|  Durumu:    Medine No :  38944  Üyelik T.:
09 Şubat 2014  Arkadaşları:60 Cinsiyet:Bayan Mesaj :
9.475Konular:
1144  Beğenildi:4426 Beğendi:3685
 Takdirleri:5169 Takdir Et: 
	  Konu Bu  
				Üyemize Aittir! |    
 
 
 Dünyadaki bütün insânlar mes'ûd olmak ister. Fakat, mes'ûd olan, pek  azdır. Çünkü, saâdetin neden ibâret olduğu bilinmiyor.   Saadet, yalnız dünya saadetinden ibâret değildir. Aksine, asıl saadet  âhıret saadetini elde etmektir.  Âhiret saadeti için Allahü teâlânın kanûnlarına ve emirlerine yani  Kur'ân-ı kerîme ve Peygamber efendimizin sözlerine itâat etmek lâzımdır.  Allahü teâlânın emirleri arasında: Öldükten sonra tekrar dirilmek, yani  âhırete inanmak da vardır.
 Cenâb-ı Hak âhıretin nihâyetsiz olduğunu,  ebedî olduğunu bize bildiriyor. Dünya hayâtı ise, sayılı günlerden  ibârettir. O hâlde, saadet iki başlı demektir:
 1-Ahıret saadeti.
 2-Dünya saadeti.
 Bu iki saadetten hangisi önemlidir? Bunu akıl ve iz'ân sâhibi insanlar  kolaylıkla anlıyabilir.
 Aklımız ve iz'ânımız âhıret hayâtının, dünyâ  hayâtı ile mukâyese edilemiyecek kadar önemli olduğunu bize gösterir.
 Âhıret saadetine dâir Hakkın kitâbı, Kur'ân-ı kerîm ve Peygamber  efendimizin sözleri ve din âlimlerinin binlerce kitabı vardır.
 Fakat,  bugün artık bunları okuyan, bunları söyleyen, söyleyenleri ve yazanları  dinleyen az insan kalmıştır.
 Çok ehemmiyetli olan âhıret saadeti âdetâ  unutulmuş, sanki böyle birşey yokmuş gibi bir gaflet içinde  bulunmaktayız. Bu ise, felâketin en tehlikelisi ve âkıbetlerin en  korkuncudur.
 Peygamber efendimiz: (Mes'ûd o kimsedir ki, dünya onu terk etmezden önce, o dünyayı terk  etmiştir) buyurmaktadır.
 Mutsuz tüccar... Vaktiyle bir türlü mes'ud olamayan tüccarın biri, mutlu olmanın sırrını  öğrenmesi için, oğlunu, insanların en bilgili olan birinin yanına  göndermiş. Delikanlı günlerce yol yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin  üzerinde bulunan aradığı kimsenin evine varmış.
 Delikanlı, girdiği evde, hummalı bir manzara ile karşılaşmış.  Tüccarların biri girip, diğeri çıkıyormuş. Evin sahibi sırayla içerideki  insanlarla konuşuyormuş.
 Delikanlı, sıranın kendisine gelmesini  beklemiş ve huzura alınınca, babasının arzusunu anlatmış.
 Hikmet ehli  zat:  -Mutluluğun sırrını açıklayacak zamanım yok demiş delikanlıya. Sonra da  demiş ki:  -Git, çevreyi dolaş! İki saat sonra da benim yanıma gel! Hemen  arkasından ilâve etmiş:  -Ama, senden bir ricada bulunacağım! diyerek delikanlının eline bir  kaşık vermiş, içine de iki damla yağ koydurmuş.
 Arkasından tenbih etmiş:   -Etrafı dolaşırken bu kaşığı elinde tutacak ve yağı dökmeyeceksin! Delikanlı dışarı çıkıp etrafı dolaşmaya, verilen süreyi doldurmaya  başlamış. Fakat gözü hep kaşıktaymış.  İki saat dolar dolmaz, hemen çıkmış o kimsenin huzuruna. Hikmet ehli  kimse,  -Güzel, demiş. Sonra gence sormuş:  -Bahçıvanbaşının, on yıllık bir çalışma sonunda meydana getirdiği eşsiz  güzellikteki bahçeyi, çiçekleri, emsâlsiz lezzetteki meyveleri gördün  mü?  Utanan delikanlı hiçbirşey göremediğini îtiraf etmek zorunda kalmış.  Çünkü kendisine verilen iki damla yağı dökmemek için hiçbir tarafa  bakamamış.
 Ev sahibi demiş ki:  -Öyleyse git, etraftaki güzelliklere bakarak, bahçeyi tekrar dolaş! Delikanlı kaşığı alıp, tekrar dışarı çıkarak gezmeye başlamış. Bu sefer  bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları  yerlere yakışan sanat eserlerinin zarâfetini görmüş.  Hikmet ehli zatın yanına dönünce, gördüklerini bütün ayrıntılarıyla  anlatmış.
 Ev sahibi sormuş:  -Peki sana emânet ettiğim iki damla yağ nerede? Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş. Bunun  üzerine, ev sahibi, demiş ki:  -Sana verebileceğim tek bir nasîhat var:  Mutluluğun sırrı, dünyanın bütün hârikalarını görerek, Allahü teâlânın  büyüklüğünü idrak etmektir; ama kaşıktaki iki damla yağı da unutmadan. Sonra iki damla yağı yorumlamış:  -Bu iki damla yağdan, birinci damla, sağlığımız. Eğer kendimize  bakmazsak, sağlığımız yerinde olmazsa, başka şeyleri görmemiz zaten  mümkün değildir. Acılar içinde kıvranan kimse, dünyanın en güzel  manzaralı yerinde olsa bile gözü bir şey görmez.
 Kuş tüyünden yatakta  yatsa, bu yatak iğneli yatak gibi gelir ona.
 İkinci damla da dostluklar, yâni bizi ayakta tutan varlığımızın, var  olmamızın hikmetini hatırlatan hakîkî dostlar. Dostları olmayan kimse  için dünyanın zindandan farkı yoktur.  Sevmek, sevilmek ve acımak... Sevmek ve sevilmek, insanı hayata bağlayan, bütün sıkıntıları unutturan  en güzel ilâçtır. Sevmekten sonra da acımak gelir. Seven ve acıyan, herkese, her şeye  iyilikle bakar. Kötülük düşünmez.
 İyileri iyi oldukları için sever.  Kötülere ise kötü oldukları için acır. Onların da iyi olmaları, hidâyete  kavuşmaları için çırpınır.
 Bu iki şeyin hakîkatına varan, gerçek mutluluğa kavuşur. Bunun için,  artık hiçbir sıkıntı, dert olmaz.
 Bu mutluluğun verdiği haz, bütün  sıkıntıları örter.  Peygamber efendimiz de, İslamiyetin hülasası ve saadetin sırrını:  (Allahü teâlâyı, emirlerini büyük bilmek, bunlara saygılı olmak ve  yarattıklarına acımak, merhamet etmek) olarak buyurmuşlardır. Hikmet ehli de diyor ki: Yüzüğünde ne yazılıydı, bilsen Süleymân'ın: Sakın aldanma, yoktur vefâsı dünyânın! Mes'ûd, o kimsedir ki, bütün kazandığını, Yiye!.. Bırakıp, sevindirmeye düşmânın.
 
 
 
 Osman  Ünlü...
 
				__________________O (cc)’NA    SIĞINMAK  AYRICALIKTIR
 |