Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Nisan 2009, 15:38   Mesaj No:2

KuM TaNeSi

Medineweb Emekdarı
KuM TaNeSi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KuM TaNeSi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5998
Üyelik T.: 02 Ocak 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:40
Mesaj: 1.956
Konular: 886
Beğenildi:21
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: Dinimizde ve Örfümüzde Nişanlanma

Nişan evlenme vaadidir
Bilindiği gibi nişanlanma tabiatı gereği geçici de olamaz ebedî de Bu yüzden nişan ile evlilik arasındaki münasebeti hukukî ve ahlâkî olmak üzere iki kategoride değerlendirmek mümkündür Dört mezhebe göre nişanlanma, evlenme akdi olmayıp, sadece evlenme vaadinden (söz verme) ibarettir Yani, nişanlanma hukuken bir sözleşme (akit) değil, ahlâken karşılıklı söz vermedir (vaad) Çünkü hukuken, nişan nikâh değildir, nikâhın herhangi bir şartı da değildir Ayrıca hukuken nişan nikâhın doğurduğu neticeleri doğurmaz (Bilmen, Kamus, 2/12) Nişanlanma sonucu nişanlılar arasında akrabalık, nafaka, miras vb hükümler tahakkuk etmez En önemli özelliğiyle nişanlanma, tarafları hukuken evlenmeye mecbur kılmaz

Her ne kadar nişanlanma hukuken evlenmeyi zorunlu kılmasa da, elbette dinen ve ahlâken konuyu farklı değerlendirmek gerekir Nişanlanma dînen, ahlâken ve örfen taraflara sadakat ve evlenme mükellefiyetini gerekli kılar Kur'ân-ı Kerîm'de emir kipiyle; "Verdiğiniz sözü yerine getirin Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir" (İsra sûresi, 17/34) buyrulur Ayrıca mü'minlerin vasfı sayılırken, "üzerlerindeki emanetleri gözetirler, verdikleri sözleri tam tamına tutarlar" (Mü'minun sûresi, 23/8) ifadesi yer alır Âyetteki ahit ifadesi hem kendi aralarındaki akitleri hem de Allah Teâla'ya verdikleri ahitleri kapsar Yine, "sözleştiği zaman sözlerinde duran" (Bakara sûresi, 2/177) gibi âyetlerde mü'minlerin dinî ve ahlâkî mesuliyetleri anlatılır

Doğrusu, evlilik gibi önemli ve hayatî bir müessesenin başlangıcı kabul edilen nişanlanma, basit bir hâdise değildir Evliliğe mâni bir durum olmadıkça nişanlanma ile verilen evlenme vaadinîn yerine getirilmesi gerekir Bu özelliğiyle nişanlanma her ne kadar bir söz verme kabul edilse bile, mü'min, sözünün eridir ve sözünün senet olduğunu unutmamalıdır Dolayısıyla tarafların birbirlerini soruşturma, inceleme, huy ve karakter uyumlarını gözlemleme safhasını, nişan öncesinde olgunlaştırmaları gerekir Bu safhada, sosyo-hukukî bir esas olan kefâet (denklik) meselesi de göz ardı edilmemelidir


Nişan vaadi, ahlâkî ve dinî bir sorumluluktur Bu yüzden, her ne kadar nişanlanma taraflara hukuken evlenme mecburiyeti yüklemese bile geçerli bir sebep olmadan meydana gelen ayrılmalarda dinî ve ahlâkî bakımdan tarafların mânevî mesuliyeti kalkmaz Yani hukuken olmasa bile, mağduriyetin bulunması durumunda bir kul hakkı ihlâli olması sebebiyle haksız olan tarafın meşru bir gerekçesi bulunmadan böyle bir yola tevessül etmesi, örfî-ahlâkî yükümlülüğünü ve Allah katındaki sorumluluğunu kaldırmaz Belki bunun tek istisnası, müteakip dönemlerdeki olumsuzlukların artması ihtimaliyle, boşanmalarına nispeten daha ehven olmasıdır

Nişan mahremiyeti kaldırmaz
İslâm Hukuku'nda nişanlanma, taraflara eş statüsü kazandırmaz, dînen taraflara evliliğin verdiği beraber yaşama hak ve yetkisini vermez Dolayısıyla evliliğe kadar nişanlılar, ileriye matuf iyi niyetli beklentilerine rağmen, mahremiyet bakımından, âdeta iki yabancı gibidirler Bu sebeple tarafların mahremiyet sınırlarına dikkat etmeleri gerekir Yani nişanlılık döneminde taraflar arasında örtünme, halvet hâli vb dinî yükümlülükler aynen devam eder Burada dikkat edilmesi gereken husus, mahremiyet sınırına riâyet edilmesi, halvet hâlinin bulunmaması ve İslâmî adaba uygun olmasıdır Elbette kız veya erkeğin yakınları gibi başka insanların da bulunduğu durumlarda halvet hâli gerçekleşmez Bunlar dinî hükümlerdir Dinî hükümler ise, içtimâî şartların değişmesiyle değişmez Nişanlılık döneminde dinî hükümlere riâyet etmeyenler, elbette fiillerinin dünyevî riskine de uhrevî vebaline de katlanır

İslâm Hukuku'nda özgürlük esas olmakla beraber, sınırsız da değildir Kişi, başkalarının hakkını ihlâl edemeyeceği gibi, kendi bedenini de gayrimeşru bir şekilde kullanamaz Aksi uygulamaların dinen ve hukuken hiçbir geçerliliği yoktur Çünkü İslâm Hukuku'nda insan bedeni de emanet olarak değerlendirilir Bu sebeple insan kendi bedeninde bile istediği gibi tasarrufta bulunamaz "Kendimin" diyerek gayrimeşru bir şekilde vücudunu başkasına da kullandıramaz Burası insanın özgürlük kapsamına girmez İslâm'da erkek ile namahrem hür bir kadın arasındaki mahremiyetin kalkması ve kadının kadınlığından erkeğin meşru olarak yararlanabilmesi, ancak ve ancak nikâh akdiyle mümkündür

Toplumumuzda zaman zaman nişanlılık döneminde daha ziyade nişanlılar arasında mahremiyet hükümlerinin meşrulaştırılmasına matuf olarak dinî nikâh kıyıldığı görülmektedir Bilindiği gibi nikâh akdi birçok dinî ve hukukî hükümleri içerisinde barındıran genel bir akit niteliğindedir Elbette dinî hükmünün bir sonucu olarak mahremiyet sınırları kalkar Bunun yanı sıra, nikâh akdiyle, mehir tabiatıyla kadının hakkı olarak tahakkuk eder Ayrıca nikâh akdine bağlı olarak hısımlık, nafaka, miras, talak, iddet vb dinî ve hukukî hükümler de tabiî olarak doğar Dahası nesep, hadane, velâyet gibi hususların temelini de nikâh akdi oluşturur Bu dinî ve hukukî hükümler parçalanmaz bir bütündür Başka bir anlatımla, dinen mahremiyet kalksın; ama hukukî hiçbir yükümlülük olmasın gibi bir nikâh akdi düşünülemez Zaten İslâm Hukuku açısından nikâh akdi yapıldıktan sonra tarafların birbirini nişanlı kabul etmelerine dinen ve hukuken imkân yoktur (Bilmen, Kamus, 2/12)

Özellikle günümüzde Türk Medeni Kanunu resmî nikâh öncesi dinî nikâhı yok hükmünde kabul ettiği için herhangi bir olumsuzluk durumunda dinî nikâh, hukukî müeyyidelerden yoksundur Dolayısıyla taraflardan birinin mağduriyeti durumunda, mağduriyetin giderilmesi hukuken mümkün değildir Nikâhın dinî hükümleri ise, tamamen kişilerin dinî duygu ve vicdanî sorumluluklarına bırakılmaktadır Dinî duygu ve vicdanî sorumluluğu hassas olan dönemlerde ve kişilerde her ne kadar geniş ve yaygın bir problem olarak gözükmese bile dinî duygu ve vicdani sorumluluğun zayıfladığı dönemlerde ve kişilerde çeşitli problemlere sebebiyet vereceğini söylemek kehanet değildir Hele hele nişanlılığın uzun sürdüğü durumlarda çeşitli problemlerle sıklıkla karşılaşılabilir Pratikte mağdur olan taraf da genellikle kadınlar olmaktadır Ayrıca kadının tek taraflı nişanı bozmak istediği durumlarda erkeğin talak hakkını kullanmaması gibi çeşitli problemlere de rastlanmaktadır
Ailelerden bile gizli dinî nikâh kıyılması durumunda ise, erkek ile kadın arasında irade uyumu bulunsa, şahitlik şeklen var kabul edilse bile, şahitliğin temel esprisi itibariyle ilân, asla yerine getirilmiş kabul edilemez Bu itibarla böyle bir nikâha nikâh denemez Fıkıh kitaplarımızda şu bilgiler kayıtlıdır: İnsanlardan gizli olarak iki şahit bulunsa ve şahitlere nikâhı gizlemeleri şart koşulsa, nikâh in'ikad etmez (Semarkandi, Tuhfe, 1/131) Yani, nikâh yok ve geçersiz kabul edilir Esasen bu hüküm üçüncü şahıslar açısından düşünülmüştür Ailelerden bile gizli nikâh kıyılması ise, evleviyetle bu hükme dâhildir Hele hele nikâhın herhangi bir süreyle kayıtlanması, böyle bir nikâhı mut'a nikâhı statüsüne sokar ki, dört mezhebe göre de mut'a nikâhı bâtıldır, hükümsüzdür Sonuç olarak toplumumuzda resmî nikâh öncesi dinî nikâh tasvip edilmez Uygun olan ve tavsiye edilen, önce resmî nikâhın yapılması, peşine de dinî nikâhın kıyılmasıdır

Burada dinî nikâh ve resmî nikâh ayrımına işaret etmekte fayda vardır İslâm Hukuku'na göre nikâh, belli rükünleri ve rükünlere bağlı olarak belli şartları olan bir akittir Bunun dinî ya da resmî olanı diye bir ayrımdan bahsetmek mümkün değildir Buna göre; evlenen çift veya vekilleri, iki erkek şahit ve irade beyanı yani icab ve kabul, nikâhın rükünleri arasındadır Mehir miktarının konuşulmaması Hanefi Mezhebi'nde akdin sıhhatine mâni değildir Bu durumda "mehr-i misil" gerekir Bu minval üzere kesilen nikâh akdi, ister camide, ister evde, isterse düğün salonunda gerçekleşsin, caizdir Zaten nikâh akdi esnasında imamın veya belediye başkanının bulunması nikâhın ne rüknüdür, ne de şartı Ecdadımız öteden bu yana belli İslâmî nasslara dayanarak, akdin yümün ve bereketi adına, nikâhlarını bir din adamının önünde kesmiş ve onun hayır duasını almıştır Zamanla bu durum bir örf ve âdet olarak toplumumuza mal olmuştur

Dolayısıyla İslâm'ın künhüne vakıf olmayanların dediği veya daha doğru bir tabirle iddia ettikleri gibi, "Dinî nikâhı kesmeyenin nikâhı yoktur" ifadesi, fıkhî dayanağı olmayan bir sözdür Yukarıda şartlara riâyet edilerek kesilen nikâh akdi belediye veya düğün salonunda da gerçekleşse, o akid, İslâm Hukuku'na göre nikâh akdidir ve sahihtir
__________________
Söz işlemez yüreklere sükûtum dağlar gibi...
Alıntı ile Cevapla