Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Edebiyat (https://www.forum.medineweb.net/515-edebiyat)
-   -   Dücane Cündioğlu Yazıları (https://www.forum.medineweb.net/edebiyat/18046-ducane-cundioglu-yazilari.html)

Hakan Tuncer 18 Ekim 2010 23:06

Dücane Cündioğlu Yazıları
 
16.10.2010 Cumartesi

Eşikte uykuya dalmak


Sergei Eisenstein'ı "içeriksiz biçim", Charlie Chaplin'i ise "biçimsiz içerik" olarak yorumlar Kubrick.
Haklıdır da.
'Biçim' (form) sözcüğünün yerine burada hem de hiç tereddüt etmeden 'kuram' sözcüğünü yerleştirebiliriz.
Hakikaten de Eisenstein —'kuramcı' da kelime mi?— kuramın ta kendisidir.
Sinemayı düşüncenin ışığı altına neredeyse zoraki sürükleyen adamdır. Düşüncenin, yani diyalektiğin ışığı altına...
Ne ki birçok Batılı gibi diyalektiğin çoklu salınımlarına susuzdur.
Tez-antitez-sentez... Görmek istediği bir tek bu üçlemenin ne denli saçaklanabileceği... ve karşıtlıkların kontrol edilebilir sonuçları... Bilhassa suret ve form açısından.
Oysa her çarpışmanın, her çatışmanın muhtemel sonuçları sonsuzdur. Zihinde değil, yaşamda.
Hele hele yaşamda.
Eisenstein çağdaşları tarafından da formalizmle suçlanmıştır. Ne ki yapmayı istediklerine nazaran değil, yaptıklarına nazaran...
Tutku dolu bir zekâ bu denli mi hor kullanılır? Eisenstein'ı içeriksiz biçim hâline getiren de işte bu horlamadır.
Toplumun ve devletin isteklerine boyun eğdikçe içeriğini kaybeder.
İçeriğini, yani duygularını...
* * *
Hegel, bu diyalektik ustası, Doğulu bilincin 'sonsuzluk' tutkusunun farkındadır. Tanrı'nın isimleri konusundaki haklı çoğulculuklarının da.
Birlikteki çokluğa, hatta sonsuzluğa o denli düşkündür ki Doğulu bilinç, Tanrı'ya yüklediği isimlerin sınırlanmasından hoşlanmaz.
En güzel isimler O'nundur. En güzel yüklemler...
Hegel de bu hakikati teslim eder nitekim:
— "VE Doğu bilgeliği bu yüklemler uğruna sonu gelmez bir arayıştan oluşur." (Und die orientalische Erkenntnis besteht demnach in einem rastlosen Aufsuchen solche Prädikate.)
İnsan bilinci ya-ya da arasında ezilmekten ancak böyle kurtulabilir. Yüklemin sonsuzluğuyla...
Tanrı'nın isimlerini sınırlamayarak... yani tecelliyâta saygı duyarak...
* * *
Eisenstein sinema dilinin büyük ustalarından... Parça (çekim) ile bütün'ün (kurgu) diyalektiğine odaklanmış bir dikkatin sahibi.
Tektonik yapılara düşkün bir mühendis kafası gibi bakar sanatına. Ya parçadan bütüne, ya da bütünden parçaya... çatışmanın bütün heyecanı bütün (kurgu) ile parça (çekim) arasındadır.
Yasalar, işte böyle çıkar. Kullanım isteğinden. Önceden tayin edilmiş kurallarca amacın belirleniminden. Sınırlama arzusundan.
Sınırlama ve tanımlama arzusu... Tayin ve tahdid isteği... Mümkün olduğunca alanı belirleme...
Sesi ve görüntüyü...
Akustik alanla optik alanı.
Düşünmek demek belirlemek demektir. Bölmek ve toplamak. ayırmak ve bir araya getirmek.
Kısacası tahlil ve terkib.
Burada ihmal edilen parçalarla parçaların ilişkisidir.
Bütünü dikkate alan hiçbir yapı sınırları belirleme isteğine karşı koyamaz. Bu nedenle dikkati bütünüyle parçalar-arası çatışmaya vermek gereksizdir. Lükstür. Bir an evvel bütüne ulaşmalıdır. Ne yapıp edip bütüne.... simetri'ye... euritmi'ye...düzene... yapıya... kurguya... kemâle...
Belirsizliklerin sultanı, Tarkovsky, bu nedenle pek hoşlanmaz bu yasa adamından. Eisenstein'den. Kurguculuğundan.
Tam da aksine o belirsizliği sever. Parçaları. Görünmez bir bütünün parçalarını.
Bağırmaz. Gözümüze sokmaz. Bütünü va'detmez. Çözümü.
Çözümlemez hiçbir şeyi. İşaret eder bir tek.
İnsanın acziyetine hürmet eder.
* * *
Ne garip değil mi, renkler üzerine çalışırken ölür Eisenstein.
Düşünürken.
Daha da garip olanı benim payıma düşen de pek farklı değil.
Ölürken düşünmek.
Renkler içinde.
* * *
Not: 19 Ekim 2010 Salı günü saat 18.00'de, Taksim-Tünel'de, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde ders başlıyor: Felsefe ve Sanat/Bir Ressam ve Bir Tablo.
Öncelikle ve daima felsefe. Sonra sanat. Ama hüzünle... ışığın ve renklerin dünyasından hareketle.... duyuların ve duyguların...
Ne ki eninde sonunda kavramlara... kuram'a... akl'ın o sevimsiz melekûtuna...
Toplanmak için dağılacağız. Yaklaşmak için uzaklaşacağız.
İzini bulamayacağımızı bildiğimiz o sevgilinin uğruna... Kimbilir belki de bulmayı istemediğimiz, hani o karşılaşmaktan, hatta gözlerine bakmaktan bile çekindiğimiz ahu'nun...
Neşe yasaklanmış bize!
İsteksizce tavaf edeceğiz bu yüzden etrafında. Kanayan yüreğimizle.
Sadece nefesini duymak için.
İnsanın nefesini.
Duyarsak ayaklarının dibine düşeceğiz. Hâlsizce.
Secde edeceğiz.
İnsana.
Bağışlanma hakkımızı kullanmaktan vazgeçeceğiz.
Ölüm orucu tutuyoruz diyeceğiz bakan gözlerinin nûr-ı siyahına bakmayı bile beceremeyen gözlerimizle...
Burak'ın üstünden inecek, ve vuslatı reddedeceğiz.
Şiddetle.
Firaktan haz mı alınır? Rahm etmedin, aldırdın.
Bizi hicrana sen müptelâ eyledin ey sevgili,
Ünsiyete hasretiz,
diyeceğiz.
İnsana.
Naz edeceğiz bu sefer inad edeceğiz.
Duymazlıktan geleceğiz cebrinin sesini.
Ayağının dibinden kalkmayacağız.
Eşikteyken uykuya dalacağız.
Dersleri uykudayken yapacağız.
(cundioglu@gmail.com)


Hakan Tuncer 18 Ekim 2010 23:09

16.10.2010 Pazar
Küf kokar her yanım

Bugün derslerimden sözedeceğim. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi'nin kültürel etkinlikleri dolayımında on yılı aşkın bir süredir verdiğim halka açık derslerden...
90'lı yılların sonuna doğru, artık kendisinden sıkılmış bir adamın konuşmak için kendine birkaç mecnun, birkaç leyla bulabildiği tek sığınaktı Taksim Atatürk Kitaplığı.
Hepsi hepsi birkaç meraklı göz. Bütün mükâfatım bundan ibaretti.
Okumaktan yorulunca sığınabildiğim tek yerdi Kitaplık. Kendimden kaçabildiğim... ve zor belâ nefes alabildiğim tek kuytuluk...
Konuşurken düşünürdüm bu yüzden. Yaratırken. İçerken.
Sigara içmeden verdiğim bir tek dersi bile hatırlamam o küçük salonda.
Öyle yorgundum ki hürmetinden ve merhametinden kimse ses etmezdi o kontrol etmeyi beceremediğim bağımlılığımın sevimsiz sonuçlarına.
Dumanlarına razıyız, yeter ki kelimelerini ver bize der gibi dinlerlerdi.
Ben de cömertçe kelimelerimi verirdim onlara. Kendimi yani. Beynimin tüm hücrelerini.
* * *
Ne ironik değil mi, halka açık derslermiş.
Ne halkı? Yıllarca süren dersin başlığı Mantık Atölyesi'ydi.
Klasik Mantık okuttum yıllarca. Dilbilim ve Klasik Psikoloji. Kısaca hikmet-i kadime. 70-80 kişilik bir grubu aşmadı dersler, aşamadı. Salon ancak o kadarını alıyordu çünkü.
Haklı şikayetlerine rağmen Taksim Atatürk Kitaplığı'ndaki küçük salondan ayrılmayı hiç istemedim. Çok kişi gelmesin istiyordum, zâten hâlsizdim, heyecansız bakışlara, meraksız gözlere tahammülüm kalmamıştı.
İnadına deliler gelirdi, dünyanın en güzel delileri. Hastalar ve çılgınlar. İtilip kakılanlar. Yaşamları boyunca patinaj yapanlar. Tutunamayanlar.
Benim gibiydiler. Tutunabilmenin üstesinden gelmeyi beceremiyordu çoğu. Belki de istemiyorlardı.
Sizin ne işiniz var bu derste, yağmurdan, soğuktan kaçtığınız için mi sığındınız buraya diye takılırdım.
Elbette derlerdi, cife-i dünyadan kaçtık da geldik. Yoksa tahammül edilir mi sizin hiddet ve şiddetinize.... hele hele o küf kokan kelimelerinize... o anlaşılmaz, o eski, o tuhaf kelimelerinize...
Tıpkı yazılarımdaki gibi. Küf kokar her yanım. Muğlak ve mahcub kelimelerle düşünür ve konuşur ve yazarım. Gariptir ama ben hep tutunamayanlar için düşünür, onlar için konuşur, onlar için yazarım.
Anlamazlardı, ama severlerdi. Çünkü ümid ederlerdi.
* * *
Yıllar sonra dersin başlığını değiştirmek icab etti ve ders ****fizik Soruşturmalar adını aldı.
Halkı kaçırmayı başaramamıştık. Kalabalığı. İster istemez bir süre sonra Taksim-Tünel'e taşınmak zorunda kaldık. Galata Mevlevihanesi'ne komşu olduk. Hâmuşan'a. Mevlevî mezarlığının susmuş bülbüllerine...
Hâmuşan nazarında ve hâmuşana nazaran düşündük bu yüzden, zikrettiysek hep hâmuşanla birlikte zikrettik. Dünyalar yıkıldı umurumuzda bile olmadı. Akil ve baliğ değildik ki mükellef addedilip sigaya çekilelim. Delilerle hemdem olmayı seçtik. Derse ihanet ettik.
Hâlin icbarına karşı koyamayınca dersleri sohbet hâletine döndürdük. Gerçi felsefenin temel sorunlarından uzaklaştığımız olmadı hiç ama nizam ve intizamı kaybettik. Köşeleri. Daireler çizdik biteviye. İnadına.
Çözümlemekle yetindik, sorunları çözmedik. Tedbirimizi baştan almış, ders tekniğini 'soruşturma' olarak ilan etmiştik zaten. Soruyor soruşturuyor ama bir neticeye varmaktan ısrarla kaçınıyorduk.
Temel sorun, hevesi talebe dönüştürmeyi beceremeyişimdi. Muhatabı tatminsiz bırakmak yetmiyordu, azm u gayretin istikameti işaret eden parmağa idi çokluk. İşaret edilene talib bulmaksa zordu. Izdıraba yani. Meşakkate.
* * *
Geçen yıl derslere son vermek niyetindeydim. Talebkârdan çok heveskâr geliyordu artık.
Delilerim azalmıştı. Benim gibi onlar da yaşlanmıştı. Gitme vaktiydi. Kûşeye geri çekilme vakti. Hâmuşanın zahirine de iltifat etmeliydi. Susmalıydı. Konuşmaktan da, yazmakdan vazgeçmeliydi.
Varlığımı hissetmek isteyince boyumdan büyük lâflar ederim. Karar alırım meselâ. Yapacağım derim. Yapmayacağım derim.
Cilvesi hiç bitmez ki fakirde ne zaman terk-i dâvâ isteği başgösterse bedelinde gark-ı dâvâ gelir. Yutarım sözlerimi. Mahcub olurum.
Kaçamaz kimse, kaçırılmak gerek. Sahibince. Katına alması gereken o. İstemezse, yerde sürünürsün. Yerde, yani arzda. Dünyada.
* * *
Dersler üçüncü evresine ulaştı. Sona. Sonuna. Başlığı da değişti bu yüzden. Felsefe ve Sanat: Bir Ressam, Bir Tablo.
Sanırım son ders olacak bu. Umuyorum. Çünkü siyah ölüm bana göre değil, biliyorum.
Sevgili ne zaman gözüme çirkin görünse ona daha çok yaklaştım, yakından görmek için değil, bir kez olsun nefesini duymak için. Sıcaklığını. Varlığını yani.
Baha tanrısıyla ne işim olabilirdi, ben hep bahane tanrısına kulluk ettim.
Elimdeki son numara bu, ey sevgili. Son bahanem. Sanki. Halka açıldıkça senden uzaklaştığımı hissediyorum.
Ağzım kurusun, görmüyor musun ey sevgili, her yerde konuştuğum sade sen bile olsan, en nihayet başkalarına konuşuyorum.
Seni senle senin yanında konuşmak isterken sen beni ayetlerine mahkum ediyorsun. Oyalıyorsun. Dağa bak diyorsun. Suya. Zuhur ve tecelliye. Mazhariyete yani.
Taksim'de kuytulukta, hamuşanın kenarcağızına son kez ilişmemin tek nedeni bu!
Bil ki ey sevgili artık bizi rengârenk göreceksin! Bu defa biz seni imtihan edeceğiz. Süslenip de geleceğiz, ve sırf nefesini duymak için seni şehre çağıracağız. Agoraya. Putperestler meclisine. Tutunamayanların otağına.
"Yanımdadır Yemen'dedir / Yemen'dedir yanımdadır" diyen dostun aksine, madem huzuruna çıkamıyoruz, lüften sen in bizim yanımıza.
diyeceğiz. Sakın mahrum ve mahzun etme bizi, diyeceksek inan ki son kez diyeceğiz!

Vuslat Zamanı 21 Ekim 2010 20:38

Can çekişmenizdeki ızdırabı gafiller bile hisseder oldu!


SAAT: 01:58

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320