Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.PEYGAMBERLER-ASHAB-I KİRAM-ALİMLER.::. > Peygamberler-Ashab-ı Kiram-Alimler > Alimler(Rh)

Konu Kimliği: Konu Sahibi FERHAT37,Açılış Tarihi:  25 Kasım 2007 (13:35), Konuya Son Cevap : 05 Eylül 2008 (03:53). Konuya 3 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 25 Kasım 2007, 13:35   Mesaj No:1
Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:FERHAT37 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 589
Üyelik T.: 22 Kasım 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 28
Konular: 7
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Mahmut Sami Ramazanoğlu (k.s)

Mahmut Sami Ramazanoğlu (k.s)


Sami Efendi'nin öne çıkan özelliği İslam hukuku ile Batı hukukunu çok iyi bilmesiydi. İstanbul Hukuk Fakültesini Birincilikle bitirmiştir. Arapça, Farsça ve Fransızca’yı çok iyi derecede bilirdi. O, babasından ve ailesinden kendisine intikal eden büyük serveti almamış ve "Hiçbir kimse kendi kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir" hadis-i şerifi gereğince kendi el emeğiyle geçinmeyi tercih etmiştir.



''Bir insanın muttaki olduğu yaptığı nafile ibadetlerde değil, muamelatının temiz, kazancının helal olup olmadığından anlaşılır."
Ramazanoğlu Mahmud Sami (Kuddise Sirruh) (1892-1984)


SEVENLERİNİN DİLİNDEN MAHMUT SAMİ EFENDİ

Gönenli mehmet efendi’nin Sami Efendinin bağlılarından Lütfi Eraslan’a söylediği sözler bu özel konumu aydınlatıcı mahiyette:

"Öyle bir zata sahipsiniz ki bütün kafirler bir araya gelse, gökyüzünden onu yere atsalar, yine ayakları üstüne düşer. Hiçbir kafir ona bir şey yapamaz. Zira Cenab-ı Hak tarafından teyid edilen bir vazifesi vardır… Sami Efendi bu ümmetin en büyüğü idi başka ne söylense boştur."


Esad Erbilli Hazretleri

"Yeryüzünde melek görmek isteyen Sami evladımızın yüzüne baksın. Sami evladımın edebine melekler gıpta ederler. Mahviyeti benden fazladır.''

Bediüzzaman Hazretleri de gençliğinde Esad Erbilli Hazretlerinden Kadiri dersi alırdı. Bir defasında Bediüzzaman gittikten sonra, Esad efendi “Bu genç, gençlere hizmetle görevli. İstikbalde gençlere iman davasında çok büyük hizmetler yapacak. Ama hala kendisi bunu bilmiyor, kendisine söylenmedi” dedi.

Abdülvehhab es-Selâhi (Şam’da Halbuni camii imam-hatibi, Nakşibendi meşayihinden)

“Şam ehlüllah diyarıdır. Ben bu mübarek zatı daima derin bir hayranlıkla temaşa ederim. Sebebi ise bütün güzel sıfatları üzerinde toplayan bu zât kadar Ebu Bekir es Sıddık meşrebinde bir insan görmedim.”


Muharrem Harrânî

Şam’da 1965 senesinde hacca giden bir topluluğa şunları söylüyordu: “Siz Mahmut Sami Efendi’yi bilirsiniz. Ben arzı tanırım. Şarka, garba, kuzeye ve güneye bakıyorum. Bu üstaz gibi Muhammediyyü’l meşreb bir veli kimseyi göremiyorum. Bu zat asırlar içinde ender görülen bir yüce zâttır. Kadir ve kıymetini biliniz.”

Seyyid Şefik Arvasi (Sultanahmed camii İmam hatiplerinden,Bediüzzaman’ın talebesi):

“Ben yüzlerce meşayih gördüm. Fakat bu zata karşı sevgim başka.”


Konya’daki bir konferansı sonrası Necip Fazıl:

“Sami Efendiyi tanırım.İki kere elini öpme şerefine erdim. Sami Efendi gökten inen taze yağmur gibidir,idrofilli pamuk gibidir, yaralara konur, tedavi edilir.”

Altınoluk dergisi yazarlarından Taha Kılınç, iki Allah dostunun münasebetine bir örnekle farklı bir açı getirdi: "Rahmetli Bediüzzaman Hazretleri Sami Efendi ile pirdeş idi.

Merhum, doğudan gelen hemşerilerinin tasavvuf yoluna intisap etme arzularını izhar ettiklerinde, onlara adres olarak sadece Sami Efendi Hazretleri'ni gösterir ve eklerdi: 'İrşadla görevli kişi Sami Efendi'dir ona gidiniz, biz sadece iman hakikatlerini yazmak ve yaymakla memuruz'."

Allâh rahmet eylesin. Şefaatinden bizleri de hissedâr eylesin.
Ruhuna bir Fatiha-i şerife, üç ihlas-ı şerif okuyalım...


Doksan dört yıllık ömrü boyunca bir kere ayağını uzatmamış, bağdaş kurup oturmamış olan O gül yüzlü melek, sırtını bir yere dayayarak bir lokma yemek yemediği gibi, vefatından sonra bacaklarını uzatmamış, cenazesi bu halde yıkanmış, kefenlenmiştir. Namazı Ravza'da kılınıp Cennetü'l-Baki'ye gelinceye kadar yine ayaklarını uzatmayan bu mübarek zat, kabre yerleştirenlerin şehadetiyle, ancak kabre konulurken ayaklarını uzatmışlardır.


Günlük Hayatı:

Kuran’a çok düşkün, anlayarak okunmasını tenbih ediyor, telkin ediyor. Değerlerine düşkün.. Çok iyi lisan bilmesine rağmen Latince ilaçlara bile "kırmızı hap, pembe şurup" diye kendi lisanınca anıyor.

Kendisi sünnet üzere günde iki öğünden fazla yemezdi.Yediği zaman da yarım dilim ekmek ve birkaç lokma katıkla kifaf-ı nefs ederlerdi.

İnsana çok düşkün, kimse kapısından ağırlığınca ağırlanmadan gitmiyor.Torunu yaşındakilere bile hitap ederken isimlerinin sonuna “efendi” “bey” sıfatlarını ekleyerek konuşurdu.

Pek az yerler, pek az uyurlar, az konuşurlardı. Konuştukları zaman ya hikmet söylerler veya nasihat ederlerdi. Değilse sukûtu ihtiyar ederlerdi. Zaruret halinde pek kısa kelimelerle muhatabın seviyesine göre konuşurlardı, mühim olanları üç kez tekrar ederlerdi. Daima kıbleye karşı iki dizi üzerine otururlardı.

Geceleri muhakkak ihya ederlerdi. Evinde misafir kalanlar ve kendileriyle bir yolculuğa çıkanlar, gecenin hangi saatinde kalksalar onu ayakta bulurlardı. Seher vakitlerinde ibadete çok ehemmiyet verir, “Bir insan seher vakti kalkmazsa, seher vakti dışında bütün gün seccadeden başını kaldırmasa, yine o vaktin ecrine ulaşamaz” buyururlardı. Yine “Seher vakti öyle kıymetli bir vakittir ki, bir kıvılcım gelir, letaifleri parlatıverir” demişlerdi.

Edebi:

SAMİ EFENDİ’nin en önde vasfı ihlâsı ve mahviyetkârlığı. Dergâhta ihvanın hizmetini görürken hizmetine içinlik izi taşıyacak hiçbir fiil karıştırmıyor.

Cide müftüsü Hacı Hüseyin Efendinin hastalığının şiddeti her geçen gün artar. Ve nihayet Müftü Efendi yatağından kalkamaz olur; Müftü Efendi'ye ben baksam ve âilesine telgraf çekilmese, der. Es'ad Efendi de bu teklifi memnûniyetle kabûl eder. Sami Efendi bundan sonra tam on sekiz ay Müftü Efendi'ye en güzel şekilde hizmet ederler. Görenler onun bu hizmetine imrenirler.
Müftü Efendi de yaşlı gözlerle: , "Allâhım! Bana ne ihsanda bulunmuşsan Sami Efendi’ye bağışlıyorum." yakarışında bulunur ve Es’ad Efendi’ye, "Sami Efendi evladımız bize hizmetle inşallah Hakkın rızasına erdi." diye müjde veriyor.

“Edeb bir tâc imiş nur-i hüdadan,

Giy ol tâcı emin ol her beladan.”
beytini okuyarak kendi yaşadığı edebi anlatırdı.

Tevazuu, tarife sığmazdı. Herkesi kendinden üstün görürdü. Herkesin horladığı, küçük ve hakir gördüğü miskinlerin ziyaretine gider, kendilerinden dua talebinde bulunurdu.

Musa Topbaş beyefendi, şöyle anlatıyor:

“Vermek, vermek, gaye vermek. Kendilerine hediye edilen en kıymetli halı, seccade, tesbih, kalem, kumaş ve emsali en nadide paha biçilmez eşyayı günü gününe ehlini bulup vermek, en büyük zevklerinden birini teşkil ederdi. Hülasa güneşler gibi, ummanlar gibi sehavet merkezi idi.

Bir kişi kendilerine müracaat etsin de eli boş dönsün imkansızdı.”

Nefislerin Tehlikesinden Korunabilmek için şu tavsiyelerde bulunurdu: Sohbetlerinde nefs düşmanının insana kurduğu tuzaklardan bahseder,

1 Açlık ve az yemek yiyerek oruca devam etmek.

2 Az uyuyarak, teheccüde devam etmek.

3 Huşu ibadete, manasını düşünerek Kur’an okumaya devan etmek.

4 Zikri daim içinde bulunmak.

5 Salih ve sadıklarla beraber olmak.

Sami Efendi Hazretleri, her nefesinin son nefesi olabileceği düşüncesiyle daima abdestli bulunmaya ve abdest üstüne abdest almaya büyük itina gösterirdi. Nitekim muhasebesini tuttuğu bir zatın tesbitine göre Efendi defterleri abdestli yazardı. Yazma işi bitince defterleri kaldırır, abdest alır, biraz Kur'ân okurdu. Az sonra ezan okununca bu sefer namaz için tekrar abdest alırlardı.

Mahmûd Sâmi Efendi hiç kimseye; "Bizden ders al, bizim sohbetimize katıl, sakal bırak, sarık sar, cübbe ve şalvar giy." gibi emirler vermezdi. Dikkat çekecek, fitne uyandıracak hareketlerden kaçınırdı. "Bizim kapımız, hak kapısıdır. Nasîbi olan gelir. Hiç kimseyi zorlamayınız." derdi.

İnsanların kusurlarını yüzüne vurmaz, hatalarından dolayı onları azarlamaz ve hele nefsi için hiç kızmazdı. Kimseye kırılmaz, kimseden karşılık beklemezdi.Onlara örnek olmak suretiyle irşad etmeyi tercih ederlerdi.

Yakınlarından Ali Hüsrevoğlu diyor ki: “Sohbetleri kısa tutar ve sohbet edenleri de zaman zaman şu şekilde ikaz ederdi: “Bir insanın bir defada dinleme takati kırk beş dakika olarak tespit edilmiştir. Sözün bundan fazlasının faydası yoktur”

“İncinmemek incitmemekten daha zordur. Çünkü incitmemek eldedir. Ama incinmemek elde değildir.”derlerdi.

Hiç kimseye; "Şunu niye yaptınız veya şunu niye yapmadınız." demez, yeme, içme ve giyinme husûsunda; "Şunu alın yiyelim, bunu alın içelim, şöyle olsun veya böyle olmasın." demezdi.

Kendisi ile bir konuda istişare edenlere:
- Büyükler şöyle yaparlarmış, veya biz sizin yerinizde olsak şöyle yaparız diyerekten emir vermekten kaçınırlardı.
Hayatı belli bir düzen, nizam ve intizam içerisinde idi. Nitekim Erenköy'deki evlerinden Tahtakale'deki iş yerine gidişlerinde vapur ve trene aynı saate biner, gişe memurlarını meşgul etmemek, yolcuları bekletmemek için bilet ve jeton paralarını devamlı surette bozuk olarak verirlerdi.

Rüya ve kerametlere ehemmiyet vermezler ve “En büyük keramet Cenab-ı Hakkı görürcesine ubudiyet vazifemizi kemaliyle ifa edebilmektir” derlerdi.

Bizim çocukluğumuzda Adana’da biz bir bukalemun yakaladık, getirdik, kaçmasın diye onu bir fesin altına kapattık. Fes kırmızı idi. Açtığımız zaman baktık ki, bukalemun da kıpkırmızı olmuş. Bir müddet sonra eski rengine dönmüş. Sonra siyah bir kadın çarşafı ile örttük. Açtığımız zaman da simsiyah bir renge girmişti. Sonra da eski rengine dönmüştü. Bukalemun hangi rengin yanında olursa o renge girdi.

İşte kalp de böyledir.Yanındakilerden renk alma kabiliyeti vardır. Huzurlunun yanında huzur alır, gafilin yanında gaflet alır.

SEVENLERİNİN DİLİNDEN MAHMUT SAMİ EFENDİ:

Ali Yakup Cenkçiler Hoca efendi:

“Takva babında bütün evsafıyla selef-i salihinin zahid ve abidlerini andıran bu zatın kemalat-ı maneviyesi hakkında söz söylemek bizim gibi naçiz bir abd-i acizin kârı değildir.


Mahir İz (v.1974)

“O Hazret-i Sami’dir. Biz devr-i padişahiden beri neler gördük, fakat böylesine tesadüf etmedik.

Ali Yekta Efendi (Esad Erbili'nin halifelerinden):

"Evliyâullah'ın tasarrufları ya kavlen ya da hal ile olur. Sâmi Efendi'nin tarassufu hal iledir. Kelâmi dergâhının en feyizli günlerinde oraya devam eden pek çok ulemâ ve fuzalâ vardı. Fakat Sâmi Efendi o zaman pek genç olmasına rağmen bugünkü gibi kâmil ve hâl sâhibi idi."

Ali Yektâ Efendi, müftülüğünün yanısıra Kelâmî dergâhında seyr u sülûkunu Es'ad Efendi'den tamamlayarak hilâfet icâzetnâmesi almış bir zattır. O, bu icâzetnâmesini ömrü boyunca saklamış ve bir gün tesâdüfen o icâzetnâmeye muttali olan yakınlarına "Onu sakın kimseye söylemeyin. O vazifenin ehli ve salâhiyetlisi Sâmi Efendi'dir." Demişti.

Süleyman Hilmi Tunahan:

Süleyman Efendi kendisini ziyarete gelen Sami efendi’yi gülümseyerek karşılar ve “Şeyh baba hoş geldin. Ben senin ziyaretine gelemedim ama”dermiş.

Mahmud Ustaosmanoğlu Efendinin Şeyhi Ahiskalı Ali Haydar Efendi:

Sami Efendinin kendisini mükerrer ziyaretlerinin birinde oradakilere şöyle demişler: “Bu zatın bizi sekizinci ziyaretidir. Biz henüz bir defa bile gidemedik. İşte Allah için ziyaret budur, kemalat da budur"

Abdülvahid Mutkan Bey anlattı:

“Sami Efendi Hazretleri benim tespit ettiğime göre Üstad Bediüzzaman Said Nursi'yi birkaç kez ziyaret etmiş. Birisinde Draman’da, birisinde zannedersem Akşehir palas otelinde...

Orada Üstadımız daha önceden ağabeylere tembihte bulunuyor ki: “Hocaefendi geldiğinde elini öpün” diye”

Lütfi Eraslan anlatıyor;

“Yunak müftüsü Süleyman efendi bir gün M. Sami Üstadımıza sormuş: “Efendim, Said Nursi hazretleri o karanlık günlerde nasıl korkusuzca cihada devam etti?

Mahmud Sami Üstadımız cevaben buyurmuşlar ki: “Bir insanın Allah korkusu her tarafını ihata ederse,sair korkular onun bedenine girmeye yer bulamaz.”

Sâdık Dânâ hazretleri:

“Muhterem üstaz hazretlerinin hiçbir fert ile çekiştiklerini; münakaşa ettiklerini, gıybetini yaptıklarını gören, işiten yoktu. O büyük Allah vesilesinin her an kader bahsine hakkıyla vukufları olduğu için hiçbir kimse hakkında su-i zanda bulunmazlardı.

Sevenlerini katiyyen ümitsizliğe düşürmezdi. Huzur-ı âlîlerine gelenler (her ne kadar ihmalci ve hatalı halleri var ise de) büyük bir huzur ve ümit içinde yanlarından ayrılırlardı. Sükût ve edeb ehlini çok severler, yanlarından yer ayırır, iltifatta bulunurlardı. Hülasa o, asırların yetiştirdiği ististani bir şahsiyetti.”

Mehabetinden yüzüne bakmak, hele göz göze gelmek kâbil olmazdı. Etrafa ziyâlar saçan gözlerinin isabet ettiği vücûd, tir tir titrerdi. Hatta O' nun nazarlarından müteessir olup cezbeyle düşüp bayılanlar bile olurdu.

Sohbetlerinde sıkça az yemenin faziletinden çok yemenin zararlarından bahseder bunu âyet, hadis ve hikmetli sözlerle anlatırdı.İhvanla birlikte yenildiğinde "ihvanla yenilende bereket vardır ve bundan suâl olunmayacaktır" buyurarak fazlaca yenilmesine müsâade, hatta teşvik ederlerdi.

En ciddi insanların, en otoriter simaların bile bir zaaf ve hafiflikleri bulunabilir. Fakat onun hayatında böyle bir zaaf ve hafiflik hiçbir zaman görülmemiştir. İstikamet ve edebi her yerde ve her an muhafaza edebilmek keskin kılıcın üzerinde yürümeye benzer. Bu ancak kemâl ehli, tevfik-ı ilâhiye mazhar kimselerin kârıdır.

Allah Rasûlü (s.a.) Efendimiz'in "Emrolunduğun gibi istikamet üzre ol!" (Hûd, 112) ayeti beni ihtiyarlattı" buyurması, bu işin güçlüğüne en güzel delildir.

Şöhretten ve aşırı hürmetten çok rahatsız olurlardı. Nitekim İstanbul Tahtakale'de çalıştığı yıllarda önceleri öğle ve ikindi namazlarında Rüstempaşa ve Marpuççular camilerine cemaata devam ederlerdi. Camide kendisini tanıyanların aşırı tâzim ve hürmeti onu rahatsız etmiş, bilâhare bu namazları yazıhanede kılmaya başlamışlardır. Yalnız, ihvâna;

- Siz cemaata devam edin, o şeref ve faziletten mahrum kalmayın, buyurmuşlardır.

Kanser olan Gürses'e ilginç müjde

Merhum Reisülkurra Abdurrahman Gürses, Sami Efendi'nin hayatında müstesna bir yere sahipti. 1970'li yıllarda prostat kanseriyle doktorlar hayatından ümit keser gibi olduğunda, hastanede ziyaret eden Sami Efendi, manevî bir işaretle yeniden sağlığına kavuşup uzun yıllar Kur'an–ı Kerim'e hizmet edeceği müjdesini verdi.

Sami Efendi hafızdı ve Kur'an–ı Kerim'e aşk derecesinde bağlıydı. Hamele–i Kur'an'a çok saygılıydı. Kur'an–ı Kerim dinlemeyi severdi. Huzurlarında bir hafızın Kur'an okuması gerektiğinde onu yanına çağırır, mutlaka yüksek bir yere oturturdu. Kur'an'ı en iyi anlama yolunun onu yaşamaktan geçtiğini sık sık ifade ederdi.

Sami Efendi, İslam hukukuna ve fıkhî malumata vâkıf olmasına rağmen fetva istemek üzere kendisine gelenleri İstanbul müftüsüne havale ederdi. Meseleyi ehline havale etmenin ve akademik ihtisasa hürmetin önemini bu hareketiyle gösteriyordu. Madde ve mânâ dengesine dikkat eder ve zahirin desteklemediği batına önem atfetmezdi.

Nakşibendiyye’de “Silsile-i Âliye”nin otuz üçüncüsüdür. Sahibü’z-Zaman’dır. Muttakiler imamı, veliler başbuğu, arifler sultanı, bâb-ı Ebâ Bekirü’s-Sıddîk (r.a.)’ın son dönem postnişinlerindendir. Zü’l-cenaheyndir. Haya, edeb, takva, vera’, hikmet, irfan, nezaket timsâlidir.

Cenâb-ı Hak Teala’nın ümmet-i Muhammed’e asrımızda bahşettiği Hak dostu, Hak rahmeti ve Hak nurudur. Gününün yirmi dört saatini Rasûlullah Hazretlerinin (s.a.v.) “Sünnet-i Seniyye”lerine ve “Her biri birer hidayet yıldızı” olan Ashâb-ı Kiram (r.anhüm) hazeratına uyduran ahlak-ı hamide sahibi bir veli-yi âli-i kadir’dir. Yetmiş yılı aşan irşad dönemlerinde ümmet-i Muhammed’den binlerce kimse kendilerinden, sohbet ve telifatlarından feyz almışlardır.

Sade, mütevazı ve muntazam bir hayatları vardı. Ahlakları, dillerinden düşürmedikleri Sahabe (r. anhüm)’nin ahlakına benzerdi. Emanete riayet ederler ve verdikleri söze titizlikle sadakat gösterirlerdi.

Bu uzun ve mübarek ömrü Hakk Teala’nın emrinde ve taatinde geçirmişlerdi. Allah u Teala’nın zikriyle, fikriyle ve şükrüyle dopdoluydular. Öyle ki en çetin ızdırapları çektikleri günlerde bile zikir, fikir ve şükürden bir lahza ayrılmamışlardır.

Evet medine sevdalısı kardeşlerim,Mahmut Sami Ramazanoğlu Efendi Şu anda medine'de Cennet-ül Baki mezarlığında ebedi istirahatindedir.Ölümü orada karşılamayı istemiştir ve Allah'da o'na nasip etmiştir.Rahmetle anıyor ve şefaatini ümit ediyoruz.Allah sırrına mazhar etsin.Amiiiinn...
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi FERHAT37 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Sen ve onlar... Şiirler ve Şairler maşuk 2 1820 02 Aralık 2007 17:16
Mevlanadan Yaşlılık Üzerine... Makale ve Köşe Yazıları FERHAT37 0 2290 02 Aralık 2007 17:12
İlahi ver bana.. Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler Kara Kartal 2 2098 02 Aralık 2007 17:09
Bir Sevdadır Hac Yüreklerde... Hacc-Umre-Kurban nurşen35 3 2099 27 Kasım 2007 15:07
Aşk Allah için sevmektir... Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler Kara Kartal 3 1761 26 Kasım 2007 11:23

Alt 25 Kasım 2007, 13:48   Mesaj No:2
Medineweb Paylaşımcı Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:maşuk isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 523
Üyelik T.: 04 Kasım 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:34
Mesaj: 394
Konular: 1
Beğenildi:2
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Mahmut Sami Ramazanoğlu (k.s)

Bizleri de O mübareklerin ve mücahidlerin halleri ile hallendire. 'ın nuru şüphesiz ki tamam olacaktır. Bizleri de O nurda bir nur tanesi eyliye

Amin...
Alıntı ile Cevapla
Alt 22Haziran 2008, 19:15   Mesaj No:3
Medineweb Sadık Üyesi
medinelii - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:medinelii isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1808
Üyelik T.: 11 Mayıs 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:42
Mesaj: 657
Konular: 89
Beğenildi:4
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Mahmut Sami Ramazanoğlu (k.s)

sevgili üstadım, bu paylasım için çok tesekkur ediyorum. kendısı gercekten rasul askıyla yanan ve yandıran zatı muhteremdır...

allah razı olsun
Alıntı ile Cevapla
Alt 05 Eylül 2008, 03:53   Mesaj No:4
Medineweb Kıdemli Üyesi
Muhteşem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Muhteşem isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2004
Üyelik T.: 25 Mayıs 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:ürgüp..
Yaş:41
Mesaj: 303
Konular: 99
Beğenildi:8
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart mahmut sami ramazanoğlu nun son günleri


[COLOR=#000000]
1976 yılının son baharı idi. Muhterem Üstaz Hazretlerinin Erenköyündeki devlethanelerine giderek hem ziyaret etmek hem de, zamanın gönlümüzde yer ettiği keder ve sıkıntıları onun sohbetleri sayesinde izale ederek huzura kavuşmak arzusunu duymuştum.
Güler bir yüz ile huzurlarına kabul buyurmuşlardı. Hiç ziyaretçi yoktu. Münferid olarak bazı nasihatlarını müteakip, kapalı olan odanın kapısına bakarak kapıya bakmak mahrem işareti idi. -"Medine-i Münevvere'ye hicret göründü, bir daha dönmemek şartıyla. Yalnız aramızda kalsın, kimse duymasın." buyurdular.
Aradan altı ay kadar bir vakit geçmişti. Aynı arzularını merhume muhtereme validemiz Rabia Hanımefendiye ve hane halkına tekrarlamışlardı. Hicret için bir tarafdan ehl-i beyt fertlerini ikna etmişlerdir. Bir taraftan da tahakkuku için Allahu zül Celal ve'1-Kemal Hazretlerine dua ve niyazda bulunmuşlar ve çıkış muamelelerinin takibi için de lüzumlu yerlere müracaatda bulunmuşlardı.
Bu hicret haberini duyan, İstanbul ve Anadolu'daki kendisini sevenler, gönül ehli, için için üzülüyorlar, yanıp yakılıyorlardı. Ama elden ne gelir, ne yapsınlar, karar kafi idi. Kader çerçevesi böyle çizilmişti.
Ayrılık muhabbet ehli için dayanılmaz, tahammül edilmez bir haldir. Haklı idiler. Asırların yetiştirdiği bu gönül sultanından ayrı, uzak kaldıkları müddetle o nurlu, o güzel melahatli yüzünü temaşa edemeyecek ve dertlere derman olan o lahutî, ulvî, manevî sohbetlerinde bulunamayacaklardı.
Ne var ki Allah dostlarının sık sık tekrarladıkları (Yemen'deki yanımda, yanımdaki Yemen'de) sözü ile müteselli oluyorlardı.
Bir ehlullahın, Hak dostunun bulunduğu, nazar ettiği belde Cenab-ı Hakk'ın izniyle akla hayale gelmeyen bereketlere gark olur. Her türlü fitnelerden, felaketlerden, arızî ve semavî kaza ve belalardan korunur. Daha neler... neler...
Allah-ü Teala ve tekaddes Hazretlerinin nusreti ile, arzuları, dilekleri semere vermiş, ilk işaret buyurdukları andan itibaren bir buçuk sene sonra Medine-i Münevvere'ye, Belde-i Tayyibe'ye, bütün aile efradı ile vasıl olmuşlar ve Şehrin Harre-i Şarkıyye semtinde, salih bir zatın yaptırmış olduğu yeni devlethanelerine yerleşmişlerdi. Elhamdülillah, Üstaz Hazretleri kuddise sirruhun arzuları tahakkuk etmiş olduğu cihetle çok mes'ud ve mesrurdular.
On, on beş gün kadar bir istirahatten sonra, az sayıda olmak şartıyla ziyaretçi kabul ediyorlardı. Ve sohbetleri arasında bu mukaddes Belde-i Tayyibe'de, gayet edebli ta'zimkar olmak icap ettiğine işaretle Şair Urfalı Nabî Efendinin meşhur (Sakın terk-i edebden kûy-i mahbüb-i Hüdadır bu) natını irticalen sonuna kadar okuyorlardı. Aynı hususda Medine-i Münevvere'de ikamet eden meşhur Mevlana Ziyaeddin el-Hindî el-Kadirî -kuddise sirruh- da ziyaretçilerine: (Aman bu mübarek beldede dikkatli olunuz yolunuz yalnız, iş yeriniz, Mescid-i Nebevî, ve haneniz olsun! Bu mübarek yerin halkına fazla tecessüs etmeyiniz, olur ki birinin hatab halini görürsünüz, gönlünüz değişir, bu da sizin için zararlı olur) buyurmuşlardı.
Böylece seneler birbirini takip ediyor, muhterem Üstaz Hazretleri, kendilerini tam bir inzivaya verip vakitlerini devamlı olarak, dua, zikir, murakabe ve istiğfarla geçiriyorlardı. Rahatsızlıkları da günden güne artıyordu. Tıbbî müdahale ve ihtimamlar semere vermiyor, zaten pek nazik, hafif olan bedenleri adeta eriyordu. Tansiyonları sık sık yükseliyordu. Bu ağrı ve ıztırablara rağmen bir defa olsun "vücudumda şöyle bir rahatsızlığım var, başım ağrıyor" gibi en ufak bir şikayette bulunmuyordu. Hatta gözlerindeki zafiyet ziyadeleşmiş, göremez hale gelmişlerdi. Bu halini sezen bir yakını tarafından hazik bir doktor celbedilerek, ameliyat edilmiş ve görmeğe başlamışlardı. Bu gaile ve rahatsızlıklarında bile daimî olarak dua ve istiğfara devam etmişlerdi.
Sevenleri yirmibeş sene kadar evvel Eyüb Sultan, Halid ibni Zeyd -radıyallahu anh- Hazretlerinin kabristanında kendileri için bir mezar yeri temin etmişlerdi. Bundan pek memnun olmayan muhterem Üstaz Hazretleri "Bizim re'yimizi sorarsanız, gönlümüz Cennet'ül-Bakîa'yı ister" buyurmuşlardı.
Allah ü Teala ve tekaddes Hazretlerinin bu has, lekesiz kulu son günlerini yaşıyordu.
"Sen Rabbin'den, Rabbin de senden razı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına katıl! Ve cennetime gir!"(Fecr; 28-30) ayet-i kerîmelerine imtisalen, meşhur şair Urfalı Kemal Edib Beyefendinin"Fahr'ul Urefa, Bedri Hata Hazret-i Samî-Ariflerin kendisiyle iftihar ettikleri bulutun altına gizlenen, gizli ay "tesmiye ettiği insan-ı kamil, asırların yetiştirdiği Mürşid-i Mükemmil Hazretlerinin nur hazinelerinden olan ruhu muazzezleri, 10 Cemaziyel evvel 1404-12 Şubat 1984 tarihinde sabaha karşı saat dört buçukta; "Allah Allah" kelime-i tayyibesini zikrederek Ala-i illiyyine tayeran etmiştir. Yani fani dünyadan ebediyyet alemine intikal etmiştir. Gasl ve tekfinini müteakib cenaze namazları Mescid-i Nebevî'de eda edildikten sonra, Fahr-ı Kainat sallallahü aleyhi ve sellem'in bu has evladı Türbe-i Seadet önünden geçirilerek büyük bir sessizlik ve göz yaşları içinde güzîde, salih bir topluluğun elleri üzerinde, illeriden beri can ü gönülden arzu ettikleri, Cennet-i Bakîa'da Osman Zinnüreyn ve Ebû Said el-Hudrî -radıyallahü anhüma-hazretlerinin kurbundaki mukaddes toprağa defnedildiler.
Ölüm haberi kısa zamanda dünyanın her yerinde duyulmuş ve gıyabî cenaze namazları kılınmıştır. O büyük Allah dostu uzun hayatı müddetince İslamiyete kendini vakfetmiş, yememiş, içmemiş maneviyata susamış olan gönülleri tenvir etmiş, asırların yetiştirdiği istisnaî bir şahsiyet olduğunu Cenab-ı Hakkın yardımıyla ispat etmiştir.
Vefatları münasebetiyle kederimiz derindir, ne var ki nizam-ı alem böyle kurulmuş. Nuri Baş bey kardeşimizin yazmış olduğu şiirin son dört satırını aşağıya dercediyoruz:
Rahmet et Mevlam ona. Cennette dur etme bizi
Gamla doldum, sızlıyor hep, gönlü biryanım benim
Bir teselli buldu gönlüm, der Habib-i Kibriya
"Hep beraberdir sevenler" vardır imanım benim.

Ve müteselli oluyoruz elhamdülillah.
Son olarak da Ali Kemal Belviranlı Bey'in içli şiiriyle mevzuyu kapatıyoruz:
Dün yemyeşil baharken, solmuş neden bu bağlar?
Bilmem niçin siyahlar, giymiş dumanlı dağlar?
Sönmüş mü tüm emeller, matemler ufku sarmış?
Batmış mı hep güneşler, gökler neden kararmış?
Bülbüller ötmez olmuş, solmuş o gonca güller?
Hasretle yad ederken, ağlar yanar gönüller.
Zira o ünlü sultan, gülzarı yakdı gitti
Dünyada doldurulmaz, bir yer bırakdı gitti...
Hak kabrini nur etsin, kılsın cinan makamın;
Kurbundadır o zaten, ol Seyyid-i Cihanın!...
Örnekdi hal u kaali, maksud olan kemale
Hayrandı hep gönüller, hazretdeki bu hale
Bir bestedir ki ahım, ahengi şi're sığmaz...
Kabrinde diz çöküp ben, yıllarca ağlasam az...
Tarihe devir açarken, Fatih'lerin hayatı
Arş-ı cihanı sarsdı, üstadımın vefatı...

MUHTEREM ÜSTAZ HAZRETLERİ:
Her hangi bir sual karşısında veya açıklaması icab eden mevzuda yahud mes'elede: "Bunu yapınız veya bunu yapmayınız" gibi emir verir şekilde katiyyen konuşmazlardı. Yalnız bir iki ayet-i kerîme, ehadis-i şerîfe veya mecelle kaidesinden bir maddeyi okumakla iktifa ederlerdi.
Mesela Mecelle kaidesinden "Defi mefsedet, celb-i maslahatdan mukaddemdir" buyururlardı.
Yani "Haramdan kaçınmak, nafile ibadetden daha evveldir" yahudda "Feraizi eda etmek nafile ibadetden daha mühimdir" diye işaret etmiş olurlardı. Bu nükteyi her sual sahibi nasibine göre anlardı. Maalesef günümüzde bir çok kimseler helal ve harama dikkatli olmadıkları halde (bilhassa kazançlarında) nafile ibadetlerle meşgul olmaktadırlar. Hatta bu yüzden yorgun bir hale gelip farzları vaktinde eda edememektedirler. Bu ise gafletin ta kendisidir. Allahü teala ve tekaddes Hazretleri Kur'an-ı Kerimde buyurur:
"Azıkların en iyisi günahlardan çekinmektir." (Bakara: 197)
Arif olan kimse evvela Cenab-ı Hakkın Kur'an-ı Kerimdeki ahkamını, emirlerini, nehiylerini yerine getirmeğe gayret gösterir. Saniyen de Rasûlü Mücteba sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin, ahlakı, adabı ve her hattı hareketiyle mütahallik olmağa himmet eder ve nafile ibadetlere yönelir.
AĞIZDAN DAİMA FAİDELİ SÖZLER ÇIKMALI
Rasûlü Ekrem -sallahu teala aleyhi ve sellem- Hazretleri buyurur:
- Sizden hiç biriniz, ashabımdan hiç biri hakkında (kötü) bir şey ulaştırmasın! Çünkü ben size çıkdığım zaman gönlümün has olmasını istiyorum. (Ebû Davud, Edeb, 4860; Tirmizî, Menakıb, 3893 Müsned. C. l. S. 396)
Muhterem Mahmud Sami kuddise sirruh, kendilerine daima iyi, faideli, gönül açıcı, ruha inşirah verici, haberler ulaştırılmasını arzu ederlerdi. Onun huzurunda hiç kimse, diğerinin aleyhinde konuşmağa, dil uzatmağa cesaret edemezdi. Böyle bir cüret eden olursa, ya cevabsız bırakırlar, yahud da en iyiye yorarlar, te'vil ederlerdi.
Bir defasında çok zengin bir kişinin, bir hayır işinde, tahmin edilenden pek az bir miktar yardımda bulunduğu kendilerine söylenmişti. Buna üzülen insan-ı kamil, "Hayır, o bildiğiniz gibi değil, sehavetlidir" diye cevap vererek itirazcıları susturmuş, hatta "şöyle bir hayır işinde, şu miktar muavenette bulunmuştur" diyerek, gönülleri birleştirmiştir.
Muhterem Üstaz'ın, en hoşlandıkları, zevklendikleri, Kur'an-ı Kerim okumak, dinlemek ve ahkamını tatbik ve tebliğ etmek, saniyen Rasûlü Mücteba -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin hadislerini okumak, şerh etmek ve diğer peygamberan-ı izam ve ashab-ı kiram hazeratının ve Allah dostlarının menakıbları ve nasihatlarını okumak, yahut anlatmakdı. Daima iyilerden, salah ve kemal ehlinden, dine, millete, cemiyete faidesi dokunan, her türlü sitayişe layık kimselerden bahsedilir, yahut onların topluluklarında bulunulur, kaibde, gönülde inşirah hali zuhur eder ve onların güzel halleri ve ahlakları yer eder, bir nevi rabıta kurulmuş olur. Batınımız yani iç alemimiz bu suretle salihlerin, sadıkların yoluna, sevgisine bağlanmış olur. Din düşmanları talihsiz mahluklardır. Mümkün mertebe, kalbimizde bunların kötü hallerine yer vermeyip, zaruret olursa onlardan gelebilecek zararları mecburen açıklayıp, hemen ariflerin hatıralarına dönmek gerekir.
Hep kötülüklerden bahsedilirse, onların nuhuset ve seamet halleri kalbimizde yer eder kararmasına daralmasına vesile olur. İtikada bile zarar gelebilir.
SIK SIK OKUDUKLARI HADİS-İ ŞERİFLER
Muhterem Üstaz Hazretleri:
İman ve tevfiz takviyesi bakımından bazı hadis-i şerifleri sık sık tekrarlar, adeta ezber edinilmesini telkin ederlerdi:
Abdullah ibn-i Abbas radıyallahu anh demiştir ki:
- Bir gün Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin terkisinde idim. Buyurdular ki:
"Evlad,Sana bir kaç söz belleteyim? Allah'ı yani emrü nehyi gözet ki onu karşında bulasın. Bir şey istediğin vakit Allah'dan iste, yardım dilediğin vakit Allah'dan dile. Şunu bil ki bütün yaratılmışlar elbirliğiyle sana bir faide ve menfaat bahşetmek isteseler, Allah'ın sana yazdığından fazla bir şey bağışlıyamazlar, keza yaratılmışların tümü elbirliğiyle sana bir zarar vermek isteseler, Allah'ın sana takdir ettiği ziyandan fazlasını yapamazlar, kalem işleri hitama erip kaldırılmış, sahifeler de "üzerindeki yazılar tamam olub" kurumuşdur." (Tirmizi, Kıyame, 2518; Müsned, C.l s. 293,303)
Tirmizi 'den başkasının rivayetine göre şöyle buyurulmuştur:
"Allah'ı gözet ki onu önünde bulasın geniş zamanında Allah'a kendini sevdir ki, o da seni sıkıntı zamanında tanısın (sevsin). Bilmiş ol ki takdir- ilahiye göre başına gelmeyecek olan şeyin sana isabet edeceği yoktur. Ve sana isabet edecek olan şeyden de senin kurtulacağın yoktur. Bilmiş ol ki nusrat-i ilahiyye sabr ile, kalbin sıkıntısı da gam u gussa ile beraberdir, her güçlükle beraber bir kolaylık vardır."
İşte bu hadis-i şerifi, her mü'min kalbinde bir ayna gibi saklaya, işini gücünü buna göre ayarlaya. Böylece çalışa, son nefesine kadar böyle gide, Cenab-ı Allah'ın rahmet ve inayeti sayesinde dünya ve ahirette de güçlüklerden salim ola!" " Abdullah ibn-i Abbas (r.a.)"
Bu hadis-i şeriflerde, bir kulun daima her şeyin Kadir-i Mutlak, Vahidü'l-Kahhar hazretlerinin yedinde, izni ilahiyesinde olduğunu bilmesine ve ona göre her hat ve hareketini tanzim etmesine işaret vardır.
Kul her varlığın yegane sahibi Allah teala ve tekaddes hazretleri olduğunu tam idrak ederse, insanların ne mevkide olurlarsa olsunlar, birer aciz, zavallılar zümresi olduğunu ve ellerinde mahdut bir selahiyetten başka bir kuvvetleri olmadığını anlar, en yakınlarına, hatta çoluk çocuğuna dahi bel bağlamaz, malına, şöhretine güvenmez. Her şeyin Hakk Celle ve Ala Hazretlerinin yardımı ile tecelli ettiğini bilir ve yaratanına karşı bilgisi, bağlılığı sevgisi ve teslimiyeti artar, yaranılmışlardan hiç bir şey beklemez hale gelir, gene her sıkıntının sabırla sona ereceğini, her darlığın sonunda bir genişlik, ferahlık kolaylık olduğunu bilir.
YÜZDEN KALBE, KALBDEN YÜZE
Muhterem Üstaz Hazretlerinin, asık yüzlü, bed huylu, daimi hayatından şikayetçi olan, kişilerden hazzetmediği, hoşlanmadığı, yüzlerinden belli olurdu.
Yüz ekşiliği, kişinin kendi nefsini görmeyip, başkalarının ayıpları ile meşgul olmasından, yahut kader bahsinden nasibi, vukufu olmadığındandır. Bu ahlakta olanlar her an şikayet halindedirler, beş dakikaya on gıybet sıkıştırırlar.
Bu sıfatda ve gafil meşrebde olanlarla maslahat icabı ülfet edip hemen uzaklaşmak gerekir, çünkü gaflet kalbden, kalbe in'ikas eder.
İbrahim Düssukî-kuddise sirruh-hazretleri:
- Ben evladlarımı şen şatır görmek isterim, buyururlardı.
Bunu, mütebessim, güler yüzlü, neş'eli manasına almalıdır.
Aynı zamanda her olana razı, hayatından şikayetsiz.
Cenab-ı Hakkdan başka dünyevî ve uhrevî hiç bir keder veya sevinç Kalb-i selîme vasıl kimsenin kalbindeki huzura mani olmaz.
Ayrıca kalb-i selîme vasıl olan kimsede üç husus tecelli eder:
1. Hiç bir müminin kalbini kırmaz. Bunda ittika ehlinin hali sezilir.
2. Hiç bir mü'minden kırılmaz. Bunda muhabbet ehline işaret vardır.
3. Yapmış olduğu kulluğa karşı Cenab-ı Hakdan mükafat beklemez.
İnsanlara karşı yapmış olduğu iyilik ve hizmetten karşılık beklemez.
Allah teala ve tekaddes hazretleri Kur'an-ı kerimde buyurur:
"O gün ki, ne amel faide verir, ne de oğullar ancak Allah'a halis pak bir kalb ile varan müstesna." (Şuara:88-89)
Kalb beş kısımdır:
Ölü kalb: Dinsizlerin, kafirlerin kalbi.
Hasta kalb: Tam dünya sevgisi dolu kalb
Gafil kalb: Dünya ve ukba arasında dolaşan istikrarsız kalb.
Uyanık kalb: Zikirle meşgul olan kalb
Diri kalb: Enbiyanın, sahabenin, kibar-ı ehlullahın kalb halleri.
Rabbımız zül celal ve'l kemal hazretleri, kendi nazargahı olan kalblerimizi her türlü masîva, dünya muhabbetinden ahiret isteğinden, nefsimizin ve şeytanın şerrinden muhafaza eylesin! Kalb-i selîme vasıl ve daimî kendinde (her ne kadar hatalı bîçare isek de) olan kullarından eylesin! Amin.
İbrahim Düssukî-kuddise sirruh- buyurur:
Günah kirine bulanmış kimselerle temas, onlarla oturup kalkmak, basar ve basireti zulmete boğar, hem kalb gözünü hem de baş gözünü karanlıklar içinde ruhsuz bırakır, iyiyi, kötüyü ayırt edemez hale getirir.
TANIDIKLARININ DİLİNDEN
Avanozlu Meczub Nabi Efendi
Medine-i Münevvere'de ikamet eden Avanozlu Nabi Efendi isminde meczub birisi vardı. Muhterem Üstaz Hazretlerine gönlünü bağlayanlardan ve kemaline yakınen vakıf olanlardan idi.
Üstaz Hazretleri, Mescid-i Nebevî'deki, Ashab-ı Soffa mahallinde bulunduğu va' killerde, o da takiben gelir,yakın sütunlardan birisini kendine siper eder ve hiç gözlerini kırpmadan, daimi derin bir huzur içinde, kendisinden geçer bir halde Efendi Hazretlerini temaşa ederdi. (Kendisinin namaz kıldığı zamanlar hariç) :
Her ne kadar, kendisine, "Bu mübarek makamda böyle hareket etme! Bu nazar-ı dikkati celbediyor" denildi ise de ,cevaben:
- Bu benim elimde olan bir şey mi, zannediyorsunuz? imasında bulunur, "Aşıkın halini aşıktan sor" demek isterdi.
Saliklerin sohbet esnasında önlerine bakmaları usuldendir. Velakin aşıklar zü'mresi müstesna, onlar için kayıd yoktur. Onlar üstazlarının yüzlerindeki teceltiyi ilahiyeyi, manevî melahat halini görürler, yahut hissederler, iradeleri ellerinden gider, devamlı bakmadan yapamazlar. Farkında olmadan istifade ve terakki ederler.
Aşk, muhabbetin nihayeti olduğundan, seçkin velilerin husüsiyyetlerindendir. Erzurumlu İbrahim Hakkı-kuddise sirruh-buyurmuşlar:
Hakkı varlığını mahvet, aşk ile var ol
Aşksız iken padişah dahi olsan yaya kalırsın.
Aşık Paşazade-kuddise sirruh- buyurur:
Aşıklar ile yar ol, aşkı tat.
Aşkı bilmeyenden, bucak bucak kaç
Aşık imdi, varlığını ver yokluğa
Yokluk içinde, sana varlık doğa.
Gene bir gönül ehli demişdir ki:
Aşıklar halis, safi zatlardır,
Eza ve cefa ile başkalaşmazlar
Hakikatleri iyilikten ibarettir, sırları saftır, temizdir
Denizler, pislikle, bulanır mı hiç?
Seyyid Şefik Arvasî "-kuddise sirruh- "
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz sülalesinden olup, nasıyelerinde nur lemean ederdi. İlmi, fezaili, kemali herkes tarafından takdir edilir, kadiri meşayihiden idi. Uzun müddet Sultan Ahmed Camii imamlığını büyük bir vecd içinde ifa etmişlerdi. Muhterem Mahmud Samî-kuddise sirruhu-hayranlarından idi.
Son hastalıklarının en ağır zamanlarında Mahmud Samî-kuddise sirruh-kendilerini ziyaret ettiklerinde, kendilerini o yüksek karyoladan aşağı atarak, iki dizi üzerine oturarak Üstaz Hazretlerine hitaben:
- "Fakir çok ehlullah ile musahabede bulundum. Fakat sîze karşı istisnaî çok derin bir sevgim var" buyurmuşlardır.
Diğer zamanlarda Üstaz Hazretlerinin yakınlarından kim kendilerini ziyaret etse, onları büyük alaka île karşılar, ikram, î'-zaz ettikden sonra uzun uzun üstad hazretlerinin kemalinden bahseder. Şayet namaz vakti ise, o kimseyi imam yapar, kendisi cemaat olurdu.
Allah azze ve celle hazretleri bizleri şefaatlarına nail eylesin! Amin.
Muhammed, Ahmed Kürdî
Keşfi açık bir insandı. Mescid-i Nebevi'de herkes tarafından sevilirdi. Susayanların susuzluğunu giderir, çoğundan para almazdı.
Bir hac zamanı idi. Heyecanlı, heyecanlı ağlayarak Ashab-ı Soffaya geldi. Muhterem Üstaz Hazretlerinin önünde diz çöktü ve dedi ki:
Evet, o gördüğüm siz idiniz. Bir kaç ay evvel burada oturuyordum. Uyanık halde idim. Türbe-i Saadetin kapıları tamamen açıldı. İçeriden çok ihtişamlı bir zat çıkdı. Bir türlü kim olduğunu anlayamadım. Ve buna benden başka kimse muttali olamadı. Şimdi sizi görünce, merakım zail oldu. Anladım ki o mübarek zat siz idiniz.
Sonra sık sık gelir, büyük bir sevgi ve tazim ile muhterem üstaza su, bazan da zemzem ikram eder ve yanından ayrılmazdı.
Abd-ül Vehhab es-Selahî -kuddise sirruhu-
Tarikat-ı Nakşiyye şeyhlerinden idi. Aynı zamanda Halbunî camii imamı idi. Kamil insandı. Sehavet ehli idi. Şam'a giden her kimse kendisinin misafiri olur hatta aylarca ikram görür, ağırlanırdı. Üç oğlu adeta kendilerini bu hizmet işine vakfetmişlerdi.
Muhterem Mahmud Sami-kuddise sirruh- hakkındaki sözleri:
-"Şam ehlullah diyarıdır. Ben bu mübarek zatı daima derîn bir hayranlıkla temaşa ederim. Sebebi ise, bütün güzel sıfatları üzerinde toplayan bu zat kadar, Ebu Bekir es-Sıddık meşrebinde bir insan görmedim."
Seyyîd Muhammed Mekkî -kuddise sirruh-
Kainatın Efendisinin sülalesinden. Şam'ın meşhur ulema ve mücahidlerinden mütevazı, ahlak-ı hamîde sahibi bir Allah dostu idi. Dünya müslümanlarının hallerini yakınen takib ederdi ve onlara karşı derin şefkatleri vardı. Onların sevinçleri ile sevinir, kederleri île kederlenirdi. Tarikat-ı Şazeliyye şeyhi olup, aslen Faslı idi.
Muhterem Mahmud Sami-kuddise sirruh- hakkındaki sözleri:
-"Şam'da bir tedhiş devresinde idik. Buna rağmen bîr ilim meclisinde, en şecaatli, cesaretli konuşmayı bu büyük Allah dostu yapmıştır. O bakımdan ben bu zatı can ü gönülden sever ve kendilerine hürmet beslerim."
Ali Yekta -kuddise sirruh-
Yüksek tevazu ve fazilet ehli idi. Zülcenaheyndi yani zahirî ve batınî ilimlerle mücehhez idi. Uzun müddet İstanbul Müftülüğünde vazife görmüş, feraiz ilminde ismiyle müsemma "yekta" olduğu söylenirdi. Sorulan veraset bahsinde hemen kalem kağıdı eline alır, bir iki dakikada neticeyi bildirirdi. Hak aşıklarındandı. Pir Ekmel efendi hazretlerinin icazetli hülefasından olmasına rağmen icazet kağıdını saklamış, ancak vefatlarından sonra duyulmuştur.
Vefatlarından evvel kütübhane temizliği yapan muhterem damatları Emin Saraç Bey'in bundan haberi olmuştu. Ona hîtaben:
"Kitabların arasında bir kağıt bulmuşsun, aman onu kimseye söyleme, mektum tut. O vazifenin ehli ve selahi'yetlîsi Mahmud Sami Hazretleridir" buyurmuşlardır.
Ladikli Ahmed Ağa
Ümmî, tertemiz müslüman bir Anadolu çocuğu idi. Hızır aleyhisselamın gözdelerinden ve hadimlerinden olup uzun müddet onun emrinde bulunmuştu. Allahü alem rical-i gaybden idi. Tayy-ı mekandı.
Bir gün Konya'da Muhterem Üstaz Hazretlerini ziyarete gelmişti. Üstü sırılsıklamdı. On dakika evvel Erzurum'da olduğunu söyledi. Halbuki Konya kuraktı. Bazen Efendi Hazretleri ile halvet olur, bir kaç saat mahremane konuşlukları olurdu. Ladik'deki köyünde ziyaretçileri hiç eksik olmazdı. Kendisinden herhangi bir şey sorulduğunda "Durun gardaşım! Şimdi cevabınızı getiririm" der beş on dakika kaybolduktan (yani Hızır aleyhissellam ile mülakat yaptıktan) sonra gelir sualinizin cevabını harfiyyen verirdi. Kendisinden manevî vazife isteyenlere:
- "Ben bu îşe selahiyetli değilim, Hazrete gidiniz, işinizi onunla bitiriniz"derdi.
Maneviyata İstidadlı Yavrucak
Muhterem Üstaz Hazretleri ile bir Anadolu seferi dönüşünde, çarşıdan bazı lüzumlu şeyleri temin etmek için otomobilimiz kasabanın kenarında boş bir arazîde tevakkuf etmişdi. Bu sırada çeşme başında yedi, on yaşlarında sekiz on çocuk aralarında oynuyorlardı. Bu günahsız masumlardan birisinin, büyük bir hayranlık içinde, ağzı açık bir şekilde Muhterem Üstaz Hazretlerini temaşa ettiğine şahid olduk.
Bu tertemiz, saf, günahsız, yavrucak kendinden o kadar geçmiş idi ki, kendini oyunu ve arkadaşlarını tamamen unutmuş, Cenab-ı Hakkın o anda kendîsine nasib etdiği kuvvetli bir cezbe ile kılı dahi oynamaksızın tam bir huzur, zevk ve kendinden geçme halinde olduğunu gördük.
Arabamız, oradan ayrılırken, uzaklaşırken, o yavrucak donmuş mebhut bir halde vasıtamızı seyrediyordu. Belki de Cenab-ı Hakkın izni ile bu çocukcağız istikbalin ünlü velilerinden olacaktır.
Muhterem Üstaz Hazretleri bu yavrucak için (Maneviyata çok istidadı var) buyurmuşlardır.
Muhterem üstazım Mahmud Sami Ramazanoğlu -kuddise sirruh- Hazretleri yirmi beş sene içinde:
Bir defa olsun, şunu şöyle yapaydınız, hata ettiniz, gibi kelamlarla muhatablarını mahcub etmemiştir.
Bu uzun zaman içinde:
* Kendilerinden en ufak bir ter kokusu duyulmamıştır. Haccın en izdihhamlı herkesin buram buram terledikleri zamanlarda dahi...
Bu uzun müddet zarfında:
* Bir defa olsun esnedikleri, sümkürdükleri, genirdikleri Allah'ın izniyle olmamıştır.
Bu uzun zaman içinde:
* Bir defa olsun, söz verdikleri saatte ve mekanda hazır bulunmamaları, Allah'ın izniyle geciktikleri görülmemiştir..
Bu uzun müddet içinde
Daimî iki dizleri üzerine oturmuşlar, bağdaş dahi kurmamışlardır.
Bu uzun müddet içinde
* En yorgun oldukları yolculuklarında bile namazlarını ayakda huşu içinde eda etmişlerdir. (Cenab-ı Hakkın izniyle) son hastalıkları müstesna.
Bu uzun müddet içinde:
* Tek bir ferdin aleyhinde konuştuğu (gıybet yaptığı) görülmemiştir.
Bu uzun müddet içinde:
* Sıhhatinden şikayet ettiği görülmemiştir.
Kaynak: Altınoluk Dergisi Şubat 1988

[/LIST]
__________________
Bende 1 yumurta var, sende 1 yumurta var. Ben sana 1 yumurta versem, sen bana bir yumurta versen, bende 1 yumurta sende 1 yumurta olur.Bende 1 bilgi var, sende 1 bilgi var. Ben sana 1 bilgi versem, sen bana 1 bilgi versen, bende 2 bilgi, sende de 2 bilgi olur.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Gazneli Mahmut Seyit_Onbaşı Tarih 0 16 Eylül 2022 15:31
sami yusuf - Allahumme Salli Ala fedra İlahiler/Ezgiler 0 11 Temmuz 2015 20:39
Sami Yusuf - The Centre 2014 FuLL enderhafızım İlahiler/Ezgiler 0 19 Eylül 2014 18:26
Sami Yusuf - It’s a game /Bu bir Oyun Ehlibeyt Videolar/Slaytlar 0 01 Şubat 2014 22:56
mahmut efendi hz buyurdu ki.. aslıı Tasavvuf-Tarikat 0 12 Nisan 2012 20:58

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.