Tekil Mesaj gösterimi
Alt 24 Mart 2009, 08:45   Mesaj No:50

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart RE: Sevgili Peygamberim 9.Cilt

Peygamberimizle Hazreti Ebu Bekr, çadırın dışına çıktılar. Efendimiz, müminlerin de baş ve göğüslerine tuğ ve nişan takmalarını emrettiler. Bunun üzerine Hazreti Hamza göğsüne deve kuşu kanadı, Hazreti Ali, atların alınlarından sarkan perçemlerden bir beyaz tuğ yaptılar... Zübeyr bin Avvam başına sarı, Ebu Dücane kırmızı, Ukbe bin Amr ise yeşil bir bez bağladılar.

Müminler, meleklerin yardıma geldiğini görünce coştular. Üzerlerine gelen düşman selini yarmaya çalışıyorlardı. Melekler "dayanın; korkmayın düşman zayıf; Allah sizinle!" Diye mücahidlerin kalbine kuvvet veriyorlardı. Daha kılıçlarını savururken kâfirleri vurmaya başladılar. Buna mücahidlerin kendileri bile şaşırıyorlardı. Meselâ Ebu Davud Mazini radıyallahü anh, kaçan bir müşrikin peşine düştü ve kâfire doğru yaradana sığınarak müthiş bir kılıç savurdu...kılıcın kâfire ulaşıp ulaşmadığı belli olmadan adamın kellesi uçtu. Mübarek sahabi bir ân için onu bir başkasının öldürdüğünü sanmıştı. Halbuki melekler yardım ediyordu. Sehl bin Huneyf radıyallahü anh, da benzeri bir çok hadisenin şahidi oldu.

Müminler, Peygamber Efendimizin duası, Allahü teâlanın himmeti ve meleklerin desteği ile bir ara müşrikler karşısında içine düştükleri sıkıntılı vaziyeti atlatmayı başardılar...

Artık kâfirler kırıp geçiriliyor, esirler alınıyor, mallara ganimet olarak el konuyordu. Müminlerin bir kısmı savaşıyor, bir kısmı ganimet malları bekliyor, bazıları da Resulullahın çadırı etrafında muhafızlık yapıyordu...

Ve bir mucize daha:

Sevgili Peygamberimiz, henüz iki ordu karşılaşmadan Bedir meydanını gezerken hangi kâfirin nerede vurulup düşeceğini haber vermişse; o bahtsız, gerçekten bir mücahid kılıcı ile Efendimizin elini toprağa koyarak işaret ettikleri yere vurulup yıkılıyordu.

Müminler, ancak iman uğruna katlanılacak büyük fedakârlıklar içindeydiler. Ebu Seleme radıyallahü anh, kendi kabilesi olan mahzum oğullarına karşı; Ebu Huzeyfe radıyallahü anh, babası Utbe ve kardeşi Velid'e karşı savaşıyordu. Ama en ağır fedakârlığı Ebu Ubeyde bin Cerrah radıyallahü anh, gösterdi...küfür cephesinde yer alarak müslümanlara karşı vuruşan babası karşısına çıkınca gözünü bile kırpmadan işini bitirdi.

Bazı kahraman müminler de iki ellerinde iki kılıçla dövüşmek gibi görülmemiş ve gayet zor bir işi başarıyorlardı. Meselâ Hazreti Hamza; meselâ Mâbed bin Vehb radıyallahü anhüma. Bazı yiğitler de yaya iken bir atlı kadar canlı, çevik ve ataktı...iki elde kılıç veya bir binekten mahrum olduğu halde binekliymiş gibi çarpışmak şüphesiz ki ancak Bedr kahramanlarına layık bir üstün meziyet. Hem kırılmakla tükenmeyen; azan saldırılar, hem sıcak iklim şartları ve bu şartlarda böyle bir üstün savaş çizgisi...bu imkânsızlık ancak O'nun sallallahü aleyhi ve sellem mucizesi ile izah edilebilir.

...ve bir başka mucize daha; yerden, derinlerden gelen davul sesleri düşmana hücum nevbeti vuruyor ki bu sesler, muharebe boyunca, sonrasında ve yıllarca Bedr'de işitilecektir.

......

Çarpışma ilk başladığı sırada küfür ordusunun şımarıklarından Nevfel bin Huveylid, müşrikleri türlü cerbezeli sözlerle müslümanlar üzerine sevkediyordu. Zalimin bu gaddarlığı Efendimizin ağırına gitti:

- Allahım Nevfel bin Huveylid'i sana havale ediyorum. O'nun layıkını sen ver!..

......

Ve layıkını buldu:

...işte bir mümin; Cebbar bir Sahr, Nevfel bin Huveylid'i esir almış süre süre götürüyor. Hazreti Ali, onları gördü. Aynı ânda da esir, Ali kerremallahü vecheh'i gördü...gördü ve iliklerine kadar titredi. Çünkü bu islâm kahramanının kendilerine doğru gelişi hiç de hoşuna gitmemişti:

- Ya Cebbar kim bu gelen?

- Ali bin Ebi Talib.

- Bu adam, beni öldürmeye geliyor!

Hazreti Ali, yanlarına varır varmaz seri bir hareketle kılıcını savurdu. Nevfel'e hızla inen kılıç, korunması üzerine kalkanına saplandı; yüksek sahabi aynı hızla kılıcı çekti ve Nevfel'in bacaklarına vurdu ve yere yıkılan kâfirin kafasını kopardı...şimdi Allah düşmanı başsız kalan bir horoz gibi debeleniyordu.

Hazreti Ali karargâha; Resul aleyhisselamın yanına geldiğinde iki Cihan Serveri ortaya sordular:

- Nevfel bin Huveylid hakkında malumatı olan var mı?

- O'nun işini hallettik ya Resulallah!

- Allahü ekber! Allahü teâlâ, duamı kabul etti...ancak her kim Abbas, Talib, Akîl, Nevfel'den biri ile karşılaşırsa onu öldürmeyip esir etsin. Çünkü bunlar Bedr'e zorla getirildiler.

- Başüstüne ey Allahın Resulü! Emredersiniz.

......

...yine hızla arkadaşlarının yanına çarpışmak için koşan Peygamber damadı mübarek sahabi, Âs bin Said'i gördü. Aldığı yaraların acısı ve can havliyle uluya uluya toprağı tırnaklıyordu. Ali radıyallahü anh, bir kılıç darbesi ile bu kâfirin de canını layık olduğu yere yolladı.

Öğlene yakın saatlerde çarpışma tam bir ölüm-kalım savaşı halini almıştı. İki taraf da kazanmak için var gücü ile kavga ediyordu...müminler, şehid veriyor; küffar, ebedi felâkete sürükleniyordu...derken Ebül Yeser radıyallahü anh, Kureyş Bayraktarlarından Ebu Aziz bin Umeyr'i esir aldı.

Şimdi Kureyş'in istiklâl timsali bayrak, adi bir bez parçası gibi müslümanların ayakları altında ve bayraktarları da elleri arkasından bağlı olarak esirleriydi. Hadise müşrikleri adeta çarptı. Zaten Mekke reisleri de birer birer katlediliyordu...düşmanın şaşkınlığı giderek artmaktaydı... Nasıl olur; şu bir avuç insan, neredeyse silahsız oldukları halde karşılarında nasıl tutunabilir; nasıl dayanabilir; kendileri ile nasıl dişe diş mücadele Verebilirlerdi? Ne var ki manzara, eşit mücadele şeklini de aşmış; müslümanlar hakimiyeti ellerine almaya başlamışlardı... Bu sebeple bir tedbir olarak o gün liderleri ve başkumandanları olan Ebu Cehil Amr bin Hişam'ı gizlemeye başladılar; ama aynı zamanda cephelerinde de fire vermeye başladılar: Halid bin Âlem ismindeki kâfir bir yolunu bulup firar etti. O'nu sırasını düşürdükçe başkaları takip etti. Küffar, ard arda esirler veriyor. Adamları ard arda ölüyordu. Düşmanda şaşkınlık son haddindeydi. Mahzumoğulları, aralarından değişik kimseleri Ebu Cehil gibi giydirerek hedef şaşırtmak istediler fakat yine kaybeden kendileri oldu. Hazreti Hamza bunlardan Ebu Kays, Hazreti Ali de Abdullah bin Münzir'i Ebu Cehil'in gözü önünde katlettiler...

Ebu Cehil, homurdanıyordu:

- Aksilik, Süraka ve adamlarının firarı ile başladı. Onların firarı korkakları daha da adileştirdi. Ben bilirim Sürakaya ne yapacağımı! Hele bir Mekkeye döneyim o zaman görecek harpten kaçmak neymiş. O kaçınca bizim ödlekler de bir bir çözüldü..

- Ya Eba Cehil hani Kürz ibni Cabir de gelmedi?

- Gelmez tabii. Kurnaz adam şu vaziyette ölmeye mi gelsin.

Evet; hakimiyetin islâm ordusuna geçtiğini haber alan Kürz, Kureyş'e yardıma gelmekten vazgeçmişti...

......

......

......

Ukbe bin Ebi Muayt, Hicretten evvel Mekke'de Sevgili Peygamberimiz'e işkence yapan en taşkın kâfirlerden biriydi. Hicret üzerine fahri kâinat aleyhine bir manzume yazmıştı.

Hicret edince Mekke'den

Kurtulduğunu sanma!

Ey Kusva'nın suvarisi

Rüzgârdan hızlı atımla

Tez zamanda olacağım karşında

Mızrağıma kanınla su verecek

Kılıcımla vuracağım boynuna...

Efendimiz bu mısraları işitince:

- Allahım Ukbeyi ağzı üzerine yere çal!

Diye dua ettiler..

İşte meydanı boş bulduğunda uluorta atıp tutan bu zalim; Kureyş ordusu Bedir'de gerilemeye başlayınca kaçmaya ilk davrananlardan biri oldu...ama bindiği at, hırçınlaşarak o'nu üstünden attı. Ağzı üzerine yere çakılmıştı. Abdullah bin Seleme, yetişerek esir aldı ve esirlerin toplandığı yere götürerek muhafızlara teslim etti...

Kahramanların en büyüğü aziz mücahidler, muhacir veya ensardan şehid verdikçe yürekleri kor ateşler gibi yanıyor; azimleri artıyor; her kâfirin katlinde şevkleniyorlardı.. Hatta bazan kılıçlar bile o yiğitlere yetmiyordu... Ükkâşe bin Mıhsan, her sahabi gibi döne döne, vura vura, düşmanın üstüne gide gide dövüşüyordu. Ükkâşe hazretleri, bütün hançeresi ile "Allahü Ekber!" diye bir sayha kopararak kılıcını savurdu. Simâk bin Hareşle'nin kellesi havada helezonlar çizerek toza toprağa bulandı ama.. mübarek sahabinin kılıcı da kabzaya yakın yerden "çınn" diye koptu. O heyecanla koşulacak yere koştu:

- Ya Resulallah kılıçsız kaldım!..

...diğer her mücahid gibi yapış yapış terler ve kan içindeydi... bu kanlar ya kendi yaralarından akıyordu; veya bir şehidi alıp arka saflara taşırken bulaşıyordu veya bir islâm düşmanından sıçrıyordu...

Sevgili Peygamberimiz, yerden bir hurma dalı alarak büyük muharibe uzattılar:

- Bununla devam et...

Ükkâşe bin Mıhsan radıyallahü anh, dalı kaptığı gibi cepheye koştu...'bir hurma çubuğu ile zırhlı ve kılıçlı düşmana karşı ne yapabilirim' fikri beyninin en dip hücresinden bile geçmedi.. Karşısına çıkan ilk kâfire tâ ciğerlerinden kopup gelen bir derin ihlasla "Bismillah!" diyerek elindeki hurma dalı ile hamle yaptı... o ân sevgili Peygamberimizin büyük bir mucizesi gerçekleşti. Ükkâşe hazretlerinin düşmana savurduğu hurma dalı, daha havada iken uzun, parlak ve sırtı sağlam keskin bir kılıca dönüştü ve kâfiri cansız yere serdi.. Ükkaşe radıyallahü anh "El'avn" ismini verdiği bu kılıçla bütün gazalara iştirak etti..

Ubeyde bin Said ise gözleri hariç başdan ayağa zırh içinde olduğu halde atının üstünde övünüp duruyordu. Zübeyr bin Avvamla karşılaştı. Büyük mücahid, yaradana sığınıp öyle bir nişan aldı ki mızrağı kâfirin gözüne isabet ettirdi ve O'nu attan bir demir külçesi gibi yere yuvarladı; kâfir ölmüştü. Zübeyr radıyallahü anh, ayağıyla düşmanın kafasına basarak mızrağı ancak çekip çıkarabildi.

Bütün eshab, şu ân aynı ulvi gaye için yaşıyor veya ölüyordu: İlayı kelimetullah...bu sebeple destanların anlatmaya yetmeyeceği bir kahramanlıkla vuruşuyorlardı... Hazreti Ali, Hazreti Hamza, Ebu Dücane, Ammar bin Yasir, Zübeyr bin Avvam, Bilâl-i Habeşî, Abdurrahman bin Avf, Suheyb bin Sinan, Abdullah bin Seleme, Zeyd bin Harise, Numan bin Asr, Ebu Huzeyfe, Ubeyde bin Haris, Sabit bin Ciz, Mücezzer bin Ziyad, Muaz bin Amr, Hazreti Ömer, Yezid bin Abdullah, Harice bin Zeyd, Said bin Rebi, Ma'n bin Adiy, Numan bin Malik, Yezid bin Rukayş, Ebu Bürde bin Niyar, Ebül Yeser, Muaz bin Afra, Muavvez bin Afra, Harice bin Zeyd, Hubeyb bin Yesar, Huseyn bin Haris, Osman bin Mazun, Halid bin Bükeyr, İlyas bin Mükeyr, Sa'd bin Ebi Vakkas, Malik bin Rebia, Abdullah bin Seleme...ve diğerleri karşılarına çıkan kâfirleri cansız yere seriyorlardı.

Mücahidler, kâfirlerden bazısını da canlı olarak yakalayıp esir ediyorlardı. Aslında müşrikler zor ânlarında kılıçtan kurtulup esir olmayı artık cana minnet bilmeye başlamışlardı...ancak müminler, bu adamlardan neler çekmemişlerdi ki! Bu sebeple Resulullah'ın karargâh muhafızlarından Sa'd bin Muaz, bir kâfir esir alınarak müslümanların eline geçtiğinde "ah keşke öldürülseydi" diye içten içe hayıflanıyordu.. Sevgili Peygamberimiz sual buyurdular:

- Ya Sa'd halinde bir hoşnudsuzluk görüyorum.

- Evet ya Resulallah. Keşke elimize düşen her kâfiri katletsek! Esir olmakla canlarını kurtarıyorlar...

...tabii az da olsa müminler de kayıp; daha güzel söyleyişi ile şehid veriyorlardı...mesela düşmana "bilekleri yoruluncaya kadar kılıç sallayan" Avf bin Haris radıyallahü anh Ebu Cehil tarafından şehid edilmişti. Henüz onaltı yaşında olduğu için sefere kabul edilmeyen; bunun üzerine Peygamberimiz'den yalvararak izin alan Umeyr bin Ebi Vakkas da genç bir kartal gibi kanının son damlasına kadar vuruşmuş ve nihayet Amr bin Abdi Ved tarafından şehid edilmişdi, radıyallahü anh.

......

Meşhur Kureyş reislerinden Tuayme, Safvan bin Beyza radıyallahü anh'ı şehid etti; fakat Safvan hazretlerinin kanı yerde kalmadı. Hazreti Hamza radıyallahü anh da mübarek kılıcı ile kâfirin işini bitirdi. Ebu Cehil'in kardeşi Âs bin Hişam'ı ise Hazreti Ömer ile Yezid bin Abdullah hazretleri katlettiler. Kureyşin en mühim reislerinden bir de Ümeyye bin Halef vardı. Hazreti Bilâl'in efendisi yaşlı ve şişman adam. Bilâl radıyallahü anh'ı Allah'a ve Resulüne imandan vazgeçirmek için tandır üzerindeki sac gibi yakıcı kumlar üzerine yatırıp ağır kaya parçalarını göğsüne koyan; ağzında tükrüğün zerresi bile kalmadığı halde bir damla su vermeyen; boynuna ip takıp çocukların eline verdikten sonra Mekke sokaklarında seyirlik bir mahluk olarak gezdiren ve "ehad / Allah bir" dedikçe işkenceyi arttıran taş kalbli zalim... Bu zalim, yaşlılık ve şişmanlığını korkaklığına maske yapmak istemiş ve fakat Ebu Cehil şirretinin ağır tahrikleri yüzünden istemeye istemeye harbe dahil olmuştu... Yüce Allah, O'nu harbe dahil etmişti; çünkü başına gelecekler vardı. Bu adam ve oğlu Ali, harbin sonuna kadar dayandılar...ama ümidleri kalmayınca can tasası ile her ikisi de eskiden dostları olan Abdurrahman bin Avf radıyallahü anh'a iltica ettiler...

...fakat tam o sırada Bilâl-i Habeşî radıyallahü anh'ın gözüne çarptılar. Peygamber müezzini o güzel sesi ile bağırdı:

- Ey Allah askerleri! İşte kefere ve fecerenin reisi Ümeyye bin Halef burada! İslâmın şeref ve izzeti için onu öldürünüz!!..

Muaz bin Harisle ensardan bazıları yetişip kılıçları ile bu islâm düşmanını ortadan kaldırdılar. Oğlu Ali'yi ise büyük ve çilekeş mümin Ammar bin Yasir katletti. Ali, o ân kulakları sağır eden korkunç bir çığlık kopardı. Ki işitenler birân dona kaldılar.

Savaş devam ediyor; fakat küfür ordusu ölü ve esir verdikçe yeisten kahroluyordu...

O meydan okuyan; Mekkeli muhacirleri âsi sayan; Medineli ensarı basit çiftçiler diye hor görenler, arkası arkasına anlı-şanlı arkadaşlarını kaybedince kara ruhlarında korku fırtınaları savrulmaya başladı. Bir kaç saat öncesine kadar kendilerinde kıyas kabul etmez üstünlükte görenler, şimdi 'nasıl yapar da ağır bir hezimet'ten kurtuluruz' diye düşünüyorlardı...halbuki şu meydana ne hayaller ve ne şekilde gelmişlerdi? Hesaplarına göre müslümanların önde gelenleri cezalandırılacak; diğerleri de elleri arkalarına bağlanarak süre süre esir pazarına götürülecekti...müşrikler ise hiç kimsenin burnu bile kanamadan geri döneceklerdi... Ebu Cehil, bu kahredici hesaplaşmayla kendi kendisini yiyip bitirirken asıl, müminler, O'nun işini bitirmek için fırsat kolluyorlardı. Bu meydanda her kâfiri devirmek her mümin için dünya durdukça devam edecek bir ulu şerefti ama; şereflerin en büyüğü küfrün lideri Ebu Cehil'i öldürmekti. Fakat bazı ensar O'nu tanımıyordu.

......

Bu sebeple Bedr'e yedi civanını birden gönderen o yiğit ana Afra Hatun'un çocukları Muaz bin Haris'le Muavvez bin Haris bu ölüm kalım anında Abdurrahman bin Avf'a yaklaştılar:

- Amca! Ebu Cehil'i tanıyor musun?

- Niçin sordunuz?

- O'nunla görülecek hesabımız var.

Abdurrahman bin Avf radıyallahü anh güldü:

- Her müslümanın o'nunla görülecek hesabı var.

- Doğru ama bizim Rabbimize verilmiş sözümüz var. Ya onu katledecek veya bu uğurda öleceğiz.

- Bakın ta şu ileride kalabalığın etrafını çevirdiği at üstündeki yetmişlik kara kuru adam.

İki genç gösterilen hedefe doğru hızla atıldılar... Hazreti Abdurrahman çok duygulandı:

- Allahım henüz hayatlarının baharında olan bu gençleri umduklarına nail eyle.

İki kardeş kalabalığın ortasına daldı. Kılıçlar, inip kalkıyor; çarpışan çeliklerden ürpertici çınlamalar yükseliyor; bunlara insanların "ah vuruldum" feryatları ile at kişnemeleri katılıyordu. Onlar Ebu Cehil'e vurdukça muhafızlar ve Ebu Cehil de genç müminleri öldürmeye çalışıyorlardı. Mel'un kâfire bir iki darbe de Muaz bin Amr indirdi. Zalim, öldürücü yara almıştı. Ancak, Ebu Cehl'in oğlu İkrime Muaz bin Haris'i kolundan ağır şekilde yaraladı. Aynı anda Ebu Cehil de Muavvez'i şehid etti. Muaz hazretleri, kardeşinin şahadetine aldırış etmeden dehşetli mücadelesine devam ediyordu. Ve sonunda etrafındaki koruyuculara rağmen Ebu Cehil'e son darbeyi vurarak çığlıklarla yere yuvarladı...

......

......

...düşman hattı, bütün cephelerde çöktü ve panik ve kargaşa ile ric'at/geri çekilme başladı. İslam saflarının hilâl şeklindeki iki ucu kapanarak düşmanın bir kısmını esir aldılarsa da çoğunluk ne ağırlıkları varsa arkada bırakarak sür'atle Bedr'i terkediyorlardı... Mücahidler, başta Resulullah olmak üzere düşmanı bir müddet takip ettiler. Hatta Sevgili Peygamberimiz, atını Hazreti Ali'ye verdi; büyük kahraman, bozulmuş orduyu bir müfreze ile takip etti ama düşman, düğüne gider gibi geldiği Bedr'i şimdi kahredici bir ruh hali ile kaçarak terkediyordu. Hazreti Ali ve yanındakiler arkalarına bile bakmadan uzaklaşan küfür ordusunu biraz daha takip ettilerse de toz duman içinde Mekke'ye doğru ufukta eriyip kaybolan müşrikleri takipten vazgeçerek geri döndüler...

...kaçan düşmanın harp sahasından tamamen atılması ile nihai zafer kazanılmış ve islâm sancağı, kıyamete kadar bir daha inmemek üzere yükselmişti.

......

......

......

Alabildiğine bir düzlük ve çöl. Uzakta sıra dağlar. Masmavi bir gök; güneş tam tepede. Yerde telef olmuş veya yaralı at ve develer, ve kara suratlı kâfir ölüleri...yalvararak inleyen, hayatlarının bağışlanmasını isteyen, "su, bir damla su" diye sayıklayan kâfir yaralıları ...beride hasretinde olduğu rütbeye kavuşmanın tarifsiz huzurunu yaşayan nur ve gül yüzlü şehidlerimiz. O bilmediğimiz hayatta bilmediğimiz nimetlere kavuşmuş bu mes'ud şehidlerin yüzlerinde derin bahtiyarlık tebessümleri...sarı çöl; kanlar içinde şehid ve ölüler ve kanlarda şavkıyan güneş hüzmeleri. Derinlerde dâvullarla zafer gümbürtüleri. Meleklerin öldürdüğü ölüler boyun ve eklemlerindeki siyahlıklardan hemen tanınıyorlar.

......

Eshabı Kiram ile müşrikleri takipten karargâha dönen Sevgili Peygamberimiz, süal buyurdular:

- Ebu Cehil'den bir haber var mı? Ölü mü, yaralı mı, kaçtı mı?

Muaz radıyallahü anh:

- Ebu Cehili merhum kardeşim Muavvaz ile birlikte öldürdük ya Resulallah...

Hazreti Ömer, hayret etti:

- Bir yanlışlık olmasın! Biz Ali bin Ebi Talib ile O'nu öldürmüştük.

Hazreti Muaz:

- Hayır Hayır! Hatta O'nu katlederken Muavvez'i de kaybettik.

Ensar'dan Abdullah ibni Mes'ud, söz aldı:

- Ya Resulallah müsaade ederseniz meydanı bir gezeyim, ölü veya yaralı olup olmadığını şimdi öğreniriz.

Efendimiz izin verdiler.

İşte, biraz evvel insan, deve, at, ok, gürz, kalkan ve kılıç seslerinin birbirine karıştığı meydan...O velvelenin, o gulgulenin yerini şimdi derin bir sessizlik almıştı. Abdullah ibni Mes'ud, çöle serilmiş ölü ve yaralıları tek tek yokladıktan sonra aradığı şahsı buldu. Evet; Ebu Cehil Amr bin Hişam; Kureyş kabilesinin bu mühim siması, müşriklerin lideri işte âciz bir şekilde can çekişiyordu. Aziz sahabi, bir ayağı ile islâmın amansız düşmanı baş kâfirin göğsüne bastı ve eliyle sakalından tutarak sarstı:

- Heyy! Sen Ebu Cehil değil misin?

- Evet; ben Ebu Cehilim. Ama sen o yüksek yerde ne arıyorsun ey koyun çobanı! Unutma ki çıktığın yer yalçın bir dağdan daha sarptır.

- Ey mel'un! Cehennemi boylamak üzeresin ama hâlâ kibir nutukları atıyorsun.

- Keşke o göğse Yesribli bir köylü değil de bir Mekke'li çıksaydı.

- Hâlâ mı büyüklenme?

- Zafer hangi tarafta?

- Elhamdülillah ki müslümanların.

- Yaa! Demek öyle!... Git Muhammed'e deki: Bugüne kadar O'na düşmandım. Şimdi düşmanlığım bir kat daha arttı!

Abdullah ibni Mes'ud'un cevabı, ayağı altında zelil ve hakir bir şekilde acılar çeken korkunç kâfirin yüzüne kırbaç gibi indi:

- Alçak! Kafanı keseceğim senin! Hem de yıllarca belinde gururla taşıdığın şu kendi kılıcınla keseceğim!

- Bari omuzuma yakın yerden kes ki başım heybetli görünsün.

- Zebaniler heybet neymiş şimdi gösterirler sana kibir putu! Al bakalım!!!!

Mübarek sahabi, bir hamlede Ebu Cehil'in kafasını gövdesinden ayırdı. Murdar vücut, kafası koparılan bir horoz gibi bir-iki çırpınıp debelendikten sonra kaskatı kesildi. Yıllarca Allah Resulü ile eshabına olmadık eziyetler çektiren koca zalim, dünyadan yıkılıp gitmişti. Hem de ne ibretle! Kendini beğenmiş ve mağrur Ebu Cehil, ayağa kalktığında ancak oturan bir babayiğidin yüksekliği kadar boyu olan Abdullah ibni Mes'ud'un ayağı altında şerefsiz bir şekilde ve kendi kılıcı ile ...

Aziz sahabi, Ebu Cehl'in zırhını, kılıcını ve bir ipe takarak sürüte sürüte getirdiği kafasını İki Cihan Sultanının mübarek ayakları dibine bıraktı...kafa kan, toz topraktan tanınmaz haldeydi.

- Ya Resulallah! İşte Allah düşmanı Ebu Cehlin başı!..

- La ilahe illallah! Ey Abdullah ibni Mes'ud! Bunun Amr bin Hişam'ın başı olduğuna dair kendisinden gayrı ilâh olmayan Allah'a yemin eder misin!..

- Evet ya Resulallah! Kendisinden gayrı ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki mübarek ayaklarınız dibindeki bu baş Ebu Cehil'e aittir.

Sevgili Peygamberimiz azgın bir şakînin islâm yolundan çekilmiş olmasından dolayı memnun oldular; iki rek'at şükür namazı kıldıktan sonra sonsuz hamdlere layık olana yöneldiler:

- Allah'a hamd-ü senalar olsun ki kuluna yardım etti; dinini üstün kıldı, buyurdu ve devam etti, Allahım vaadini yerine getirdin; hakkımdaki nimetini tamamla...

...ve İbni Mes'ud ve bir kısım eshabla beraber Ebu Cehlin cesedinin bulunduğu yere gittiler.

Amansız islam düşmanının ölüsü üzerine gelince:

- Ebu Cehil, bu ümmetin fir'avnı idi, dediler ve seslendiler:

- Ey Allah düşmanı! Allah'a hamdolsun ki seni zelil ve hakir etti.

......
Alıntı ile Cevapla