Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 Nisan 2009, 05:59   Mesaj No:1

İmamHüseyin

Medineweb Usta Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:İmamHüseyin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 7571
Üyelik T.: 20 Mart 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 279
Konular: 242
Beğenildi:3
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Kurân’ın Anlattığı Peygamber

Kurân’ın Anlattığı Peygamber

KUR’ÂN’ın bize Peygamberimizi anlatan ve ona uymayı emreden pek çok âyeti vardır. Bu âyetlerden biri olan Tevbe Sûresinin 128. âyeti, onu beş önemli özelliğiyle bize tanıtıyor:

1. O bir elçidir, bir peygamberdir.

2. O bizden biridir.

3. Bizim sıkıntıya uğramamız ona ağır gelir.

4. O bize çok düşkündür.

5. Mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.

Bu maddeleri alt alta sıraladığımız zaman, pek büyük bir ibret tablosuyla karşı karşıya kalıyoruz:

Âyet,onu bir elçi olarak nitelemiştir. Bu elçi, Âlemlerin Rabbi tarafından gelen bir elçidir; izzet ve şerefi pek yüksektir. Onun emrine uymak ve yasakladığı şeyden sakınmak, onu elçi olarak gönderen Âlemlerin Rabbine itaat etmek anlamını taşır. Ona isyan da, dolayısıyla, Allah’a isyan demektir.

Fakat âyet, dikkat çekici bir şekilde, onun elçiliğinden sonra sıraladığı özellikleriyle, onun heybet ve haşmetinden ziyade, bize yakınlığını vurguluyor, bize düşkünlüğünden ve
bize olan şefkat ve merhametinden söz ediyor.

Burada tasvir edilen Peygamber, biz âciz ve günahkâr kulların asla erişemeyeceği, çok
uzaklarda duran, durduğu yerden de bizim ihmal ve isyanlarımızı çatık kaşlarla izleyen haşin bir gözetleyici değildir.

Yahut bize bir kitap getirip bıraktıktan sonra “Benden bu kadar; ne haliniz varsa
görün” deyip kenara çekilmiş birisi de değildir.

Kur’ân’ın bize anlattığı Âhirzaman Peygamberi, herşeyden önce, bizden biridir. Bizim
dünyamızda yaşamış, bizim katlandığımız sıkıntılara fazlasıyla katlanmış, yetimlikten evlât acısına kadar tatmadığı acı kalmamış, açlık ve yoksulluk çekmiş, sadakatler ve ihanetler görmüş, dostları ve düşmanları olmuş, mutlulukları ve ıztırapları bir arada yaşamış bir insandır.

Gün gelip de Müslümanlar güçlü bir devlet halini aldığında, o, yine bizden biri olarak yaşamaya devam etmişti. Onunla görüşmek için gelen elçiler, tahtına kurulmuş bir hükümdar yerine,yoksullarla oturup kalkan, söküğünü diken, insanlarla şakalaşan bir insan buldular.

Kur’ân, Peygamberimiz için “sizden biri” buyurduktan sonra, onun bize olan ilgi ve şefkatini, peş peşe sıfatlarla vurguluyor:

Sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir.O size çok düşkündür.O mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.

Bunlardan bir tanesi bile bir peygamber ile ümmeti arasındaki gönül bağının
sıcaklığını anlatmaya yeterken, ard arda sıralanan şu özellikler, bir ana-baba şefkatinden daha büyük bir ilgiyle ümmetine bağlı bir peygamberin portresini çizmiyor mu?

Bir mü’minin başına gelen sıkıntının ona pek ağır geldiğine dair vak’alar saymakla bitecek gibi değildir. Hz. Cafer’in şehit düştüğünü ailesine haber vermeye gittiği zaman, henüz bir şey söylemeye dili varmadan onun çocuklarını kucağına almış, öpüp koklamaya başlamış, bu arada gözlerinden süzülen yaşlardan onun acı bir haberle geldiği anlaşılmıştı. Bir tarafta kendisini elçi olarak gönderen Rabbinin takdirini teslim ve tevekkülle karşılamak, bunu yaparken de, bir parçası olduğu mü’minler vücudunun çektiği acıyı bütün zerrelerinde yaşamak hiç kolay değildi şüphesiz.

Onun düşkünlüğü sadece kendi zamanında yaşamış insanları ve kendi akrabalarını değil, kıyamete kadar gelip geçecek bir bütün iman ehlini kucaklıyordu. Bu düşkünlüğü onu her gece uykusunun en tatlı yerinde yatağından kaldırır, sabahlara kadar ümmeti için yüreğinin derinliklerinden kopup gelen dualarla Rabbine yakarmaya sevk ederdi.
Bir gün, Peygamberimiz ellerini kaldırmış, “Allah’ım, ümmetimi koru, ümmetime acı!” diye ağlayarak dua ederken, Yüce Allah, Cebrail’e buyurdu ki:

“Ey Cebrail! Gerçi Rabbin her şeyi bilir; ama sen git, Muhammed’e niçin ağladığını sor.“

Cebrail geldiğinde, Peygamberimiz, ona, ümmeti için ağladığını söyledi.

Cebrail Allah huzuruna dönüp durumu anlattı.

Yüce Allah buyurdu ki:

“Ey Cebrail, Muhammed’e git ve şunu söyle: Biz seni ümmetin hakkında hoşnut edeceğiz ve asla üzmeyeceğiz.“[1]

Yüce Allah, bize elçi olarak gönderdiği Peygamberimizi bu şekilde anlatırken, sadece onun bize şefkat ve merhametini vurgulamakla kalmıyor; onun daha ötesini de gösteriyor:

Bize elçi olarak gönderilen zâtın bize olan düşkünlüğü böyle bir derecede ise, ya onu
bize gönderenin biz kullarına olan şefkat ve rahmeti nasıl bir şeydir?

Ve bu âyetin önümüze serdiği bir başka ibret levhası daha:

Rahmeti sonsuz bir Rab tarafından böyle bir şefkat ve muhabbetle donatılıp bize gönderilen bir elçiyi tanımamak, yahut ona karşı ilgisiz kalmak nasıl bir bir hüsrandır?
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi İmamHüseyin 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
MUHAMMED MUSTAFÂ'SIN Şiirler ve Şairler AŞK'ÜL İSLAM 1 2204 09 Mayıs 2009 13:06
Rahmetli İmam Humeyni’den bir şiir Şiirler ve Şairler İmamHüseyin 0 2612 09 Mayıs 2009 13:04
MÜSLÜMAN COĞRAFYASINA AĞIT Şiirler ve Şairler namzet davadar 1 1975 09 Mayıs 2009 13:03
MÜSLÜMANLAR KARDEŞTİR Şiirler ve Şairler Yitiksevda 3 2473 09 Mayıs 2009 13:01
MÜSLÜMANLIK NEREDE! Şiirler ve Şairler Mahru 3 2203 28 Nisan 2009 22:39