Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Ocak 2009, 09:14   Mesaj No:20

Belgin

Medineweb Emekdarı
Belgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Belgin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 7
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:43
Mesaj: 1.277
Konular: 640
Beğenildi:16
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: GERÇEK TEVBE NEDİR..?GÜNAHLARIMIN AĞIRLIĞI VE KALP DARLIĞI.

Rabbim yar ve yardımcınız olsun..okuduğum bir yazıyı ekledim.. biraz uzun ama inşallah size yardımcı olur..
TEVBE AMA NASIL BİR TEVBE


Nice günahlar işlenmekte, hesabının nasıl verileceği unutularak.
Nice günahlar işlenmekte Yüce Mevlâ unutularak…
Kul, kendini bunca günah ve isyan içinde bulurken kime güvenmektedir?
Yüce Mevlâ'mızın bağışlayıcı oluşuna mı?
Evet, O bağışlayıcıdır. O, büyük bir rahmet ve şefkat sahibidir. O, affedicidir. O, merhamet deryasının sadece zerresini dünyaya dağıtmış, asıl rahmet deryasını âhirete bırakmıştır. Zerre miktarındaki merhameti buysa, büyük rahmet ve merhameti tahayyül etmek mümkün olmaz.
Yüce Mevlâ'mızın bunca ihsan ve lütfuna rağmen Rabbimize verebileceğimiz, günahlarla dolu, çirkinliklerle dolu bir ömrün tükenişi, ziyan edilişi mi olmalı? Yoksa kulluğunun bilincine varan ve her zaman Allah'ın huzurunda olduğunu bilip, haramdan, yasaklardan, kötü olandan uzak durarak O'nu memnun eden, O'na teşekkür eden bir kul mu?
Yoksa Peygamber Efendimiz gibi çokça şükreden bir kul olmak için Allah'ın bize sunmuş olduğu tüm o güzelliklerin ve nimetlerin hesabını verebilmek için Allah'a gerçek mânada bir kul mu olmalı?



Hz. Ebû Hüreyre Radıyallahu Anh anlatıyor:
"Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm çok namaz kılardı. Öyle ki, ayakları şişmişti. Kendisine "Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir. (Kendini niye bu kadar yıpratıyorsun?)" denildi. O buna şu cevabı verdi:
"Çok şükreden bir kul olmayayım mı?" (1)
"O, kalplerde gizli olanı bilir!" diye inandığımız Rabbimizin her gizli ve açık günahları gördüğünü unutmamalıyız. Bir şeyi daha unutmamalıyız:
Allahu Teâlâ'nın rahmet kapılarının hiçbir zaman kapanmayacağını… Nefis ve arzulara tâbi olup, şeytanın hilesine aldanma ve gaflete düşme sonucu kendi özümüzü, benliğimizi, daha da önemlisi kulluğumuzu unutarak işlemiş olduğumuz günahları Rabbimizin bağışlayacağını da bilmeliyiz.


"Ben günah işledim!", "Benim çok ama çok günahım var. Rabbimin huzuruna varamıyorum. Huzuru ilâhîye çıkacak yüzüm yok", "Beni affeder mi?" "Utanıyorum, işlemiş olduğum o fiillerden dolayı…" gibi düşünceler ve duyulan pişmanlık bile affımıza sebeptir. Daha tevbe etmeden sadece pişmanlığımızla bizi bağışlamaya hazır olan Rabbimizden nasıl olur da yüz çevirir, O'na nasıl âsi oluruz? Önemli olan; O'na dönmek, O'na yönelmek ve bir daha günah işlememek, günahı tekrar etmemek üzere pişmanlıkla yapılan tevbenin faziletine ermektir.
Yüce Rabbimiz o kadar merhamet edici, öyle şefkatli ki, ne kadar günah işlemiş ve tevbemizden dönmüş olsak da, harama yönelmiş ve günaha batmış bulunsak da yine rahmet eder ve merhametiyle bizleri bağışlar. Fakat Allahu Teâlâ'nın Rahmân ve Rahîm isimlerini göz önünde tuttuğumuzda bu bağışlanmanın iki boyutunu görmekteyiz:



1. Dünyada iken mü'min ve kâfir tüm insanları Rahmân ismiyle bağışlamakta ve her türlü nimeti onlara sunmaktadır.
2. Âhirette ise Rahîm ismiyle sadece nimetlerini mü'ninlere bahşetmektedir. Buradan da anlaşılmaktadır ki, Kâfirlerin bu dünyada saltanat ve şâşaalı bir şekilde yaşamalarının sebebi aslı, Rabbimizin rahmet deryasından kaynaklanmaktadır. Hem aynı zamanda bazen görmekteyiz ki, iman etmemiş insanlar da iyilik yapmakta, insanlara yardım etmektedirler.

Peki, bunlar işlemiş oldukları bu gibi amellerden dolayı bir mükâfat elde edemeyecekler midir? Evet, edeceklerdir; ama sadece bu dünyada. Âhirette onlara hiçbir nasip yoktur; çünkü iman etmedikleri için Allahu Teâlâ'nın Rahîm isminin tecellisi gereği âhiret kâfirler için nasip söz konusu olmayacaktır.
Iman etmiş; ama günah işlemiş olanlara gelince… Işte onlar Allahu Teâlâ'nın hem Rahmân hem de Rahîm isimlerinden faydalanacaklardır. Emir ve yasaklarına uymamış, Kendisini tanımamış, kulluğunun bilincine varamamış olsa bile Allahu Teâlâ, günahından pişmanlık duyup tevbe eden, hidayet dileyen her insana rahmet nazarıyla bakacağını ve bağışlayıcı olacağını bildiriyor:
"Kul hakkıyla gelmeyiniz. Kulların birbirlerine olan hakları kendilerinden sorulur." Allah iki kulun arasına girmemektedir. Bunun dışında her hâlde bizi bağışlayacağını söylüyor. Yeter ki, biz O'na yönelelim, samimi bir tevbe (yani tevbei nasûh) ile, işlemiş olduğumuz günahlara tekrar dönmemek üzere pişmanlık duyup tevbe edelim. Gözyaşı döküp, O'nun merhametine sığınalım.



Allahu Teâlâ:
"Ey iman edenler! Dönmesi mümkün olmayan samimi bir tevbe ile Allah'a yöneliniz. Umulur ki, Allah kötülüklerinizi örter."(2) buyuruyor. Dönmesi mümkün olmayan bir tevbe ile… Yani nasûh tevbesi ile…

Peki, tevbemizin nasûh olup olmadığını nasıl anlarız?
Bir insan işlemiş olduğu günahlara bir daha geri dönmemek üzere tevbe etmiş ve bu hususta Allah'tan da yardım istemişse ,Tevbeli nasûh ile tevbe etmiş demektir. Bu insan ne zaman ki, işlemiş olduğu o günaha tekrar dönmek ister, hemen tevbesi aklına gelir ve günahtan vaz geçer. Işte asıl tevbe budur. Kişiyi tekrar günah işlemekten ve aynı hataya tekrar düşmekten koruyan tevbedir ki, biz buna tevbei nasûh yani sâdık, tam kararlı olunan tevbe diyoruz.


Ibn Abbas Radıyallahu Anh "Nasûh Tevbe"yi:
"Kalp ile pişmanlık duymak, dil ile istiğfar (bağışlanmayı dilemek), beden ile günahlardan kopmak, içinden de bir daha dönmemeye karar vermek" diye tanımlamıştır.

Ibn Abbas'ın bahsettiği tevbede şu altı şart bulunmaktadır:
1-Günaha pişmanlık duymak
2-Yapılamamış olan farzları kaza etmek
3-Üzerindeki kul haklarını iade etmek
4-Hak sahipleri ile helâlleşmek
5-Günaha bir daha dönmemeye kesin karar vermek
6-Günahlarla nefis nasıl kibirle büyümüşse, Allah'a itaat ederek, onu kullukla küçültmek. Masiyetlerin tadını tattığı gibi taatların acısını tatmak. (3)



Bu anlamları destekleyen bir âyeti kerîmede:
"Allah'ın kesinlikle kabul edeceğini vaad ettiği tevbe; ancak bilmeyerek kötülük yapıp da sonra çok geçmeden tevbe eden, günahında ısrar etmeyen kimselere aittir. Yoksa fenalıkları yapıp yapıp da sonunda her birine ölüm gelip çattığında, "ben şimdi tevbe ettim" diyenlere ve de kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur." buyrulur. Bu âyetten hareketle Islâm âlimlerinin çoğu, tevbenin günaha düşülür düşülmez yapılmasının vacip olduğu görüşündedir. Bir günaha düşüldüğü anda tevbe edilmemesine de ayrıca tevbe etmek gerekir. Bu konuda ölçü şudur:
Ölüm gelip, hayattan ümit kesmeden önce küfürden tevbe edip, iman etmek makbuldür. Ama can çıkma anında küfürden tevbe edip iman etme tarzındaki tevbe makbul değildir. Imandan sonra hayırlı işler yapabilecek bir zaman bulunmalıdır ve "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin" sırrınca ümitli olunmalı, karamsarlığa düşülmemelidir.
Islâm'ın, hiç günah işlemeyen insanların oluşturduğu bir toplum idealizmi yoktur. Hatta bir hadisi şerîfte:
"Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder ve günah işleyip hemen arkasından da tevbe eden bir kavim yaratırdı." buyrulur. Yine "mü'minlerin ekine benzediği, küfür rüzgârlarıyla eğilip, tevbe ile hemen doğrulduğu" anlatılır. Yine Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Hayırlı olanlarınız çeşitli fitne ve imtihanlara maruz kalıp, çokça tevbe edenlerinizdir",
"Kulunun tevbe etmesinden Allah'ın duyduğu sevinç, korkunç ve ıssız bir çölde her türlü erzakını taşıyan devesini kaybedip, bulma ümidini kestikten sonra onu karşısında gören yolcunun sevincinden daha çoktur." "Günahlarından tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir"
buyuruyor.



Kur'anı Kerîm'de "tevbe" sözcüğünün ve türevlerinin 86 defa geçmiş olması Rabbimizin tevbe'ye verdiği önemi anlatmaktadır. Tevbe, Hz. Âdem'le başlamıştır ve Allah'ın razı olduğu kulluğun en belirgin vasfını temsil etmektedir. Karşıtı ise inat, kibir ve günahta bile bile ısrardır ve bunlar şeytanın ve şeytanlaşmış insanların özelliğidir.
Âdem Aleyhisselâm cennetteyken Allah'ın emrini unutmuş; fakat sonra pişman olup, tevbe etmiş, Allah da onun tevbesini kabul etmiştir. Şeytan ise, isyan etmiş ve kibirlenerek isyanında ısrar etmiştir. Allah da onu ebediyen ateşte bırakacağını söylemiştir.


Tevbe gerektiren tevbeler
Bir de öyle tevbeler vardır ki, bizzat o tevbelere tevbe etmek gerekmektedir. Samimi olunmayan veya yalan tevbe çok tehlikelidir. Çünkü kişi, Allah ile alay etmekte (bilinçsiz bir şekilde) Allah'ı kandırmaktadır. Oysa sadece kendisini aldatmaktadır da bunun farkında değildir. Bu hususta Ibn Abbas Radıyallahu Anh'ın rivayetine göre; Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Nice tevbekâr kimseler vardır ki, kıyamet günü kendilerini tevbe etmiş sanarak Allah'ın huzuruna gelirler. Fakat onlar gerçekte tevbe etmiş değildirler."(4)



Bu tevbe sahipleri, yalancıların ta kendileridir. Dönüp dönüp günah işleyen, "Rabbim nasıl olsa affedici, rahmet sahibi" ve "bir daha yapmayacağım" diyerek, bağışlanmayı dileyen; fakat tekrar tekrar aynı günahı işleyen bir kul, bu günah yükü ile Rabbinin huzuruna nasıl çıkacak? Bu hâlimizle Yüce Mevlâmız ile alay etmiş olmuyor muyuz? Allah korusun, bu gibi hâllere düşmek, böyle davranmak, insanı belâlara sürükler, Rabbimizin merhametinden, şefkatinden mahrum bırakır. Eğer bağışlanmak istiyorsak şunu iyi bilmeliyiz ki, Rabbimizin bize olan yardımı, kulunun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah'ın ona yardımı da tam olur. Kişinin niyeti ne kadar azalırsa, Allah'ın yardımı da o kadar azalır. Dil, bir şeye niyet ederken o niyete kalp de katılmazsa, niyet makbul olmaz. Rabbimize karşı dürüst olmalıyız; yalancı ve inkârcı olmamalıyız. O'nun emrine uymak, yasaklarından kaçınmak, buyruğunu yerine getirip, büyük bir teslimiyet içerisinde inanarak, iman ederek Allah'a sığınmalıyız. O, nasıl bir kul olmamızı istemişse, öyle bir kul olmalıyız:
"O çok merhametli Allah'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) "selâm" derler (geçerler). Ve onlar ki, gecelerini secde ederek ve kıyam durarak geçirirler. Onlar ki, şöyle derler: "Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav! Doğrusu onun azabı geçici bir şey değildir. Orası cidden ne kötü bir uğrak, ne kötü bir konaktır." Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar. Yine onlar ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan günahı(nın cezasını) bulur."



Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır.
Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışlarda bulunanlar başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. Ve her kim tevbe edip, iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner." (5)


Mevlâ’mızın has kulları
Allahu Teâlâ'nın "HAS KULLARIM ONLARDIR KI…" diye anlatan bu âyetlerinden sonra diyecek hiçbir söz kalmıyor aslında. Her şey o kadar açık ve net ki… O hâlde gelin Rabbimizin katında kim olduğumuzu, görev ve sorumluluklarımızı bilerek, niçin yaratıldığımızı düşünerek ve o ilk hâlimize (Ruhlarımızın yaratıldığı ve "Evet Rabbimizsin!" dedikleri o ilk ve tertemiz hâlimize) tekrar dönerek, Allah'ın HAS KULLARIM dediği "kul"lar olmaya çalışalım. O, bizi nasıl görmek istiyorsa, aynen öyle olalım. Unutmayalım ki biz O'na muhtacız; O bize değil…



Günahlarımızdan O'na sığınarak, sonsuz bir itaat ve teslimiyet içerisinde, tüm içtenliğimizle, şüpheye zerre miktarı yer bırakmayan imanımızla affedilmeyi ummalıyız. Ümidimizi kaybetmeyerek, inanarak, ellerimizi Rabbimize açtığımızda, secdeye kapandığımızda, birkaç damla gözyaşı döktüğümüzde ve içten gelen bir yakarışla:
"Allah'ım!.. Bilerek veya bilmeyerek işlemiş olduğum tüm günahlarımdan sana sığınıyorum. Sen büyük affedici, sen yüce şefkat sahibi, sen rahmet ve merhamet edici olan Allah'ım! Bizi rızana kavuştur. Tüm amellerimizle, ibadetlerimizle, iyiliklerimizle razı olduğun kullarından, HAS KULLARINDAN, eyle." demeliyiz. Kendimizden, kulluğumuzdan ve Allahu Teâlâ'nın bağışlayıcılığından emin olarak, O'na inanarak O'nun huzuruna varmalıyız.
Kimin huzuruna vardığımızı ve kimden istediğimizi unutmamalıyız. O'nun "OL" demesi her şeye yeter. Amellerimizin, yapmış olduğumuz tüm ibadetlerimizin hangisinin Allah katında makbul ve hayırlı olduğunu yalnız O bilir. Bize düşen; sadece O'nun rızasına ulaşmaya çalışmak, O'nun, Resûlü'nün yolunda gidenlerden olmak, bunun gayretini vermektir. Her daim sadece ve sadece Allah'a teslim olup, O'na sığınmaktır.
O'na sığınırken de yine O'nun âyetleriyle konumuzu noktalayalım:
"Ve onlar çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Allah'tan başka günahları kim bağışlayabilir? Bir de onlar, işledikleri (günah) üzerinde bile bile ısrar etmezler." (6)


1Kütübi Sitte, "Namaz", Hadis no: 6377.
Benzer bir hadisi şerîfi Hz. Aişe de rivayet etmiştir.
2Tahrim, 8
3"Islâm Fıkıh Ansiklopedisi", Abdülaziz Tarhan, "Tevbe" mad.
4"Kalplerin Keşfi", Imam Gazâlî, Çelik Yayınları. s.135
5Furkan, 6371.
6 Âli Imrân, 135.

KAYNAK:BEYAN DERGİSİ
GÜLER TİRYAKİ
__________________
Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.

Alıntı ile Cevapla