Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12 Mart 2010, 23:25   Mesaj No:17

FATİH KARAN

Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:FATİH KARAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 6929
Üyelik T.: 08 Şubat 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:96
Mesaj: 19
Konular: 6
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart RE: 61.Haftanın Misafiri ''FATİH KARAN''

Hakikat kardeşimin gözden kaçan sorularına gecikmişte olsa cevap vermeye çalışalım;

Zât-ı ilâhi: “Cenâb-ı Hakk’ın, bütün sıfatları, fiilleri, isimleri sonsuz kemalde bulunan ve her türlü noksanlıktan münezzeh bulunan Zâtı”

“İzzet sahibi Rabbin onların isnad etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir.” (Saffat, 180)

Bazı kimseler Cenâb-ı Hakk’ın kudsî zâtı hakkında bir takım sorular ortaya atıyor, asılsız ve temelsiz tahminler yürütüyorlar. Bunu yapanlar, daha çok, itikadı zayıf, fikri sönük, kul olduğundan gafil ve ameli noksan kimseler. Bunlar sorumluluktan korkuyor, âhiretten ürküyor, ibadetten kaçıyorlar. Kendi vehimleriyle öyle bir ilâh arıyorlar ki, O’nun mülkünde diledikleri gibi hareket edebilsinler. Ölümle hiçliğe gömülüp bir daha dirilmesin, hesaba çekilmesinler. O bâtıl mabudun, emir ve yasakları olmasın. Her işlerinde kendi başlarına buyruk olsunlar. Nefisleri nereyi isterse oraya koşabilsin, nereden hoşlanmazsa oradan kaçabilsinler.

Onlara Asr-ı Saadet öncesini hatırlatıp deseniz ki, “o günün insanları kendi yaptıkları putlara taparlarmış”, “böyle saçmalık mı olur” derler. Gel gör ki, kendi yaptıkları onlarınkinden pek farklı değil. Onların elleriyle yaptıklarını, bunlar hayalleriyle yahut vehimleriyle yapmaya çabalıyorlar. Bir de, onların gayesi tapınmak imiş, bunların ki ise ibadetten kaçmak.

Biz bu adamları kendi kuruntularıyla başbaşa bırakıp, insan aklının bu vadideki güçsüzlüğünü şöyle bir düşünelim:

Ne göz her varlığı görür, ne kulak her sesi işitir, ne de akıl her şeyi anlar. Her şey Allah’ın mülkü ve mahlûku. Akıl ise o herşeyden sadece bir şey. Ve her mahlûk gibi, o da mahdut, sınırlı. Henüz bir hücreyi bile tam olarak izah edememiş, genin şifrelerini çözememiş. Öte yandan galaksilere sınır biçememiş, semanın azametini rakamlara dökememiş. Kısacası, insan aklı henüz mahlûkat dairesini bütünüyle anlamış değil. Bu hâliyle kalkıyor, hâlikıyeti anlamaya, bu mukaddes sahada tahminler yürütmeye zorlanıyor. Kaldı ki, akıl henüz kendi mahiyetinin cahili. Nasıl bir mahlûk olduğunu hakkıyla anlamaktan âciz.

Lâfza-i Celâl, Allah...

Semayı direksiz durduran Kayyum. Küreleri muntazam döndüren Hâkim. Bütün hayatları bahşeden Muhyi. Bütün kuvvetleri lütfeden Kâdir. Sonsuzluk, zâtına has olan Bâki. Evveli olmaktan münezzeh Kadîm. Tüm sesleri birden işiten Semi’. Gizli-âşikârı bir gören Basîr. Varlığı herşeyden âşikâr Zâhir. Ne his, ne akılla bilinmez Bâtın. Allah...
Varlık O’nun varlığını gösterir. Birlik O’nun vahdetini bildirir.

Şuunat:

Şuunat, "Şe’n"in çoğuludur. Şe’n: “Şan. Tavır. Hâl. Kabiliyet. Emir. Kasıt”

Allah’ın zâtı mukaddes olduğu gibi, şuunatı da mukaddes. Yâni, beşer aklı bu hususta ne düşünse, ne tahmin etse, ne hayaller kursa Allah’ın zâtı ve şuunatı bunların hiçbirine benzemez; hepsine benzemekten münezzehtir.

Şuunat, şe’n’in çoğulu. Şe’n için türkçemizde tam bir karşılık bulamıyoruz. En yakın mânâ olarak “hal, kabiliyet” deniliyor.

Sıfat: “Vasıf. Hâl. Keyfiyet. Nişan. Alâmet” “Zâtın bazı ahvâline delâlet eden bir isim.”

Cenâb-ı Hakk’ın zâtı bilinmez; ama zâtının varlığına mahlûkat adedince şahitler mevcut. O’nun mukaddes sıfatları da kemaliyle idrak edilemez; ancak o sıfatların varlıkları ve sonsuz oldukları bilinebilir.

İlâhî sıfatlar, “sübutî” ve “selbî” olmak üzere iki gruba ayrılıyor.

Sübutî sıfatlar, “hayat, ilim, irade, kudret, sem (işitme), basar (görme), kelâm ve tekvin.” Bu sıfatların hepsi ezelî, hepsi ebedî, hepsi sonsuz ve yine hepsi mutlak.

Ef’âl (Fiil) :

İlâhî isimlerden bir kısmı, fiilî isimlerdir. Yani, bu isimler bir fiile dayanırlar. Bazıları ise fiilî değildirler. Meselâ, Vahid ismi Allah’ın birliğini ifade eden bir isimdir ve herhangi bir ilâhî fiile dayanmaz. Kadîm ismi de öyle, o da Allah’ın evveli olmadığını ifade eder ve hiçbir fiile dayanmaz. Fakat, meselâ, Müzeyyin ismi tezyin (süsleme) fiilinden gelmektedir. Keza Musavvir ismi de tasvir (suret verme, şekillendirme) fiiline dayanır.

Cenâb-ı Hakk’ın fiilleri sonsuzdur. Bu fiillerden bazıları şunlardır: halk (yaratma), tanzim (nizama, düzene koyma), tekmil (kemâle erdirme), tenvîr (nurlandırma), terzîk (rızıklandırma), imâte (ölümü verme), ihya (hayat verme), in’am (nimetlendirme)...

Bu umumî fiillerin, tabiri caizse, bir de alt şubeleri vardır. Bunlara bakıldığında, ilâhî fiillerin sonsuzluğu daha iyi anlaşılır. Meselâ, terbiye bir tek fiildir, ama sayısız denilecek kadar çok şubeleri vardır. Bütün âlemlerin terbiyesinden, semanın terbiyesine, arzın terbiyesine, insanın terbiyesine, gözün, kulağın, ağzın, midenin terbiyelerine, alyuvarların, akyuvarların, bakterilerin, mikropların terbiyelerine kadar nice farklı terbiye tarzları vardır.

Esmâ (İsim):Ad, Ünvan, tanıtma vesilesi veya isim anlamlarına gelen Esma kelimesi en sık olarak Allah (c.c.)' ın sıfat ve isimlerini zikredildiği Esma-ı Hüsna' da aktarılır.

Allah’ın bütün güzel isimleri, ilâhî sıfatlardan birine dayanır. Meselâ, Alîm ismi sıfat-ı sübutiyeden ‘İlim’ sıfatına, ‘Kadîr’ ismi ‘Kudret’ sıfatına, ‘Mütekellim’ ismi ‘Kelam’ sıfatına dayanır.