Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   İslami Kavramlar (https://www.forum.medineweb.net/838-islami-kavramlar)
-   -   Gaflet (https://www.forum.medineweb.net/islami-kavramlar/1703-gaflet.html)

MERVE DEMİR 28 Aralık 2007 20:04

Gaflet
 

GAFLET



İnsanların, Allah'ın açık delillerine, emir ve uyarılarına rağmen gösterdikleri bu şuursuz, kayıtsız ve ilgisiz tutumlarına "gaflet" adı verilir

Allah her insan için bedeni de dahil olmak üzere, baktığı her yerde Kendi varlığını hatırlatacak türlü güzellikler ve nimetler yaratmıştır. Hayatımızın her anı, gözümüzü çevirdiğimiz her yer, saymaya güç yetiremeyeceğimiz yaratılış mucizeleriyle donatılmıştır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)

Sabah kalktığınız andan itibaren akşam tekrar yatana kadar yaptıklarınızı, karşılaştığınız olayları ve görüntüleri düşünün. Uyandığınızda ve aynaya baktığınızda, uzun bir uykudan sonra tekrar canlanan ve sizin hiçbir müdahaleniz olmadan, kendiliğinden tüm fonksiyonlarını eksiksizce sürdüren bedeninizi görürsünüz. Tek bir hücrenin çoğalmasından meydana gelen, şu anda da yaklaşık 100 trilyon hücreden oluşan, simetrik ve estetik bir görünüme sahip, siz hiç farkında değilken içinde peş peşe yüzlerce kusursuz ve karmaşık işlemin meydana geldiği bedeniniz bir gün önceki haliyle karşınızdadır.

Ancak çoğu insan bu gerçeklerin şuurunda olmadan hareket eder. Sabah kalktığında aynaya bakarken genelde yüzünün genel görünümü, bakımı veya saçlarının şekli dışında başka bir şeyi aklına getirmez. Zihninde genelde iş, okul ya da gün içinde yapacakları dışında bir düşünce yoktur. Oysa çoğunluğun dikkatinden kaçan gerçek şudur: Yeni başlayan bir günle tüm insanlara Allah'a yönelmeleri ya da O'na olan yakınlıklarını artırmaları için yeni bir fırsat daha verilmiştir. Belki de bu fırsat kişiye tanınmış son bir fırsattır. Kim bilir belki de o gün dünyada geçireceği son gündür. Ne yazık ki, insanların büyük çoğunluğu kendilerine verilen bu fırsatın farkında değildir. Bu nedenle de genelde zihinlerini, Allah'ı değil kendilerini ya da çevrelerindeki insanları hoşnut etmeyi düşünerek ve bunun planlarını yaparak meşgul ederler.


Bu durumu bir örnekle açıklayalım:
Bir bilgi yarışması düşünün. Yarışmayı kazanana çok büyük miktarda para verilsin. Yarışma sırasında acaba yarışmacı nasıl davranır? Soruları dinleyip cevaplarını düşünmek yerine etrafına bakınıp oyalanır, soruyu soran sunucunun elbisesini, ses tonunu, saçını mı eleştirir ya da sorunun cevabını düşünmek yerine yarın ne yapacağını, ne giyeceğini mi düşünür?

Tam tersi bu kişi büyük bir dikkatle sunucuyu dinler, şuuru tam açıktır. Kısıtlı süresini iyi değerlendirmeye çalışır. Cevabı bulmak için konsantre olur. Başarılı olabilmek için muhakkak ki konu dışındaki hiçbir şeyle ilgilenmez. Aksine elindeki fırsatı en güzel şekilde değerlendirmeye çalışır. Ama söz konusu az önce saydığımız türden anlamsız davranışlarda bulunursa, yarışmacının büyük bir şaşkınlık, şuur kapanıklığı, akılsızlık, kısaca gaflet içinde olduğunu düşünürüz.
Ancak çoğu insanın içinde bulunduğu gaflet hali verdiğimiz bu örnekten çok daha ciddi boyutlardadır. Bu gaflet hali, insanların, Allah'ın kendilerini kulluk etmeleri için yarattığının bilincinde olmadan, Allah'ın emir ve yasaklarından tamamen uzak bir hayat yaşamalarıdır.

Cevrenizdeki insanların çoğunluğuna bir bakın. Kaç kişi Kuran'ı merak edip okumuştur?

Şöyle düşünmek gerekir: Allah insanlara bir kitap gönderiyor ve insanlara bu kitaptan sorumlu olduklarını, öldükten sonra bu kitabın içinde yazanlara uyup uymadıklarından sorgulanacaklarını ve sonuca göre cennete veya cehenneme gireceklerini bildiriyor. İnsanlar bu gerçeği vicdanlarına başvurarak anlamasalar dahi birilerinden duyuyorlar ve bunu herkes biliyor. Ama buna rağmen Kuran'ı okumuyorlar. Sorumlu oldukları kitabın içinde neler yazdığını merak bile etmiyorlar.
O zaman şöyle bir örnek verelim: Bir kişiye işyerinden veya okulundan bir mektup gelse ve üzerinde içinde yazanların kariyeri veya eğitimi açısından çok önemli olduğu yazsa... Ve bu mektubu okuyup ertesi güne kadar içinde yazanları eksiksiz olarak yapması belirtilse, bu mektubu ne yapar? Hiç içine bakmadan duvarına mı asar, çekmecesine mi kaldırır veya okuduktan sonra bir kenara bırakıp içinde yazanları görmezlikten mi gelir? Yoksa bu haber ve mektup kendisine ulaşır ulaşmaz büyük bir heyecan ve dikkatle her satırını okur, her yazılanı anında eksiksiz olarak uygular mı?
Aklı ve sağduyusu bu mesajı okumasını söyleyecektir. Kuran da kişinin dünya hayatında alacağı en önemli mesajdır; insana doğrudan doğruya onu Yaratan'dan gelen hak sözdür. Ancak insanların büyük çoğunluğu içlerinde bulundukları gafletten dolayı bu kadar önemli bir kitabı, Allah'ın insanlara mesajını açıp okumazlar bile.
Nitekim Kuran'da insanların Allah'ın indirdiği kitabı terk ettikleri şu ayetlerle bildirilmektedir:
Ve elçi dedi ki: "Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar." (Furkan Suresi, 30)

Akıl hakkında bugüne kadar sayısız tanım yapılmıştır. Ancak bunların hiçbiri aklın gerçek anlamı hakkında insanlara tam bir fikir vermeye yeterli olamamıştır. Çünkü bu çıkarımları yapan kimseler aklı tanımlarken doğru bir kaynağa başvurmamış, aklı sadece kendi mantıklarıyla değerlendirmeye çalışmışlardır. Oysa önceki bölümde belirttiğimiz gibi, aklın ne olduğu konusunda bize bilgi verebilecek kaynak sonsuz akıl sahibi olan Allah'ın indirdiği Kuran'dır.
Allah'tan korkan ve samimiyetle Kuran'a uyan her insan akıllıdır. Ancak insanların çoğu böylesine büyük bir nimeti kolaylıkla elde etme imkanına sahip olduklarından habersizdirler. Aklın, insanların doğuştan kazandıkları zihinsel bir yetenek olduğunu sandıkları için, sahip olduklarının ötesinde bir kavrayış kazanabileceklerine ihtimal vermezler.
Bir örnekle açıklayacak olursak bu, küçük bir çocuğun, dünyanın sadece kendi evi, sınıfı, öğretmeni ve oyuncakları ile sınırlı olduğunu sanması gibidir. Kuşkusuz küçük bir çocuğun kendi çevresinin dışına çıkıp da dünyaya yetişkin bir insan gözüyle bakması mümkün olmaz. Bu nedenle de tüm idealleri, tüm tasaları ve tüm faaliyetleri kendi dünyası ile sınırlı kalır. Oysa çocuğun yaşamını izleyen yetişkin bir insan onun aslında ne kadar kısıtlı bir dünyada yaşadığını çok açık bir şekilde görür. Çünkü yetişkin bir insan dünyanın bir ev, bir sınıf ve birkaç oyuncakla sınırlı olmadığını kavrayabilecek bir tecrübeye ve bilgiye sahiptir.
İşte akıl için de buna benzer bir durum söz konusudur. Akılsız bir insan herşeyin en doğrusunu kendisinin bildiğini, en akıllı kişinin kendisi olduğunu, en güzel hayatı kendisinin yaşadığını, dolayısıyla da en doğru yolda olanın kendisi olduğunu sanır. Daha mükemmel bir hayat şeklinin, zihin yapısının varlığına ihtimal vermediği için kıyas yapması ve aradaki farkı tespit edebilmesi mümkün olmaz. Oysa Kuran'da insanlara, çok üstün bir hayat tarzı, çok ileri bir kavrayış ve düşünme yeteneği sunan "akıl" gibi büyük bir nimetin varlığından bahsedilmiştir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
İşte bu (Kuran) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)

Akıl" kelimesi toplumda genellikle insanların zeka düzeyini ifade etmek amacıyla kullanılır. Oysa akıl, zekanın çok üstünde ve çok daha derin bir kavrayış şeklidir.
Akıllı bir insan , zekanın sağladığı tüm bu avantajları kullanmasının yanında, zeki bir insanın sahip olmadığı bir kavrayış ve yeteneğe de sahiptir.
İnsana bu yeteneği kazandıran yegane özellik ise imandır. Allah, iman edip Kendisinden korkup sakınmalarına karşılık insanlara katından özel bir anlayış verir. Kuran'da Allah korkusunun insana kazandırdığı bu anlayış şöyle ifade edilmiştir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)

Emekdar Üye 28 Aralık 2007 20:06

Cvp: Gaflet
 
Gaflet Hakkındaki Ayetler


Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkara sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: "Kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkarları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. (4/155)


Biz Kitabı üzerine yazılı bir kağıtta göndersek ve onlar elleriyle dokunsalar bile, inkar edenler, tartışmasız: "Bu apaçık bir büyüden başkası değildir" derler. (6/7)


Onlar: "Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdiği Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra Onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp-dursunlar. (6/91)


Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" dediler. (7/132)


Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (7/146)


Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (7/179)


Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (7/205)


Sonra onun ardından kendi kavimlerine (başka) elçiler gönderdik; onlara apaçık belgeler getirmişlerdi. Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar. İşte biz, haddi aşanların kalblerini böyle mühürleriz. (10/74)


Onlar, Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların ta kendileridir. (16/108)


"Kur'an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık." (17/45)


"Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur'an'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler." (17/46)


"Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar." (18/57)


"Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (50/22)


"Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme." (18/28)


"İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar." (19/39)


"İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar." (21/1)


"Gerçek olan va'd yaklaşmıştır, işte o zaman, inkar edenlerin gözleri yuvalarından fırlayacak: "Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik, hayır, bizler zalim kimselerdik" (diyecekler)"(21/97)


"Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak (23/54)


"Hayır, onların kalpleri bundan dolayı bir gaflet içindedir. Üstelik onların, bunun dışında yapmakta oldukları (birtakım şeyler) vardır; onlar bunun için çalışmaktadırlar." (23/63)


"Andolsun onlara; "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, tartışmasız; "Allah" diyecekler. De ki; "Hamd Allah'ındır." Hayır, onların çoğu bilmezler." (31/25)


"Dediler ki: "Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalblerimiz bir örtü içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda bir perde vardır. Artık sen, (yapabileceğini) yap, biz de gerçekten yapıyoruz." (41/5)


"Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?" (45/23)


"Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (50/22)


"Bu, onların iman etmeleri sonra inkar etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalplerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar." (63/3)


"De ki: "Allah sizi diriltiyor, sonra sizi öldürüyor, sonra kendisinde hiç bir kuşku olmayan kıyamet günü O sizi bir araya getirip-toplayacaktır. Ancak insanların çoğu bilmezler." (45/26)

Emekdar Üye 28 Aralık 2007 20:08

Cvp: Gaflet
 
GAFLET
Örtmek, kaplamak manalarına gelen gaflet; kalbin kasvet bağlaması, insanın hak ve hakikate kapalı yaşaması, dünyanın mâlâyâni meseleleriyle meşgul olması, haram helal gözetmeksizin yaşaması, şahsın islami heyecanını kaybetmesi demektir.

Ahiret saadetinden mahrum olan, dinin yolunda gitmediği için mahrum olmuştur. Dinin yolunda gitmemesi ya bilmemesinden yahut bunu yapamadığındandır.
Yapamayan, nefsin arzularına esir olup onunla başa çıkamadığı için yapamamaktadır. Bilmeyen de ya gafil olduğu için bilmemiştir, yahut bilmiştir; fakat anlayışında bazı problemler meydana gelmesiyle hak yolunu elden çıkarmıştır.

Gaflet pişmanlığa yol açar. Gaflet nimetin elden gitmesine, kınanmaya ve nedamete sebep olur.İnsanların çoğu gaflet sebebiyle Allah’tan ayrı kalmışlardır. Gafletin manası ahiretin hallerinden habersiz olmaktır. Eğer haberdar olsalardı taksirat etmezlerdi. Zira insan öyle yaratılmıştır ki tehlike gördüğü yerden bir çok sıkıntılara katlanmak pahasına da olsa kaçar. Fakat bu tehlikeyi görmek ya peygamberlerdeki nübüvvet nuru ile, ya da peygamberlerin varisleri olan alimlerin ilmi vasıtası ile olur.
Ubeyde bin Cerrah(ra) ne güzel ihtarda bulunur: “Dikkat ediniz, uyanınız! Nice elbisesini parlatıp cilalayan vardır ki dinini kirletmiştir. Ve nice kendini üstün görüp gururlanan vardır ki, şahsiyetini yerle bir edip eskitmiştir. Geçmiş günahlarınızı yepyeni sevaplarla yok edin! Sizden biri yerle gök arasını dolduracak denli günah işlese ve sonra samimi olarak tek bir iyi iş yapsa, o tek hayırlı iş tüm günahlarının üstüne çıkar ve onları ezer.”

Bütün peygamberler gaflet uykusunda olan insanları uyandırmak için gönderilmişlerdir. Nitekim Hak Teala buyurur ki: “Babaları uyarılmamış, gaflette olan bir kavmi uyarmak için seni gönderdik.(Yasin, 6)
Yine buyurur ki: “Senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş olanları –belki hidayet olurlar diye- uyarmak için seni gönderdik.”(Kasas, 46)

Gafil insan, ahirete inanır fakat bu dünyada nimet içinde olduğu gibi orada da nimetler içinde olacağını zanneder. Nitekim Kehf suresinde iki kardeşin hikayesinde biri: “Rabbimin huzuruna döndürülürsem bile mutlaka bundan daha iyi nimetler bulurum.”(Kehf, 36) dedi. Diğeri; “Rabbimin yanında benim için mükafat vardır.”(Fussilet, 50) dedi.
Diğer bir gaflet ehli ise “Allah kerimdir, rahimdir. Cenneti kimseden esirgemez” der. Halbuki Allah insana öyle bir imkan vermiştir ki; bir ekerse yedi yüz tane alır. Az bir zaman ibadet ederse ebedi bir padişahlık elde eder. Bundan daha büyük kerem ve rahmet ne olur? Eğer kerem ve rahmetin manası ekmeden biçmek ise, o halde niçin dünyada ziraat ve ticaret yapıp rızık ararsın ve işsiz güçsüz durmazsın.Zaten Allah kerimdir, rahimdir ve tohumsuz da nebatı bitirmeye kadirdir. Oysa “İnsan için çalışmadan başka bir şey yoktur.”(Necm, 39) Bu gayet delaletten ileri gelir. Nitekim Efendimiz(sav) buyurur ki: “Ahmak, nefsi, keyfine, isteklerine tabi olan ve Allah’tan bekleyen kimsedir.” Bu tarlaya gidip tohum atmadan mahsul beklemeye benzer.Bunun gibi inanmayan, yada inanıp Salih amel işlemeyen ve kurtuluşu uman hata eder. İnanıp da Salih amel işleyen ve son nefeste imanını selamette kurtarmayı uman kimse akıllıdır.
Allah-u Teala şöyle diyor: “Ey insanlar, Rabbinizden sakının ve ne babanın evladına, ne de bizzat evladın babasına hiçbir şeyle fayda veremeyeceği o günden korkun. Şüphesiz ki Allah’ın (hesaba çekme) vaadi vardır. O halde sakın şeytan sizi (muhakkak Allah bağışlar) diye Allah’a güvendirmesin.”(Lokman, 33)Kendine hüsn-ü zan edenler mağrurdurlar. “Allah sizin şeklinize bakmaz. Kalbinize bakar.”(Hadis) Kötü amellerin kökü kötü ahlaktır. Mühim olan kötü ahlakı içerden izale etmektir. Belki bu içi pis ama dışı süs olan kimsedir. Hz İsa (as) ilmiyle amil olmayanı şöyle tarif eder. “Un eleği gibi olmayınız ki, elekten geçip geride kepeği kalır.” Yani hikmetli sözleri söyleyince, iyisi geçip kötüsü sizde kalmasın. Bazı kimselerde vardır ki, anlatılan ahlakın kötü olduğunu. Ondan kaçınmak lazım geldiğini ve kalbi onlardan temizlemenin mühim olduğunu bilir. Fakat kendi kalbinin bunlardan temiz olduğunu ve kendisini bu tür şeylere müptela olmaktan uzak olduğunu sanır. Dinin en büyük düşmanı cehalettir. Cahillik Cehenneme götürür. Kıyamet derdini bilseydik, dünyada dert diye bir şey tanımazdık. Cennet, bütün nimetleriyle rahat ve gönlün arzularından ibarettir.Gaflet içinde bir hayat yaşayanlar; dünyadan ahirete, hırstan kanaate, riyadan ihlasa, gaflette uyanmaya çağırmayan ilimlerle vakitlerini geçirirler. Ebu Derda hesapta en çok endişe ettiği şeyin; İslam’ın prensiplerini öğrendin fakat neden amel etmedin diye sorulması olduğunu belirtir.Bir kısım gaflet ehli vardır ki; dünyalık mal kazanmayı hayatlarının gayesi zannederler. Hayır ve hasenattan beri duranları olduğu gibi yaptığı hayır ve hasenatı insanlara duyurmaktan zevk alanları da vardır. Halbuki Peygamber Efendimiz(sav), sağ el ile verilen sadakadan sol elin dahi haberdar olmaması gerektiğini ifade eder. Dünya misafirhanedir. Dünyayı ele geçirmek için ahireti vermek ve insanlara yaranmak için Allah-u Teâlâyı bırakmak akıl kârı değildir. Hadisin ifadesiyle, “Dünya sevgisi bütün kötülüklerin başıdır.”
Bir gün İki Kainatın Efendisinin(sav) huzuruna birisi geldi ve dedi ki:“-Ya Resulullah! Benim gönlüm ölümü hiç anmaz. Hatırlamak istesem de kabul etmez.”Peygamber Efendimiz(sav) o adama der ki: “-Malın var mı?”“-Malım çoktur,” diye cevap vermesi üzerine, efendimiz(sav):-Şimdi sen o malını kendinden evvel ahiret gönder. Sana ölümü unutturan malını şerridir. Eğer malını hak yolunda vermezsen sonra ziyana uğrarsın. Ve şimdi malını hak yoluna ver.” buyurdu.

Tek gözü kör olan bir adam ömür boyu çalışıp bir tarla almış. Tarlanın karşısına geçip gururla: “İşte en sonunda sana sahip oldum.” diye seslenmiş. Birden tarladan bir ses duymuş: “Be hey gafil adam sen bana sahip olan doksan dokuzuncu tek gözlü adamsın.” Acaba biz hangi mülke sahip olan kaçıncı çift gözlü adamız?Mıknatıs demiri nasıl kendine çekiyorsa, haramlar Cehenneme, ibâdetler Cennete çeker. “Cennet sevilmeyen şeylerle, cehennem de şehvet ve arzularla kuşatılmıştır.”(Hadis) Kıyamette nereye gitmek istiyorsak, ona göre hazırlık yapmalıyız. Ahirette Cennet ve Cehennemden başka yer yoktur. Cennete girmek için, doğru iman sahibi olmak ve dine uymak gerekir. Cehenneme götürücü tuzaklara yakalanmamalı.Günah yasak olduğu için acı vermez. Acı verici olduğu için yasaktır. Günah arıya benzer, onun gibi ağzı bal, fakat kuyruğu zehirdir. En büyük günah, günah olmadığı zannıyla işlenen günahtır. En büyük günah, hafife alınarak işlenendir. Günahlar, yangın gibi vakit geçerse genişler.Harama bir veya iki defa bakmakla zina derecesinde günaha ulaşılabilir. Her köşe başında çelme takmayı bekleyen günahların varlığını bileceksiniz.Göğsünü kıbleden çevirenin namazının bozulduğu gibi, yüzünü İslamiyet’ten çevirenin hem dünyası hem ahireti bozulur. Laf ile Müslümanlık olmaz. Dinin emir ve yasaklarına önem vermeyenin imanı gider. Önem vermemek, islediği günaha üzülmemek demektir.Cennet’e ancak dünyada rahatını ve dünyevi arzularını terk edenler girecektir. Hiçbir şeye cesaret etmeyen, hiçbir şeye ümit beslemesin. Allah, yakîne erdireceklerine yanlışlarını idrak ettirir; tövbeyi nasip eder. Gaflet ehli olan ise, ilmine yüz çevirip; duygularıyla hayatını cehennem etmeye devam eder… Sonra da a’mâ olarak âhırete intikâl eder!. Azrail bir gün Hz Yakup(as) yanına gelir. Hz Yakup(as) ona sorar: “Ya Azrail gelişin ziyaret için mi, canımı almaya mı?” Azrail: “Gelişim ziyaret içindir.” Cevabını verir. Hz Yakup(as) “Ölümün yaklaştığını bana haber vermeni istiyorum.” der. Azrail “Hay hay sana iki yada üç haberci gönderirim.” Karşılığını verir. Hz Yakup’un ömrü dolunca bir gün yine ölüm meleği karşısına dikilir. Hz Yakup yine sorar. “Ziyaretçi misin yoksa canımı mı almaya geldin?” Azrail: “Canını almaya geldim.” cevabını verir. Hz Yakup: “Sen bana daha önce iki üç haberci gönderirim diye söylemedin mi?” diye sorar. Azrail şu cevabı verir: “Önce siyah iken ağaran saçın, güçlü iken halsizleşen vücudun ve dimdik iken kamburlaşan vücudun, ey Yakup, işte bunlar benim Ademoğullarına gönderdiğim ön habercidir.” Kim ki ahiret ecrini(sevabını) dilerse Onun ecrini artırırız. Buna karşılık dünya ürününe(elbise, giyecek, içecek gibi dünya lezzetlerine) talip ise ondan payını veririz, fakat onun ahirette hiç payı olmaz (ahiret sevgisi kalbinden çıkarılır.)”(Şuara,24)Şakik-i Belhi der ki: “Bir adam iki yüz yıl yaşasa ve şu dört şeyi bilmese onda hayır yoktur:1. Allah’ı bilmek,2. Kendini bilmek,3. Allah’ın emir ve nehiylerini bilmek,4. Allah’ın düşmanlarını ve kendi düşmanlarını bilmek.Gençlik hiç şüphe yok ki gidecek: Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi katiyetinde gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek. Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadıktan sonra, fani dünyada bıraktığın eserlere bel bağlama.Gaflette kurtulma İbrahim b. Ethem’in yapmak istediği gibi yatakta yatarak ulaşılacak bir hadise değildir. Cehd ister, gayret ister. Nefisle mücadele ister. Allah’a kulluğu hakkıyla yapmak için sabır ister. Günahlara direnme ister. Şeytana savaş açma ister. Helal rızıktan ötesini istememe ister. Geceleri ibadet, gündüzleri oruç ister. Hakkın emirlerine muhalefet etmeme ister. Allah’tan korku ister.Ciddi tevbe edelim. Her hata ve her sürçmelerimizden ürperelim ve Allah’a yönelelim. Bütün bunları yaparken de Allah Resulü’nün ta’lim ve irşad daireleri içinde kalmaya çalışalım. Hak ehli; bedenlerini hak yolunda yoran, üzerlerinde Allah korkusu taşıyanlardır. Yürekten ve samimi olarak inananların razı oluşları gibi, nefislerini razı edip hem bollukta hem darlıkta, hem açlıkta, hem doygunlukta, hem bollukta, hem yeterlikte, hem gizlilikte daima uyanık tutarak Allah'tan başka bir şeye nazar etmeyenlerdir. Gecenin bir bölümünü uyanık geçirip, Hakk’ın rızasını gözetenlerdir.Eğri kalpli adamın yanına oturma! Onunla dost olma! Yoksa senin de kalbini eğriltir. Nice mutlu görünen kimseler vardır ki, kaybetmişlerdir! Ve nice kaybeden, kaybettiğinin bile farkında değildir. Acıklı bir duruma düştüğü halde bu halini fark edemeyenler vardır. Dünyaya inhimak etmemelidir. Kul çok ibadet ve tefekkürle meşgul olmalıdır.--1--; Dost istersen Allah yeter. Evet o dost ise, her şey dosttur.--2--; Yârân istersen Kur'an yeter. Evet ondaki enbiya ve melaike ile hayalen görüşür ve vukuatlarını seyredip ünsiyet eder.--3--; Mal istersen kanaat yeter. Evet kanaat eden, iktisat eder; iktisat eden, bereket bulur.--4--; Düşman istersen nefis yeter. Evet kendini beğenen, belayı bulur zahmete düşer; kendini beğenmeyen, safayı bulur, rahmete gider.--5--; Nasihat istersen ölüm yeter. Evet ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır. Kabrin arkası için çalışınız, hakikî saadet ve lezzet ondadır. Kısa bir ömürde, hadsiz günahlara keffaret olacak, muvakkat lisanın tövbe ve nedametleri kâfi gelmiyor.Sohbetimizi Hz Ömer’in(ra) duasıyla bitirelim: Ey Allah’ım! Gaflet halinde canımı almandan veya beni gaflet içerisinde bırakmandan ya da beni gafillerden biri yapmandan sana sığınırım. AMİN...

Emekdar Üye 28 Aralık 2007 20:10

Cvp: Gaflet
 
Gaflet ! Ah Bu Gaflet Uykusu!AH BU GAFLET UYKUSU! Gaflet, insanın Hakk’a körleşmesi, gerçeklerden uzaklaşmasıdır.
Aklının ve kalbinin karışması, ebediyeti unutması, bir bakıma gözü açık uyuması..
Bu aldanışın en büyük sebebi dünya ve dünyalık nimetlerdir. Özellikle çağımızda...
Maneviyat büyükleri bu bakımdan insanları üç gruba ayırıyor:
• Sırf dünyaya çalışıp ahireti terk edenler,
• Ahirete yönelip dünyayı terk edenler,
• Dünyayı da ahireti de ihmal etmeyen denge insanları.[/B]
Akıllı, uyanık bir insan üçüncü gruptadır. Diğer iki hal ise gaflettir.
Bir ip yumağının ardından koşup oynayan küçük bir kedi yavrusunun bu neşeli hali insanları eğlendirir ama düşündürücü bir yanı da vardır. Kediciğin o endişesiz ve masumane tavırları, yiyip içip oynamaktan başka bir derdinin olmayışı dikkat çeker. O an için tek hedefi yuvarlanan yumakla oynamaktır. Bütün dikkatini ona vermiştir. Hayatın kaygıları, hüznü ve düşündürücü yanları onun için anlamsızdır. Ekonomik sıkıntılar, doğal afetler, ölüm, ahiret, geçmiş-gelecek gibi şeyler de bu sevimli yaratığı hiç mi hiç alakadar etmez.
Gaflet nedir?
Ömrünü gaflet içinde geçiren insanın hali biraz bu kedinin hali gibidir. Bütün dikkatini dünya ve içindekilere sarf eder. Dünyanın nimetlerinden ve hayatın zevklerinden istifade etmekten başka bir şey düşünmez. Onun ötesindeki düşünceler, mesela Allah’ın emir ve yasakları, ölüm, ahiret, hesap gibi ciddi konular ilgi alanına girmez. Hatta bu gibi düşüncelerden sıkılır. Unutmak için elinden geleni yapar, kendisini oyun ve eğlenceye verir.
İşte tam bu noktada, kedi yavrusunda son derece sevimli olan, izleyenlere yaşama sevinci veren oyun ve oyalanmanın insanda hiç de sevimli durmadığını fark ederiz. Hatta böyle bir hayat algısını taşıyan insanın ilkesizliği ve vurdumduymazlığı tedirginliğe sebep olur.
Diğer taraftan böyle bir kaygısızlık hali insanı bir kedi yavrusundan bile aşağı düşürür. Çünkü o masum hayvancağız Rabbini zikretmekten geri durmaz. Tatlı mırmırlarıyla minderin üzerinde uyurken bile hal diliyle Allah’ı zikreder. Diğer varlıklar da böyledir. Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat şöyle anlatılmaktadır: “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini anla*mazsınız.” (İsra, 44)
İşte böyle ayetlere, kâinat kitabından gürül gürül okunan delillere rağmen Cenab-ı Hakk’ı kâle almayıp değersiz şeylerle uğraşmaya, nefsin heva ve arzularına uyup Allah’ı ve emirlerini unutmaya “gaflet” denir. Diğer bir ifadeyle kalbin Allah’tan kopuk oluşu ve bunun davranışlar üzerindeki olumsuz tesirleridir.
Bir mukayese
Bir ülkenin cumhurbaşkanı emrinde çalışan memura kendi şahsi işleriyle ilgili önemli bir vazife verse, o memur bir büyüğe hizmet etmenin onuruyla verilen görevi severek yapar. Kendisine bir faydası olmadığı halde görevi aksatmamak için tam bir dikkatle çalışır.
Peki, ya insan niçin Rabbi’nin emirlerini aynı hassasiyetle yerine getirmez? Allah Tealâ’nın büyüklüğü ve yüceliği -hâşâ- o zattan daha mı aşağıdır ki, İslâm dininin emirlerine uymaz. Bu noktada iki ihtimal düşünülür:
1. Kişi Allah’ın zatına, emir ve yasaklarına inanmadığı için böyle davranmaktadır.
2. İnandığı halde Allah’ın emir ve yasaklarına yeterince önem vermediği için yerine getirmemektedir. Bu durum, bir bakıma O’nu ve emirlerinin büyüklüğünü makam mevki sahiplerinden aşağı görmektir. Her iki sebeple de Allah’a kulluk yapmamak çirkindir. İmam Rabbanî Hazretleri k.s. bu hakikati bir temsille anlatarak şöyle demektedir:
“Çokça yalan söyleyen biri; ‘Bu gece düşman baskın yapacak’ dese, akıl sahibi idareciler ihtiyat için haberi ciddiye almazlar mı? O kimsenin yalancı olduğunu bildikleri halde yine de tedbiri elden bırakmayıp muhtemel tehlikeye karşı vaziyet almazlar mı? Elbette ki alırlar.
Hal böyleyken nasıl olur da Muhbir-i Sadık (doğru haber veren), doğruluğu dillere destan Hz. Rasulullah s.a.v.’in tekrar tekrar haber verdiği ahiretteki azaba inanmazlar? İnansalar da tedbir alıp kurtulma yollarını düşünmezler? Halbuki O kurtuluş yollarını da göstermiştir. Muhbir-i Sadık Hazretleri’nin sözlerine bir yalancının sözleri kadar önem vermemek nasıl bir imandır?”
Bu soru tehlikenin boyutlarına dikkat çeken gayet ciddi bir sorudur. Zira gaflet bir perdedir, kalbin nurunu örter, söndürür. Her gafletin içinden küfre kadar giden yol vardır.

MUSTAFA BAHADIROĞLU

Emekdar Üye 28 Aralık 2007 20:12

Cvp: Gaflet
 
BİR GAFİLİN HALLERİ
Bugünün dünyasında gaf leti anlatmaya aslında gerek yok, o her yerde. Ama “Çok aşikâr olan zor görünür” denir ya, halimizi anlamak bakımdan anlatmakta fayda var.
Hayalinizi söyleyin, size kim olduğunuzu söyleyeyim, diyor psikologlar. Bir gafilin hayalleri tamamen dünya ve dünyanın geçici zevklerine yöneliktir. Mal-mülk, makam-mevki ve şöhret sahibi olmayı; yiyip, içip, gülüp oynamak suretiyle dilediği gibi yaşayıp mutlu olmayı arzu ederler. Elde ettikleri imkânlarla başkalarına tahakküm etmekten zevk duyarlar. Böylece kendilerini başkalarından üstün görerek önemli adam olduklarını düşünürler.
Dünya tuzağında çırpınır
Gafiller bu sayılan şeyleri elde etmek için hırsla çalışır didinirler. Hep daha çok kazanmak ve daha iyi yaşamak için gayret eder, kazandıklarını biriktirirler. Oyalanıp durdukları şeyleri ellerinden alabilecek her türlü ihtimali şiddetle bertaraf etmek için ellerinden geleni artlarına koymazlar. Kendilerini çok beğendikleri için ona buna üstünlük taslamaktan, gizli açık, yüze karşı veya ardından başkalarını taşlayıp incitmekten, onlarla eğlenmek­ten geri durmazlar.
Kur’an-ı Kerim bunlar hakkında şöyle buyurur: “Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip kaş göz işaretleriyle alay eden kimsenin vay haline!” (Hümeze, 1-2). Şayet istedikleri şeyleri elde edemezlerse yıkılır giderler, bunalıma, depresyona girerler. İsyanları katmerleşir, hayata ve insanlara küser, hatta varlıklı insanlara büyük bir kin ve nefretle bakarlar.
An’ı yaşamaya kilitlenmiştir
Her geçen gün ölüm kendilerine yaklaşırken onlar, dünyanın süs ve eğlencelerine biraz daha fazla gömülürler. Yaklaşmakta olan Allah’ın azabını ise hiç hesaba katmazlar. Oysa Allah’ın azabı pek şiddetlidir. Cehennemi tasvir eden bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Oraya atıldıkları zaman, onun kaynarken çıkardığı korkunç homurtusunu işitirler. Nerede ise öfkesinden patlayıp çatlayacak! Her bir topluluk içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: Size bir uyarıcı gelmedi mi?” (Mülk, 7-8)
Oysa insan akıl ve şuur sahibi bir varlıktır. Geçmiş, gelecek ve şimdiki zamanla alakasını bilir. Geçmişte vefat eden yakınlarını, gelecekte kendini bekleyen kabri, şimdiki zamanda üzerine düşen vazifeleri görmekle hayvanlardan ayrılır. Buna rağmen gafletinin esiri olup başını kuma sokar. Avcıyı görüp de başını kuma sokan devekuşu misali, ortada olan koca gövdeyi unutur. Daha doğrusu unutmaya çalışır.
Ahireti hatırlamak istemez
Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı ya da inandığı halde yakîne ulaşmadığı için, gayet sisli bir perdenin ardından bakar. Kendisi için birinci derecede önemli olan dünyanın peşin zevklerini bırakıp da, uzak bir ihtimal olarak gördüğü ölüm ve ahiret gerçeğine aldırış etmez. Zira nefsin bunun için de her zaman bir mazereti vardır: “Dünyaya bir daha gelecek değilim ya! Hayatımı yaşayayım. Nasılsa ileride tövbe eder ahiret işlerine de bakarım.” der. Kulluk vazifesini sürekli erteler. Vicdanını rahatlatmak maksadıyla senede bir mevlit okutmayı, kimi zaman bayram ve hatta Cuma namazına gitmeyi de ihmal etmez. Ancak Allah’ın dinini kendi kafasına göre yorumlayıp, bazı meseleleri inkâr etmekten ya da hafife almaktan da geri durmaz.
Nihayet bir gün hiç beklemediği bir anda ve hiç beklemediği yerde ölüm gelir çatar: “Belki aniden gelecek de onları şaşırtacaktır. Artık onu geri çeviremezler, kendilerine mühlet de verilmez.” (Enbiya, 40). Şayet inkâr ile gittiyse vaziyeti ölüm anında bile korkunçtur: “Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nice olur?” (Muhammed, 27)
Ölümü sonsuz mahrumiyet görür
Bunlar için ölüm bir “ayıran”dır. Dünyevî zevklerinden, malından, makamından, şöhretinden, sevdiklerinden ayıran bir bitiş ve tükeniştir. O bakımdan ölümü hatırladıkları zaman tüyleri diken diken olur. Bir taziyeye gittikleri ya da bir yakınları vefat ettiği zaman “Eh ne yapalım ölenle ölünmez ki, Allah sabırlar versin...” türünden sözlerle ölüm düşüncesinin şokunu atlatmaya ve mümkün olduğunca en kısa süre içinde kendilerini bekleyen gaflete tekrar başlarını gömmeye gayret ederler.
Sanki sırf neşe ve eğlence için yaratılmışlardır. Üst üste eğlence partileri düzenler, her türlü eğlence etkinliklerini günü gününe takip ederler. Bunlara entelektüel bir boyut ekledikleri, birkaç batılı müzisyen ve artist hakkında malumat sahibi oldukları zaman, kendilerini sanatsever kültürlü insanlar olarak takdim ederler. Böyle şeylerle uğraşmayan, bu işlerle ilgilenmeyen kimselere “cahil halk yığını” nazarıyla baktıkları için bunları insan yerine bile koymazlar. Lüks ve konfor içinde yaşamak, kendileri gibilerine gösteriş yapmak onların en büyük tutkularındandır.
Marazi bir özgürlüğe sığınır
Kur’an-ı Kerim’de “mütrefîn” adı verilen bir grup daha vardır ki; bunlar hiçbir insanî değer, dinî, vicdanî hüküm ve kayıt tanımazlar. Ne edep ne de hesap endişesi taşırlar. Bütün görüşlerini hayvanî içgüdülerine göre tanzim eder, ahlâk gibi kavramların göreli, şahıstan şahısa değişkenlik arz eden şeyler olduğunu iddia ederler. Böylece yerine göre zinaya “cinsel özgürlük, aşk, arkadaşlık, flört, filanla çıkmak” gibi isimler takarlar. Nefs adına didinip durdukları meşguliyet ve boş oyalanışlarına bir de kutsallık izafe ederek, “çalışmak da ibadettir” sözüyle vicdanlarını teskin etmeye çalışırlar. Bu suretle ibadetleri terk etmekle kalmayıp, bir de inkâra sapmakla şeytana bile külah çıkartırlar. Halbuki çalışmanın ibadet olabilmesi, niyetin Allah için tutulmasına ve yapılan işin meşru olmasına bağlıdır.
Bunlar kelimelerin ve kavramların içini boşaltarak değiştirirler. Kendileri gibi düşünmeyen­leri de bağnazlık ve yobazlıkla itham ederler. Zevklerini tatmin etme, yaşama ve rahat etme tutkusuyla hareket etmekten başka bir şey bilmezler. Tıpkı helak olan Sodom-Gomore halkını ve benzerlerini hatırlatırlar. Kur’an-ı Kerim’de bunlar hakkında şöyle buyrulur: “Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklılarına (mütrefîne) yola gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz.” (İsra, 16)
Allah’ı anmaktan rahatsız olur
Gaflet içinde yüzen kimseler, vicdanlarını tırmalayacak sözlerden, Allah’ı ve ahireti hatırlatacak sohbetlerden, ölüm düşüncesinden özellikle de Kur’an’dan çok sıkılırlar. Televizyonun başında saatlerce lüzumsuz şeyleri izlemekten büyük keyif aldıkları halde, Kur’an dinlemeye tahammül edemezler.
“Yalnız Allah anıldığı zaman ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah’tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.” (Zümer, 45)
“Onlar ki, gözleri, beni hatırlatan ayetlerin karşısında bir örtü içindeydi, (Kur’an’ı) dinlemeye de tahammül edemiyorlardı.” (Kehf, 101)
Kalbini temiz sanır
Gafillerin bir özelliği de kendilerini doğru yolda olduklarına inandırmaya çalışmalarıdır. Bunlara göre asıl olan kalp temizliğidir. Ve her nedense bunların kalbi devamlı temizdir. Kendileri gibi olmayanların kalpleri ise, temiz olmak şöyle dursun, sürekli fitne ve fesatla doludur. Her ne kadar namazla niyazla uğraşsalar, örtülü gezseler de bu görünüşün arkasından her türlü melaneti işlerler. Bu savunma mekanizmalarıyla muhataplarına gerekli cevabı verdikten sonra kendileri de inanarak bir nevi huzur bulurlar. Oysa Kur’an onlar hakkında şöyle buyurur: “Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da, onlar kendi­lerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 37)
Manevi bir terbiye görmeden insanın kendi hata ve kusurlarını, gafletini idrak edebilmesi son derece güçtür. Böyleleri gırtlağına kadar gaflete daldığı halde kendini salihlerden zannederler. Hatta bu satırları okurken bile hiç üzerlerine kondurmazlar. O yüzden nefsinin hata ve kusurlarını görebilmek, yer ve gökleri keşfen müşahede etmekten daha evlâdır. “Hayır, insanoğlu kendini müstağni gördüğünden dolayı azar.” (Alâk, 6-7)
Akıllıyım der ama...
Zamanımızda akıl hastanelerinde tedavi gören zavallı insanları “deli, akılsız” saymak adet olmuştur. Acaba gerçekten böyle midir? Onlar akılsız da, heva ve arzularının peşinden koşan, dünyayı ahirete tercih eden, Allah’tan kopuk, fakat buna rağmen çok iyi iş bitiren, zengin olan, itibar sahibi kimseler hep akıllı mıdır?
Kimin deli kimin akıllı olduğu bütün çıplaklığıyla ahirette anlaşılacaktır. Bugün akıllı geçinenler o gün delilerin yerinde olmak için can atacaklar fakat bir fayda vermeyecektir. Hz. Kur’an gerçek akılsızları anlatırken şöyle buyurmaktadır: “Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise muhakkak Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (En’âm, 32). “(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden akledemezler.” (Bakara, 171)

Emekdar Üye 28 Aralık 2007 20:14

Cvp: Gaflet
 
DÜNYADAN GEÇTİM DİYENLER
[CENTER][B]Azdır ama dünyayı hiç umursamayan, mecbur olmasalar yiyip içmeyi de bırakacak insanlar da var. Bunlar dünyanın faniliğini ileri sürerek kısa bir hayat için çalışıp çabalamanın gereksiz olduğunu iddia ederler ve elbette yanılırlar.
Ruh ile bedenin, madde ile mananın, dünya ile ahiretin dengesini kuramamak da gafletin başka bir türüdür. Başta tembellik, miskinlik ve zillet olmak üzere gafletten öteye gitmeyen yığınla zararın kaynağıdır. Şöhret kazanıp insanların elindekine göz dikme tehlikesini içinde barındırır. Her türlü suistimale açık bir kapıdır.
Dünyasına mahir olan ahiretine de mahir
Ayrıca ahiret sadece bir köşeye çekilip insanlardan uzak kalmakla değil, onlarla birlikte sıkıntılara katlanarak, salih bir niyetle dünya işlerine çalışıp terlemekle kazanılır. Gavs-ı Bilvanisî Hazretleri k.s. bir sohbetlerinde: “Siz kişinin dünya çalışmasına bakınız. Eğer dünyası için çalışkan, mahir biriyse, ahireti için de öyledir. Dünyanın pehlivanı, ahiretine de pehlivandır.” buyurmuşlardır.
Her ne kadar geçmişte ihtiyaç miktarından fazla dünyaya rağbet etmeyen veliler olmuşsa da, bunların durumu kendilerine özeldir. Dünyayı tamamen terk etmemişler ve kimsenin sırtına da yük olmamışlardır. Her durumda veren el olma özelliklerini muhafaza etmişlerdir.
İslâmiyet, hıristiyanların ruhbanlığını andıran bir hayat tarzı ve telakkisini kesinlikle reddeder. Çünkü İslâm, sadece ahirete ait ibadetleri düzenleyen bir din değildir. Dünyada alış-verişten insanlar arasındaki diğer muamelelere kadar her şeye ölçü getiren, kişinin yirmi dört saatlik hayatını baştan aşağı düzene sokan, bozulmamış bir dindir. Dünyaya ait hükümler koyan bir din dünyadan el etek çekmeyi hoş görmez. O yüzden mümine fani de olsa dünyada sefil bir hayatı öngörmez. Çalışıp çabalamaya, kimseye avuç açmamaya, alan el değil veren el olmaya teşvik eder.
Çalışmayan kim var?
Peygamberler dahi bazı zenaat ve mesleklerle anılmışlardır. Zekeriyya Aleyhisselam marangozlukla, Davud Aleyhisselam demircilikle, İdris Aleyhisselam terzilikle meşgul olmuşlardır. Hz. Rasulullah s.a.v. ise, devlet başkanlığı yapmıştır. Allah dostları da peygamberlerin yolundan giderek bir zenaat ve ticaretle meşgul olmuşlardır. Bu devrin büyükleri de bir taraftan irşadla meşgul olurken, diğer taraftan ziraatla, ticaretle ve benzeri işlerle uğraşmaktadır. Bu güzel örnek devrimizde de Allah’a kulluğun nasıl yapılacağını anlatmaya kâfi gelmez mi?
Kur’an-ı Kerim’de mevzuyla ilgili birçok ayet-i kerime vardır. Bazıları şöyledir: “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas, 77). “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Cuma, 10)
İbadet ve taatle meşgul olup dünyayı terk edenler, malla yapılacak her türlü hayır hizmetinden de mahrum kalırlar. Hatta zekât gibi gayet kıymetli bir ibadetten dahi nasiplerini alamazlar. Kur’an bunları şöyle ikaz etmektedir: “Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı.” (Nisa, 95). “Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsu­nuz?” (Hadid, 10)
KALP GAFLETTEN UYANINCA
Gaflet hali karşısında üç grup insan vardır demiştik: Dünyacılar, miskinler ve dünya-ahiret dengesini bulanlar. Üçüncü gruba dahil olanlar gafletsiz, uyanık müminlerdir. İşte bu grubun halleri.
Gafletten uzak olanlar dünyası için ahireti, ahireti için de dünyasını terk etmeyen insanlarıdır. Dengeyi, itidali bulmuşlardır. Her işlerinde Allah’ın emirlerine uymayı gözetirler. Gavs-ı Sani Hazretleri’nin k.s. buyurduğu gibi, her ikisini de yarış yapan iki araba gibi birlikte götürürler.
Halk içinde Hak ile
Bu denge insanları “halvet der encümen” kaidesine göre halk içinde Hak ile olurlar. Herkesle beraber ama yalnız, elleri işte güçte ama gönülleri hep yardadır. Bedenleri dünyada olsa da gönülleri Allah’a dönüktür.
Bunlar diğerleri gibi dünyaya hırs ve tutkuyla bağlanmazlar. Esaret tasmasını boyunlarına geçirmektense, dünya nimetlerinden mahrum kalmayı tercih ederler. Mal-mülk, makam-mevki, her şeyin Allah’tan geldiğine yakînen iman ederler. Rızıklarına Allah’ın kefil olduğuna iman ettikleri için zerre kadar endişe etmezler. Sadece emre uyup takdir edilen rızıklarını ararlar. Alırken, satarken, çalışırken harama el uzatmazlar. Bazı yüzlerin ağardığı, bazı yüzlerin karardığı o büyük güne alınları ak, vicdanları pak olarak çıkabilmenin özlemiyle yaşarlar. Yedikleri her lokmanın hesabının sorulacağından zerre kadar şüphe etmezler. Kazandıkları her şeyi birer zikir ve şükür vesilesi olarak görürler. O’ndan geleni yine O’nun yolunda sarf etmekten çekinmezler.
Biricik amaçları Rabbin hoşnutluğu
Gafletsiz müminler; çalışırken, kazanırken, meşru dairede keyfederken Allah’ın rızasından başka bir şey düşünmezler. Hiçbir şey onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz. Onlar mert oğlu merttirler, Allah adamıdırlar: “Nice erler ki, ne ticaret, ne de alışveriş onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermek­ten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olacağı günden korkarlar.” (Nur, 37)
Bayezid-i Bistâmî k.s. Hazretleri bir gün müritleriyle birlikte çarşıya çıktı. Dükkanı müşteriyle dolu olan bir kuyumcu gördü. Kalbine manen nazar edip baktı ki, bu kuyumcu akşama kadar elli bin dinarlık alışveriş yaptığı halde bir an bile Allah’ın zikrinden gafil olmamış.
Sürekli Rabbiyle irtibatlı, kalbini zikrullah ile harekete geçirmiş müminin hali işte böyledir. Onlar dünya nimetlerine sahip olmak, boş sohbetlerle oyalanmakla değil, ancak Allah’ı zikretmekle, Kur’an okumakla ve bulundukları ortamda Hak sohbetiyle tatmin olurlar. “Onlar iman eden ve kalpleri Allah’ın zikriyle huzur bulan kimselerdir. Haberiniz olsun, kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.” (Ra’d, 28)
Gönülleri geniştir onların
Gafiller güruhu dünyada geniş evler, bağlar, bahçeler bulsalar da gerçek huzur ve saadeti bulamazlar. Müminler ise, darlıkta ve genişlikte cennet için yarışırlar. Dünyada mesut oldukları gibi ahirette de mesut olurlar. “Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete yarışın; o müttakiler için hazırlanmıştır.” (Âl-i İmrân, 133). Allah’ın cemalini görmeyi arzu ve ümit etmeyenler dünyanın hasis, bayağı zevkleriyle yetinir, hatta mest olup kendilerinden geçerler. Bu yüzden ibretle dolu varlık âlemine bakıp da ders almazlar. “Bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla tatmin bulanlar ve bizim ayetlerimizden gafil olanlar da vardır muhakkak.” (Yunus, 7). Fakat kâinata ibret nazarıyla bakan gafletsiz müminler, cennetin de ötesinde nazarlarını Allah’ın cemaline dikmişlerdir. O’na ulaşmak hasretiyle yanıp tutuşurlar.
Her varlık Cenab-ı Hakk’ın tasarrufu altındadır. Her şeyi evirip çeviren O’dur. O’ndan başka zarar ve fayda veren (Dârr ve Nâfi’) bir varlık yoktur. O dilemeden kimse kimseye ne bir zarar ne de fayda verebilir. Bütün dünya imdadına koşsa O dilemeden bir fayda veremezler.
Lütfu da hoş görürler kahrı da
İşte bu şuurla yaşayan gafletsiz mümin, elindeki mal gittiği zaman üzülüp yıkılmaz. Her şeyin, Rabbinin takdiriyle olduğuna inanır ve O’na tevekkül eder. Sıkıntılar karşısında ahirette kazanacağı mükâfatı düşünüp sabır, teslimiyet, tevekkül ve rıza gösterir. Kendisine verilen nimetlerin bir sınama ve imtihan için verildiğini bilir. “Andolsun, sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)
Hakiki mümin, sevindirici olaylar gibi musibetlerden de razı olur. Hatta rıza makamında bunlardan derin bir zevk alır. Çünkü alırken de verirken de tecelli eden hep O’dur.
“O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz, derler.” (Bakara, 156)
Hoştur bana senden gelen
Ya bir gonca gül yahut diken
Ya hil’at ü yahut kefen
Nârın da hoş nurun da hoş
diyebilen bu gönüller, ne dünyadan gafildirler ne de ahiretten...
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 18:54

Cvp: Gaflet
 

[CENTER][B][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

GÖRÜNMEYEN ÖRÜMCEK AĞI: GAFLET [B]Kötü arkadaşımız: Gaflet

“İnsanların hesab (görme) zamanı yaklaştı. Onlar ise hâlâ gaflet içinde, yan çizip aldırmıyorlar.” (Enbiya Suresi; 1)
Söze başlamadan önce sizden ve kendimden bir söz almak istiyorum. Geliniz hep beraber, kendimizi aldatmayacağımıza, doğru olan ne ise onu görmeye ve anlamaya bir söz verelim kendimize. Kimseyi kandıramayacağımıza göre, gelin kendimizi de kandırmayalım. Hem Allah’tan başka kimse de bilmeyecek içinizden neler geçtiğini… Değil mi?
Tamam mı? Anlaştık değil mi?... Güzel.

O halde, şimdi bu yazıyı birlikte yazabiliriz. Gafletin ne gibi bir şey olduğunu birlikte düşünebiliriz…

Evvela gafletin bir beşer olarak her birimizin ayrılmaz bir kötü arkadaşı olduğunu kabul edelim. Yani, az-çok hepimizde, mutlaka gafletten bir eser vardır. Aliminden cahiline, hiç durmadan, herkesin başına ağını ören bir örümcek gibidir gaflet.
Zira, bu hastalık insanın mayasında vardır. “… Doğrusu insan çok zalim ve nankördür.” (İbrahim Suresi; 34) Buyruluyor yüce kitabımızda.

‘Zalim’, ‘cahil’, ‘unutkan’, ‘isyankar’… Evet insan, bu kötü sıfatlardan kurtulabildiği kadarıyla insandır. Ve nasıl, ‘gaflet örümceği’ durmadan ağını örüyorsa kalbimizin ufkuna; bizim de her an bu gafleti giderme gayreti içerisinde olmamız gerekiyor.

Eğer derseniz ki; “Bu kulluk ne zor sanat imiş, her an bunu nasıl yaparız?” Biz de deriz ki; “Haklısınız ama insanın imtihanı zordur, insan olmak zordur.”

Lakin her işin, her sanatın bazı kolaylıkları olduğu gibi, kulluk sanatının da bazı kolaylıkları var elbette. İnsan olmaktan vazgeçemeyeceğimize, istesek de mümkün olmadığına göre…

Kendimizi gafletin derin uçurumlarına atıp, ilahi hitabın tabiriyle ‘hayvandan da aşağı’ bir duruma düşmek istemiyorsak…

Gafletten kurtuluş yolları

Gafleti izale eden en etkili ilaçlar; Allah’ı çokça zikretmek (Ahzab;41); tefekkür etmek (Rum; 8, Nahl; 44); anlamaya çalışmak, akıl yürütmek, akletmek (Al-i İmran;190); Allah’ın görme ve gözetlemesini hatırda tutmak (murakabe) (Şura; 6); kullukta kar ve zarar hesabı yapmak (muhasebe)(Saffat; 142); Allah’a dua ve yalvarmada, sığınmada bulunmak (münacaat) (Bakara; 186) ve bize kendimizi ve Rabbimizi tanıttıracak, bunları yapmamızı sağlayacak faydalı ilim öğrenmektir.

Gördüğünüz gibi gaflet, her ne kadar yırtılması zor bir perde, kurtulması daimi gayret gerektiren bir örümcek ağıysa da onu darmadağın edecek, parçalayacak nice alet ve usüllere de sahibiz, elhamdülillah. Yeter ki, gafletle mücadele etmeye kesin bir karar verelim.

Gaflet hastalığının belirtileri
Kısaca tarif edecek olursak; eğer inandığımız ve düşündüğümüz gibi yaşayamıyorsak, kesinlikle bizdeki gaflet hastalığı ilerlemiş demektir.

Günde kaç saat; bizi ilgilendirmeyen işlerle uğraşıyorsak, fuzuli veya bize günah kazandırmaktan başka hiçbir işe yaramayan dedikodularla ağzımızı dolduruyorsak, (afedersiniz) saçma dizilere donmuş bir suratla dalıp gidiyorsak, dünyada olup biten her şeyi sanki bizden soracaklarmış gibi internetin karşısında esir düşmüşsek, başkalarının yaptığı sporla çenelerimize jimnastik yaptırıyorsak… (Lütfen bu boş bıraktığım yeri de siz neler yapıyorsanız onlarla doldurun ve sizi gaflete düşüren uğraşlarınızı keşfedin!)

Evet, kızmaca-darılmaca yok değil mi? Eğer birine darılacaksak, bu yine kendimiz olmalı… Birisi bizi koltuğa bağlayıp da ille de boş işlerle uğraşacaksın, faydalı bir şey yapmayacaksın mı diyor!...

Kendimizi kandırmak

Başka bir yönüyle gaflet, insanın kendini kandırmasıdır. İnsanın, bildiği halde, sanki hiç bilmiyormuş gibi yaşadığı, hatta inandığını sandığı konulara kayıtsız kalarak, gerçekte tam olarak inanmadığını ortaya koyduğu bir durumdur.

Çünkü eğer inansaydı, inancının gerektirdiği şekilde yaşaması gerekirdi. Demek ki, sadece diliyle inandığını söylemek yeterli değildir. Dahası, bazı amelleri ve ibadetleri de üstünkörü ve kurukuruya yapmak, insanı kulluk sorumluluğundan kurtarmaz. Bunları hepimiz biliyoruz.

İki Allah dostu, (bakınız Allah dostu, yani evliyadan bahsediyorum, kulluk sanatının ustalarından!) sabaha kadar Allah’tan, marifetullahtan, hakikatlerden bahsetmişler, sohbet etmişler. Sabah olunca biri ağlamış, diğeri sebebini sorunca; “Sabaha kadar Allah’tan bahsettik, ama Allah’tan gafil kalmış olmayalım diye korkumdan ağlıyorum.” Demiş.

Evet, O’ndan bahsederken, yine O’ndan gafil olmak… O’nun bizimle beraber olduğunu unutmak, O’na karşı edep ve hayadan sıyrılmak… (Allah hepimizi muhafaza buyursun, amin.)

Bize o kadar uzak gelmesin ne olur bu mana. Onların anladığını tam anlayamasak da, namaz kıldığımız halde, O’nun huzurunda olduğumuzu unutmuyor muyuz!... İbadeti dahi ‘-mış’ gibi yapmak… İşte gafletin en sinsi olanı…! Kendini kandırmak.

Bir bütün olarak ‘kulluk’

Kulluk, dünya hayatımızın her anını içine alacak şekilde yaşanmalıdır. Sadece ibadet etmek, belirli aralıklarla sadaka vermek, Allah’ı tek bilip O’na itaat etmek değildir. Böyle bir kulluk, son derece eksik ve zayıf bir kulluktur. Oysa kulluk sanatını öğrenmek, başarmak istiyorsak, böyle zayıf bir kullukla yetinmemeli, dünya hayatını nasıl sağlama almaya çalışıyorsak, ahiretimizi de en iyi yatırım yeri olarak görmemiz gerekiyor.

Yani tabiri caizse, bazı zamanları Allah’a; bazı zamanları da nefsimize ayırarak, ancak kendimizi kandırır ve gafletimizi daha derinleştiririz. Zira, bütün zaman ve mekanlar Allah’a aittir. Biz dahi O’nun mülküyüz. O halde, nasıl oluyor da bazı vakitlerimizi O’na ayırmakla, kulluğumuzu tamamladığımızı düşünmekteyiz!

O (cc) bizi her an görüp gözetmekteyken, her türlü nimetiyle bize kendini hatırlatıyorken, bize yaşamamız gereken hayatın programını göndermişken; nasıl oluyor da biz kendi kafamıza göre bir hayat tarzını benimseyebiliyor, günlük programımızı belirlerken, ‘Dünyayı ahirete göre yaşama’ prensibine kayıtsız kalabiliyoruz?

Evet, gaflet insanın kendi kendine ve kendi bildiğine göre yaşaması demektir. Yani, nefsinin arzu ve heveslerine göre bir hayat…

Peki, insanı gafletten kurtaracak olan nedir? Diye sorulacak olsa, deriz ki, yine insanın kendisidir. Şu dünya hayatında insana, en büyük dost da düşman da yine kendisidir. Bu nasıl olur? Diye sorarsanız, şöyle deriz; imtihan yeri olan dünya hayatının kuralı böyle işlemektedir de ondan. İnsanın imtihanı, Allah (cc) tarafından tamamen kendi iradesine bırakılmıştır. Hayrı ve şerri seçme iradesine sahip insanoğlu, hangisini isterse onu tercih edebilir.

Üç düşman, üç silah

Kulluk serüveninde insanın en büyük üç düşmanı vardır; nefis, şeytan ve dünya sevgisi. Ve bu üç düşman, insanın iradesine doğrudan tesir edemezler. Onlar ancak; heves yoluyla tahrik etme, vesvese yoluyla özendirme ve süslü görünerek yanıltma gibi silah ve oyunlara sahiptirler.

Allah-u Zülcelal bu üç büyük düşmana karşı insana; değerlendirme ve anlama hizmeti veren akıl; ilahi ilim ve hikmet (Kur’an ve Sünnet) ve doğru ile yanlışı sezme, hissetme melekeleri (kalp ve diğer latifeler) vermiştir. Dolayısıyla insanın, arkasına saklanacağı hiçbir mazereti yoktur.

Gafletten kurtuluş

İşte bu sebeple, eğer kendisi istemezse kimse yardım edemez kişiye. Demek ki, kişiye yardımcı olabilecek ilk şey yine kendisidir.

O zaman kişi kendisinden başlayacak, gafletten kurtuluş yollarını bulmaya. En başta da inanması gereken konulara tam iman etmiş mi, sonra amel etmesi gerekenleri tam biliyor mu ve onlarla amel ediyor mu? Yani Allah’ın emir ve yasaklarına tam olarak uyuyor mu? Son olarak da inandığına ve yaptığına hangi niyetle ve kalbi bir durumla yaklaşıyor, yani samimiyet ve ihlası var mı? İşte bunları, aşama aşama yerine getirmek gerekiyor. Üşenmeden, bıkmadan ve yılmadan. Yavaş ve tadına vararak, sindire sindire...

"İlim, amel ve ihlas” üç temel mesele… İşte bizim kulluk yolculuğumuzun anahtar şifresi. Bunları bilmiyor ve uygulamıyorsak, boşuna kendimizi kandırmayalım, ‘Ben Allah’ın kuluyum’ diye… Biz O’nun için ‘kuluyum’ diyoruz ama bakalım O (cc) bizim için ‘kulumdur’ diyor mu!...

Kaynak Eserler:
Bediüzzaman Said-i Nursi; Risale-i Nur Külliyatı.
Herevi; Reşahat Aynu’l hayat.
İbn-i Arabi; Fususu’l Hikem.
İmam-ı Gazali; İhya-yı Ulumu’d Din, Dalaletten Hidayete.
İmam-ı Rabbani; Mektubat-ı Rabbani.
Mevlana Celaleddin-i Rumi; Mesnevi.
Seyda Muhammed Konyevi; Kalplerin Şifası Sohbetler, Cennet Yolunun Rehberi, Üç Büyük Düşman; Nefis Şeytan Dünya.
S.Abdülkadir-i Geylani; Sohbetler, Futuhu’l Gayb.
Şehabüddin Sühreverdi; Avarifu’l Mearif.SÜLEYMAN KARAKAŞ

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 18:55

Cvp: Gaflet
 
Sinsi Bir Tehlike

Gaflet

İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı,

kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar.
Rablerinden kendilerine yeni bir
hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka
oyun konusu yaparak dinliyorlar.(Enbiya Suresi, 1-2)


Giriş

Küçük bir çocuğun mutlu ve neşeli tavırları insanları imrendirir. Çünkü, büyükleri için oldukça önemli olan, üzerinde uzun uzun düşündükleri, ciddi kararlar aldıkları, tepki gösterdikleri olayların onun için bir anlamı yoktur. Örneğin, ne ekonomik krizler, ne doğal afetler, ne dünyada yaşanan savaşlar, ne de uygulanan zulümler onun için bir şey ifade etmez. Etrafında olup bitenlerden habersiz bir şekilde acıkmak, susamak ve oyuncağını kaybetmek gibi nedenlerin dışında hiçbir şeyden huzursuzluk duymadan kendi dünyasında yaşar. Huzurunun kaçmasına neden olan bu sebepler olmadığı sürece de şuursuzca uyumaya, oynamaya ve gülmeye devam eder.
Ne var ki, birçok insanın -her ne kadar ilk bakışta fark edilmese de- şuur olarak bu küçük çocuktan pek farkı yoktur. Bu şuursuzluk, Allah'ın ve ahiretin varlığı, kendisinin yaratılış amacı, ölümün mutlaka gerçekleşecek kesin bir gerçek olduğu, öldükten sonra her yaptığının hesabının Allah'a muhakkak verilecek olması gibi en önemli gerçeklerin kavranmasında yaşanır.
İnsanların büyük bir çoğunluğu, Allah'ın açık ayetlerinden, emir ve yasaklarından habersiz bir şekilde, sadece kendi istek ve arzuları doğrultusunda yaşarlar. Bu insanların, dünya nimetlerine sahip olmak, mutlu olmak, eğlenmek, nefsani arzularını tatmin etmek dışında başka bir istekleri yoktur. Sadece dünyanın çekici süsüne ilgi duyar ve istedikleri şeylere sahip olmak için yaşamları boyunca çaba harcarlar. En büyük sıkıntıyı ise, bu çabalarının boşa çıkması ya da ellerindekini yitirmeleri sonucunda yaşarlar.
Oysa yalnızca kısa bir süre yaşadıkları dünya hayatı herşeyiyle bir gün sona erecektir. Onlar ise, kendileri ve Allah'ın hoşnutluğundan uzak bir hayat süren diğer insanlar için hazırlanmış olan şiddetli ve ebedi azaptan habersizdirler. Büyük bir korku ve sıkıntı duyacakları ahiret gününe doğru ilerlerken dünyanın geçici süsüne tutkuyla bağlanıp sadece dünyevi tutkularını kaybetmenin endişesini ya da üzüntüsünü duyarlar.
İnsanların, Allah'ın açık delillerine, emir ve uyarılarına rağmen gösterdikleri bu şuursuz, kayıtsız ve ilgisiz tutumlarına "gaflet" adı verilir.
Allah her insan için bedeni de dahil olmak üzere, baktığı her yerde Kendi varlığını hatırlatacak türlü güzellikler ve nimetler yaratmıştır. Hayatımızın her anı, gözümüzü çevirdiğimiz her yer, saymaya güç yetiremeyeceğimiz yaratılış mucizeleriyle donatılmıştır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)

Sabah kalktığınız andan itibaren akşam tekrar yatana kadar yaptıklarınızı, karşılaştığınız olayları ve görüntüleri düşünün. Uyandığınızda ve aynaya baktığınızda, uzun bir uykudan sonra tekrar canlanan ve sizin hiçbir müdahaleniz olmadan, kendiliğinden tüm fonksiyonlarını eksiksizce sürdüren bedeninizi görürsünüz. Tek bir hücrenin çoğalmasından meydana gelen, şu anda da yaklaşık 100 trilyon hücreden oluşan, simetrik ve estetik bir görünüme sahip, siz hiç farkında değilken içinde peş peşe yüzlerce kusursuz ve karmaşık işlemin meydana geldiği bedeniniz bir gün önceki haliyle karşınızdadır.
Ancak çoğu insan bu gerçeklerin şuurunda olmadan hareket eder. Sabah kalktığında aynaya bakarken genelde yüzünün genel görünümü, bakımı veya saçlarının şekli dışında başka bir şeyi aklına getirmez. Zihninde genelde iş, okul ya da gün içinde yapacakları dışında bir düşünce yoktur. Oysa çoğunluğun dikkatinden kaçan gerçek şudur: Yeni başlayan bir günle tüm insanlara Allah'a yönelmeleri ya da O'na olan yakınlıklarını artırmaları için yeni bir fırsat daha verilmiştir. Belki de bu fırsat kişiye tanınmış son bir fırsattır. Kim bilir belki de o gün dünyada geçireceği son gündür. Ne yazık ki, insanların büyük çoğunluğu kendilerine verilen bu fırsatın farkında değildir. Bu nedenle de genelde zihinlerini, Allah'ı değil kendilerini ya da çevrelerindeki insanları hoşnut etmeyi düşünerek ve bunun planlarını yaparak meşgul ederler. Bu durumu bir örnekle açıklayalım:
Bir bilgi yarışması düşünün. Yarışmayı kazanana çok büyük miktarda para verilsin. Yarışma sırasında acaba yarışmacı nasıl davranır? Soruları dinleyip cevaplarını düşünmek yerine etrafına bakınıp oyalanır, soruyu soran sunucunun elbisesini, ses tonunu, saçını mı eleştirir ya da sorunun cevabını düşünmek yerine yarın ne yapacağını, ne giyeceğini mi düşünür?
Tam tersi bu kişi büyük bir dikkatle sunucuyu dinler, şuuru tam açıktır. Kısıtlı süresini iyi değerlendirmeye çalışır. Cevabı bulmak için konsantre olur. Başarılı olabilmek için muhakkak ki konu dışındaki hiçbir şeyle ilgilenmez. Aksine elindeki fırsatı en güzel şekilde değerlendirmeye çalışır. Ama söz konusu az önce saydığımız türden anlamsız davranışlarda bulunursa, yarışmacının büyük bir şaşkınlık, şuur kapanıklığı, akılsızlık, kısaca gaflet içinde olduğunu düşünürüz.
Ancak çoğu insanın içinde bulunduğu gaflet hali verdiğimiz bu örnekten çok daha ciddi boyutlardadır. Bu gaflet hali, insanların, Allah'ın kendilerini kulluk etmeleri için yarattığının bilincinde olmadan, Allah'ın emir ve yasaklarından tamamen uzak bir hayat yaşamalarıdır.
Gaflet tüm insanları dikkatli olmadıkları ve Allah'a gönülden boyun eğmedikleri sürece tehdit eden çok büyük bir tehlikedir. Çünkü gaflette olan ya da gaflete sürüklenen bir kişi Kuran'da belirtilen tüm emir ve yasaklara samimi bir şekilde uymadığını, ayrıca her an gaflete kapılabileceğini ya da düşünmediği sürece içinde bulunduğu durumu fark edemez. Dolayısıyla, bu kitabı eline alan her okuyucu, kendisinin de gaflette olabileceğine ihtimal vererek okumalı, kendini "müstağni", yani bu sinsi tehlikeden uzak ve güvende görmemelidir. Çünkü Rabbimiz Kuran'da, "Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden." (Alak Suresi, 6-7) şeklinde buyurmuştur. İnsan, ancak müstağniyetten kaçındığı zaman Kuran ayetlerini rehber edinerek kendi durumunu tahlil edebilir, eksiklerini ve hatalarını düzelterek, ihmal ettiği konuları telafi edebilir. Çünkü insanın sürekli gaflet içinde kalmasının ve gafletin derinliğinin gün geçtikçe artmasının en büyük sebebi kişinin kendini eksiksiz ve kusursuz görmesi, halinden memnun olmasıdır.
Bu kitabın amacı, gafletin Kuran'a göre tanımını yapmak ve insanları bu sinsi tehlikeye karşı uyarmaktır. Aynı zamanda, kimi insanların bilinçsizce ve cahilce içine düştükleri gaflet halini fark etmelerini sağlayarak, bu durumdan kurtulmalarına yardımcı olmak ve müminleri şeytanın bu sinsi tuzağına karşı her an uyanık ve dikkatli olmaya davet etmektir

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 18:56

Cvp: Gaflet
 
Gaflet Hali


Gaflet hali, girişte de kısaca tanımladığımız gibi, kişinin, Allah'ın ve ahiretin varlığından habersiz olması ya da haberi olduğu halde bu bilginin gerektirdiği bilinç ve sorumluluğu, davranış şeklini göstermeyerek, kayıtsız ve umursuz bir tutum içinde bulunmasıdır. Gaflet hali kimi zaman iman eden bir kimse için kısa süreli, geçici bir unutkanlık ya da dalgınlık şeklinde olabildiği gibi kimi zaman da Allah'a iman etmeyen ya da O'na ortak koşanlarda olduğu gibi tüm yaşamlarını ve yaşamlarının her ayrıntısını kaplayacak derecede derin olabilir.
Dünya üzerinde pek çok insan, yaratılış amacını düşünmeden, nefsinin arzularıyla oyalanıp boş ve yararsız işlerle uğraşarak şuursuzca yaşamını sürdürür. "Gününü gün etme" mantığıyla, sadece dünyadaki nimetlerin en iyisine ve en fazlasına sahip olmayı hedefler. Onun için önemli olan, "dünyaya bir daha mı geleceğiz" düşüncesiyle bu zamanı en iyi şekilde değerlendirmektir. Bu yüzden de yaşadığı zaman dilimine sadece, kendince en fazla zevki ve eğlenceyi sığdırmaya çalışır. Öleceğini bilir, ancak öldükten sonra kendisini bekleyen ebedi azaptan habersizdir ya da Allah'ın üstün gücünü kavrayamadığı için bu azabın şiddetini düşünmez. Oysa bu azabın şiddeti Kuran'ın pek çok ayetinde tarif edilmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

... O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)

Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)

İçine atıldıkları zaman, kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler. Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: "Size bir uyarıcı gelmedi mi?" (Mülk Suresi, 7-8)

... Çılgın ateş olarak cehennem yeter. Ayetlerimize karşı inkara sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 55-56)

Gaflet içindeki insanların çoğu Allah'ın varlığını bilir, ancak O'na kesin bir bilgiyle iman etmez, teslim olmazlar. Bu nedenle de hayatlarındaki her zorlu ve sıkıntılı olayda, tevekkülsüzlüklerinden dolayı derin bir acı ve üzüntü duyarlar. En küçük sıkıntıların bile, hayatlarını alt üst etmeye yettiği bu kimseler toplumda karamsar, mutsuz ve bunalım içindeki insan tiplerini oluştururlar.
Oldukça boş ve yararsız işlerle geçirdikleri uzun zamanları "yoğunluk", "meşguliyet" olarak nitelendirirler. Bu "boş yoğunlukları" nedeniyle de kendilerini önemli ve yeterli hissederler. Oysa bu yoğunluk, gaflet içindeki insanın şuursuzluğunu körükleyen boş bir oyalanmadan başka bir şey değildir. İnkar edenlerin boş oyalanmaları ayetlerde şöyle tarif edilmektedir:
O inkâr edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir. (Hicr Suresi, 2-3)

Gaflet, Allah'ı ve ahiret gününü unutmuş insanları çepeçevre sarmış sinsi bir hastalık gibidir. Bu, insanın zihnini uyuşturan, aklını örten bir hastalıktır. Bu uyuşukluk ve şuursuzluk içinde insan kendisini kuşatan ve bekleyen gerçeklerin farkına varamaz. Bu nedenle gaflet halindeki insanlar görebilme, duyabilme gibi duyulara sahip olmalarına rağmen, gördüklerini ve duyduklarını değerlendirme, muhakeme etme yeteneğini kaybetmişlerdir. Çünkü kendilerini saran gaflet akıllarını örtmüştür. Gaflet içindeki insanlar tüm zamanlarını nefislerinin sınırsız isteklerini tatmin etmek için sarf ederler, başka bir şey düşünmezler. İstek ve tutkularını, tüm benliklerini adadıkları birer ilah edinmişlerdir. Onların durumu Kuran'da şöyle bildirilir:

Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan Suresi, 43-44)

Gafletin önemli özelliklerinden biri de kişinin gerçeklerden uzaklaşıp hayal dünyasında yaşamasıdır. Örneğin gençler, sürekli gelecekle ilgili hayaller kurarlar ve zihinlerini yalnızca bununla meşgul ederler. Kurulan hayaller sonucunda da sanki bu hayaller gerçekmiş gibi mutluluk duyarlar. İleriki yaşlarda ise insanlar daha sınırlı hayaller kurarak, daha çok hatıralarıyla zaman geçirir ve bunlarla yaşarlar. Çok kısa bir zaman içinde yakınlarına anlatacak pek çok anı bulabilir ve bunları dile getirirken o anki heyecan veya hüznü adeta yeniden duyarlar.
Görüldüğü gibi gaflet içindeki insanların zihinleri, hayaller ve hatıralarla yoğun bir şekilde meşguldür. Ama asıl düşünülmesi gereken ahiret günü, cennet ve cehennem gibi gerçekleri göz ardı ederler. Bu insanlar ne fikirlerinde ne de kalplerinde Allah ile bağlantı halinde değildirler. Gafil insan, gerçekleri, hayaller ve hatıralar arasında yalnızca istenmeyen, puslu ve karanlık bir kare olarak algılar ve gerçekler bir an aklına geldiğinde bunları düşünmekten vazgeçip hemen kendince toz pembe düşlerine geri döner.
Gaflet, gözleri bozuk olan bir insanın, nesneleri ve insanları yalnızca puslu ya da karmaşık şekillerden ibaret görmesi gibidir. Bu durumdaki insan, gördükleri hakkında detaylı bir bilgiye sahip olamaz. Ancak gözlük taktığında, görüntü netleşir ve herşeyi en ince ayrıntısına kadar görebilir. Artık görüntüdeki netlik sayesinde, gözlükler olmadığında ne kadar az gördüğünün, hatta göremediğinin tam olarak farkına varacaktır.
Gaflet içindeki bir insan için de benzer -ancak çok daha ciddi ve önemli- bir algı eksikliği söz konusudur. Gaflet içindeyken insanın Allah'ın varlığını, üstün izzet ve şerefini gereği gibi takdir edebilmesi mümkün değildir. Ancak samimi bir şekilde kalben Allah'a yöneldiği, dua ettiği, tefekkür ettiği ve Allah'ın sınırlarına riayet ettiği zaman içinde bulunduğu gafletin boyutlarının farkına varacaktır. Bunun sonucunda ise, gafletin neden olduğu kavrama bozukluğu Allah'ın izniyle kalkacak, gerçekleri açık ve net bir biçimde görüp kavrayacaktır.

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 18:57

Cvp: Gaflet
 
İnkar edenlerin gaflet hali
Allah'ın varlığını inkar edip, O'nun adının anılmasına dahi tahammül edemeyenlerin içinde bulunduğu durum, gafletin insanı dünyada sürükleyebileceği en son noktaya bir örnektir. Tamamen inkar bataklığına saplanmış olan bu insanlar, Allah'ın sevmediği ve kınadığı, kötü, çirkin ve yanlış olan pek çok özelliği üzerlerinde barındıran kişilerdir.
İnkar eden bu insanlar, isyankar, kibirli, bencil, asabi, yalancı, riyakar, dengesiz bir yapıda, her türlü kötülüğü yapmaya hazır kişilerdir. Menfaatleri söz konusu olduğunda anne-babalarını bile tanımayan bu insanları dünya hırsı kaplamıştır. İstediklerini yapmakta hiçbir engel tanımazlar. Karşılarına çıkan engelleri aşmak için her türlü sahtekarlığı, ahlaksızlığı ve sınır tanımazlığı yapmakta bir sakınca görmezler.
Vicdanlarını tam olarak örtmüş olan bu insanlar, merhamet, şefkat ve acıma duygularını da yitirmişlerdir. Çevrelerine karşı her türlü duyarlılıktan yoksundurlar. Sadece kendileri için yaşarlar. Zihinlerinde nefislerinin bencil istek ve tutkularını tatminden daha önemli bir düşünce yoktur. Gaflet onları öyle sarmıştır ki, kendileri Allah'ı asla anmadıkları gibi, Allah'ın adının anılmasına bile tahammül edemezler. Bir Kuran ayetinde onların bu durumu şöyle ifade edilir:
Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır... (Zümer Suresi, 45)
Ahireti inkar eden bu insanlar, vicdanlarını rahatlatmak ve kendilerini temize çıkarmak için din aleyhinde konuşmalar yaparak diğer insanları da kendileri gibi inkara sürüklemeye çalışırlar. Kendilerini bekleyen sonsuz azaptan habersiz olan bu insanlar yaptıkları kötülüklerin şuurunda değildirler. Derin gaflet içindeki bu insanların durumu Kuran'da şöyle tarif edilmektedir:
Ahirete inanmayanlara gelince; Biz onlara kendi yaptıklarını süslemişiz, böylece onlar, 'körlük içinde şaşkınca dolaşırlar'. İşte onlar; en kötü azab onlarındır ve ahirette de en büyük kayba uğrayanlardır. (Neml Suresi, 4-5)
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır, bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır, bununla görmezler, kulakları vardır, bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Görüldüğü gibi, sonsuz azabın kendilerini beklediğini görmezlikten gelen inkarcılar kendilerini saran gaflet nedeniyle, Kuran'da hayvanlardan daha aşağı bir konumda tarif edilirler. Kuran'ın tarifiyle, "gafil" olan bu insanların, hayvanlar gibi sadece yiyip içmek ve hoşlarına gideni yapmak dışında başka bir gayeleri yoktur. Bir başka ayette de yalnızca dünyaya odaklanarak yaşamlarını sürdüren gaflet içindeki inkarcıların durumu şöyle tarif edilmektedir:
Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı (zahir) bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır. (Rum Suresi, 7)
Sadece dünya hayatını düşünerek hareket eden bu insanlar, her devirde kutsal kitaplar, peygamberler ve imanlı insanlar vasıtasıyla, kıyamet gününe ve mutlaka hesaba çekilecekleri gerçeğine karşı uyarılırlar. Yaptıkları kötülüklerin suç olduğu ve bu suçların karşılıksız kalmayacağı, ceza günü ile muhakkak karşılaşacakları hatırlatılır. Eğer Allah'ın emir ve tavsiyelerini uygulamazlarsa, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, kötülüklerle dolu bir yaşam sürdürürlerse, bu durumda sonsuz cehennem azabını tercih etmiş olacakları kendilerine anlatılır. Bu durumda söz konusu insanların Allah'ın uyarılarını dikkate alarak, bütün hal ve hareketlerini, bunların hesabını sorgu gününde verebilecekleri şekilde düzenlemeleri gerekir. Ancak Allah her türlü uyarıya rağmen, bu çok açık ve net gerçeklere karşı kimi insanların kayıtsız kalabildiğini Kuran'da şöyle bildirmektedir:
İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Onlar, ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 1)

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 18:58

Cvp: Gaflet
 
Müşriklerin gaflet hali

İnsanların bazıları İslam'ı Kuran'a göre değil de çevrelerinden edindikleri kulaktan dolma bilgilerle, büyüklerinden duydukları, Kuran ile ilgisi olmayan uygulamalarla yaşarlar. Oysa bu insanlar gerçekte İslam'ın özünden çok farklı bir dini yaşamaktadırlar. Atalarından, geleneklerden kalma, batıl bir dini İslam adına benimsemişlerdir. Bu yüzden, Kuran'ı okusalar bile batıl dinleri ile yorumladıklarından onu gereği gibi anlamazlar. Kuran'da tarif edilen ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetinde örnekleri aktarılan gerçek imandan, mümin özelliklerinden tamamen uzak ve habersizdirler. Onların bu durumu Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi, 170)

Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse? (Maide Suresi, 104)

Onlara; "Allah'ın indirdiklerine uyun" denildiğinde, derler ki; "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)? (Lokman Suresi, 21)

Ayetlerde açıkça bildirildiği gibi, bu insanlar Allah'ın emir ve yasaklarını Kuran'da emredildiği şekilde uygulamazlar. Atalarının izinden giderler. Ayetlerden bu tür kimselerin, doğru yoldan sapmış, şeytanın peşine düşmüş ve cehennem azabına doğru sürüklenen kimseler oldukları anlaşılmaktadır. Bu insanlar atalarının dinini Allah'ın dinine, geleneklerini Allah'ın Kitabı olan Kuran'a tercih ettikleri için büyük bir şirk içindedirler. Bağnazlık ve taassupları, enaniyet ve akılsızlıkları nedeniyle şeytan bu kişileri dinlerinde yanıltmış, onların doğru yolları üzerine oturmuş ve İslam adına çarpık bir din anlayışı benimsemelerine neden olmuştur.
Müşriklerin yaşadıkları bu batıl din, Kuran'da tarif edilenden çok farklıdır. Örneğin, yalnızca başları sıkıştığında ya da son derece çaresiz kaldıklarında, kimi zaman da dünya hayatının faydaları ve nefislerinin istekleri için dua ederler. Kuran'da duanın nasıl tarif edildiğini, ne için ve nasıl dua etmeleri gerektiğini bildikleri halde gerçek anlamıyla uygulamazlar. Şükretmeyi de tam anlamıyla yapamazlar, yalnızca, çok büyük ya da çok zor sahip oldukları bir şey için şükrederler. Kuran'ı gereği gibi düşünmediklerinden her nefes alışlarında, yaşadıkları her saniyede şükretmeleri için kendilerine verilen sayısız nimet olduğunu göz ardı ederler.
Böylelikle, Allah'ın varlığını bilmelerine rağmen, "Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın..." (Nisa Suresi, 36) ayeti gibi, pek çok Kuran ayetinde Allah'ın, Kendisi'ne şirk koşulmasını yasaklayan emirlerine muhalefet ederek şirk koşarlar. O derece gaflet içindedirler ki, herşeyin alenen, eksiksizce ortaya döküldüğü, ahiret gününde dahi kendilerini kurtarabilmek için daha önce şirk koştuklarını inkar edecek derecede bir şuursuzluk gösterirler:

Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: "Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?"
(Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a andolsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı).
Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (Enam Suresi, 22-24)

Müşriklerin bu durumuna karşı iman edenler şöyle uyarılmışlardır:

'Gönülden katıksız bağlılar' olarak, O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın. (O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır. (Rum Suresi, 31-32)

Ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi, dinlerini fırkalara ayırmış müşriklerin içinde bulundukları sapkın durumu, övünç ve sevinçle karşılamaları, onların ne derece büyük bir gaflet içinde bulunduklarını göstermektedir. Yaptıklarının yanlış olduğunu bildikleri, doğrulara şahit oldukları halde hakka yönelmez, kendi istek ve tutkuları doğrultusunda yaşamlarını sürdürürler.

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 18:59

Cvp: Gaflet
 
Şeytanın iman edenleri gaflete düşürme çabası
Şeytanın en büyük hedeflerinden biri, insanları Allah'ın yolundan saptırmak ve cehenneme sürüklemektir. Onları olmadık kuruntularla meşgul ederek, akıllarını karıştırmaya ve sağlıklı düşünmelerini engellemeye çalışır.
Mümin, aklı açık, şuurlu, herşeyi detaylı bir şekilde düşünüp isabetli kararlar veren, örnek davranışlar sergileyen bir ahlaka sahiptir. Bu özellikler müminin imanının ve Allah korkusunun bir sonucudur. Ancak, şeytan zaman zaman unutkanlığını, dikkatsizliğini ya da bilgisizliğini fırsat bilerek -anlık da olsa- mümini gaflete sürüklemek ister.
Allah, "Şeytan sakın sizi (Allah'ın yolundan) alıkoymasın. Gerçekten o, sizin için açıkça bir düşmandır" (Zuhruf Suresi, 62) ayetiyle müminleri bu tehlikeye karşı uyarır. "Hiç şüphesiz, şeytanın hileli düzeni pek zayıftır" (Nisa Suresi, 76) ayetiyle de Allah, iman edenler için şeytanın sinsi planlarının geçersiz olduğunu müjdeler. Bunu bilen şeytan, insanları saptırmaya yemin ederken, -katıksızca, gönülden Allah'a iman eden- ihlaslı kulları, bunun dışında tutmaktadır. Kuran'da şeytanın bu yeminini içeren sözleri şöyle haber verilmektedir:

Dedi ki: "Senin izzetin adına andolsun, ben, onların tümünü mutlaka azdırıp kışkırtacağım. Ancak onlardan, muhlis olan kulların hariç." (Sad Suresi, 82-83)

Şeytan müminleri Allah'ın yolundan saptıramayacağını bildiği halde yine de vesvese vererek bir an için bile olsa kafalarını karıştırmaya, onları gaflete düşürmeye çalışır. Müminlerin daha fazla ecir almalarını, Allah Katında daha yüksek dereceler kazanmalarını engellemeye çalışır. Örneğin, hayır yapacak bir kişiye bunu daha sonra yapabileceğini düşündürerek, o hayrı yapmasına engel olmaya çalışır. Ya da, "Müminlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenler (çaba harcayanlar) eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cehd edenleri (çaba harcayanlar) oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vaat etmiştir; ancak Allah, cehd edenleri (çaba harcayanlar) oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır." (Nisa Suresi, 95) ayetinde belirtildiği gibi bazı müminleri Allah yolunda mücadeleden alıkoyarak, onların daha üstün dereceler kazanmalarını engellemek ister.
Şeytan müminlerin, zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda gösterebilecekleri bir anlık gevşekliği fırsat bilerek, onlara vesvese vermeye çalışır.
Allah insanı şüphesiz, zorlukla da denemektedir. Zorluk, baskı ve sıkıntının yaşandığı zamanlarda insanların gösterdikleri tavırlar çok önemlidir. Nitekim, Peygamberimiz (sav) döneminde sürekli onun yanında yer alan ve onunla birlikte savaşa çıkan müminlerden bazıları, savaşın kızıştığı zor zamanlarda gaflete kapılabilmişlerdir. Bu hatalı davranışın haber verildiği ayet şöyledir:

Hani onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi; gözler kaymış, yürekler hançereye gelip dayanmıştı ve siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz. (Ahzab Suresi, 10)

Allah, bu tür yanılgılar nedeniyle anlık gaflete düşen müminleri, tevbe etmeleri halinde bağışlayacağını Kuran'da müjdelemiştir. Tevbe, hata yapan mümine tanınan çok büyük bir imkandır. Kuran'da savaştan geri kalan üç müminin yaşadıkları pişmanlık ve Allah'ın onları bağışlaması şöyle anlatılmaktadır:

(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında (yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 118)

Hata yapınca, "herşeyi kaybettim", "bu durumu düzeltmem, telafi etmem imkansız" şeklinde bir ümitsizliğe kapılmak da, şeytanın gaflete düşürmek için verdiği vesveselerden biridir. Ancak mümin bu tür düşüncelerin şeytanın vesvesesi olduğunu bilir ve bu vesveselere kulak vermez. Hemen Allah'a yönelir. Tevbe ederek, gaflete düşmekten Allah'a sığınır. Müminlerin şeytanın vesveseleri karşısındaki bu tavırları Kuran'da şöyle bildirilir:

(Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 201)

Müminler, kendilerini gaflete sürükleyecek boş kuruntulardan Allah'a sığınarak ve her an Allah'ı anarak sakınırlar. Ayrıca Kuran'ı sürekli okuyup, ayetler üzerinde tefekkür ederek ve bol bol dua ederek anlık da olsa karşılaşabilecekleri gaflet tehlikesinden Allah'ın izniyle korunurlar.
<!-- / message -->

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 19:00

Cvp: Gaflet
 
Gaflet halindeki insanların uyarılması

Gaflet içindeki insanlar Allah'ın kendilerine gönderilen peygamberler, elçiler, kitaplar ve uyarıcılar vasıtasıyla uyarılırlar.
Allah seçtiği, üstün bir anlayış ve nur verdiği elçilerini tarihin her döneminde hak dinden uzaklaşan ve gaflet içinde yaşayan kavimlere uyarıcı olarak gönderir. Peygamberimiz (sav) de gaflet içindeki bir kavme uyarıcı olarak gönderilmiştir:

Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin). (Yasin Suresi, 6)

Gaflet içindeki bu kavmin uyarılması için Allah, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'i seçmiş, ona kavmini uyarıp korkutma ve hak dini tebliğ etme görevini vermiştir. Peygamberimiz (sav)'e bu görevini bildiren ayetlerden biri şöyledir:

İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar. (Meryem Suresi, 39)

Peygamberler ve uyarıcılar gönderildikleri toplumlara Allah'ın ve ahiretin varlığını, Rabbimiz'in üstün kudretini anlatmış, Allah'ın varlığının yerdeki ve göklerdeki delillerini göstermişlerdir. Birçok tebliğ yöntemi kullanarak insanları Allah'a imana ve itaate davet etmişlerdir. Oysa insanların çoğu, göklerde ve yerdeki sayısız harika sisteme ve düzene rağmen Allah'ın kudretini gereği gibi takdir edememiş, gaflet içinde Allah'tan yüz çevirmeye devam etmişlerdir.
Örneğin Hz. Musa kavmini, Allah'ın varlığını ve üstün kudretini gösteren birçok mucizeyle uyarmıştır. Fakat kavmi tüm bu mucizelere rağmen, zulüm ve büyüklenmeleri nedeniyle inkarda diretmişlerdir. Vicdanları kabul ettiği halde inkarda direten ve gafletlerini sürdüren bu tür kimselerin durumu ayetlerde şöyle tarif edilir:

Ayetlerimiz onlara, gözler önünde sergilenmiş olarak gelince dediler ki: "Bu, apaçık olan bir büyüdür."
Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi, 13-14)

Allah insanları her an çeşitli vesilelerle uyarır. Şu anda okuduğunuz bu kitap, imanlı bir kişinin sözleri, kişinin kendi vicdanı, basında çıkan ibret verici bir haber ya da yazı vasıtasıyla bu uyarılar insana ulaşır. İnsanın duyduğu ve gördüğü herşey aslında Allah'ın dilemesiyle insanların karşısına çıkan, Allah'tan geldiğinin bilincine vararak değerlendirdikleri takdirde, onları Allah'a yönelten birer uyarıcıdır.
Allah ayetlerinde, türlü vesilelerle uyardığı, gerçekleri hatırlattığı insanlara, kendilerini düzeltmelerini ve doğru yolu bulmalarını emretmektedir.

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 19:02

Cvp: Gaflet
 
[CENTER]GAFLETTE OLANLARIN
ÖZELLİKLERİ
Gaflet içinde, Allah'ın ve ahiretin varlığını göz ardı eden insan, dünyada belli istek, beklenti ve tutkulara odaklanmıştır; bunların peşinden adeta büyülenmişçesine koşar. Dünyada, kendince belirlediği makam, mevki, mal-mülk sahibi olmak gibi amaçlar doğrultusunda çaba sarf eder. Sürekli olarak, kazandığı ya da kazanacağı parayla yapabileceği şeyleri düşünür, bunların hayallerini kurar ve bunlardan bahseder. Bunlarla o kadar meşgul olur ki Allah'ın emir ve yasaklarını göz ardı eder, hatta aklına bile getirmez. Allah'ın ilim ve kudretini hakkıyla kavrayamadığı için de O'nun emir ve yasaklarını yerine getirmemekte, Rabbimiz'in sınırlarını aşmakta bir sakınca görmez.
Allah'ın anılması ahirete inanmayanların vicdanlarının sesini yükseltir ve onlara gaflet içinde olduklarını hatırlatır. Onlar ise, Allah'a karşı sorumlu olduklarını hatırlamak ve bu sorumluluklarını yerine getirmek nefisleriyle çatıştığından, içinde bulundukları gaflete sıkı sıkıya sarılmayı tercih ederler. Bu nedenle, Allah anıldığı zaman, içlerinde büyük bir sıkıntı duyarlar. Kuran'da, "Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar" (Zümer Suresi, 45) ayetiyle bu kişilerin durumu haber verilmektedir.
Şimdi gaflet içindeki kişilerin genel özelliklerini inceleyelim:

Allah'ı ve ahireti anmazlar, kalpleri dünya hırsıyla doludur


Kuran'da müminlerin ahlakı tarif edilirken dünyadaki hiçbir şeyin onları Allah'ı anmaktan ve üzerlerine farz kılınan ibadetleri yerine getirmekten alıkoymadığı bildirilir:

(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)

Bu ayette bildirildiği gibi, müminler hiçbir zaman arzularını tutku haline getirip, hırsla onların peşinden koşmaz, Allah'ı anmaktan ve O'nun emirlerini yerine getirmekten yüz çevirmezler.
Ne var ki, müminlerin aksine gaflet içindeki insanların kalpleri dünya malına sahip olma hırsıyla doludur. Bu hırsla, ne durumda olurlarsa olsunlar, hep daha fazlasını kazanmak ve daha iyi yaşamak için çalışırlar. Para ile güç ve kişilik kazanarak, mutlu olabileceklerini düşünürler. Önce kazanmaya çalışır, sonra da kazandıklarını yığıp-biriktirmeye başlarlar. Bu hırslarını meşru ve makul göstermek için de çeşitli bahaneler öne sürerler. Allah'ın rızası için kazanıp, harcamaktan kaçınan, yalnızca dünyevi arzularını tatmin etmeyi düşünerek malını yığıp-biriktiren bu insanları bekleyen son Kuran'da şöyle haber verilmektedir.

Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve) "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın" (denilecek). (Tevbe Suresi, 35)

Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, 'hutame'ye atılacaktır. (Hümeze Suresi, 2-4)

Mal ve mülk hırsı nedeniyle kendini bekleyen bu sondan gafil olan insanın zihnini, para kazanma ve harcama tutkusu sürekli meşgul eder. Para kazanıyorsa, parasıyla elde edebileceklerini düşünür, eğer kazanamıyorsa da gıpta edip imrendiği şeylere sahip olmanın yollarını arar. Bu düşüncelerinin sebep olduğu gaflet onu, Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoyar. Oysa kalbi yalnızca Allah'ın rızasını kazanma arzusuyla dolu bir mümin kazandığı parayı, elde ettiği mal ve mülkü yalnızca Allah'ın verdiğini ve bütün bunları O'nun rızasını kazanmak için harcaması gerektiğini hiç unutmaz. Sadece Allah'ın rızasını ve rahmetini düşünerek, dine katkıda bulunmak amacıyla işine sarılır. Bu durumda müminin samimi bir çabanın dışında hırs ve tutkuya kapılması söz konusu değildir. Bu durumu ise, günün her saatinde Allah'ı anmasına, O'na yönelerek dua etmesine ve herşeyin Rabbimiz'den geldiğini bilerek, sahip olduklarının tümünü ancak bir şükür ve zikir vesilesi olarak görmesine sebep olur.
Büyük bir mülk sahibi olduğu halde malını bir hırs ve oyalanma konusu yapmayan, onu bir şükür ve zikir vesilesi olarak gören Hz. Süleyman'ın bu örnek tutumu Kuran'da insanlara şöyle bildirilir:

Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar. (Sad Suresi, 31-32)

Allah, Hz. Süleyman'a o zamana kadar kimseye vermediği bir güç ve iktidar vermiştir. Süleyman Peygamber de bu imkanlarını Allah'ın şanını yüceltmek, O'nun dinini anlatmak ve dinin izzet ve şerefini yaymak için kullanmıştır. Her zaman mal ve mülkün gerçek sahibi olan Allah'a şükretmiştir.
Gaflet içinde Allah'ın rızasından yüz çevirerek, zenginlik, makam ya da şöhretin mutluluk ve huzur getireceğini düşünenler, bu tür sohbetlerin yapıldığı ortamlardan da büyük bir nefsani zevk alırlar. Kendini övme, başkalarını eleştirme gibi konular üzerinde konuşur, boş ve faydasız konuşmaların yer aldığı televizyon programlarını saatlerce izlerler. Hiçbir sonuca varılamayan, hiçbir fayda sağlamayan bu sohbetleri büyük bir zevkle dinlerken, Kuran'ı dinlemekten hoşlanmaz hatta dinlemeye katlanamazlar. Gaflet içindeki bu insanların durumu bir ayette şöyle haber verilmektedir:

Ki onlar, Beni zikretme (konusun)da gözleri bir perde içindeydi. (Kuran'ı) dinlemeye katlanamazlardı. (Kehf Suresi, 101)

Oysa müminin kalbi dünya nimetlerine sahip olmaktan ya da bu konudaki boş sohbetlerden dolayı değil, ancak Allah'ı zikretmekten, Kuran okumaktan ve bulunduğu ortamda Allah'ın anılmasından huzur bulur. Çünkü Allah'ın, "Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur." (Rad Suresi, 28) ayetinde bildirdiği gibi, kalpler sadece Allah anıldığında rahatlayarak huzur bulur.

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 19:03

Cvp: Gaflet
 

Akılsızdırlar



Cahiliye toplumuna göre akılsızlık, yalnızca zihinsel özürlü olan ve anormal davranışlar gösteren insanlar için geçerlidir. Oysa Kuran'a göre bu tanım daha farklıdır. Kuran'a göre Allah'ı ve ahiret gününü tanımayan, Allah'ın rızasının değil, kendi nefsinin ve hevasının istekleri doğrultusunda yaşayan insanlar akledemeyen kimselerdir. Bu tarife göre düşünüldüğünde ise, akılsız kimselerin yalnızca akıl hastanesindeki hastalardan ibaret olmadığı, toplumun oldukça geniş bir kesiminin bu tanımın içinde yer aldığı görülür.
Akıl, Allah'ın mümine verdiği en büyük nimetlerden biridir. Akıllı insan, vicdanını sonuna kadar kullanan, Allah'ın ilim ve kudretini gereği gibi takdir edebilen, O'na karşı saygı dolu bir korku duyan, O'nun rızasını kazanmaya, kendini sonsuz azaptan korumaya çalışan ve ahiretteki sonsuz nimetlere kavuşmak için çaba harcayan insandır. Bu insanlar Allah'ın yarattıkları üzerinde derin derin düşünüp Allah'ın sonsuz gücünü ve büyüklüğünü hakkıyla takdir edebilen insanlardır, yani müminlerdir. Bu yetenekten yoksun akılsız insanların Kuran'da tarif edildiği ayet ise şöyledir:

Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir. (Hac Suresi, 46)

Bu akılsız insanların en belirgin özelliği ise, tutkuyla bağlandıkları dünya hayatını ahirete tercih etmeleridir. Oysa Kuran'da Allah, dünya hayatının gerçek yönünü tarif ederek bu konuda aldanış içinde olan insanları akletmeleri için şöyle uyarmaktadır:

Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (Enam Suresi, 32)

Size verilen herşey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah Katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız? (Kasas Suresi, 60)

Andolsun, size (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde bulunduğu bir Kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız? (Enbiya Suresi, 10)

Allah'ın yeryüzünde yarattığı mükemmel ve düzenli sistemleri, canlıları ve ibret olmak üzere yarattığı şeyleri görebilmek ancak gafletten uzak, aklını kullanabilen müminlere has bir özelliktir. Şuuru açık, akıllı bir mümin etrafında gördüklerini dikkatle inceler ve gördüklerinin üzerinde derin derin tefekkür eder. Allah Kuran'da sivrisineği, balarısını, örümceği ve yarattığı pek çok canlıyı insanların düşünüp akletmeleri için ilmine, kudretine ve sanatına örnek göstermiştir. Fakat, yaptıkları işlerden sahip oldukları birçok özelliğe kadar canlılardaki mükemmelikleri bilip, bunlarla Allah'ın gücünü ve sanatını takdir edebilmek ancak akıl sahibi müminlere has bir özelliktir. Gaflet içindeki akılsız insanlar için ise, bu canlılar her gün etraflarında görmeye alıştıkları basit sıradan varlıklardır. Arıyı, sadece çiçeklere konan ya da vızıltı çıkartarak uçan bir hayvan olarak, sivrisineği de sadece kan emen bir düşman olarak görmek gaflet içinde akledemeyen insanlara has bir özelliktir. Bu insanların Allah Katındaki konumu ise Kuran'da şöyle haber verilmektedir:

Gerçek şu ki, Allah Katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir. (Enfal Suresi, 22)

Gaflet içindeki insanların durumunda önemli olan diğer bir nokta ise akıl ve akılsızlık arasında doğru bir ayırım yapamadıkları için kendilerini akıllı, akıllı insanları ise aklısız zannetmeleridir. Gafillerin bu çarpık bakış açıları Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)






Doğru yolda olduklarını sanırlar
Toplumun genelini örnek alarak, düşündüklerinin ve yaptıklarının doğruluğuna kendini inandırmak gaflet içindeki insanların en belirgin özelliklerindendir. Bu saçma inanca sahip olan insanlar, kendilerince kimseye zarar vermezler, kalpleri iyilikle doludur ve bu nedenle de sahip olduklarını hak etmişlerdir. Böyle düşünen insanların büyük bir yanılgı içinde oldukları, ancak bunun da şuurunda olmadıkları ayetlerde şöyle bildirilir:

Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller. (Müminun Suresi, 55-56)

Şuursuz bir şekilde doğru yolda olduklarını düşünerek, gaflet içinde yaşayan insanları, şeytanın, Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getirmekten alıkoyduğu Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar. (Zuhruf Suresi, 37)

Allah doğru yolda olduklarını düşünenleri Kuran'da şöyle uyarmıştır:

... Şu halde kimin doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir. (İsra Suresi, 84)

Bu tür insanların ibret verici durumlarına Kuran'da bağ sahibi iki kişinin kıssası örnek verilmiştir. İmanlı bir insanla gaflet içindeki bir insan arasında geçen konuşma Kuran'da şöyle haber verilmektedir:

Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. (İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: "Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm." (Kehf Suresi, 32-33)

Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi. "Kıyamet saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım." (Kehf Suresi, 35-36)

Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: "Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin?" "Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam." "Bağına girdiğin zaman, 'Maşaallah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan." "Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir." "Veya onun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp-bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin." (Kehf Suresi, 37-41)

(Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) ovuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: "Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım." Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi. İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah'a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır. (Kehf Suresi, 42-44)

Sahip olduğu mal ve çocuklara aldanan ve doğru yolda olduğunu sanan bağ sahibinin ifadeleri, onun içinde bulunduğu gafleti açıkça göstermektedir. Bütün kibiri ve cehaletiyle, Allah'ın kudretini kavrayamayarak ayette haber verildiği üzere, "Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım" diyebilmektedir. Ayrıca öyle derin bir gaflet içindedir ki, bahçesini kendisinin var ettiğini ve sonsuza kadar koruyabileceğini sanmaktadır. Bu aldanmanın sonucunda da gaflet içinde yaptıklarına karşılık olarak yıkım kendisine ansızın gelmiştir.
Gaflet içinde olduğu halde doğru yolda olduğunu düşünen bazı insanlar ise, Allah'ın rızasını gözetmeden, gelenek ve göreneklerinden gelen bir alışkanlığı sürdürmek, gösteriş yapmak, ya da vicdanlarını rahatlatmak için kendilerince birtakım iyiliklerde bulunurlar. Bu iyilikler ise menfaatleriyle kesinlikle çatışmayan işlerle sınırlıdır. Oysa gerçek amacı gösteriş ve minnet etmek olan bu tür işler onlara ahirette bir yarar sağlamayabilir. Onlar ise, Allah'ın rızası yerine insanların rızasını gözeterek yaptıkları bu işlerin karşılığı olmayabileceğinden habersiz, kesinlikle doğru yolda olduklarından emindirler.
Bu insanlar, sahip oldukları mallar ve çocuklarla, herhangi bir zorluk veya sıkıntıyla karşılaşmadan yaşamalarını, doğru yolda olduklarının bir göstergesi gibi görürler. Oysa, Allah dünyadaki imtihanın bir gereği olarak onlara dünyada süre vermektedir ama onların ahirette bir payları yoktur:

Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar. İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. (Hud Suresi, 15-16)

İnsanların kendilerini kandırdıkları bu halleriyle, gaflet içinde acı bir ölüme ve ebedi bir azaba doğru sürüklenmekten başka bir kazançları yoktur:

Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azablandırmak ve canlarının onlar inkâr içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor. (Tevbe Suresi, 85)

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 19:07

Cvp: Gaflet
 
Olaylar karşısında aşırı tepki gösterirler, tevekkülsüz ve isyankar davranırlar
Mümin her olayın Allah'ın kontrolünde olduğunu bilir. Olaylar karşısında tevekküllü hareket eder. Hiçbir olay karşısında Kuran'a aykırı bir tavır göstermez. Örneğin zorlu ve sıkıntılı olaylar karşısında, bunların Allah'ın imtihanı olduğunun bilinciyle büyük bir sabır gösterir. Dolayısıyla gösterdiği sabır ve tevekkülün Allah Katında karşılık göreceğini bilmenin mutluluğunu ve sevincini yaşar. İman etmeyen insanların hemen isyankar bir davranış göstereceği pek çok zorluğu son derece sabırlı ve teslimiyetli karşılar. Çünkü, bunların hepsini kendisine veren Allah'tır ve Allah verdiklerinden eksiltmeler yaparak insanları imtihan edeceğini Kuran'da şöyle bildirmektedir:

Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi, 155)

Mümin, Allah'ın bu müjdesini zorlu olaylar karşısında hatırlayarak, sabırda daha kararlı ve istekli olur. Ayrıca kendisine verilen mal, mülk, makam, mevki gibi nimetlerin ona, denenmesi için verildiğinin, karşılığında ise şükretmesi ve bunları Allah'ın rızası ve istekleri doğrultusunda kullanması gerektiğinin bilincindedir. Allah kullarını her türlü olayla deneyebileceğini Kuran'da şöyle bildirmektedir:

Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz, Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)

Gaflet içindeki insan ise, bu gerçeklerden habersizdir ya da bildiği halde yüz çevirmiştir. Dolayısıyla, yaşadığı olaylar karşısında gösterdiği tepki müminlerinkinden çok farklıdır.
Örneğin, mallarını kaybetmek, bunun Allah'ın bir denemesi olduğunu bilen müminler tarafından tevekkülle karşılanır. Oysa bu durum, gaflet içindeki insanlarda hem maddi hem de manevi zarara sebep olur. Kaybettikleri şeyler sonucunda moralleri bozulur, bu moral bozukluğu daha da büyüyerek kişiyi dengesiz, sinirli bir hale getirir, ruh sağlığını bozar. Çevresi tarafından dışlanması, sahip olduğu lükse veda edecek olması, durumunu daha da kötüleştirir ve kişiyi kimi zaman intihara kadar sürükler.
Görüldüğü gibi, gaflet içindeki insanlar günlük hayatlarında tevekkülsüz, isyankar ve Allah'ın rızasından uzak bir hayat yaşarlar.

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 19:09

Cvp: Gaflet
 

GAFLETİN NEDENLERİ




Vicdanın sesine kulak verilmemesi


Vicdan, insana Allah'ın ilhamıyla sürekli doğru olanı gösteren bir yol göstericidir. Kuran'da vicdanın tarifinin yapıldığı ayetler şöyledir:

Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)

"Fücur", nefsin istek ve tutkularını haram ya da gayrimeşru yollardan da olsa gerçekleştirmeyi istemesidir. Allah fücura karşı insanı sürekli ilhamıyla uyarmaktadır. Bu ilhamı ise insan, vicdanın sesi olarak algılar. Bu sese daimi olarak tabi olunması, insanı kötülüklerden ve günahlardan temizleyip arındırır, sonsuz kurtuluş ve mutluluk yurduna götürür. Bu sesi dinlemeyen insan, nefsinin sınırsız arzularına her ne şekilde olursa olsun ulaşmaya çalışır, böylece önce derin bir gaflete girer, sonra da büyük bir azaba doğru ilerler. Gaflet içindeki insanların, vicdanlarının sesine rağmen inkarda direnmeleri Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler... (Neml Suresi, 14)

Vicdanın sesi nefsin sınırsız arzularına karşı insanı sürekli uyarır ve insanı doğru yola davet eder. Gafil insan ise bu uyarıyı -nefsinin istekleriyle çakıştığı için- rahatını bozacak ve huzurunu kaçıracak endişesiyle dikkate almaz. Bu nedenle gafil kişi, vicdanından gelen bu sesi, onun Allah'ın -doğru yola, sonsuz mutluluğa çağıran- bir ilhamı olduğunu göz ardı ederek sürekli susturmaya çalışır. Çünkü, bu ses sürekli nefsin, gayrimeşru yollardan istediklerine ulaşmasına karşı çıkmaktadır.
Vicdanın sesini dinlememekten dolayı düşülen bu gaflet hali ise, nefsin isyanla, günahla, bozulmalarla daha da kötü hale gelerek fücurun (sınır tanımaz günah ve kötülüğün) artmasına sebep olur. Gafil insan artık öyle derin bir şuursuzluk içindedir ki hayatını fücurla sürdürmek ister:

Ancak insan, önündeki (sonsuz geleceği)ni de 'fücurla sürdürmek ister.' "Kıyamet günü ne zamanmış" diye sorar. Ama göz 'kamaşıp da kaydığı,'Ay karardığı, Güneş ve Ay birleştirildiği zaman; insan o gün: "Kaçış nereye?" der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok.O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbinin Katıdır. (Kıyamet Suresi, 5-12)

Vicdanını dinlemeyen insanın, Allah'ın rızasından uzak gafil davranışlarının sonucu ise, elbette büyük bir yıkım olacaktır. Bu yıkım da dünyadaki en büyük acı ve en büyük işkencelerle bile kıyaslanamayacak derecede şiddetli ve sonsuz bir azap demektir. Bu azap yeri de şüphesiz ateş çukuru olan cehennemdir.




Kaderin göz ardı edilmesi
Kader, Allah'ın tüm varlıkların yaşayacakları hal ve hadiseleri önceden belirlemiş olmasıdır. Geniş bir anlatımla ise, büyük küçük tüm canlıların -küçük bir sinek, büyük bir fil, denizdeki küçük bir balık yavrusu ya da dünyanın herhangi bir yerindeki mikroskobik bir canlıya kadar- ve uçsuz bucaksız kainattaki tüm varlıkların tüm hallerini, başlarına gelecek büyük küçük her olayı Allah'ın takdir etmiş olmasıdır.
İnsanın gözlerini dünyaya açtığı andan itibaren sahip olduğu hiçbir fiziksel özelliğin seçimi kendine ait değildir. Anne-babasını seçemez, ten rengini, göz rengini, boyunu kendi isteğine göre belirleyemez. Açıktır ki, hiçbir fiziksel özelliğini seçme gücüne sahip olmayan insanın yaşayacaklarını da kendi isteğine göre belirlemesi söz konusu değildir. Kuran'da, "Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık." (Kamer Suresi, 49) ayetiyle bu gerçek insanlara haber verilmiştir.
Bunun bilincinde olan insanın yapması gereken, sahip olduğu herşeyi ve karşılaştığı her olayı Allah'ın rızası ve rahmetine yönelerek Allah'ın istediği şekilde değerlendirmektir. Kuran bu değerlendirmede tek yol göstericidir. Ne herhangi bir insan -ister büyük güce sahip bir işadamı ister Afrika kıtasında yaşayan bir kabile üyesi olsun- ne de herhangi bir varlık -ister denizin derinliklerinde yaşayan bir canlı, ister dev bir ormanda yaşayan küçük bir böcek olsun- Allah'ın kendisi için belirlediği kaderin dışına çıkamaz. İnsanın yaptığı herşey de kendisi için belirlenmiş olan kader doğrultusunda gerçekleşmektedir. Bu durum Kuran'da insanlara şöyle bildirilmektedir:

Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kuran'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahitler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

İnsanın yaşadığı ve yaşayacağı her anın kaderde belirlenmiş olduğu bu ayetlerde bildirilmiştir. Kuran'da bildirilen bu gerçekleri göz ardı eden insan uçsuz bucaksız evrende, dünya üzerindeki milyarlarca insanın arasında rastlantılar içinde yaşayıp gittiğini sanır. Bu durumda kendini, dilediği gibi davranma özgürlüğüne sahip başıboş bir canlı gibi görür. Böyle bir bakış açısı da insanın kendini müstakil ve Allah'tan bağımsız bir varlık sanarak derin bir gaflet içine dalmasına sebep olur.
<!-- / message -->

Ölümün her an gelebileceğinin unutulması
İnsanlar genelde ölümle hiç beklemedikleri bir anda, hiç beklemedikleri bir yerde karşılaşırlar. Allah bu gerçeği, "... Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdârdır." (Lokman Suresi, 34) ayetiyle bildirilmektedir.
Her insanın ölüm anı henüz doğmamışken kaderinde bellidir. Şu anda yaşayanların ve doğacak olan tüm insanların ne zaman ölecekleri bellidir. Bu gerçek Kuran'da, "Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O'dur. Adı konulmuş ecel, O'nun Katındadır..." (Enam Suresi, 2) ayetiyle haber verilmektedir.
İnsanın kendi ölüm anını bilmemesi onu gaflet içinde yaşamaya götüren sebeplerden biridir. Çünkü, ahiretteki azabı bilen ve düşünen bir insan ne zaman öleceğini bilse Allah'ın emirlerine karşı kayıtsız kalmaz, dünya hayatına dalarak ahireti ve hesap vereceğini unutmaz.
Ölüm vaktinin bilinmemesi insanın dünyadaki imtihanının bir sırrıdır. Bunun bilincinde olan mümin her an ölecekmiş gibi ahiret yurdu için hazırlık yapar. Allah'ın tüm emir ve yasaklarını samimi bir şekilde hayatının her anında yerine getirir.
İman etmeyen bir insan ise, Allah rızasının değil, nefsinin istekleri doğrultusunda yaşar. Öleceğini bilir ancak ölümün ahirette ya sonsuz cehennem ya da sonsuz cennet yurdunda bir uyanış olduğunu kavrayamaz. Ölüm gaflet içindeki insanın zihninde sadece herşeyinden ve tüm sevdiklerinden uzaklaşarak, ebediyen onlardan ayrılmak düşüncesinden ibarettir. Bu nedenle de sevdiklerine tutkuyla bağlanır, ölümün konusunun geçmesinden bile rahatsız olur. Ölüm aklına geldiğinde ise başka şeyler düşünerek unutmaya çalışır. Ölümü biraz düşünse bunalıma gireceği ve hayatının değişeceği endişesine kapılır. Ancak, her an hayatının sona ereceğini düşünmediği, ölüm üstünde tefekkür etmediği için, Allah'ın emir ve yasaklarını göz ardı eder ya da erteler. İbadet etmek için daha vakti olduğunu, yaşı ilerleyince yapacağını düşünür. Oysa ne kadar ömrü kaldığı konusunda hiçbir fikri yoktur. Ölümün her an gelebileceğini düşünmeden sürdürdüğü bu gaflet hali içinde Allah'ın emir ve yasaklarnı yerine getirmeye zaman bulamadan, ölüm apansız gelip çatar. Gaflet içindeki bu insanların hep uzak gördükleri ölümle karşılaştıkları an Kuran'da şöyle bildirilir:

O inkâr edenler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi püskürtemeyecekleri ve hiç yardım alamayacakları zamanı bir bilselerdi. Hayır, onlara apansız gelecek de, böylece onları şaşkına çevirecek; artık ne onu geri çevirmeye güçleri yetecek ve ne onlara süre tanınacak. (Enbiya Suresi, 39-40)

Ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi ölüm, mazeretleri dinlememekte ve takdir edilen vakit hızla yaklaşmaktadır. Hiçbir şeyin ölümü engellemesi ya da durdurması söz konusu değildir. Kuran'da bunun ifade edildiği bir ayet şöyledir:

De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)

İnsan her an ölebilir, bu gerçeği unutmaya ya da bu gerçekten kaçmaya çalışmak insanın gaflette olduğunun ya da hızla gaflet girdabına doğru sürüklendiğinin göstergesidir. Gafletin insanı sonsuz azap yurduna götüreceği de kesin bir gerçektir.


Emekdar Üye 30 Aralık 2007 19:11

Cvp: Gaflet
 

Tek başına hesap verileceğinin düşünülmemesi

İnsanın gaflete düştüğü konulardan bir diğeri de, ahirette Allah'ın huzurunda yalnız hesaba çekileceğini unutmasıdır. Bir insanın ölümü ne kadar kalabalık bir ortamda olursa olsun, ölüm meleği ruhunu alırken dünya ile ve o anda yanında olan diğer kişilerle ilişiği kesilir. Ahirette diriltilip hesap vermeye koşarken mahşer kalabalığı içinde de yalnızdır. Çünkü, orada kimse kimseyle ilgilenecek durumda değildir. Bu yalnızlık dünyadakine de benzemez. Hesaba çekilme anı, dünyada gafil yaşamış bir insan için yaratılışından itibaren o zamana kadar içine düştüğü en zor andır. O anda hissettiği yalnızlık, yaptığı herşeyin bir bir hesabını vereceği, bu anda hiç kimsenin olmadığını ve Allah'ın huzurunda son derece aciz olduğunu anlamanın verdiği bir yalnızlıktır. Bütün gücünden, malından, ünvanından, mevkiinden, şöhretinden, değer verdiği, yakınlık duyduğu bütün insanlardan uzaklaşmış bir şekilde maddi ve manevi olarak yalın haldedir. İnsanlara Allah'ın huzurunda yalnız olacakları Kuran'da şöyle haber verilmektedir:

Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi, 95)

Dünyada yaptıklarının karşılığını hemen görmeyen, kendisine süre verilen gaflet içindeki insanlar ahirette de böyle olacağını zannederler. Bu düşünceleri sebebiyle Allah'ın rızasına uygun olmayan bir davranışı yaparken de yanlarına yandaşlar ararlar. Hatta dostlarına "dünyaya bir kere gelinir", "boş ver", "günahı boynuma" gibi sözler söyleyerek, onları da Allah'ın emir ve yasaklarını göz ardı etmeye ya da ertelemeye teşvik ederler. Bu tür, şuursuzca söylenen sözlerin gaflet halinin bir sonucu olduğu açıktır. Çünkü bir insan dünyaya nasıl bir kez geliyorsa, cehenneme de bir kez gidecektir ve sonsuz bir azapla karşılaşacaktır. İşte bu insanlar Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu gerçekten gafildirler. Cehennemde sonsuza kadar kalma ihtimalini hiç düşünmemektedirler. Söz konusu insanların, Allah'ın azabını hafife alarak başkalarının günahını üstlenmeleri ise Allah'ın üstün ilim ve kudretini kavramaktan ne kadar uzak olduklarının bir göstergesidir. Nitekim, bir insanın diğer bir insanın günahını yüklenmesinin söz konusu olmadığı da Kuran'da açıkça bildirilmiştir:

Hiçbir günahkar bir başka günahkarın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın- akrabası da olsa- kendisine ondan hiçbir şey yükletilmez… (Fatır Suresi, 18)

Doğrusu, hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. (Necm Suresi, 38)

Her nefis ahirette kendi yaptıklarının karşılığını görecektir. Artık etrafında, dünyada iken kendisine "günahını yüklenirim" diyen kimseler de yoktur. Kendisine yardımcı olacak ne bir dostu ne de akrabası vardır. Hatta artık değer verdiği tüm yakınlarından, dünyada onu gaflete sürükledikleri için nefret etmeye başlar. Allah ahiretteki bu düşmanlığı Kuran'da şöyle haber vermektedir:

Muttakiler hariç olmak üzere, o gün, dostların kimi kimine düşmandır. (Zuhruf Suresi, 67)

O gün, bir dost dosttan herhangi bir şeyle yarar sağlayamaz. Ve onlara yardım edilmez. (Duhan Suresi, 41)

Dünyadaki sahte dostluklar yok olup gitmiş, ahirette yerini düşmanlığa bırakmıştır. Çünkü, bu dostluklar Allah'ın rızası göz ardı edilerek kurulan çıkar dostluklarıdır. Dünyada iken Allah'ın sevdiği, O'na yönelmiş insanlarla değil, gaflet içinde inkar eden, Allah'tan yüz çevirmiş samimiyetsiz insanlarla dost olunmuştur. Aslında dünyada bile çıkarları çatıştığında, çok samimi dostların birbirlerine düşman olduklarını sıkça görmek mümkündür. Birbirlerini gaflete sürükledikleri ve zarar verdikleri halde ölene kadar bozulmayan dostluklar ise, Kuran'da da bildirildiği gibi, Allah'ın huzurunda düşmanlığa dönüşür. Bu düşmanlık, gaflet perdesi gözlerinden kalkan insanların azabın farkına varmalarıyla başlar. Ahirette gözlerinden gaflet perdesi kaldırılan insanların samimi itirafları Kuran'da şöyle bildirilir:

Artık bizim için ne bir şefaatçi var, ne de candan-yakın bir dost. Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik. (Şuara Suresi, 100-102)

İnkar edenler, hesap günü pişmanlık içinde sürekli yalnız kaldıklarını dile getirirler. Çevrelerinde, dünyadayken kendilerini alaya aldıkları müminler yoktur. Hafife aldıkları bu gerçekle karşılaşınca geri dönüp gerçekten iman edenlerden olmayı dilerler. Bu durum ayette şöyle haber verilir:

O inkâr edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. (Hicr Suresi, 2)

Ancak geri dönüş yoktur.



GAFLETTEN KURTULMAK İÇİN


[LEFT]Kuran okumak ve ayetler üzerinde
düşünmek

Gaflet tehlikesine karşı en etkili çözüm, Allah'ın kullarına yol gösterici bir nur olarak indirdiği Kuran'ı okumak ve onun üzerinde düşünmektir. Kuran okumak insanın Allah'a yakınlaşarak, Rabbimiz'in üstün ilim ve kudretini kavramasını sağlar. Ayrıca insanın daha önce bilmediği, düşünmediği, düşünüp de cevabını bulamadığı birçok konuda en açık ve en doğru bilgiyi verir. Bu nedenle Kuran'ı samimi bir niyetle okuyan ve anlayan bir insan, kalbi tatmin bulmuş olarak Allah'a yönelir.
Samimi bir şekilde ayetler üzerinde düşünen insan düşünce ve tavırlarındaki yanlışların farkına varır. Bilmediği ya da önemsemediği için yaptığı ya da yapmadığı şeylerin önemini ve ciddiyetini anlar. Rabbimiz'in üstün ilim ve kudretini kavrar ve Allah'a karşı duyduğu korku ve sevgi artar. Allah Kuran'ın indiriliş amacını ayetlerinde şöyle haber vermektedir:

İşte bu (Kuran) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)

Şüphesiz, bu Kuran, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir. (İsra Suresi, 9)

Kuran'ı dikkatli bir şekilde okuyan ve ayetler üzerinde düşünen insan, samimiyeti ölçüsünde zamanla ayetlerin tecellilerini çevresinde görmeye başlar; bu da her an Allah'ı hatırlamasına ve gafletten korunmasına vesile olur. Örneğin, Kuran'da tarif edilen inkarcı karakterini, zamanla etrafındaki kimi insanlar üzerinde fark etmeye başlar. Onları bekleyen sonsuz azaptan haberdar olduğu için de bu örnekler kendisine önemli bir ibret vesilesi olur. Bu şekilde Allah'ın izniyle gafletten sakınır ve gaflete karşı nasıl tedbir alması gerektiğini bilir. Yine insan ayetler üzerinde düşünüp cehennemdeki acının ve pişmanlığın şiddetini öğrenir, sonsuz ateş azabından Allah'ın dilemesi dışında kurtuluş olmayacağını düşünüp anlar. Aynı şekilde, cennetteki sonsuz nimetleri, güzellikleri ve güzel yaşamı tefekkür eder, Allah'ın rahmetini ve cennetini kazanmanın şevkini yaşar. Kuran'ı okuyan insan dünyada yaptığı herşeyin hesabını vereceğini ve yaptığı işlerin sonucunda cennete veya cehenneme gireceğini anlar. İşte bu gerçeğin bilincine varan insan gafil olmaktan, hakkı unutmaktan veya uygulamamaktan şiddetle kaçınır.


Allah'ın verdiği fırsatları değerlendirmek
Allah, varlığını hatırlamaları ve Kendisi'ne yönelmeleri için insanlara çeşitli şartlar ve ortamlar var eder. Sıkıntı ve zorluklar da bunlardandır. Kuran'da bir ayette, "Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar" (Tevbe Suresi, 126) şeklinde buyrulmaktadır. Bu sıkıntılı anlar, insanlar için gaflette olduklarını fark etmelerini sağlayacak büyük birer fırsattır. Çünkü Allah'a isyan halinde olan nefis böyle anlarda acizliğini anlar. Bu durumda vicdanı ön plana çıkan insan, hatalarını görür ve onlardan sakınmanın yollarını arar. Bu, insana tanınan büyük bir fırsattır. Nefsin acz içinde sesini kıstığı bu anlarda insan kendini Allah'a daha yakın hisseder. Ve o anda samimi bir yakınlıkla Allah'a yönelir. Böyle zamanlarda Allah'ın herşeye güç yetirdiğini, herşeyin Allah'tan geldiğini, bu bela ve sıkıntıların da ancak O'nun dilemesiyle sona ereceğini fark eder. Bu durum tevbe etmek ve Allah'a yönelmek için bir fırsattır. Allah Kuran'da bu samimi ruh haline kavuşan insanı şöyle haber vermektedir:

Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki, siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmekteler iken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "And olsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız." Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 22-23)

Gaflet içindeki insan, kendisine Allah'tan başka yardım edecek bir güç olmadığını yalnızca kendini çok çaresiz hissettiği zaman fark edebilmektedir. Ancak sıkıntının sona ermesinden sonra yine Allah'ı unutup eski gafletine dalar. Bu durum Kuran'da şöyle belirtilmiştir:

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi,12)

Örneğin doğal bir afet, insana ne kadar aciz olduğunu, Allah'ın sonsuz ilim ve kudret sahibi olduğunu, herşeyi kuşattığını, her an herşeyden haberdar olduğunu hatırlatır. İnsan Allah'tan korkması gerektiğini, çünkü O'nun herşeye güç yetirdiğini, her an Allah'ın azabıyla karşılaşabileceğini anlar. Oysa o insan daha önce Allah'ın emir ve yasaklarını göz ardı etmiş ya da sürekli ertelemiştir. Korku içinde olduğu anda kişinin şuuru açılır ve gerçekleri görmeye başlar. Bu tür afetlerin gaflet içindeki insanın gerçekleri görmesini sağlayarak, ahiretini kurtaracak çok büyük hatırlatıcı vazifesi vardır. Fakat, uyarılardan ve belalardan gereken dersi almayan ve samimi iman etmeyen kişiyi biraz rahatlığa ulaştığında gaflet örtüsü tekrar bürür. İnsan yine geçici olan dünyaya sarılarak, Allah'ın varlığını, emir ve yasaklarını göz ardı eder ya da unutur. Gafletten kurtulmak için insanın kendisine tanınan bu fırsatları değerlendirmesi gerekir. Yaşadığı sıkıntıları, daha sonra Allah'ın ona verdiği rahatlığı sık sık düşünüp hemen Rabbimiz'e yönelmelidir.
Bu tür olayların, Allah'tan birer uyarı olabileceğini ve bunun da büyük bir nimet olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Allah bu şekilde sonsuz kudretini göstererek insanın gafletten uzaklaşmasına bir yol açar. Ancak insanın, gafletten kurtulmak için kendi başından sıkıntılı bir olay geçmesini beklemesi doğru değildir. Çünkü Allah insanı her an çevresinde meydana gelen olaylarla uyarmaktadır. Örneğin yakınlarının, çevresindekilerin yaşadığı zorlu, sıkıntılı bir olayla, başka bir şehirde ya da ülkede yaşanan doğal afetlerle veya savaşlarla da insanlar uyarılmaktadırlar. Bu uyarıları dikkate alan insan, aynı olayın kendi başına gelebileceğini, Allah'ın üstün gücü karşısında insanların ne kadar aciz ve çaresiz olduklarını düşünür. Bu da gafletten kurtulup, Allah'a yönelmesine sebep olacaktır. Nitekim Kuran'da Ad kavminin helak edilişi anlatılarak insanlar şöyle uyarılmaktadırlar:

Ad (halkın)a gelince; onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile helak edildiler. (Allah) Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralık vermeksizin üzerlerine musallat etti. Öyle ki, o kavmin, orada sanki içi kof hurma kütükleriymiş gibi çarpılıp yere yıkıldığını görürsün. (Hakka Suresi, 6-7)

Kuran'da verilen helak ve azap örnekleriyle, insanların başkalarının başlarına gelen belalardan ibret alarak Allah'ın sonsuz ilim ve kudreti üzerinde düşünmeleri istenmektedir. Allah'ın gücünü insanlara hatırlatacak birçok örnek günlük hayatta sürekli insanların karşısına çıkar. Fakat insanlar çaresizlik içindeki kimselerin durumlarını sadece üzüntüyle karşılamakla ve onlara acımakla yetinirler. Gördüklerinin aynı zamanda kendilerine bir uyarı olduğunun farkına varmazlar. Oysa insanların acizliklerini ve çaresizliklerini gösteren bu tür durumların tümü, insanlara gaflet perdelerini aralamaları için yapılan açık birer uyarı ve verilen yeni birer fırsattır. Bu fırsatları değerlendirip Allah'a yönelmek insanın gafletten kurtulmasına yardımcı olacaktır.

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 19:14

Cvp: Gaflet
 

Allah'ın herşeyden haberdar olduğunu ve herşeyi çepeçevre kuşattığını bilmek

Allah, "İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor?" (Kıyamet Suresi, 36) ayetiyle insanlara her an Kendi hakimiyeti ve kontrolü altında olduklarını açıkça bildirmiştir. Ancak gaflet içindeki insan bunu düşünmekten ve anlamaktan uzaktır. Oysa bunu anlamak için birkaç dakika samimi bir şekilde, yaşamını sürdürmesi için gereken herşeyi -en ince ayrıntısına kadar- kendisinin yapmak ve kontrol etmek zorunda kaldığını düşünmesi yeterli olacaktır.
Örneğin şu anda bedenimizin içinde neler olup bittiğini bile bilmiyor ve bunlarla ilgilenme gereği duymuyoruz. Ama tüm organlarımız düzenli ve birbirleriyle uyumlu bir biçimde sürekli çalışıyor. Kendi başımıza kaldığımıza göre ilk olarak yaşamımızı sürdürebilmemiz için düzenli bir şekilde oksijen almamız, düzenli bir şekilde kalbimizin atmasını, kan dolaşımımızı sağlamamız, mide asidini dengede tutmamız, sindirimimizi gerçekleştirmemiz ve bunun gibi milyonlarca işlemi kontrolümüz altına almamız gerekir.
Vücudumuzun içinde gerçekleşen olayları kontrol altına aldığımızı -her ne kadar imkansız olsa da- düşünelim. Örneğin uyuduğumuzda bu işleri bizim yerimize kim devam ettirecek? Nitekim, uyurken de bütün organlarımızın çalışmaya devam etmesi gerekmektedir. Sadece kalbimizin birkaç dakika kontrolümüz dışında kalarak, durması bile hayatımızın sona ermesi için yeterlidir; ancak aynı zamanda uyumamız gerektiği de diğer önemli bir gerçektir. Kendi başımıza kaldığımızda yapmamız gerekenler bu kadarla da sınırlı değildir. Çünkü yaşamamızı sağlayan dış etkenleri de, artık bizim temin etmemiz gerekir.
Gayet açıktır ki, kendi bedenimiz bile kontrolümüz altında değilken, bizim dışımızdaki dünyayı ve evreni içine alan sonsuz sayıdaki ince ayar ve denge üzerine kurulu olan sisteme müdahale etmemiz sadece hayal gücümüzün genişliğini göstermekten ibaret kalacaktır. Bunları düşünüp de kendi bedeni dahil, hiçbir varlığı kontrol etmesinin mümkün olmadığını kavrayan her insan, kendi başına olmadığını, herşeyi üstün ilim ve kudret sahibi olan Allah'ın kontrol ettiğini anlayacaktır. Kainattaki canlı-cansız her varlığın Allah'ın yaratmasıyla meydana geldiğini ve O'nun kontrolünde olduğunu kavrayacaktır. Bunları anlamak, insanın içinde bulunduğu gafletten kurtulmasını sağlayacak ve her an Allah'ın kendini gördüğünü düşünerek hareket etmesine sebep olacaktır. Allah her an insanları gözetimi altında tutmakta, onları ve işledikleri fiilleri an ve an yaratmaktadır. Allah'ın her an insanları sarıp kuşattığı, "... Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır." (İsra Suresi, 60) ayetiyle haber verilmiştir. Allah'ın kendisini çepeçevre kuşattığının bilincinde olan mümin, gizli ya da açık yaptığı veya konuştuğu herşeyi, içinde bulunduğu her durumu Allah'ın bildiğini bilir. Her ortamda ve her an O'nun yanında olduğunu da bilir. Bu durum Kuran'da şöyle tarif edilir:

Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 7)

Ayette açık olarak tarif edilen bu gerçek, samimi bir biçimde üzerinde düşünüldüğünde insanı gafletten kurtarmaya yeter. Gerçekleri idrak etmesine, hem dünyada hem de ahirette güzel bir yaşam sürmesine vesile olur. Çünkü kendisinin sürekli Allah'ın hükmü ve kontrolü altında olduğunu bilerek Allah'ın rızasının dışına çıkmaktan şiddetle korkup sakınacaktır. Yaptığı tüm güzel şeyleri ve iyilikleri de Allah'ın gördüğünü bilecek ve mükafatlandırılacağı gün için sevinç ve neşe duyacaktır. Herşeyin kendi özel imtihanı gereği gerçekleştiğini kavradığı için herşeyin kendisi için hayır olduğunu bilerek, bu anlarda güzel bir sabır gösterecektir. Bu sabrı ve güzel davranışları neticesinde ise, Allah'ın izniyle O'nun tüm inananlara vaat ettiği cennete kavuşacaktır.



Allah'ın yarattıklarını detaylarıyla bilmek
Bilgi gafletten kurtulmayı sağlayan en önemli etkenlerden biridir. Evreni saran yaratılış delillerini araştırmak, görmek ve anlamak insanın üzerinden gafleti dağıtır ve uzaklaştırır. Allah'ın üstün ilim ve kudreti, ancak böyle ciddi bir araştırma ve tefekkürle hakkıyla takdir edilebilir. Allah, "Biz, bir 'oyun ve oyalanma konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık" (Enbiya Suresi,16) ayetiyle evrenin ve içindeki varlıkların özel bir hikmet üzere yaratıldığını bildirmektedir.
Gerçekte, tüm yaratılmışlar Allah'ın varlığının açık delilleridir. Bu deliller üzerinde detaylı bilgi edinmek, detaylardaki üstün aklın tecellilerini görmeye sebep olacaktır. Allah'ın her yarattığının çok mükemmel sistemlerden oluştuğu, detayların incelenmesiyle kolaylıkla fark edilir. Bu detaylar karşısında insan, Allah'ın varlığını kesin olarak kavrayarak, O'nun üstün güç ve kudretinin farkına varır, O'nun varlığını her an hisseder. Gözlerini kör eden ve şuurunu işlemez hale getiren gaflet perdesini aralamayı ve samimi bir şekilde yapacağı derin tefekkürlerle de bu perdeyi tamamen kaldırmayı başarır.
Örneğin insan kendi vücudu ve yaratılışı hakkında detaylı bilgi edinerek Allah'ın üstün sanatını ve ilmini görebilir. Nitekim insanın yaratılışı, başlı başına gafleti dağıtan mucizevi olaylar zincirinden oluşur: Tek bir hücrenin içindeki genetik şifreden çoğalarak mükemmel sistemlere sahip bir canlıya dönüşen insan, tek başına Allah'ın varlığının, üstün aklının ve gücünün büyük bir delilidir: Birbirinden ayrı yerlerde ve ayrı canlılar içinde üretilen yumurta ve spermin tam bir uyum içinde birleşerek döllenmesi, tek tip hücrenin çoğalıp farklılaşarak kemikleri, kasları, organları, gözleri, el ve ayakları, bunlardaki kompleks sistemleri meydana getirmesi, daha sonra anne karnından ayrılan bu organizmanın görmesi, konuşması, yürümesi, gülmesi, ağlaması, duygulara sahip olması...
Günümüzdeki araştırma teknikleri sayesinde artık evrenin en uzak noktalarından okyanusların en derin yerlerine kadar gözlemler yapılabilmekte, buralardaki tüm varlıklar ve olaylar hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşmak gitgide daha kolay bir hale gelmektedir. İşte bu olaylar ve varlıklardaki yaratılış mucizeleri hakkında detaylı bilgi sahibi olan, düşünen ve "… Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru" (Al-i İmran Suresi, 191) diyen samimi ve vicdanlı her insan, Allah'ın izniyle gaflet perdesinden kurtulacaktır.
Gafletten kurtulan insan, Allah'ın bu açık delilleri karşısında kesin bir bilgiyle iman ederken, O'nun üstün sıfatlarını da tanır, Allah'a daha çok yakınlaşır ve artık her işinde O'nun rızasını gözetmeye başlar.



Dünyanın kısa ve geçici olduğunu bilmek
Dünya hayatı bir gün aniden yok olacak ve insan ebediyen yaşayacağı ahiret yurduna geçecektir. Oysa dünya hayatının geçici ve son derece kısa olduğunu fark edemeyen gaflet içindeki insan, büyük bir tutku ve hırsla dünyaya bağlanmıştır ve sadece dünya için yaşamaktadır. Çocukluğundan itibaren sürekli geleceğe dönük planlar yapar, hayatını istekleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışır. Ömrü, bu oyalanmalarla, dünyanın ne kadar kısa ve geçici olduğunu düşünmeden aniden son bulur. Tıpkı gördüğü ve uzun sürdüğünü sandığı, ama aslında uyuduğu sürenin yalnızca birkaç saniyesini kaplayan rüyanın sona ermesi gibi... Ahirette, dünya hayatının sadece bir rüya gibi çok kısa sürdüğünü, kesin olarak yanıldığını anlar. Ahirette insanların kendi aralarında dünya hayatının kısalığına dair yaptıkları konuşma Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz" (Müminun Suresi, 112-114)

Ayette geçen "bir gün ya da bir günün birazı kadar" ifadesi çok uzun sanılan ömrün ne kadar kısa olduğunu açıkça belirtmektedir. Bu, Allah Katından bildirilmiş açık bir gerçek iken insan neyi neye tercih edeceğini çok iyi düşünmelidir. Sonsuz cenneti mi, yoksa çok kısa süreli dünyayı mı hedefleyerek hareket edecektir? İnsanın arzularını belirlerken üzerinde düşünmesi gereken en önemli unsur, kısa ve geçici olan dünya hayatının faydasının da yine kısa ve geçici olacağıdır.
Bu nedenle dünyayı, asıl yurdumuz olan ahirete gitmek için bir bekleme salonu olarak düşünmek gerekir. Bir bekleme salonundaki eşyaların ve orada yaşanan olayların insanı ne kadar ilgilendireceği açıktır. Hiçbir yolcu, bekleme salonunda uzun bir süre kalacakmış gibi oraya yerleşip, bütün planlarını bu bekleme salonuna göre yapmaz. Çünkü burada çok kısa bir süre kalacaktır. Burada dışarıyı düşünmeden yalnızca bekleme salonunu göz önüne alarak aldığı kararlar ya da yaptığı hareketlerin dışarda bir faydası olmayacaktır. Aynı şekilde, dünya için yapılan hiçbir şeyin de ahirette bir faydası olmayacaktır. Bu nedenle dünya için yapılan işlerin eninde sonunda Kuran'da bildirildiği üzere, bir serap gibi yok olacağını bilmek gerekir. Kuran'da bunun haber verildiği ayet şöyledir:

İnkâr edenler ise, onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)

Ayette açıkça bildirildiği gibi, dünya için yapılanların hepsi birgün yok olup gidecek ve insan yalnız Allah rızası için yaptıklarıyla Rabbimiz'in huzurunda hesap verecektir. İşte o an insan yanılgısını farkedecek ve cehennem azabı karşısında sonsuz bir çaresizlik ve pişmanlık duymaya başlayacaktır. Gaflet halinin sona erdiği, tüm gerçekleri birer birer fark ettiği o anda dünya hayatına geri dönerek, Allah'ın emir ve yasaklarına uygun bir hayat yaşamak isteyecektir. Ancak bunun için çok geç kalmıştır. Çünkü artık geri dönüş yoktur:

İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi, 37)

Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi,12)

İnsanın Allah'ın huzuruna yalnız başına getirileceği bu günle karşılaşmadan önce dünya hayatının ne kadar kısa ve geçici olduğunu anlaması ve tefekkür etmesi gerekmektedir. Dünyanın çok kısa bir süre sonunda mutlaka sona ereceği düşüncesi, insanın boş ve yararsız işlerden yüz çevirmesine, dünya hayatındaki kısa zamanını en iyi şekilde değerlendirerek, içinde bulunduğu gafletten kurtulmasına vesile olacaktır.

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 19:15

Cvp: Gaflet
 

Ölümü düşünmek

İnsana dünyada belirli bir süre verilmiştir. Bu süre bittiğinde ölümle mutlaka karşılaşacaktır. Kuran'da her insanın bir gün mutlaka ölümle karşılaşacağı şöyle haber verilir:

De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahade edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)

Ölüm, kendisinden kaçan, korkan ve öleceğini hiç düşünmeyen gaflet içindeki insanlar dahil tüm insanlara gelecektir. Ancak gaflet içinde Allah'ın hükümlerini göz ardı eden insanlarla iman eden insanların, ölüm anında yaşayacakları farklı olacaktır. İnkar edenler hiç beklemedikleri bir anda ölümle yüz yüze gelince dehşete kapılacak ve büyük bir korku yaşayacaklardır. Ayrıca canları büyük bir acıyla alınacaktır. İnkar edenlerin, canlarının alınışı Kuran'da şöyle tarif edilmektedir:

Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? (Muhammed Suresi, 27)

Kuran'da bildirildiği gibi, inkar edenlerin canları acı içinde alınacaktır. Bu anda, uğrunda hırs göstererek Allah'ın emir ve yasaklarını göz ardı ettiği herşeyin önemini yitirdiğini görecektir. Hayatı boyunca en çok değer verdiği ailesi, arkadaşları, akrabaları, çok sevdiği işi, arabası, evi, malı-mülkü hepsi tamamen değerini yitirir. Artık çaresiz ve yalnız kalmış, korkusu daha da artmıştır. Bu durumda inkar eden kişi tüm hayatını boşa geçirdiğini ve Allah'ın rızasına yönelik hiçbir şey yapmadığını fark ederek derin bir pişmanlık duyar. Korku ve pişmanlık içinde azaptan kurtulabilmek için çareler arar ve bütün sevdiklerini feda etmek ister. Allah Kuran'da inkar eden kişinin kıyamet gününde içine düştüğü bu durumu şöyle tarif etmektedir:

(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; kendi eşini ve kardeşini, ve onu barındıran aşiretini de; yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir. (Mearic Suresi, 10-15)

Ayette açıkça ifade edildiği gibi, insan canını verecek kadar çok sevdiği yakınlarını, tutkuyla bağlı olduğu tüm dünya nimetlerini cehennem azabına karşılık vermek isteyecektir. Ancak kendisine dünyada sahip olduğu hiçbir şeyin faydası olmayacak, ebediyen kalmak üzere cehennem halkı arasına katılmaktan kendisini kurtaramayacaktır.
Gaflet içinde inkarda direnen insanların canları acı içinde alınırken, iman edenlerin canları ise kolaylıkla alınır. Gafletten korunmaya çalışan, iman etmiş insanların ölüm zamanı geldiğinde, canları melekler tarafından güzel bir şekilde alınarak cennetlere yerleştirilirler. Kuran'da iman edenlerin canlarının alınışı şöyle tarif edilmektedir:

Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32)

O anda mümin, Allah'ın kendisine verdiği nimetleri, dünyada kalanlara duyurarak onları uyarmak ister. Müminlerin bu tavrı Kuran'da şöyle bildirilir:

Ona: "Cennete gir" denildi. O da: "Keşke benim kavmim de bir bilseydi" dedi. "Rabbimin beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını." (Yasin Suresi, 26-27)

Canının güzel bir şekilde alınmasını ve cennette ebedi bir hayat sürmeyi arzulayan her insan, gafletten kurtulmadığı takdirde ölüm anında yaşayacaklarını düşünmelidir. Dünyada canı yandığı ve acı duyduğu anlarda hissettiklerinin kat kat fazlasını ölüm anından itibaren ebediyen yaşayacağını tefekkür etmelidir. Bu azabı düşünüp, her an ölümle karışacağını bilen, korkuyla, gönülden Allah'a yönelen her insan içinde bulunduğu gafletin farkına varacaktır. Dolayısıyla da Allah'ın emir ve yasaklarına uyarak, göstereceği ciddi çabayla gafletten kurtulacaktır.


Asıl yurdun ahiret olduğunu bilmek

Asıl yurdun ahiret olduğunun şuurunda olmayan gaflet içindeki insanlar dünyada sürekli olarak rahat edecekleri daha iyi yerler ve imkanlar ararlar. Örneğin dar gelirli, evi olmayan biri hep kiradan kurtulacağı anı düşünür. Bir evinin olması onun en büyük idealidir. Bu uğurda sıkıntıya girer, ömrünün büyük bir kısmı ev ve diğer ihtiyaçları için taksit ödeyerek geçer. Bir başkası apartman dairesinden müstakil eve geçmeyi, bir diğeri ise, geniş arazili bir çiftliğe sahip olmayı düşünür. Ama Allah'ın ahirette vaat ettiği cennet mülklerinin varlığına inanmadığı ya da bu ihtimali çok uzak gördüğü için bunlara ulaşmakta en ufak bir çaba bile göstermez. Oysa müminler, cennete ve oradaki nimetlere kavuşmak için yarışırlar. Allah gaflet içinde dünya nimetlerine sahip olmak için adeta diğer insanlarla yarışarak çaba harcayanları, Kuran'da şöyle uyarmaktadır:

Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi, 133)

Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) 'çaba gösterip-yarışın,' ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resûlüne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. (Hadid Suresi, 21)

Ahiret yurdunun varlığını kavrayamayan gafil kimselerin ortak özelliği, dünyada tatmin bulacakları yer ve imkanlara sahip olmaktır. Bunu büyük bir tutkuyla arzu ederler. Fakat elde ettikleri bütün bu değerler onları, sandıkları gibi çok mutlu edip, dertsiz kedersiz yaşamalarını sağlamaz. Çünkü dünya hayatında sahip olunan herşey eskiyip çürüyecek, bozulup yok olacaktır. Buna kişinin kendi bedeni de dahildir. Bu nedenle gaflet içindeki insanlar, sevdikleri ve değer verdikleri şeylere zarar geleceği korkusuyla sürekli tedirgin yaşarlar. Kendilerine çok kısa bir süreden başka hiçbir yarar sağlamayacak bu değerlere karşı insanlar Kuran'da şöyle uyarılırlar:

Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma) dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt odur. (Mümin Suresi, 39)

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)

Kuran'da insanlara dünya nimetlerinin geçici olduğu, asıl nimetlerin ahirette bulunduğu bu ayetlerle açıkça bildirilmiştir.
Bu dünyanın geçiciliğinin farkına varmak, gaflet içinde olan bir insanın gafletten kurtulmasına vesile olur. İnsan, geçici fayda sağlayan dünya nimetlerine duyduğu tutkulu isteklerden arınır, sonsuz güzellikteki cennet nimetlerini ve Allah'ın rızasını kazanmaya yönelir. Allah Kuran'da bu hükmünü şöyle bildirmektedir:

Gerçek şu ki, ebrar olanlar, elbette nimetler içindedirler. Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmektedirler. Nimetin parıltılı-sevincini sen onların yüzlerinde tanırsın. Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir. Ki onun sonu misktir. Şu halde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar. (Mutaffifin Suresi, 22-26)


Ahiretten geri dönüşün olmadığını bilmek
Gaflet içindeki insanın kendini kandırdığı konulardan biri de, kendisine bir fırsat daha tanınacağı yanılgısıdır. Hatta bu düşünce bazı çevrelerde reenkarnasyon adı verilen batıl bir inanış haline bile getirilmiştir. Gafil insan ne kadar hata yaparsa yapsın, öldükten sonra tekrar dünyaya dönerek, bunları telafi etme imkanına sahip olacağını zanneder. Bu nedenle öldükten sonra Allah'tan son bir umutla geri dönmeyi ister. İnkar edenlerin, bu istekleri Kuran'da şöyle bildirilir:

Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi, 12)

Bu durumun ayetlerde bildirilmesinin bir hikmeti de geri dönüşü olmayan günden önce insanların kaçınılmaz olan bu gerçeği bilmesi, aksine kuruntulara kapılmadan Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmalarıdır. Ancak Allah'ın bildirip uyardığı ahiret azabının şiddetini düşünmeyen buna bir türlü ihtimal vermeyen, kesin bilgiyle inanmayan insan, sonunda mutlaka Allah'ın huzurunda bu gerçekle yüz yüze gelecektir. Bunu ısrarla anlamazlıktan gelen derin gaflet içindeki insanın hala kendisine bir fırsat daha verileceğini düşünmesi, aslında kendini kandırmasından başka bir şey değildir.
Azabı hak eden insan, pişmanlığını ahiret gününde dile getirecektir. Kuran'da cehennem halkının pişmanlıklarını içeren konuşmalar bildirilerek insanlar uyarılmaktadırlar. Bu ayetlerden biri de şöyledir:

Ya da azabı gördüğü zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının). (Zümer Suresi, 58)

Gafletten kurtulmak ve bu ifadelerin sahibi olmamak için insanın iyice düşünmesi ve Allah'ın azabından şiddetle korkup sakınması gerekir. Azabı hak eden gafil insanların en büyük yanılgıları, ahiret yurdunu dünya hayatıyla karşılaştırmalarıdır. Allah'ın sorgusunu, cenneti ve cehennemi, dünyada yaşadıkları olaylarla kıyaslarlar. Dünyadaki gibi ahirette de herşeyin bir telafisi olacağını düşünerek kendilerini kandırırlar. Örneğin dünyada sınıfta kalsa, okuldan atılsa bile sonradan affedileceğini düşünür. Hapisteki bir insanın da bir gün süresi belirli olan cezası bitecek, serbest kalacaktır. Nitekim dünyadaki sıkıntılar ömür boyu sürmez, belli bir süre sonra biter. İşte gafil kişiler, ahirette de bu tür imkanlar ve fırsatlar olduğu inancıyla dünyada korkusuzca her türlü sınır tanımazlığı yaparlar. Oysa telafilerin yapılacağı, fırsatların değerlendirileceği yegane mekan dünyadır. Ahiret ise, karşılıkların verildiği yerdir. Bu nedenle, kişinin ebediyen sürecek cehennem azabına neden olan bu gaflet halinden kurtulması için, ahiretten geri dönüşün kesin olarak mümkün olmadığını ve ahirette hiçbir suçu telafi imkanının bulunmadığını tefekkür etmesi gerekir.

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 19:17

Cvp: Gaflet
 
Cehennemin ne kadar azap verici bir mekan olduğunu ve orada sonsuza dek kalınacağını bilmek
Gafletteki kişi, ölümü uzak gördüğü gibi cennet ve cehennemi de kendinden uzak görür. Oysa ölüm ne kadar kesin ve gerçek ise, cennet ve cehennem de o kadar kesin ve gerçektir. Orada dünyadakinden çok daha net ve gerçek bir ortam vardır. Ve şurası çok kesin bir gerçektir ki, dünyadaki herkes mutlaka bu iki yerden birine girecek ve ebediyen de orada kalacaktır.
Cehennemi net ve kesin bir gerçek olarak bilip düşünmek ise, insandaki Allah korkusunu ve cennet özlemini artırır. Cehennemin nasıl bir azap yurdu olduğunu tefekkür etmek için Kuran'da yapılan cehennem tasvirleri üzerinde dikkatle düşünmek gerekir. Kuran'da cehennemin tasvirinin yapıldığı ayetlerden bazıları şöyledir:

O gün suçlu-günahkarların (sıkı) bukağılara vurulduklarını görürsün. Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateş bürümektedir. (İbrahim Suresi, 49-50)

... Şüphesiz Biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, katı bir sıvı gibi yüzleri kavurup-yakan bir su ile yardım edilirler. Ne kötü bir içkidir o ve ne kötü bir destektir. (Kehf Suresi, 29)

... İşte o inkâr edenler, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir; başları üstünden de kaynar su dökülür. Bununla karınları içinde olanlar ve derileri eritilmiş olur. Onlar için demirden kamçılar vardır. Ne zaman ordan, sarsıcı-üzüntüden çıkmak isterlerse, oraya geri çevrilirler ve (onlara) "Yakıcı azabı tadın" (denir). (Hac Suresi, 19-22)

Ateş, onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde onlar, (etleri sıyrılmış olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler. (Müminun Suresi, 104)

(Ateş,) Onları uzak bir yerden gördüğünde, onlar bunun gazablı öfkesini ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yokoluşu isteyip-çağırırlar. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın. De ki: "Bu mu daha hayırlı, yoksa takva sahiplerine va'dedilen ebedi cennet mi? Ki onlar için bir mükafat ve son duraktır." (Furkan Suresi, 12-15)

Dünyada en ufak bir acıya dahi tahammül edemeyen insan, bu acı ve ızdırap ortamını samimi bir şekilde düşünürse, cehennem azabının -Kuran'da tarif edildiği üzere- dünyaki hiçbir acı ile kıyas kabul etmeyecek derecede dehşetli olduğunu görür. Cehennemde ne azabın sona ermesi ne de ölmek yoktur. Kuran'da cehennem azabının süresiz olduğunu bildiren ayetlerden bazıları şöyledir:

(Orada) Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır. (Maide Suresi, 37)

Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa onlar ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 81)

Cehennemde sürekli olarak, büyük bir acı çekileceği, oradan hiçbir şekilde kurtuluşun olmadığı, acıların hiç son bulmayacağı, acıya karşı bir bağışıklık ya da alışkanlık da olmayacağı çok açık bir gerçektir. Bunları vicdanlı ve samimi bir biçimde tefekkür etmek insanın Allah korkusunu artırarak şuurunun açılmasına, gafletten kurtularak Allah'ın rızasını aramasına vesile olur.


Sonsuzluğu kavramak

İnsanların bir kısmı sonsuzluk kavramını düşünmek konusunda da genelde tembellik ederler. Sonsuzluğun asla bitmeyecek, sonu gelmeyecek, tükenmeyecek bir zamanı ifade ettiğini, gereği gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar. Sonsuzluğu, yalnızca çok uzun yılları, asırları ifade eden bir kavram gibi kabul ederler.
Oysa "sonsuzluk" çok farklı bir kavramdır. Sonsuzluk, bir insanın ömrü kadar süre değildir. Birkaç insan nesli kadar bir süre de değildir. Sonsuzluk bin yıl değil, on bin yıl değil, yüz bin yıl değil, milyon veya milyar yıl değil, hatta trilyon yıl da değildir. Sonsuzluk bunların tamamının dışında, hiçbir sona ulaşmayan, asla bitip tükenmeyen bir zamanı ifade eder.
İşte bu gerçeği düşünen insan sonsuz yaşamını cehennemde geçirme tehlikesini asla göze alamaz. Dünyada bir an bile dayanamadığı kadar şiddetli azapları, bitip tükenmesi olmayan zamanlar boyunca hissetmeyi tercih edemez. Dolayısıyla sonsuzluğu düşünmek gafil olan insanı uyandırır, kendine getirir ve Allah'ın razı olacağı işler yapma konusunda harekete geçirir. Sonsuz cehennem hayatından korkan imanlı bir insan, aynı zamanda sonsuz cennet nimetleri içinde yaşama imkanı olduğunu da düşünür ve dünyadaki kısa süren yaşamı bir an bile sonsuz ahiret hayatına tercih etmez.



Cennetin güzelliğini bilmek

Cennet, geçici olan dünya hayatında yapılan salih amellerin, Allah'tan korkmanın, Allah'ın rızasını kazanmanın karşılığıdır. Allah Kuran'da insana bu vaadini şöyle bildirmektedir:

İman edip salih amellerde bulunanlar, Biz onları altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, Allah'ın gerçek olan vaadidir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır? (Nisa Suresi, 122)

Cennette sadece güzel bahçelerin yer aldığını düşünmek son derece yanlış bir bakış açısı olur. Herşeyden önce, insan orada en güzel biçimde yeni bir yaratılışla yaratılmıştır ve sonsuz nimetler içerisindedir. Ayrıca, cennet bütün duyuların çok daha keskin olduğu, herşeyden çok fazla zevk alınan bir ortamdır. Dünyada çok kısa süren zevkler orada sonsuzdur. Allah dünyadaki nimetleri bir örnek olarak yaratmıştır. Asılları ise cennettedir. Oradaki nimetlere kavuşunca, insan dünyadaki nimetlerle benzerliklerini fark edecektir ama artık bu nimetler çok daha mükemmel ve tükenmez bir haldedir. Bunların yanı sıra, bedensel kusurların hiçbiri cennette yaratılmaz. Herkes çok güzeldir. Çok güzel bir şekilde yaratılmış olan insanın artık fiziksel yönden eksiklikleri de yoktur. Örneğin terlemez, kötü kokmaz, tuvalet ihtiyacı olmaz, hastalanmaz. Acıktığı ya da vücudunun ihtiyacı olduğu için değil, sadece zevk için yer. Bu nimetler için çalışması gerekmez. Orada arzuladığı ve aklına hayaline gelmeyecek her tür eğlence, muhteşem bir mimari ve teknoloji, mükemmel ve kusursuz bir düzen vardır.
Dünyada eksik olan ve özlemi duyulan bütün hareket ve tavırlar cennette tamdır. Allah'ın emrettiği güzel ahlak orada tam olarak yaşanır. Orada gıybet, iftira, çekiştirme, küfür, yalan, riya, haset, kibir, sadakatsizlik ve kin yoktur. Selam, esenlik ve Allah'ın rızası vardır. Kuran'da cennetin tarif edildiği ayetlerden bazıları şöyledir:

Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. (Fatır Suresi, 33)

Gerçek şu ki, bugün cennet halkı, 'sevinç ve mutluluk dolu' bir meşguliyet içindedirler. Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. Orada taptaze-meyveler onların ve istek duydukları herşey onlarındır. Çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü "Selam" (vardır). (Yasin Suresi, 55-58)

Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde. Birbirlerine karşı, tahtlar üzerinde (otururlar). Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). Onda ne bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir. Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır. Sanki onlar, saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz). (Saffat Suresi, 43-49)

Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71)

Ayetlerde de tarif edildiği gibi cennet, insanın hayal bile edemeyeceği güzelliklerin ve nefsin arzu ettiği herşeyin mükemmel bir şekilde yaratıldığı, sonsuz esenlik yurdudur. Ancak, yine Kuran'da bildirildiği gibi cennet sadece iman edip, salih amellerde bulunanlar için hazırlanmıştır. Bunun açıkça bildirildiği ayetlerden bazıları şöyledir:

İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları, 'ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe' sokacağız. (Nisa Suresi, 57)

İman edip salih amellerde bulunanlar ve 'Rablerine kalbleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar', işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır. (Hud Suresi, 23)

Kuran ayetlerindeki cennet tasvirlerini bilip tefekkür etmek gafletin dağılması ve dünya hırsının yok olması açısından son derece etkilidir. Samimi bir şekilde yapılacak ciddi bir tefekkür, cennetin dünyadaki hiçbir mükemmellikle kıyaslanamayacağını anlamak için yeterlidir. Bunu anlayan insan, cennet arzusu ve özlemiyle orayı hak edebilmek için çalışmaya başlayacak, kendisini cennetten uzaklaştıracak ve ebediyen mahrum bırakacak olan gaflet halinden ise, bütün gücüyle sakınacaktır.



Emekdar Üye 30 Aralık 2007 19:18

Cvp: Gaflet
 
GAFLETİN SONU
Gaflet, Allah Katından gelen tüm uyarılara rağmen, bunda ısrar edenleri dehşetli ve tarifi mümkün olmayan ebedi bir azaba doğru hızla sürükler. Gafil olmakta ısrarcı davranan ve gaflet içinde dünyadan ayrılan insanlar, Allah'ın yarattığı imtihan dünyasından sonra, ebedi yaşamlarına artık cehennem ehli olarak devam edeceklerdir.
Kuran'da bildirildiği gibi gaflet içindeki insanların göz ve kulakları mühürlenmiş, anlayışları alınmıştır. Algı ve şuur düzeyi olarak hayvan gibidirler. Hatta bu durumu kendi rızalarıyla kabullendikleri için onlardan daha da aşağıdırlar. Allah Kuran'da bu durumdaki insanları şöyle tarif etmektedir:

Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)

Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan suresi, 44)

Hayvanların şuuru yoktur. Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığı gibi, gaflet içindeki insanlar da adeta hayvanların şuursuzluğundadırlar. Bu şuursuzluk nedeniyle kalpleri katılaşmıştır. Gördükleri, işittikleri olaylar, kendilerine yapılan hatırlatmalar, verilen öğütler onları içinde bulundukları durumdan çıkarmaz. Her ne ile karşılaşırlarsa karşılaşsınlar düşünüp ibret almazlar.
Oysa her insan, gerçekleri anlamaktan ve uygulamaktan sorumludur. Ancak, gaflette ısrarcı davrandığı takdirde dünyadaki diğer canlı türlerinden daha akılsız bir duruma düşer ve insana insan vasfı kazandıran bütün özelliklerini kaybeder. İnsanlara Allah'ın varlığını kavrayıp, O'na kulluk etmeleri için verilen algılama, hissetme ve kavrama gibi meziyetlerin, gaflette kalmakta ısrarlı ve kararlı olan kimselerde mühürlendiği Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

Onlar, Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların ta kendileridir. (Nahl Suresi, 108)

Ayette tarif edilen kişinin algıları tümüyle kapanmıştır. Bu durumdaki gafil insan ciddi bir çaba gösterip, Allah'a yönelmediği sürece artık cehennem ehli olmaktan kurtulamaz. Cehennemdeki şuursuzluk ve şaşkınlığı ise daha da fazladır:

Kim bunda (dünyada) kör ise, o, ahirette de kördür ve yol bakımından daha 'şaşkın bir sapıktır. (İsra Suresi, 72)

Oradaki azabın şiddeti ve dehşeti ise bir ayette şöyle tarif edilmiştir:

Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir. Ki o, yüreklerin üstüne tırmanıp çıkar. O, onların üzerine kilitlenecektir; (Kendileri de) Dikilip-yükseltilmiş sütunlarda (bağlanacaklardır). (Hümeze Suresi, 6-9)

Gaflet içinde yaşayan, bu durumdan kurtulmak için çaba harcamayan, Kuran'dan ve Allah'ın rızasından habersiz bir şekilde ölen insanlar cehenneme sürüklenirler.

Emekdar Üye 30 Aralık 2007 19:20

Cvp: Gaflet
 
SONUÇ
Kitap boyunca anlattığımız gibi, gaflete kapılanlardan olmak, bir insanı helake sürükleyen ana sebeplerden biridir. Gaflet içindeki insan, herşeyin yolunda olduğunu ve toz pembe bir hayat yaşadığını zannedebilir. Herşeyin bilincinde olduğunu ve herşeyi doğru yaptığını düşünmesi, bunun en belirgin göstergesidir. Ancak bu gaflet hali, ahiret günü Allah'ın huzurunda sona erecektir:

"Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (Kaf Suresi, 22)

Artık insan, gaflet halinin hakim olduğu toz pembe dünya hayatında sürekli yüz çevirdiği, inanmamakta direndiği gerçekleri, alenen görmeye başlayacaktır. Daha önce kendisine haber verilen ancak hiç dikkate almadığı cehennem azabı ile karşılaşır. O gün yok olmayı ya da dünya hayatına dönüp Allah rızasını kazanacak şekilde yaşamayı ister. Ancak, kendisi için ebediyen cehennem halkı arasında olmaktan ve sonsuz bir azaptan başka, 'varılıp karar kılınacak bir yer' yoktur. Kuran'da kıyamet günü ve hiçbir yere kaçış olmadığının bildirildiği ayetler şöyledir:

Ama göz 'kamaşıp da kaydığı,' Ay karardığı, Güneş ve Ay birleştirildiği zaman; insan o gün: "Kaçış nereye?" der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbinin Katıdır. (Kıyamet Suresi, 7-12)

İnkar edenlerin büyük bir korku, çaresizlik ve pişmanlık yaşayacağı kıyamet günüyle karşılaşmadan önce, her insan kendi durumunu samimi bir şekilde gözden geçirmelidir. Şuuru kapatarak, insanı hayvanlardan aşağı bir canlı türüne dönüştüren gaflet belasına karşı, samimi bir kalple Allah'a yönelmek, sürekli Allah'ı anmak ve Rabbimiz'in gönderdiği Kitap olan Kuran'a tam tabi olmak gerekir.
Gaflette olmadığını ve gaflete düşme ihtimalinin bulunmadığını düşünerek kendini müstağni (bu durumdan uzak) görmek büyük bir hatadır. Çünkü müstağniyet insanın gaflet hastalığına her an yakalanabileceğinin bir göstergesidir. Şeytan hiç durmadan, en küçük fırsatı bile değerlendirmekten kaçınmayarak, insanı gafletin içine sokmaya ve kendisiyle birlikte cehenneme sürüklemeye çalışmaktadır:

İnsanlardan kimi, Allah hakkında bilgisi olmaksızın tartışır durur ve her azgın-kaypak şeytanın peşine düşer. Ona yazılmıştır: "Kim onu veli edinirse, şüphesiz o (şeytan) onu şaşırtıp-saptırır ve onu çılgın ateşin azabına yöneltir." (Hac Suresi, 3-4)

Gayet açıktır ki gaflet, her insanı hiçbir ortam ve şart gözetmeden, şeytanın ve nefsin telkinleriyle sarıp kuşatmaya çalışmaktadır. Ancak gaflet yalnızca gaflet içinde kalmak isteyenlerin peşini bırakmaz. Gaflet içinde kalmaya, şeytanın dostu olmaya razı olmayan vicdanlı kimseler için ise, kurtuluş yolu her zaman açıktır. Allah gafletten kurtulmanın yollarını Kuran'da ayrıntılı olarak bildirmiştir. Allah'ı sürekli anmak, O'na yönelmek, O'ndan korkup sakınmak ve her an O'nun rızasını aramak gafleti yok eder, insanı üstün bir şuura, akla ve imana kavuşturur. Bu da -her ne kadar şeytan aksini telkin etmeye çalışsa da- en güzel, en rahat, en emin ve en kolay yoldur. O halde, samimi bir biçimde Allah'a yönelip dönen bir kimse hiçbir şey için geç kalmış değildir. Rabbimiz'in rahmetini umut edebilir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

Rabbiniz, sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz O da, (Kendisi'ne) yönelip dönenleri bağışlayıcıdır. (İsra Suresi, 25)

Harun Yahya

Tuba_ 03 Şubat 2014 00:57

Cevap: Gaflet
 
Yeni başlayan bir günle tüm insanlara Allah'a yönelmeleri ya da O'na olan yakınlıklarını artırmaları için yeni bir fırsat daha verilmiştir. Belki de bu fırsat kişiye tanınmış son bir fırsattır. rabbim firsatlari değerlendirebilmeyi nasib etsin...


SAAT: 16:41

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306