Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İlitam 3.Sınıf Dersleri > İslam Mezhepleri Tarihi

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi:  20 Aralık 2013 (06:39), Konuya Son Cevap : 20 Aralık 2013 (06:42). Konuya 1 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 20 Aralık 2013, 06:39   Mesaj No:1
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.984
Konular: 339
Beğenildi:1160
Beğendi:330
Takdirleri:7457
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Mezhepler tarihi 7.8.hafta

Mezhepler tarihi 7.8.hafta

MEZHEPLER TARİHİ 7.HAFTA
HARİCİLİK
Bu fırkanın ilk temsilcileri, Hz. Osman’ın şehit edilmesi sonrasında önce Hz. Ali’yi desteklediler ve Muaviye’ye karşı onun tarafında savaştılar. Ancak bunlar, tahkim olayı ile birlikte gelişen olaylar neticesinde görüş değiştirerek Hz. Ali’den ayrıldılar ve sonrasında başta Hz. Ali olmak üzere tahkime katılan veya kabul edenleri eleştirip onlara cephe aldılar. Kendilerini haklı göstermek ve taraftar toplayabilmek için “Allah’tan başka hüküm verecek yoktur” (Lâ hükme illâ lillah) şeklindeki bir ayeti slogan olarak kullandılar. Böylece Haricilik, İslam düşüncesi tarihinde ortaya çıkan ilk siyasi-dinî fırka olarak tarihteki yerini almış oldu.
A- İsimlendirme Meselesi
Harici: Kendilerine karşı isyan ettikleri yöneticilerle fırkanın muhalifleri tarafından "insanlardan, dinden, haktan veya Hz. Ali’den uzaklaşan ve yönetime karşı ayaklanarak cemaatten çıkanlar" anlamı kast edilerek onlara verilmiştir. “Harici” kınamak ve kötülemek amacıyla muhalifleri tarafından kullanıldığı için başlangıçta benimsenmemiş, ancak bu ismi üzerlerinden atamayacaklarını anladıktan sonra kendi arzuları doğrultusunda güzel anlamlar yüklemeye çalışmışlardır. Bu bağlamda “Kafirlerin arasından çıkarak Allah’a ve peygamberine hicret edenler” (en-Nisâ 4/100) ayetinde tasvir edilen anlamda “Harici” olduklarını iddia etmişlerdir.
Şurat: Haricîler, kendileri için daha çokİnsanlardan bir kısmı Allah’ın rızasını talep ederek kendi nefislerini satarlar” (el-Bakara 2/207; krş. et-Tevbe 9/111) ayetinden mülhem kendileri için “canlarını Allah yolunda satanlar” anlamında “Şurât” ismini kullanmışlardır. Yine muhalifleri tarafından Haricîler hakkında kullanılmış diğer isimler “Mârika”, “Muhakkime” ya da “Muhakkime-i ûla”,“Harûriyye”,“Vehbiyye” , “Râsibiyye” dir.
B- Hariciliğin Doğuşu ve Teşekkül Süreci
Üçüncü halife Hz. Osman`ın İslam’a giriş ve hizmette önceliği olmayan yakın akrabalarını devletin önemli mevkilerine getirmesi, ileri gelen bazı sahabelerin tepkilerine yol açtı. Bu arada siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yapıda meydana gelen değişiklikler, yönetimden rahatsız olanların sayısını artırdı. Yönetim muhalifleri Kufe, Basra ve Mısır gibi eyaletlerden gelerek ashabın halifeyi eleştirmelerinden de cesaret alarak halifeye taleplerini kabul ettirdiler.Halifeyi görevini bırakması için haftalarca kuşatma altında tutup ölümle tehdit ettiler.
Daha sonra hilâfet makamına gelenHz. Ali, Hz. Osman döneminde atanan valileri değiştirdi. Ancak Şam valisi Muaviye, Osman’ın ölümünden Ali’yi sorumlu tutarak ona biat etmedi. Hz. Ali, ümmetin birlik ve beraberliğini sağlamak amacıyla kendisine itaat etmeleri için Şamlılar üzerine yürüme kararı aldı. Cemel ve arkasından Sıffin savaşına uzanan olaylar sonucunda Müslümanlar arasında mevcut olan birlik ve beraberlik bozuldu, siyasî açıdan bir otorite boşluğu ortaya çıktı.
Öte taraftan Hariciliği ortaya çıkmasında sosyal değişimin ve özellikle şehirleşme sürecinin etkili olduğu görülür. Çölde tabiat şartlarının belirlediği kontrolsüz özgürlük, yerini dinden, değerlerden ve yerleşik hayattan kaynaklanan bir disipline bırakınca onlar bu değişime yeterince ayak uyduramadılar. Bu hızlı değişime ilk tepkiyi verenler Hariciler olmuştur.
Çoğunluğu bedevî Arap kabilelerinden oluşan Haricîleri, yetiştikleri çevre, aldıkları kültür ve maruz kaldıkları sert muameleler onları sert tabiatlı, acımasız ve kendilerine mensup bulunmayan Müslüman gruplara karşı merhametsiz olmaya sevk etmiştir.
Burada üzerinde durulması gereken diğer bir husus da bedevi hayat tarzıdır. Kabile hayatı ve kabilenin çıkarları her şeyin önünde olduğundan kabile merkezli bir anlayış yaygındır. Kendilerinden yana olmayanları düşman olarak kabul ediyorlar; renkleri siyah ve beyazdan ibaret görüp dost-düşman tanımlamasını bu çerçevede yapıyorlardı. Haricîlerin, sadece Haricî olanların “kurtuluşa eren fırka” olduğunu iddia etmelerini ve Haricî görüşleri benimsemeyenleri kâfir ilan etmelerini bu zaviyeden değerlendirmek gerekir.
C- Haricilerin Tarihçesi
Cemel savaşından sonra Kufe’ye giderek ülkeyi buradan yönetmeye başlayan Hz. Ali, Müslümanların siyasi birliğini sağlamak için Muâviye’yi bir kere daha kendisine biat etmeye çağırmıştı. Hz. Osman’ın haksız yere öldürüldüğü ve katillerinin cezalandırılması gerektiği konusunda Şamlıların desteğini alan Muaviye, biat çağrısını kabul etmeyince savaş kaçınılmaz hale gelmişti.
Sıffin savaşı: 36 (657) yılı sonlarında Muaviye idaresindeki Şam ordusu ile Hz. Ali idaresindeki Irak ordusu Sıffin ovasında karşı karşıya geldi.Taraflar sonucundan korktukları için küçük çaplı çatışmalar dışında uzun süre toplu hücuma geçmediler, görüşmeler yoluyla sorunun hallini beklediler. Muaviye ve Şamlılar, halifenin barış ve biat çağrılarını reddettiler. 10 Safer 37 (28 Temmuz 657) Cuma günü üstünlüğün Hz. Ali tarafına geçtiğini gören Muaviye, Amr b. el-Âs’ın teklifiyle askerlerine yanlarında bulunan Kur’an sayfalarını havaya kaldırarak, Iraklıları Kur’an’ın hükmüne çağırmalarını emretti.
Hz. Ali, askerlerine savaşmakta haklı olduklarını, sonuç alıncaya kadar çatışmaya devam etmelerini emretmişti. Ancak Eş’as b. Kays’ın liderliğini yaptığı bir grup insan “Biz Kur’an’a karşı savaşmayız.” diyerek savaşı bırakması için Hz. Ali’yi hakem tayinine zorlamıştı. Bunlar, sorunun çözümünün hakemlere havale edilmesini ve hakemlerin verecekleri karara herkesin uymasını istiyordu. Ancak hakemlerin kararını açıklaması üzerine Özellikle Temim kabilesine mensup olan askerlerin pek çoğu, “Lâ hükme illâ lillâh/ Hüküm ancak Allah’a aittir.” sloganıyla hakemlerin kararını tanımayacaklarını açıklamışlardı. Hz Ali’yi anlaşmayı bozması ve tövbe ederek tahkimi reddetmesi hususunda ikna etmeye çalıştılar. Ancak Halife, verdiği sözden dönmeyeceğini bildirmişti. Daha önce Hz. Ali’yi tahkime zorlayan bu grup, hakem tayinini kabul ettiği için onu suçlayarak ordudan ayrılmışlardı. İlk Haricî zümreyi oluşturan bu gruba gittikleri yere nispetle Harûrî’ler denmiştir.
1- Haricilerin Hz. Ali’den Ayrılma Sebepleri
Sıffîn Savaşı sırasında Muaviye taraftarlarının Kur’an’ın aralarında hakem olması şeklindeki çağrısı, daha sonra Harici diye isimlendirilecek Hz. Ali taraftarlarınca Muâviye tarafının hatalarını anlayıp Kur’an’ın hükmünü kabul ettikleri şeklinde anlaşılmıştı.Onlar, bu durumda savaşın sürdürülmesini dinin hükümlerine göre haram saymışlardı. Savaş durduktan sonra Muâviye’nin önerisiyle, anlaşmazlığın tarafların tayin edecekleri hakemlerce çözülmesi önerilince, savaşın devamını istemeyen Iraklı askerler barışı sağlayacağına inandıkları Ebû Mûsâ el Eş`ari`yi Hz. Ali’nin itirazına rağmen- teklif etmişlerdi. Daha sonra Hâricî olanların bir kısmı da Ebû Mûsâ’nın hakem seçilmesini destekledi. Muhtemelen onlar bu seçimi yaptıkları sırada Muâviye’nin kimi hakem seçtiğini bilmiyorlardı.
ilk şaşkınlık, Muâviye’nin yardımcısı konumundaki Amr b. el-Âs’ı hakem tayin ettiğini öğrenmeleriyle ortaya çıkmıştır. Muâviye, hakem değil, kendi tarafının çıkarlarını gözetecek müzakereci seçmişti.
İkinci şaşkınlık ya da şok, tahkîmnâme metninin yazılması aşamasında meydana gelmiştir. Antlaşmanın kimler arasında yapıldığı yazılırken, Muâviye tarafı Hz. Ali’nin Emîru’l-Mü’minîn sıfatıyla yazılmasına karşı çıkmıştır. Hz. Ali, Emîru’l-Mü’minin sıfatının yazılması için ısrar ettiyse de ordusundaki barışı isteyenlerin baskısıyla geri adım atmış, sadece kendisine tabi olanların lideri olarak anılmasına razı olmuştur.
Tahkîmnâme metni yazılmadan önce bütün Müslümanların tek halifesi bulunurken, tahkîmnâme ile bu durum değişmiş, Müslümanların iki ayrı lidere bağlı iki siyasi grup olduğu kabul edilerek tüm Müslümanların liderinin kim olacağı hakemlerin kararına bırakılmıştır. Böylece ümmet halifesiz kalmış; Hz. Ali daha iş müzakerecilere havale edilmeden müzakereyi siyaseten kaybetmiştir.
Başlangıçta Kur’an’ın hakem olması için Hz. Ali’yi zorlayan grup, Şamlıların tutumlarının değişmediğini anlayarak yanıldıklarını kabul etmiş, tövbe edip Hz. Ali’yi anlaşmadan vazgeçip tekrar savaşmaya ikna etmeye çalışmışlardı.Ancak Hz. Ali, Şamlılar ile yazışma yapıldığını, verdiği sözden asla dönmeyeceğini belirterek onların tekliflerini geri çevirmişti. Hz. Ali’yi bu anlaşmadan döndürmek için çabalayan ve Hâricî olan bir kısım Iraklı askerler, Kûfe’ye girmeyip Harûrâ’ya çekilmişlerdir. Halife Ali’den ayrılıp Harura’da toplanan 12.000 dolayındaki Haricî, askerî kumandan olarak Şebes b. Rib’i et-Temîmî’yi namaz kıldırmak için de Abdullah b. Kevvâ’yı imam seçtiler. Bunlar, işlerin şûrâ yoluyla idare edilmesini, biatin Allah’a olduğunu ve iyiliğin emredilip kötülüğün yasaklanacağını ilân ettiler. Hz. Ali, onlarla görüşmek ve onları ikna etmesi için Abdullah b. Abbas’ı görevlendirdi, ancak İbn Abbas, onları ikna etmede başarılı olamadı. Bunun üzerine Hz. Ali karargâhlarına kadar bizzat giderek liderleri İbnü’l-Kevvâ ile ayrılmalarının sebepleri ve davranışlarının yanlışlığı hakkında bir görüşme yaptı. Bu görüşmenin sonunda İbnü’l-Kevvâ da dahil olmak üzere yaklaşık 6000 kişi, halifenin tahkimden caydığını sanarak onunla birlikte Kûfe’ye gittilerse de Hz. Ali bundan caymadığını söyleyince büyük bir kısmı geri döndüler.
Haricilerkendilerine Abdullah b. Vehb er-Râsibî’yi emîr seçtiler ve gizlice Kûfe’den ayrılıp Bağdat ile Vâsıt arasındaki Nehrevan kasabasında toplandılar. Öte taraftan Ezruh’ta bir araya gelen hakemler, Hz. Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğünü kabul ettiler ve kimin halife olacağı konusunda anlaşamadılar (37/658). Hakemlerin bu kararını öğrenen Hz. Ali, Kûfe’de halka bir konuşma yaparak Şamlılarla savaşmaya hazırlanmalarını istedi. Hz. Ali, Hâricîlere mektup yazarak, birlikte Şam üzerine gidebileceklerini bildirmiştir. Ancak onlar, bunu kişisel çıkarı için istediğini söyleyerek reddetmişlerdi.Hariciler, sırf kendi görüşlerini paylaşmadığı için ashaptan Abdullah b. Habbâb b. Eret’i ve hamile karısını öldürdüler. Ayrıca Osman ve Ali’yi tekfir etmeyenin kâfir olduğunu ve bu sebeple öldürülmesi gerektiğini ilân ettiler. Halife onların üzerine gitme kararı aldı. 9 Safer 38/17 Temmuz 658’de Nehrevan’da yapılan savaşta Haricilerin tamamına yakın bir kısmı katledildi. Buradan kurtulup Nuhayle’ye çekilen Hariciler de geri dönmeyi kabul etmeyince aynı şekilde kılıçtan geçirildi. Ancak savaştan kaçıp kurtulan Haricîler, Hz. Ali’yi savaş meydanında yenemeyeceklerini anlayınca ona suikast düzenlemeye karar verdiler. Hz. Ali, Abdurrahman b. Mülcem tarafından hançerlendi ve aldığı yaranın tesiriyle 21 Ramazan 40 (28 Ocak 661) tarihinde vefat etti.
Hâricîler ayrılık gerekçesi olarak, Hz. Ali’nin Mü’minlerin Emiri unvanını sildirmesini, tahkimi kabul etmesini, tayin edilenlerin hakemlik vasfına sahip olmadıklarını, Kur’an veya Sünnet’te hükmün bulunmadığı hallerde ancak salih müslümanların hüküm verebileceğini, Allah’ın hüküm verdiği bir meselede, insanların hüküm verme yetkilerinin bulunmadığını ileri sürdüler. Onlar, Hz. Osman’ın Kur’an ve Sünnet’e uymamakla büyük günah ve suç işlediğini ve bu nedenle haklı olarak öldürüldüğünü kabul etmekte idiler.Haricilerin Hz. Ali ve taraftarlarını tekfir etmelerinin asıl sebebi, meşru halifeye isyan eden Şamlılarla savaşa devam edilmesi yerine tahkime gidilmesi hadisesidir. Çünkü Kur’an’da (el-Hucurat 49/9) isyan eden toplulukla hakka gelinceye kadar savaşılması emredilmektedir. Allah’ın açık bir hükmünün olduğu bir yerde insanların hükmüne itibar edilmez. Hariciler, bu tutumlarını “Lâ hükme illallah” ayetini sloganlaştırarak ifade ettiler ve Allah’ın açık hükmü varken tahkime gitmenin gayr-i dini olduğunu savundular.
2- Emevîler Döneminde Hariciler ve Faaliyetleri
Muâviye döneminde Hârici isyanlarının ardı arkası kesilmedi.Özellikle Hz. Hasan’ın hilâfeti Muâviye’ye teslim etmesinden sonra daha bir hız kazandı. Kûfe bölgesinde hicri 41’den 59 yılına kadar gerçekleştirilen pek çok isyan Emevîler tarafından sertlikle bastırıldı. Emevîlerin bu sert tutumları sebebiyle Kûfe Hariciliğinin sona erdiği söylenebilir. Basra Hâricîliği ise, Nehrevan’dan kurtulan Mis’ar b. Fedekî et-Temîmî tarafından kuruldu. Ancak Basra valisi Ziyâd b. Ebîh’i ve oğlu Ubeydullah zamanında Haricilere çok sert karşılık verildi ve onların toparlanmasına fırsat verilmedi. Haricîler Muaviye’nin ölümünden sonra da rahat durmadılar. Özellikle Yezîd devrinde başlayan iç huzursuzluk, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilmesinin ardından Abdullah b.Zübeyr’in hilâfet davası ve bu uğurdaki silâhlı mücadelesi, 63 (682) yılında Medinelilerin isyan teşebbüsü, Yezîd’in kumandanı Müslim b. Ukbe’nin Medine’ye saldırması (63/683) ve arkasından Kabe’nin yakılması (3 Rebîülevvel 64/31 Ekim 683) huzursuzluğu daha da arttırdı.
Haricîlerin Emevîler döneminde en büyük isyanlarından birisi 64/684 yılında Basra ve civarında oldu. Basra’da daha önce hapsedilenleri de yanına alan Nâfi’ b. el-Ezrak, Ehvaz’a çekildi.Emevî valilerinin sıkı takibi sonucu Nafi (64/684 veya 65/685) ve önde gelen taraftarları yakalanıp öldürüldüler. Böylece Ezârika grubu dağıldı. Haricilerin, Emevîlerin yıkılması sürecinde etkili oldukları kabul edilmektedir.
4- Abbasiler Döneminde Hariciler ve Faaliyetleri
Haricilerin isyan girişimlerine Abbasi yönetimi yerinde müdahalelerle fırsat vermemiştir. Bununla birlikte İbâzıyye koluna mensup olan Benî Rüstem, Tâhert’te Rüstemîler Devleti’ni kurmaya muvaffak oldu.Bu devlet, Fâtımîler tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar varlığını devam ettirdi. İbâzıyye fırkası Basra, Yemen, Hadramut, Umman, Kuzey Afrika ve Mağrib’de hâlâ varlığını sürdürmektedir.
D- Haricî Fırkaları
Muhakkime veya Muhakkime-i Ûlâ: Abdullah b. Kevvâ, Abdullah b. Vehb er-Râsibî gibi liderlerin bulunduğu bu fırka, hilâfetin Kureyş’e aidiyetini reddederek Hz. Ali’yi önce hatalı, daha sonra kâfir kabul etmiş, Cemel Vak’asına ve Sıffîn Savaşı’na katılanları eleştirmiştir.
Ezârika:Nâfi’ b. Ezrak’a nispet edilen bu fırkaya göre Cemel ve Sıffin savaşlarına katılanlar ile hakemleri kabul edenler, kâfir ve ebedî cehennemliktir. Ayrıca kendileri gibi düşünseler de kendileriyle birlikte kıyam etmeyen Hariciler de kafirdir. Muhaliflerin kadın ve çocuklarını öldürmek caizdir, recm cezası yoktur, takiyye haramdır ve kebire sahipleri ebediyen cehennemliktir. Ezarika fırkası kendi döneminin en güçlü Harici fırkasıdır.
Necedât:Necde b. Âmir el-Hanefî’ye uyanlardır. Bunlar, kendilerine uymayan Haricileri tekfir eden Nâfi’ b. Ezrak’tan ayrılmışlar ve onun bazı görüşlerini eleştirmişlerdir. Bunlara göre ashab-ı kuud tekfir edilemeyeceği gibi, kendileriyle savaşmayan diğer Müslümanların kanları da haramdır. Ayrıca kendileri dışındaki diğer Müslümanlarla ilişki kurmak caizdir.
Sufriyye:Ziyâd b. Asfar veya Abdullah b. Asfar et-Temîmî’ye nisbet edilen bu gruba göre, günah işleyenler müşrik kabul etmekle birlikte muhaliflerin kadın ve çocuklarını öldürmek caiz değildir.
Acâride:Abdülkerîm b. Acred’in bağlılarından oluşan bu fırka, kâfirlerin çocukları hakkında bulûğ çağına gelip İslâm’ı kabul veya reddettikleri sabit olmadan hüküm verilemeyeceğini, Hâricîler’in bulunduğu yere hicret etmenin farz değil fazilet olduğunu, hicret etmeyenlerin büyük günah işlemedikleri sürece mümin sayılması gerektiğini ileri sürmüştür. Çoğunluğunu Horasanlıların teşkil ettiği grup pek çok tâli kollara ayrılmıştır.
İbâzıyye:Abdullah b. İbâz’a nisbet edilen bu fırka, büyük günah işleyenleri sadece nimete karşı nankörlük anlamında kâfir sayar; muhalif Müslüman grupların yaşadığı toprakları İslâm ülkesi kabul ederek onlarla evlenmeyi ve miras intikalini meşru görür. İbâzıyye, Hâricîliğin en ılımlı ve günümüze kadar ulaşan tek koludur.
F- Haricîlerin Bazı Ortak Görüşleri
İmamet-Hilafet meselesi:İlk Haricîler ve diğerleri için Kur’ân-ı Kerîm kesin bir kanun olup te’vil veya tefsire ihtiyaç göstermeksizin lafzı hüviyetiyle değişmez bir şekilde hem itikadî hem de amelî hayat için yegâne nizamdır. Bu anlayış, yanlış yola sapmadan İslâm’ı yaşamayı ve adaleti gerçekleştirmeyi gerektirir.Hâricîler’in görüşlerinin hareket noktası, devletin en önemli niteliği olan adalet ilkesiyle Allah’ın hükmünün gerçekleştirilmesinden birinci derecede sorumlu makam olması açısından hilâfet meselesidir.
Halifelik âdil, âlim ve zâhid olması şartıyla hür yahut köle her müslümanın hakkıdır; diğer mezheplerin ileri sürdükleri Kureşî. Hâşimî, Emevî yahut Arap olma gibi şartlar geçerli değildir. Halife, Müslümanlar arasında yapılan hür seçimle iş başına getirilir; doğru yoldan ayrıldığı zaman da azledilir ve öldürülür.
Hz. Ebû Bekir ile Ömer’in hilâfetlerinin tamamını, Osman’ın ilk altı yılını ve Ali’nin tahkime kadarki halifeliğini meşru sayıp Hz. Osman’ın ikinci altı yıllık halifelik döneminden itibaren vuku bulan olayları, siyasî ve idarî karışıklıkları ve Osman’ın bu dönemdeki icraatını adaletsizlik şeklinde değerlendirmeleri hemen bütün Hâricîler’in ittifak ettiği hususlardır.
Büyük günah işleyen kafirdir:Harici fırkaların ortak görüşlerinden biri de ameli imanın bir parçası olarak kabul etmeleridir.İmanla İslâm ayrılmaz bir bütün olup eş anlamda kullanılmış, Ehl-i sünnet’in aksine amellerin ihmal edilmesinden dolayı imandan çıkılacağı görüşü benimsenmiştir. Onlara göre büyük günah işleyen kişi, bu tutumuyla Allah’ın yasak kıldığı şeyi helâl saydığından mümin değildir ve cehennemde ebedî kalacaktır.
İBÂZİYYE
Adını kurucusu kabul edilen Abdullah b. İbâz’dan alan bu fırka, Haricî fırkalar arasında günümüze ulaşan yegâne gruptur. Fırkanın adı Kuzey Afrika ve Umman’da “Ebâzıyye” veya “İbâzıyye” şeklinde kullanılmaktadır. Ayrıca Umman İbâzîlerine Beyâsi, Biyâsî veya Beyâzî de denmektedir. İbâzîler’in kendilerini için Muhakkime-i Ulâ ve Abdullah b. Vehb er-Rasibî’ye nispetle Vehbiyye adlarının yanı sıra Ehlü’d-Da’ve, Ehlü’l-îmân ve’l-İstikâme, Ehlü’l-Adl ve’l-İstikâme ve Cemâ’atu’l-Müslimîn gibi adları da kullanmaktadır.
İbn İbâz, kendileri gibi düşünmeyen diğer Müslümanların sadece nimetler karşısında nankör sayılmaları gerektiğini, bu sebeple de onların can ve mal güvenliğine sahip olduklarını açıklamış ve aşırı Haricilerden farklı bir tutum sergilemiştir. Abdullah b. İbâz, aklı-selim ve sünnet hudutları içinde kalmak isteyen Haricîleri kendi etrafında toplayıp Basra’da sakin bir hayat yaşamıştır. Onun reisliğinde Basra’da yaşayan İbâzîler’in bu devrine kitmân (gizlenme) devri denilmiştir. İbn İbaz, Emevîlerle iyi ilişkiler kurdu ve Halife Abdülmelik b. Mervân’a iyiliği tavsiye eden ve kötülüklere mani olmasını isteyen bir mektup yazdı. Bu mektubunda genel tavsiyelerin yanında ilk iki halifenin Kitap ve Sünnet’e bağlı kaldıklarını, Osman’ın ise icraatlarında hatalı olduğunu, ondan sonra iş başına gelen Ali’nin ise Allah’ın koyduğu hüküm dururken insanların hakemliğine başvurmak suretiyle küfre girdiğini, Muâviye’nin fâcir olup liderlik peşinde koştuğunu, hele Yezîd gibi fâsık, kâfir ve içki içen birini kendi yerine halef seçmesinin kötülük olarak ona yeteceğini, bütün bu olumsuz tavırları kendilerinin tasvip etmediğini açıklamış, görüşlerindeki aşırılıklar sebebiyle de İbn Ezrak’tan teberri ettiğini belirtmiştir.
Halife Abdülmelik b. Mervanın ölümünde sonra Basra valisi Haccac, Muhammed b. Abdurrahman b. el-Eş’as’ın isyanına katılmalarını bahane ederek İbâzîlerin ileri gelenlerini hapsettirmiş veya Umman’a sürmüştür. İbâzîlerin önde gelen âlim ve fakihlerinden birisi olarak kabul edilen Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerime, Basra İbâzîlerinin başına geçti ve bu dönemde Basra bir ilim merkezi hüviyetini kazandı. “Hameletü’l-ilm” veya “nakâletü’l-ilm” adı verilen bu gruplar İbâziyye’nin Mağrib, Yemen, Hadramut, Umman ve Horasan’a yayılmasını sağladı. Küçümsenemeyecek çapta başarı elde eden bu dâîlerin faaliyetleri sonunda çeşitli yerlerde küçüklü büyüklü İbâdî ayaklanmaları patlak verdi. Taşradaki isyanlara rağmen Basra İbâdîleri kendi inançlarını saklamaya ve gizlilik içinde yaşamaya devam ettiler.
Abbasîler devrinde de İbâzîler büyük ölçüde himaye gördüler. Hicaz, Yemen ve Hadramût’ta Haricîlik faaliyetlerinden söz etmek mümkünse de İbâzîyye asıl etkinliğini Umman’da göstermiş ve hala devam eden bir mezhep olmuştur. Abbasilere yönelik bazı isyanlardan sonra 177/794 yılında Musa b. Ebî Cabir önderliğinde Umman’da yönetimi ele geçirdiler.Ummanlı İbâzî tüccarlar yoluyla, İbâzîlik Arap yarımadası dışında Kuzey Afrika, İran, Horasan, Kirman, Hind ve Çin bölgelerine yayıldı.Öte yandan II./VIII. asrın başlarında Kuzey Afrika ve Mağrib’te dailerinin faaliyetleri ile İbâzîlik buralarda taraftar buldu. Nitekim Trablus’ta 132/749 yılında kısa süreli Ziyadî devletini kurdular. Ebû’l-Hattab el-Muâfirî’nin liderliğinde, 141/758 yılında Batı Trablus ve civarındaki pek çok yeri ele geçirdiler ve sonrasında Abdurrahman b. Rüstem Kayravan’da İbazî bir devlet kurdu. Rüstemîler devleti döneminde İbâzîler, Kuzey Afrika’da altın çağını yaşadı. Fatimilerin Kuzey Afrikayı, özellikle 296/908 yılında Tahert’i ele geçirmeleriyle birlikte, çöküşe geçtiler ve VI./XI. asırdan itibaren etkinliklerini kaybettiler. İbâzîlik, buradan İbazî tüccarlar yoluyla Doğu Afrika ve Sudan’a yayıldı. Özellikle Zengibar, Doğu Afrika İbâzîliğinin merkezi oldu. Osmanlı döneminde, Cezayir’in Osmanlı idaresine girmesiyle birlikte İbâzîler, Osmanlı tebaası oldu. Belli bir vergi karşılığında, Osmanlı tarafından himaye edildiler ve genellikle iç işlerine karışılmadı. İbâzıyye, erken sayılabilecek bir dönemde itikadî ve siyasî açıdan çeşitli bölünmelere uğradı ve birçok kola ayrıldı.
Vehbiyye grubu, Rüstemîler’in ilk imamı Abdurrahman b. Rüstem’in kendisinden sonraki imamı belirlemek üzere alt kişilik bir şûra oluşturdu. Bu şûra, oğlu Abdülvehhâb b. Abdurrahman’ı imam seçince üyelerden Ebû Kudâme Yezîd b. Fendin, imamın belli bir cemaatle anlaşarak işlerini yürütmesini ve daha faziletli bir imam adayı ortaya çıktığında istifa edip görevi ona bırakmasını istedi. Abdülvehhâb taraftarları bu düşünceyi kabul etmeyince cemaat içinde parçalanma meydana geldi. Bu grup, seçtikleri imamın adına nispetle Vehbiyye adını benimsedi. Vehbiyye, İbâzîyye’nin ana grubunu oluşturmaktadır.
Nükkâriyye grubu ise, İbâzıyye’nin Vehbiyye’den sonra en büyük taraftara sahip olan kolu olup Tâhert Rüstemî imametini inkâr ettikleri için bu isimle anılmıştır. Nükkâriyye, efdal varken mefdûlün imam sayılamayacağını ve zalim idarecinin arkasında namaz kılınamayacağını ileri sürmüştür. Mağrib, Nükkârîler’in en çok bulundukları bölgedir, bununla birlikte az da olsa Umman ve Güney Arabistan’da da Nükkârîlere rastlanmaktadır.
A- İbaziyye’nin Görüşleri
Onlara göre iman, inanç esaslarının yanı sıra ameli konuları da içine aldığından iman ile amel bir bütündür. Bu itibarla Allah’ın emir ve yasaklarını terk etmekle iman ortadan kalkar. İbâziyye, Allah’ı yaratıkların sıfatlarıyla vasıflandıran kimsenin O’nu hakkıyla tanımadığını ve hataya düştüğünü kabul eder.Bu anlayıştan hareketle Mu’tezile ve Zeydiyye’nin çoğunluğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk olduğunu kabul ederler.
Siyasi Görüşleri
*İmamet makamına getirilecek şahsın Kureyş’ten olması yolundaki anlayışı kesinlikle reddeder. İmamet vasiyet veya tayinle değil cemaatin ittifakı, yani serbest seçimle gerçekleşir.Onlara göre imamet için soy ve nesep önemli değildir. Lider mümin vasfını taşıdıktan başka ilim, züht ve adalet vasıflarını da taşımak zorundadır. Bu nitelikleri taşıyan herkes imam/lider/devlet başkanı olabilir.
*Seçim için gerekli olan şart biattir. Biat iki kademeli olarak yapılır. Mevcut imam, bir sonraki imamın seçilmesi için şura oluşturur, şuradan çıkan sonuç halka sunulur ve halkın onayı alınır. Şayet halk isteyerek biat etmemişse seçilen aday imam unvanına sahip olamaz, bunun yerine “Sultan” ve “Melik” gibi isimlerle anılır.
*İmamın en önemli görevi Kur’an’ın hükümlerini harfiyen yerine getirmek ve adaleti sağlamaktır. Kur’an’la birlikte ilk iki halifenin dinî uygulamalarına başvurabilir, ancak asla hakem yoluyla karar vermemelidir.
*İmam gerektiğinde azledilebilir. Şayet imam, Allah’ın kitabından ayrılır, sapkınlığa düşerse veya halkına zulmederse azledilebilir.
*Seçilen imamdan daha faziletli birisi cemaat içinde varsa, genel kanaat seçilenin göreve devam etmesi şeklindedir. Ancak efdal-mefdul tartışması şeklindeki bu mesele Kuzey Afrika İbaziliğini ikiye bölmüş; neticede Vehbiyye ve Nükkariyye grupları ortaya çıkmıştır. Nükkariler, efdalin olduğu bir yerde mefdulün imametinin caiz olmadığı görüşünde olmakla birlikte İbazilerin geneline göre, daha faziletlinin bulunması durumunda daha az faziletlinin imam olması caizdir.
*İbâzıyye’ye göre aynı anda İslam coğrafyasının farklı bölgelerinde birden fazla “imam” bulunabilir. Nitekim Basra’da, Tâhert’te, Umman’da ve Hadramut’ta aynı anda faaliyette bulunan İbâzî imamlara rastlanmıştır.
İtikadi Görüşleri
*Kur’an-ı Kerim, gerek inanç gerekse pratik hayat açısından yegâne devlet nizamıdır. Devlet, bu esaslar üzerine kurulmalıdır. Amaç, ilâhî nizamın hâkim olacağı bir devlet düzeni kurmaktır.
*İbâzîyye, kendi dışındaki Müslümanları ve muhaliflerini müşrik değil “nimeti inkâr edenler anlamında kâfir” olarak görmüştür. Onların ve çocuklarının hayat hakları ve malları ellerinden alınamaz, sadece savaş mühimmatı ganimet olarak alınabilir. Onların bulunduğu bölge iman yurdu değil, tevhit yurdudur.
*Allah’ın görülmesinin (rü’yetullah) ne bu dünyada ne de âhirette mümkün olmadığını ileri sürerler.Bu konuda Mutezile fırkasından etkilendikleri anlaşılmaktadır.
*Günahkâr kimse için şefaatin söz konusu olamayacağını, aksi halde Allah’ın vaad ve vaîd ilkelerinin bozulacağını ileri sürerler.
* İbâziler’e göre büyük günah işleyen müşrik değil, muvahhiddir. Ancak Müslüman bir kişi, günahları inkar ettiği veya onları işleme konusunda ısrar ettiği takdirde şirke düşmüş olur. İbâzîler küfrü, “nimet küfrü” ve “şirk küfrü” olmak üzere ikiye ayırırlar ve büyük günah işleyenin ‘‘nimet küfrü’’ içinde olduğunu söylerler. Büyük günah işleyen bir kimse ceza çekmesinde ve cehenneme girmesinde şüphe yoktur. Ancak cehennem ateşinden ebediyen kurtulmanın tek çaresi büyük günah işleyenin tövbe etmesidir.
*İbâziyye Harici olmayan diğer Müslümanların miraslarını helal, onlarla evlenmeyi caiz görmekte ve şahitliklerini kabul ederler. Muhalifleri ile yapılan savaşta ganimet olarak ancak at ve silah gibi yararlı şeyler alınabilir.
*İmam başta olmak üzere bütün İbaziler “emr bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker” (İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak) vazifesini yapmak zorundadır.
*Allah’ın en önemli sıfatı kıdem olduğundan, Mutezile ve Zeydiyye fırkalarının çoğunluğunun kabul ettiği gibi, Kur’an’ın mahluk olduğunu savunurlar.
*Sahabe, -fasık olduğu bildirilenler hariç- hepsi adalet sahibidir.
*İsti’raz caiz değildir.
B- İbâzıyye’nin Günümüzdeki Durumu
İbâzîler günümüzde Umman başta olmak üzere Hadramut, Zengibar, Libya, Tunus, Cezayir ve Batı Sahra’nın çeşitli yerleşim alanlarında yaşamaktadırlar. Bugün Umman Sultanlığı olarak bilinen bölgede, II./VIII. asrın ortalarından itibaren İbâzî topluluk bulunmakta ve kendi imamlarını kendileri seçmekte idi. Umman’da 1992 yılı itibariyle, 1.500.000 milyonluk nüfusun % 40-45’ini İbâzîler oluşturmaktadır. Bugün Gâfiri ve Hinâ kabileleri bu mezhebe mensuptur. 1972’den beri ülkeyi yöneten Umman sultanı Kâbus b. Saîd, İbâzî bir aileye mensuptur. Bu aile 1749’dan bu yana iktidarı elinde tutmaktadır.
Sayıca pek fazla olmayan Hadramut İbâzîleri yanında Zengibar’daki İbâzîler daha çoktur. Son yıllarda halkın çoğunun Şafiî mezhebine girmesiyle İbâzî sayısında azalma gözlenmekte birlikte yine de Zengibar’ın hâkim ailesi ve çevresi İbâzıyye’ye mensuptur. Kuzey Afrika’da, genelde, Berberi kabileleri arasında da İbâzîlik yaygındır. Günümüzde Libya’da Trablus’un Zuvare ve Cebel-i Nefuse bölgelerinde ve Cezayir’in Vercelan ve Vadi Mizab ile Tunus’un Cerbe bölgesindeki halk arasında İbâzîlik yaşamaya devam etmektedir. Dünya Müslümanları arasında İbazî nüfusun yaklaşık olarak 2-3 milyon olduğu tahmin edilmektedir.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medine-web 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Mustafa İslamoğlu Sözler Medineweb.net Videolar Mihrinaz 2 190 30 Nisan 2023 16:51
Şirk Hakkında Kuran Ne Diyor? Medineweb.net Videolar Medine-web 0 148 29 Nisan 2023 18:52
DÜNYA KABE'NİN NERESİNDE Hacc-Umre-Kurban Medine-web 0 924 27 Nisan 2020 21:40
T.B.Teknolojileri-2 Vize Konuları Ozet(2017) Temel Bilgi Teknolojileri 2 Medine-web 3 2585 06 Ekim 2017 20:31

Alt 20 Aralık 2013, 06:42   Mesaj No:2
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.984
Konular: 339
Beğenildi:1160
Beğendi:330
Takdirleri:7457
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Mezhepler tarihi 7.8.hafta

MEZHEPLER TARİHİ 8.HAFTA
MÜRCİE MEZHEBİ
Mürcie, İslamiyet’in ilk asrında ortaya çıkan Müslümanların birlik ve beraberliğini hedefleyen ve bu doğrultuda uzlaşmacı fikirleri ile tanınan siyasi ve itikadi bir mezheptir. Hz. Osman’ın şehit edilmesi ile başlayan siyasi hadiseler Müslümanları derinden sarstı ve yeni arayışlara sevk etti. Emevî-Hâşimî çekişmesine taraftar olmak istemeyen ve Haricî zihniyetini tehlikeli bulan bazı Müslümanlar dönemin siyasi tartışmalarından uzak kalmaya çalıştı. Onların bu siyasi tavrı, kısa bir müddet sonra itikadi bir hüviyet kazanarak Mürcie ekolü şeklinde teşekkül etti.
İsimlendirme Problemi
Mürcie kelimesinin "ertelemek, geriye bırakmak veya geciktirmek" anlamlarına gelen “ircâ” veya "beklenti içinde olmak ve ümit etmek" manasındaki “recâ” kökünden geldiği şeklinde iki temel görüş bulunmaktadır.
Mürcie kelimesini bir terim olarak ilk defa kullanan Haricî Nafi b. Ezrak’tır. O, bu kavram ile büyük günah işleyen kimselerin durumunu Allah’ın hükmüne bırakanlar anlamında ilk dönem Mürcie’sini (el-Mürcietü’l-ûlâ) kastetmiştir. Daha sonraki Hariciler ise, büyük günah işleyenlerin ahrette cezalandırıp cezalandırılmayacağı konusunda bir hüküm vermedikleri için Mürcie’yi Şüpheciler anlamında “Şükkâk” diye isimlendirmiştir.
Şia, hilafet sıralamasında Hz. Ali’yi dördüncü sıraya bırakanların hepsini, “geriye bırakanlar” anlamında Mürcie diye tanımlamıştır. Hadis taraftarları ise, amel-iman ilişkisini dikkate alarak “Amelleri imandan sonraya bırakanlar” veya “İmanı amelsiz söz olarak tanımlayanlar” anlamında Mürcie terimini kullanmıştır. Ancak bu tanımlamaların hemen hepsinde imanla ilgili fikirleri sebebiyle Mürcie fırkasını karalamak gibi bir amacının olduğu dikkat çekmektedir.
Mürcie, siyasi ve itikadi bir fırka olarak“Hz. Osman ve Hz. Ali başta olmak üzere büyük günah işleyenlerin durumlarını Allah'a bırakarak, onların cennetlik veya cehennemlik oldukları konusunda fikir beyan etmeyen topluluklara verilen ortak bir isimdir.” Şeklinde tanımlanabilir. Böyle bir tanım, önce siyasî bir tavrın tezahürü, daha sonra bu tavrın itikadî alana taşınarak temellendirilmek istenmesiyle uyum içindedir.
Mürcie ekolü mensupları kendilerini, “Cennet karşılığında canlarını ve mallarını Allah’a satanlar” anlamında Şârî; ümmetin birlik ve bütünlüğünü savunanlar anlamında da Ehlü’l-Cemaa ve’l-Mürciûndiye isimlendirmişlerdir. Muhaliflerce verilen isimlerden bir, “Ali ve Muaviye tarafında yer almayanlar anlamında Tarafsızlar (Mutezile)”, diğeri de “siyasi çekişmelerden uzak durup köşesine çekilenler anlamında Huleysiyye”isimleridir.
Mürcie'nin Doğuşu ve Teşekkül Süreci
Mürcie ekolünün ortaya çıkışında etkili olan sebeplerin başında Haricî zihniyet, kabilevî çekişmeler, Emevîlerin siyasî ve ekonomik politikaları, kentleşme ya da yerleşik hayata geçiş gibi siyasî, ekonomik ve toplumsal problemlerin etkili olduğu kabul edilmektedir.
Cahiliye dönemi Arap toplumunda kabilecilik/asabiyet anlayışı sosyal ve siyasi hayatın en belirleyici unsuruydu.Haşimoğulları Hz. Peygamber'in kendi aralarından çıktığı için, hem Ümeyyeoğullarına, hem de diğerlerine karşı daha nüfuzlu olmalarına rağmen hem Hz. Ebû Bekir, hem de Hz. Osman’ın halife seçimleri sırasında hilafeti elde edememişlerdi. Öte taraftan Hz. Peygamber zamanında siyasî nüfuzunu kaybeden Ümeyyeoğulları, Hz. Osman'ın hilafete gelmesiyle tekrar nüfuz sahibi olmuş ve önemli mevkilere gelmişlerdi. Hz. Osman'ın öldürülmesiyle başlayan olaylar, Cemel ve Sıffın'de Müslümanların birbiriyle savaşmalarına kadar varmıştı. Meşru halife Hz. Ali, merkezi yönetime isyan eden Şam Valisini yola getirmek üzere ordusuyla harekete geçmiş, ancak gelişen olaylar sebebiyle kendisiyle birlikte Muaviye'ye karşı savaşan bir grup ondan ayrılmıştı. Bunlar, başlangıçta savaşın durdurulmasını, Kur’an’ın hakem tayin edilmesini istemiş ve Hz. Ali’yi buna zorlamışlardı. Ancak, tahkimden bekledikleri sonucu alamayınca, tahkimi kabul eden herkesi tekfir etmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali, “Hariciler” diye isimlendirilen bu grubun üzerine gitmiş, onların önemli bir kısmını ortadan kaldırmış, ancak sonunda bir suikasta uğrayarak öldürülmüştü. Büyük günah işleyenlerin kafir olduğunu kabul eden Hariciler, kendileri gibi düşünmeyen bütün Müslümanları tekfir etmiş, baskınlar yapmak suretiyle kanlarının akıtılmasını helal görmüş ve bulundukları bölgelerde terör estirmişlerdi.
Hz. Osman döneminden itibaren meydana gelen fitne hadiselerinden uzak duran ve yine Müslümanlar arasında meydana gelen savaşlarda taraf olmayan, bunu da sırf İslâm ümmetinin birliği için yapan Hz. Ali ve Osman taraftarlarının dışında tarafsızlar diye tanımlanan üçüncü bir grup oluşmuştu. Böyle bir tavrın ilk defa, Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra Medine'ye dönen ve “Şüpheciler” (Şükkâk) olarak tanımlanan gaziler tarafından ortaya konulduğu görülür. Çünkü bunlar, Hz. Osman'ın ölümü üzerine Medine'ye döndüklerinde, birlik ve beraberlik içerisinde bıraktıkları insanların birbirini öldürmekte ve birbirleriyle çekişmekte olduklarını görünce, onlardan hangisinin haklı olduğundan şüpheye düşmüş ve tarafsız kalmayı tercih etmişlerdir. Bunların kanaatine göre ayrılığa düşen grupların hepsi güvenilen ve doğruluğu kabul edilen kimselerdir. Bu gruplara karşı nefret duymak, kendilerine lanet etmek mümkün değildir. En doğru hareket onların durumlarını Allah’a havale etmektir. Mürcie’nin ilk tezahürü olarak isimlendirebileceğimiz bu tavır, aslında Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra Medine'ye dönen gazilerle sınırlı değildi. Özellikle Hz. Ali-Muaviye çekişmesi sürecinde benzer bir tavrın savaşlara katılmayan Abdullah b. Ömer, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Muhammed b. Mesleme, Üsame b. Zeyd gibi sahabiler tarafından da sergilendiği bilinmektedir.Bunlar, başlangıçta Hz. Ali’ye biat etmekten kaçınmış, ancak daha sonra biat ettikleri halde ehli kıbleye kılıç çekmeyi reddetmiştir. Bu şahıslar, Müslümanların birbirine kılıç çekmesini kabul etmeyip, İslâm ümmetinin birliğini bozacak fitneden uzak durmayı din ve fazilet görmüşler, her asırda iktidarı ele geçiren imamı tanımışlar ve Ehl-i Kıble'den isyan edenle savaşı haram kılmışlardır.
Tarafsızlar diye isimlendirilen bu grubunun liderliğini Mekke ve Medine’de tartışmasız büyük bir nüfuza sahip olan Abdullah b. Ömer (ö.73/692) yapmakta idi. Kaynaklarda ilk Mürciî fikirler olarak ele alınan pek çok görüşün ilk defa onun tarafından ortaya konulduğu görülmektedir. O, Müslümanlara karşı savaşmanın doğru olmadığını ileri sürerek fitne döneminde Medine'ye ve Mekke'ye vali olarak kim geldiyse, onun arkasında namaz kılmış ve ona zekâtını vermiştir. Hatta o, Haccac'ın ve Haricî Necde b. Amir'in ve İbn Zübeyr'in arkasında namaz kıldığı için tenkit edilmiştir. Bu siyasi tavır, Hz. Ali'nin öldürülmesinden sonra Hasan'ın hilafeti Muaviye'ye devretmesiyle birlikte –siyasi anlamda hareket alanının daralması sebebiyle- daha da güçlenmişti.
Aslında Mürcie'nin siyasî ve dinî hareket olarak teşekkül tarihini, belli bir şahısla başlatmak yerine ilk mürciî fikirlerin toplum tarafından bir siyasî tavır olarak benimsendiği dönemden itibaren başlatmak daha doğrudur. Çünkü kaynaklarda, ilk “irca” fikrini ortaya attığından bahsedilen Medine'li Hasan b. Muhammed, Kûfe'li Hammad b. Ebû Süleyman ve Zer b. Abdullah, Basralı Hassan b. Haris el-Müzeni ve Ebû Salt es- Semmân gibi birden fazla kişi bulunmaktadır.
Mürcie’nin doğuşu ve tam bir ekol olarak tarih sahnesinde yerini alması, 72’de (691) telif edilen Sâlim b. Zekvan’ın Sire'si ve birkaç yıl sonra kaleme alınan Hasan b. Muhammed'in Kitâbü’l-îrcâ'sıışığında değerlendirildiğinde ekolün 60-75/679-694 tarihleri arasında teşekkül ettiği ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak Mürcie, İslâm toplumunu tehdit eden başta Haricî zihniyetine, ikinci olarak Emevî-Haşimî çekişmesine, Emevîlerin Haricîlere ve kendilerine biat etmeyen kimselere karşı oldukça acımasız davranışlarına ve mevaliyi ikinci sınıf vatandaş olarak görmelerine, özellikle de Müslümanların birbirini öldürmelerine tepki olarak doğmuş, 60/679 ile 75/694 tarihleri arasında teşekkül etmiş uzlaşmacı, birlik ve barış taraftarı siyasî bir fırka olduğu anlaşılmaktadır.
Mürcie'nin Tarihçesi
Mürcie ekolü, ana fikirlerinin teşekkülünden kısa süre sonra toplumun Arap ve Arap olmayan her kesiminden büyük destek almış, önemli alimlerin katkısıyla çeşitli bölgelere yayılmaya başlamıştır. Nitekim meşhur Mürciî alim Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’nin Kitâbü’l-İrcâ adlı bir eser yazması ve bunu Basra, Mekke, Küfe ve diğer büyük şehirlere göndermesi ile birlikte “irca” fikrinin yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.
a) Emevîler Dönemi
Bu dönemde Mürcii fikirlere gönül verenler, iç çekişmelerden olabildiğince uzak kalmış, ilim ve ibadetle meşgul olmuş; daha çok Horasan ve Maveraünnehir'de yürütülen fetih hareketlerine katılmak suretiyle kâfirlerle cihadı tercih etmiş ya da kadılık ve imamlık gibi resmî görevler üstlenerek haksızlıklara mani olmaya çalışmıştır. Mürcie mensuplarının siyasi çekişmelerden uzak durmaya çalışmaları, onların tamamen bir köşeye çekildikleri anlamına da gelmemelidir. Mürcie içerisinde, haksız tarafla mücadeleyi şart koşan kanada mensup olanlar Emevî yöneticilerinin açık haksızlıklarını eleştirmeden geri kalmamışlardır.Emevîler tarafından gerçekleştirilen ve İslam’ın ruhuna aykırı olan uygulamalar sebebiyle Mürcie grubu, Emevîlere karşı gerçekleştirilen isyanların hemen hepsine fert veya grup olarak katılmıştır. Bu isyanlar arasında tarihî sırayla, 81/700 yılında Abdurrahman b. Muhammed b. el-Eş'as, 101/719'de Yezid b. Mühelleb, 122/739'de Zeyd b. Ali ve 127/744 yılma kadar yaklaşık on üç yıl süren Haris b. Süreyc isyanları dikkat çekmektedir.
Mürcie'nin zafer yılları Ömer b. Abdilaziz dönemine rastlar. O, Medine valisiyken Mürcie mensuplarına yakın bir ilgi göstermiş ve önde gelen bazı Mürcii şahsiyetleri de açıktan korumuştur. Halife olduğu dönemde Mürcie mensuplarına yakınlığı devam etmiş ve onları desteklemiştir.Ancak onun ölümünden sonra Mürcie'yle Emevîler arasındaki ilişkilerin kötüleştiğini görüyoruz.
Haris b. Süreyc, Horasan bölgesinde Emevîler'e karşı on iki veya on üç yıl süren ve onların yıkılışını hazırlayan bir isyan başlattı. Bu isyan Emevî valilerinin zorba yönetimlerine ve kötü ekonomik politikalarına karşı sürdürülmekteydi. 128/746 yılında pek çok yakını ve taraftarıyla beraber öldürülmesine rağmen onun bu isyanı, bölgede Abbasî davetinin güçlenmesini ve Emevîlerin yıkılmasını dolaylı olarak etkiledi. Haris, Horasan ve Maveraünnehir'de sadece Mürciî fikirlerin yayılmasında değil, İslâm'ın yayılmasında ve insanların topluca İslâm'a girmesinde de önemli bir rol oynadı. Onun, Türklerle birlikte kaldığı yıllarda, İslâm'ı yayma faaliyetlerine devam ettiği anlaşılmaktadır.
b) Abbasiler Dönemi
Mürcie Emevî zulmüne son vereceği umuduyla Ebû Müslim’in faaliyetlerini ve ilk dönem Abbasî davetini desteklemişti. Ancak Ebû Müslim’in de aynı acımasız uygulamalara devam ettiğini görünce ona karşı çıkmışlardır. Bununla birlikte genel anlamda Mürcie Abbasilerle daha iyi ilişkiler kurabilmiştir. Nitekim Abbasiler, siyasi bir tercihte bulunarak Horasan'daki Haricî ve Şiî tehlikesine karşı Mürcie’yi desteklemiş, zamanla bu ekol mensupları bölgede güç kazanmıştır. Bu sebeple bölgedeki kadılık ve imamlık makamları, genelde, Mürciilerin eline geçmiştir. Bununla birlikte Mürcie’nin başarısı daimi olmamış, zamanla güç kaybetmeye başlamışlardır. Bunun sebepleri arasında Abbasiler döneminde resmî kadılık görevlerine atanmaları dolayısıyla, her ne kadar Abbasilerin her politikasını kabul etmedilerse de, özellikle akîde konusundan çok fıkıhla meşgul olmaları etkili olmuştur.
Mürcie'nin tarihinde iki önemli fikri kırılma yaşanmıştır.Birincisi Emevîler döneminde kader problemi, ikincisi ise Abbasiler döneminde Kur'an’ın yaratılmışlığı problemidir. Kader konusunda ortaya koydukları görüşler sebebiyle bu mezhebin mensupları “Kaderci/Özgürlükçü” ve “Cebirci” olarak ikiye ayrılmışlardır.Kur'anın yaratılmışlığı (halku’l-Kur’an) tartışmaları sürecinde ise ortak bir tavır belirleyemeyerek kimisi Mu'tezile'nin yanında yer alırken, kimisi de onların bu dayatmasına karşı çıkmıştır.
Abbasilerin ilk yıllarında Horasan'da Belh; Tahiriler döneminde Nisabur, Rey ve Herat; Samaniler döneminde ise, Mâverâünnehir'de Semerkand, Buhara ve Fergana şehri, Mürcie'nin faaliyet gösterdiği merkezler hâline geldi. Öyle ki Belh şehrinden Küfe'ye ilim öğrenmeye gelenlerin, özellikle Ebû Hanîfe'yi ve daha sonraları onun öğrencilerini tercih etmeleri sebebiyle, buraya
Mürrie'nin kalesi anlamında “Mürciabâd adı verildi.Abbasiler döneminde, bu bölgelerde Mürcie'nin tartışılmaz manevî lideri Ebû Hanîfe'dir.
Bölgede temelde Mürcii akideye bağlı Rey'de Neccârilik, Nisabur'da ve Sicistan'da Kerrâmilik, Semerkant'ta daha sonraları Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat olarak tanımlanan Maturidilik olmak üzere üç ayrı fikir ekolü ortaya çıktı. Maturidiliğin teşekkülüyle birlikte, Mürcie tanımlaması terk edildi.Muhammed b. Kerram ve taraftarları, Hüseyin b. Muhammed b. en-Neccar ve taraftarları Mürcie'nin aşırı uçlarını temsil ederken, Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ve öğrencisi Hakîm es-Semerkandî gibileri bu akımın mutedil ve ana bünyesini temsil etmekle kalmamış aynı zamanda bu ekolün sistematik bir kelamını da oluşturmakla Mürcie ile Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat arasında bir köprü görevi görmüştür. Maveraünnehir’de Ebu Hanife’nin devamcısı olan Mâtürîdî, Ebû Hanîfe’nin mensup olduğu Mürcii anlayışı tezkiye etmiş, onunla diğer Mürciiler arasına mesafe koymaya çalışmıştır.
Mürcie'nin Görüşleri
Ortaya çıkış sürecinin tabii bir neticesi olarak Mürcie, Haricilerin iman ve küfürle ilgili görüşlerini reddederek kendilerine özgü ve orijinal bir yaklaşım ortaya koymuş ve böylece onlara muhalefet eden ilk fırka olmuştur. İman nazariyesiyle Haricîlere ve Hadis taraftarlarına karşı ortak bir tavır geliştiren Mürcie, diğer konularda kendi aralarında ayrılığa düşmüştür. Örneğin siyasi tutum noktasında Mürcie mensupları arasında ortak bir tavır bulunmamakta idi. Onlardan bir kısmı Emevîlere yönelik isyan hareketlerine destek verirken diğer bir kısmı tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Bu hususta rivayet edilen hadislerden hareketle siyasi olaylara karışmayanlar arasında haksız tarafla mücadelenin şart olduğunu ileri süren, devlet başkanına itaati telkin eden ve bütün bunlardan uzak kalıp uzlet hayatını tercih eden şeklinde üç eğilimin varlığı tespit edilmiştir.
Mürcie’nin imametle alakalı görüşleri dikkat çekmektedir. Mürcie’nin çoğunluğu tarafından benimsenen görüşe göre halifenin Kureyş’ten olma şartı yoktur.Mürcie’yi, İslam düşüncesinde teorik ve pratik açıdan meşruiyetini halktan alan bir yönetim biçimini savunan ilk mezhep diye görmek mümkündür.
İtikadî Görüşleri
Mürcie’nin itikadi görüşleri, onların iman-amel nazariyeleriyle yakından ilişkilidir. Mürcie mensuplarının imanın tarifiyle ilgili görüşlerini üçe ayırmak mümkündür.
Birincisine göre iman kalpte gerçekleşen marifet veya tasdiktir. Buna göre iman yalnızca Allah’ı, peygamberlerini ve onlardan gelen şeyleri bilmektir. Küfür ise Allah’ı bilmemektir.
İkinci görüşte iman, Allah’ı ve ondan gelen her şeyi toptan kalp ile tasdik, dil ile ikrar etmektir. Bu görüş, Ebu Hanife ve taraftarlarınca benimsenmiştir.
Üçüncü görüşe göre ise iman, sadece dil ile ikrardan ibarettir.
a-İman-Amel İlişkisi
Mürcie mensupları iman ile ameli birbirinden ayırmış; amellerin iman olmadığını ve onun özüne dahil edilemeyeceğini benimsemişlerdir.Bir hükmün farz olduğuna inanmayan kafir, farz olduğuna inandığı halde yerine getirmeyen günahkar mümin olur. Bu itibarla insanlar, amelleri terk etmekle mümin ismini kaybetmez, ama tasdiki kaybetmekle iman ismini kaybederler.
İmanın, amellerle artmayacağı, amelleri terk etmek veya günah işlemekle de azalmayacağı fikri Mürcie tarafından ısrarla savunulmuştur.Ebû Hanîfe'ye göre, imanın eksilmesi, küfrün artması, küfrün artması ise imanın eksilmesi halinde mümkün olabilir.
Mürcie ile özdeşleşmiş diğer bir husus da imanda istisna meselesidir. Bir mümin, imanından asla şüpheye düşmemeli, hatta “Ben inşallah müminim” bile dememeli; bunun yerine “Ben gerçekten müminim” diyerek imanını teyit etmelidir. Çünkü inanılması gereken hususlara inanan herkes gerçekten mümindir.
Mürcie’nin teşekkülünde etkili olan diğer bir husus da, bütün müminleri iman konusunda eşit kabul etmeleridir. Onlara göre bütün müminler iman konusunda birbiriyle aynı olup, birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Böyle bir anlayışla ırkî farklılıklara fırsat verilmediği gibi, günahkar müminle Salih amel işleyen bir mümin arasında da imanın bütünlüğü hususunda bir farklılık olmadığına vurgu yapılmıştır.
Mürcie, iman ve İslam'ın aynı manaya geldiği ve her Müslüman için mümin, her mümin için de Müslüman tabirinin kullanılabileceğini ileri sürmüştür. Bu prensip, Mürcie tarafından, “İman ve İslam tek bir isimdir. İmanın derece itibariyle İslam’a bir üstünlüğü yoktur.” şeklinde formülleştirilmiştir. Mürcie, bu fikri benimsemekle amelleri hem imanın hem de İslam’ın dışında bırakmıştır.
b-Büyük Günah Meselesi
Mürcie, ameli imanın bir parçası saymadığından büyük günah işleyenleri de tekfir etmemiş, böylesi kimselerin dünyadaki durumu ile ahiretteki durumunu birbirinden ayrı ele almıştır. Onlar, büyük günah işleyenleri imanlı olmaları sebebiyle mümin kabul ederler, ancak büyük günah işledikleri için aynı zamanda günahkar (fasık)tırlar. Fasıkların/günahkarların durumları Allah'a kalmıştır; dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Fıskı imanın zıddı kabul etmediklerinden ve amelleri imanın bir parçası olarak görmediklerinden, büyük günah işleyeni fıskı ve fücuru ile birlikte kamil bir mümin saymaktadırlar. Onlar böyle bir ifadeyle, büyük günah işleyenin ne bu dünyada, ne ahirette hiçbir ceza görmeyeceğini kastetmişlerdir.
Mürcie, va’d ve vaîd konusunda genelde, Allah'ın va'dinin değişmeyeceğini, ama vaîdinin değişebileceğini kabul eder.Allah'ın istediği şekilde tasarruf hakkı vardır. Bu nedenle vaîdden dönmek noksanlık sayılmaz, çünkü vaîdden dönme fazilet sahibi ve bağışlayan birinin vasfıdır.
Görüldüğü üzere Mürcie’nin fikirleri genelde iman, büyük günah ve va'd-vaîdle ilgili problemler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ebû Hanîfe'ye nispet edilen eserler ve diğer Mürcii kaynaklardan hareketle onların temel anlayışlarını şu üç maddede sistemleştirmek mümkündür.
a) Bilinmeyen konularda hükmü Allah'a ertelemek: Cemel ve Sıffin savaşlarında ölen ve öldürülenlerin durumunu, başta Hz. Osman ve Ali olmak üzere, bu ilk ayrılıklarda yer alanların Cennetlik veya Cehennemlik oldukları hakkında verilecek karar Allah'a bırakılmalıdır.
b) Kıble Ehli'nden büyük günah işleyen hiç kimse tekfir edilemez. Günahkâr ve zâlim yöneticiler, kâfir değil günahkâr/ahlaksız mümindirler. Müslüman olduğunu söyleyen herkes iman üzerinedir.
c) Din birlik ve beraberliktir: Bir kimse iman ettikten sonra İslam toplumunun bir üyesidir. Bu bakımdan bütün müminler eşit olup birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Ayrıca müminler birbirinin kardeşidir ve her birisi Allah'ın dostudur. Hangi mezhebe veya görüşe sahip olursa olsun, o kimse dışlanamaz, tekfir edilemez ve öldürülemez. Herhangi bir Müslüman sadece nefsini savunma ve zulme engel olma durumunda kılıca başvurabilir. Ancak bir Müslümanı Müslüman olduğu için öldüren küfre girer.
Mürciî Fırkaları
Bölgesel olarak: Horasan, Kufe, Irak veya Şam Mürcie'si şeklinde;
Fırka liderlerine göre :Sevbâniyye, Kerrâmiyye, Gaylâniyye, Şimriyye, Tumeniyye, Neccâriyye şeklinde;
Uzmanlık alanlarına göre :Fukahâ Mürcie'si ve Ehl-i Kelâm Mürciesi veya Ehl-i Sünnet karşısındaki konumuna göre, Sünnet Mürcie'si, Bid’at Mürcie'si şeklinde,
Kader problemine bakışlarına göre: Kaderci, Cebirci veya Halis Mürcie olarak;
Fikirlerine göre Kat'iyye, Şakkiyye, Vâcibiyye, Sâlibiyye şeklinde alimler tasnifler yapmaktadırlar.
Ana fırkalar ve alt kollarıyla birlikte tarihi kaynaklarda yer bulan Mürcie gruplarının hiç biri bugün varlığını devam ettirememektedir. Günümüzde doğrudan “Mürcie” ekolüne mensubiyeti ile tanınan her hangi bir ülke ya da topluluk bilinmemektedir.
Mürcie'nin İslam Düşüncesine Katkıları
Mürcie, iman, küfür, büyük günah ve amel-iman ilişkisi konusunda Haricîler ve Hadis Taraftarlarına; imamet konusunda Şîa'ya; va'd ve vaîd'le büyük günah meselesinde Mutezile'ye karşı çıkarak fikir özgürlüğü, adalet ve hoşgörü esasına dayalı bir iman nazariyesi geliştirmiştir. Bu nazariyede, bütün Müslümanların iman bakımından eşitliğini ve hiç bir müslümanın, Allah'a imanettiğini açıkça belirttiği müddetçe, İslâm'ın dışında kabul edilemeyeceği ve ona gayr-ı Müslim muamelesi yapılarak haraç ve cizye alınamayacağı tezi savunulmuştur. Akılcılığı benimseyen vesistematize eden ve tarihe Rey taraftarları olarak geçen Mürcie'nin itikadî ve fıkhî konularda ileri sürdükleri görüşleri sebebiyle yeni fethedilen bölgelerde , Horasan ve Mâverâünnehir'de yaşamakta olan çeşitli milletlerin, özellikle Türklerin topluca Müslüman olmasını kolaylaştırmıştır.
Haricilik, bedevî zihniyetin, Mürcie Medenî zihniyetin temsilcisidir. Nitekim onlar, yönetici ve halifenin halkın rızası ve seçimiyle işbaşına gelmesini savunmakla meşruiyetin kaynağını halka devretmek istemişlerdir.
Türkiye Müslümanları olarak Mürcie’nin bizleri ilgilendiren diğer bir yönü de bu zihniyetin, Maturidiliğin doğuşuna ve fikri sisteminin gelişmesine zemin hazırlamış olmasıdır. İmam Matüridi ve sonrasında gelen Matüridi kelamcılar, Mürcie’nin pek çok görüşünü geliştirip sistematik bir hale getirerek yaşamasını sağlamışlardır.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
sakarya ilitam Mezhepler Tarihi 9.Hafta Medineweb SAKARYA İlitam 0 27 Aralık 2013 15:01
Mezhepler tarihi 1.2.VE 3.hafta Medine-web İslam Mezhepleri Tarihi 2 20 Aralık 2013 12:03
Mezhepler tarihi 12.hafta Medine-web İslam Mezhepleri Tarihi 0 20 Aralık 2013 06:47
Mezhepler tarihi 9.10.11.hafta Medine-web İslam Mezhepleri Tarihi 2 20 Aralık 2013 06:45
Mezhepler tarihi 4.ve 5. Hafta Medine-web İslam Mezhepleri Tarihi 1 20 Aralık 2013 06:31

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.