Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07 Ekim 2009, 20:31   Mesaj No:37

Yitiksevda

Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:47
Mesaj: 5.078
Konular: 295
Beğenildi:124
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart Hz. Muhammed’e Salât Ve Selam Okumak Ne Demektir

VEYA AHZAB 56.AYETİN ANLAMI NEDİR?
Prof. Dr. İbrahim Sarmış

Hz. Muhammed’e ilişkin kültürün belli başlı konularından biri ona salat ve selam okuma uygulamasıdır. Bu uygulamanın delili veya gerekçesi olarak Ahzab/56. ayet gösterilir. Gerek tefsirlerdeki anlatımlar, gerekse kimi rivayetler ve onlara dayalı yapılan değerlendirmeler ayetin bunu emrettiği ve bunun Müslümanlar üzerinde bir görev olduğu belirtilir. Onun için hüküm olarak ömürde en az bir kez olmak üzere Resulullaha salat ve selam okumanın farz olduğu kabul edilir.

Geleneksel olarak “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salat ve selam ederler. Ey müminler siz de ona salat ve selam ediniz”(33 Ahzab/56) şeklinde çevrilen ayetteki “salat etmek”ten maksadın, Hz.Muhammed için dua etmek olduğunu ve bu ayetin gereği olarak, ömürde en az bir kez Rasulullah’a salat ve selam getirmenin vacip olduğunu alimlerin sözbirliği halinde belirttiklerini görüyoruz. Ama adı her geçtiğinde ona salat ve selam getirmenin vacip olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. Bazılarına göre ‘Muhammed’ adı her anıldığında salat ve selam getirmek vacip görülürken, bazılarına göre bir oturumda ‘Muhammed’’ adı kaç kez anılırsa anılsın veya kaç kez geçerse geçsin, bir kez salat ve selam getirmek yeterli görülmüştür. Bazılarına göre ise, yer ve sayı sınırlaması olmaksızın isteyen istediği kadar söyleyebilir. (1)

Alimlerden bazılarına göre ise, Hz.Muhammed’e salat ve selam, namazdaki Tahiyyat duasında okunarak yapılır. Zaten “Tahiyyat” sözcüğü, “selamlar, selamlamalar” anlamındadır. Nitekim rivayetlerde bu uygulamanın nasıl yapıldığı şöyle anlatılır:

“Âyet indiği zaman Resulullaha: Sana selam vermenin nasıl olduğunu öğrendik, ancak size ve ehlinize salat nasıl yapılacak? dediler. Resulullah: “Allahumme salli ala Muhammedin ve ala âli Muhammed’in kema sallayte ala İbrahim’e ve ala âli İbrahim’e, inneke hamidun mecidun. Allahumme bârik ala Muhammedin ve ala âli Muhammed’in kema bârekte ala İbrahim’e ve ala âli İbrahim’e, inneke hamidun mecidun” söyleyiniz, dedi” (Allahım! İbrahim’e ve ehline rahmet ve insanda bulunduğu gibi Muhamme’e ve ehline de rahmet ve insanda bulun, şüphesiz sen hamidsin, mecidsin. Allahım! İbarahim’e ve ehline çok bereket verdiğin gibi Muhammed’e ve ehline de çok bereket ver. Şüphesiz sen hamidsin, mecidsin.(2). Nitekim imam Ebu Hanife ve arkadaşları namazın sıhhati için bunu şart görmezler.(3)

Oluşan kültür penceresinden işin fıkhi yönü bu şekildedir. Oysa “Ahzab/56.ayetteki salat’ın anlamının gerçekte geleneksel çevirideki gibi olmayıp “desteklemek” olduğunu, böylece ayetin ““Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi destekliyor, ey müminler siz de onu destekleyiniz ve tam bir teslimiyetle ona itaat ediniz” anlamında olduğunu belirtmeliyiz. Âyetin doğru çevirisi bu şekilde olduğu, geleneksel çevirideki çelişkiden de anlaşılmaktadır. Çünkü bir ayet içinde aynı kelimenin değişik anlamlarda olduğunu söyleyerek Allahın peygambere salat etmesinin “onu bağışlamak”, meleklerin ve müminlerin ona salat etmesinin ise “onun için dua etmek” olduğunu söylemek tutarsızlıktır. Zira bir tek ayetin içinde kipi ve kullanım yeri değişmediği halde salat kelimesinin Allah için başka bir anlam, insanlar ve melekler için başka anlamlar belirtmesi düşünülemez. Hiçbir dilde böyle bir tutarsızlık yoktur. Nitekim âyetin çevirisi yorumsuz verildiği zaman ne dediği anlaşılamadığından ve bu çelişkiyi telafi etmek için meallerde parantez içinde veya dışında açıklama yapma gereği duyulmaktadır. Örneğin, Diyanet Vakfı/Heyet mealinde “Allahın salavatı, rahmet etmek ve kulunun şanını yüceltmektir. Meleklerin salavatı, peygamberin şanını yüceltmek, müminlere bağışlama dilemek, anlamınadır. Müminlerin salatı ise, dua anlamına gelmektedir...”(Ahzab/56.ayetin meali) açıklaması yapılmaktadır.(4)

Oysa yapılan bu açıklama doğru değildir. Onun için ayetin doğru çevirisi, yukarıda verdiğimiz şekilde olmalıdır. İşin gerçeği budur. Bunu, örneğin “Salat”ın türetildiği es-sala’nın insanı otururken dik tutan uyluklara veya ayaktayken dik tutan omurgaya verilen isim” olduğunu belirten Mustafa İslamoğlu, Ahzab/56.ayetin geleneksel anlamda olmadığını ve orada geçen “salat” kelimesinin “okumak, dua etmek” anlamında değil, “desteklemek” anlamında olduğunu belirterek şöyle der:

“Burada Allah ve meleklerinin Peygamber için yaptığı eylemi müminlerin de yapması emredilmektedir. Bu ayetin kapsamı, Allah ve meleklerinin müminleri desteklediğinden “yusalli aleykum ve melaiketuhu” söz eden 43.ayetle birlikte (krş.2/157; 9/99, 103) değerlendirilmelidir. Müminler gibi Peygamber de vahiyle desteklenmiştir. Hemen üstteki ayetler bu desteğin açık göstergesidir. Kelimenin türetildiği ‘salat’ zaten “destek” anlamına gelmektedir. (bkz.87/15.not). Salat, dua manasına bu kökten yola çıkarak ulaşmıştır. Fakat “Allah için dua etmek” caiz olmayacağı için, ayetin yorumunda ilk otoriteler farklı görüşler dile getirmişlerdir. İbni Abbas bunu “tebrik etmek” olarak anlamış (Taberi), Süfyan, Allahın salatı rahmet, meleklerinki dua demiş. Ata, “Rahmetim gazabımı geçti” ayetini okumuştur. Said b.Cubeyr, İbni Abbas’tan bu ayetin tefsiri sadedinde şunu nakletmiştir: İsrailoğulları Musa’ya “Rabbin seni destekliyor (yusalli aleyke) mu?” diye sordular. Musa’nın Rabbi nida etti: “Evet, ben de meleklerimle birlikte tüm nebi ve resullerimi destekliyorum”. Cabir’in eşi Rasulullah’tan kendine ve eşine salat etmesini istedi. Rasulullah ona: “Allah sana ve eşine salat etsin (sallallahu aleyki ve ala zevciki” diye dua etti”(İbni Kesir). Bütün bunlar, Salat’ın bir destek emri olduğunu, Allahın ve meleklerinin bu salatı vahyi gönderip indirerek yaptıkları, müminlerin ise fiili dua/eylem ile risalet mirasını desteklemeleri gerektiğini göstermektedir. Aslında peygamber için edilen dua olan salavat da bu desteğin sözlü boyutudur."(5) “Salat’a Allah ve melekleri de katılırken, selam’ın sadece müminlere emredilmiş olması manidardır. Buradaki selam ile, 27/59’daki arasında ilişki dikkate değerdir…"(6)


Salat’a Allah ve meleklerinin katılması, Rasulullahı desteklemek olduğu için ne kadar makul ve anlamlı ise, selam’a katılmaması da o kadar makul ve anlamlıdır. Çünkü Allahın ve meleklerinin Rasulullaha teslimiyet gösterip itaat etmesi sözkonusu değildir. R.İhsan Eliaçık da Ahzab/56.ayeti “Allah ve melekleri Peygamberi destekliyor, hiç kuşku yok. Ey iman edenler! Siz de onu destekleyin ve canı gönülden barış ve esenlik dileyin"(7) şeklinde çevirirken, salat’ın anlamını da şöyle açıklar:

“Zamanla Allahın sevdiği kullarına sevgi ve merhamet yağdırmasından mülhem olarak Müslümanların İbrahim ve Muhammed gibi peygamberlere sevgilerini göndermesi, onları desteklediklerini, yollarında yürüdüklerini ifade için kullanılır olmuştur. Namaz anlamına gelen salat ile aynı köktendir. Bu manada salavat getirmek diye meşhur olan ‘Allahumme salli ala Muhammed’in ve âli Muhammed’ duası, ‘Allahım Muhammed ve arkadaşlarını sevgi ve merhametinle destekle, bizim sevgi ve desteğimizi, onların yolunda olduğumuzu da onlara ulaştır’ manasındadır"(8).

Aslında Ahzab/56.ayetin Hz.Peygamberi desteklemek ve ona tam teslimiyetle itaat etmek anlamında olduğunu onu izleyen “Allah ve Resûlünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır”(33 Ahzab/57) ayeti de göstermektedir. Çünkü 56.ayette Hz.Peygambere istenen desteği vermeyen ve itaati göstermeyenler onu incitmiş ve eziyet etmiş olurlar.

Åyetin geleneksel şekilde çevrilmesinin doğru olmadığı, ashabın “ya Resulallah, ya Nebiyyallah, ya Muhammed“ diyerek Hz.Peygamberle yüzyüze konuşurken veya hitap ederken ona “sallallahu aleyke ve selleme=Allahın salatı ve selamı senin üzerine olsun” yahut arkasından adını anarken “sallallahu aleyhi ve selleme=Allahın salatı ve selamı onun üzerine olsun”“radiyallahu anhu/anke=Allah ondan/senden razı olsun” dediklerini de görmüyoruz. Bu geleneğin, gerek Resulullahın ağzından nakledilen bir konuşma, gerekse o günkü hayatla ilgili anlatılan bir olay verilirken, “Allahın Resulü/Allahın Nebisi-ona salat ve selam olsun-şöyle dedi” veya “Ebu Bekir-Allah ondan razı olsun-şöyle dedi” dediklerine ilişkin bir uygulamanın olmamasından da anlaşılmaktadır. Âyetin ilk muhatapları olarak en başta onlar bunu yapmakla yükümlü olduklarına ve böyle bir uygulama yapmadıklarına göre ayeti anlamadıkları veya uygulamadıkları söylenemez. Ama böyle bir uygulama yapmadıkları da bilinmektedir. Nitekim ashap birbirlerinin adını anarken de bizim onlara dua ettiğimiz gibi birbirleri için şeklinde bir kullanışla sonradan raviler tarafından oluşturulduğu anlaşılmaktadır.

Onun için gerek Resulullahın adı anıldığında ona salat ve selam okuma, gerekse ashaptan birinin adı anıldığında “Allah ondan razı olsun” deme geleneğinin, ya sonradan Ahzab/56.ayetin dua şeklinde anlaşılmasıyla yahut aşağıda belirtilen zayıf yahut uydurma rivayetlerin yönlendirmesiyle raviler, ulema ve onların izinden giden müslümanların konuşma ve yazmalarında bir saygı ve sevgi ifadesi yahut dua olarak kullanmasıyla sonradan oluştuğu ve devam ederek geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim başka bir peygamber için bu şekilde salat ve selam getirmeyi öğütleyen zayıf da olsa bir şey olmadığı halde onlar ve Cebrail gibi meleklerin adı anıldığında da aynı şekilde bir saygı ve sevgi ifadesi yahut dua olarak salat ve selam okuma geleneği oluşmuştur.

“Rabbimiz! Hesap görülecek günde beni, anamı babamı ve inananları bağışla."(14 İbrahim/41), “Onlardan sonra gelenler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin" derler”(59 Haşr/10), "Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin de yalnız helakini artır"(71 Nuh/28) ve benzeri ayetlerde Kur’anı Kerim’in öğrettiği dua şekillerinden biri olarak oluşan bir dua geleneği olmakla beraber, başta Hz. Muhammed olmak üzere gerek peygamberlerden, gerek meleklerden birinin adı anıldığında “salat ve selam” okumamanın yahut ashaptan birinin adı anıldığında “Allah ondan razı olsun” dememenin dinin sahih ve sarih/kesin ve açık bir hükmünü çiğnemek anlamına gelmediği unutulmamalıdır. Şüphesiz Hz. Muhammed başta olmak üzere Peygamberlerden veya ashaptan birine saygısızlık yahut hakaret etme kastı taşıyan alçaklar konumuz dışındadır.

Hz. Peygambere salat ve selam okumaya ilişkin rivayetlere gelince; “Taberani tarafından nakledilen, “Kim yazmış olduğu kitap/yazıda bana salat ederse, ismim o kitapta kaldığı sürece melekler de ona istiğfarda bulunur”, yine Tirmizi ve İbni Hanbel’in rivayet ettiği “Cimri, adım yanında anıldığında bana salat ve selam getirmeyendir”(Tirmizi, daavat, 100, İbni Hanbel, 1/201) rivayeti ve“Allahın yer yüzünde gezen melekleri vadır, onlar ümmetimin selamlarını bana iletirler(Keşfu’l-Hafa, 1/282, be-ha-le maddesi) rivayetleriyle ilgili olarak M.Hayri Kırbaşoğlu şöyle der:

“Bunlar muhtemelen Hz.Peygambere salat ve selam göndermek gerektiğini vurgulamak isteyen bazı halk vaizlerinin veya sofu çevrelerin uydurdukları hadislerden olmalıdır. Onlarınsa, avam tabakasını peşlerinden sürüklemek için Kur’an’a, Sünnet’e, akıl ve mantığa ters düşmekten çekinmedikleri, uydurdukları pekçok hadisten açıkça anlaşılmaktadır.(9)




Kırbaşoğlu’nun “Hz.Peygambere salat (dua) etmek her müslümanın zevkle yerine getireceği bir şeydir"(10) tespitine şüphesiz her müslüman gönülden katılır. Çünkü Hz.Muhammed’e imanı, itaati, bağlılığı, saygısı ve sevgisi olmayan, Allahın ona rahmet etmesini ve üstün dereceler vermesini istemeyen bir kişinin müslüman olamayacağı bir gerçektir. Bununla beraber, sözkonusu rivayetlerden direkt Hz.Muhammede müslümanın saygısı ve sevgisi ile ilgili olduğu için geçmişte her müslümanın dilinde dolaşması ve bütün hadisçilerin duyup nakletmesi gereken “Cimri, yanında adım anıldığında bana salat ve selam getirmeyendir” rivayeti başta olmak üzere bu rivayetleri Buhari, Müslim, Ebu Davud, Muvatta, gibi kalbur üstü kitapların müelliflerinin duymamış ve görmemiş olması düşünülemez. Çünkü işin gerçeği geleneksel anlayışta anlatıldığı gibi olsaydı kendileri de aynı şeyi yapmak zorunda olduklarından sözkonusu rivayetleri onlar da duyardı. Buna rağmen her dört kitapta da bu rivayetler bulunmamaktadır. Nitekim Buhari bunu Sahih’ine değil, âdab kabilinden konuları işleyen ve sahih ile zayıfın karışımı rivayetleri içeren el-Edebu’l-Müfred kitabına almayı tercih etmiştir. Onun için bu ve konu ile ilgili diğer rivayetlerin sahih olmadığına ilişkin Kırbaşoğlu’nun tespitine katılmamak mümkün değildir.

Rasulullah’ın isminden önce kullanılan “Hazret” veya kısaltılmış olarak “Hz.” ifadesine, Türkçe’de saygı ifadesi olarak kullanılan “sayın, muhterem, beyefendi, değerli” vb. anlamlar dışında bir anlam yüklemek doğru değildir. Çünkü Rasulullah, hadiste görüldüğü gibi, kendisine “Allah’ın kulu ve Resulü” dışında bir nitelemenin yapılmasını tasvip etmemiştir. Onun için Şamanizm’den geldiği bilinen ve halk arasında kullanılan ‘kutsal ocak’ anlamında Resulullah hakkında bunu kullanmak doğru olmadığı gibi, başkaları için de aynı amaçla kullanmak doğru değildir.





--------------





1- Bkz. Muhammed Ali Sabuni, Ravaiu’l-Beyan Tefsiru Åyâti’l-Ahkâm, 2/366-367, Mektebetu’l-Gazali, Dımışk, 1977; Zemahşeri, Keşşaf, 3/558, Ahzab/56. ayetin tefsiri; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 6/334, Ahzab/56. ayetin tefsiri.
2- Buhari, enbiya, 10/4, 5, daavat,31,32, Müslim, salat, 65,66, 69, Ebu davud, salat, 179/2, Nesai, Sehv,49, 50-54, İbni Mace, ikamet,25, Darımi, salat, 85, Muvatta, sefer, 66,67, İbni Hanbel, çok yerde
3- -Bkz. Zemahşeri, Keşşaf, 3/558
4- -Kur’an-ı Kerim Ve Açıklamalı Meali, 425, Ankara 2005
5- Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an Gerekçeli Meal-Tefsir, Ahzab/56. ayetle ilgili 2.not. Yine bakınız: 5/12, 20/14, 87/15 ayetleriyle ilgili notlar. Benzer bir açıklama için yine bakınız: Hakkı Yılmaz, İşte Kur’an, Nüzul Sırasına Göre Tefsir, 1/235-238, İzmir, 2005; ve Yaşayan Kur’an Meal/Tefsir, 2/388, İnşa Yayınları, İstanbul, 2007.
6- Mustafa İslamoğlu, Age. Ahzab/56.ayetle ilgili 3.not.
7- R.İhsan Eliaçık daYaşayan Kur’an/Meal, 33/56, İnşa Yayınları, İstanbul,
8- R. İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’an Türkçe Meal/Tefsir, 2/388, İnşa Yayınları, İstanbul, 2007
9- M.Hayri Kırbaşooğlu, Alternatif Hadis Metodolojisi,267, Kitabiyat, Ankara, 2002. Bunlar ve benzeri rivayetlerin Tirmizi, İbni Hanbel, İbni Hibban, Hakim, Tabarani, Nesai, Beyhaki, Ebu Ya’la ve Buhari’nin el-Edebu’l-Müfred kitaplarında da bulunduğu belirtilir. Bakınız. Zemahşeri, Keşşaf, 3/558, Ahzab/56.ayetin tefsiri.
10- M.Hayri Kırbaşoğlu, Age.267
Alıntı ile Cevapla