Konu Başlıkları: İslam'da rabıta var mıdır?
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 13 Nisan 2009, 14:46   Mesaj No:2

Belgin

Medineweb Emekdarı
Belgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Belgin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 7
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:43
Mesaj: 1.277
Konular: 640
Beğenildi:16
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: İslam'da rabıta var mıdır?

Rabıta, bağ ve ilgi anlamında Kurân asıllı bir kavramdır Bu kelimenin Kurân-ı Kerim’deki anlamı konusunda Râğib el-Isfehanî’den şunları öğreniyoruz:

Muhafızların bulunduğu mekâna ribat denir… Murabata, muhafaza etme, koruma anlamındadır
Allah (cc): “Ey müminler! Sabredin, sabırda yardımlaşın ve murabata/rabıta yapın” (4/200) derken bununla kastedilen şey, İslam ülkesini korumak için sınır boylarında nöbet tutmaktır Nöbetçilerle beraber, savaş atlarının da hazır tutulduğu sınır kulelerinin adı da ribat’tır Demek ki rabıtada bağlı olma, dikkani ayırmama gibi bir mana da vardır

Murabata/rabıta iki türlüdür:

1 Yukarıda söylediğimiz, İslam ülkesinin sınır boylarında nöbet tutmak ve düşmana karşı uyanık olmak Bu mana murabatanın hakiki manasıdır

2Nefsin hilelerine karşı uyanık olmak Bu da murabatanın mecazi manasıdır Bu manada olarak Hz Peygamber (sav) de şöyle buyurmuştur: “Bir namazın ardından diğerini beklemek ribat/rabıta kabilindendir” “Size Allah’ın hatalarınızı ne ile sileceğini, derecelerinizi ne ile yükselteceğini söyleyeyim mi? Evet, buyur, söyle dediler Zor şartlarda dahi mükemmel bir abdest almak, mescitlere doğru çok adım atmak, bir namazın ardından diğerini intizar etmek… İşte ribat/rabıta budur, rabıta budur, rabıta budur”
Bunlardan çıkan sonuç şudur:
Rabıta kelimesinin aslı Kurân-ı Kerim’de ve sünnette bulunmaktadır ve hakikat ve mecaz anlamları, Râğib’ten alarak yukarıda zikrettiğimiz gibidir İkinci olarak, Kurân-ı Kerim’de ve sünnette bulunan bir kavramı Hz Peygamber’in ve onu izleyenlerin anladığı gibi anlamak esastır Bu ve benzeri kavramları doğru anlayabilmek için muhtaç olduğumuz birinci kural budur
İkinci kuralımız ise, sık sık tekrarladığımız gibi şudur: İbadetler tevkîfidir, yani Hz Peygamber tarafından sabitlenmiştir, onlarda hiçbir artırma ve eksiltme olmaz Çünkü ibadetlerin neler olduğu ve nasıl yapılacağı akıl üstü konulardır ve bizler ibadetlerden hiçbir şeyi kaldıramayacağımız gibi, onları değiştiremeyiz ve eklemeler de yapamayız Onlar tamamen Mabudun hakkıdır ve onlara müdahale bidat sayılır Efendimizin ifadesiyle; “Bütün bidatler dalalettir ve bütün dalaletler de cehenneme götürür”
Tasavvufta rabıta denince, Nakşiler tarafından (Yani Hz Peygamber’den yaklaşık 800 sene sonra) geliştirilen bir disiplin akla gelir Mürit şeyhini sevecek, ona kalben bağlanacak, buradan Hz Peygamber’e, oradan da Allah’a ulaşılacak ve O’nunla irtibatlı olunacaktır Bunun için mürit öncelikle şeyhinin suretini hayal edecek, onun güzelliklerinin, ahlakının kendisine feyezan etmesini isteyecektir Hatta şeyh müridini Allah’a bağladığı için onun kendisi bizatihi rabıtadır/bağdır (Enver Fuad Mu’cem 88) Bu hayal etmeyi gerçekleştirmek üzere bazı tarikatlarda müritler, üzerlerinde şeyhinin resmini bulundurmaktadırlar Hatta Hz Peygamber (sav) adına yapılan hayali bir resmi üzerlerinde bulunduran tarikat mensupları da vardır ve bana bu resmi gösterdiler Bu elbette cehaletten öte bir cinayettir
Böyle bir eğitim tekniği kullanıldığında olumlu sonuçlarının ve bir takım psikolojik faydalarının olup olmayacağı eğitimci gözüyle tartışılabilir Ama rabıtanın bir ibadet olduğu var sayılırsa bunu İslam’ı anlama usulü içerisinde bir yere oturtmamız elbette mümkün gözükmemektedir Şöyle de diyebiliriz: Bir ibadet düşünün ki, Hz Peygamber onu hiç yapmamış, öğretmemiş ve onu izleyen selefi salihin de böyle bir şeyden haberdar olmamıştır Böyle bir ibadetin olması mümkün değildir Bu anlamdaki rabıta için delil getirilen: “Sadıklarla beraber olun” mealindeki ayet-i kerime, ya da “Kişi sevdiğiyle beraberdir” hadisi şerifi de İslamî gelenek içerisinde “rabıta” ortaya çıkıncaya kadar hiç böyle anlaşılmamıştır Zorlama bir tevil yapmadan böyle anlaşılması da mümkün değildir Zorlama tevillerin insanları saptıracağını da bizzat Kurân-ı Kerim söylemektedir (Bkz 3/7) Sahabe efendilerimizin Hz Peygamber’e olan sevgilerinden böyle bir uygulama çıkarmak da mümkün değildir Aksi halde, Allah Rasulü’nü izleyen 800 yıl, insanlar, hatta bizzat Hz Peygamber’in kendisi bunu keşfedememiş ve anlamamış olurlardı Oysa akide ve ibadetler konusunda en doğru anlama, Hz Peygamber’le beraber olanların, sonra da onları izleyenlerin anlamasıdır Bunda bütün İslam alimleri ittifak halindedir
Şunu da bilmeliyiz ki, tasavvuf diye anlatılan şey; bir hal, İslam’ın daha dikkatli ve hassas yaşanma biçimi; zikir, zühd, ibadet ve tefekkür olarak Hz Peygamber’den beri varolan bir yaşama biçimidir İslam’ın ta kendisidir Tarikatlar ise –Kitap ve sünnet çizgisinde kaldıkları sürece- tasavvufun mektepleri ve mezhepleridirler Ancak rabıta tasavvufun şartlarından değildir ve tasavvufun ehli sünnet çizgisinde yaşandığı ilk yüzyıllarında da onda bu anlamda bir rabıta hiç olmamıştır Sevginin, bağlılığın, kardeşliğin, ittibaın rabıta diye anlatılması da elbette isabetli olmaz Dolayısıyla rabıtayı kabul edip etmemekle, tasavvufu kabul edip etmemek farklı şeylerdir Doğrusu sağlam tarikatlerdeki güzel insanların hatırı için rabıtayı da onların anladığı gibi kabul etmek isterdim Ancak İslamın ve hakikatın hatırı daha büyüktür ve buna karşı saygısızlığı hiç göze alamam, bu sebeple de dini bir delile dayanmayan bir uygulamayı gerekli göremem
Durum bu olmakla birlikle, birleri bunu bir eğitim aracı olarak görür ve uygularlarsa kendi bilecekleri bir şeydir ve dediğimiz gibi bu tartışılabilir Ancak ben hiçbir tarikatın rabıtaya böyle baktığını görmedim Aksine o bir ibadet olarak görülür ve hatta müritler çoğu zaman onu günlük farz namazlarından daha önemli tutarlar Bunun hükmünü ise yukarıda anlatmaya çalıştık
Bu noktada şunu da zikretmeliyiz ki, tasavvuf bu günkü hali itibariyle bir İmam Rabbanî’ye muhtaçtır Nasıl onun zamanında tarikatlar İslam’dan çok uzaklaşmışlardı ve o bu konuda bir tecdid gerçekleştirip, onları tekrar Sünni ve Kurânî çizgiye oturttu ise, bu gün de bunu yapacak birisine şiddetle ihtiyaç vardır Çünkü çok azı hariç, tarikatlar bu gün ya cehalet ve sapmaların, ya da sahtekarlık, derin ilişkiler ve düzenbazlığın hakim olduğu karanlık odaklardır Başta Erenköy cemaati olmak üzere, Çarşamba ve İskender Paşa cemaatlerini ve benzeri bazı küçük cemaatleri elbette bu çirkinliklerden uzak tutmalıyız, ancak tecdid, teceddüt ve yeniden Kurânî çizgiye gelem ihtiyacının umumi olduğunu söyleyebiliriz
Günümüzdeki en büyük İslam alimleri, sözünü ettiğimiz anlamdaki rabıtaya bidat olarak baktıklarını da burada zikretmeliyiz Mesela Ramazan el-Bûtî şöyle söyler:

ولاشك أن هذا الذي استحدثه مشايخ الطريقة أخيراً يعدّ بدعة‏،‏ إذ هي شيء لا أصل له في الدين

“Şüphesiz tarikat şeyhlerinin sonradan icad ettikleri rabıta bidattir, çünkü bunun dinde hiçbir dayanağı bulunmamaktadır”
Alıntı ile Cevapla