Kesinlikle katılıyorum.
Çocuklar küçükken evim için bir kaç seramik obje almıştım, yaşları yakın üç çocuk+ baba

Her biri belli aralıklarla düşüp kırıldı. Kırılan ilk parçayı sabırla ince ince yapıştırdım. Eşim "ne uğraşıyorsun tekrar kırılacak, at gitsin" demişti. Evet atabilirdim ne gerek vardı ki uğraşmaya...
Bir arkeolog hassasiyeti ve cerrah inceligiyle o kırılan parçaları yapıştırdım. Aslında bir japon felsefesininde kapılarını araliyormuşum.)) Sonra diğer objeler kırıldı. Düşmeyle de hemen kırılmasına acaip ayar oluyor insan. Onları da yapıştırdım.
Yıllar yıllar geçti. Geçenlerde şöyle bir baktım. Aynı objeler eskisinden daha sağlam yerlerinde duruyorlar. Başlarına neler neler gelmedi ki... Kırılırsa kırılsın diyerek özensiz kolilendi ve kaç yere taşındılar, elimiz çarpıyor düşüyor, artık komşu çocukları geliyor oynuyor ,düşürüyor, hiç esirgemem. yok ne çatlıyor ne kırılıyorlar eskisinden de sağlam olmuşlar
Diyeceğim; kırılanı yapıştırınca eskisinden de sağlam oluyormuş, ne kadar sert düşse de öyle paramparça olmuyormuş. Al sana aydınlanma

)))
Güven kırıklığı yaşayan içini enkazda bırakmamalı, ya da kestirip atmamali. Bu, karşındakinin güveni hakedip haketmeme meselesi değil, senin asla demeden daha güçlü duygularla, bilgelikle donanıp çıkman demek. Affediciliğin, tolare ediliciğin, çok hassas olan güven-sevgi-ruh terazinin güçlü hal alması. Çok kolay kırılan yerleri onardiğinda çok güçlü ve daha sağlam ruh haline bürünüyor insan.
Kuluz şaşarız. O yüzden herkes her zaman affediciligi hakeder. Orada dahi "asla" dememeli. Ama "mümin bir delikten de iki kere sokulmaz".