Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.PEYGAMBERLER-ASHAB-I KİRAM-ALİMLER.::. > Peygamberler-Ashab-ı Kiram-Alimler > Hz.Muhammed(s.a.v)

Konu Kimliği: Konu Sahibi İmamHüseyin,Açılış Tarihi:  10 Nisan 2009 (02:07), Konuya Son Cevap : 04 Ağustos 2009 (23:31). Konuya 2 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 10 Nisan 2009, 02:07   Mesaj No:1
Medineweb Usta Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:İmamHüseyin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 7571
Üyelik T.: 20 Mart 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 279
Konular: 242
Beğenildi:3
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart MEKKE'NİN FETHİ

MEKKE'NİN FETHİ

İSLÂM YARIMADA DIŞINDA
1- Mute Savaşı[1]
Hz. Peygamber (s.a.a) güveni Arap Yarımadası'nın kuzeyine yaymaya, o yörenin halkını İslâm'a çağırmaya ve oradan Şam'a doğru ilerlemeye karar verdi. Bu düşünce ile Haris b. Umeyr Ezdî'yi Gassanî hükümdarı Haris b. Ebu Şimr'e elçi olarak gönderdi. Fakat Gassanîlerden Şurahbil b. Amr, Hz. Peygamber'in bu elçisinin yolunu keserek onu öldürdü.

Tam bu sırada Resulullah (s.a.a) bir Müslüman heyetini halkı İslâm'a çağırsınlar diye Şam tarafına gönderdi. Fakat Şam'a bağlı Zatu'l-Atlah denen yörenin halkı bu heyete saldırarak onları öldürdü. Heyet üyelerinin öldürüldüğü haberi Hz. Peygamber'e (s.a.a) gelince çok üzüldü ve Müslümanları sefere çıkmaya çağırdı. Üç bin savaşçıdan oluşan bir ordu hazırlayarak komutanlığına Zeyd b. Harise'yi tayin etti. Gerektiği takdirde Zeyd'in yerine Cafer b. Ebu Talib'in ve onun yokluğunda da yerine Abdullah b. Revaha'nın geçeceğini bildirdi. Birlik yola çıkmadan önce bir konuşma yaparak onlara şunları söyledi:

"Allah'ın adı ile savaşın... Onları İslâm'a girmeye çağırın... Eğer bu dediğinizi yaparlarsa, artık üzerlerine varma, onları kendi hâllerine bırak... Teklifinizi kabul etmezlerse, Allah'ın ve sizin bu ortak düşmanlarınız ile Şam'da savaşın. Orada insanlarla ilişkilerini kesip kiliselere ve manastırlara kapanmış birtakım adamlar bulacaksınız. Onlara ilişmeyin. Kendilerini şeytana adamış başka birtakım adamlar da bulacaksınız. Başlarında külahlar olacak. Bu külahları kılıçlarınızla başlarından düşürün. Sakın kadınları, süt çağındaki çocukları ve yaşlıları öldürmeyin. Sakın hurma ağaçlarını ve başka ağaçları kesmeyin ve evleri yıkmayın."

Resulullah (s.a.a) sefere gönderdiği bu ordunun askerlerini Seniyyetü'l-Veda denen yere kadar uğurladı.

Müslüman ordusu, Meşarık diye adlandırılan yöreye varınca silâh, teçhizat ve asker sayısı bakımından beklediğinden çok daha büyük bir Bizans ordusu ile karşılaştı. Karşılarına çıkan Bizans ordusunun savaşçı sayısı iki yüz bini buluyordu. Müslüman ordusu Mute'ye yöneldi ve düşmana burada karşı koymaya karar verdi. Birçok sebebin etkisi ile Müslüman ordusunda çözülme belirdi ve ordunun üç komutanının üçü de öldürüldü. Çözülmeye yol açan faktörlerden biri, Müslümanların yabancısı oldukları ve yardım alacakları merkezlerden uzak bir yerde savaşmaları idi. Ayrıca Müslümanlar saldırı savaşı yaptıkları hâlde Bizanslılar büyük bir asker sayısı ile savunma savaşı yapıyorlardı. Bunlara ek bir faktör de taraflar arasındaki savaş tecrübesi konusundaki dengesizlikti. Bizans ordusu tarihte iz bırakan savaşlar yapmış düzenli bir güçtü. Oysa Müslüman ordusu, savaşçı sayısı az, tecrübesi yetersiz, oluşumu üzerinden az zaman geçmiş bir güçtü.

Resulullah, Cafer b. Ebu Talib'in ölümüne çok üzüldü. Arkasından hüngür hüngür ağladı. Evine giderek ailesine taziyelerini sundu ve çocuklarını teselli etti. Cafer'in yanı sıra Zeyd b. Harise'ye de çok üzüldü.

2- Mekke'nin Fethi[2]
Mute Savaşı'ndan sonra bölgedeki güçlerin tepkileri farklı oldu. Bizanslılar Müslümanların geri çekilmelerine, Şam'a girememelerine sevindiler.

Kureyşlilere gelince; onlara egemen olan duygu da sevinç oldu. Ayrıca, Müslümanlara yönelik cüretleri yeniden uyanmaya başladı ve güvenliği ihlâl etme yolu ile Hudeybiye Barışı'nı çiğneme girişimlerini devreye soktular. Bu amaçla Hudeybiye Barış Anlaşması'nın arkasından kendilerine müttefik olan Bekroğulları kabilesini, yine o anlaşmayı izleyen günlerde Hz. Peygamber (s.a.a) ile ittifak yapan Huzaaoğulları kabilesine karşı kışkırttılar. Bekroğulları'na silâh yardımı yaptılar. Bu yardımlardan yüz bulan Bekroğulları kabilesi, ansızın Huzaa kabilesine saldırarak her şeyden habersiz, güven içinde evlerinde oturan bu kabilenin bazı fertlerini öldürdüler. Öldürülenlerin bazıları ibadet hâlinde idiler. Bu baskın üzerine Huzaalılar korku içinde Resulullah'a (s.a.a) koşarak ondan yardım istediler. Bu kabilenin temsilcisi olan Amr b. Salim, mescidin bir köşesinde otururken bulduğu Resulullah'ın (s.a.a) önünde, ayakta durarak barış anlaşmasının çiğnendiğini anlatan ve şairinin kendisi olduğu beyitler okudu. Dinlediği bu beyitlerden etkilenen Resulullah (s.a.a) Amr'a: "Ey Amr b. Salim, sana yardım kesindir." dedi.

Kureyşlilere gelince; uyandılar ve davranışlarının kötülüğünü anladılar. Müslümanlardan duydukları korkunun ve kapıldıkları paniğin baskısı altına girdiler. Yaptıkları toplantıda barışı yenilemek ve Hz. Peygamber'den (s.a.a) anlaşma süresinin uzatılmasını istemek üzere Ebu Süfyan'ın Medine'ye gönderilmesine oy birliği ile karar verdiler.

Fakat Hz. Peygamber (s.a.a) Ebu Süfyan'ın isteğine kulak asmadı. Ona: "Bir olay var mı?" diye sordu. Ebu Süfyan'ın: "Allah korusun." karşılığını vermesi üzerine Kureyş liderine: "Biz süremize ve barışımıza bağlıyız." cevabını verdi.

Ama Ebu Süfyan'ın kafası rahatlamadı ve aldığı cevabı yeterli bulmadı. Hz. Peygamber'den (s.a.a) taahhüt ve güvence alarak işi sağlama bağlamak istiyordu. Bunun için Hz. Peygamber (s.a.a) üzerinde etkili olabilecek kimseleri aracı olarak devreye sokmak istedi. Fakat bu amaçla kendilerine başvurduğu kimseler kendisini ya reddettiler veya ilgisizlikle karşıladılar.

Bu durumda hayal kırıklığı içinde Mekke'ye dönmekten başka yapacak bir şey bulamadı. Müşrikler hesabına gelişmeler zor bir döneme girmişti. Çünkü şartlar değişti. Hz. Peygamber (s.a.a) günden güne gelişen askerî hazırlığına ve kökleşen iman gücüne bağlı olarak Mekke'yi fethetmek isterken Kureyşlilerin istediği tek şey, can güvenliği ile mal dokunulmazlığı idi. Üstelik barış anlaşmasının çiğnenmesiyle fırsat da oluşmuş ve da çıkmıştı. İslâm'ın Arap Yarımadası'na bütünü ile egemen olması yolunda Mekke, son adım olmaya yaklaşmıştı.

Hz. Peygamber (s.a.a) genel seferberlik ilân etti. Bütün Müslüman topluluklar gönderdikleri heyetler aracılığı ile onun bu çağrısına olumlu karşılık verdiler. Resulullah (s.a.a) yaklaşık on bin savaşçıdan oluşan bir ordu hazırladı. Maksadını ve ne yapmak istediğini çok yakınları dışında kalan herkesten saklı tutmaya çalıştı. Bu günlerde sık sık şöyle dua ediyordu: "Allah'ım, Kureyşlileri gözlerden ve haberlerden mahrum et ki, onları kendi beldelerinde ansızın baskına uğratalım."

Anlaşılan Hz. Peygamber (s.a.a) ilâhî destekli zaferin hızlı bir şekilde, bir damla bile kan dökülmeden gerçekleşmesini arzu ediyordu. Bunun için ani baskına dayanan bir yöntem uygulamayı düşünüyordu. Fakat bu haber, duyguları karşısında zayıf düşen bir adama sızdı ve bu adam Kureyş kabilesine bu haberi içeren bir mektup yazarak onu yerine ulaştırsın diye bir kadına verdi. Bu bilginin vahiy yoluyla Hz. Peygamber'e (s.a.a) iletilmesi üzerine Allah'ın Resulü, Hz. Ali ile Zübeyr'e kadına yolda yetişip mektubu geri almalarını emretti. Hz. Ali, (a.s) … söz konusu mektubu kadından geri aldı.

Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali'nin getirdiği mektubu teslim alınca, Müslümanları mescitte topladı. Toplantıda bir yandan sahabîlerin gayretlerini harekete geçirdi ve ihanetten sakındırıcı telkinlerde bulundu, öte yandan da Allah rızası uğruna duyguları zapt etmenin önemini açıkladı. Bu arada Müslümanlar ihbar mektubunun yazarı olduğu ortaya çıkan, fakat mektubu ihanet kastıyla yazmadığı hususunda Allah adı üzerine yemin eden Hatıb b. Ebu Beltaa'ya yüklenerek onun camiadan uzaklaştırılmasını önerdiler.


İslâm Ordusunun Mekke'ye Hareket Etmesi
Hazırlanan bu büyük İslâm ordusu, ramazan ayının onunda Mekke'ye doğru hareket etti. Kedid adı ile bilinen yere varıldığında, Hz. Peygamber (s.a.a) su istedi ve Müslümanların gözleri önünde su içerek orucunu bozdu ve Müslümanlara da oruçlarını bozmalarını emretti. Fakat bazıları önderin ve Elçi'nin emrini dinlemeyerek oruçlarını bozmadılar. Hz. Peygamber (s.a.a) bu kimselerin emir dinlemezliğine kızarak: "Bunlar asidirler." dedi ve onların da oruçlarını bozmalarını emretti.

Müslüman ordusu Merru'd-Dahran adı ile bilinen yere varınca, Hz. Peygamber (s.a.a) askerlere çöle dağılmalarını ve herkesin ateş yakmasını emretti. Böylece koyu karanlık gece aydınlandı ve Müslüman ordusunun Kureyşli güçleri önüne katarak ezecek çapta büyük bir ordu olduğu görüntüsünü verdi. Bu manzara Cuhfe denen yerde Hz. Peygamber'in askerî konvoyuna katılmış son muhacir olan Abbas b. Abdulmuttalib'i kaygıya düşürdü. Abbas bu kaygının etkisi ile Hz. Peygamber Mekke'ye girmeden şehir dışına çıkıp teslim olmaları yolunda öneride bulunmak için Kureyşliler ile bağlantı kurmanın yolunu bulmaya koyuldu.

Bu sırada ansızın Budeyl b. Verka ile konuşan Ebu Süfyan'ın sesi duyuldu. Böyle büyük bir gücün Mekke yakınına gelip dayanmış olduğunu şaşkınlıkla karşılıyordu. Ebu Süfyan, Abbas'tan Hz. Peygamber'in Mekke'yi fethetmek üzere ordusu ile şehrin üzerine yürüyeceği haberini alınca, korkudan titremeye başladı. Bulabildiği tek çare Abbas aracılığı ile Hz. Peygamber'den (s.a.a) güvenlik garantisi almaktı.

Af ve yüce ahlâk kaynağı olan Hz. Peygamber'in, amcası Abbas'ın arcılığını kale almayarak hoşgörü cimriliği göstermesi beklenemezdi. Nitekim Abbas'a: "Git; yarın sabah onu bana getirene kadar kendisine güvenlik tanıyoruz." dedi.

Ebu Süfyan'ın Teslim Olması
Ertesi sabah Ebu Süfyan, Hz. Peygamber'in (s.a.a) karşısına gelip dikilince, Peygamberimiz ona: "Yazıklar olsun sana, Allah'tan başka ilâh olmadığını öğrenmenin vakti gelmedi mi?" diye sordu. Ebu Süfyan, Hz. Peygamber'e şu karşılığı verdi: "Anam, babam sana kurban olsun. Ne kadar yumuşak huylu, ne kadar kerem sahibi ve ne kadar akrabalık bağlarını gözeten birisin. Vallahi, öyle sanıyorum ki, eğer Allah'ın yanı sıra bir başka ilâh olsaydı, artık bana bir yararı olması gerekirdi." Arkasından Hz. Peygamber (s.a.a): "Yazıklar olsun sana, benim Allah'ın Resulü olduğumu öğrenmenin vakti gelmedi mi?" diye sordu. Ebu Süfyan, bu soruya şu cevabı verdi: "Anam, babam sana kurban olsun. Ne kadar yumuşak huylu, ne kadar kerem sahibi ve ne kadar akrabalık bağlarını gözeten birisin. Vallahi, bu konuda şu ana kadar içimde şüphe var."

Abbas b. Abdulmuttalip, Ebu Süfyan'a Müslümanlığı kabul etmesi yolunda baskı yapmak için içinde bulunduğu durumu fırsat bilerek ona: "Yazıklar olsun sana, öldürülmeden önce Müslüman ol ve Allah'tan başka ilâh olmayıp Muhammed'in O'nun elçisi olduğuna şahadet et." dedi. Ebu Süfyan da ölümden korktuğu için kelime-i şahadet getirerek Müslüman nüfusunun bir ferdi oldu.

Ebu Süfyan'ın teslim olmasının arkasından geride kalan müşrik liderleri de teslim oldu. Fakat Hz. Peygamber (s.a.a) Kureyşliler üzerine kurulan psikolojik baskıyı tamamına erdirip kan dökülmeden teslim olmalarını sağlamak için Abbas'a şu talimatı verdi: "Ey Abbas, Ebu Süfyan'ı vadinin dar yerinde, dağın alnacında tut ki, Allah'ın askerleri yanından geçerken onları gözleri ile görsün."

İslâm'ın ve başkomutan Resulullah'ın merhametine yönelik güveni yaygınlaştırmak ve Ebu Süfyan'ın büyüklük kibir duygusunu tatmin edip inatlaşmasına meydan vermemek için Hz. Peygamber ş(s.a.a) şu genel direktifi verdi: "Kim Ebu Süfyan'ın evine girerse, güvendedir. Kim evinin kapısını üzerine kilitlerse, güvendedir. Kim Mescid-i Haram'a girerse, güvendedir. Kim silâhtan arınırsa güvendedir."

Allah'ın askerleri vadinin geçidinden resmî geçit yaparken Abbas, geçen birlikleri ayrı ayrı Ebu Süfyan'a tanıtırken Kureyş lideri dehşete kapılarak Abbas'a: "Ey Ebulfazl, kardeşinin oğlunun egemenliği, krallığı gerçekten çok büyük oldu." dedi. Abbas ona: "Ey Ebu Süfyan, bu nübüvvettir." dedi. Ebu Süfyan, Abbas'ın bu cevabına karşılık verip vermemekte tereddüt ederek: "Evet, o hâlde" dedi. Sonra Mekke halkını uyarmak ve Resulullah'ın (s.a.a) verdiği güvence ile ilgili haberi ilân etmek üzere şehre hareket etti.

Mekke'ye Giriş
Hz. Peygamber (s.a.a), Müslüman birliklerin her birinin hangi giriş kapısından şehre girmeleri gerektiğini bilgece belirleyerek bu yoldaki emirlerini birliklere duyurdu. Bütün birliklere saldırıya karşılık vermek gereği duyulmadıkça savaşa başvurulmaması gerektiğini ısrarla hatırlattı. Belli sayıdaki bazı müşriklerin ne durumda yakalanırlarsa yakalansınlar, hatta Kâbe'nin örtüsüne asılmış olarak bulunsalar bile kanlarının dökülmesi gerektiğini vurguladı. Çünkü bu azılı müşrikler büyük cinayetler işlemişler, İslâm'a ve Hz. Peygamber'e (s.a.a) ölçüsüz derecede düşmanca davranmışlardı.

Mekke'nin evleri görülür-görülmez Hz. Peygamber'in (s.a.a) gözleri yaşla doldu. Muzaffer İslâm güçleri şehrin dört tarafından Mekke'ye girdi. Şehir, izzet ve zafer görüntüleri ile yücelik kazanmıştı. Resul-i Ekrem (s.a.a), Allah'ın kendisine sunduğu bağışa ve nimete karşılık ona duyduğu saygıyı ve şükrü ifade etmenin somut bir göstergesi olarak başı eğik bir şekilde Mekke'ye girdi. Çünkü Allah'ın adını yüceltme yolunda katlandığı uzun sıkıntılardan ve ıstıraplardan sonra "Ümmü'l-Kura=Şehirlerin Anası" diye anılan bu şehir, risaletinin ve devletinin önünde dize gelmişti.

Mekke halkının ısrarlı isteklerine rağmen Hz. Peygamber (s.a.a) hiçbir kimsenin evine girmeyi kabul etmedi. Kısa bir istirahattan sonra gusletti ve binek hayvanının sırtına çıkarak tekbir getirdi. Arkasından bütün Müslümanlar da tekbir getirdiler. Dağlar ve ovalar bu tekbir sesleri ile çınladı. O dağlar ve ovalar ki, bazı müşrik liderler İslâm'dan ve onun zaferinden korktukları için oralara kaçmışlardı. Hz. Peygamber Beytullah'ı tavaf ederken etrafında bulunan her puta eli ile işaret ediyor ve "De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkûmdur.”[3] ayetini okuyordu ve hemen arkasından putu yüzüstü yere düşüyordu.

Sonra Hz. Peygamber (s.a.a) omuzlarına ayaklarını basıp yukarıya yükselebilmek için Hz. Ali'ye oturmasını emretti. Fakat Hz. Ali, Hz. Peygamber'i (s.a.a) taşıyamadı. Hz. Ali'nin omuzları üzerinde ayakta durup Kâbe'nin üstündeki putları kırmak istiyordu. Hz. Ali Hz. Peygamber'i taşıyamayınca, bu sefer Hz. Ali, amcası oğlunun omuzlarına basıp yükselerek yukarılardaki putları kırdı. Arkasından Hz. Peygamber Kâbe'nin anahtarlarını istedi, kapıyı açıp içeri girdi ve orada bulunan şekilleri yok etti. Sonra Kâbe'nin kapısında durarak durmadan çoğalan kalabalığa karşı bu büyük fetih ile ilgili bir konuşma yaptı. Konuşmasında şunları söyledi:

"Tek Allah'tan başka ilâh yoktur. O'nun ortağı yoktur. Vaadini doğru çıkardı, kulunu destekledi ve müttefik orduları tek başına hezimete uğrattı. Haberiniz olsun. Bütün ayrıcalıklar, iddia edilen bütün kanlar ve mallar, Beytullah'ın bakımı ve hacıların su ihtiyacının karşılanması dışında, hepsi şu ayaklarımın altındadır..." Sonra şöyle dedi: "Ey Kureyşliler, Allah sizden cahiliye gururu ile ve yine o döneme ait atalarla böbürlenme geleneğini giderdi. İnsanlar Adem'den türedi ve Adem de topraktan yaratıldı..."[4]

Arkasından şu ayeti okudu: "Ey müminler, biz sizi bir erkek ile bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımazın için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz, kötülüklerden en çok sakınanızdır. Hiç şüphesiz Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.”[5] Daha sonra şöyle buyurdu: "Ey Kureyşliler, görüşünüz nedir, benim size ne yapacağımı bekliyorsunuz?"

Mekkeliler: "Sen bizim için kerem sahibi bir kardeş, kerem sahibi bir yeğensin." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a): "Gidin, serbestsiniz!" dedi.

Sonra Bilal, öğle ezanını okumak üzere Kâbe'nin damına çıktı. Arkasından Müslümanlar, Hz. Peygamber'in (s.a.a) imamlığı ile Mescid-i Haram'da bu fethi izleyen ilk namazlarını kıldılar.

Müşrikler şaşkınlık içinde idiler. Korku ve çekingenlikle karışık bir dehşetin yoğun etkisine maruzdular. Bunun yanı sıra ensar Müslümanları da kerem sahibi Hz. Peygamber'in Mekke halkına gösterdiği ve karşılığını da fazlası ile gördüğü sıcak ilgiyi gördükleri için onun kendileri ile birlikte Medine'ye dönmeyeceği endişesine düştüler. Bu konudaki sorular hayallerinden geçerken, Allah'a dua etmekle meşgul olan Hz. Peygamber (s.a.a) onların kafalarını kurcalayan ve kendisine malum olan endişeleri, onların tarafına dönerek söylediği şu sözlerle dağıttı: "Allah korusun, hayat sizin hayatınız ve ölüm de sizin ölümünüzdür." Hz. Peygamber bu sözleri ile Medine'nin, İslâm'ın başkenti olarak kalacağını ilân ediyordu.

Sonra insanların ona biat etme töreni başladı. Önce ona erkekler biat etti. Bu arada bazı Müslümanlar kanlarının dökülmesi gerektiği bazı azılı müşriklerin affedilmesi için Hz. Peygamber'in (s.a.a) nezdinde aracı oldular. Peygamberimiz de bu istekleri kabul ederek söz konusu müşrikleri affetti.

Erkeklerden sonra kadınların biat etmelerine sıra geldi. Sırası gelen kadın daha önce Hz. Peygamber'in içine elini daldırdığı su dolu bir maşrapaya elini daldırarak ona biat ediyordu. Bu biatte kadınlar Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarına, hırsızlık yapmayacaklarına, zina etmeyeceklerine, çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürmeyeceklerine, hiç kimseye kendilerinin uydurdukları bir isnat ile iftira atmayacaklarına ve Peygamber'in maruf içerikli emirlerine karşı gelmeyeceklerine dair söz verdiler.

Bu sırada Resulullah'ın (s.a.a) müttefiki olan Huzaa kabilesinden bazı kişiler müşriklerden bir erkeğe saldırarak onu öldürdüler. Hz. Peygamber (s.a.a) bu olayı öğrenince öfkelendi ve halkın karşısına geçerek şu konuşmayı yaptı: "Ey insanlar, yüce Allah gökleri ve yeryüzünü yarattığı günden beri Mekke'yi saygın bir yer ve haram bölge kıldı. Burası kıyamet gününe kadar da kan dökülmesi haram olan saygın ve haram bölgedir. Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kimsenin bu şehirde kan dökmesi veya bir ağacı kesmesi helâl değildir."

Sonra sözlerine şunları ekledi: "Kim size: 'Resulullah bu şehirde savaştı.' derse, ona deyin ki: Ey Huzaalılar, Allah bu şehirde savaşmayı elçisine helâl kıldı; ama size helâl kılmadı." Kureyşliler Hz. Peygamber'in (s.a.a) Mekke'ye karşı takındığı tutumu ve bu şehrin halkına gösterdiği sıcak ilgiyi, merhameti, hoşgörüyü, affediciliği, saygıyı ve kutsamayı bütünü ile takdir etti ve bu yüzden insanların kalpleri güven ve huzur içinde ona ve İslâm dinine doğru meyletti.

Resulullah (s.a.a) Mekke'nin her yanındaki ve çevresindeki put kalıntılarını ve müşriklere ait ibadet yerlerini yıkmak için seriyeler gönderdi. Fakat Halid b. Velid, amcasının öcünü almak için teslim olmuş Cuzeyme kabilesinden birkaç kişiyi öldürmek gibi bir yanlış iş yaptı. Hz. Peygamber (s.a.a) bu olayı öğrenince kızdı ve hemen Hz. Ali'ye gerekli parayı yanına alıp Cuzeyme kabilesine giderek öldürülen kişilerin diyetini vermesini emretti. Arkasından kıbleye doğru döndü ve ellerini kaldırarak: "Allah'ım, Halid b. Velid'in yaptığı bu işten uzak olduğumu, onun sorumluluğuna katılmadığımı sana arz ederim." dedi. Hz. Peygamber'in bu sözleriyle Cuzeyme kabilesi mensuplarının sinirleri yatıştı ve gerginlikleri yumuşadı.

3- Huneyn Savaşı ve Taif Kuşatması[6]
Hz. Peygamber (s.a.a) Mekke'de on beş gün geçirdi. Böylece bu şehirde uzun bir müşriklik döneminden sonra yeni bir tevhit döneminin başlıyordu. Mekke'de on beş gün geçirdi. Bu süre içinde Müslümanlarda hâkim olan duygular gıpta ve sevinç oldu. Şehirlerin anası diye anılan Mekke, tarihinin en güvenli günlerini yaşıyordu. Burada Hz. Peygamber'e (s.a.a) gelen haberlere göre Hevazin ve Sakıf kabileleri İslâm'a karşı savaş açmaya hazırlanıyorlardı. Bu iki kabile diğer müşrik ve münafık güçlerin yapamadıkları bir işi, yani İslâm'ı yok etme hedefini gerçekleştirebileceklerini sanıyorlardı.

Hz. Peygamber (s.a.a) bu iki kabile ile karşılaşmak için sefere çıkmaya karar verdi. Fakat her fetih öncesi seferde yaptığı gibi bu sefere çıkmadan önce de Mekke'deki yönetim mekanizmasının temellerini sağlamlaştırmayı ihmal etmedi. Bu maksatla insanlara Kur'ân'ı ve İslâm hükümlerini öğretmesi için Muaz b. Cebel'i, cemaate namaz kıldırması ve devlet işlerini idare etmesi için de Uttab b. Useyd'i görevlendirdi.

Arkasından on iki bin savaşçı ile sefere çıktı. Bu ordu Müslümanların o güne kadar bir eşini görmedikleri derecede büyük bir güçtü. Bu gücün büyüklüğü Müslümanların gurura ve gaflete kapılmalarına yol açtı. O kadar ki, Ebu Bekir: "Eğer bugün Şeybanoğulları ile karşılaşsaydık, asla sayı azlığı yüzünden yenilmezdik." dedi.

Hevazin ve Sakıf kabileleri ise, aralarında ittifak yaparak kadınları ve çocukları da dahil olmak üzere tam bir seferberlik hazırlığı ile Huneyn denen yerde savaşmaya çıktılar. Müslümanları şaşırtıp tuzağa düşürmek için pusuya yattılar. İslâm ordusunun öncü güçleri bu pusu yerinin yakınına vardıklarında, pusudaki güçler bu öncü güçleri geri kaçmak zorunda bıraktılar. Onlar geri kaçınca, arkadan gelen diğer Müslüman güçler de düşman silâhlarından paniğe kapılarak geri kaçtı. Allah'ın elçisinin yanında sadece on kişi kaldı. Bu on kişinin dokuzu Haşimoğulları'ndan ve biri de Eymen (Ümmü Eymen'in oğlu) idi. Müslümanların uğradıkları bu bozgun, münafıklar arasında büyük bir mutluluk ve sevinç uyandırdı. Ebu Süfyan büyük bir yaygara ile ortaya çıktı ve "Denize kadar sürülünceye dek onların hezimeti son bulmaz." dedi. Bir başkası: "Haberiniz olsun, bugün büyü bozuldu." dedi. Bu arada, bu karışık durumda ortaya çıkan bir başkası Hz. Peygamber'i (s.a.a) öldürmeye girişti.

Hz. Peygamber (s.a.a), amcası Abbas'a yüksek bir kaya üzerine çıkarak kaçmakta olan muhacir ile ensarın savaşçılarına şöyle seslenmesini emretti: "Ey Bakara Suresi'nde kastedilen Müslümanlar, ey ağacın altında Peygamber'e biat edenler! Bana doğru gelin. Nereye kaçıyorsunuz? Bu, Allah Resulü'dür."

Bu çağrı üzerine gaflet sonrası bir bilinç geri gelir gibi oldu. Müslümanlar gevşeme sonrasında yeni bir heyecan buldular. Hz. Peygamber'i (s.a.a) destekleme ve İslâm'ı savunma doğrultusundaki vaatlerine bağlılıklarını yeniledikleri görüldü... Hz. Peygamber Müslümanları coşturan bu heyecanı görünce: "Şimdi tandır ateşlendi; ben peygamberim, bu yalan değil; ben Abdulmuttalip oğluyum." dedi. Yüce Allah Müslümanların kalplerine huzur ve soğukkanlılık indirdi ve onları desteği ile teyit etti. Bunun sonucunda kâfir ordusunun birlikleri hezimete uğrayarak geri kaçtılar. Arkalarında altı bin esir ile pek çok miktar da ganimet bırakmışlardı. Hz. Peygamber (s.a.a) düşmanın Evtas, Nahle ve Taif mıntıkalarına kadar kovalanması tamamlanıncaya kadar ganimetlerin korunmasını ve esirlerin gözetim altında tutulmasını emretti.

Hz. Peygamber'in (s.a.a) yüce ahlâkının, büyük affediciliğinin ve geniş merhametinin bir belirtisi, bu savaş sonrasında da ortaya çıktı. Çünkü Ümmü Süleym'in cepheden kaçarak Resulullah'ı korumasız bırakanların öldürülmesi yolundaki teklifine: "Allah işin üstesinden geldi, Allah'ın afiyeti daha geniştir." karşılığını verdi.

Öte yandan Hz. Peygamber (s.a.a) Müslümanlardan birinin duyduğu kinin etkisi ile müşriklerin küçük çocuklarını öldürdüğünü öğrenince, buna kızdı ve "Bazıları nasıl oluyor da öldürme eylemini küçük çocukları kapsayacak kadar ileri götürdüler. Haberiniz olsun, biz çocukları öldürmeyiz!" dedi. Useyd b. Hudeyr'in Hz. Peygamber'e: "Ey Allah'ın Resulü, onlar müşriklerin çocukları değiller mi?" karşılığını vermesi üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: "Sizin en seçkinleriniz ve en iyileriniz, müşrik çocukları değil mi? Herkes fıtrat üzere doğar ve konuşmaya başlayıncaya kadar bu doğal niteliğini sürdürür. Sonra ana-babası onu Yahudi veya Hıristiyan yapar."

Müslüman güçler, düşman güçleri Taif'e kadar kovalamayı sürdürdüler. Taif'e ulaşınca orayı yirmi küsur gün kuşattılar. Kaleye sığınan düşman, surların ve hurma bahçelerinin arkasından Müslümanlara ok attı. Yirmi küsur günün sonunda Hz. Peygamber (s.a.a) birçok gerekçe ile Taif'ten ayrıldı.

Dönüşünde düşman esirlerin ve ganimet mallarının toplandığı yer olan Ceirrane'ye vardığında, kendisinden af isteyen Hevazin kabilesinin temsilcileri Hz. Peygamber'in huzuruna çıktılar. Şöyle dediler: "Ey Allah'ın Resulü, bu esirler arasında çocukluğunda senin bakımını üstlenen halaların ve teyzelerin de var. -Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanlarında süt emme çağını yaşadığı Sa'doğulları, Hevazin kabilesinin bir kolu idi.- Eğer biz vaktiyle Haris b. Ebu Şimr'e veya Nü'man b. Münzir'e çocukluklarında süt emzirseydik de sonra senin başımıza getirdiğin durumun benzerini başımıza getirselerdi, onlardan bize şefkat ve bağlılık göstermelerini umardık. Oysa sen kendisine bakım ve gözetim hizmeti verilenlerin en hayırlısısın." Bu istek üzerine Hz. Peygamber ya esirleri veya ganimet mallarını tercih etmelerini istedi. Hevazinliler esirlerin serbest bırakılmasını tercih ettiler. Arkasından Peygamber onlara: "Ganimet mallarından bana ve Abdulmuttalipoğulları'na düşen payları size geri veriyorum." dedi. Hz. Peygamber böyle deyince, bütün Müslümanlar başkomutanları olan Peygamber'e uyarak hemen paylarına düşen ganimet mallarını Hevazinlilere bağışladılar.

Resulullah (s.a.a), üstün bilgeliğinin, insanların vicdanlarını kavrayan geniş dirayetinin, herkesi doğru yola iletme gayretinin ve savaş ateşini söndürme isteğinin somut bir göstergesi olarak bu savaşın kışkırtıcısı olan Malik b. Avf'ı bile, eğer Müslümanlığı kabul etmek üzere huzuruna gelirse, af kapsamına alacağını şöyle duyurdu: "Malik'e haber verin. Eğer Müslüman olarak yanıma gelirse, ailesini ve malını kendisine iade edeceğim gibi, ayrıca ona yüz deve veririm." Bu sözleri öğrenen Malik, hemen Müslüman oldu.

4- Tebük Savaşı[7]
Artık İslâm devleti, çevresine korku salan bir güç oldu. Bu devletin sınırlarını ve topraklarını korumak Müslümanların başlıca görevi idi. Çünkü bu devletin güven içinde varoluşu, İslâmî risaletin yeryüzünün her tarafına ulaştırılmasının ön şartını oluşturuyordu.

Hz. Peygamber (s.a.a) Bizanslılar ile savaşa hazır olmaları için İslâm devletinin her tarafında seferberlik ilân etti. Çünkü Bizanslıların Arap Yarımadası'na saldırarak İslâm devletini düşürmek ve İslâm dinini yok etmek için hazırlandıkları yolunda haberler geldi. O yıl kuraklık ve kıtlık yılı ve vakit,dönem, çok sıcak geçen bir yaz mevsimi idi. Bu durum güçlü, deneyimli, silâh, malzeme ve asker sayısı bakımından üstün durumda olan düşmanın karşısına çıkma zorluğunu arttırıyordu. Diğer yandan da Bu durum zayıf ruhların ve maneviyatı düşük kimselerin isteksiz davranmalarına ve işi ağırdan almalarına yol açarken münafıkların tekrar ortaya çıkarak açıktan azimleri törpüleme ve İslâm'ı savunmasız bırakma doğrultusundaki çalışmalarını yoğunlaştırmaya cesaretlendirdi.

Bazıları dünyaya aşırı bağlılıkları sebebi ile orduya katılmaya yanaşmazken, diğer bazıları şiddetli sıcakları bahane gösterdiler. Başka bazıları da aşırı yoksullukları ve samimî müminlerin Allah yolunda cihat uğruna mallarını harcamalarına rağmen, bazıları da aşırı yoksullukları ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) savaşçıları teçhizatlandırıp yanında götürme imkânlarının kıtlığı sebebi ile seferberliğe katılmadılar.

Bu arada Hz. Peygamber'in (s.a.a) kulağına, münafıkların bir Yahudi'nin evinde toplanarak insanları savaşa katılmaktan caydırmaya, onları düşmanla karşılaşma konusunda korkutmaya çalıştıkları yolunda haberler geldi. Bu haberi alır-almaz hemen işe kararlı ve şiddetli bir yaklaşım ile el koyarak başkalarına ibret dersi olsun diye birilerini göndererek söz konusu bozguncuların evlerini yaktırdı.

Bu durumla ilgili inen ayetlerde münafıkların sinsi komploları açığa vurulmuş, işi ağırdan alanların isteksizlikleri kınanmış, savaşa katılma imkânına sahip olmayanların mazur oldukları vurgulanmıştır. Müslüman ordusunun savaşçı sayısı en az otuz bin kişiye ulaştı. Hz. Peygamber, zekâsının yüksekliğinden, isabetli tedbir alma yeteneğinden ve güçlü yakininden emin olduğu Hz. Ali'yi Medine'de yerine bıraktı. Çünkü münafıkların şehirde yıkıcı eylemler yapabileceklerinden endişe ediyordu. Nitekim Hz. Ali'yi yerine almak üzere görevlendirirken: "Ey Ali, Medine şehri ancak ya benim ile veya seninle düzelir." dedi.

Hz. Ali'nin Hz. Peygamber (s.a.a) Yanındaki Konumu İle İlgili Açıklama
Münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar Hz. Ali'nin Medine'de bırakılması konusunda çeşitli dedikodular yaymaya giriştiler. Şöyle dediler: "Peygamber onu hafif gördüğü, yanında istemediği ve onun yakasından düşmesini sağlamak için Medine'de bıraktı." Böylece Medine ortamında istedikleri gibi at oynatmanın şartlarını elde etmeyi arzu ediyorlardı. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) hemen Resulullah'ın (s.a.a) peşine düştü ve ona Medine yakınlarında yetişerek kendisine şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, münafıklar benim sana ağırlık ettiğimi, senin beni yanında istemediğin ve benim yakandan düşmemi sağlamak için Medine'de bıraktığını iddia ediyorlar."

Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye şu karşılığı verdi: "Yalan söylediler. Seni, arkamda bıraktığım önemli görevi yapman ve kendi ailem ile senin ailende yerimi tutman için geride bıraktım. Ey Ali, Harun Musa için ne idi ise, senin de benim için o olmandan hoşnut değil misin? Şu farkla ki benden sonra peygamber gelmeyecek."[8]

Zorluk Ordusu
İslâm ordusu yola çıktı; yol çetin ve uzundu. Hz. Peygamber daha önceki savaşların tersine bu savaşta güdülen amacı ve izlenecek yolu Müslüman askerlere açıkladı. Yolda giderken Medine'den birlikte yola çıktıkları bazı gruplar ve kişiler konvoydan ayrılıyorlardı. Peygamber bu komplolar ile ilgili olarak sahabîlerine şöyle dedi: "Bırakın onu, eğer onda hayır varsa, Allah onun size katılmasını sağlayacaktır. Yok, eğer adamdan hayır gelmeyecek ise Allah sizi ondan kurtarmış oldu."

Hz. Peygamber (s.a.a) Salih Peygamber'in kavminin harabeliğinden geçerken yürüyüşünü hızlandırdı ve öğüt vermek maksadı ile sahabîlerine şunları söyledi: "Onların başlarına gelenlerin benzerinin sizin de başınıza gelmesi korkusu ile zalimlerin evlerine girerken mutlaka oralara ağlayarak girin." Müslüman askerlere bu yörenin suyunu kullanmayı yasakladı. Oraların hava şartlarının tehlikesi konusunda askerlerini uyardı. Su, yiyecek, zarurî ihtiyaçlar ve binek hayvanı bakımından bu savaşı kuşatan zorluklar sebebiyle bu savaşa çıkan orduya "Zorluk Ordusu" adı verildi.

Müslümanlar Bizans ordusunu bulamadılar. Çünkü Bizans ordusu dağılmıştı. Bunun üzerine başkomutan Peygamber düşmanın kovalanması veya Medine'ye dönülmesi hususunda sahabîlerinin görüşlerini bildirmelerini istedi. Sahabîleri ona: "Eğer sana yolunu devam etmen doğrultusunda emir verildi ise, ilerlemeye devam et." dediler. Resulullah onlara: "Eğer bana böyle bir emir verilmiş olsa idi, sizden görüşlerinizi bildirmenizi istemezdim." karşılığını verdi. Hz. Peygamber (s.a.a) bu noktada geri dönmeye karar verdi.

Bu arada Resulullah (s.a.a) Yarımada'nın kuzeyini oluşturan bölgenin liderleri ile ilişki kurarak kendileri ile iki tarafın birbirine saldırmayacağına dair anlaşma imzaladı. Ayrıca Halid b. Velid'i Dûmetu'l-Cendel denen yörenin lideri üzerine yürümeye göndererek Bizanslıların bundan sonra girişebilecekleri başka bir saldırıda onlarla işbirliği yapması ihtimalini bertaraf etmeye çalıştı. Bu yürüyüş sırasında Müslümanlar bu yörenin liderini esir almayı ve çok miktarda ganimet elde etmeyi başardılar.

Hz. Peygamber'e (s.a.a) Suikast Girişimi
Hz. Peygamber (s.a.a) ve Müslümanlar Tebük'te on küsur gün kaldıktan sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktılar. Bu yolculuk sırasında Allah'a ve Peygamber'e inanmamış olan bir grup, şeytanın tahrikine kapılarak Resulullah'a (s.a.a) suikast düzenlemeyi kararlaştırdı. Bu menfur eylemi Peygamber'in devesi yanlarından geçerken onu ürküterek Resulullah'ı yakınlardaki bir vadiden aşağı atmasını sağlamak suretiyle gerçekleştirmeyi plânladılar.

Ordu Şam ile Medine arasında yer alan bir geçide vardığında Hz. Peygamber askerlerine: "İçinizde vadinin tabanı boyunca yol almak isteyenler varsa, orası sizin için daha geniştir." dedi. Bunun üzerine askerler vadi tabanı boyunca yol almayı tercih ederlerken, Resulullah'ın kendisi geçit yolundan gitmeyi uygun gördü. Devesini önden Ammar b. Yasir çekerken, arkadan onu Huzeyfe b. Yeman güdüyordu. Hz. Peygamber (s.a.a) bu sırada ay ışığında yüzleri örtülü ve kuşku uyandırıcı bir hareket tarzı ile peşinden gelen birkaç atlıyı fark etti. Onlara kızarak kendilerine yüksek sesle bağırdı ve Huzeyfe'ye binek hayvanlarının yüzlerine elindeki kamçı ile vurmasını emretti. Bunun üzerine adamlar korkuya kapıldılar, Hz. Peygamber'in (s.a.a) içlerinde gizledikleri hain plânı sezdiğini anladılar. Bu korku ile insanlar arasına karışarak kimliklerinin ortaya çıkmamasını sağlamak için geçit yolundan ayrılıp hızla gözlerden kayboldular.

Huzeyfe bu canilerin binek hayvanları aracılığı ile kim oldukları belirlendikten sonra üzerlerine gönderilecek kişiler eli ile öldürülmelerini Resulullah'tan (s.a.a) istedi. Fakat rahmet peygamberi olan Resulullah onları affetti ve işlerini yüce Allah'a havale etti.

Tebük Savaşı'nın Bazı Sonuçları
1- Müslümanlar güçlü bir inanca sahip, komşu devletlerin ve diğer dinlerin bağlılarının yüreklerine korku salan, düzenli ve büyük bir güç olarak sahneye çıktılar. Bu durum, İslâm beldelerinin içinde ve dışında yaşayan bütün güçleri İslâm'a ve Müslümanlara saldırmaktan caydıracak gerçek bir uyarı idi.

2- Müslümanlar kuzey sınırlarında egemen olan liderler ile imzaladıkları anlaşmalar yolu ile bölgenin güvenliğini garantiye bağladılar.

3- Müslümanlar asker sayısı, silâh ve teçhizat bakımından büyük bir orduyu sefere çıkarmaya güçlerinin yettiğini kanıtladılar. Böylece ordu düzenleme ve savaşa hazırlama deneyimlerini artırdılar. Tebük'e kadar uzanan yolculukları bir tür tatbikat ve geniş çaplı arazi keşfi mesabesinde bir eylem oldu. Müslümanlar bu seferde elde ettikleri arazi bilgilerinden daha sonraki aşamalarda çok yararlandılar.

4- Tebük Seferi Müslümanların maneviyatına yönelik bir deneme ve münafıkları belirleyip onları diğer Müslümanlardan ayırma fırsatı oldu.

5- Zirar Mescidi
Hz. Peygamber (s.a.a) hoşgörü içerikli bir şeriat ve tevhit ilkesine dayalı bir din getirdi. Bütün gücü ile salih bir insan tipi yetiştirmeye ve ilâhî öğretiler uyarınca sağlıklı bir toplum oluşturmaya çalıştı. Karşılaştığı bütün sıkıntılara, zorluklara ve savaşlara, insanı müşriklik kirlerinden, şeytan kışkırtmalarından ve ruhsal hastalıklardan arındırmak için katlandı.

Hz. Peygamber bu yoğun çabayı harcamakla meşgulken bir kısım münafık grupların kalplerinde kıskançlık ve kin duyguları harekete geçti. Bu şer odakları Kuba Mescidi'nin karşısında başka bir mescit inşa etmeye giriştiler ve bu girişimlerini sonuca vardırdılar. İddialarına göre bu yeni mescit özürlülere, sakatlara, uzağa gidemeyenlere hizmet edecek ve yağmurlu gecelerde işe yarayacaktı.

Mescidin yapımı bittikten sonra onu inşa eden şer güçlerin temsilcileri Hz. Peygamber'e (s.a.a) koştular. Ondan yaptırdıkları mescitte namaz kıldırmasını istiyorlardı. Böylece yaptıkları işe meşruluk kazandıracaklarını hesap ettiler. Hz. Peygamber bu isteğe cevap vermeyi erteledi. Çünkü Tebük Seferi'ne çıkma hazırlığı ile meşgul idi. Tebük Seferi'nden döndükten sonra ise Peygamber'i bu mescitte namaz kılmaktan men eden ilâhî emir indi. Çünkü bu mescit Müslümanların sözbirliğini parçalayacak ve ümmete zarar verecek bir fitne faktörü idi. Takva ilkesine dayalı olarak inşa edilen yapı ile Müslümanlara zarar vermek amacı üzerine inşa edilen öbür yapı arasında dağlar kadar fark vardı. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.a) bu yeni mescidin yıkılmasını ve yakılmasını emretti.

6- Heyetler Yılı
Arap Yarımadası üzerinde İslâm egemenliği belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Resulullah (s.a.a) mühlet tanıma ve uyarma yollarına başvurup eli boş dönmedikçe güç kullanma ve savaşma yoluna asla başvurmuyordu. Hatta çoğu olaylarda Müslümanların giriştikleri savaşlar savunma amaçlı idi. Şu da var ki, bazı müşrik güçler şiddete, kaba güce, tehdide ve korkutmaya maruz kalmadıkça hakkı tanımıyor, yola gelmiyorlardı.

Müslümanlar devletlerinin başkenti olan Medine'ye döndükten sonra Hz. Peygamber (s.a.a) beldeleri putperestlik mekânlarından ve şirk heykellerinden temizlemek üzere birkaç seriye sefere çıkardı.

Müslümanların gücü ve birbirini izleyen başarılar, hedeflerinin belirginlik kazanması ve yol göstericiliğinin etkinliği sayesinde Arap Yarımadası'nın bütün kabileleri ve bu kabilelerin liderleri İslâm'ın sesini duyarlı kulaklarla dinlemeye başladılar. Bunun sonucu olarak kabilelerin seçilmiş heyetleri Resulullah'ın (s.a.a) önünde Müslümanlığı kabul ettiklerini ifade etmek için Medine'ye akın ettiler. Bu yüzden Hicret'in dokuzuncu yılı olan bu yıla "Heyetler Yılı" adı verildi. Hz. Peygamber bu heyetleri bizzat karşılıyor, onlara nazikçe davranıyor, kendilerine Kur'ân'ın farzlarını ve İslâm'ın hükümlerini öğretecek hocalar gönderiyordu.

Sakıf Kabilesinin Müslüman Olması
İlâhî desteğin oluşturduğu şartlar, her aklı başında kimseyi durumunu gözden geçirmeye ve İslâm karşısında aklının hakemliğine başvurmaya sevk etti. Sakıf kabilesi, kalelerinin içine kapandığında Hz. Peygamber'in Taif'in fethedilmesini sonraya bırakması, ona yaraşan son derece bilgece bir karar oldu. İşte şimdi aynı Sakıf kabilesi uzun bir süre inatla direndikten, karşı durduktan, yanlarına Müslüman olarak gelerek hemşerilerini yeni dine çağıran bir lider olan Urve b. Mes'ud Sakafî'yi öldürdükten sonra, seçtiği bir heyeti Hz. Peygamber'e göndererek Müslümanlığı kabul ettiğini bildiriyor.

Hz. Peygamber Sakıf kabilesinin heyetinin gelişini hoşnutlukla karşıladı. Mescid-i Nebevî'nin bir köşesinde onlar için özel bir bölüm hazırlandı ve Halid b. Said'i onlarla ilgili teşrifatı yerine getirmek için görevlendirdi. Sonra heyet Hz. Peygamber ile İslâm üzerine müzakerelere başladı. İslâm'a girmek için bazı şartlar ileri sürüyorlardı. Bunların başta geleni, Peygamber'in belli bir süre için kabilelerinin özel putuna dokunmaması idi. Hz. Peygamber sırf Allah için olan katıksız tevhit ilkesi üzerinde ısrar ederek bu tekliflerini reddetti. Müzakereler ilerledikçe heyetin adım adım tavizler vermeye başladığı görüldü. Nitekim konuşmaların bir aşamasında İslâm'ı kabul ettiler. Yalnız Peygamber'den putlarını kendi elleri ile kırmaları şartından muaf tutulmalarını istiyorlardı. Bir de namaz kılma yükümlülüğünden muaf tutulmayı teklif ediyorlardı. Hz. Peygamber bu teklifi: "Namazı içermeyen bir dinde hayır yoktur!" diyerek geri çevirdi. Sonuçta İslâm'ı şartsız olarak kabul ettiler. Heyet, dinin hükümlerini öğrenmek üzere bir süre Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanında kaldı. Sonra Resulullah (s.a.a) Taif'teki putları kırmak üzere Ebu Süfyan b. Harb ile Muğire b. Şu'be'yi oraya gitmekle görevlendirdi.

[1]- Mute Savaşı, Hicret'in 8. yılının cemaziyülevvel ayında gerçekleşti.
[2]- Mekke, Hicret'in 8. yılının ramazan ayında fethedildi.
[3] - İsrâ, 81
[4] - Müsned-i Ahmed, c.1, s.151; Feraidu's-Simtayn, c.1, s.249; Kenzü'l-Ümmal, c.13, s.171; es-Siretu'l-Halebiyye, c.3, s.86
[5]- Hucurât, 13
[6] - Huneyn Savaşı, Hicret'in 8. yılının şevval ayında gerçekleşti.
[7]- Tebuk Savaşı, Hicret'in 9. yılının recep ayında gerçekleşti.
[8]- İmtau'l-Esma, c.1, s.449; Sahih-i Buharî, c.3, s.1359, hadis: 3503; Sahih-i Müslim, c.5, s.23, hadis: 2404; Sünen-i İbn-i Mace, c.1, s.42, hadis: 115; Müsned-i Ahmed, c.1, s.284, hadis: 1508
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi İmamHüseyin 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
MUHAMMED MUSTAFÂ'SIN Şiirler ve Şairler AŞK'ÜL İSLAM 1 2189 09 Mayıs 2009 14:06
Rahmetli İmam Humeyni’den bir şiir Şiirler ve Şairler İmamHüseyin 0 2591 09 Mayıs 2009 14:04
MÜSLÜMAN COĞRAFYASINA AĞIT Şiirler ve Şairler namzet davadar 1 1950 09 Mayıs 2009 14:03
MÜSLÜMANLAR KARDEŞTİR Şiirler ve Şairler Yitiksevda 3 2459 09 Mayıs 2009 14:01
MÜSLÜMANLIK NEREDE! Şiirler ve Şairler Mahru 3 2184 28 Nisan 2009 23:39

Alt 04 Ağustos 2009, 19:27   Mesaj No:2
Medineweb Sadık Üyesi
kurtmehmet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kurtmehmet isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5446
Üyelik T.: 30 Kasım 2008
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:63
Mesaj: 682
Konular: 73
Beğenildi:19
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart RE: MEKKE'NİN FETHİ

İslâm Ordusunun Mekke'ye Hareket Etmesi
Hazırlanan bu büyük İslâm ordusu, ramazan ayının onunda Mekke'ye doğru hareket etti. Kedid adı ile bilinen yere varıldığında, Hz. Peygamber (s.a.a) su istedi ve Müslümanların gözleri önünde su içerek orucunu bozdu ve Müslümanlara da oruçlarını bozmalarını emretti. Fakat bazıları önderin ve Elçi'nin emrini dinlemeyerek oruçlarını bozmadılar. Hz. Peygamber (s.a.a) bu kimselerin emir dinlemezliğine kızarak: "Bunlar asidirler." dedi ve onların da oruçlarını bozmalarını emretti.



ALLAH cc ramazan orucunu müslümanlara farz kılmış HZ MUHAMMET sav EFENDİMİZ farzı terk etmiş olabilirmi
ben bu güne kadar ne duydum nede bir yerde okudum bu konuda bilgisi olan arkadaşlar aydınlatıcı bir yazı yazabilirmi SAYGILAR...
Alıntı ile Cevapla
Alt 04 Ağustos 2009, 23:31   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:47
Mesaj: 5.078
Konular: 295
Beğenildi:124
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart RE: MEKKE'NİN FETHİ

Mehmet abim size ben cevap vereyim kaynakları araştırdım aşağıdaki sizin sorduğunuz kısmın aktarıldığı bölümün olduğunu belirten kaynaklar.

Siretul Halebiyye c.3 s.290..... el Meğazi c.2 s.802... Sahihi Müslim c.3 s.141 142..... Oruç kitabı Ramazan ayında günah amacı taşımayan yolcunun oruç tutabileceği ve orucunu bozabileceği bölümü Beyrut Darul Fikr basımı.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Hüzünlenme Mekke anahro Şiirler ve Şairler 1 17 Mayıs 2011 19:19
Mekke cıdde Hz.Muhammed(s.a.v) 0 24 Ekim 2009 00:17
29 Mayıs 1453 İSTANBUL'UN FETHİ NUR Serbest Kürsü 3 29 Mayıs 2009 22:42
Mekke Dönemi nuryuzlum Hz.Muhammed(s.a.v) 0 20 Nisan 2009 00:02
Mekke Dönemi Belgin İslam/Dinler/Mezhepler 0 13 Eylül 2008 00:02

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.