|     Durumu:    Medine No :  3898  Üyelik T.:
18 Eylül 2008  Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj :
93Konular:
13  Beğenildi:1 Beğendi:0
 Takdirleri:10 Takdir Et: 
	  Konu Bu  
				Üyemize Aittir! |   Arapça Sözlük 
  G 
 gabâvet: anlayışsızlık, kalın kafalılık.
 gabî: anlayışı kıt.
 gabn: hileli alışveriş.
 gadab: öfke, gazap.
 gadabiye: öfkeyle ilgili.
 gaddâr: acımasız.
 gaddârâne: acımasızca.
 gadir: haksızlık etme.
 gadr: haksızlık.
 Gaffâr: günahları affeden ve bağışlayan ALLAH .
 gafil: habersiz, kul olduğunu hatırlamadan yaşayan.
 gafîr: kalabalık.
 gaflet: olup biteni sezmeme, kul olduğunu unutma hâli.
 gafletkârâne: gaflet edercesine.
 Gafûr: günahları daima ve pek çok affeden, ALLAH .
 gâh: arasıra, bazan.
 gâh: "yer" mânâsında son ek.
 gaib: görünmeyen.
 gaibâne: görünmeksizin.
 gaile: üzüntü veren belalı iş.
 gait: pislik.
 gaiyye: gayeye ait.
 galâ: pahalılık.
 galat: yanlış.
 galatât: yanlışlar.
 galebe: yenme, üstün gelme.
 galeri: sanat eserlerinin sergi yeri.
 galeyan: kaynama, coşma.
 galî: kıymetli.
 gâlib: galip, üstün, yenen.
 galibâ: sanılır ki.
 galibâne: galip şekilde.
 galiben: çok zaman, üstün olarak.
 galibiyet: üstünlük, yenme.
 galîz: çirkin.
 gam: tasa, kaygı.
 gamgama: haykırma.
 gamgîn: gamlı, kaygılı.
 gamız: derin ve gizli olan.
 gamıza: kolay anlaşılmayan, derin.
 gammaz: söz taşıyıcı.
 gamnâk: gamlı, tasalı.
 gamz: süzgün bakış.
 gamze: çene veya yanak çukuru.
 ganâim: savaşta elde edilen mallar.
 gangren: bulunduğu organı kullanılmaz hâle getiren bir hastalık.
 Ganî: sonsuz zengin olan ALLAH .
 ganîmet: savaşta elde edilen mal.
 gâr: "yapan, yapıcı" mânâsında son ek.
 gar: mağara.
 garâbet: gariplik.
 garâib: garip şeyler.
 garâibperest: garip şeylere pek düşkün.
 garâm: canlı duygu, arzu.
 gârât: yağmalar.
 garaz: gaye, kötü niyet.
 garazkâr: garazcı.
 garazkârane: garaz edercesine.
 garb: batı.
 gardiyan: hapistekileri bekleyen görevli.
 garet: yağma, talan, çapul.
 garetgîr: yağmacı.
 garetkâr: çapulcu.
 gareyn: alt ve üst çene, yani ağız.
 garib: batan.
 garîb: garip, yabancı, kimsesiz, yâd ellere düşmüş, yadırganan şey.
 garîbane: garipçe.
 garîbe: garip şey.
 garîbem: garibim.
 garîbüzzaman: zamanın garibi, yaşadığı zamanla uyumlu olmayan.
 garîk: batmış, boğulmuş.
 garîm: alacaklı.
 garîze: yaradılıştan olan.
 gark: batma, boğulma.
 garnizon: askerî birliklerin bulunduğu yer.
 garra: parlak.
 gars: fidan dikme.
 gasb: hakkı olmayanı zorla alma.
 gasıb: zorla alan.
 gasıbane: zorla alırcasına.
 gasl: yıkama, gusül.
 gaşiye: perde, kıyamet, bir sûre.
 gaşy: kendinden geçme.
 gavâmız: anlaşılması zor bilmeceler.
 gavî: çok azgın.
 gavr: çukurun dibi.
 Gavs: Abdülkadiri Geylanî hazretleri.
 gavs: büyük evliya.
 gavsiyet: büyük evliyalık.
 gâvur: kâfir, îmansız.
 gavvas: dalgıç.
 gâyât: gayeler.
 gayb: gizli, görünmeyen, belirsiz.
 gaybâşinâ: gaybı bilen.
 gaybbîn: gaybı gören.
 gaybet: orada bulunmama.
 0cm;margin-bottom:0cm; margin-left:1.0cm;margin-bottom:.0001pt;mso-pagination:none'>gaybî: görünmeyenle ilgili.
 gaybîyâne: görünmeyenle ilgili olarak.
 gaybîyât: görünmeyenler.
 gaybîye: görünmeyen.
 gaybûbet: görünmeme, orada bulunmama.
 gaye: erişilmek istenen sonuç.
 gayet: pek çok.
 gayetsiz: sınırsız.
 gaylûle: sabah uykusu.
 gayr: diğer, başkası.
 gayret: çaba, çalışma arzusu, kıskanma duygusu.
 gayretullah: ALLAH ın gayreti, hakkı koruma sıfatı.
 gayrimeşrû: helâl olmayan, yasak.
 gayrimüslim: müslüman olmayan.
 gayrimütenâhî: sonu olmayan.
 gayriresmî: resmî olmayan, sivil.
 gayrullah: ALLAH tan başkası, yaratılanlar.
 gayyâ: cehennem kuyusu.
 gayyur: gayretli, çalışkan.
 gayz: hınç, öfke.
 gazâ: din uğruna savaş.
 gazab: gazap, öfke, kızgınlık.
 Gazâlî: büyük bir islâm âlimi.
 gazanfer: kahraman, iri aslan.
 gâzât: gazlar.
 gazel: bir şiir türü.
 gazevât: gazalar.
 gazî: gaza eden.
 gazve: savaş.
 gedâ: fakir, kimsesiz.
 gem: idare etmek için atın ağzına takılan demir.
 genc: hazine, define.
 ger: eğer.
 ger: "yapan, yapıcı" mânâsında son ek.
 gerçi: her ne kadar.
 gerdân: boyunla göğüs arası.
 gerdendâde: boyun eğme.
 gergedan: vahşi bir hayvan.
 germ: sıcak, kızgın.
 geven: dikenli bir bitki.
 gevher: akıl, edep, asıl, cevher.
 Geylânî: kerametleriyle ünlü büyük bir velî.
 gıbta: imrenme.
 gıdâ: besin.
 gılâf: kılıf, kın.
 gıllugış: karar verememe, gönül sıkıntısı.
 gılman: cennet genci.
 gınâ: zenginlik.
 gıpta: imrenme.
 gıptakârâne: imrenircesine.
 gışâvet: göz perdesi.
 gıtâ: örtü, perde.
 gıyâb: göz önünde bulunmama.
 gıyâben: görmeyerek.
 gıyâbî: görmeziye.
 gıyâs: yardım isteyene yardım eden.
 gıybet: orada bulunmayan biri hakkında onun hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyip ileri geri konuşma.
 gidişât: gidişler, işlerin yürüyüşü.
 gîr: "yapan, tutan" mânâsında son ek.
 gîrân: ağır, bıktırıcı.
 girdab: suların dönerek aktığı tehlikeli yer.
 girift: karışık, girişik, çapraşık.
 giriftâr: tutulmuş.
 girive: içinden çıkılmaz karışık durum.
 girizgâh: giriş yeri.
 giryân: ağlayan.
 girye: gözyaşı.
 Goethe: Almanların ünlü şairi.
 gonce: tomurcuk.
 görenek: görüp özenme.
 gramer: dilbilgisi.
 granit: bir çeşit sert taş.
 gubâr: toz.
 gudde: bez.
 gufrân: af.
 gulâm: genç, esir, çocuk.
 gulât: coşmalar, taşkınlıklar.
 gulûv: taşkınlık.
 gûlyabânî: masallarda sözü edilen hayâlî varlık, umacı, dev.
 gûnagûn: çeşit çeşit.
 gurbet: yabancı memleket, yâd el.
 gurbetzede: gurbete düşen.
 gurebâ: garipler.
 guremâ: alacaklılar.
 gurre: ışıldama.
 gurûb: batma.
 gurûr: kendini beğenme duygusu, böbürlenme.
 gurûrkârâne: gururlu bir biçimde.
 gusn: dal, budak.
 gusse: üzüntü, tasa, gam.
 gussedâr: gusseli, tasalı.
 gusül: bedenin her yerini yıkamak biçimindeki temizlik.
 gûyem: diyorum.
 guyûb: görünmeyenler, gizliler.
 guzât: gaziler, din için savaşanlar.
 güfte: şarkı sözü.
 güftügû: dedikodu.
 gülbank: toplulukça söylenen dua ve tekbir.
 güldeste: gül demeti, seçme.
 gülistân: gül bahçesi, güller ülkesi.
 gülle: top mermisi.
 gülşen: gül bahçesi.
 gülzâr: gül tarlası.
 güman: zan, şüphe.
 gümrah: günahkâr, gür, bol.
 günâh: dince suç olan şey.
 gürûh: topluluk.
 gürültühâne: gürültülü yer.
 güyâ: sanki.
 güz: sonbahar.
 güzâf: boş söz.
 güzerân: geçme, geçiş.
 güzergâh: geçilecek yer.
 güzeşte: geçen, geçmiş.
 güzîde: seçkin, seçilmiş.
 |