Durumu:     Medine No :  38944   Üyelik T.:
09 Şubat 2014   Arkadaşları:60 Cinsiyet:Bayan   Mesaj :
9.475 Konular:
1144  Beğenildi:4426 Beğendi:3685  Takdirleri:5169  Takdir Et: 
	   Konu Bu  
				Üyemize Aittir!     |             
 
 Ünite 4: 
Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası ve Uygulama Esasları 
Yeni Türk Devleti’nin Dış İlişkileri (1923-1938) 
Milli mücadele dönemi boyunca Misak-ı Milli 
gerçekleştirilmeye çalışılmış ve dış ilişkiler, tarihi dostluk 
veya hasımlıklar çerçevesinde değil, tamamen ulusal 
çıkarlar çerçevesinde şekillendirilmiştir. Bu süreçte 
diplomasi dili egemen olmuş ve Avrupa devletleri ve 
Rusya ile ayrı ayrı görüşülmüştür. Türkiye’nin modern 
anlamda bir devlet olarak ortaya çıkması Lozan 
Konferansıyla gerçekleşmiş ve bu konferanstan sonra 
1923-1930 yılları arasında Türkiye, Lozan Konferansı’nda 
çeşitli nedenlerden dolayı sonuçlandırılamayan 
meselelerle meşgul olmuştur. Bu meseleleri ulusal 
çıkarlara uygun olarak çözmeye gayret etmiştir. Bu 
konular İngiltere ile Musul Sorunu, Fransa ile 
Kapitülasyonlar, Hatay ve diğer sorunlar, Yunanistan ile 
Ahali Mübadelesi olarak sıralanabilir. I. Dünya Savaşı 
sonrasında uluslararası ilişkiler savaşı kazanan devletlerin 
yeni düzenin devamını istemesi, kaybeden devletlerin de 
yeni bir düzen istemesi şeklinde devam etmiştir. I. Dünya 
Savaşı’nı kaybeden tarafta yer almasına rağmen Türkiye 
revizyonist bir politika gütmemiştir. Şüphesiz bunda 
Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nı kazanmasının ve Sevr 
Antlaşması’nı geçersiz saymasının etkisi büyüktür.   
Atatürk’ün Dış Politikadaki Uygulama Esasları 
• Gerçekçilik: Atatürk’ün dış politikası gerçeklik 
ilkesine dayanır. Kendi ülkenin imkânlarını ve 
başka ülkelerin neler yapabileceklerini düşünerek 
teslimiyet ve yılgınlık olmayan bir uygulamayı 
gerektirir. 
• Tam Bağımsızlık: Yeni kurulan Türk devletinin 
en önemli amacı tam bağımsız olmaktı ve bu da 
siyasi, iktisadi, mali, askerî ve kültürel açıdan 
bağımsız olmayı gerektiriyordu. 
• Barışçılık: Atatürk “Yurtta sulh cihanda sulh” 
sözüyle dış politikada barışı bir ilke haline 
getirmiştir. 
• Akılcılık: Atatürk’ün dış politikası akla 
dayanmış ve uluslararası ilişkilerde değişen 
şartlar ve karşılıklı yarar ilişkileri esas alınmıştır.   
Güvenlik Politikası ve İttifaklar Sistemi 
Atatürk, cumhuriyetin kendini koruyabilmesi için ulusal 
ve uluslararası güvenlik önlemlerini almanın gerekliliğini 
görmüştür. Bu bakımdan, askerî harcamalar ve ordunun 
modernleştirilmesi, ülkenin ekonomik yapılanması ile eş 
zamanlı olarak yürütülmüştür. Savaş sonrası ekonomik, 
siyasi ve askeri durum Türkiye’yi denge siyaseti gütmeye 
ve güvenlik tedbirleri almaya itmiştir. Türkiye’nin 
Rusya’ya komşu oluşu ve bir Ortadoğu ülkesi oluşu gibi 
nedenler dış politikayı etkilemiştir.   
Lozan’dan Kalan Meseleler ve Batılı Devletlerle 
İlişkiler 
Türk heyeti Lozan’a giderken savaş arenasında galip 
gelmenin avantajlarına sahipti. Lakin uzun süren savaşlar 
sonucunda ekonomi kötü durumdaydı ve yetişmiş insan 
gücü azdı. Bu durumun farkında olan muhataplar şartları 
zorlamış ve Türk heyeti görüşmeleri kesip Ankara’ya 
dönerek meclisi bilgilendirmiştir. TBMM Misak-ı 
Milli’den taviz vermek istememiş ve bu nedenle direnmek 
istemişlerdir. Yalnız burada önemli olan savaşa devam 
etmek için gerekli olan güç ve imkânlar son savaşta 
bitirilmiştir.   
Türk-İngiliz İlişkileri ve Musul Meselesi 
Musul meselesi, Lozan’da çözülemeyen ve çözümü ikili 
görüşmelere bırakılan meselelerden en önemlisidir. Musul 
sahip olduğu petrol yataklarından dolayı çok önemlidir ve 
İngilizler daha I. Dünya Savaşı sırasında İtilaf 
devletlerinin diğer üyelerini Musul’un kendisine verilmesi 
konusunda ikna etmiştir. Mondros Mütarekesi imzalandığı 
gün Osmanlı toprağı olan Musul İngilizler tarafından 
Mondros Ateşkes Antlaşmasına aykırı olarak 15 Kasım 
1918 günü işgal edilmiştir. Son Osmanlı Mebusan Meclisi 
de Ateşkes esnasında Osmanlı toprağı olduğu için 
Musul’u Misak-ı Milli sınırları içerisinde Türk toprağı 
olarak göstermiştir. Anadolu Hükümeti de her platformda 
bu bölgeyi Türkiye’den koparan Sevr Antlaşmasını 
tanımadığını belirtmiştir. İngilizlerin Musul üzerindeki 
ısrarı karşısında TBMM Lozan Antlaşması’nın 
imzalanmasını tehlikeye atmamak için bu meselenin 
çözümünü ileri bir tarihe atmıştır. Musul meselesinin 
çözümü Milletler Cemiyeti’ne bırakılmak zorunda 
kalınmıştır. Zengin petrol yataklarına sahip olması, 
Ortadoğu için stratejik bir öneme sahip olması ve 
İngiltere’nin Hindistan yolları üzerinde bulunması gibi 
sebeplerden dolayı Musul İngilizler için çok önemliydi. 
Milletler Cemiyeti’ndeki ağırlığını kullanan İngilizler 
Musul’u Türkiye’den koparmayı başarmıştır. Bu süreçte 
Doğu Anadolu’da çıkan Şeyh Sait İsyanı, Almanya ve 
İtalya’nın silahlanma çabaları, Türkiye’nin uzun 
sürebilecek bir savaşa girmek istemeyişi gibi sebepler 
Musul’un kaybedilmesine neden olmuştur. Türkiye, 5 
Haziran 1926’da yaptığı antlaşma ile Musul’u, 
İngiltere’nin mandasındaki Irak’a bırakmıştır. Her ne 
kadar Musul Meselesi’nde Türkiye istediğini alamasa da 
bu dönemde Türkiye barışçıl politikalarına devam etmiş 
ve Sovyetler ile dostluk antlaşması imzalamış, İngilizlerle 
daha sonraki yıllarda iyi ilişkiler içinde bulunmuş ve 1932 
yılında Milletler Cemiyeti’ne üye olmuştur. 
1936’da İtalya’nın Balkanlar ve Orta Doğu’da tehditlerini 
artırması üzerine, önce Fransa’yla anlaşma İngiltere, bir 
İtalyan saldırısı karşısında İspanya, Yugoslavya, 
Yunanistan ve Türkiye’ye garanti vermiştir. İspanya’nın 
bu garantiyi reddetmesine kar 
İngiltere ve Fransa arasında imzalanan karşılıklı yardım 
anlaşması imzalamıştır.   
Türk-Fransız ilişkileri ve Hatay’ın Anavatana 
Katılması 
Savaş sonrası ortaya çıkan durumu belirleyen ülke olan 
İngiltere ile gerek Orta Doğu, gerekse Avrupa 
politikasında anlaşmazlık yaşayan Fransa, başından beri 
Anadolu’daki hareket ve onun lideri olan Mustafa Kemal 
ile iyi ilişkiler kurmuş ve kurulan bu ilişkiler sonucu, 20 
Ekim 1921’de Ankara antlaşması imzalanmıştır. Bu 
antlaşma sadece Türkiye Suriye sınırını çizmekle 
kalmamış aynı zamanda Türk-Fransız ilişkilerini de 
düzenlemiştir. Türkiye ile Fransa arasındaki meseleler 
komisyon kurulamadığı için bir müddet askıda kalmış 
ancak 1926 yılında imzalanan ‘‘Dostluk ve İyi Komşuluk 
Antlaşması’’ ile rayına oturtulmuştur. Bu antlaşmaya göre 
taraflar birbirine karşı barışçıl davranacak, taraflardan 
birisi savaşa girerse de tarafsız davranacaktır. Bu dönemde 
Türkiye ile Fransa arasındaki bazı meseleler ise Fransız 
misyoner okulları meselesi, Osmanlı Borçları, AdanaMersin 
demiryolunun satın alınması ve asıl önemlisi de 
Hatay Meselesi’dir. 
Hatay da Musul gibi Misak-ı Milli sınırları içerisindeydi. 
Ancak 20 Ekim 1921Ankara İtilafnamesi ile İskenderun 
Sancağı Türklerine özerklik verilmişti. İskenderun dâhil 
Suriye bölgesinde ise Fransız Mandater yönetimi hâkimdi. 
1936 senesinde Fransa’nın siyasetinde değişiklikler 
meydana geldi ve Fransızlar Suriye politikasını değiştirdi. 
Alınan karar gereği 3 yıl sonra Suriye bağımsız olacaktı. 
İskenderun sancağının Suriye’ye bağlanacak olması 
İskenderun Türklerini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni tedirgin 
etti. Türkiye 9 Ekim 1936 tarihinde Fransa’ya bir nota 
verdi ve Fransa’dan Suriye ve Lübnan’a tanınan 
bağımsızlığın ayrı bir bölge olan İskenderun’a da 
verilmesini istedi. Fransa bu isteği kabul etmedi ve mesele 
Milletler Cemiyeti’ne intikal etti. Konu 14-16 Aralık 
1936 tarihleri arasında görüşüldü ve İsveç Temsilcisi 
Sandler rapor yazıcı olarak tayin edildi. Daha sonra 
Sancak’ın özel bir statüye sahip anayasası olan ama Suriye 
gümrük birliğine dâhil olan bir pozisyonda olmasına karar 
verildi. Hatay’ın dış işleri Suriye tarafından idare 
edilecekti. Hatay’da işler Anavatan’a katılana kadar 
sorunlu gitti. Seçimlerin yapılışı sırasında sorunlar çıktı 
ama nihayetinde seçimler yapıldı ve 40 sandalyeden 
22’sini Türkler kazandı. Fransa dünyada savaş 
rüzgârlarının estiği bu süreçte Türkiye ile karşı karşıya 
gelip bir müttefikten olmak istemedi. 1938’de kurulan 
Hatay Devleti 1 yıl kadar bağımsız kaldıktan sonra 29 
Haziran 1939’da oybirliği ile Anavatan’a katıldı.   
Türk-Yunan İlişkileri 
Yunanistan’ın 20. yüzyıl başlarındaki dış politikasının 
amacını, Anadolu’da Rum nüfusun yaşadığı bölgelerin 
Yunanistan’a ilhâkı, diğer bir deyişle Megali idea 
kapsamında Yunanlıların kaybettikleri toprakların elde 
edilmesi teşkil etmiştir. Yalnız Yunanlıların Anadolu’da 
bu amaç için giriştikleri savaş felaketle sonuçlanmış ve 
Tarihe ‘‘Küçük Asya Felaketi’’ olarak geçmiştir. Bu savaş 
sonucunda imzalanan barış antlaşmasında bazı meseleler 
ele alınmıştır. 
• Nüfus Mübadelesi: Meselelerden başta gelenidir 
ve Anadolu’da Yaşayan Ortodokslarla 
Yunanistan’da yaşayan Müslümanlar yer 
değiştirmiştir. İstanbul’da yaşayan Ortodokslar 
ve Batı Trakya’da yaşayan Türkler mübadeleden 
istisna tutulmakla birlikte bu süreçte 1.200.000 
Ortodoks ve 500.000 zorunlu olarak göç 
ettirilmiştir. 
• Etabli Meselesi: Mübadele sürecinde ortaya 
çıkan etabli meselesi tarafları bir hayli meşgul 
etmiştir. İkamet eden anlamına gelen etabli 
kelimesiyle mübadeleden muaf tutulacak kişilerin 
30 Ekim 1918 tarihinden önce İstanbul’a yerleşip 
yerleşmedikleri ele alınmıştır. Mübadele 
edilenlerin mallarının müsadere edilmesi de 
sorun olmuştur. Uzayıp giden tartışmalar 
sonucunda doğum yeri ve geldiği tarih ne olursa 
olsun İstanbul Rumları Mübadeleden muaf 
tutulmuştur. Mübadillerin ayrıldıkları ülkelerde 
bıraktıkları malların mülkiyet hakkı bırakılan 
ülkeye ait olacaktır. 
• Patrikhane Meselesi: Bu süreçte Türk-Yunan 
ilişkilerini geren meselelerden birisi de 
Patrikhane Meselesi’dir. Patrik seçimine ve 
Patrikhanenin durumuna ilişkin meseleler ele 
alınmıştır.   
Türk-İtalyan İlişkileri 
Milli Mücadele yıllarında Anadolu’da işgalci konumda 
bulunan İtalyanların Anadolu’dan çekilmesi ile başlayan 
barışçıl ilişkiler Mussolini İtalya’sının yayılmacı 
politikaları yüzünden sekteye uğramış ve zamanla iki 
ülkenin karşıt bloklarda yer almasına sebep olmuştur.   
Türk-Sovyet İlişkileri 
1917 Bolşevik devriminden sonra Rusya’nın savaştan 
çekilmesi ile düzelme yoluna giren ilişkiler Kurtuluş 
savaşı yıllarında e sonrasında Türkiye’ye büyük yararlar 
sağlamıştır. Yapılan dostluk antlaşmaları ile iki ülke 
arasında iyi ilişkiler kurulmuş ve bu süreçte Rusya’nın 
varlığı TBMM için Batıya karşı bir denge unsuru 
oluşturmuştur. 26 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın 
V. Lenin’e gönderdiği mektubu Türk-Sovyet ilişkilerinin 
başlangıcı olarak göstermek makul bir tezdir; bu mektupta 
iki hükûmet arasında diplomatik ilişkilerin tesisi teklif 
ediliyor ve Anadolu’daki harekete Sovyetlerin destek 
vermesi, emperyalist devletlere karşı müşterek bir 
mücadelenin gerekliliğinin altı çiziliyordu. Böylelikle 
Türk hükûmetini ilk tanıyan devlet olarak Sovyetlerle 
ilişkiler tesis edilmiş, özellikle 1920 Temmuz’unda 
Moskova’da başlayan ve Ağustos’ta devam eden 
müzakereler Sovyet Rusya ile yakın ilişkiler kurulmasını 
beraberinde getirmiştir. 
Balkan Devletleriyle İlişkiler ve Balkan Antantı 
Balkanlar, Panslavizm ve Pan-Germenizm akımlarının 
kendilerine nüfuz sahası yaratma çabaları verdikleri tam 
bir çatışma alanıydı. Özellikle, Rusya’nın tarihî emeli olan 
Akdeniz’e inme planı, bölgede Romenlerin, Bulgarların, 
Sırpların ve Rumların kendi devletlerini kurma ve 
Osmanlı Devleti’nin Balkanlarla bağını kesme isteklerini 
gerçekleştirmelerine katkı sağlamıştır. Lozan Barış 
Antlaşması sonrasında genç Türkiye Cumhuriyeti’nin 
Yunanistan dışında Balkan ülkeleri ile sorunu kalmamıştır. 
Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkan ülkeleri 
ile ilişkilerini geliştirme ve Balkan devletleri ile bir pakt 
kurma fikrini gündeme getirdiğini görüyoruz. Yine bu 
bağlamda Türkiye, Arnavutluk (19 Aralık 1923), 
Bulgaristan (18 Ekim 1925) ve Yugoslavya (28 Ekim 
1925) ile Dostluk Antlaşmaları imzalanmıştır. Türkiye 
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras “Balkanlar, Balkan 
halklarına aittir” sözünden hareketle, Balkan Paktı’nın 
kurulması yönündeki fikrin hayata geçirilmesi için çaba 
sarf etmiştir. Balkanlarda, özellikle Türk-Yunan 
anlaşmazlıklarının çözümlenmesinden sonra meydana 
gelen yakınlaşma, bölgede bir işbirliği havası 
doğurmuştur. Ancak, bunun siyasi alana intikal etmesi pek 
kolay olmamıştır. Arnavutluk ve Bulgaristan’ın mevcut 
statükoyu değiştirmekten yana olmaları, buna karşılık 
Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan’ın statüko taraftarı 
bulunmaları anlaşmayı geciktirmiştir. Bulgarlar 
Antlaşmaya yanaşmasalar da 1933 yılında Türkiye ili ayrı 
ayrı olarak, sırasıyla Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya 
arasında dostluk ve saldırmazlık antlaşmaları yapılmıştır.   
Doğulu Devletlerle İlişkiler ve Sadabat Paktı 
Başlangıçta Afganistan ile 1 Mart 1921 tarihinde 
imzalanan Dostluk Antlaşması, daha sonra 1928 yılında 
Dostluk ve işbirliği Antlaşması’na dönüşmüştür. İran ile 
ilişkiler Millî Mücadele döneminde başlamış bunu, 22 
Nisan 1926 tarihli Dostluk ve Güvenlik Antlaşması ve 5 
Kasım 1932 tarihli Dostluk, Güvenlik, Tarafsızlık ve 
Ekonomik İşbirliği Antlaşması’nın imzalanması takip 
etmiştir. 7 Nisan 1937 tarihinde de Türkiye Mısır ile bir 
dostluk antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşmaları takiben 8 
Temmuz 1937’de Tahran’da Sadabat Sarayı’nda Türkiyeİran-Irak 
ve Afganistan arasında Sadabat Paktı adını alan 
anlaşma imzalandı. 5 yıl süreyle imzalanan bu anlaşmayla 
taraflar; Milletler Cemiyeti ve Briand-Kellog Paktına bağlı 
kalmayı, birbirlerinin içişlerine karışmamayı, ortak 
sınırlara saygı göstermeyi, birbirlerine karşı herhangi bir 
saldırıya girişmemeyi taahhüt ediyorlardı. 
Türkiye’nin Milletler Cemiyetine Girişi 
Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan düzlemde 
revizyonist ve anti revizyonist taraflar vardı. Türkiye 
mevcut düzenin korunmasından yanaydı ve barış 
blokundaydı. Silahlanma karşıtıydı. Bu sebepler anti 
revizyonist devletlerin dikkatini çekmiş ve bu sebeplerle 
İspanya temsilcisinin girişimi ve Yunan temsilcinin 
desteği üzerine, üyelerin çoğunluğunun 6 Temmuz 
1932’de Genel Kurula sunduğu önergenin oy birliğiyle 
kabulüyle gerçekleşmiştir. Süreç, 18 Temmuz 1932 
tarihinde Genel Kurulun oy birliğiyle aldığı kararla 
tamamlanmıştır.   
Montrö Boğazlar Sözleşmesi 
Lozan Barış Konferansı’nda, Boğazlar sözleşmesi ile ilgili 
hükümler tartışılırken Türk heyetinin tüm itirazı ve 
gayretlerine rağmen, Türkiye’nin egemenlik haklarıyla 
çelişkili iki madde sözleşmeye dâhil edilmiştir. Bunlardan 
ilki, boğazlar trafiğini düzenleyecek ve buradan geçecek 
vasıtaların denetlemesi görevlerini üstlenecek Boğazlar 
Komisyonunun kurulmasıdır. Diğer madde ise 
Türkiye’nin güvenliği için oldukça önemli olan Boğazlar 
ve Marmara’nın askerden arındırılması ve 
silahsızlandırılmasıdır. Bu maddeler Türkiye’nin iç 
işlerine müdahale ve güvenliğini ihlal etme anlamına 
gelmektedir. Türkiye bu iki maddeyi kabul ederken, bunu 
“sulhu elde etmek için zaruretle katlandığı bir fedakârlık” 
olarak dile getirmiştir. Milletler Cemiyetine üye olan ve 
Antlaşmanın garantör devletlerinden olan Japonya’nın 
Mançurya’ya saldırması, saldırgan politikalar 
benimsemesi ve Cemiyetten ayrılması, Türkiye’yi 
endişelerini giderme ve bu amaçla Boğazlardaki 
silahsızlandırma kaydını kaldırma çabalarına sevk 
etmiştir. Kasım 1932’de İngiliz hükûmetince hazırlanan ve 
Aralık ayında Fransa, Almanya, İtalya, ABD ve İngiltere 
tarafından kabul edilen ve “herkes için eşit güvenlik 
sistemi çerçevesinde silahlanma eşitliğini tanıyan” Mac 
Donald planının kabul edilmesiyle Türkiye, Boğazların 
silahsızlandırılması ile ilgili hükümlerin iptal edilmesini 
ilk kez ve resmen talep etmiştir. Ancak Türkiye’nin talebi 
silahsızlanma konferansı ile doğrudan ilgili görülmediği 
için kabul edilmemiştir. Yalnız Türkiye’nin çabaları 
sonlanmamış ve 1933-1936 yılları arasında Türkiye 
durumun değiştirilmesi için çalışmaya devam etmiştir. Bu 
süreçte İtalyanların 12 adadaki tahkimatı İngilizlerin ikna 
edilmesini kolaylaştırmıştır. Türkiye ısrarla topraklarının 
güvenliğini korumak zorunda olduğunu belirtmiştir. Bu 
gelişmeler ışığında Türk Hükûmeti, İngiliz, Fransız, 
İtalya, Yunan, Bulgar, Japon, Romen, Sovyet ve Yugoslav 
Hükûmetlerini Montreux (Montrö)’de yeni bir görüşmeye 
davet etmiş ve 10 Nisan 1936’da “rebus sıc stantibus” 
(şartlar değişmiştir) prensibine dayanan bir nota vererek, 
genel tavrını açıklamıştır. Belli itirazlar yükselse de 20 
Temmuz 1936 tarihinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi 
imzalanmıştır. Aynı gün gece yarısı 30.000 kişilik Türk 
askeri gücü boğazlar bölgesine girmiştir. 29 madde, dört 
ek ve bir protokolden oluşan Montrö Sözleşmesi’nin 
maddelerinde, boğazların savaş ve barışta nasıl 
kullanılacağı, boğazdan geçen yük, yolcu, savaş ve ticaret 
gemilerinin durumları değerlendirilmiştir.
     
				__________________  O (cc)’NA    SIĞINMAK  AYRICALIKTIR     |