruz. "

İşte saraylardaki atmosfer! İşte zorba sistemin atmosferi! İşte aristokrat çevrelerdeki atmosfer! İşte cahiliye atmosferi! Yusuf'un suçsuzluğuna ilişkin şüpheye en ufak yer bırakmayacak kanıtlar bulunduğunu görmüşlerdi... Kibirinden kimseyi görmez hale gelen başvezirin eşi, kendisi için yanıp tutuştuğu kölesini kadınlara göstermek üzere, onlara bir parti düzenlemişti. Partide, bu köleye vurulduğunu açıkça söylemiş, diğer kadınlar da bu köleye vurulup onu baştan çıkarmaya çalışmışlardı. O ise tüm bunlar karşısında, kendisini kurtarıp koruması için Rabbinden yardım istemişti. Üstelik başvezirin eşi, tüm kadınların huzurunda -utanmaksızın ve arlanmaksızın- bu kölenin, ya emrini yerine getireceğini ya da hapse tıkılıp kahra uğrayacağını açık açık söylemişti. Ama tüm bunlara karşı sonuçta Yusuf, emrolunduğu üzere hapse atılıyor!
Tüm bunların ardından onlar yine de, onu bir süre için hapse atmayı uygun görüyorlar!
Kadın, tehdit sonrası gösterdiği çabalardan da umudunu kesmiş; bu mesele iyice dallanıp budaklanarak belki de sokaktaki halkın bile diline düşmüş olmalıydı... Artık, "aristokratlığın" onurunu korumak gerekiyordu! Aristokrat hatunların beyleri, ailelerine ve hanımlarına sahip çıkamasalar da, "soylu sınıf (!)"a mensup, abayı yakmış, aşkı ayyûka çıkmış, halk arasında bile dilden dile anlatılır olmuş bir kadının isteğini yapmadı diye, hiçbir suçu bulunmayan bir genci hapse tıkıvermekten de aciz değiller ya!
"İki genç, onunla birlikte hapse girmişlerdi."
Daha sonra bunların, bu iki mahkûmun kralın özel uşaklarından olduklarını öğreneceğiz.
Buradaki ayetlerde, Yusuf'un hapiste ne işler yaptığı, ne denli dürüst ve iyi bir insan olduğunun anlaşıldığı, herkesin ona gıpta ettiği, tüm tutukluların sonsuz güvenini kazandığı, aralarında kara talihin sarayda çalışmaya ya da hizmetçiliğe sürüklediği ve sırf yersiz bir kaprisle kendilerine kızıldığı için hapse atılmış kimselerin de bulunduğu vb. hususlara değinilmiyor. Tüm bu ayrıntılar bir yana bırakılarak hemen, Yusuf hapisteyken onunla arkadaş olmuş iki delikanlının, gördükleri rüyaları ona anlattıkları bir sahneye geçiliyor. Yusuf'un temiz, dindar, sürekli Allah'ı hatırlayan iyi bir kul ve ahlâklı bir insan olduğunu anlayan bu iki delikanlı, ondan rüyalarını yorumlamasını istemektedir:
"Bunlardan biri "Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm" dedi. Öbürü de dedi ki; `Rüyamda başımın üzerinde bir somun ekmek taşıdığımı gördüm, onu kuşlar yiyorlardı. Bu rüyalarımızın ne anlama geldiklerini bize anlat. Çünkü biz senin iyiliksever bir adam olduğunu görüyoruz."
Yusuf bunu, tutuklular arasında doğru inancını yayabileceği bir fırsat olarak değerlendiriyor. Zira, yeryüzündeki yöneticileri rabb konumuna yerleştirme, rabbliğin niteliklerini kendilerine malederek Firavunlaşmış olan bu tür insanlara boyun eğme temeline dayalı çarpık anlayışları ve bozuk inançları düzeltme noktasında, Yusuf'un tutuklu oluşu, onun bu konudaki yükümlülüğünü kaldırmamaktadır!
Hz. Yusuf, bu iki hapishane arkadaşıyla yaptığı konuşmaya, onların kafasını kurcalayan konudan başlıyor. Önce, rüyalarını yorumlayacağını söyleyerek onları rahatlatıyor. Zira O, tıpkı kendisinden önceki ataları gibi sadece ve sadece Allah'a kulluk ettiğinden, kulluk noktasında O'na hiçbir şeyi ortak koşmadığından, Allah da mükâfat olarak kendisine özel bir bilgi bahşetmiştir... Böylece daha ilk planda, onların kendi dinine karşı güvenlerini kazandığı gibi, rüyalarını yorumlayabileceği noktasında da güvenlerini kazanıyor:



37- Yusuf dedi ki; "Payınıza ayrılan yemek, henüz önünüze gelmeden önce onun ne olduğunu size bildirebilirim. Bu önsezi bana Allah'ın öğrettiği bilgilerdendir. Ben Allah'a inanmayan ve ahireti inkâr eden milletin dininden çıktım. "


38- "Onun yerine atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinlerine bağlandım. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmak bize yakışmaz. Bu inanç Allah'ın, gerek bize ve gerekse tüm insanlara yönelik bir lütfudur. Fakat insanların çoğu Allah'a şükretmezler. "

Hz. Yusuf'un konuyu ele alış biçiminde izlediği yöntemde, kişilerin gönüllerine girebilme noktasında bir incelik; konuşması sırasında yaptığı geçişler ve kullandığı üslupta hoşgörülü bir nezaket göze çarpıyor... Kıssanın baş kahramanı Yusuf'un, tüm olaylarda tanık olduğumuz ayırıcı niteliğidir bu...
"Yusuf dedi ki; payınıza ayrılan yemek, henüz önünüze gelmeden önce onun ne olduğunu size bildirebilirim."
Böylece, karşılarındaki adamın yenilecek yemeği daha gelmeden görebilecek ve gördüğünü bildirebilecek denli özel bir bilgiye sahip olduğuna güvenmeleri gerektiği vurgulanıyor: Bunun yanısıra bu sözde -elbette ki Allah'ın, salih kulu Yusuf'a bahşettiği nimete ve de ayrıca- geleceğe ilişkin haber verme ve rüya yorumlama gibi o dönemin karakteristik yapısına işaret vardır. Yine Yusuf, onların gönüllerini kazanarak Rabbinin yoluna davet edebilmek için onlara rüyalarını yorumlamada yararlanacağı özel bilgisini açıklarken kullandığı "Bu önsezi bana Allah'ın öğrettiği bilgilerdendir." biçimindeki ifadesini de psikolojik açıdan tam gediğe yerleştirdiği gözleniyor.
"Ben, Allah'a inanmayan ve ahireti inkâr eden milletin dininden çıktım."
Hz. Yusuf bu sözüyle aralarında yetiştiği millete; başvezirin ailesi, kralın kurmayları, milletin ileri gelenleri ve onlara tâbî olan halka işaret ediyor. Aslında karşısındaki delikanlılar da o milletin dinindendir. Ama Hz. Yusuf, onların kişiliklerini hedef seçmiyor. Tam tersine, onları rencide etmemek, kendinden nefret ettirmemek için, genel bazda sözkonusu milleti hedef seçiyor. Bu bir üsluptur, hikmettir, nezakettir, kişilerin gönlüne güzellikle girebilme yöntemidir.
Yusuf'un burada ahiretten söz etmesi, -daha önce de belirttiğimiz üzere insanlık var oldu olalı ahirete imanın, tüm peygamberlerin öğrettiği biçimiyle inancın temel öğelerinden biri olduğunu perçinlemektedir. Mukayeseli Dinler Bilimi'nde ileri sürüldüğü gibi, gerçi ahiret inancı cahiliye inançlarına sonradan girdiği doğrudur, ama bu inanç bozulmamış, semavi dinlerin sürekli temel unsuru olmuştur.
Alıntı ile Cevapla