Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15 Ocak 2016, 10:09   Mesaj No:1

Mihrinaz

Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:68
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:43
Mesaj: 12.404
Konular: 1270
Beğenildi:11858
Beğendi:8993
Takdirleri:26311
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Arapça-Türkçe Açıklamalı MECELLE'nin 100 Maddesi

Arapça-Türkçe Açıklamalı MECELLE'nin 100 Maddesi

1. MADDE:
Fıkhın Tarifi
:

اَلْفِقْهُ : عِلْمٌ بِالْمَسَائِلِ الشَّرْعِيَّةِ الْعَمَلِيَّةِ الْمُكْتَسَبَةِ مِنْ اَدِلَّتِهَا التَّفْصِيلِيَّةِ

Fıkıh: şeriatın ameli meselelerini, tafsili delillerin den bilmektir.

1- “İlm-i fıkh, mesâil-i şer’iyye-i ameliyeyi bilmektir.”

İlm-i Fıkh: Fıkıh ilmi
Mesail: Meseleler
Mesâil-i şer’iyye-i ameliye: Amellerle ilgili şer’i / hukuki meseleler

2. MADDE:
اْلاُمُورُ بِمَقَاصِدِهَا
İşler maksadlarına göredir.



“Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.”

Örnek:

● Yitik bir malı koruyup sahibine verme niyetiyle alan kişinin, malın helak olması halinde onu
tazmin etmesi gerekmezken; söz konusu malı sahiplenme niyetiyle almış olması halinde tazmini
gerekir.
● Bir devlet büyüğüne ibadet niyetiyle secde edilmesi küfür, bunun saygı amacıyla yapılmış
olması sadece günah olarak görülmüştür.

3. MADDE:
اَلْعِبْرَةُ فِى الْعُقُودِ لِلْمَقَاصِدِ وَ الْمَعَانِى لا لِْلاَلْفَاظِ وَ الْمَبَانِى

“Ukudda itibar mekasıd ve meaniyedir; elfaz ve mebaniye değildir
.”

Ukud: Akitler, anlaşmalar
Mekasıd: Maksatlar
Meani: Manalar
Elfaz: Lafızlar, sözler, cümleler
Mebani: Aıklamalar

Bu madde, niyet ile ifade arasında aykırılık bulunduğu zaman geçerlidir. Yoksa lafız tamamen bir
kenara atılacak değildir. Ayrıca bu madde, lafızların asıl manalarından başka manalarda da
kullanılabileceği göz önüne alınarak tespit edilmiştir.
Kaidede “ukud” kaydının bulunması, yeminlerle ilgili hükümleri istisna etmek içindir; zira
yeminler amaca göre değil, kullanılan lafızlara göre değerlendirilir. Kısastan af gibi.
Örnek: Bir kimse usulü dairesinde tanzim ettiği senette “Şu malımı oğlum Ahmet’e hibe
ediyorum. Sağ olduğum müddetçe bu malda tasarruf edeceğim, ben öldükten sonra oğlum Ahmet
tasarruf edecek ve diğer varislerim müdahale etmeyecektir.” demiş olsa, “hibe ediyorum” tabiriyle
bu tasarrufun hibeye hamli mümkün ise de “Ben sağ olduğum müddetçe tasarruf edecek”
ibaresinin delaleti ile maksadın vasiyet olduğu anlaşılır.
4.MADDE
اَلْيَقِينُ لا يَزُولُ بِالشَّكِّ

“Şekk ile yakin zail olmaz.


Şekk: Bir şeyin varlığına ve yokluğuna eşit derecede kani olmak
Yakin: Bir şeyin varlık veya yokluğundan birine, bir delil sebebiyle, aklın kesin olarak veya
kuvvetli bir zanla karar vermesi
Zail olmak: Yok olmak
Yani: Var olduğu yakinen bilinen bir şeyin aksine kesin delil bulunmadıkça, sonradan meydana
gelen bir şüphe ve tereddütten dolayı onun yok olduğuna hükmedilmez; yakin, ancak yakin ile zayi olur.
Örnek:
● Abdestli olan bir kişi, abdestinin bozulup bozulmadığından şüpheye düşse, abdestinin
bozulduğuna dair kesin bir bilgi olmadıkça bu şüpheye itibar edilmez, bu abdestle kıldığı namazlar
sahih kabul edilir.
● Bir kimse “Filan şahsa zannımca şu kadar lira borcum vardır” dese bununla borç sabit olmaz
5. MADDE:
اَلاَصْلُ بَقَاءُ مَا كَانَ عَلَى مَا كَانَ

“Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır.


Yani: Geçmişte sabit olduğu kesin olarak bilinen bir şeyin, aksine bir delil bulunmadıkça
geçmişteki haline itibar edilir.
Örnek: Kayıp kişinin hayatta olduğu geçmişte kesin olarak bilinmekte iken, öldüğüne dair kesin
bir delil bulunmadıkça hayatta olduğu kabul edilir. Dolayısıyla, bu durumdaki kişinin ölümüne dair
kesin bilgi elde edilmedikçe, malları mirasçılarına paylaştırılamaz.

6. MADDE:
اَلْقَدِيمُ يُتْرَكُ عَلَى قِدَمِهِ

“Kadim kıdemi üzerine terk olunur.”

Kadim: Başlangıcını kimsenin bilmediği şey, eski.
Kıdem: Eskilik
Örnek: Bir evin yağmur suları, eskiden beri komşusunun bahçesine akmaya devam ettiği halde,
komşusu, “bundan sonra akıtmam” diyemez. Çünkü bu uygulama “kadim” olmuştur.

7. MADDE:
اَلضَّرَرُ لاَ يَكُونُ قَديِمًا

“Zarar kadim olmaz”


Örnek: Yayaların geçişini engelleyecek şekilde yapılmış balkonlar, kamu sağlığını tehdit eden
kanalizasyon ve çöplükler, ne kadar eski uygulamalar olursa olsun kaldırılır veya tamir edilip
zararları giderilir.

8. MADDE:
اَلاَصْلُ بَرَائَةُ الذِّمَّةِ
Beraatı zimmet asıldır
.

Kişinin zimmetinin, başkasının hakkı ile meşgul olmayıp beri olması asıldır. Zira her şahıs, yaratıldığında zimmeti beri (temiz) olarak doğmuştur, zimmetinin meşgul olması, daha sonra hasıl olan muamelelerle meydana gelir. Bu aslın hılafını iddia eden kişinin, bu davasına dair delilini getirmesi gerekir. Zira delil (şahit), aslın ve zahirin hılafını iddia edenden istenir.


9. MADDE:
اَلاَصْلُ فِى الصِّفَاتِ الْعَارِضَةِ الْعَدَمُ
Arizi sıfatlarda asıl olan, yok olduğudur.


Arizi sıfat, aslından mevcut olmayıp sonradan gelen ve hasıl olan sıfatlardır; ticaret, ayıplı olmak, hastalık, noksan-laşmak gibi. Bunların varlığı sonradan hasıl olduğundan, aslen mevcut olmadıklarına itibar edilir. Meselâ: Ortaklar arasında kârın olup olmadığında ihtilaf çıksa, söz işi yürüten ortağın dediğidir. Kârın olduğunu isbat etmek için, parayı veren orta-ğın delil getirmesi gerekir.
Asli sıfatlar, mevsufun var olmasıyla var olan sıfatlar-dır. Sıhhat, selamet, bekaret gibi. Bunlarda aslolan var olmala rıdır.
Mesela müşteri bir at satın alsa, sonradan atta eskiden olan bir aybın olduğunu iddia etse, satıcı da ayıpsız olduğunu iddia etse, söz yeminle birlikte satıcının dediğidir, zira sıhhatli olmak asli sıfatlardandır.
Arizi sıfatlarda asıl olan o sıfatın mevcut olmamasıdır. Amma asli sıfatlarda ise, o sıfatın mevcut olduğu asıldır.
10. MADDE:
مَا ثَبَتَ بِزَمَانٍ يُحْكَمُ بِبَقَائِهِ مَا لَمْ يُوجَدِ الْمُزِيلُ


Bir vakitte sabit olan şeyin, izale edeni mevcut ol-madıkça bekası ile hükmolunur.

Bir zaman evvel birisi bir şeye malik olduğu sabit olsa, sonradan mülkiyetini gideren bir şey olmadıkça (satmak veya hibe etmek gibi), o şeyin mülkü o kimseden yok olmaz.
Bu kaide, “Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır” kaidesine mutabıktır ve onu tamamlar. Bu kaide istis-hab ile alakalı idi, burada da istishab hükümleri cari olur.
Yani bir şeyin geçmiş zamanda sabit olduğu belli ise, şimdiki halde de sübutuna hükmedilir, ancak hılafına bir durum mevcut olmamalıdır. Aynı şekilde halde/filhal bir şeyin devamı sabit olunca, o şeyin evvelde de böyle olduğuna hük-medilir. Ancak o şeyi izale eden bir durum söz konusu olma-malıdır.
Misal: Bir şeyin mülkiyeti bir şahıs için sabit olsa, ondan bir sebeble (satmak, hibe etmek gibi) yok olmadıkça, o şeyin mülkiyetinin o kişide devamına hükmedilir. Eğer izale eden şey mevcut olursa, mülkiyetin devam ettiğine hükmedilmez.


11. MADDE:
مَا ثَبَتَ بِزَمَانٍ يُحْكَمُ بِبَقَائِهِ مَا لَمْ يُوجَدِ الْمُزِيلُ

Hâdis olan işte asıl, onu en yakın vaktine izafe etmektir.
Hâdis: Mevcut olmayıp sonradan mevcut olandır. Bunun meydana gelmesinde ve sebebinde ihtilaf edilince, eski zamana nisbeti sabit olmazsa, en yakın vaktine izafe edilir.

Misali: Kadın kocasının kendinden mal kaçırmak için ölüm hastalığında kendini boşadığını iddia etse, varisleri de sıhhatinde boşadığını iddia etse, söz kadının dediğidir, zira talak işi sonradan meydana gelen bir iştir, varlığı en yakın zamana izafe edilir ki bu da kocanın hastalığıdır. Varisler davaları için delil getirmedikçe kadın mirastan hissesini alır.
Diğer bir misal: Baba, oğlunun malını satsa, oğlan baba-sının malını kendisinin buluğundan sonra sattığını iddia etse ve satışın geçersiz olduğunu söylese, babası satışın buluğdan sonra olmasını inkar etse, söz oğlun dediğidir, baba davasını isbata mecbur olur.
Diğer bir misal: Hıristiyan olan kadın, kocası olan müslümanın ölümünden evvel kendisininde müslüman olduğunu iddia etse ve mirastan payını talep etse, varisler de kadının kocasının ölümünden sonra müslüman olduğunu iddia etseler, söz varislerin dediğidir, zira kadının islama girmesi, tarih bakımından kocanın ölümünden sonra olmaya daha yakındır.

12. MADDE:
َاْلاَصْلُ فِى الْكَلاَمِ اَلْحَقِيقَةُ
“Kelamda asl olan manayı hakikidir.”


Asl olan: Tercih edilen
Manayı hakiki: Gerçek anlam, sözlük anlamı; bir söz duyulduğunda akla gelen ilk anlam.
Mecaz: Kelimenin sözlük anlamında kullanılmayıp, ona benzeyen başka bir anlamda kullanılmasıdır. Örnek: “Şu ev Ahmet’e aittir.” Diyen bir kişi, bu ikrarıyla, söz konusu evin mülkiyetinin Ahmet’e ait olduğunu belirtmiştir. Bu kişi sonradan, “bu sözümle o evin, Ahmet’in kira ile oturduğu meskeni olduğunu kastettim; aslında ev benimdir” dese kabul edilmez ve önceki ikrarıyla sorumlu tutulur; çünkü öncelikle sözün hakiki anlamı geçerlidir.
13. MADDE:
لاَ عِبْرَةَ لِلدَّلاَلَةِ فِى مُقَابَلَةِ التَّصْرِيحِ
Sarih (açık olan) karşısında delalete itibar edilmez.

Yani sarih olan ile delalet eden çakıştığı zaman sarih olan alınır, zira sarih kuvvetlidir delalet eden zayıftır.

Sarih lafzın tarifi: Usul alimlerine göre sarih, kendinden murad olanın açık, beyan edilmiş, tam ve alışılmış olmasıdır. Mesela bir kişiye halin delaleti ile bir işe izin verilmiş olsa, sonra açık bir ifade ile o işten men edilse artık delalete itibar kalmaz.

Mesela: Bir şahıs, başkasının evine girse ve orda masa üzerinde su dolu bardak bulsa, su içerken bardak düşüp kırılsa, ödeme sorumluluğu olmaz, zira halin delaletiyle o bardaktan su içmesine izin verilmişti. Ama ev sahibi o kişiyi o bardaktan su içmekten men etmiş olsaydı ve o kişide dinle-meyip su içerken bardak kırılsaydı bu durumda ödemesi gere-kir, zira sarih men etmesi delaleten olan izni iptal etmiştir.
Diğer bir misal: Bir kişi başkasına bir mal hibe etse, diğeri de bunu kabul etse, hibe aktinin hasıl olmasıyla o kişinin malı teslim almasına delaleten izin verilmiş oldu; eğer teslim alırsa hibe işlemi tamam olur. Eğer hibe eden kişi, hibeyi teslim alma-dan evvel hibe edilen kişiyi teslim almasından men etse, delaletin hükmü düşer ve hibe batıl olur. Şayet malı teslim alsa, gasb etmiş olur.
14. MADDE:
لاَ مَسَاغَ ِللاِجْتِهَادِ فِى مَوْرِدِ النَّصِّ


“Mevrid-i nassda ictihada mesağ yoktu
r.”

Şeriatın, kendisi hakkında hüküm beyan ettiği meselede ictihad geçerli olmaz. Zira ictihadın cevazı, hakkında nass (şer’i delil) olmayan meselelerdedir.
İctihad: Şer’i ve fer’i delilden hükmü çıkartmak için taka tı ve kuvveti sarf etmektir, şöyleki bu gayretinden daha faz-lasını sarfetmek mümkün olamaz.
Nass: Kur’anı Kerim ve Hadisi Şeriflerdir.
Misal: Hadisi şerif açıkça beyan ettiki “Delil iddia eden üzerine, yemin inkar eden üzerine gereklidir”
Bu nass bulunduktan sonra, hiçbir müctehidin bunun hılafı-na hükmetmesi caiz olmaz. Yani delili inkar edenden dinleyelim, yemini iddia eden yapsın diyemez. Aynı şekilde Kur’anda, “Allah bey’i helal etti” ayeti geldikten sonra hiçbir müctehidin, “Bey’ helal mi yoksa haram mı” diye ictihad etmesi caiz olmaz.
15. MADDE:
مَا ثَبَتَ عَلَى خِلاَفِ الْقِيَاسِ فَغَيْرُهُ لاَ يُقَاسُ عَلَيْه

“Ala hilafi’l-kıyas sabit olan şey, saire makisun aleyh olamaz.”


Ala hilafi’l-kıyas: Kıyas kuralına ters olarak
Kıyas: Dört rükünden meydana gelir: Asl, fer’, hüküm, illet.
Sair: Başka
Makisun aleyh: Kendisi üzerinden kıyas yapılan nass, hüküm; asl.
Yani: Bir konunun hükmü kıyasa aykırı olarak sabit olmuşsa, bu hüküm ona benzer konuların kıyas edilmesi için “asl”, yani “makisun aleyh” olamaz. Kıyasa aykırı olarak sabit olan nass, kendi
konusu ile sınırlı tutulur.
Örnek: Sabah namazının sünnetinin, öğle vakti girmeden kaza edilmesi, özel bir sebebe binaen
meşru kılınmıştır. “Ta’ris olayı” diye bilinen, Hz. Peygamber’in ashabıyla birlikte Hayber dönüşü bir
vadide uyuyakalarak sabah namazını kaçırmasından sonra namazı sünnetiyle birlikte kaza etmesi,
zevalden sonra veya başka zamanlarda da sabah namazının kaza edileceğine dair “makisun aleyh”
olamaz.

16. MADDE:
َاْلاِجْتِهَادُ لاَ يُنْقَضُ بِمِثْلِهِ
“İctihad ile diğer ictihad nakz olunmaz.”


İctihad: Nassın bulunmadığı bir konuda bir âlimin, araştırmaları sonucu belirttiği görüşü
Nakz olunmak: Geçersiz kılınmak, bozulmak

Yani: İçtihatlar aynı derecede birer zanni delil olduklarından, kat’i olan nasslara aykırı olmadığı
sürece biri ile diğerini geçersiz kılmak caiz değildir. Aksi taktirde istikrarsızlığa yol açılmış olurdu.

Örnek: Hz. Ömer, Hz. Ebubekir’in hilafeti sırasındaki ictihadi uygulamalarına muhalefet etmiş
ama daha sonra kendi hilafeti döneminde bu içtihatlardan meydana gelen hükümleri bozma yoluna
gitmemiştir.
İstisna: Kamu yararı bir içtihadın bozulmasını gerektiriyorsa, başka bir içtihat ile onun bozulması
caizdir.

17. MADDE:
اَلْمَشَقَّةُ تَجْلِبُ التَّيْسِيرَ
“Meşakkat teysiri celb eder.


Meşakkat: Zorluk, sıkıntı
Teysir: Kolaylaştırma
Celb etmek: Çekmek
Uyarı: Sözü edilen meşakkat, şer’i yükümlülüklerin özünde bulunan zorluklar değildir; bir
konuda kolaylığa gidilmesi, o konu ile ilgili nasslarla çatışmaya da yol açmamalıdır.
Örnek:
● Açlıktan ölüm tehlikesi yaşayan birinin, yasak olan ölü veya domuz etini yiyebilmesi
● Yolculuk durumu, ibadetler konusunda önemli kolaylılar sağladığı gibi, hukuki yönden de
birçok ruhsatlara imkan vermektedir.


18. MADDE:

َاْلاَمْرُ اِذَا ضَاقَ اِتَّسَعَ

“Bir iş dıyk oldukta, müttesa’ olur.”

Dıyk olmak: Daralmak
Müttesa’: Genişletilen
Yani: Fazla sıkışan iş kendi kendine genişler.
Örnek:
● “Haddini aşan her şey aksine sonuç verir.” (Arap Atasözü)
● İnsanların yaşama, sağlık, hürriyet, itibar ve şeref gibi tabii haklarını tehlikeye düşürecek derecede ileri giden sıkı bir kanun hükmü, mahkeme kararı veya idari tedbir, genellikle gayesini
sağlayamaz. Halk, bu ağır hükümlerden kaçınmak için çareler arar, türlü hilelere başvurur.
● Borcunu ödemeye güç yetiremeyen kişiye ödeme gücü elde edene kadar süre tanınması
veya toptan ödeyemeyen kimseye taksit imkanı verilmesi bu kaide gereğidir.

19. MADDE:
لاَ ضَرَرَ وَ لاَ ضِرَارَ

Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur


Örnek: Borcunu ödememekte ısrar eden borçluyu alacaklının dövmeye veya hapsetmeye ya da malını zorla elinden almaya yetkisi yoktur. Bunları yapması halinde tazminle sorumlu olacağı gibi ayrıca kendisine cezai müeyyideler de uygulanır. (Hukuk dilinde buna “ihkak-ı hak” denir ve kesinlikle meşru değildir.)
Aynı şekilde ayıplı bir malı satan kişi, müşteriye maldaki ayıbı söylemeden satamaz, zira satılan maldaki ayıbı gizlemek müşteriye zarar vermektir.
Bir belde halkı, başka birinin, kendi beldelerinde yerleş-me hakkını men edemezler, bu, o kişiye zarar vermek olur, bu da men edilmiştir.
Mesela avcılık mubah bir iştir, ancak avcılık, hayvanatın tükenmesini, insanlara korku ve sıkıntı olmasını icab ettirirse avcılıktan men edilir.
20. MADDE:
اَلضَّرَرُ يُزَالُ
“Zarar izale olunur.”


İzale olunmak: Yok edilmek
Zarar zulümdür, aldatmadır, vacib olan giderilmesidir. Zalimi, zulmü üzere yerleştirmek haramdır ve men edilmiştir.
Örnek:
● Meslek erbabının kendilerinden kaynaklanan zararların yine kendileri tarafından izale edilmesi gerekir.
● Paranın sürekli değer kaybettiği yerlerde, alınan borcun miktar olarak aynen ödenmesi, borç veren kişinin zararına yol açmaktadır. Bu zararın izale edilmesi gerekmektedir; bunun için de, borçların geri ödenmesinde paranın miktarı değil, alım gücü esas alınmalıdır.
Ayıp muhayyerliği, malı ayıpsız olduğunu zannederek alan müşterinin zararını izale etmek için meşru’ edilmiştir.
Şuf’a hakkı, kötü komşunun zararını men etmek için meş ru’ edilmiştir. Aynı şekilde komşunun arsasındaki ağaç büyümekle dalları yan komşuya zarar verirse, zararı gidermek için ağacın dallarının kesilmesi gerekir.
21. MADDE:
اَلضَّرُورَاتُ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ
“Zaruretler, memnu olan şeyleri mübah kılar.”


Zaruret: Yasak olan şeyin işlenmesini caiz kılan özür
Memnu: Yasaklanmış
Mübah: Yapılıp yapılmaması serbest olan
Not: İslam hukuk usulünde, yasak olan şeylerin mübah kılınmasına “ruhsat” adı verilmektedir ki, bir özür sebebiyle sonradan meşru kılınan şey demektir. Fakat ruhsatta yalnızca hukuki sorumluluk kalkar, haramlık ise devam eder.
Örnek: . Bazı şeyler de var ki zaruret halinde yasaklığı kalkar. Açlıktan telef olma anında ölü etini yemek, domuz etini yemek, susuzluktan şarap içmek gibi.

22.MADDE:

ماَ اُبِيحَ لِلضَّرُورَةِ يُتَقَدَّرُ بِقَدَرِهَا

“Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunurlar.”

Yani: Zaruret sebebiyle caiz olan şey, yalnızca zarureti giderecek kadar işlenebilir.
Örnek:
● Canının telef olmasını önleyecek ekmek varken, et veya tatlı gibi pahalı bir gıdayı
sahibinden izinsiz almak, gasp hükmünde sayılmıştır.
● Gerek sünnet, gerekse tıbbi bir tedavi ihtiyacı bir zarurettir ve sünnetçi veya doktor
konumunda olan kişinin kullanacağı ruhsat, işini gereği gibi yapabileceği bir alanla sınırlıdır.
Misal: Açlıktan helak olma tehlikesinde olan kişi için, başkasının malından açlığını def edecek miktarı alması caiz olur, fazlasını alamaz.
Aynı şekilde bir kimsenin binasına açtığı pencere, komşusunun hanımını (mahrem bölgeyi) görecek bir halde ise buna cevaz verilmez.

23. MADDE:
مَا جَازَ لِعُذْرٍ بَطَلَ بِزَوَالِهِ
“Bir özür için caiz olan şey, ol özrün zevali ile batıl olur
.”

Caiz: Uygun, mahzursuz
Zeval: Ortadan kalkmak
Batıl olmak: Geçersiz olmak
Örnek:
● Su bulunduğunda veya suyu kullanabilecek duruma gelindiğinde teyemmüm batıl olmuş olur.
Kiralanan bir malda bir kusur meydana geldiğinde, kiralayan kişinin bu akdi fesih yetkisi
doğar. Ancak mal sahibi akdin feshedilmesinden önce söz konusu kusuru giderirse, kiralayanın akdi feshetme hakkı kalkar.
Misal: Asıl şahitlerin hasta olması veya çok uzakta olmaları sebebiyle fer’ olan şahitlerin şahitliği caizdir. Asıl şahitler hastalıktan kurtulsa veya uzaktan dönüp gelseler, fer’ olan şahitlerin şahitliği artık caiz olmaz.
Çocuk, deli ve bunak kimselerin alış-veriş gibi bazı tasarrufları men edilmiştir; ancak bu kusurlu halden kurtulurlarsa, tasarrufları serbest olur.

24. MADDE:
اِذَا زَالَ الْمَانِعُ عَادَ الْمَمْنُوعُ
“Mani zail olunca memnu avdet eder.”


Mani: Engel
Zail olmak: Ortadan kalkmak
Memnu: Yasaklanmış olan
Avdet etmek: Geri dönmek
Yani: Bir özür sebebiyle uygulanamayan asli bir hüküm, özrün kalmasıyla önceki konumuna döner.
Örnek: Bir davada çocuk veya kör olan birinin şahitliği çocukluk veya körlük sebebiyle reddolunduktan sonra, söz konusu şahıs baliğ olsa ve gözleri açılsa, bu kişinin daha sonra aynı dava için yapacağı şahitlik kabul edilir.
Birisi, görme muhayyerliği ile bir at satın alsa, at yanında doğursa, müşteri atta bulduğu bir ayıp sebebiyle atı geri veremez, zira doğurmakla mebide fazlalık hasıl oldu; amma yavrusu ölse, mani yok olduğundan müşteri ayıp sebebiyle atı geri verebilir.
25. MADDE:

اَلضَّرَرُ لاَ يُزَالُ بِمِثْلِهِ
“Zarar kendi misli ile izale olunamaz.”


Yani: Aslında yapılan zararın, zarar vermeden telafi edilmesi en uygunudur; ancak bu mümkün
olmadığı taktirde daha hafif bir zarar ile zararın izale edilmesi amaçlanmalıdır.
Örnek: Bir malın üretildiği yerde, aynı malı üretecek başka bir fabrikanın yapılması
engellenemez. Yani önceki fabrikanın zararına olur gerekçesiyle yeni yatırım yapmak isteyenlere
zarar verilemez.
Helak olmak üzere olan kişi, başkasından helakini def edecek miktar şeyi zorla alabilir. Ancak diğeri de kendisi gibi helak olmak üzere ise, onun elinden ihtiyacı olan şeyi alamaz.

İkaz: Zaruret hali ile meşru müdafaa birbirine karıştırılmamalıdır.
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Mihrinaz 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Ne Kullanalım? Yaşam/Kültür/Sanat Mihrinaz 0 2 02 Mayıs 2024 20:16
Dört Entrikacı mı Dört Dahi mi? Duhatul Arab İslam/Dinler/Mezhepler Kara Kartal 1 93 09 Nisan 2024 00:40
Fakire Makarna Sadakası Medineweb.net Videolar Kara Kartal 1 70 08 Nisan 2024 17:02
Başörtülü Bacıma Ters Kelepçe İslami Haberler Mihrinaz 1 56 08 Nisan 2024 03:17
Merhemet Duyğusu Sende Yoxdursa Şiirler ve Şairler Mihrinaz 0 81 05 Nisan 2024 15:20