Hocam Yazınız, içimizi cızlatan bir ağıt gibi... lakin bu bir ağıttan öte, hoyratlaşmış çağımıza tutulmuş bir ayna...hangi sağırlık bu feryadı duymazdan gelir?
Evet, güven yıkıldı, merhamet viran, adalet kurumuş bir kök gibi...
Ama hala bir yerlerde bir damla "insaf", bir kırıntı "haya", bir nebze "muhabbet" varsa; bu sözler onları uyandırmak için yazılmış...
Bugün “dil” suskun, “akıl” teslim, “kalp” sürgünde…
Güvenin başımıza yıkıldığı, merhametin delik deşik edildiği, adaletin köklerinden kurutulduğu bir çağda yaşıyoruz.
Zihinler kararmış, vicdanlar mühürlü, diller dikenli, yürekler taş kesilmiş…
Camdan umutları hoyrat ellere emanet ettik,
İncir ağacı değil, zakkum diken elleri tuttuk.
Merhamet aradık merhametsizden, adalet bekledik zalimden…
Sen yazarken “ah insan” dedin ya...
İşte orası titretti. Çünkü “insan” unuttuğunu hatırlarsa, işte o zaman insanlaşır.
Ve evet…
İnsan burnunun ucundaki ayeti göremez olmuş, gökte yıldız arıyor.
Ayetin sesine değil, özüne yönelmesi gerekirken, tilavetin makamına tutuluyor.
Sözün sahibini unutmuş, sadece sözün sesine meftun olmuş.
Oysa Kur’an bir inzaldir.
Bir estetik değil; bir emirdir, uyarıdır, dirilticidir.
Kalbe inmeyince, kulakta yankı kalır;
Hayata inmeyınce, tilavet amacından uzaklaştırır.
Senin sonda sorduğun o soru var ya…
“Alemlerin Rabbi senden ümidi kesmedi, sen niye kendinden bu kadar erken vazgeçtin?”
ayetle tam sırası ; يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ
Ey insan! Seni, cömert olan Rabbin hakkında aldatan nedir?
Seni yaratan, şekil veren, seni insan kılan o Kerîm Rabbini...
O cümle, Musa’nın saraya girişi kadar cesur, İbrahim’in ateşe yürüyüşü kadar net, Yusuf’un kuyudan çıkışı kadar umutludur.
hocam…
Bu satırların uyanış olur birilerine.
Bu kelimeler, karanlıkta bir mum yakar.
Okur der ki: “Demek ki hala konuşan bir vicdan varmış.”
Yüreğine Sağlık…
Çünkü hakikati konuşanlar azaldıkça, karanlıklar çoğalıyor.
__________________ Büyükler fikirleri, Ortalar olayları, Küçükler kişileri tartışır.
|