Konu Başlıkları: Biz kimiz? 1
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 18Haziran 2009, 13:17   Mesaj No:5

Yitiksevda

Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:47
Mesaj: 5.078
Konular: 295
Beğenildi:124
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Biz kimiz? 5

geleneksellİĞİ ve modernİzmİ aŞan kur'an'a yönelİŞİmİz

kitaplarla başlayan, tek bir kitapla yetinmeyen ya da okuma biçimini kur'an üzerine, kur'an'ın yönlendirmesiyle yapmayanları, akranlarımız üzerinde müşahede ettiğimiz gibi, bir tehlike bekliyordu: rölativizm. yani hakikatin çokluğu, göreceliği ya da yokluğu.

rölativizm, sosyal bilimlerin tuzağıydı. allah'a güvenmeyen, insanı yanılmaz kabul eden batı hümanizmi, tüm istekler ve arzuların meşru olduğu bir kültürü öngörüyorlardı. bu kültürün sonucu olan medeniyetin bilim paradigması, muhkem olmayan,görece, eğri yollar gösteriyordu. vahiyden bağımsızlaşan beşeri düşünce, orta yolu tutturacak dengeleri oluşturmaya güç yetirememiş, hayatı ya mistik perhizciliğe indirgemiş ruhçuluğa, ya da dünya nimetlerini ululayan materyalizm batağına saplanmıştı. uyumcu vahdedi vucut ile, allah-İnsan, insan-insan, insan-kainat arasında varolan ilişkiyi çatışma temeli üzerine oturtan batılı paradigmanın gösterdiği yol, aynı yere, rölativizme çıkıyordu.

hakikatin görece olduğu şeklindeki geleneksel formu kur'an okuyan müslüman bireyin zihninde vahyi, hasta gönüllere can veren ışıltılar olmaktan çıkartıp bir kaç üstadın tekeline veriyordu. bunlara göre kur'an öyle zor, öyle anlaşılmaz kitaptı ki, o üstadlar bile yüzyıllardır üzerinde çalışmış, hala çözülmedik noktalar kalmıştı. bu geleneksel düşünme biçimini aşmaya çalışan modernistler ise, kur'an'ın anlaşılmasının önüne engel olarak çağdaş batılı bilimleri; sosyolojiyi, psikolojiyi, lenguistik,hermönetik, astronoöi, antropoloji vb. çıkartıyordu. kısaca modernizm ile geleneksel nazı algılama biçimleri kur'an'ın anlaşılmasının önüne geçme noktasında benzer açmazlara düşüyorlardı. oysa modernistlerin başladığı nokta, geleneksel açmazları aşma çabası üzerine kurulmuştu. ne yazık ki bu çaba kur'an'ı eylemleştirmeyi düşünmeyen, çözümleme ile yetinen bir gayret olarak tıkanıp kaldı. oysa seyyid kutub'un dediği gibi kur'an onu yaşamaya çalışanlara kendini açardı. demek ki kur'an'ı sorunlarımızı çözmek için okumalıydık.

peki sosyal bilimlerdeki ve beşeri düşünüş biçimindeki görecelik nasıl aşılabilirdi? bu sorunun cevabı, şüphesiz göreceliğe el vermeyen, içinde muhkem naslar bulunduran bir kitaba tam bir teslim oluş ve yönelişle olacaktı. yani temellerimizi ilahi vahyin yol göstericiliğiyle kurmalıydık ki, hayat karşısında savrulup durmadan değişenler gibi olmayalım. eğer İslam'ın ne olduğunu, nasıl kavranması gerektiğine bu dinin sahibi olan allah karar verme merciinde ise, neden kur'an'ı başka kitaplardan öğreniyorduk? kur'an'ı yine kur'an'dan öğrenmek her şeyin çözümü olmalıydı. tabi işimiz öyle kolay değildi. çünkü zihinlerimizde yüzyılların sis perdeleri ile korunarak gelmiş öyle tortular vardı ki, kolay söküleceğe benzemiyordu. kur'an önümüzdeydi. ama ona ulaşmak için ne sultanlar devirmeli, ne bilginler aşmalı, ne badireler atlatmalıydık. bize tarihin tüm yükleri ve yorumlarıyla gelen bir kur'an'a muhatap kılındık. bu muhatap oluş bile, genç yaşlarda nice İslami kimliklere bürünmüş putları ve tağutları devirmemiz için yetiyordu. tarih içerisinde yapılan büyük yanlışları görmenin verdiği karamsarlık, güzel örnekleri gölgede dahi bırakıyordu.

bir yandan modernizmin, diğer yandan tarih ve geleneğin getirdiği akıl ve yaşam karışıklığı içinde vahyin pırıltısını görebilen bir avuç insanın yapabileceği şey, din adına yapılan ama kur'an'a dayanmayan her şeyi elinin tersiyle itmek veya kur'an'la teste tabi tutmak olacaktı. yaşadığımız sorunlara ve zihinsel meselelerimize doğrudan kur'an'dan çözümler aramalıydık. ali Şeriati'nin içinden çıktığı kültürün olumsuzluklarını aşmaya başladığını dillendiren kur'an'a bakış adlı eserinde söylediği gibi, kur'an'ı okurken, mezhep, meşrep, mektep, sınıfsal bağlardan azade, tümüyle güvenen, teslim olan bir öğrenci gibi olmalıydık. çünkü allah'ı, resulü, tevhidi, kendi gönüllerine, hiziplerine göre algılayanların gözlemlediğimiz yaşayan örnekleri, dinin akidelerini aslına yabancılaştırmışlardı. gördük ki, kur'an'a teslim olmuş bir öğrenci gibi yaklaştığımızda bakara suresi 2. ayettte bahsedilen sakınan insan karakteri gibi olduğumuzda, nefsimizdeki fucuru bastırabilirdik. gördük ki, bizi kur'an'dan uzak tutmak isteyenler,anlaşılmaz olduğunu iddia edenler aslında onu anlamayı hiç denememişlerdi. gördük ki, anlamayı denediğimizde kur'an bize afakımızdaki ve nefsimizdeki körleşmenin kaynağı hurafeleri yok edici, yüreklerimizde şaha kalkan sözler belletiyordu.

kur'an bize kişisel yaşam ayrıntılarımızda bile belirleyici olmak isteyen bir dinden sözediyordu. zulme karşı direniş odakları oluşturmayı, zalimlerle adalet için cihadı emrediyordu. bu mücadelede öz güvenimizi sağlayan rabbimizin "mü'minlere şeytanın gücü yetmez"(16/99( teminatıydı. bunun gibi ayetler insan ve cin şeytanlarının her türlü saptırımına karşı tek güç kaynağımızdı.

kur'an mücadele düzlemimizin allah'tan yana, tağuda karşı olması gerektiğine yönelik bir çok peygambere yapılan direktifi aktarıyor, dikkatimizi bu noktada toplamamızı önemsetiyordu. bakara 256. ayette ve bir çok ayette geçen taĞut-allah çatışması, imanın zalimlerin yedeğine takılmaması gerçeğini hatırlatarak mücadele zeminimizin kur'an'dan sözden ama ,aslında çağdaş samiri rolünü oynayanlardan ayrı durması gerektiğine dikkatimizi yöneltiyordu.

en önemli çaba ve kaygılarımızdan biri, kur'an'i kavramların özgün haliyle hayatımızda yer bulmasına dikkat etmekti. örneğin tağut bizden önceki nesillerde, tarihe seçmeci yaklaşmamak, kur'an'ı bütünsel kavramamak gibi nedenlerden dolayı hayatta etkinliği olmayan bir karakter (şeytan) olarak algılanıyordu. kur'an'ı bütüncül okumalı, dinimizin anahtar terimlerini öğrenirken kendimizi allah'ın yönlendirmesine açık yutarak hareket eksenimizi belirlemeliydik. Şeytanın görünenlerden de olabileceği gerçeğini kur'an'ı bütünsel okuyanlar biliyorlar, bu yüzden İmam'ın, abd'ye en büyük şeytan demesini yadırgamıyorlardı. oysa şirkin ve zulmün dünyadaki pazarlama merkezi olan abd'ye şeytan demek, kur'an'dan uzaklarda dini teamüller geliştiren bazı atalar takipçilerini rahatsız ediyordu.

tağutla hiçbir uzlaşmaya yanaşmama cihadımızın temellerini kurduğumuz kur'an'a bizi yönelten iki önemli önderden sözetmemek onların üzerimizdeki emeğini inkar anlamına gelir: s. kutup ve mevdudi. mevdudi'nin dört terimi bizim kur'an okumadan önceki ilk kur'an çalışmamızdı. seyyid kutub'un yoladaki İşaretlerini okumayanlarımız ayıplanırdı. s.k.'u okumadan önce cahil kavramı bizim için okuma yazma bilmemeyi çağrıştırırdı. kutubla birlikte (radiyallahu anhu) anladık ki cahil-cahiliyye, İslam'ın bütünsel karşıtı, bilgisizlik değil, bilinci körelmiş, hisleri sağırlaşmışların bilgili cehaleti idi. (bir yazarın dediği gibi enformatik cehaletti"

kur'an'dan yaşamın, allah'ın bizim için düzenlediği bir sınav alanı olduğunu, inancın bir sınav içerdiğini, sınavın da çok çetin olduğunu öğrendik. hayatın içinde, merkezinde olmalı, kıyısında kalmamasını ve direnmesini bilmeliydik. çünkü hayatın kıyısında kalarak,inzivaya çekilerek tevhidi ıslahat mümkün olmazdı. tasavvufun bireyci ben bilincisi geliştirme yöntemi, alak, müddesir, müzzemmil surelerindeki apaçık tebliğ yöntemine uygun düşmüyordu. hira'dan mekke'ye inmeliydik. çünkü İslam bireysel kurtuluşu değil, toplumsal kurtuluşu, kişisel sorumluluğu öngörmekteydi. öte yandan, hayatın seyrine kendilerini kaptıran, bizden önce İslam davasına gönül vermiş mü'minlerin dünyevileşmiş olduklarını görmek, özenle kurduğumuz varlık alanlarımıza daha bir sıkı sarılmamızı elzem hale getiriyordu. afakımıza dünyevi bir gözle değil, rabbani bir gözle bakmalıydık. bir an bulunduğumuz yerde neden bulunduğumuzu unutursak suni sorunlarla laikleşebilirdik.

artık bizim için sağlam zemin, tek esin kaynağı sadece kur'an'dı. önlerine kur'an'ı koyduğumuz bazı insanlar "ya sünnet" diyordu. oysa bizim kur'an değişimiz sünneti dışarda bırakmıyordu. kur'an'ı iyice öğrenmeliydik. değişimin nerede duracağına karar veremeyen, tek tek doğrulardan sözden kitapların yerine tek bir kitabı ikame etmeliydik. çünkü beşeri düşünceler karışmış kitaplarda kaygan zeminler de vardı. kitaplar hakkın doğruları yanında allah'a mal edilen beşeri doğruları da aynı bütünlükte verebiliyorlardı.
Alıntı ile Cevapla