Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.PEYGAMBERLER-ASHAB-I KİRAM-ALİMLER.::. > Peygamberler-Ashab-ı Kiram-Alimler > Ashab-Kiram(r.a)

Konu Kimliği: Konu Sahibi enderhafızım,Açılış Tarihi:  24 Şubat 2013 (23:33), Konuya Son Cevap : 24 Şubat 2013 (23:33). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 24 Şubat 2013, 23:33   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
evtx İlim ve Cesaret, Gayret ve Bereket -Abdullah İbn Mes’ûd(r.a)

İlim ve Cesaret, Gayret ve Bereket -Abdullah İbn Mes’ûd(r.a)




İlim ve Cesaret, Gayret ve Bereket -Abdullah İbn Mes’ûd(r.a)

Bu âlim, ârif, zâhid ve cesâret dolu mücâhid sahâbî Mekke'de olduğu gibi Medine’de de Allah Rasûlünün (s.a.v.) hemen yanı başındaydı.Cihad meydanlarında da onun çevresindeydi. Her bir gazveden ayrı bir hatıra taşıyordu. Ancak en canlı hatırası şüphesiz Bedir Gazvesi'ndeydi.
Ondan önce isterseniz Abdurrahmân İbn Avf'a (r.a.) kulak verelim:
Bedir Gazvesi'nde iki gencecik delikanlının arasındaydım. Doğrusu safta kendimi daha güvenli hissedebilmek için, gençliğin baharında iki kişinin arasında olmaktansa tecrübeli, olgun iki kişi arasında olmayı isterdim.
Bu duygular içinde cihad devam ederken, çok geçmemişti ki, gençlerden biri eliyle bana dokunarak;
"Amca, Ebu Cehil'i tanıyor musun?" diye sordu.
"Evet, ne yapacaksın?" dedim.
"Duydum ki, Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) olmadık sözler söylüyormuş. Eğer onunla karşılaşırsam Allah'a yemin olsun ki, içimizden eceli önce gelen bu dünyayı terk etmeden, benim bedenim onun bedeninden ayrılmayacak," dedi.
Delikanlının söyledikleri, cesareti çok hoşuma gitmişti. Biraz sonra diğeri de eliyle dokunup dikkatimi çekerek yaklaşık bir önceki gencin sorduğu soruyu sordu ve söylediği sözleri söyledi.
Onların azmini, cesâretini gördükten, söylediklerini duyduktan sonra onların arasında bulunmaktan sevinç duymaya başlamıştım. Çok geçmeden de Ebu Cehil'i gördüm. İri cüssesiyle savaşçılar arasında dolaşıyor, hamleler yapıyordu. Gençlere döndüm. Ebu Cehil'i işaret ederek; "Şu adamı görüyor musunuz?" dedim ve ekledim: "İşte aradığınız, sorduğunuz adam!"
Ben işaret eder etmez sıyrılmış kılıçlarla yerlerinden fırladılar, iki kartal misali Ebu Cehil'in üzerine atıldılar. Çok geçmeden, neye uğradığını şaşıran mağrur Ebu Cehil yere serilmiş, yatıyordu.
Kaynaklarımızda bu iki delikanlının Afrâ'nın oğulları Muâz ve Muavviz olduğu kaydedilir. Birçok rivayette de sadece, "Afrâ'nın iki oğlu" demekle yetinilir.
Ancak hem Sahih-i Buhârî'de, hem de Sahih-i Müslim'de zikredildiğine göre, delikanlılardan biri Afra'nın oğlu Muâz, diğeri de Amr İbn Camûh'un oğlu Muâz'dır. Bu iki arkadaş ve adaş delikanlı olayın kahramanlarıdır.
Bu karışıklığın, hem delikanlıların isim benzerliklerinden, hem de birbirleriyle yakın arkadaş oluşlarından kaynaklandığını, ayrıca savaş ortamının karışıklığının da bunda tesirinin olduğunu zannediyorum.
Ancak olay bütünüyle bitmemişti. Delikanlıların darbesiyle yere yığılan Ebu Cehil'in dünyâda daha göreceği vardı; henüz ölmemişti. Abdullah İbn Mesûd (r.a.) onu bu durumda buldu. Şaşırmış ve sevinmişti. Ona;
"Nasıl! Allah seni böyle zillete düşürdü mü? dedi.
Ebu Cehil ise içinde bulunduğu duruma rağmen gurur ve kibirinden vazgeçmiyordu. Cevap verdi: "Kendi kavminin öldürdüğü biri zillete mi düşer? Öldürdüğünüz bu adamdan daha dik başlı kim var?"
Muhammed İbn İshak'ın anlattığına göre; Abdullah İbn Mes'ûd Ebu Cehil'i bu durumda görünce yanına gelmiş ve bu soruyu, o küçük ayağını, oldukça iri yapılı olan Ebu Cehil'in bağrına basarak sormuştu.
Ebu Cehil, gerçekten gururundan vazgeçmeyen birisiydi. Göğsüne basan Abdullah'a daha sonra söylediği şu sözler, onun mağrurluk derecesinin ne boyutta olduğunu daha da ortaya koyucuydu:
"Çobancık! Sen, çok yüksek ve yalçın bir yere çıktın."
Kullandığı her kelimeden kibir ve gurur akıyordu. Sonra sordu:
"Savaş kimin lehine cereyan ediyor!
Abdullah, bu soruya; "Allah ve Rasûlü lehine!" diye cevap verdi. Verdiği cevapla içindeki sevinci de belli ediyordu.
Ebu Cehil, Mekke'de iken bir çok mü'mine eziyet ettiği gibi Abdullah'a da en çok eziyet edenlerden biriydi. Abdullah, şimdi elindeki kılıçla Ebu Cehil'in başına vuruyor, tek tek Mekke'de iken kendine yaptığı zulümleri hatırlatıyor ve bu kadar insaflığın, acımasızlığın sebebini soruyordu.
Abdullah'ın kılıcı, sıradan bir kılıçtı. Ebu Cehil'in ise göreni hayran bırakacak derecede güzel ve sağlam bir kılıcı vardı. Abdullah, kendi kılıcını bırakarak, onunkini aldı ve Allah düşmanının başını kendi kılıcıyla kopardı.
Daha sonra kopardığı bu başı, Rasûlullah'a getiriyor ve; "Ey Allah Rasûlü! Bu, Allah düşmanı Ebu Cehil'in başı!.." diyordu.
Devamını kendisinden dinliyoruz: Ben böyle deyince, Rasûlullah (s.a.v.) sevinçle; "Kendisinden başka ilah olmayan Allah aşkı için doğru mu?" buyurdu. Ben de; "Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki evet!" dedim. Peşinden de Ebu Cehil'in başını Rasûlullah'ın önüne attım.
Rasûlullah (s.a.v.) ona dönerek; "Ey Allah düşmanı! Seni bu şekilde perişan eden, zillete düşüren Allah'a hamdederim" diyerek şükretti. Daha sonra bize dönerek; "Bu ümmetin firavunu, buydu," buyurdu.
Allah (c.c.), dağ gibi cüsseli Ebu Cehil'i yere sermeyi iki taze delikanlıya; koca kafasını bedeninden koparmayı da, dağ gibi cesaret dolu bu küçük yapılı aziz sahâbîye nasîbetmişti.
Abdullah (r.a.), ilim, irfan, ihlas ve gayret yolunda gerçek bir önderdi. İbadete başlayınca sanki dünyayı unutur, manevi haz ummanına dalar giderdi. Kurân-ı Kerim, onun okuyuşunda başka bir güzellik kazanarak gönüllere dolardı.
Hz. Ömer anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.v), bir gece Hz. Ebu Bekir'in evindeydi. Gece sohbete dalmışlar, mü'minlerin durumlarıyla ilgili müzâkerelerde bulunuyorlardı. Ben de yanlarındaydım. Sohbetten sonra evden ayrılırken biz de onunla birlikte çıktık.
Bir kişi, gecenin bu vaktinde mescidde namaz kılıyordu. Karanlıktan onu seçemiyorduk. Namaz kılarken okumakta olduğu Kur'an duyuluyordu. Allah Rasûlü durdu ve onu dinlemeye başladı. Bitinceye kadar da ayrılmadı. Okuyuşu bitince bize dönerek;
"Kim Kur'an-ı Kerim'i, vahy anındaki gibi tazecik okumak isterse, İbn Ümmi Abd'in okuduğu gibi onu okusun," buyurdu.
Bu sırada Abdullah İbn Mesud (r.a.), namazı bitirmiş duâya başlamıştı. O duâ ettikçe Allah Rasûlu; "İste! Verileceksin," buyuruyordu.
Hâkim, Müstedrek'inde bu konuyu anlatırken onun nasıl duâ ettiğini de nakleder ve şöyle der:
"Abdullah, duâsına başlarken çok güzel bir şekilde Allah'a hamd ü senâda bulundu; bir kulun Rabb'ına yönelebileceği en güzel şekilde yöneldi ve niyâza başladı:
"Allah'ım! Senden sarsılmaz bir iman, tükenmez nimet ve ebedî cennet bahçelerinin yükseklerinin en yükseklerinde yer alanlarında, habibin Muhammed'e (s.a.v.) yoldaşlık niyaz ediyorum."
O duâ ederken Allah Rasûlü; "İste! Verileceksin! İste! Verileceksin!" diye iki kere tekrar etti.
Hz. Ömer anlatmaya devam ediyor:
Allah Rasûlü'nün bu sözlerine şahid olunca kendi kendime; "Sabah erkenden Abdullah İbn Mes'ûd'un yanına varacağım. Allah Rasûlü'nün duâsına "Âmin" dediği müjdesini kendisine haber vereceğim," dedim.
Sabahın erken saatlerinde de yanına vardım, müjdeyi verdim. Ancak Ebu Bekir (r.a.), önceden gelmiş ve benden önce müjdeyi ona ulaştırmıştı.
Rabb'im şâhiddir ki, ne zaman Ebu Bekir ile bir hayır yarışına girsem hep o beni geçerdi."
Şimdi Buhârî'nin naklettiği bir hadise kulak verelim:
Bir gün Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah'tan Kur'an okumasını istemişti. Abdullah, edeb ve şaşkınlık içinde;
"Ey Allah'ın Rasûlü! Ben mi okuyayım! O sana vahyedildi!" diyordu. Onun bu hayret dolu sorusuna Rasûlullah (s.a.v.); "Ben onu başkasından duymaktan hoşlanırım," diye cevap verdi.
Abdullah (r.a.), Allah Rasûlü'nün bu arzusu üzerine, Nisâ Sûresi'nin başından okumaya başladı. O okuyor, Allah Rasûlü dinliyordu. Sûrenin 41. âyeti olan;
"Her ümmetten bir şahid getirdiğimizde, seni de onlara şahid gösterdiğimizde halleri nice olacak?.." âyetini okuyunca gözleri yaşla dolmuştu. Göz pınarlarından yaş boşanınca Abdullah'tan şimdilik durmasını istedi.
Bu âyet-i kerime, her peygamberin kendi ümmetine şahidlik yapacağını, hak davâyı onlara tebliğ ettiğini dile getireceğini ve onların aldıkları tavrı aktaracağını, Allah Rasûlü'nün de hem kendi ümmetine, hem de diğer bütün peygamberlere şahidlik yapacağını haber veriyordu. Bu ağır bir yüktü ve hesap günü, çok ağır bir gündü…
Allah Rasûlü, hayatta olduğu sürece Abdullah (r.a.) O'nun hizmetinden ve rahlesinden hiç ayrılmadı. O'nun refiku'l a'lâya irtihalinden sonra halîfelerinin en büyük yardımcılarından oldu. Bu aziz sahâbî, istişâresine son derece önem verilen biriydi. İlmî rütbesi her kes tarafından biliniyor, konuştuğu zaman engin bir birikimle konuştuğu asla unutulmuyordu. Irak'ın fethine kadar bu durum devam etti.
Hz. Ömer'in hilâfeti yıllarında ilim, irfan ve cihad ordusunun fetihleri birbirini kovalıyordu. Irak da baştan başa fethedilmişti.
Irak, bir çok medeniyetle kaynaşmış bir ülkeydi. Bâbil, Sümer, Asur Medeniyetleri gibi köklü medeniyetleri görmüş, Kildânîlerin, Pers İmparatorluğunun, Büyük İskender'in taşıdığı medeniyetleri yaşamış, onlardan pay almıştı. O, bu medeniyetlerden gelen bilgilerin, fikirlerin, efsâneler ve inanışların kol gezdiği bir diyardı.
Bütün bunlarla mücâdele edebilecek, doğruya doğru, eğriye eğri diyebilecek ve bunu isbat edebilecek, karmaşık fikirleri ayıklayıp zihinleri doğruya sevkedecek, İslam'ın güzelliklerini gözler önüne sergileyecek, gönüller fethedecek, sağlam bilgilerle gelecek nesli yoğuracak birine ihtiyaç vardı.
Hz. Ömer, tereddüt etmeden kararını vermişti. Kendi ihtiyacı olsa bile Abdullah İbn Mes'ûd'u Irak'a gönderecekti. Çünkü Irak'ın ona olan ihtiyacı daha büyüktü.
Bakınız Irak'lılara yazdığı mektupta ne diyordu?:
"Allah'a hamd ü senâ, Rasûlüne salâtü selamdan sonra:
"Sizlere Ammâr'ı emir olarak, Abdullah İbn Mesud'u ona destek ve yardımcı olarak gönderiyorum. Onlar, Allah Rasûlünün sahâbilerinin en azizlerindendir. Onları dinleyiniz ve onlara itaat ediniz. Onları kendinize rehber edinin, onların peşinden gidin, onlara uyun.
Abdullah İbn Mesud'a benim de ihtiyacım vardı. Bilesiniz ki, sizi kendime tercih ettim."
Böylece Abdullah (r.a.), kendisini büyük bir içtenlik ve hayranlıkla seven, kendisinin de çok sevdiği; "Hangi vâdîye giderse ben de onun gittiği vadîden giderim," diyerek bağlılık ve sevgisinin derinliğini ifâde ettiği Hz. Ömer tarafından Irak'a gönderildi.
Artık Abdullah (r.a.), Irak'ın hocası, mürşidi; Ammâr'ın da en büyük yardımcısıydı.
Çok geçmeden bu yeni çevreyle tanıştı, kaynaştı. İslam'a yeni gönül veren bu insanlar, kısa zamanda onu çok sevmişler, bu ufak yapılı insanda engin bir ilim denizi, olgun bir ahlâk, hayranlık uyandıracak bir cesâret, Allah Rasûlü'ne derin bir sevgi, Mevlâ'ya gönülden bağlılık ve her hareketine yansıyan ihlas… bulmuşlardı.
Yıllar, çevresindeki ilim halkasını genişletmiş, akıllara durgunluk verecek bir azim ve gayretle, Irak onun ilmiyle yoğrulmaya başlamıştı.
Yine Hz. Ömer'in yaşadığı bir olaya kulak verelim: Arafat Vâdîsi, ülkenin dört bir yanından gelen hacılarla kaynıyor… Kûfe'den gelen biri, Hz. Ömer'in yanına gelerek;
"Ey Mü'minlerin Emîri! Ben Kûfe'den geliyorum. Öyle bir insanın yanından geliyorum ki o, Zikri Hakîm'i hiç eksiksiz olarak hafızasından yazdırmaya muktedirdir."
Bu tür iddialı, abartılı sözler, Hz Ömer'in hiç sevmediği sözlerdendi. Kûfeli'nin sözlerini de duyar duymaz müthiş bir öfkeyle dolmuştu.
Dolu dolu olduğu öfkeyle kükredi:
"Yazıklar olsun sana! Kim bu adam?!
"Abdullah İbn Mesud"
İşte bu isim Hz Ömer'in bütün öfkesini almış, tepesinde biriken bulutlar, şimşekler dağılmış, kalbine huzur ve ferahlık gelmişti. Öfke yerine gönlünde Abdullah'a duyduğu özlemi hissetti. Özlem duyguları içinde;
"Allah'a yemin olsun ki, hayatta kalanlardan bu niteliği ondan daha çok hak eden birini bilmiyorum," dedi.
Kûfeliye Abdullah'ın mescide namaz kılarken okuduğu Kur'an'ı, Rasûlullah'ın onu dinleyişini, sözlerini ve Abdullah'ın duâsına "âmin" deyişini anlattı. O, gönlünde sevdiği, özlediği insanın hatıralarını canlandırmıştı.
Sahâbîlerin en âlimlerinden olan Ebu Musâ el-Eşarî, İbn Mesud'u kasdederek:
"Bu ilim denizi, hayatta olduğu sürece bana soru sormayın," diyor. Onun ilmine olan güvenini, saygı ve gıptasını dile getiriyor, ilim ehlini takdir konusunda, güzel bir örnek sergiliyordu.
Muâz İbn Cebel (r.a.), güzel sîmâsı, tatlı sözü, engin ilmiyle herkesçe sevilen biriydi. Şam bölgesinde kol gezen salgında o da hastalanmıştı. Hastalığının son demlerinde baygınlık geçirdi. Kendine geldiğinde, başında duran Hâris İbn Umeyr'in ağladığını gördü. Hâris, Şam asıllı biriydi. Beldelerine gelen bu aziz sahâbîden çok şey öğrenmiş, onu çok sevmiş ve ona gönülden bağlanmıştı. Onda gördüğü ilim ve hikmete hayran kalmıştı. Sevdiği, örnek aldığı ve kendisinden çok şey öğrendiği bu peygamber dostunu kaybetmenin hüznü içine çökmüş gözyaşlarına hakim olamamıştı. Ağlıyordu…
Muâz (r.a.) onun ağladığını görünce sordu:
"Niçin ağlıyorsun?"
Hâris gözyaşları içinde gönlüne doğan cevabı verdi:
"Seninle birlikte defnedilecek olan ilme ağlıyorum."
Muâz (r.a.) hayata göz yumarken bile ona, irşad yüklü bir cevap veriyordu:
"İlim yolunda devam etmek istiyorsan hiç tereddüt etmeden Abdullah İbn Mes'ud'u bul. İlmi ondan, Ebu Derdâ Uveymir'den ve Selmânı Farisî'den al.
Âlimlerin ayak sürçmelerinden de sakın."
O hayata vedâ edince, Hâris hiç tereddüt etmeden Kufe'ye varıyor, Abdullah İbn Mes'ud'u buluyordu.
Abdullah (r.a.), çok geçmeden Kufe'de bir ilim pınarı haline gelmişti. Kısa bir süre sonra bu pınar nehre dönüştü… Çevresinde bir talebe ordusu oluşmuştu. İlme hasret, irfana âşık bir ordu. Abdullah (r.a.), bıkmadan, yılmadan, şevkle onları besliyor, onların toplanışlarını, iştiyaklı bakışlarını görünce seviniyor;
"Siz benim kalbimin cilâsısınız" diyerek sevincini belli ediyordu.
İlim ve irfanıyla gelecek asırlara da tesir edecek, adını tarihe yazdıracak olan;
Alkame İbn Kays En-Nehaî
Esved İbn Yezîd En-Nehaî
Ubeyde es-Selmânî
Mesrûk İbn el-Ecda'
Amr İbn Şurahbil el-Hemedânî
Hâris İbn Kays el-Ca'fî… onun talebelerindendi.
Bunların içinden Alkame, en belirgin olanıydı. Abdullah'ın (r.a.) yanından ayrılmaz, onu ilmiyle, İslâmı yaşayışıyla, kısaca her yönüyle kendine örnek alır, fıkhî bilgilerini en ince noktalarına kadar öğrenmeye, korumaya çalışır, sık sık yanında geceler ve ona hizmet ederdi.
Buna özellikle işaret etmek istedim. Çünkü Alkame de, İbrâhim en -Nehaî, Âmir eş-Şa'bî, Hakem İbn Uteybe gibi üç dev âlim yetiştirmişti. Bunların içinden İbrâhim en-Neha-î gerçek bir ilim deryâsıydı. Onun Alkame'ye olan bağlılığı, Alkame'nin Abdullah İbn Mesud'a olan bağlılığına çok benziyordu. Ayrıca o, Alkame'nin yakınıydı. Alkame (rh.a.), annesinin amcasıydı.
Böylece ilim dolu bir evde dünyaya gelen İbrahim, ilim ve ihlâs dolu, akrabası ve kendisini çok seven bir büyüğünün yanında yetişmişti. Küçük yaşlardan itibaren onun evinde filizlenmiş, gelişmişti.
Bu silsile öyle bir silsileydi ki; "Alkame'yi gördüğünde sanki Abdullah İbn Mesud'u, İbrahim'i gördüğünde de sanki Alkame'yi görmüş olursun," sözleri dillerde yer etmişti.
Bir çok insan, bu ilim ve ahlâk zincirine hayrandı .
Mü'minlerin Emiri Ömeru'l-Faruk ile Abdullah İbn Mesud'un (r.a.) unutulmayacak bir hatırasına dönüyoruz:
Gök kubbede yıldızlar parlıyor… Sahrâları örten bu pırıltılı kubbenin altında, gecenin serinliğinde ilerleyen iki kafile, uzaktan birbirini görüyor. Kafilenin birinde Ömer, diğerinde Abdullah var. Abdullah'ın kervanı Beytullah'a doğru yol alıyor. Gecenin karanlığı, kişilerin tanımasını engelliyor. Yıldızların pırıltıları yüzleri aydınlatmaya yetmiyor.
Ömer (r.a.) yanındaki adamlardan birine emrediyor:
"Kafilenin nereden geldiğini sor!" O da soruyor:
"Nereden geliyorsunuz?"
Soruya Abdullah İbn Mesud (r.a.) cevap veriyor:
"Engin vâdilerden." Bu kelimeler, Arab Lisanında seçme kelimelerdendi. Kur'an-ı Kerim'in Beytullah'a yönelenler için kullandığı kelimelerdi. Azdı, özdü, seçmeydi.
Tekrar soru geldi: "Nereye gidiyorsunuz?"
Cevap: "Tarihin derinliklerinden gelen Beyt'e!"
Bu da öyleydi. Ömer (r.a.) dayanamadı: "İçlerinde gerçek bir ilim ehli var."
Seçme olduğu kadar aynı zamanda Arap Lisanında kafiyeli olan iki kısa cevap, bütün dikkatleri çekmeye yetmişti.
Ömer (r.a.) bu kişiyi merak etmişti. Onun isteğiyle konuşma devam etti:
"Kur'an-ı Kerim'in en derin mânâ yüceliği taşıyan âyeti hangisidir?"
"Hayy ve Kayyûm olan O Allah'tan başka hiçbir ilah, hiçbir mabûd yoktur…" (Bakara 2/255) (Yani, Ayetü'lKürsî)
"Hangi âyet hüküm açısından en kapsamlı, kesin ve net hükümler bildirir?"
"Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya, yakınlara yardım etmeyi emreder. Rezil ve çirkin işleri, kötülük ve azgınlığı yasaklar.
Düşünüp, ibret alıp tutasınız diye sizi irşad eder." (Nahl 16/ 90)
"Hangi âyet daha çok manayı, öz olarak zikreder?"
Cevap:
"Kim zerre kadar hayır işlerse, onun karşılığını görür. Kim de zerre miktarı şer işlerse o da onun karşılığını görür." (Zilzâl 99/ 78)
"Hangi âyet, gönle daha çok korku veriyor?"
Cevap:
"Ne sizin hayal edip bekledikleriniz, ne de ehl-i kitabın kuruntuları gerçektir. Kim bir kötülük işlerse onun cezâsını görür ve o kendisine Allah'tan başka ne dost, ne de yardımcı bulanacaktır." (Nisa, 4/123)
"Hangi âyet gönle daha fazla ümit veriyor?"
Cevap:
"Ey günah işleyerek nefsine zulmeden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allah, bütün günahları affetmeye kâdirdir. O, sonsuz rahmet ve mağfiret sahibidir." (Zümer, 39/ 53)
Sonuncu soru geliyordu:
"İçinizde Abdullah İbn Mes'ûd mu var?"
Cevap: "Allah aşkı için, evet!"
Abdullah (r.a.), yine Irak'tan Beytü'l Atîk'e geliyordu. "Rebeze" denilen mevkîde ulaştıklarında kendini yeni bir olayla karşı karşıya buluyor, beklemediği bu olayla derinden sarsılıyordu:
Allah Rasûlü'nün vefalı dostlarından, gerçek bir zâhid ve mücâhid olan Ebu Zer el-Ğıfarî, hanımı ve hizmetini gören bir kişinden başka yanında hiç kimse yokken Rebeze'de ruhunu teslim etmişti. Ölmeden önce yaptığı tavsiye üzerine cenâzesi, hanımı ve hizmetini gören bu kişi tarafından, yol üstüne çıkarılmıştı.
Bu manzarayı gören ve vefat edenin aziz dostu Ebu Zer olduğunu öğrenen Abdullah İbn Mesud, göz yaşlarını tutamamış, dostunu bağrına basmış, kendi cübbesiyle kefenlemiş, onu sahranın sakin kucağına defnetmişti. Daha sonra hanımını ve hizmetini gören insanı da yanına alarak Beytullah'a doğru yola devam etmişti…
Bu ilim, ihlâs ve cesâret yüklü sahâbî, Kufe'de binlerce gönül fethettikten, insanı hayranlığa boğacak, coşturarak yüzlerce, binlerce talebe yetiştirdikten sonra Medine'ye dönüyor, hayata gözlerini Medine'de, Allah Rasûlü'nün yakınında yumuyordu.
Dünya hayatını terkederken de Zikri Hakim'i, vahy tazeliğinde okumaya devam ediyordu…
O, geriye basit bazı ev eşyâsı, cihad için hazır duran silahlarından öte bir miras bırakmadı. Yıllardır devlet hazinesinden kendisine tahsis edilen maaşı da almamıştı.
Ancak o, geride her biri ayrı bir hazine olan ilim yüklü bir ordu, unutulamayacak hatıralar bırakmıştı…
Onu hayırla yâd ediyor, ilmî mirasını, üzerimizdeki hakkını elbette ki unutmuyoruz.

DİPNOTLAR:
1: Müstedrek, Marifetüs-Sahâbe (3/ 358-359) 2: Sahîh-i Buharî, Marifetü's -Sahâbe (3/361) M. Tefsir İbn Kesîr (1/392) El- Bidâye (4/169) 3: Bu silsilenin uzantısı ile ilgili ayrıca bilgi verilecektir. 4: Abdullah İbn Mesud hakkında geniş bilgi ve araştırma için bak: Sîratü İbn Hişâm: 1/ 314-315-325-635-636. / Sahîh-i Buhârî (13/ 322-323) / Umdetü'l-Kârî (13/ 322) / Sahîh-i Müslim (4/ 1910 -1914) / Hilyetü'l-Evliyâ (1/ 124-139) / El-Müstedrek (3/ 353) / El -İstîâb (2/ 316-324) / El-Bidâye (7/ 169- 170) / Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ (1/ 461-500) / Suverun min hayatis -Sahâbe (2/21 -36)



Şerafeddin Kalay
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi enderhafızım 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
En Pratik Sağlık Bilgileri Pratik / Faydalı Bilgiler enderhafızım 0 81 14 Ekim 2023 12:10
Kur'an Güzel Konuşun Diyor, Konuşuyor... Serbest Kürsü su damlası 3 2336 24 Kasım 2016 13:16
Geeflow - Diriliş (15 Temmuz Darbe Rap Şarkısı) İlahiler/Ezgiler enderhafızım 0 1932 23 Kasım 2016 11:06
Otuz Kuş & Dursun Ali Erzincanlı (Şehit Ömer... İlahiler/Ezgiler Esma_Nur 1 2682 23 Kasım 2016 10:44
15 Temmuz Demokrasi Marşı (İndir) İlahiler/Ezgiler enderhafızım 0 2246 23 Kasım 2016 10:10

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Bu Kahveyi İçmek Cesaret İster.)) Mihrinaz Komik Paylaşımlar 8 24 Temmuz 2022 23:12
Sevginin kantarı fedâkârlıktır (Abdullah Zü’l-Bicâdeyn)(Çifte çul sahibi Abdullah) enderhafızım Ashab-Kiram(r.a) 1 04 Eylül 2014 17:59
Evdeki yaşlılar, bereket direği ve musibet dâfiasıdır… EyMeN&TaLhA Makale ve Köşe Yazıları 1 01 Temmuz 2013 23:33
Peygamberimiz (sav)'in bereket için ettiği duaların kabul edilmesi NUR Hz.Muhammed(s.a.v) 0 23 Mart 2009 15:50
Bereket Emekdar Üye İslami Kavramlar 0 29 Nisan 2008 11:30

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.