Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Ashab-Kiram(r.a) (https://www.forum.medineweb.net/217-ashab-kiramra)
-   -   Hangi sahabe olmak isterdiniz medineweb? (https://www.forum.medineweb.net/ashab-kiramra/4537-hangi-sahabe-olmak-isterdiniz-medineweb.html)

medinelii 09 Temmuz 2008 14:30

Hangi sahabe olmak isterdiniz medineweb?
 


Hep birlikte hem sahabilerimizi unutmama adına hemde efendımızın övgüsüne mAHzar olmus bu yıldızların hayata bakışlarını ve en cok sevdıgınız davanıs ve yönlerini birbirimizle paylaşalım..

ben hz osmanın haya padışahı olmasını ve meleklerın bile ondan haya etmesını sevıyorum

benden sonraki hz. ebu bekir (r.a.) hangi yönünü çok sevdiğini söylesin.

medinelii 09 Temmuz 2008 14:43

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
haklısın, ne buyuk dost o...

benden sonraki hz. Ali(r.a.) hangi yönünü çok sevdiğini söylesin

Muhteşem 09 Temmuz 2008 14:46

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
(h.z ali allah-ın aslanıdır ) ve kensine her zaman imrenir ve yerin olmak isterdim birde onun bir kılıcı vardır kimsede olmayan heralde bu açıklama kafi gelir

aadiguzel 09 Temmuz 2008 14:46

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Hz. Ali efendimizin ilmine ve ferasetine hayranım.

O ilimden bir Parça Rabbim bize de nasip eylesin.

Amin...

medinelii 09 Temmuz 2008 14:51

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
cevabı veren dostlarıma tsk ediyorum.. sizden sonra baska bır sahabeyı anmamız için

benden sonra şu sahabenın hangı yonunu sevdıgın soylesın dersek devamı saglamıs olacagız

Allah razı olsun sizden, hadı devam

benden sonraki eyub el ensarı hazretlerının hangı yonunu sevdigini soylesın

Muhteşem 09 Temmuz 2008 14:54

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
istanbulu fethetmek için yola çıktığında çok yaşlıydı ve öleceğini biliyordu beni istanbula en yakın yerde gömün dedi mübaret allah dostuydu yatrken abdessiz yatmazdı ..

medinelii 09 Temmuz 2008 14:55

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
senden sonra hangı sahabeyı anlatacagız abiiii...... hanı yazacaktın???:))

medinelii 09 Temmuz 2008 15:41

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
pekii:) benden sonraki abdullah bin amr (zülbicadeyn)(efendimizin çift çullu lakabını taktıgı sahabı) hazretlerinin hangi yonunu sevdigini söylesin...

Huzurİslam 09 Temmuz 2008 15:50

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiği her şeyi yazmak için izin istemiş ve aldığı müsaade üzerine çok hadis-i şerif yazmıştır. Yedi yüz civarında hadis-i şerif rivayet etmiştir. Resulullah'tan bizzat işiterek rivayet ettiği hadis-i
şerifleri Sahife-i Sadıka adı verilen bir mecmuada (küçük kitapta) toplamıştır. (peygamberimizin rivayet ettiği herşeyi yazmasıdır.ne güzel bir davranışdır )


benden sonraki
Hz. Zeyd Bin Sabit i yazsın inşAllah

KEVİR 09 Temmuz 2008 23:02

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Zeyd bin Sabit peygamberin tercümanıdır. Bedir esirlerinden okuma yazma öğrendi. müslüman olduğunda 11 yaşıındaydı.

peygamber bir gün ona "Ey Zeyd! Benim için yahudilerin yazısını öğren, çünkü ben söylediğim şeylerde onlardan emin olamıyorum." dedi. oda bunun özerine ibraniceyi öğrendi.Böylece Peygamberimizin tercümanı oldu. Hatta Zeyd Hazretlerinin dil öğrenme konusundaki üstün yeteneği sayesinde İbranice'den başka Rumca, Habeşçe, Süryanice ve Mısırlıların dillerini de biliyordu, diye rivayet edilmiştir.

benden sonraki Ebu zer hazretlerinden den haber versin

AŞK'ÜL İSLAM 09 Temmuz 2008 23:08

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Tasavvufun babası derler kendisine :)
Genç yaşta Ebû Zerr hazretleri bir gün, birdenbire değişerek mesleğini bırakıp haniflerden oldu. İslâm'ın henüz zuhur etmediği bir zamanda Allah yolunu tuttu. Öyle ki, etrafındakilere, "Allah'tan başkasına ibadet edilmez. Putlara tapmayınız, onlardan hiçbir şey istemeyiniz!" demeye başladı. Böylece hak yolunu bulmuş ve lebbeyk demişti. Bu husustaki ifadesine göre, müslüman olmadan üç yıl evveline kadar kendine mahsus bir şekilde Allah'a ibadet ettiğini ifade etmiştir.]Benden sonra, Hz. Ömer gelsin :)

fatihölmez 09 Temmuz 2008 23:13

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
O Hz. Ömer'ki Adaletini Severim.

Heybetini Severim.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Hey Gidi Peygamber Efendimiz(S.A.S)Öldürmeye Gidecekken Nasıl Bir Müslüman Oldu.

Ben Hz.Ömerin Kendisini Severim.

Allah Ondan Razı Olsun!

_______________


küçük harf kullanalım..!! yönetim

medinelii 10 Temmuz 2008 09:37

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
yağmurumdan sonra MUAZ BİN CEBEL (Radıyallahü Anh). hazretlerının hangı yonunu sevdigimizi söyleyelım?

medinelii 11 Temmuz 2008 12:40

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Adi, Muaz b. Cebel b. Amr b. Evs el-Ensâri el-Hazrecî'dir.On sekiz yasinda müslüman olmustur. Peygamber Efendimiz'le birlikte bütün savaslara katilmistir. Rasûlüllah (s.a.s) onu Muhâcirînden Abdullah b. Mes'ud ile kardes yapmisti. Muhammed b. Sa'd: "Muaz, uzun boylu, beyaz tenli, güzel disli, iri gözlü, çatik kasli ve kivircik saçliydi" diye tanimlamistir.


efendımızı "ey muaz seni seviyorum" hitabına mazhar olan buyuk zatın en cok ince düşünme yetenegini seviyorum, bu ben ıcok etkılemıstır..

benden sonra gelen MUS'AB Ibn UMEYR (r.a) nın hangı özellgını sevdıgını söylesın

AŞK'ÜL İSLAM 11 Temmuz 2008 18:12

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Ah ah... Okursanız eğer o muhteşem sahabinin hikayesini anlatayım sizlere... Öyle ki gözünüz, gönlünüz dolu dolu olsun...

Adımlarıyla yangın çıkartan gencin, kömürden pencerelerinin önünden ne zaman geçeceğini merak ediyor Mekkeli kızlar. Asaletin, ince hattıyla resmettiği yüzünü ne zaman çerçeveleyeceğini sokaklarının. Kokusunu taşıyan rüzgârın bölüşülemediği pazarlarda fiyatlar yükselip duruyor hep. Hep alışverişe gitmeye hazırlanıyor Mus’ab. Hep alışverişten dönüyor. Sahip olduklarıyla sahip olmadıklarını satın alıyor hep. Üzerine titreyen zengin bir anne babaya sahip olmak, sahip olduğu şeyleri çoğaltıyor: Kervancılar en iyi kumaşlarını, en güzel kokularını, en nadir yemişlerini onun için taşıyorlar. Hadremut, onun ayaklarına bir çift ayakkabı yapabilmek için onlarca ceylanı çölden koparmaya hazır. Mus’ab’a yalnız ailesi değil kader de cömertliğini esirgemiyor: Güzel bir yüz, biçimli bir beden, gür ve kıvırcık saçlar, zekâ, akıl, hitabet ve bu harikulade harmanı koruyan soyluluk… Aklı, taşlara tanrı rolü verilmesini yadırgıyor. Taşlar yerli yerine oturunca da bir boşluk çıkıyor ortaya; neyle dolduracağını bilmediği. “Görün bana hakikat!”dese de her gün, hakikat komutla ortaya çıkmıyor. O günlerde “arayanlar”ın yolu ise mutlaka Erkam’ın Evi’ne çıkıyor. Zira Mekke’nin bu esrarengiz evi bir mücevher mahfazası gibi saklıyor hakikati.

Kapıyı bir kölenin açması doğal, peki köleyle efendinin birbirlerine sarılıp ağlaşmaları! Eski bir köle Habbab bin el-Eret, yeni bir kul Mus’ab bin Umeyr! Çünkü açılan kapıdan girdi içeriye ve O’na götürüldü. Çünkü O’nun yüzünü gördü ve dudaklarındaki her kelimenin, hakikatin nadide parçaları olduğunu fark etti birden. Mus’ab hayatının en büyük alışverişini işte o gün gerçekleştirdi. Erkam’ın evinden çıkarken her şeyini bıraktı orada. Bütün elbiseleri eskimiş, bütün ayakkabıları delinmiş, bütün yemişleri çürümüştü. Bütün sevgililere sevgilerini, bütün çiçeklere kokularını geri vermişti. Erkam’ın evinden çıkarken yanında yalnız kalbi vardı. Bir bahar temizliğinin ardından Son Peygamber’in kelimeleriyle boyanan kalbi.

Vücutta öyle bir parça vardı ki o değiştiğinde her şey değişirdi. Böyle diyordu Nebî. O değişti. Her şey değişti Mus’ab’ın hayatında. Öncelikleri göz açıp kapayıncaya kadar yerlerini terk ettiler. Hz. Peygamber’in(sas) yanında olma, namaz ve İslâm’a dâvet doldurdu boşalan yerleri. Osman bin Talha onu çarşılarda ararken namazda bulunca dehşetle koştu ailesine. Annesi Hamne’ye, “Oğlun namaz kılıyor!” dedi büyüyen gözlerle. “Demek namaz kılıyor!” dedi anne bir belaya uğramışçasına. Üzerine titrediği, kendi elleriyle giydirip, güzel kokular sürdüğü oğlu namaz kılıyordu ha! Sözle ikna edilemeyince dininden dönmeye, baba evinin mahzenine hapsedildi Mus’ab. Annesinin ve babasının gardiyanlığında günlerce aç susuz kaldı. Habeşistan yolu görünmüştü kapı aralandığında.

İki kez Habeşistan’a hicret etti; zira değişmemişti Mekke. Yumuşamamıştı siyah kayalar. Fakat güvende olmak da neydi Habeşistan’da, Mekke’deyken Peygamber. Sonunda dayanamayıp döndü yurduna. Burada sözü bırakalım Hz. Ali’nin dudaklarına: “Rasûlullah ile oturuyorduk. Bu sırada Mus’ab bin Umeyr geldi. Yamalı bir elbise vardı üzerinde. Bu manzara karşısında gözyaşları hücum etti mübarek gözlerine Rasûlullah’ın ve dilinden şu kelimeler döküldü: ‘Kalbini yüce Allah’ın aydınlattığı şu adama bakın! Anne ve babası en iyi yiyecekleri ve içecekleri sunuyordu ona. O Allah için her şeyi terk etti. Allah ve Rasûlü’nün sevgisidir onu bu hale getiren!’”.

Sevgi insana neler yaptırmaz ki! Bütün dünyayı karşısına almak pahasına “Seni kendi nefsimizden üstün tutacağız!” dedirtir insana. İlk Akabe Bîatı’nda Medine’den gelen on iki kişinin bağlılık yeminlerinin ilk cümlesidir bu. Bu bir avuç müslüman, inançlarını kesin sözlerle mühürledikten sonra “Ensar” yani “Yardımcılar” olma şerefini elde etmişler, bununla beraber İslâm’ı öğretecek bir “Yardımcı” daha istemişlerdir Son Peygamber’den. İşte Allah’ın Elçisi’nin gönderdiği elçidir Mus’ab bin Umeyr. Elçiler gönderildiği makamı temsil ederler. Mus’ab, güleryüzü, nezaketi, tatlı dili ve güzel ahlâkıyla efendisini temsil etmeye gider Medine’ye. Es’ad bin Zürâre’nin evini bir Kur’an okuluna dönüştürür. Medinelilere tebessümüyle tatlandırarak anlatır İslâm’ı. Namaz kılacakları zaman imamları, ihtilaf ettikleri zaman hakemleri olur. Hz. Peygamber’in izniyle İslâm tarihinin ilk Cuma namazını kıldırır Sa’d bin Hayseme’nin evinde. Ve sonunda Medine’nin bütün evleri tek tek aydınlanmaya başlar. Bu durumdan endişelenenler de vardır; değişimle birlikte toplum içindeki yerlerini kaybedeceklerini düşünenler… Kabile reislerinden Useyd bin Hudayr da onlardandır. Mızrağıyla dalar Mus’ab’ın hitap ettiği topluluğun içine ve gürler: “Buraya zayıf akıllıları aldatmak için mi geldiniz! Canınızdan olmak istemiyorsanız terk edin burayı!” Mus’ab savrulan tehdidi güler yüzüyle savuşturmuş, “Biraz soluklanıp sözüme kulak verir misiniz? Hoşunuza gitmezse söylenenler, derhal ayrılırız yanınızdan,” diyerek İslâm’ın ne anlama geldiğini tatlı tatlı anlatmış, Kur’ân’dan âyetler okumuştur. Useyd mızrağını yere saplamış ve “Ne güzel! Ne güzel!”diye haykırmıştır birden. Sonra sormuştur heyecanla Mus’ab’a: “Bu dine nasıl girilir!”

Mus’ab yalnız bu dine nasıl girileceğini değil, bu dinin nasıl yaşanacağını da göstermiştir insanlara. İkinci Akabe Bîatı’na Medine’den katılan ve Son Peygamber’in “Kanınız kanımdır… Affınız affımdır… Ben sizdenim, siz benden!” sözleriyle onurlanan yetmiş beş kişinin başındadır o. Medine’yi efendisinin teşrifine hazırlayandır o, Bedir’de sancağını yükselten… Ve nihayet Uhud’ta bir kez daha taşıma şerefi bahşedilen mübarek sancağı. Son Peygamber sanılarak önce sağ kolu kesilen, sancağı sol eline alınca sol koluna kılıç indirilen. İki kesik kolla sancağı göğsüne bastırıp “Muhammed ancak rasûldür. Ondan evvel daha nice peygamberler geçmiştir” âyetini okuyarak Hz. Peygamber’e siper olmaya devam eden. Sonunda İbn Kâmia’nın mızrağıyla şehadet makamına yükselen… Son Peygamber’in şehit olduğundan habersiz “İleri ey Mus’ab! İleri!” diye bağırdığı arkasından. Mus’ab suretinde sancağı taşıyan meleğin, “Ben Mus’ab değilim!” dediği an. İşte o an!

Nebî’nin yine gözlerinin dolduğunu görüyor Hz. Ali. Ahzab Sûresi’nden okuduğu âyetlere kulak kesiliyor, nâşının başucunda: “Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah’a verdikleri sözde sadakat gösterdiler. Onlardan bazıları şehit oluncaya kadar çarpışacağına dair yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehit olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler
...

Benden sonra, Hz. Fatıma r.aleyha teşrif etsin inşaallah...

Muhteşem 11 Temmuz 2008 18:22

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Hz. Fâtıma, Hicret’ten 11 yıl önce, Cemaziyelahir’in 20. gününde, Mekke’de dünyaya gelmişlerdir.

Hz. Fâtıma; Hz.Peygamber’in, Hz.Hatice’tül Kübra’dan doğan ikisi erkek, dördü kız olan çocuklarından, hayatta kalan tek kızlarıdır. Diğer evlâtları, kendi zamanlarında genç yaşlarda âhiret âlemine göç etmişlerdir. Bu nedenle Hz.Peygamber’in nesli, Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ’dan yürümüştür. Hz.Peygamber’de bu konu da şöyle buyurmuşlardır:

“Gerçekten de Allah her Peygamber’in soyunu o Peygamber’den yürüttü; benim soyumu ise Ebû Tâlib oğlu Ali’den izhâr etti”

Hz.Fâtıma’nın künyeleri; Ümm’ül Hasan, Ümm’ül Hüseyin ve Ümm’ül Muhsin’dir.

Mübarek lâkabları ise; Sıddıyka (Gerçekleyen, özü-sözü tam gerçek olan), Mübâreke (Kutlanmış, kutlu olmuş), Tâhire (Tertemiz), Zekiyye (Arınmış), Râdıyye (Allah’tan râzı olmuş), Mardıyye (Allah râzılığını kazanmış), Muhaddise (Allah ilhâmiyle söz söyleyen), Betül (Arınmış), Zehrâ (Parıl parıl parlayan), Seyyide (Kadri yüce ve ulu) ve Meryem’ül Kübra’dır (Ulu Meryem).

Hz.Fâtıma söz ve söyleyiş bakımından, Hz.Resûl-ü Ekrem’e pek benzerlerdi.
Hadîs kitapları, Hz.Peygamber’in; “Fâtıma bendendir, onu kızdıran, beni kızdırmıştır.”, “O, benim kızımdır; vücudumdan bir parçadır; onu inciten beni incitmiştir.” buyurduklarını yazarlar.

Hz.Resûlullah’a, en çok kimi severlerdi diye sorduklarında; ”Fâtıma’yı” derdi. Erkeklerden kimi severlerdi sorusuna da; “Ali’yi” diye cevap verirdi.

Hz.Hatice’tül Kübra, Hz.Muhammed’in Peygamberliğinin 10. yılında, Hicretten 2 yıl önce (Milâdi 620) Mekke-i Mükerreme’de Hak’ka kavuşmuştur. Esasen büyük ruhlu yaratılmış olan Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ, Hz.Peygamber’e, âdeta koruyucu bir melek kesilmişti. Bu yüzden de Hz.Muhammed, Hz.Fâtıma’ya; “Ümmi Ebîhâ”(Babasının anası) lâkabını vermişlerdi.

Hz.Peygamber’in sevgili kızları Hz.Fâtıma’yı almak, bu şerefe ulaşmak isteyenler çoktu; fakat Hz.Resûl-ü Ekrem, her isteyene, Allah’ın emrini beklediklerini söylüyorlardı. Hz.Ali’de Hz.Fâtıma’yı istemeyi kurmakta; fakat bunu, bir türlü açamamaktaydı. Nihayet sahâbenin teşvikiyle durumu Hz.Resûlullah’a arzetti. Hz.Resûl, bu isteği ilâhi emre uygun bulup Hz.Fâtıma’ya konuyu açtılar. Hz.Fâtıma, utançlarından hiçbir söz söylemediler. Hz.Fâtıma’nın sükûtunu ikrâr sayan Hz.Resûl-ü Ekrem, bu durum üzerine nikâh hutbesini ve akid sigasını, ashâbın topluluğunda okudular, evlilik hazırlıklarına başladılar. Hz.Muhammed daha sonra sevgili kızı Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ’yı, Hz.Ali’nin evlerine, gösterişsiz bir düğün alayıyla, fakat ilâhi bir sevinçle gönderdiler. Kendileri de gidip her ikisine hayır duâ da bulundular; böylece nûr nûra kavuştu.
Hz.Fâtıma’nın, Hz.Ali ile Hicret’in 2. yılının son ayı olan Zilhicce ayında olan bu evliliklerinden; Hz.İmâm Hasan, Hz.İmâm Hüseyin ile doğmadan düşen ve adı Hz.Peygamber tarafından konulan Muhsin ile Zeyneb ve Ümmü Gülsüm dünyaya gelmişlerdir.

Bu evlilik için Hz.Peygamber şöyle demiştir:

“Ey Fâtıma, seni ilim bakımından en yüksek, ahlâk bakımından en ileri, Müslümanlığı kabul bakımından en önde gelen biriyle evlendirdim.”

Hz.Fâtıma’nın tüm yaşamı zorluklarla, güçlüklerle doludur. Çocukluğu İslâmiyetin ilk yıllarına rastlar.

Hz.Fâtımâ’nın İslâm Peygamberi’nin kızı oluşu ve Hz.Ali gibi yüksek erdemlerle dolu bir insanın eşi oluşu, gerekse İslâmiyetin doğuşu ve gelişmesine en yakından şahit oluşu, kendisine derin bir kavrama ve sezme yeteneği ile anlayış kazandırmıştır. Hz.Fâtıma da, güçlüklerle dolu zor bir yaşam sürdüren insanlara özge, bir zeka ve kavrayış vardı.

Hz.Muhammed; “Ali olmasaydı” buyurmuşlardı; “Fatıma’ya lâyık bir eş bulunamazdı.”

Hz.Peygamber, Hz.Fâtıma hakkında:

“Hz.Fâtıma’nın cennet kadınlarının, inanan kadınların, Muhammed ümmetinden olan kadınların, yani bütün kadınların en üstünü ve ulusu olduğunu“ bildirmişlerdir ki; bu husustaki hadîsleri, bütün hadîs, ricâl sahipleri tarafından tefsir edilmiş ve tarih kitaplarında yazılmıştır.

Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ, anneleri Hz.Hatice’tül Kübra’dan kalan mirası, tamamıyla İslâm uğruna Hz.Peygamber’e vermişler ve bu uğurda harcamışlardır. Kendileri de bütün hayatı boyunca geçim sıkıntılarına tahammül etmişlerdir.

Hz.Muhammed’in Hak’ka kavuşmasından sonra, Hz.Fâtıma’nın hiçbir zaman gülmediği ve gönlünden hiçbir sûretle üzüntüsünün gitmediği bir gerçektir. O kadar ki, bir gün Medine halkı ağlayıp inlemelerinden teessür duyarak dediler ki;

-Ey Resûlullah’ın kızı, ya gündüz ağla gece dinlen, ya gece ağla gündüz acıya dayan. Böylece halk biraz rahat yüzü görsün.

Hz.Fâtıma, halkın ricâsını kabul etti. Geceleri ağladı, gündüzleri sabır dağı ile yüreğini dağlayıp tahammül gösterdi.

Hz.Peygamber’in, Hak’ka kavuşmasından hemen sonra yaşanılan ve gelişen olaylar Hz.Ali ve Hz.Fâtıma için bir o kadar da üzüntü kaynağı olmuştur. Daha Hz.Peygamber’in naaşı yıkanmadan halîfelik kavgalarının başlaması, Hz.Ali’ye vasiyyet edilmiş olan halîfeliğin, çeşitli hile ve aldatmalarla nasıl alınacağının hesaplarının yapılmış olması, yüreklerinden hiçbir zaman dünyevi ihtirâslarını çıkartmayan insanların, bu kadar çabuk arsızlaşmaları, her ikisini de derin bir üzüntüye boğmuştu.

Nitekim kendi aralarında toplanıp, halîfe seçtikleri Ebû Bekir; halîfeliğini kuvvetlendirdikten hemen sonra, Hz.Peygamber’in sağlığında iken kızı Hz.Fâtıma’ya ve “Ehl-i Beyt”e vermiş olduğu Fedek hurmalığından, Hz.Fâtıma’nın adamlarını çıkartmış ve araziyi beyt’ül-mâl (devlet malı) adına zabdetmişti.

Hz.Peygamber Fedek Hurmalığını; Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlerde belirtilen emir üzerine, en yakını olan kızı Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ’ya vermişlerdi. Burası Hayber fethinde, kendi hisselerine düşmüştü. Bu konudaki âyetler de şunlardır:

“Hısımlara (akrabalara), yoksullara, yolda kalmışlara, haklarını ver, malını ulu orta saçıp dağıtma.” (İsrâ 26. âyet)

“Hısıma (akrabaya), yoksula, yolcuya haklarını ver, bu hâl Allah’ı hoşnut etmek isteyenler için daha iyidir, umduklarına erenler de onlardır.” (Rûm 38. âyet)

Hz.Fâtıma, Fedek hurmalığının hasılatını yoksullara verirdi. Hz.Fâtıma’nın Ebû Bekir’e müraacatları; Hz.Ali, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin ile Ümmü Eymen’in şahitliklerinin kabul edilmeyişi, hadîs ve tarih kitaplarının yazdıklarından anlaşılmaktadır.

Hz.Fâtıma, Fedek hurmalığının zabtı dolayısıyla Mescid-i Nebevî’ye gelmişler, orada pek dokunaklı, pek beliğ bir hutbe îrâd buyurmuşlardı:

“Önce Allah’a hamd-ü senâ, Resûl’üne ve «Ehl-i Beyt»ine salât-ü selâmdan, Allah’ın lûtuflarını, nimetlerini bildirip, Resûl’ünün ve «Ehl-i Beyt»inin fazîletlerini beyân buyurduktan sonra İslâmın esaslarını, imânın, namazın, zekâtın, orucun, ihlâsın, haccın, adâletin, imâmetin, cihâdın, sabrın, ma’rufu buyurmanın, münkeri nehyetmenin , anaya-babaya itâatta bulunup onları gözetmenin, yakınlarla buluşup onları korumanın, kıssâsın, nezre ve vefâda bulunmanın, ölçeği, teraziyi doğru tartmanın, farzların ve haramların teşri’i hikmetlerini açıkladıktan sonra” şöyle devam etmişlerdi:

“Bilin ki ben Fâtıma’yım; babam Muhammed. Ne söylüyorsam yanlış değil; ne yapıyorsam yersiz değil. Muhammed’i üstün tutuyorsanız, onu tanıyorsanız, bilmeniz gerek ki; O sizin kadınlarınızın babası değil, benim babamdır; sizin erkeklerinizin değil, benim amcamın oğlunun kardeşidir. Putları o kırdı; küfrün, şirkin sergerdelerini o yüz üstü serdi. Sonunda toplum bozguna uğradı; ardını dönüp kaçtı. Gece, sabahtan sıyrılıp gizlendi, âlem aydınlandı; Hak ve hidâyet, zulmetten kurtuldu, ışıyıp göründü; âlemi ışıttı. Din önderi söze geldi; yol kesenlerin dilleri kesildi; sustular; şeytanlar lâl oldular, sözden kaldılar; nifaka uyanlar, helâk olup gittiler; küfrün, azgınlığın düğümleri çözüldü; siz de ibâdetten, oruçtan karınları aç, yüzleri ak olanlarla beraber ihlâs sözünü söyler oldunuz.”

Hastalıklarında, kendilerini ziyarete gelen kadınlara hitabeleri de belâgate bir numunedir. Onun da bir kısım çevirisini sunuyoruz:

“Dünyadan usanarak sabahı ettim; adamlarınızdan, erkeklerinizden ikrâh ederek bugüne yettim. Sınadım da attım, uzaklaştırdım kendimden onları; denedim de vazgeçtim onlardan, kötü buldum onları. Ne de çirkin şeydir kılıcın keskin yüzünün gedilmesi; gerçekten sonra olmayacak oyuna gidilmesi; mızrakların kırılması; yanlış düşüncelere sapılması; insanın, hevâ ve hevese kapılması.

Gel de kulak ver, dinle: Yaşadıkça zaman, sana ne şaşılacak şeyler gösterecek; şaşmak istersen, onların sözleridir ancak seni şaşırtacak, ömrüme yemin ederim ki bu yaptığınız işler gebedîr; bekleyin bırakacağı anı; sonra da tutun tâze kanla, zehirle, öldüren sitemle dopdolu kâseyi, o kâsedeki kanı.

«Allah’ın azap hakkındaki fermanı gelince işler doğrulukla biter (doğrular kurtulur, doğru olmayanlar azâba duçar olurlar), bâtıla sülûk edenler (bâtıl yolunu tutanlar), işte o zaman ziyana uğrayacaklar.» ( Mü’min 78. âyet)

Sonra gelenler ise, işi önce kurup düzenlerin ne yaptıklarını, sonunda anlarlar, bilirler.

Bundan böyle rahatça oturun, tam inançla fitneyi bekleyin durun. Müjde olsun size; kesip biçen kılıç geliyor; zâlimlerin her yanı kaplayan hükümleri yürüyor. Hakkınızı çarpıp almadalar; toplumunuzu darma-dağan etmedeler. Size son pişmanlık gelip çatar; nice olur hâliniz o zaman ki şimdi görmedikleriniz meydana çıkar.

«Nûh dedi ki: Ey kavmim! Ne dersiniz? Rabbim tarafından açık bir mucizem olsa, tarafından bana bir de nübüvvet ihsân etse, bu husus ise size kapalı kalsa siz onu istemediğiniz halde ben sizi ona zorlayabilir miyim? » (Hûd 28. âyet)

Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a, onun salâvatı, Peygamberlerin sonuncusu, gönderilenlerin ulusu Muhammed’e.”

Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ, “Ehl-i Beyt”ten gelen rivâyetlere göre; Hz.Peygamber’in Hak’ka kavuşmalarından 6 ay sonra, Hicret’in 11.yılı (Milâdi 632) Cemaziyelahir ayının 13. gününde Hak’ka kavuşmuş ve bu fânî dünyadan ebedî âlem olan âhiret yurduna göç etmişlerdir. Hz.Fâtıma, Hak’ka vuslat ettiklerinde 22 yaşında idi.

Hastalıklarında kendilerini ziyarete gelen, Ebû Bekir ve Ömer’e dargınlıklarını bildirmişler ve Hz.Ali’ye, cenazelerini gizlice defnetmelerini vasiyyet buyurmuşlardır. Hz.Ali de, kendilerini geceleyin defnederek vasiyyetlerini yerine getirmişlerdir. Defnedildikleri yer Medine’deki Baki Mezarlığı’dır.

En doğrusunu Allah bilir.

Muhteşem 11 Temmuz 2008 18:38

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
ŞİMDİDE mus ab bin ümeyri anlatsın biri rica etsek:::::

medinelii 13 Temmuz 2008 15:18

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Alıntı:

Resûlullah’ın yardımcısı olan Zübeyr’im
Aşere-i Mübeşşere’dendir Hz. Zübeyr’im.
Cennetle müjdelenenlerden Hz. Zübeyr’im.
“Ashabû’s Şûra”dan olandır Hz. Zübeyr’im.
“Danışma Kurulu”ndan olan Hz. Zübeyr’im.
Hz. Peygamber’in has dostu olan Zübeyr’im.
abi... ne güzelk yazmıssın boyle... ben bu sahabıyı ve bu isimi hakkıyla tasıyan herkesi çok severim!!:)
Alıntı:

Okumuyorsunuz amaaa :(
Yukarda verdişim ya o muhteşem insanı anlattım...
Musab'ı....
gözyaslarıyla okudum yagmur, allah razı olsun

benden sonra Hz. Abdurrahman b. Avf hazretlerının hangı yonunu cok sevdıgını soyle bakalım

Huzurİslam 14 Temmuz 2008 01:30

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Rasûlullah'in hayatta iken Cennetle müjdeledigi on sahâbîden ve Ilk müslümanlardan biri. Kureys* kabîlesinin Zühreogullarindan Hâris'in oglu olup Câhiliyye* devrinde asil adi Abdulkâ'be veya baska bir görüse göre Abdu Amr idi.

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Erkam'in evindeki faaliyetlerine basladigi günlerde Islâm'a giren Abdurrahman'a bu ismi Rasûlullah vermistir. Ebû Muhammed künyesi ile taninan Abdurrahman'in annesi Sifâ binti Avf b. Adi'l-Hâris b. Zühre b. Kilâb idi. Rivâyete göre Abdurrahman 'Fil Olayi'ndan yaklasik yirmi yil sonra dünyaya gelmisti.

Abdurrahman b. Avf (r.a.) Ilk müslümanlardan olmasindan dolayi Kureys'in zâlim tutumuna dayanamayan ashâb ile birlikte Habesistan'a yapilan Iki hicrete de katIlmisti. Nihayet Rasûlullah, ashâbi Medine'ye hicret etmeye tesvik edince, o da diger ashâb ile birlikte hicret etmisti. Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'de Ensâr ile Muhâcirler arasinda kardeslikler ilân edince Abdurrahman b. Avf ile Ensâr'dan Sa'd b. Rabî'i kardes ilân etmisti

Ensâr'in ileri gelenlerinden Sa'd b. Rabî' 'Din kardesi' Abdurrahman'a sunlari söylemisti:

"Benim bir hayli malim vardir. Bunun yarisini sana veriyorum. Ayrica Iki esim vardir. Bunlardan birini bosayacagim, iddeti bitince onu nikâhlarsin." Bu büyük âlicenaplik karsisinda Abdurrahman b. Avf kardesine sunlari söylüyordu:

"Cenâb-i Allah malini ve aileni sana mübarek eylesin. Senin bu davranisina karsi Allah ecrini versin. Sen yalniz bana çarsinin yolunu göster, benim için yeterlidir."

Abdurrahman b. Avf (r.a.) ticaret hayatini çok iyi bilen Kureys içinde büyüdügü için bu isin tam bir uzmani olarak Medine çarsisinda alisverise baslamis ve Allah ona büyük servet vermisti. Abdurrahman bu ticârî hayatini söyle anlatir:

"Cenâb-i Allah bana öyle bir nimet verdi ki, bir tasi bile bir yerden kaldirip baska yere koydugumda sanki altin oluveriyordu."

Abdurrahman b. Avf (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bütün gazvelerine katIlmis ve Ilk Islâm cihad hareketinden en güzel sekilde nasibini almisti.

Ashâbtan Mugîre b. Su'be (r.a.)' den rivâyet edildigine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) çiktigi gazvelerin birinde yolda konaklamisken Ashâb'in bulundugu yerden biraz uzak bir noktaya çekilip hâcetini defederek abdest alip döndü. Rasûlullah ashâbinin yanina vardiginda ashâb Abdurrahman b. Avf'in arkasinda namaza durmustu. Mugîre hemen gidip Abdurrahman'a Rasûlullah'in geldigini haber vermek Istediyse de Rasûlullah buna engel olmus ve Abdurrahman'in arkasinda namazini kIlmisti. Böylece Hz. Peygamber'in Ilk defa arkasinda namaz kildigi kisi Abdurrahman b. Avf olmustur. Daha sonra da bilindigi gibi Rasûlullah hastaligi sirasinda Hz. Ebu Bekr'in arkasinda namaz kIlmisti.

Ibn Sa'd Tabakâtu'l-Kübrâ adli eserinde bu seferin Tebük seferi oldugunu kaydetmektedir (Ibn Sa'd Tabakât, 111, 129).

Rasûlullah (s.a.s.) Abdurrahman b. Avf'i ashâbtan yediyüz kisilik bir askerî kuvvetle H. 6 (M. 628) yili Sa'ban ayinda Dûmetu'l-Cendel'e* göndermisti. Abdurrahman, Hristiyanlarin hüküm sürdügü bu bölgeye gelip onlari Islâm'a davet etmis, büyük bir kismi buna yanasmadigi halde bölgenin ileri gelen kabile reIsleri nden el-Asbag b. Amr el-Kelbî Hristiyanken Islâm'a girmisti. Abdurrahman da el-Asbag'in kizi Tumâzar ile evlenmis ve ondan oglu Ebû Seleme dünyaya gelmisti.

Yine Ibn Sa'd'in ifâdesine göre Hz. Peygamber ashâb içinde ipek giymeyi yalniz Abdurrahman'a müsaade etmisti. Zira Abdurrahman b. Avf'in vücudunda bir kasinti (cüzzam olma ihtimali) vardi.

Hz. Peygamber'in vefatindan sonra bir gün Medine'de bir heyecan ve kalabalik meydana gelmisti. Bunun sebebini soran Hz. Âise (r.an)'ya Abdurrahman b. Avf'in kervaninin sehre yaklastigi söylenince Hz. Âise söyle demisti:

"Rasûlullah (s.a.s.) söyle buyurmustu: "Abdurrahman sirattan geçerken düser gibi oldu ama düsmedi." Hz. Âise'nin bu sözlerini haber alan Abdurrahman besyüz deve oldugu söylenen bu kervanini sirtindaki yüklerle birlikte tamamen Allah rizasi için bagIslâmisti. Develerin sirtindaki mallarin develerden çok daha degerli oldugu kaydedIlmektedir. Ashâbin en cömertlerinden biri oldugu bilinen Abdurrahman b. Avf'in birçok gazvede ve özellikle Tebük gazvesinde Allah yolunda büyük infâklarda bulundugu bilinmektedir.

Ayrica Hz. Peygamber'in vefatindan sonra Nâdirogullari* mahallesinde sahip oldugu arazisini kirkbin dinâra satarak Rasûlullah'in zevcelerine dagitmisti. Hz. Âise'ye payi getirildiginde bunu kimin gönderdigini sormus, Abdurrahman b. Avf'in gönderdigi söylenince söyle demisti: "Hz. Peygamber (s.a.s.), "Benden sonra Allah'in sabirli kullari size karsi sefkatli davranacaktir. Allah, Abdurrahman b. Avf'a Cennet pinarlarindan kana kana içmeyi nasip etsin" buyurmustu."

Hz. Ebû Bekir vefatindan önce hilâfete Ömer b. el-Hattab'in geçmesi hususunda Abdurrahman'in görüsünü sormus o da söyle demisti: "Ömer senin düsündügünden daha iyidir. Fakat otoriterligi fazladir." Hz. Ebû Bekir de söyle karsilik vermisti: "Ömer'in sertligi benim yumusakligimdan kaynaklaniyor. Isleri üzerine alirsa bu sertligi kaybolur. Bir gün ben adamin birine çok kizmistim. Ömer ise çok yumusak davranmisti. Ben yumusak davransam o çok sertlesiyor."

Hz. Ömer'in hilâfeti sirasinda büyüyen devlet ve genisleyen sinirlar karsisinda Isleri n daha rahat çözülmesi için olusturulan devlet sûrâsinda Abdurrahman b. Avf'in önemli bir yer aldigini görüyoruz. Yeni fethedilen Irak arazisinin gaziler arasinda paylasIlmasi veya devlete birakIlmasi hususunda ortaya çikan Iki görüs vardi. Hz. Ömer ashâbin diger ileri gelenleriyle birlikte bu topraklarin paylasIlmamasindan yana iken Abdurrahman b. Avf, Bilâl-i Habesi* ile birlikte buna muhalif olup fethedilen yerlerin paylasIlmasindan yana idiler.

Hz. Ömer sehid edildiginde yarim kalan namazin tamamlanmasi için Abdurrahman görevlendirIlmisti. Nihayet Hz. Ömer'in tedâvî edIlmesinin zor oldugu ve ecelinin yaklastigi anlasilinca yeni seçilecek halîfenin belirlenmesi için kurulan 'sûrâ'da Abdurrahman b. Avf da yer almisti. Sûrâda bulunanlardan Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah ve Sa'd b. Ebi Vakkas haklarindan ferâgât edince Sûrâda halîfe adayi olarak üç kisi kalmisti. Hz. Ali, Hz. Osman ve Abdurrahman b. Avf. Abdurrahman da bu husustaki hakkindan ferâgât edince adaylar Ikiye düsmüstü. Abdurrahman bu hususta ashâbin ileri gelenleriyle uzun görüsmeler yapmis ve Hz. Ali ve Hz. Osman'dan karara uyacaklarina dair kesin söz aldiktan sonra bu konudaki kanaat ve karan Hz. Osman'a bey'atin yararli olacagi hususunda toplaninca, hilâfete Hz. Osman getirIlmisti.

Abdurrahman b. Avf (r.a.) artik bir hayli yaslaninca Hz. Osman devrinde çok sâkin bir hayat yasamis ve nihayet hicretin 32. yilinda Medine'de vefat etmisti.

Cenaze namazini Hz. Osman kildirmis, onu kabrine götürürken Hz. Ali söyle demisti: "Ey Avf'in oglu! Güle güle ebedî hayata git. Sen bu fânî hayatin en güzel günlerini gördün. Bu revnakli hayat bulanmadan Âhirete göçüyorsun" Sa'd b. Ebi Vakkâs da onun cenazesini tasirken: "Ey koca dag" diyerek Abdurrahman'in seciyesindeki saglamlik ve metâneti ifâde etmisti. Abdurrahman, el-Bakî'de medfundur.

Medine'de vefat ettigi kesin olarak bilindigi halde Siirt ili Pervari ilçesi yakininda bir mezarin ona izafet edIlmesi halkin yakistirmasindan baska bir sey degildir.

Abdurrahman b Avf Hz. Peygamber (s.a.s.)'den çok hadis duymus fakat titizliginden dolayi bunlarin hepsini nakletmekten çekinmistir. Hadis mecmualarinda ondan altmisbes kadar hadis nakledIlmektedir. Hz. Peygamber'in vefatindan sonra söz konusu olan mirasinin mirasçilara taksim edilemeyecegine dair Hz. Ebû Bekir'in rivâyet ettigi hadisi kendisi de aynen rivâyet etmisti. Ayni sekilde Suriye ve civarinda çikan vebâ hastaligi ile ilgili alinan 'tedbir'e dair hadisi Abdurrahman (r.a.) rivâyet etmisti:

"Bir yerde vebâ oldugunu haber alirsaniz oraya gitmeyin. Vebâ sizin bulundugunuz yerde olursa ondan kaçmak için de oradan baska yere gitmeyiniz. " (Buharî, Tip 3, Müslim, Selâm, 92, 93, 98, 100).
(gözü tokluğunu)
Ahmed AGIRAKÇA


benden sonra... Hz. Ebu Ubeyde Bin Cerrah

AŞK'ÜL İSLAM 14 Temmuz 2008 03:33

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
cennetle müjedelenen on kişiden biri olma şerefine ermiş sahabe. asıl adı amir b. abdullah b. el-cerrâh'tır. hz. muhammed tarafından ümmetinin en emîni lakabını kazanmış...

peygamber efendimiz[SUP] sav [/SUP]onun için: ''her ümmetin bir emini vardır, bu ümmetin emini ebû ubeyde b. el-cerrah'tır' buyurmuştur ([Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...], vii, 127)

benden sonra; Evsahibi Erkam gelsin :)

medinelii 14 Temmuz 2008 15:39

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Mekke'de müslüman olan ilk sahâbîlerden biri. Erkam b. Ebi'l-Erkam b. Esed b. Abdullah b. Ömer b. Mahzûm; künyesi Ebû Abdullah'tır.
Hz. Peygamber'in muhâliflerinden olmakla beraber, Erkam onun sâdık bir sahâbîsi olmuştur. İbn Abdilberr'e göre (el-İstîâb, I, 31) Erkam, "Zâlime karşı, mazlumla birlikte hareket edeceğiz" diye and içen ve islâm tarihinde "Hılfü'l-Füdûl" cemiyeti diye bilinen fazîletli grup içerisinde zikredilir.

Erkam, Hz. Ebû Bekir'in teşvikiyle, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ve Osman b. Maz'ûn ile aynı gün müslüman olmuştu. İslâmî kaynaklar onu, müslüman olan ilk onbeş kişi arasında saymaktadır.

Erkam denilince akla gelen hususlardan biri de onun "evi"dir. Çünkü "Erkam'ın evi", islâm'da ayrı bir özelliğe sahiptir. Sözkonusu ev; Kâbe'nin batısında, Safâ ile Merve arasında, Safâ tepesinin eteklerinde, hacıların hacc görevini yapmak için gelip geçtikleri en işlek bir yerdeydi. Erkam, ilk müslümanların sıkıntılı günlerinde evini Resulullah'ın ve dolayısıyla islâm'ın hizmetine sunmuştu. Bu hareketiyle o, daima hakkın ve haklının yanında olduğunu göstermişti. Hz. Peygamber, kendi evini terkederek bu eve taşındı. Burası islâm'ı tebliğe elverişli emin bir yerdi. Bir süre bu evde emniyet içerisinde islâmî tebliğe devam etti. Ancak onun orada ne zaman ve ne kadar kaldığı konusu tartışmalıdır. Bununla beraber, 615-617 yılları arasında kaldığı tahmin edilmektedir. Peygamberliğinin dördüncü senesinde taşındığı da söylenmektedir.

Erkam'ın evi, islâm'ın ilk yıllarında, Peygamberimize ve ilk müslümanlara bir çeşit sığınak vazifesi görmüştür. İslâm'a gönül verenler orada toplanır, cemâat halinde namaz kılarlardı. Hz. Peygamber de onlara, peyderpey nazil olan Kur'an ayetlerini okur, dinî hükümleri tebliğ eder ve oraya gelenleri islâm'a davet ederdi. Böylece bu ev, oraya gelen pekçok kimsenin müslüman olma şerefine nâil olduğu bir yer olmuştur. Hattâ, Hz. Ömer gibi islâm tarihinin en mühim şahsiyetlerinin hidâyetine de sahne olmuştur. Onun müslüman oluşundan sonra Hz. Peygamber bu evden ayrılmıştır. Çünkü Hz. Ömer'in islâm'a girişi, müslümanlara güç kazandırmış ve daha rahat hareket etmelerini sağlamıştır. O dönemde Mekkeli müşriklerin ilk müslümanlara uyguladıkları amansız baskı ve işkence gözönünde bulundurulacak olursa, Hz. Erkam'ın evini islâm'ın tebliği uğrunda Resulullah'ın hizmetine sunmuş olmasının mana ve önemi daha kolay anlaşılacaktır. İşte bu özelliğinden dolayı ona "Dâru'l-İslâm ", "Beytü'l-İslâm " gibi isimler verılmiştir. Hattâ bu evin, islâm uğrunda vakfedilen ilk bina olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bu hizmetinden dolayı Erkam ve evi, müslümanlarca hep saygı ile anılmıştır. Evin diğer bir özelliği de, islâm'a ilk girenlerin sırasını ve dolayısıyla islâm'a girişte kimin kime sebkat ettiğini tespit konusunda, tarih başlangıcı olarak kullanılmış olmasıdır. Tarihçiler bu hususa büyük önem vermişlerdir. Ayrıca bu ev islâm'ın yapılan gizli davetinde merkezi ve karargâhı olmuştur.

onun encok mısafır perverlıgı ve rasulaskı yakmıstır gonlumu


benden sonrakı BİLÂL-İ HABEŞÎ hz lerini en cok hangı yonunu sevdıgını soylesın

NUR 14 Temmuz 2008 15:50

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
bilala habeşi.... ilk ezan...

kilolar ağırlığınca kayaların altında ehad ehad nidaları..., her ne olursa olsun davasından vazgeçmemesi...

ilk aklıma gelenler bunlar ,ama beni en çok etkileyen yönü peygamber efendimiz vefat ettikten sonra ezanı okumak için her teşebbüsünde ağlamaktan ezanı muhammediyi okuyamaması...

medinelii 14 Temmuz 2008 15:55

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
haklısın, hiçbir sine böyle yanmamıstır, bir allahu ekber sedasında...

benden sonraki EBU'D-DERDÂ hazretlerının en cok hangı yonunu sevdıgını ve kendısınden bıraz bahsetsın

medinelii 15 Temmuz 2008 17:03

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
benden sonraki EBU'D-DERDÂ hazretlerının en cok hangı yonunu sevdıgını ve kendısınden bıraz bahsetsın

Huzurİslam 15 Temmuz 2008 17:19

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Rasûlullah (s.a.s)'in, Kur'ân, fıkıh ve hadis ilimlerinde önde gelen ashâbından biri. Asıl adı Uveymir'dir. Hazrec kabilesine mensuptur. Hicrî ikinci yılda müslüman oldu. Vâkıdî'nin naklettiğine göre, Ebû'd-Derdâ ailesi içinde en son müslüman olandır. Onun örtüyle örttüğü bir putu vardı. Kendisini İslâm'a dâvet eden dostu İbn Revâha bir gün putunu o evde yokken parçaladı ve gitti. Ebû'd-Derdâ eve gelince önce çok kızmış, sonra şöyle demiştir: "Eğer putta bir hüner olsaydı, kendini koruyabilecekti. " Ve sonra Peygamber efendimize giderek müslüman oldu (Hâkim, el-Müstedrek, III, 336



Ebû'd-Derdâ hastalandığı bir sırada arkadaşları yanına gelerek "Ey Ebû'd-Derdâ, nerenden şikayetçisin?" demişler; Ebû'd-Derdâ, "Günahlarımdan" diye cevap vermiş; "Canın birşey istemiyor mu?" sorusuna, "Canım Cennet istiyor" demiş; "Sana bakmak için bir hekim çağırmayalım mı?" diyen arkadaşlarına şöyle demiştir: "Esasında beni yatağa düşüren hekimdir" (El-Hilye, I, 218; et-Tabakat, VII, 118). Hizâm b. Hakım, Ebû'd-Derdâ'nın şöyle dediğini nakleder:


"Eğer öldükten sonra neler göreceğinizi bilseydiniz, iştahla ne bir yemek yiyebilir, ne bir şey içebilir ve ne de gölgelenmek için bir eve girebilirdiniz. Hep avlularda oturup göğsünüze vurur ve hâliniz için ağlardınız. Vallahi isterdim ki ben kesilen ve meyvesi yenen bir ağaç olaydım" (El-Hilye, I, 216).



Ebû'd-Derdâ fıkıh ve hadis ilimlerinde ileri gelenlerden idi. Rasûlullah'tan bütün öğrendiklerini, bütün duyduklarını, anladıklarını müslümanlara öğretmeye çalışmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemiş ve mescidde her gün Kur'ân dersi vermiştir. Şam'da yüzlerce hâfız yetiştirmiştir. Zevcesi Ümmü'd-Derdâ es-Suğrâ, Kur'ân kırâatinde sözü geçen tâbiîndendir. Ebû'd-Derda'nın, tefsir ilminin gelişmesinde de emeği vardır. Rasûlullah'a bir gün, "Onlar ki, iman ettiler ve takvâ üzere bulundular; onlara bu dünya hayatında müjde vardır'' (Yunus, 10/64) âyet-i kerimesindeki "büşrâ''dan, yani "müjde"den maksat nedir? diye sormuş, Rasûlullah da, "Bundan murad sâlih rüyadır" buyurmuştur (Ebu Davûd ed-Tayâlîsî, Müsned.131)


müslümanlara öğrendiği bilgileri öğretmesi hafız yetiştirmesi çok hoş ve güzel bir örnek...benden sonra inş..Hz. Zeyd Bin Sabit

medinelii 15 Temmuz 2008 17:31

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Peygamber (s.a.s.)'in ashabinin ileri gelenlerinden biridir. Ensâr'dan, Hazrec kabilesinin bir kolu olan Neccârogullari'na mensuptur

Zeyd, hicretten yaklasik onbir yil önce dünyaya gelmistir. Babasi Sabit, Buâs Günü öldürüldügü vakit Zeyd, henüz alti yaslarinda bir çocuktu. Resûlullah (s.a.s), Medine'ye geldigi zaman Zeyd, hâlâ çürük sayilabilecek bir yastaydi. Kaynaklar, O'nun bu sirada onbir yaslarinda oldugunu bildirmektedir. Nitekim Resûlullah (s.a.s), Bedir Savasina katilmak isteyen birkaç genci, yaslari küçük oldugu için geri çevirmisti ki, Zeyd de bu gençler arasindaydi (Ibnü'l-Esîr, a.g.e., II, 278; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 537: el-Askalânî, a.g.e., III, 22).



Zeyd b. Sâbit, çok akilli, zekî ve hafizasi güçlü bir sahâbî idi. O'nun bu meziyetini farkeden Peygamber (s.a.s), Zeyd'ten Ibranice ve Süryanice'yi ögrenmesini istedi. Zira, Resûlullah (s.a.s)'a çesitli yerlerden, bu dillerle yazilmis mektuplar geliyor ve bunlarin okunup anlasilmasi, gerektiginde cevap verilmesi icab ediyordu.

Zeyd'in vefat tarihi konusundaki rivayetler arasinda tam bir mutabakat olmamasina ragmen, büyük bir ihtimalle h. 45 yilinda vefat etmistir ve buna göre tahminî yasi da 54'tür.


cocuk yasta hendek savasında toprak tasırken efendımızın ne kadar iyi bir cocuk övgüsüne mashar olusunu ve hafızlıgını sevıyorum benden sonraa FADL İBN ABBAS hzlerine bi bakalım

Huzurİslam 15 Temmuz 2008 17:37

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
FADL IBN ABBAS

Hz. Peygamber'in amcasinin oglu ve sahâbî. Adi Fadl, künyesi Ebû Muhammed'dir. Lâkabi,"Redîfu'r Rasûl" idi. Nesebi, Fadl b. Abbâs,

b. Abdulmuttalib b. Hisam b. Abdülmenaf b. Kusay'dir.

Bedir'den önce müslüman olmasina ragmen (Ibn Sa'd, Tabakât, IV, 37) müsriklerden çekindigi için müslümanligini açiga vurmamistir.

Mekke'nin fethinden bir müddet önce babasi Hz. Abbâs ile birlikte Medine'ye hicret etti. Hicretinden bir müddet sonra Mekke'nin fethi gerçeklesti. Fadl b. Abbas, ilk defa gazaya yani Mekke fethine katildi, sonra Huneyn gazasinda bulundu. Burada da büyük kahramanlik gösterdi. Müslümanlarin Huneyn'de daginiklik göstermesi üzerine Fadl, büyük bir dirâyet ve fedakârlikla Resulullah'in yaninda bulundu ve Havâzin kabîlelerine karsi çarpisti.

Veda haccinda Resulullah (s.a.s.) ile birlikte onun devesine binmisti. Bunun için ona "Redîfu'r Rasûl' yani "Resulullah (s.a.s.)'in üzengi arkadasi" lâkabi verilmisti. Bu sirada Has'am kabilesinden genç ve güzel bir kadin bir mesele sormak istedi. Fadl, gözlerini kadina dikmisti. Resulullah kadina bakmiyordu. Fadl'in bu hareketini begenmedi ve ona, dikkatli olmasini ihtar etti; kadina bakmasin diye, üzengisinden tutup, basini çevirdi (Ibn Sa'd, Tabakât, IV, 37).

Hz. Fadl, Resulullah (s.a.s.)'in hizmetinde bulunanlardandir. Resulullah son hastaliklarinda, son hutbelerinde Fadl'dan sözetmistir (Ibn Hacer, el-Isâbe, V, 212, Ibn Abdi'l-Berr, Istiâb, V, 535). Hz. Fadl, Resulullah (s.a.s.)'in gasl sirasinda hazir bulunmus; gasli suyunu dökmüs, Hz. Ali de gasletmistir.

Hz. Fadl, çok güzel yüzlü idi (el-Isâbe, V, 212). Ümmü Mektum isimli bir kizi vardi. Bu kiz, Hz. Hasan ile evlenmis, daha sonra ondan bosanarak, Ebû Musa el-Es'ârî ile evlenmistir (el-Istiâb, 535).

Hz. Fadl b. Abbâs'tan yirmidört hadis rivâyet edilmistir. Bunlardan üç tanesi müttefekun aleyh'tir (Tenzibü'l-Kemâl, 309). Râvileri arasinda sunlari saymak mümkündür: Sahâbenin büyüklerinden Ibn Abbâs ve Ebû Hureyre'den baska Kerib, Kusm b. Abbâs, Abbâs b. Ubeydullah, Rebiab. Hâris(Tehzibü't-Tehzib, IV, 280).

Hz. Fadl'in vefati hakkinda degisik bilgiler verilmistir. Bir kisim râvîler, Suriye'de meydana gelen salginda vefât ettigini; bir kismi ise, Ecnâdin savasinda sehid oldugunu söylüyorlar. Bu rivâyetlerden ikincisi, daha yaygindir ve dogruya daha yakindir (el-Isâbe, 212).


benden sonra inş..[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

medinelii 15 Temmuz 2008 18:03

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
Seçkin ve meşhur sahabilerden biri. İran asıllı olup, İsfahan'ın Cayy kasabasında doğmuştur. Bir rivayete göre de doğum yeri Râmehürmüz'dur. Doğum tarihi hakkında bilgi bulunmamaktadır. Selman (r.a)'ın müslüman olmadan önceki ismi, Mabah b. Buzahşan'dır. Müslüman olduktan sonra Selman ismini almıştır

Selman (r.a), Hicret'in beşinci yılına kadar köle olarak yaşamıştır. Bundan dolayı o, Hendek savaşından önceki gazalara iştirak edemedi. Uhud savaşı öncesinde Rasûlüllah (s.a.s) ona, efendisiyle mükâtebede bulunmasını söyledi. Selman (r.a), bunun üzerine efendisine giderek onunla, üçyüz hurma fidanı temin edip dikmek ve kırk ukıye (1600 yüz dirhem) altın vermek şartıyla anlaştı. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s), Sahabilere: "Kardeşinize yardım edin " dedi. Sahabiler güçleri miktarınca fidan temin ederek üç yüz tane fidanı ona verdiler. Rasûlüllah (s.a.s), ona: "Selman, git çukurlarını kaz. Dikmeye sıra geldiği zaman onları sen dikme, bana haber ver. Onları kendi ellerimle yerlerine koyayım"dedi. Selman (r.a), çukurların kazılma işini Sahabîlerin yardımıyla bitirdi. Rasûlüllah (s.a.s), bahçeye giderek bütün fidanları yerine koydu. Bu fidanlardan hiç bir tanesi kurumamıştı. Daha sonra, Rasûlüllah (s.a.s) Selman (r.a)'ı yanına çağırarak, efendisine ödemesi gereken kırk ukıye altını ödemesi için ona yumurta büyüklüğünde bir altın külçesi verdi. Selman (r.a): "Bu benim ödemem gereken miktarı nasıl karşılar ya Rasulallah?" demekten kendini alamadı. Rasûlüllah (s.a.s) ona, Ey Selman! Allah onunla senin borcunu karşılayacaktır" dedi. Selman (r.a) şöyle demektedir: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onunla kırk ukiyelik ödemem gereken miktarı ödedim". Artık böylece Selman (r.a) hürriyetine kavuşmuş oluyordu (Ahmed b. Hanbel, V, 443-444; İbn Sa'd, a.g.e., IV, 79-80; Diyarbekri, I, 468; İbnül-Esîr, Üsdü'l-Ğabe, II, 419; onun azad edilmesi hakkında değişik rivayetler için bk. Diyarbekrî, a.g.e., I, 469).

Selman (r.a)'ın katıldığı ilk savaş Hendek savaşıdır. Müşrikler, müttefiklerle birlikte oluşturdukları on bin kişilik bir orduyla birlikte Medine'ye doğru harekete geçtikleri zaman, Rasûlüllah (s.a.s), şehir içinde kalarak bir savunma savaşı vermeyi kararlaştırmıştı. Ancak, Medine'nin çevresinde düşmanın şehre girişini engelleyecek her hangi bir sur yoktu. Bu durum şehrin savunulmasını oldukça güçleştiriyordu. Yapılan istişareler esnasında Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'e, "Ey Allah'ın Rasûlü! Biz İranda muhasara edildiğimiz zaman şehrin etrafında bir hendek kazarak kendimizi savunurduk" deyip hücuma açık bölgede bir hendek kazılması görüşünü ileri sürmüştü (Taberi, Tarih, II, 566). Bu görüş Rasûlüllah (s.a.s) tarafından uygun bulunmuş ve derhal hendeğin kazılması için faaliyete geçilmişti. Selman (r.a), kuvvetli bir kimseydi ve kazı işinde oldukça verimli çalışmaktaydı. Ensar grubu, Selman (r.a)'ı sahiplenerek, "Selman bizdendir" dediler. Bunun üzerine muhacirler; "Hayır Selman bizdendir" demeye başladılar. Bunu duyan Rasûlüllah (s.a.s); "Selman bizdendir. O ehl-i beytimdendir" diyerek onu ehl-i beytine dahil etmiştir (Taberi, aynı yer; İbn Sa'd, a.g.e., IV, 83).

Selman (r.a), daha sonraki bütün savaşlarda Rasûlüllah (s.a.s) ile birlikte bulunmuştur. Mekkeli müşrikler, Medine önlerine geldikleri zaman şehirle aralarındaki hendeği gördüklerinde şaşırmışlardı. Çünkü Araplar daha önce böyle bir savunma usulünden habersizdiler. Müşrikler, bu hendeği geçmeyi denedilerse de başaramadılar. Savaşın kazanılmasında hendeğin rolü o kadar büyük olmuştur ki, bundan dolayı Hendek savaşı olarak adlandırılmıştır.

Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'in yanından vefat edinceye kadar ayrılmadı. Hz. Ebu Bekir (r.a)'ın Halifeliği zamanında da Medine'de bulunmuştur.

Ömer (r.a) devrinde İslâm ordusu İran'ın fethi için harekete geçtiği zaman Selman (r.a) da bu orduya katıldı. Selman (r.a) İran asıllıydı. Bundan dolayı düşman ordusunun durumunu çok iyi biliyordu. Ayrıca Farsların İslâm dinini kabul ederek dalaletten kurtulmalarını şiddetle arzulamaktaydı. İranlılar, Kadisi'ye yenilgisinden sonra Medain'de toplanmışlardı. Müslümanlar Dicle nehrinin kenarına geldikleri zaman, karşıya geçmek için hiç bir şey bulamadılar. Sa'd b. Ebi Vakkas, karşı sahile bir öncü birliği gönderip geçiş güvenliğini sağladıktan sonra, bütün orduya nehri geçme emrini verdi. Ordu topluca, suları kabarmış bir şekilde akan Dicle nehrine daldı. Sa'd (r.a)'in yanında Selman (r.a) bulunmaktaydı. Sa'd (r.a), dua ediyor ve Allah Teâlâ'nın dostlarına yardım edeceğini, dinini üstün kılacağını ve Allah Teâlâ'ya isyan eden bir topluluğun iyiliğe (İslâm'a) galebe çalamayacağını söylüyordu. Nehrin ortasında oldukça heyecanlı bir halde bulunan Sa'd (r.a)'a, Selman (r.a) şöyle demekteydi: "İslâm yepyenidir. Allah, karaları nasıl müslümanların emrine vermişse, denizleri de onların emrine verecek güçtedir. Allah'a yemin ederim ki müslümanlar nehre nasıl akın akın girmişlerse nehirden öylece akın akın çıkacaklardır". Gerçekten Selman (r.a)'ın dediği olmuş ve müslüman ordusu hiç kayıp vermeden karşı kıyıya geçmişti (Taberi, Tarih, IV, 11-12; İbnul-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, II, 511-512). İranlı askerler dehşet içerisinde, onların nehri geçişlerine bakıyorlar ve kendi kendilerine; "Şeytanlar geliyor. Vallahi bizim savaştığımız bu topluluk cinlerden başkaları değildir" demekteydiler (Taberi, II, 514). İranlı askerler kaçarak Kisra'nın sarayına sığınıp direnmeye devam ettiler. Buraya gönderilen öncü birliğinin komutanı Selman (r.a)'dı. O, surun önüne geldiği zaman, İslamın emrettiği şekilde onları üç defa müslüman olmaya, kabul etmezlerse cizye ödemeye davet etti. Selman (r.a) onlara şöyle diyordu: "Ben de aslen sizden biriyim. Size acıyor ve yumuşak davranıyorum. Eğer müslüman olursanız bizim kardeşlerimiz olarak aynı haklara sahip olursunuz. Bunu kabul etmez, dininiz de kalmak isterseniz, bize itaat ederek cizye ödersiniz. Bunu da kabul etmezseniz, diğerleri gibi sizinle savaşırız" (Taberi, a.g.e., IV,14). Selman (r.a), meselenin Arapların Acemlere hâkimiyeti meselesi olmadığını onlara anlatabilmek için, "Sizden biri olduğum halde Araplar bana itaat ediyor" diyerek (İbn Hanbel, V, 444) ikna etmeye çalışıyordu. Selman (r.a) ilk iki şartı kabul etmemeleri üzerine onlara üç gün düşünmeleri için mühlet verdi. Üçüncü gün sarayda bulunan askerler teslim olmayı kabul ettiler ve böylece Kisra'nın muhteşem sarayı müslümanların eline geçmiş oldu (Taberi, a.g.e., IV). Daha önce Behuresirdekileri de o İslâm'a davet etmişti. Ancak buradakiler, cizye vermeyi de reddedince savaşılarak mağlup edilmişlerdi (Taberi, aynı yer).

Sa'd (r.a) Medâin'de karargah kurmuştu. Ancak buranın havası, İslâm askerlerine iyi gelmemiş, iklim değişikliğinden dolayı yüzlerinin renkleri değişmişti. Bu durumu öğrenen Ömer (r.a), Sa'd'a haber göndererek, müslümanların yaşamalarına uygun bir yer tesbit edilmesi için Selman (r.a) ile Huzeyfe (r.a)'ı görevlendirmesini istedi. Bu yer ile Medine arasında ulaşım kolaylığını engelleyecek bir nehrin bulunmamasını özellikle vurguladı. Bölgede araştırmalarda bulunan Selman (r.a) ve Huzeyfe (r.a), sonunda Kufe üzerinde karar kıldılar ve burada ordugah şehri inşa edildi (17/638) (Taberi, a.g.e., IV, 40-41; İbnul-Esir, el-Kamil fit-Tarih, II, 527-528). Selman (r.a) İran'ın fethi için devam eden askerî harekâtlarda aktif olarak rol almıştır (Taberi, IV, 305; İbnul-Esir, el-Kâmil fit-Tarih, III, 132).

Selman (r.a), Hz. Ömer (r.a) döneminde Medâin valiliğinde bulunmuştur. Selman (r.a), Hicri 36 yılında Medain'de vefat etmiştir (İbnul-İmad, Şezerâtu'z-Zeheb, I, 44; İbn Hacer, a.g.e., II, 63; İbnul-Esîr, Tarih, III, 287; İbn Sa'd, a.g.e., VI,17). Ancak onun ölüm tarihi hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Hz. Osman (r.a)'ın hilafetinin sonlarına doğru, (35) veya 37 yılında vefat ettiği rivayet edilmekte; hattâ Hz. Ömer zamanında öldüğü de söylemektedir (İbnul-Esîr, Üsdü'l-Ğabe, II, 421). İbn Hacer, onun ölümü ile ilgili farklı tarihleri verdikten sonra, Enes (r.a)'den, İbn Mes'ud'un, ölüm döşeğindeki Selman (r.a)'ı ziyaret ettiği şeklindeki rivayeti delil alarak, İbn Mes'ud'un 34. yıldan önce vefat ettiğini, dolayısıyla Selman (r.a)'ın ölümünün 33. veya 32. yılında olması gerektiği görüşünü ileri sürmektedir (İbn Hacer, a.g.e., II, 63). Onun iki yüz elli ile üç yüz elli sene yaşadığı şeklinde rivayetler bulunmakta ve raviler iki yüz elli sene yaşadığının şüphe götürmez olduğunu söylemektedirler (el-Askalanî, a.g.e., II, 62; İbnul-Esîr, Tarih, II, 287; Üsdül-Ğabe, 421). İbn Hacer, Zehebî'nin rivayetlerini değerlendirdikten sonra, onun ancak seksen yıl kadar yaşamış olabileceği kanaatine vardığını nakletmektedir (İbn Hacer, aynı yer) ki, gerçeğe yakın olan da budur. Selman (r.a)'ın mezarı, Bağdad'ın 30 km doğusunda Medain harabeleri civarından akan Deyale ırmağının kenarındadır. Onun bulunduğu yer Selman-ı Pak (temiz Selman) olarak isimlendirilmiştir. Onun mezarının içinde bulunduğu cami IV. Murad tarafından tamir ettirilmiştir.

Selman (r.a), ilim, fazilet ve zühd bakımından Ashabın en önde gelen simalarından birisi olup, Rasûlüllah (s.a.s)'e yakınlığıyla tanınmaktadır. Hz. Aişe (r.an), şöyle demektedir:

"Bir çok geceler Selman (r.a) Rasûlüllah (s.a.s) ile yalnız kalırlardı. Bu beraberlik o kadar sürerdi ki Rasûlüllah (s.a.s) hanımlarından birinin yanına bile girmezdi" (İbnul-Esir, Üsdül-Ğabe, II, 420). Rasûlüllah (s.a.s), Hendek savaşı esnasında onun ehl-i beytinden olduğunu ilân etmişti.

Hz. Ali (r.a) onun hakkında; "Ona evvelkilerin ve sonrakilerin ilmi verilmiştir. Onda bulunan bu ilme ulaşılamaz" demiştir. Başka bir zaman da: "O bizim ehl-i beytimizdendir. Aranızdaki konumu Lokman Hekim gibidir. İlk ve son kitabı okumuştur. Sonu olmayan bir denizdir" demiştir. Muaz (r.a) kendisine gelenlere ilmi, aralarında Selman (r.a)'ın da bulunduğu dört kişiden talep etmelerini söylemiştir. Onun ilmi hakkında yapılan övgüler Rasûlüllah (s.a.s)'in söylediği; "Selman ilme doyuruldu" (İbn Sa'd, a.g.e., IV, 85). Sözüne dayandırılmaktadır. Selman (r.a), Ebu Derdâ' (r.a)'ın gece boyu namaz kıldığı ve sürekli oruç tuttuğunu gördüğü zaman onu bundan alıkoyup hazırlanan yemekten yiyerek orucunu bozması konusunda ısrar etmiş ve ona; "Üzerinde gözünün hakkı vardır, ailenin hakkı vardır. Bazen oruç tut, bazen tutma; bazen namaz kıl, bazan ara ver" (bunları nafile olan ibadetleri için söylemiştir). Ebu'd-Derdâ' bu durumu Rasûlüllah (s.a.s)'e ilettiği zaman o; "Selman senden daha âlimdir" dedi ve bunu üç kere tekrarladı (İbn Sa'd, a.g.e., IV, 85-86).

Hz. Ömer (r.a), ona büyük bir saygı gösterirdi. Ümmetin idaresinin sorumluluğu altında ezilen Ömer (r.a), duyduğu bir endişesini dile getirerek Selman (r.a)'a şöyle sormuştu: "Ben bir melik (kral) miyim, yoksa halife miyim?". Selman (r.a) ona şöyle karşılık verdi; "Eğer sen müslümanların toprağından bir dirhemden az veya fazla bir para alır, sonra onu, haksız bir şekilde sarfedersen, sen halife olmayıp bir melik olursun" (Taberi, a.g.e., IV, 211; İbnu'l-Esir, Tarih, III, 59).

Hz. Ömer (r.a), fey gelirlerini taksim ederken, Selman (r.a)'a dört bin dirhem hisse ayırmıştır. Bazı kimseler, "Halifenin oğlu (Abdullah) üç bin beşyüz dirhem alıyor, bu Farslı ise dört bin dirhem alıyor" diyerek bu durumu garipsemişlerdi. Oradakiler: "Selman, Rasûlüllah (s.a.s) ile Abdullah'ın katılmamış olduğu bir çok savaşa katılmıştır" diyerek cevapladılar (İbn Sa'd, IV, 86). Başka bir rivayette, Ömer (r.a), Fey gelirlerinden müslümanlara maaş bağlamak için Divanul-Atâ'yı tesis ettiği zaman, Sahabiler için İslâm'daki öncelikleri ve katıldıkları savaşları göz önüne alarak bir gruplandırma yaptığı; Selman (r.a)'ı, Hasan (r.a), Hüseyin (r.a) ve Ebu Zer ile birlikte olmadıkları halde Bedir ehlinden sayarak alacakları miktarı beş bin dirhem olarak kararlaştırdığı bildirilmektedir (Taberi, a.g.e., III, 614).

Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Cennet üç kişiyi özler. Ali, Ammar ve Selman" (Tirmizi, Menâkıb, 34).

Selman (r.a), son derece mütevazi ve kanaatkar bir hayat yaşamıştır. O, Medain'de vali bulunduğu ve çoğu devlet memurlarından fazla gelire sahip olduğu halde günlük yaşamı, son , derece sadeydi. O, köle olduğu zaman nasıl giyinir ve nasıl gezerdiyse Medain valisi olduğu zaman da aynı hal üzere devam etmişti. O, eline geçen parayı tasadduk eder ve kendi emeğiyle ürettiği şeylerden başkasını yemezdi. Tanımayan birisinin, onun vali olduğunu anlaması mümkün değildi. Medain sokaklarında yürürken Suriye tarafından gelen bir tüccar, üzerinde alelade bir aba ile gördüğü Selman'ı çağırarak yüklerini taşımasını istedi. O, hiç tereddüt etmeden yükleri sırtına aldı ve adamla birlikte yürümeye başladı. Onu bu halde görenler, "Bu validir" dediklerinde adam; "Seni tanımıyordum" diyerek özür diledi. Selman (r.a) ona, "Hayır bunları evine kadar götüreceğim" diyerek yoluna devam etti (İbn Sa'd, a.g.e., IV, 88; buna benzer diğer bir olay için bk. aynı yer).

Bazı kimselerin giyiminden dolayı kendisine dil uzatmaları ve hafife almalarına karşı hiç bir tepki göstermemiştir. Bir defasında iki genç asker yanından geçerlerken, onu göstererek; "Emiriniz budur" diyerek gülüyorlardı. Selman (r.a)'ın yanındaki adam ona, "Ey Ebu Abdullah! Şunların ne dediğini görüyor musun?" dedi. Selman (r.a) ona şöyle dedi: "Onları bırak. Hayır ve şer bu günden sonradır. Eğer toprak yemeyi becerebilirsen onu ye de, iki kişiye dahi olsa emir olmaktan kaçın. Mazlumun ve sıkışık durumdaki kimselerin duasından sakın. Çünkü onların duaları ile Allah Teâlâ arasında perde yoktur" (İbn Sa'd, a.g.e., IV, 87-88). Selman (r.a) çok cömert bir kişiliğe sahipti. Eline geçen her şeyi fakirlere bölüştürürdü (İbnul-Esîr, Üsdül-Ğâbe, II, 420).

O, hiçbir zaman sadaka kabul etmemiştir. Çoğu zaman eline geçen parayla hemen et alır ve onu pişirerek, hadis ehlini çağırır ve birlikte yerlerdi (İbn Sa'd, IV, 9).

Selman (r.a), ölüm döşeğine yattığı zaman, ziyaretine giden Medain valisi Sa'd b. Malik ve Sa'd b. Mes'ud onu ağlarken buldular. Neden ağladığını sorduklarında o şöyle cevap vermişti: "Rasûlüllah (s.a.s) bizden bir ahid aldı. Hiç birimiz onu koruyamadık. O bize şöyle demişti: "Sizin dünyadaki geçimliliğiniz bir yolcunun azığı kadar olsun ".

Onun ilmi ve takvası diğer sahabileri de etkilemekteydi. Zira onu ziyarete giden Sa'd b. Ebi Vakkas, kendisine nasıl davranması gerektiği şeklinde tavsiyede bulunmasını istemişti (İbn Sa'd, a.g.e., IV, 90-91).

Selman (r.a), sık saçlı, uzun boylu bir kimseydi. Onun Medâin'de Bukeyre adında bir hanımı vardı (İbn Sa'd, IV, 92). Selman (r.a), Medine'deyken Hz. Ömer (r.a)'in kızını ondan istediği, fakat, Amr b. el-Âs'ın bu konuda Selman (r.a)'ı kızdırması üzerine bundan vazgeçtiği nakledilmektedir (İbn Abdırrabbih, Ikdu'l-Ferid, Beyrut 1949, VI, 90). Ancak onun ailesi hakkında açık rivayetler bulunmamaktadır.

Sufiler, Selman (r.a)'ı Ashabul-Suffe ile birlikte tasavvufun kurucularından biri olarak kabul ederler. Bir çok tarikat silsilesi ona dayandırılmaktadır. O, Rasûlüllah (s.a.s)'in berberliğini yaptığı için Futuvvet teşkilatına bağlı berberlerin piri olarak kabul edilmekteydi. Selman (r.a)'ın sahip olduğu haklı şöhreti, bütün müslümanların ona karşı içten bir sevgi duymalarına sebep olmuştur. Sünnî müslümanlar onun adını büyük bir sevgiyle anarlar. Ehli beytten sayılması, Şiilerin ona karşı farklı bir ilgi göstermelerine sebep olmuştur. Hacdan dönen Şiiler Kerbela'dan sonra onun mezarını ziyaret etmeyi ihmal etmezler. Ayrıca, Şiiler, Hz. Ali ve Ehli Beyt hakkıntla rivayet olunan hadislerin çoğunu ona isnad ederler. Gulat-ı Şia ekollerinde ise o, ilahî sudur sırasında Ali (r.a)'den hemen sonra yer alır. Nusayriler ise onu, üç gizli harften biri kabul ederler. Nusayriliğin teslis akidesini ifade eden ayn, mim ve sin harflerinden ayn Ali'yi, mim Muhammed (s.a.s)'i, sin ise Selman'ı ifade eder. Mana (Ali), ism (Muhammed) bab ise Selman'dır. Buna göre o Nusayrî teslis akidesinin kapısı (bab) olup, üçüncü had'dır. Durzîler ise, Kur'an'ın Selman'a vahyolunduğuna, Peygamberin Kur'an'ı ondan aldığına inanmaktadırlar. Bu ekoller, oluşturdukları inanç sistemlerinde diğer bir kaç sahabi ile birlikte Selman (r.a)'ı temel unsur olarak kullanmışlar ve ona çeşitli fonksiyonlar yüklemişlerdir. Bu mezheplerin gerçekte mutedil Şia ile alakaları yoktur. Zira muhtevâlarındaki inanç prensipleri gözönüne alındığı zaman İslamî şahsiyetlerin isimlerini kullanarak putperest bir inanç sistemi meydana getirdikleri görülecektir.


super abi!! :)) benden sonraaHÂLİD B. VELÎD

hazretlerını işleyelim...

medinelii 15 Temmuz 2008 18:23

Cvp: hangi sahabe? hangi yönü?
 
abi süpr bi kaynak... saolasın...

Ashâb-ı kirâmın fakihlerinden biri. Sa'd b. Mâlik b. Sinan b. Ubeyd, Adiyy b. Neccâr kabilesindendir. Babası, Medine'de İslâm'ın tebliği başladığında müslüman olmuş, Ebû Said müslüman bir ailede dünyaya gelmiştir.

Ebû Saîd, Medine'de Mescid'i Nebevî'nin inşasına katılmış, Bedir gazasında küçük olduğundan bulunamamış, onüç yaşında Uhud gazasına babası ile katılmış ve bu savaşta babası Mâlik şehid olmuştur. Babasının ölümünden sonra ailesinin geçimi ona kalmış ve önceleri açlık çekmiş, karnına taş bâğlamıştır. Ailenin kadınlârı, "Kâlk dâ Râsûlullâh'â git, ondan bir şey iste, herkes istiyor" dediklerinde önce gitmemiş, sonra Rasûlullah'ın huzuruna gittiğinde onun şu hutbeyi irâd ettiğini görmüştür: ''İstiğna gösteren ve iffeti muhâfaza eden insanları Cenâb-ı Hak âlemden müstağni kılar." Bu sözü duyduktan sonra bir şey istemeye cesaret edemeden dönmüştür. Bunun sonrasını kendisi şöyle anlatır: "Rasûl-i Ekrem'den bir şey dilemeyerek döndüğüm halde Cenâb-ı Hak bize rızkımızı gönderdi. İşimiz o kadar yoluna girdi ki, Ensar içinde bizden daha zengin bir kimse yoktu" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 449)

Ebû Said, Benû Mustalik ve Hendek gâzâlarına da katılmış, seferlere çıkmıştır. Hudeybiye, Hayber, Mekke'nin fethi, Huneyn, Tebük gazalarında bulunmuştur. Rasûlullah'ın on iki gazasında yer almıştır


onun encok rıvayet ettiği hadıslerı sevıyorum, çok hosuma gıdıyor..

benden sonraa ABDULLAH İBN REVÂHA yı konusalım insallah

TÜRKcan 19 Temmuz 2008 23:28

Hangi sahabe olmak isterdiniz????
 
Kainat'ın güneşi Hz.Muhammed (s.a.v) in yaşadığı gül devrinde yaşasa idiniz hangi sahabe olmak isterdiniz????

Tabi onlar gibi olmamız mümkün değil fakat kime gıpta ile baktığımızı paylaşalım ve inşallah hayatından da bahsedelim istedim...dua ile..

Medine-web 19 Temmuz 2008 23:32

[split] Hangi sahabe olmak isterdiniz????
 
Musab bin ümeyr olmak isterdim...

Huzurİslam 19 Temmuz 2008 23:42

[split] Hangi sahabe olmak isterdiniz????
 
Ebu Zerr el Gıfâri...olmak isterdim

_bülbül_ 20 Temmuz 2008 10:21

[split] Hangi sahabe olmak isterdiniz????
 
Ben asrı saadete olmayı isterdim Resuluulah'ın dayandığı kuru kütük olsam da hiraya çıkarken bastığı bir taş parçası olsaydım neccaroğullarının kızlarından biri olmayı arzu ederdim Layıkmıyım bilemem?anlatma işi kalmış heralde ama benden sonraki ebu basir'i anlatsın....

TÜRKcan 20 Temmuz 2008 16:25

Cvp: [split] Hangi sahabe olmak isterdiniz????
 
Hz. Fatıma olmak isterdim...Her yönüyle O'na(s.a.v) benzemek..O, Zehra ve Betül lakablarıyla meşhurdu. Zehra; "Ak yüzlü, nur yumağı, beyaz, parlak, ve aydınlık yüzlü kadın" manasına, Betül ise; "Dünyevi heveslerden uzak, ibadet için kendisini Allah'a yönelten, iffetli ve namuslu kadın" anlamına gelmekteydi.

Ebu Basir hazretleri hakkında çok bilgim yok.. o yüzden anlatamadım..Bilen biri anlatırsa inşallah biz de istifade ederiz..dua ile..

Emekdar Üye 22 Temmuz 2008 21:38

Cvp: Hangi sahabe olmak isterdiniz????
 
Nüseybe Binti Ka'b olmak isterdim:(

medinelii 22 Temmuz 2008 21:40

Cvp: Hangi sahabe olmak isterdiniz????
 
ebu ass olmak isterdimmm

CANSİMİDİ 23 Temmuz 2008 10:37

Cvp: Hangi sahabe olmak isterdiniz????
 
ben haddimi bilirim.sahabi olmak kim ben kimmmmm....ebubekır desem,hz ömer,ömer desem hz osman,osman desem,hz ali gücenmezmi...ben onların kölesi olsam yeter bana.bu hayal bile muhtesem...allah şefaatlerıne nail etsin+

medinelii 23 Temmuz 2008 12:19

Cvp: Hangi sahabe olmak isterdiniz????
 
söylediğiniz kavram göreceli kardesim... şöylekii elbette bizler onlar gibi olmayız işte bizler bunun farkında oldugumuz için bu yıldızılar gibi parıldamayı ısterdık diyoruz... mesela hep deerler örnek al biraz diye, işte bu anlamda evet örnek almak için böyle diyoruz...mesele hiçbirimiz hz zeyd, zubeyr bın avvam, alemlere rahmet hz. Muhammed (sav) efendımız gibi olmayız ama neden küçük zeydler, küçük zübeyir bin avvamlar, neden kucuk muhammedcıkler olmayalım???

tskler

__-SENE-__ 23 Temmuz 2008 13:31

Cvp: Hangi sahabe olmak isterdiniz????
 
Örnek olarak ve olamak istenilen biri varsa
Rahman'ın alemlere rahmet dediği
ve size örnek gönderdim dediği Resulü'dür..
Ama onun al ve ashabından bir yıldıza tutunmak istersem
(çünkü o ashabına yıldızlar diyor)
Hz.Ali(R.ANHU) olur bu..
Vesselam

melis 24 Temmuz 2008 18:31

Cvp: Hangi sahabe olmak isterdiniz????
 
hz hüseyin olmak isredim..........


SAAT: 21:16

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321