|
Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi: 28 Aralık 2007 (21:04), Konuya Son Cevap : 03 Şubat 2014 (01:57). Konuya 23 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
28 Aralık 2007, 21:04 | Mesaj No:1 |
Gaflet Gaflet GAFLET İnsanların, Allah'ın açık delillerine, emir ve uyarılarına rağmen gösterdikleri bu şuursuz, kayıtsız ve ilgisiz tutumlarına "gaflet" adı verilir Allah her insan için bedeni de dahil olmak üzere, baktığı her yerde Kendi varlığını hatırlatacak türlü güzellikler ve nimetler yaratmıştır. Hayatımızın her anı, gözümüzü çevirdiğimiz her yer, saymaya güç yetiremeyeceğimiz yaratılış mucizeleriyle donatılmıştır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmektedir: Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164) Sabah kalktığınız andan itibaren akşam tekrar yatana kadar yaptıklarınızı, karşılaştığınız olayları ve görüntüleri düşünün. Uyandığınızda ve aynaya baktığınızda, uzun bir uykudan sonra tekrar canlanan ve sizin hiçbir müdahaleniz olmadan, kendiliğinden tüm fonksiyonlarını eksiksizce sürdüren bedeninizi görürsünüz. Tek bir hücrenin çoğalmasından meydana gelen, şu anda da yaklaşık 100 trilyon hücreden oluşan, simetrik ve estetik bir görünüme sahip, siz hiç farkında değilken içinde peş peşe yüzlerce kusursuz ve karmaşık işlemin meydana geldiği bedeniniz bir gün önceki haliyle karşınızdadır. Ancak çoğu insan bu gerçeklerin şuurunda olmadan hareket eder. Sabah kalktığında aynaya bakarken genelde yüzünün genel görünümü, bakımı veya saçlarının şekli dışında başka bir şeyi aklına getirmez. Zihninde genelde iş, okul ya da gün içinde yapacakları dışında bir düşünce yoktur. Oysa çoğunluğun dikkatinden kaçan gerçek şudur: Yeni başlayan bir günle tüm insanlara Allah'a yönelmeleri ya da O'na olan yakınlıklarını artırmaları için yeni bir fırsat daha verilmiştir. Belki de bu fırsat kişiye tanınmış son bir fırsattır. Kim bilir belki de o gün dünyada geçireceği son gündür. Ne yazık ki, insanların büyük çoğunluğu kendilerine verilen bu fırsatın farkında değildir. Bu nedenle de genelde zihinlerini, Allah'ı değil kendilerini ya da çevrelerindeki insanları hoşnut etmeyi düşünerek ve bunun planlarını yaparak meşgul ederler. Bu durumu bir örnekle açıklayalım: Bir bilgi yarışması düşünün. Yarışmayı kazanana çok büyük miktarda para verilsin. Yarışma sırasında acaba yarışmacı nasıl davranır? Soruları dinleyip cevaplarını düşünmek yerine etrafına bakınıp oyalanır, soruyu soran sunucunun elbisesini, ses tonunu, saçını mı eleştirir ya da sorunun cevabını düşünmek yerine yarın ne yapacağını, ne giyeceğini mi düşünür? Tam tersi bu kişi büyük bir dikkatle sunucuyu dinler, şuuru tam açıktır. Kısıtlı süresini iyi değerlendirmeye çalışır. Cevabı bulmak için konsantre olur. Başarılı olabilmek için muhakkak ki konu dışındaki hiçbir şeyle ilgilenmez. Aksine elindeki fırsatı en güzel şekilde değerlendirmeye çalışır. Ama söz konusu az önce saydığımız türden anlamsız davranışlarda bulunursa, yarışmacının büyük bir şaşkınlık, şuur kapanıklığı, akılsızlık, kısaca gaflet içinde olduğunu düşünürüz. Ancak çoğu insanın içinde bulunduğu gaflet hali verdiğimiz bu örnekten çok daha ciddi boyutlardadır. Bu gaflet hali, insanların, Allah'ın kendilerini kulluk etmeleri için yarattığının bilincinde olmadan, Allah'ın emir ve yasaklarından tamamen uzak bir hayat yaşamalarıdır. Cevrenizdeki insanların çoğunluğuna bir bakın. Kaç kişi Kuran'ı merak edip okumuştur? Şöyle düşünmek gerekir: Allah insanlara bir kitap gönderiyor ve insanlara bu kitaptan sorumlu olduklarını, öldükten sonra bu kitabın içinde yazanlara uyup uymadıklarından sorgulanacaklarını ve sonuca göre cennete veya cehenneme gireceklerini bildiriyor. İnsanlar bu gerçeği vicdanlarına başvurarak anlamasalar dahi birilerinden duyuyorlar ve bunu herkes biliyor. Ama buna rağmen Kuran'ı okumuyorlar. Sorumlu oldukları kitabın içinde neler yazdığını merak bile etmiyorlar. O zaman şöyle bir örnek verelim: Bir kişiye işyerinden veya okulundan bir mektup gelse ve üzerinde içinde yazanların kariyeri veya eğitimi açısından çok önemli olduğu yazsa... Ve bu mektubu okuyup ertesi güne kadar içinde yazanları eksiksiz olarak yapması belirtilse, bu mektubu ne yapar? Hiç içine bakmadan duvarına mı asar, çekmecesine mi kaldırır veya okuduktan sonra bir kenara bırakıp içinde yazanları görmezlikten mi gelir? Yoksa bu haber ve mektup kendisine ulaşır ulaşmaz büyük bir heyecan ve dikkatle her satırını okur, her yazılanı anında eksiksiz olarak uygular mı? Aklı ve sağduyusu bu mesajı okumasını söyleyecektir. Kuran da kişinin dünya hayatında alacağı en önemli mesajdır; insana doğrudan doğruya onu Yaratan'dan gelen hak sözdür. Ancak insanların büyük çoğunluğu içlerinde bulundukları gafletten dolayı bu kadar önemli bir kitabı, Allah'ın insanlara mesajını açıp okumazlar bile. Nitekim Kuran'da insanların Allah'ın indirdiği kitabı terk ettikleri şu ayetlerle bildirilmektedir: Ve elçi dedi ki: "Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar." (Furkan Suresi, 30) Akıl hakkında bugüne kadar sayısız tanım yapılmıştır. Ancak bunların hiçbiri aklın gerçek anlamı hakkında insanlara tam bir fikir vermeye yeterli olamamıştır. Çünkü bu çıkarımları yapan kimseler aklı tanımlarken doğru bir kaynağa başvurmamış, aklı sadece kendi mantıklarıyla değerlendirmeye çalışmışlardır. Oysa önceki bölümde belirttiğimiz gibi, aklın ne olduğu konusunda bize bilgi verebilecek kaynak sonsuz akıl sahibi olan Allah'ın indirdiği Kuran'dır. Allah'tan korkan ve samimiyetle Kuran'a uyan her insan akıllıdır. Ancak insanların çoğu böylesine büyük bir nimeti kolaylıkla elde etme imkanına sahip olduklarından habersizdirler. Aklın, insanların doğuştan kazandıkları zihinsel bir yetenek olduğunu sandıkları için, sahip olduklarının ötesinde bir kavrayış kazanabileceklerine ihtimal vermezler. Bir örnekle açıklayacak olursak bu, küçük bir çocuğun, dünyanın sadece kendi evi, sınıfı, öğretmeni ve oyuncakları ile sınırlı olduğunu sanması gibidir. Kuşkusuz küçük bir çocuğun kendi çevresinin dışına çıkıp da dünyaya yetişkin bir insan gözüyle bakması mümkün olmaz. Bu nedenle de tüm idealleri, tüm tasaları ve tüm faaliyetleri kendi dünyası ile sınırlı kalır. Oysa çocuğun yaşamını izleyen yetişkin bir insan onun aslında ne kadar kısıtlı bir dünyada yaşadığını çok açık bir şekilde görür. Çünkü yetişkin bir insan dünyanın bir ev, bir sınıf ve birkaç oyuncakla sınırlı olmadığını kavrayabilecek bir tecrübeye ve bilgiye sahiptir. İşte akıl için de buna benzer bir durum söz konusudur. Akılsız bir insan herşeyin en doğrusunu kendisinin bildiğini, en akıllı kişinin kendisi olduğunu, en güzel hayatı kendisinin yaşadığını, dolayısıyla da en doğru yolda olanın kendisi olduğunu sanır. Daha mükemmel bir hayat şeklinin, zihin yapısının varlığına ihtimal vermediği için kıyas yapması ve aradaki farkı tespit edebilmesi mümkün olmaz. Oysa Kuran'da insanlara, çok üstün bir hayat tarzı, çok ileri bir kavrayış ve düşünme yeteneği sunan "akıl" gibi büyük bir nimetin varlığından bahsedilmiştir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır: İşte bu (Kuran) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52) Akıl" kelimesi toplumda genellikle insanların zeka düzeyini ifade etmek amacıyla kullanılır. Oysa akıl, zekanın çok üstünde ve çok daha derin bir kavrayış şeklidir. Akıllı bir insan , zekanın sağladığı tüm bu avantajları kullanmasının yanında, zeki bir insanın sahip olmadığı bir kavrayış ve yeteneğe de sahiptir. İnsana bu yeteneği kazandıran yegane özellik ise imandır. Allah, iman edip Kendisinden korkup sakınmalarına karşılık insanlara katından özel bir anlayış verir. Kuran'da Allah korkusunun insana kazandırdığı bu anlayış şöyle ifade edilmiştir: Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29) | |
Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... | Videolar/Slaytlar | Medine-web | 1 | 2890 | 23 Ağustos 2013 00:41 |
İran Emperyalizmi | Makale ve Köşe Yazıları | Medine-web | 6 | 3633 | 26 Ocak 2013 22:53 |
gerekli gereksiz bir şiir.. | Makale ve Köşe Yazıları | MERVE DEMİR | 0 | 3278 | 06 Aralık 2012 10:48 |
olmamış kayınbiradere mektup :) | Komik Paylaşımlar | Allahın kulu_ | 10 | 7767 | 03 Kasım 2012 23:19 |
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür | Makale ve Köşe Yazıları | Esadullah | 11 | 7239 | 02 Ekim 2012 21:16 |
28 Aralık 2007, 21:06 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Gaflet Gaflet Hakkındaki Ayetler Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkara sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: "Kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkarları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. (4/155) Biz Kitabı üzerine yazılı bir kağıtta göndersek ve onlar elleriyle dokunsalar bile, inkar edenler, tartışmasız: "Bu apaçık bir büyüden başkası değildir" derler. (6/7) Onlar: "Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdiği Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra Onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp-dursunlar. (6/91) Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" dediler. (7/132) Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (7/146) Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (7/179) Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (7/205) Sonra onun ardından kendi kavimlerine (başka) elçiler gönderdik; onlara apaçık belgeler getirmişlerdi. Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar. İşte biz, haddi aşanların kalblerini böyle mühürleriz. (10/74) Onlar, Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların ta kendileridir. (16/108) "Kur'an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık." (17/45) "Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur'an'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler." (17/46) "Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar." (18/57) "Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (50/22) "Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme." (18/28) "İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar." (19/39) "İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar." (21/1) "Gerçek olan va'd yaklaşmıştır, işte o zaman, inkar edenlerin gözleri yuvalarından fırlayacak: "Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik, hayır, bizler zalim kimselerdik" (diyecekler)"(21/97) "Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak (23/54) "Hayır, onların kalpleri bundan dolayı bir gaflet içindedir. Üstelik onların, bunun dışında yapmakta oldukları (birtakım şeyler) vardır; onlar bunun için çalışmaktadırlar." (23/63) "Andolsun onlara; "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, tartışmasız; "Allah" diyecekler. De ki; "Hamd Allah'ındır." Hayır, onların çoğu bilmezler." (31/25) "Dediler ki: "Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalblerimiz bir örtü içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda bir perde vardır. Artık sen, (yapabileceğini) yap, biz de gerçekten yapıyoruz." (41/5) "Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?" (45/23) "Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (50/22) "Bu, onların iman etmeleri sonra inkar etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalplerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar." (63/3) "De ki: "Allah sizi diriltiyor, sonra sizi öldürüyor, sonra kendisinde hiç bir kuşku olmayan kıyamet günü O sizi bir araya getirip-toplayacaktır. Ancak insanların çoğu bilmezler." (45/26) |
28 Aralık 2007, 21:08 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Gaflet GAFLET Örtmek, kaplamak manalarına gelen gaflet; kalbin kasvet bağlaması, insanın hak ve hakikate kapalı yaşaması, dünyanın mâlâyâni meseleleriyle meşgul olması, haram helal gözetmeksizin yaşaması, şahsın islami heyecanını kaybetmesi demektir. Ahiret saadetinden mahrum olan, dinin yolunda gitmediği için mahrum olmuştur. Dinin yolunda gitmemesi ya bilmemesinden yahut bunu yapamadığındandır. Yapamayan, nefsin arzularına esir olup onunla başa çıkamadığı için yapamamaktadır. Bilmeyen de ya gafil olduğu için bilmemiştir, yahut bilmiştir; fakat anlayışında bazı problemler meydana gelmesiyle hak yolunu elden çıkarmıştır. Gaflet pişmanlığa yol açar. Gaflet nimetin elden gitmesine, kınanmaya ve nedamete sebep olur.İnsanların çoğu gaflet sebebiyle Allah’tan ayrı kalmışlardır. Gafletin manası ahiretin hallerinden habersiz olmaktır. Eğer haberdar olsalardı taksirat etmezlerdi. Zira insan öyle yaratılmıştır ki tehlike gördüğü yerden bir çok sıkıntılara katlanmak pahasına da olsa kaçar. Fakat bu tehlikeyi görmek ya peygamberlerdeki nübüvvet nuru ile, ya da peygamberlerin varisleri olan alimlerin ilmi vasıtası ile olur. Ubeyde bin Cerrah(ra) ne güzel ihtarda bulunur: “Dikkat ediniz, uyanınız! Nice elbisesini parlatıp cilalayan vardır ki dinini kirletmiştir. Ve nice kendini üstün görüp gururlanan vardır ki, şahsiyetini yerle bir edip eskitmiştir. Geçmiş günahlarınızı yepyeni sevaplarla yok edin! Sizden biri yerle gök arasını dolduracak denli günah işlese ve sonra samimi olarak tek bir iyi iş yapsa, o tek hayırlı iş tüm günahlarının üstüne çıkar ve onları ezer.” Bütün peygamberler gaflet uykusunda olan insanları uyandırmak için gönderilmişlerdir. Nitekim Hak Teala buyurur ki: “Babaları uyarılmamış, gaflette olan bir kavmi uyarmak için seni gönderdik.(Yasin, 6) Yine buyurur ki: “Senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş olanları –belki hidayet olurlar diye- uyarmak için seni gönderdik.”(Kasas, 46) Gafil insan, ahirete inanır fakat bu dünyada nimet içinde olduğu gibi orada da nimetler içinde olacağını zanneder. Nitekim Kehf suresinde iki kardeşin hikayesinde biri: “Rabbimin huzuruna döndürülürsem bile mutlaka bundan daha iyi nimetler bulurum.”(Kehf, 36) dedi. Diğeri; “Rabbimin yanında benim için mükafat vardır.”(Fussilet, 50) dedi. Diğer bir gaflet ehli ise “Allah kerimdir, rahimdir. Cenneti kimseden esirgemez” der. Halbuki Allah insana öyle bir imkan vermiştir ki; bir ekerse yedi yüz tane alır. Az bir zaman ibadet ederse ebedi bir padişahlık elde eder. Bundan daha büyük kerem ve rahmet ne olur? Eğer kerem ve rahmetin manası ekmeden biçmek ise, o halde niçin dünyada ziraat ve ticaret yapıp rızık ararsın ve işsiz güçsüz durmazsın.Zaten Allah kerimdir, rahimdir ve tohumsuz da nebatı bitirmeye kadirdir. Oysa “İnsan için çalışmadan başka bir şey yoktur.”(Necm, 39) Bu gayet delaletten ileri gelir. Nitekim Efendimiz(sav) buyurur ki: “Ahmak, nefsi, keyfine, isteklerine tabi olan ve Allah’tan bekleyen kimsedir.” Bu tarlaya gidip tohum atmadan mahsul beklemeye benzer.Bunun gibi inanmayan, yada inanıp Salih amel işlemeyen ve kurtuluşu uman hata eder. İnanıp da Salih amel işleyen ve son nefeste imanını selamette kurtarmayı uman kimse akıllıdır. Allah-u Teala şöyle diyor: “Ey insanlar, Rabbinizden sakının ve ne babanın evladına, ne de bizzat evladın babasına hiçbir şeyle fayda veremeyeceği o günden korkun. Şüphesiz ki Allah’ın (hesaba çekme) vaadi vardır. O halde sakın şeytan sizi (muhakkak Allah bağışlar) diye Allah’a güvendirmesin.”(Lokman, 33)Kendine hüsn-ü zan edenler mağrurdurlar. “Allah sizin şeklinize bakmaz. Kalbinize bakar.”(Hadis) Kötü amellerin kökü kötü ahlaktır. Mühim olan kötü ahlakı içerden izale etmektir. Belki bu içi pis ama dışı süs olan kimsedir. Hz İsa (as) ilmiyle amil olmayanı şöyle tarif eder. “Un eleği gibi olmayınız ki, elekten geçip geride kepeği kalır.” Yani hikmetli sözleri söyleyince, iyisi geçip kötüsü sizde kalmasın. Bazı kimselerde vardır ki, anlatılan ahlakın kötü olduğunu. Ondan kaçınmak lazım geldiğini ve kalbi onlardan temizlemenin mühim olduğunu bilir. Fakat kendi kalbinin bunlardan temiz olduğunu ve kendisini bu tür şeylere müptela olmaktan uzak olduğunu sanır. Dinin en büyük düşmanı cehalettir. Cahillik Cehenneme götürür. Kıyamet derdini bilseydik, dünyada dert diye bir şey tanımazdık. Cennet, bütün nimetleriyle rahat ve gönlün arzularından ibarettir.Gaflet içinde bir hayat yaşayanlar; dünyadan ahirete, hırstan kanaate, riyadan ihlasa, gaflette uyanmaya çağırmayan ilimlerle vakitlerini geçirirler. Ebu Derda hesapta en çok endişe ettiği şeyin; İslam’ın prensiplerini öğrendin fakat neden amel etmedin diye sorulması olduğunu belirtir.Bir kısım gaflet ehli vardır ki; dünyalık mal kazanmayı hayatlarının gayesi zannederler. Hayır ve hasenattan beri duranları olduğu gibi yaptığı hayır ve hasenatı insanlara duyurmaktan zevk alanları da vardır. Halbuki Peygamber Efendimiz(sav), sağ el ile verilen sadakadan sol elin dahi haberdar olmaması gerektiğini ifade eder. Dünya misafirhanedir. Dünyayı ele geçirmek için ahireti vermek ve insanlara yaranmak için Allah-u Teâlâyı bırakmak akıl kârı değildir. Hadisin ifadesiyle, “Dünya sevgisi bütün kötülüklerin başıdır.” Bir gün İki Kainatın Efendisinin(sav) huzuruna birisi geldi ve dedi ki:“-Ya Resulullah! Benim gönlüm ölümü hiç anmaz. Hatırlamak istesem de kabul etmez.”Peygamber Efendimiz(sav) o adama der ki: “-Malın var mı?”“-Malım çoktur,” diye cevap vermesi üzerine, efendimiz(sav):-Şimdi sen o malını kendinden evvel ahiret gönder. Sana ölümü unutturan malını şerridir. Eğer malını hak yolunda vermezsen sonra ziyana uğrarsın. Ve şimdi malını hak yoluna ver.” buyurdu. Tek gözü kör olan bir adam ömür boyu çalışıp bir tarla almış. Tarlanın karşısına geçip gururla: “İşte en sonunda sana sahip oldum.” diye seslenmiş. Birden tarladan bir ses duymuş: “Be hey gafil adam sen bana sahip olan doksan dokuzuncu tek gözlü adamsın.” Acaba biz hangi mülke sahip olan kaçıncı çift gözlü adamız?Mıknatıs demiri nasıl kendine çekiyorsa, haramlar Cehenneme, ibâdetler Cennete çeker. “Cennet sevilmeyen şeylerle, cehennem de şehvet ve arzularla kuşatılmıştır.”(Hadis) Kıyamette nereye gitmek istiyorsak, ona göre hazırlık yapmalıyız. Ahirette Cennet ve Cehennemden başka yer yoktur. Cennete girmek için, doğru iman sahibi olmak ve dine uymak gerekir. Cehenneme götürücü tuzaklara yakalanmamalı.Günah yasak olduğu için acı vermez. Acı verici olduğu için yasaktır. Günah arıya benzer, onun gibi ağzı bal, fakat kuyruğu zehirdir. En büyük günah, günah olmadığı zannıyla işlenen günahtır. En büyük günah, hafife alınarak işlenendir. Günahlar, yangın gibi vakit geçerse genişler.Harama bir veya iki defa bakmakla zina derecesinde günaha ulaşılabilir. Her köşe başında çelme takmayı bekleyen günahların varlığını bileceksiniz.Göğsünü kıbleden çevirenin namazının bozulduğu gibi, yüzünü İslamiyet’ten çevirenin hem dünyası hem ahireti bozulur. Laf ile Müslümanlık olmaz. Dinin emir ve yasaklarına önem vermeyenin imanı gider. Önem vermemek, islediği günaha üzülmemek demektir.Cennet’e ancak dünyada rahatını ve dünyevi arzularını terk edenler girecektir. Hiçbir şeye cesaret etmeyen, hiçbir şeye ümit beslemesin. Allah, yakîne erdireceklerine yanlışlarını idrak ettirir; tövbeyi nasip eder. Gaflet ehli olan ise, ilmine yüz çevirip; duygularıyla hayatını cehennem etmeye devam eder… Sonra da a’mâ olarak âhırete intikâl eder!. Azrail bir gün Hz Yakup(as) yanına gelir. Hz Yakup(as) ona sorar: “Ya Azrail gelişin ziyaret için mi, canımı almaya mı?” Azrail: “Gelişim ziyaret içindir.” Cevabını verir. Hz Yakup(as) “Ölümün yaklaştığını bana haber vermeni istiyorum.” der. Azrail “Hay hay sana iki yada üç haberci gönderirim.” Karşılığını verir. Hz Yakup’un ömrü dolunca bir gün yine ölüm meleği karşısına dikilir. Hz Yakup yine sorar. “Ziyaretçi misin yoksa canımı mı almaya geldin?” Azrail: “Canını almaya geldim.” cevabını verir. Hz Yakup: “Sen bana daha önce iki üç haberci gönderirim diye söylemedin mi?” diye sorar. Azrail şu cevabı verir: “Önce siyah iken ağaran saçın, güçlü iken halsizleşen vücudun ve dimdik iken kamburlaşan vücudun, ey Yakup, işte bunlar benim Ademoğullarına gönderdiğim ön habercidir.” Kim ki ahiret ecrini(sevabını) dilerse Onun ecrini artırırız. Buna karşılık dünya ürününe(elbise, giyecek, içecek gibi dünya lezzetlerine) talip ise ondan payını veririz, fakat onun ahirette hiç payı olmaz (ahiret sevgisi kalbinden çıkarılır.)”(Şuara,24)Şakik-i Belhi der ki: “Bir adam iki yüz yıl yaşasa ve şu dört şeyi bilmese onda hayır yoktur:1. Allah’ı bilmek,2. Kendini bilmek,3. Allah’ın emir ve nehiylerini bilmek,4. Allah’ın düşmanlarını ve kendi düşmanlarını bilmek.Gençlik hiç şüphe yok ki gidecek: Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi katiyetinde gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek. Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadıktan sonra, fani dünyada bıraktığın eserlere bel bağlama.Gaflette kurtulma İbrahim b. Ethem’in yapmak istediği gibi yatakta yatarak ulaşılacak bir hadise değildir. Cehd ister, gayret ister. Nefisle mücadele ister. Allah’a kulluğu hakkıyla yapmak için sabır ister. Günahlara direnme ister. Şeytana savaş açma ister. Helal rızıktan ötesini istememe ister. Geceleri ibadet, gündüzleri oruç ister. Hakkın emirlerine muhalefet etmeme ister. Allah’tan korku ister.Ciddi tevbe edelim. Her hata ve her sürçmelerimizden ürperelim ve Allah’a yönelelim. Bütün bunları yaparken de Allah Resulü’nün ta’lim ve irşad daireleri içinde kalmaya çalışalım. Hak ehli; bedenlerini hak yolunda yoran, üzerlerinde Allah korkusu taşıyanlardır. Yürekten ve samimi olarak inananların razı oluşları gibi, nefislerini razı edip hem bollukta hem darlıkta, hem açlıkta, hem doygunlukta, hem bollukta, hem yeterlikte, hem gizlilikte daima uyanık tutarak Allah'tan başka bir şeye nazar etmeyenlerdir. Gecenin bir bölümünü uyanık geçirip, Hakk’ın rızasını gözetenlerdir.Eğri kalpli adamın yanına oturma! Onunla dost olma! Yoksa senin de kalbini eğriltir. Nice mutlu görünen kimseler vardır ki, kaybetmişlerdir! Ve nice kaybeden, kaybettiğinin bile farkında değildir. Acıklı bir duruma düştüğü halde bu halini fark edemeyenler vardır. Dünyaya inhimak etmemelidir. Kul çok ibadet ve tefekkürle meşgul olmalıdır.--1--; Dost istersen Allah yeter. Evet o dost ise, her şey dosttur.--2--; Yârân istersen Kur'an yeter. Evet ondaki enbiya ve melaike ile hayalen görüşür ve vukuatlarını seyredip ünsiyet eder.--3--; Mal istersen kanaat yeter. Evet kanaat eden, iktisat eder; iktisat eden, bereket bulur.--4--; Düşman istersen nefis yeter. Evet kendini beğenen, belayı bulur zahmete düşer; kendini beğenmeyen, safayı bulur, rahmete gider.--5--; Nasihat istersen ölüm yeter. Evet ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır. Kabrin arkası için çalışınız, hakikî saadet ve lezzet ondadır. Kısa bir ömürde, hadsiz günahlara keffaret olacak, muvakkat lisanın tövbe ve nedametleri kâfi gelmiyor.Sohbetimizi Hz Ömer’in(ra) duasıyla bitirelim: Ey Allah’ım! Gaflet halinde canımı almandan veya beni gaflet içerisinde bırakmandan ya da beni gafillerden biri yapmandan sana sığınırım. AMİN... |
28 Aralık 2007, 21:10 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Gaflet
Gaflet ! Ah Bu Gaflet Uykusu!AH BU GAFLET UYKUSU! Gaflet, insanın Hakk’a körleşmesi, gerçeklerden uzaklaşmasıdır. Aklının ve kalbinin karışması, ebediyeti unutması, bir bakıma gözü açık uyuması.. Bu aldanışın en büyük sebebi dünya ve dünyalık nimetlerdir. Özellikle çağımızda... Maneviyat büyükleri bu bakımdan insanları üç gruba ayırıyor: • Sırf dünyaya çalışıp ahireti terk edenler, • Ahirete yönelip dünyayı terk edenler, • Dünyayı da ahireti de ihmal etmeyen denge insanları.[/B] Akıllı, uyanık bir insan üçüncü gruptadır. Diğer iki hal ise gaflettir. Bir ip yumağının ardından koşup oynayan küçük bir kedi yavrusunun bu neşeli hali insanları eğlendirir ama düşündürücü bir yanı da vardır. Kediciğin o endişesiz ve masumane tavırları, yiyip içip oynamaktan başka bir derdinin olmayışı dikkat çeker. O an için tek hedefi yuvarlanan yumakla oynamaktır. Bütün dikkatini ona vermiştir. Hayatın kaygıları, hüznü ve düşündürücü yanları onun için anlamsızdır. Ekonomik sıkıntılar, doğal afetler, ölüm, ahiret, geçmiş-gelecek gibi şeyler de bu sevimli yaratığı hiç mi hiç alakadar etmez. Gaflet nedir? Ömrünü gaflet içinde geçiren insanın hali biraz bu kedinin hali gibidir. Bütün dikkatini dünya ve içindekilere sarf eder. Dünyanın nimetlerinden ve hayatın zevklerinden istifade etmekten başka bir şey düşünmez. Onun ötesindeki düşünceler, mesela Allah’ın emir ve yasakları, ölüm, ahiret, hesap gibi ciddi konular ilgi alanına girmez. Hatta bu gibi düşüncelerden sıkılır. Unutmak için elinden geleni yapar, kendisini oyun ve eğlenceye verir. İşte tam bu noktada, kedi yavrusunda son derece sevimli olan, izleyenlere yaşama sevinci veren oyun ve oyalanmanın insanda hiç de sevimli durmadığını fark ederiz. Hatta böyle bir hayat algısını taşıyan insanın ilkesizliği ve vurdumduymazlığı tedirginliğe sebep olur. Diğer taraftan böyle bir kaygısızlık hali insanı bir kedi yavrusundan bile aşağı düşürür. Çünkü o masum hayvancağız Rabbini zikretmekten geri durmaz. Tatlı mırmırlarıyla minderin üzerinde uyurken bile hal diliyle Allah’ı zikreder. Diğer varlıklar da böyledir. Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat şöyle anlatılmaktadır: “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini anla*mazsınız.” (İsra, 44) İşte böyle ayetlere, kâinat kitabından gürül gürül okunan delillere rağmen Cenab-ı Hakk’ı kâle almayıp değersiz şeylerle uğraşmaya, nefsin heva ve arzularına uyup Allah’ı ve emirlerini unutmaya “gaflet” denir. Diğer bir ifadeyle kalbin Allah’tan kopuk oluşu ve bunun davranışlar üzerindeki olumsuz tesirleridir. Bir mukayese Bir ülkenin cumhurbaşkanı emrinde çalışan memura kendi şahsi işleriyle ilgili önemli bir vazife verse, o memur bir büyüğe hizmet etmenin onuruyla verilen görevi severek yapar. Kendisine bir faydası olmadığı halde görevi aksatmamak için tam bir dikkatle çalışır. Peki, ya insan niçin Rabbi’nin emirlerini aynı hassasiyetle yerine getirmez? Allah Tealâ’nın büyüklüğü ve yüceliği -hâşâ- o zattan daha mı aşağıdır ki, İslâm dininin emirlerine uymaz. Bu noktada iki ihtimal düşünülür: 1. Kişi Allah’ın zatına, emir ve yasaklarına inanmadığı için böyle davranmaktadır. 2. İnandığı halde Allah’ın emir ve yasaklarına yeterince önem vermediği için yerine getirmemektedir. Bu durum, bir bakıma O’nu ve emirlerinin büyüklüğünü makam mevki sahiplerinden aşağı görmektir. Her iki sebeple de Allah’a kulluk yapmamak çirkindir. İmam Rabbanî Hazretleri k.s. bu hakikati bir temsille anlatarak şöyle demektedir: “Çokça yalan söyleyen biri; ‘Bu gece düşman baskın yapacak’ dese, akıl sahibi idareciler ihtiyat için haberi ciddiye almazlar mı? O kimsenin yalancı olduğunu bildikleri halde yine de tedbiri elden bırakmayıp muhtemel tehlikeye karşı vaziyet almazlar mı? Elbette ki alırlar. Hal böyleyken nasıl olur da Muhbir-i Sadık (doğru haber veren), doğruluğu dillere destan Hz. Rasulullah s.a.v.’in tekrar tekrar haber verdiği ahiretteki azaba inanmazlar? İnansalar da tedbir alıp kurtulma yollarını düşünmezler? Halbuki O kurtuluş yollarını da göstermiştir. Muhbir-i Sadık Hazretleri’nin sözlerine bir yalancının sözleri kadar önem vermemek nasıl bir imandır?” Bu soru tehlikenin boyutlarına dikkat çeken gayet ciddi bir sorudur. Zira gaflet bir perdedir, kalbin nurunu örter, söndürür. Her gafletin içinden küfre kadar giden yol vardır. MUSTAFA BAHADIROĞLU |
28 Aralık 2007, 21:12 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Gaflet BİR GAFİLİN HALLERİ Bugünün dünyasında gaf leti anlatmaya aslında gerek yok, o her yerde. Ama “Çok aşikâr olan zor görünür” denir ya, halimizi anlamak bakımdan anlatmakta fayda var. Hayalinizi söyleyin, size kim olduğunuzu söyleyeyim, diyor psikologlar. Bir gafilin hayalleri tamamen dünya ve dünyanın geçici zevklerine yöneliktir. Mal-mülk, makam-mevki ve şöhret sahibi olmayı; yiyip, içip, gülüp oynamak suretiyle dilediği gibi yaşayıp mutlu olmayı arzu ederler. Elde ettikleri imkânlarla başkalarına tahakküm etmekten zevk duyarlar. Böylece kendilerini başkalarından üstün görerek önemli adam olduklarını düşünürler. Dünya tuzağında çırpınır Gafiller bu sayılan şeyleri elde etmek için hırsla çalışır didinirler. Hep daha çok kazanmak ve daha iyi yaşamak için gayret eder, kazandıklarını biriktirirler. Oyalanıp durdukları şeyleri ellerinden alabilecek her türlü ihtimali şiddetle bertaraf etmek için ellerinden geleni artlarına koymazlar. Kendilerini çok beğendikleri için ona buna üstünlük taslamaktan, gizli açık, yüze karşı veya ardından başkalarını taşlayıp incitmekten, onlarla eğlenmekten geri durmazlar. Kur’an-ı Kerim bunlar hakkında şöyle buyurur: “Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip kaş göz işaretleriyle alay eden kimsenin vay haline!” (Hümeze, 1-2). Şayet istedikleri şeyleri elde edemezlerse yıkılır giderler, bunalıma, depresyona girerler. İsyanları katmerleşir, hayata ve insanlara küser, hatta varlıklı insanlara büyük bir kin ve nefretle bakarlar. An’ı yaşamaya kilitlenmiştir Her geçen gün ölüm kendilerine yaklaşırken onlar, dünyanın süs ve eğlencelerine biraz daha fazla gömülürler. Yaklaşmakta olan Allah’ın azabını ise hiç hesaba katmazlar. Oysa Allah’ın azabı pek şiddetlidir. Cehennemi tasvir eden bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Oraya atıldıkları zaman, onun kaynarken çıkardığı korkunç homurtusunu işitirler. Nerede ise öfkesinden patlayıp çatlayacak! Her bir topluluk içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: Size bir uyarıcı gelmedi mi?” (Mülk, 7-8) Oysa insan akıl ve şuur sahibi bir varlıktır. Geçmiş, gelecek ve şimdiki zamanla alakasını bilir. Geçmişte vefat eden yakınlarını, gelecekte kendini bekleyen kabri, şimdiki zamanda üzerine düşen vazifeleri görmekle hayvanlardan ayrılır. Buna rağmen gafletinin esiri olup başını kuma sokar. Avcıyı görüp de başını kuma sokan devekuşu misali, ortada olan koca gövdeyi unutur. Daha doğrusu unutmaya çalışır. Ahireti hatırlamak istemez Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı ya da inandığı halde yakîne ulaşmadığı için, gayet sisli bir perdenin ardından bakar. Kendisi için birinci derecede önemli olan dünyanın peşin zevklerini bırakıp da, uzak bir ihtimal olarak gördüğü ölüm ve ahiret gerçeğine aldırış etmez. Zira nefsin bunun için de her zaman bir mazereti vardır: “Dünyaya bir daha gelecek değilim ya! Hayatımı yaşayayım. Nasılsa ileride tövbe eder ahiret işlerine de bakarım.” der. Kulluk vazifesini sürekli erteler. Vicdanını rahatlatmak maksadıyla senede bir mevlit okutmayı, kimi zaman bayram ve hatta Cuma namazına gitmeyi de ihmal etmez. Ancak Allah’ın dinini kendi kafasına göre yorumlayıp, bazı meseleleri inkâr etmekten ya da hafife almaktan da geri durmaz. Nihayet bir gün hiç beklemediği bir anda ve hiç beklemediği yerde ölüm gelir çatar: “Belki aniden gelecek de onları şaşırtacaktır. Artık onu geri çeviremezler, kendilerine mühlet de verilmez.” (Enbiya, 40). Şayet inkâr ile gittiyse vaziyeti ölüm anında bile korkunçtur: “Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nice olur?” (Muhammed, 27) Ölümü sonsuz mahrumiyet görür Bunlar için ölüm bir “ayıran”dır. Dünyevî zevklerinden, malından, makamından, şöhretinden, sevdiklerinden ayıran bir bitiş ve tükeniştir. O bakımdan ölümü hatırladıkları zaman tüyleri diken diken olur. Bir taziyeye gittikleri ya da bir yakınları vefat ettiği zaman “Eh ne yapalım ölenle ölünmez ki, Allah sabırlar versin...” türünden sözlerle ölüm düşüncesinin şokunu atlatmaya ve mümkün olduğunca en kısa süre içinde kendilerini bekleyen gaflete tekrar başlarını gömmeye gayret ederler. Sanki sırf neşe ve eğlence için yaratılmışlardır. Üst üste eğlence partileri düzenler, her türlü eğlence etkinliklerini günü gününe takip ederler. Bunlara entelektüel bir boyut ekledikleri, birkaç batılı müzisyen ve artist hakkında malumat sahibi oldukları zaman, kendilerini sanatsever kültürlü insanlar olarak takdim ederler. Böyle şeylerle uğraşmayan, bu işlerle ilgilenmeyen kimselere “cahil halk yığını” nazarıyla baktıkları için bunları insan yerine bile koymazlar. Lüks ve konfor içinde yaşamak, kendileri gibilerine gösteriş yapmak onların en büyük tutkularındandır. Marazi bir özgürlüğe sığınır Kur’an-ı Kerim’de “mütrefîn” adı verilen bir grup daha vardır ki; bunlar hiçbir insanî değer, dinî, vicdanî hüküm ve kayıt tanımazlar. Ne edep ne de hesap endişesi taşırlar. Bütün görüşlerini hayvanî içgüdülerine göre tanzim eder, ahlâk gibi kavramların göreli, şahıstan şahısa değişkenlik arz eden şeyler olduğunu iddia ederler. Böylece yerine göre zinaya “cinsel özgürlük, aşk, arkadaşlık, flört, filanla çıkmak” gibi isimler takarlar. Nefs adına didinip durdukları meşguliyet ve boş oyalanışlarına bir de kutsallık izafe ederek, “çalışmak da ibadettir” sözüyle vicdanlarını teskin etmeye çalışırlar. Bu suretle ibadetleri terk etmekle kalmayıp, bir de inkâra sapmakla şeytana bile külah çıkartırlar. Halbuki çalışmanın ibadet olabilmesi, niyetin Allah için tutulmasına ve yapılan işin meşru olmasına bağlıdır. Bunlar kelimelerin ve kavramların içini boşaltarak değiştirirler. Kendileri gibi düşünmeyenleri de bağnazlık ve yobazlıkla itham ederler. Zevklerini tatmin etme, yaşama ve rahat etme tutkusuyla hareket etmekten başka bir şey bilmezler. Tıpkı helak olan Sodom-Gomore halkını ve benzerlerini hatırlatırlar. Kur’an-ı Kerim’de bunlar hakkında şöyle buyrulur: “Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklılarına (mütrefîne) yola gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz.” (İsra, 16) Allah’ı anmaktan rahatsız olur Gaflet içinde yüzen kimseler, vicdanlarını tırmalayacak sözlerden, Allah’ı ve ahireti hatırlatacak sohbetlerden, ölüm düşüncesinden özellikle de Kur’an’dan çok sıkılırlar. Televizyonun başında saatlerce lüzumsuz şeyleri izlemekten büyük keyif aldıkları halde, Kur’an dinlemeye tahammül edemezler. “Yalnız Allah anıldığı zaman ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah’tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.” (Zümer, 45) “Onlar ki, gözleri, beni hatırlatan ayetlerin karşısında bir örtü içindeydi, (Kur’an’ı) dinlemeye de tahammül edemiyorlardı.” (Kehf, 101) Kalbini temiz sanır Gafillerin bir özelliği de kendilerini doğru yolda olduklarına inandırmaya çalışmalarıdır. Bunlara göre asıl olan kalp temizliğidir. Ve her nedense bunların kalbi devamlı temizdir. Kendileri gibi olmayanların kalpleri ise, temiz olmak şöyle dursun, sürekli fitne ve fesatla doludur. Her ne kadar namazla niyazla uğraşsalar, örtülü gezseler de bu görünüşün arkasından her türlü melaneti işlerler. Bu savunma mekanizmalarıyla muhataplarına gerekli cevabı verdikten sonra kendileri de inanarak bir nevi huzur bulurlar. Oysa Kur’an onlar hakkında şöyle buyurur: “Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da, onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 37) Manevi bir terbiye görmeden insanın kendi hata ve kusurlarını, gafletini idrak edebilmesi son derece güçtür. Böyleleri gırtlağına kadar gaflete daldığı halde kendini salihlerden zannederler. Hatta bu satırları okurken bile hiç üzerlerine kondurmazlar. O yüzden nefsinin hata ve kusurlarını görebilmek, yer ve gökleri keşfen müşahede etmekten daha evlâdır. “Hayır, insanoğlu kendini müstağni gördüğünden dolayı azar.” (Alâk, 6-7) Akıllıyım der ama... Zamanımızda akıl hastanelerinde tedavi gören zavallı insanları “deli, akılsız” saymak adet olmuştur. Acaba gerçekten böyle midir? Onlar akılsız da, heva ve arzularının peşinden koşan, dünyayı ahirete tercih eden, Allah’tan kopuk, fakat buna rağmen çok iyi iş bitiren, zengin olan, itibar sahibi kimseler hep akıllı mıdır? Kimin deli kimin akıllı olduğu bütün çıplaklığıyla ahirette anlaşılacaktır. Bugün akıllı geçinenler o gün delilerin yerinde olmak için can atacaklar fakat bir fayda vermeyecektir. Hz. Kur’an gerçek akılsızları anlatırken şöyle buyurmaktadır: “Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise muhakkak Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (En’âm, 32). “(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden akledemezler.” (Bakara, 171) |
28 Aralık 2007, 21:14 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Gaflet DÜNYADAN GEÇTİM DİYENLER [CENTER][B]Azdır ama dünyayı hiç umursamayan, mecbur olmasalar yiyip içmeyi de bırakacak insanlar da var. Bunlar dünyanın faniliğini ileri sürerek kısa bir hayat için çalışıp çabalamanın gereksiz olduğunu iddia ederler ve elbette yanılırlar. Ruh ile bedenin, madde ile mananın, dünya ile ahiretin dengesini kuramamak da gafletin başka bir türüdür. Başta tembellik, miskinlik ve zillet olmak üzere gafletten öteye gitmeyen yığınla zararın kaynağıdır. Şöhret kazanıp insanların elindekine göz dikme tehlikesini içinde barındırır. Her türlü suistimale açık bir kapıdır. Dünyasına mahir olan ahiretine de mahir Ayrıca ahiret sadece bir köşeye çekilip insanlardan uzak kalmakla değil, onlarla birlikte sıkıntılara katlanarak, salih bir niyetle dünya işlerine çalışıp terlemekle kazanılır. Gavs-ı Bilvanisî Hazretleri k.s. bir sohbetlerinde: “Siz kişinin dünya çalışmasına bakınız. Eğer dünyası için çalışkan, mahir biriyse, ahireti için de öyledir. Dünyanın pehlivanı, ahiretine de pehlivandır.” buyurmuşlardır. Her ne kadar geçmişte ihtiyaç miktarından fazla dünyaya rağbet etmeyen veliler olmuşsa da, bunların durumu kendilerine özeldir. Dünyayı tamamen terk etmemişler ve kimsenin sırtına da yük olmamışlardır. Her durumda veren el olma özelliklerini muhafaza etmişlerdir. İslâmiyet, hıristiyanların ruhbanlığını andıran bir hayat tarzı ve telakkisini kesinlikle reddeder. Çünkü İslâm, sadece ahirete ait ibadetleri düzenleyen bir din değildir. Dünyada alış-verişten insanlar arasındaki diğer muamelelere kadar her şeye ölçü getiren, kişinin yirmi dört saatlik hayatını baştan aşağı düzene sokan, bozulmamış bir dindir. Dünyaya ait hükümler koyan bir din dünyadan el etek çekmeyi hoş görmez. O yüzden mümine fani de olsa dünyada sefil bir hayatı öngörmez. Çalışıp çabalamaya, kimseye avuç açmamaya, alan el değil veren el olmaya teşvik eder. Çalışmayan kim var? Peygamberler dahi bazı zenaat ve mesleklerle anılmışlardır. Zekeriyya Aleyhisselam marangozlukla, Davud Aleyhisselam demircilikle, İdris Aleyhisselam terzilikle meşgul olmuşlardır. Hz. Rasulullah s.a.v. ise, devlet başkanlığı yapmıştır. Allah dostları da peygamberlerin yolundan giderek bir zenaat ve ticaretle meşgul olmuşlardır. Bu devrin büyükleri de bir taraftan irşadla meşgul olurken, diğer taraftan ziraatla, ticaretle ve benzeri işlerle uğraşmaktadır. Bu güzel örnek devrimizde de Allah’a kulluğun nasıl yapılacağını anlatmaya kâfi gelmez mi? Kur’an-ı Kerim’de mevzuyla ilgili birçok ayet-i kerime vardır. Bazıları şöyledir: “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas, 77). “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Cuma, 10) İbadet ve taatle meşgul olup dünyayı terk edenler, malla yapılacak her türlü hayır hizmetinden de mahrum kalırlar. Hatta zekât gibi gayet kıymetli bir ibadetten dahi nasiplerini alamazlar. Kur’an bunları şöyle ikaz etmektedir: “Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı.” (Nisa, 95). “Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz?” (Hadid, 10) KALP GAFLETTEN UYANINCA Gaflet hali karşısında üç grup insan vardır demiştik: Dünyacılar, miskinler ve dünya-ahiret dengesini bulanlar. Üçüncü gruba dahil olanlar gafletsiz, uyanık müminlerdir. İşte bu grubun halleri. Gafletten uzak olanlar dünyası için ahireti, ahireti için de dünyasını terk etmeyen insanlarıdır. Dengeyi, itidali bulmuşlardır. Her işlerinde Allah’ın emirlerine uymayı gözetirler. Gavs-ı Sani Hazretleri’nin k.s. buyurduğu gibi, her ikisini de yarış yapan iki araba gibi birlikte götürürler. Halk içinde Hak ile Bu denge insanları “halvet der encümen” kaidesine göre halk içinde Hak ile olurlar. Herkesle beraber ama yalnız, elleri işte güçte ama gönülleri hep yardadır. Bedenleri dünyada olsa da gönülleri Allah’a dönüktür. Bunlar diğerleri gibi dünyaya hırs ve tutkuyla bağlanmazlar. Esaret tasmasını boyunlarına geçirmektense, dünya nimetlerinden mahrum kalmayı tercih ederler. Mal-mülk, makam-mevki, her şeyin Allah’tan geldiğine yakînen iman ederler. Rızıklarına Allah’ın kefil olduğuna iman ettikleri için zerre kadar endişe etmezler. Sadece emre uyup takdir edilen rızıklarını ararlar. Alırken, satarken, çalışırken harama el uzatmazlar. Bazı yüzlerin ağardığı, bazı yüzlerin karardığı o büyük güne alınları ak, vicdanları pak olarak çıkabilmenin özlemiyle yaşarlar. Yedikleri her lokmanın hesabının sorulacağından zerre kadar şüphe etmezler. Kazandıkları her şeyi birer zikir ve şükür vesilesi olarak görürler. O’ndan geleni yine O’nun yolunda sarf etmekten çekinmezler. Biricik amaçları Rabbin hoşnutluğu Gafletsiz müminler; çalışırken, kazanırken, meşru dairede keyfederken Allah’ın rızasından başka bir şey düşünmezler. Hiçbir şey onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz. Onlar mert oğlu merttirler, Allah adamıdırlar: “Nice erler ki, ne ticaret, ne de alışveriş onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olacağı günden korkarlar.” (Nur, 37) Bayezid-i Bistâmî k.s. Hazretleri bir gün müritleriyle birlikte çarşıya çıktı. Dükkanı müşteriyle dolu olan bir kuyumcu gördü. Kalbine manen nazar edip baktı ki, bu kuyumcu akşama kadar elli bin dinarlık alışveriş yaptığı halde bir an bile Allah’ın zikrinden gafil olmamış. Sürekli Rabbiyle irtibatlı, kalbini zikrullah ile harekete geçirmiş müminin hali işte böyledir. Onlar dünya nimetlerine sahip olmak, boş sohbetlerle oyalanmakla değil, ancak Allah’ı zikretmekle, Kur’an okumakla ve bulundukları ortamda Hak sohbetiyle tatmin olurlar. “Onlar iman eden ve kalpleri Allah’ın zikriyle huzur bulan kimselerdir. Haberiniz olsun, kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.” (Ra’d, 28) Gönülleri geniştir onların Gafiller güruhu dünyada geniş evler, bağlar, bahçeler bulsalar da gerçek huzur ve saadeti bulamazlar. Müminler ise, darlıkta ve genişlikte cennet için yarışırlar. Dünyada mesut oldukları gibi ahirette de mesut olurlar. “Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete yarışın; o müttakiler için hazırlanmıştır.” (Âl-i İmrân, 133). Allah’ın cemalini görmeyi arzu ve ümit etmeyenler dünyanın hasis, bayağı zevkleriyle yetinir, hatta mest olup kendilerinden geçerler. Bu yüzden ibretle dolu varlık âlemine bakıp da ders almazlar. “Bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla tatmin bulanlar ve bizim ayetlerimizden gafil olanlar da vardır muhakkak.” (Yunus, 7). Fakat kâinata ibret nazarıyla bakan gafletsiz müminler, cennetin de ötesinde nazarlarını Allah’ın cemaline dikmişlerdir. O’na ulaşmak hasretiyle yanıp tutuşurlar. Her varlık Cenab-ı Hakk’ın tasarrufu altındadır. Her şeyi evirip çeviren O’dur. O’ndan başka zarar ve fayda veren (Dârr ve Nâfi’) bir varlık yoktur. O dilemeden kimse kimseye ne bir zarar ne de fayda verebilir. Bütün dünya imdadına koşsa O dilemeden bir fayda veremezler. Lütfu da hoş görürler kahrı da İşte bu şuurla yaşayan gafletsiz mümin, elindeki mal gittiği zaman üzülüp yıkılmaz. Her şeyin, Rabbinin takdiriyle olduğuna inanır ve O’na tevekkül eder. Sıkıntılar karşısında ahirette kazanacağı mükâfatı düşünüp sabır, teslimiyet, tevekkül ve rıza gösterir. Kendisine verilen nimetlerin bir sınama ve imtihan için verildiğini bilir. “Andolsun, sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155) Hakiki mümin, sevindirici olaylar gibi musibetlerden de razı olur. Hatta rıza makamında bunlardan derin bir zevk alır. Çünkü alırken de verirken de tecelli eden hep O’dur. “O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz, derler.” (Bakara, 156) Hoştur bana senden gelen Ya bir gonca gül yahut diken Ya hil’at ü yahut kefen Nârın da hoş nurun da hoş diyebilen bu gönüller, ne dünyadan gafildirler ne de ahiretten... |
30 Aralık 2007, 19:54 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Gaflet [CENTER][B] GÖRÜNMEYEN ÖRÜMCEK AĞI: GAFLET [B]Kötü arkadaşımız: Gaflet “İnsanların hesab (görme) zamanı yaklaştı. Onlar ise hâlâ gaflet içinde, yan çizip aldırmıyorlar.” (Enbiya Suresi; 1) Söze başlamadan önce sizden ve kendimden bir söz almak istiyorum. Geliniz hep beraber, kendimizi aldatmayacağımıza, doğru olan ne ise onu görmeye ve anlamaya bir söz verelim kendimize. Kimseyi kandıramayacağımıza göre, gelin kendimizi de kandırmayalım. Hem Allah’tan başka kimse de bilmeyecek içinizden neler geçtiğini… Değil mi? Tamam mı? Anlaştık değil mi?... Güzel. O halde, şimdi bu yazıyı birlikte yazabiliriz. Gafletin ne gibi bir şey olduğunu birlikte düşünebiliriz… Evvela gafletin bir beşer olarak her birimizin ayrılmaz bir kötü arkadaşı olduğunu kabul edelim. Yani, az-çok hepimizde, mutlaka gafletten bir eser vardır. Aliminden cahiline, hiç durmadan, herkesin başına ağını ören bir örümcek gibidir gaflet. Zira, bu hastalık insanın mayasında vardır. “… Doğrusu insan çok zalim ve nankördür.” (İbrahim Suresi; 34) Buyruluyor yüce kitabımızda. ‘Zalim’, ‘cahil’, ‘unutkan’, ‘isyankar’… Evet insan, bu kötü sıfatlardan kurtulabildiği kadarıyla insandır. Ve nasıl, ‘gaflet örümceği’ durmadan ağını örüyorsa kalbimizin ufkuna; bizim de her an bu gafleti giderme gayreti içerisinde olmamız gerekiyor. Eğer derseniz ki; “Bu kulluk ne zor sanat imiş, her an bunu nasıl yaparız?” Biz de deriz ki; “Haklısınız ama insanın imtihanı zordur, insan olmak zordur.” Lakin her işin, her sanatın bazı kolaylıkları olduğu gibi, kulluk sanatının da bazı kolaylıkları var elbette. İnsan olmaktan vazgeçemeyeceğimize, istesek de mümkün olmadığına göre… Kendimizi gafletin derin uçurumlarına atıp, ilahi hitabın tabiriyle ‘hayvandan da aşağı’ bir duruma düşmek istemiyorsak… Gafletten kurtuluş yolları Gafleti izale eden en etkili ilaçlar; Allah’ı çokça zikretmek (Ahzab;41); tefekkür etmek (Rum; 8, Nahl; 44); anlamaya çalışmak, akıl yürütmek, akletmek (Al-i İmran;190); Allah’ın görme ve gözetlemesini hatırda tutmak (murakabe) (Şura; 6); kullukta kar ve zarar hesabı yapmak (muhasebe)(Saffat; 142); Allah’a dua ve yalvarmada, sığınmada bulunmak (münacaat) (Bakara; 186) ve bize kendimizi ve Rabbimizi tanıttıracak, bunları yapmamızı sağlayacak faydalı ilim öğrenmektir. Gördüğünüz gibi gaflet, her ne kadar yırtılması zor bir perde, kurtulması daimi gayret gerektiren bir örümcek ağıysa da onu darmadağın edecek, parçalayacak nice alet ve usüllere de sahibiz, elhamdülillah. Yeter ki, gafletle mücadele etmeye kesin bir karar verelim. Gaflet hastalığının belirtileri Kısaca tarif edecek olursak; eğer inandığımız ve düşündüğümüz gibi yaşayamıyorsak, kesinlikle bizdeki gaflet hastalığı ilerlemiş demektir. Günde kaç saat; bizi ilgilendirmeyen işlerle uğraşıyorsak, fuzuli veya bize günah kazandırmaktan başka hiçbir işe yaramayan dedikodularla ağzımızı dolduruyorsak, (afedersiniz) saçma dizilere donmuş bir suratla dalıp gidiyorsak, dünyada olup biten her şeyi sanki bizden soracaklarmış gibi internetin karşısında esir düşmüşsek, başkalarının yaptığı sporla çenelerimize jimnastik yaptırıyorsak… (Lütfen bu boş bıraktığım yeri de siz neler yapıyorsanız onlarla doldurun ve sizi gaflete düşüren uğraşlarınızı keşfedin!) Evet, kızmaca-darılmaca yok değil mi? Eğer birine darılacaksak, bu yine kendimiz olmalı… Birisi bizi koltuğa bağlayıp da ille de boş işlerle uğraşacaksın, faydalı bir şey yapmayacaksın mı diyor!... Kendimizi kandırmak Başka bir yönüyle gaflet, insanın kendini kandırmasıdır. İnsanın, bildiği halde, sanki hiç bilmiyormuş gibi yaşadığı, hatta inandığını sandığı konulara kayıtsız kalarak, gerçekte tam olarak inanmadığını ortaya koyduğu bir durumdur. Çünkü eğer inansaydı, inancının gerektirdiği şekilde yaşaması gerekirdi. Demek ki, sadece diliyle inandığını söylemek yeterli değildir. Dahası, bazı amelleri ve ibadetleri de üstünkörü ve kurukuruya yapmak, insanı kulluk sorumluluğundan kurtarmaz. Bunları hepimiz biliyoruz. İki Allah dostu, (bakınız Allah dostu, yani evliyadan bahsediyorum, kulluk sanatının ustalarından!) sabaha kadar Allah’tan, marifetullahtan, hakikatlerden bahsetmişler, sohbet etmişler. Sabah olunca biri ağlamış, diğeri sebebini sorunca; “Sabaha kadar Allah’tan bahsettik, ama Allah’tan gafil kalmış olmayalım diye korkumdan ağlıyorum.” Demiş. Evet, O’ndan bahsederken, yine O’ndan gafil olmak… O’nun bizimle beraber olduğunu unutmak, O’na karşı edep ve hayadan sıyrılmak… (Allah hepimizi muhafaza buyursun, amin.) Bize o kadar uzak gelmesin ne olur bu mana. Onların anladığını tam anlayamasak da, namaz kıldığımız halde, O’nun huzurunda olduğumuzu unutmuyor muyuz!... İbadeti dahi ‘-mış’ gibi yapmak… İşte gafletin en sinsi olanı…! Kendini kandırmak. Bir bütün olarak ‘kulluk’ Kulluk, dünya hayatımızın her anını içine alacak şekilde yaşanmalıdır. Sadece ibadet etmek, belirli aralıklarla sadaka vermek, Allah’ı tek bilip O’na itaat etmek değildir. Böyle bir kulluk, son derece eksik ve zayıf bir kulluktur. Oysa kulluk sanatını öğrenmek, başarmak istiyorsak, böyle zayıf bir kullukla yetinmemeli, dünya hayatını nasıl sağlama almaya çalışıyorsak, ahiretimizi de en iyi yatırım yeri olarak görmemiz gerekiyor. Yani tabiri caizse, bazı zamanları Allah’a; bazı zamanları da nefsimize ayırarak, ancak kendimizi kandırır ve gafletimizi daha derinleştiririz. Zira, bütün zaman ve mekanlar Allah’a aittir. Biz dahi O’nun mülküyüz. O halde, nasıl oluyor da bazı vakitlerimizi O’na ayırmakla, kulluğumuzu tamamladığımızı düşünmekteyiz! O (cc) bizi her an görüp gözetmekteyken, her türlü nimetiyle bize kendini hatırlatıyorken, bize yaşamamız gereken hayatın programını göndermişken; nasıl oluyor da biz kendi kafamıza göre bir hayat tarzını benimseyebiliyor, günlük programımızı belirlerken, ‘Dünyayı ahirete göre yaşama’ prensibine kayıtsız kalabiliyoruz? Evet, gaflet insanın kendi kendine ve kendi bildiğine göre yaşaması demektir. Yani, nefsinin arzu ve heveslerine göre bir hayat… Peki, insanı gafletten kurtaracak olan nedir? Diye sorulacak olsa, deriz ki, yine insanın kendisidir. Şu dünya hayatında insana, en büyük dost da düşman da yine kendisidir. Bu nasıl olur? Diye sorarsanız, şöyle deriz; imtihan yeri olan dünya hayatının kuralı böyle işlemektedir de ondan. İnsanın imtihanı, Allah (cc) tarafından tamamen kendi iradesine bırakılmıştır. Hayrı ve şerri seçme iradesine sahip insanoğlu, hangisini isterse onu tercih edebilir. Üç düşman, üç silah Kulluk serüveninde insanın en büyük üç düşmanı vardır; nefis, şeytan ve dünya sevgisi. Ve bu üç düşman, insanın iradesine doğrudan tesir edemezler. Onlar ancak; heves yoluyla tahrik etme, vesvese yoluyla özendirme ve süslü görünerek yanıltma gibi silah ve oyunlara sahiptirler. Allah-u Zülcelal bu üç büyük düşmana karşı insana; değerlendirme ve anlama hizmeti veren akıl; ilahi ilim ve hikmet (Kur’an ve Sünnet) ve doğru ile yanlışı sezme, hissetme melekeleri (kalp ve diğer latifeler) vermiştir. Dolayısıyla insanın, arkasına saklanacağı hiçbir mazereti yoktur. Gafletten kurtuluş İşte bu sebeple, eğer kendisi istemezse kimse yardım edemez kişiye. Demek ki, kişiye yardımcı olabilecek ilk şey yine kendisidir. O zaman kişi kendisinden başlayacak, gafletten kurtuluş yollarını bulmaya. En başta da inanması gereken konulara tam iman etmiş mi, sonra amel etmesi gerekenleri tam biliyor mu ve onlarla amel ediyor mu? Yani Allah’ın emir ve yasaklarına tam olarak uyuyor mu? Son olarak da inandığına ve yaptığına hangi niyetle ve kalbi bir durumla yaklaşıyor, yani samimiyet ve ihlası var mı? İşte bunları, aşama aşama yerine getirmek gerekiyor. Üşenmeden, bıkmadan ve yılmadan. Yavaş ve tadına vararak, sindire sindire... "İlim, amel ve ihlas” üç temel mesele… İşte bizim kulluk yolculuğumuzun anahtar şifresi. Bunları bilmiyor ve uygulamıyorsak, boşuna kendimizi kandırmayalım, ‘Ben Allah’ın kuluyum’ diye… Biz O’nun için ‘kuluyum’ diyoruz ama bakalım O (cc) bizim için ‘kulumdur’ diyor mu!... Kaynak Eserler: Bediüzzaman Said-i Nursi; Risale-i Nur Külliyatı. Herevi; Reşahat Aynu’l hayat. İbn-i Arabi; Fususu’l Hikem. İmam-ı Gazali; İhya-yı Ulumu’d Din, Dalaletten Hidayete. İmam-ı Rabbani; Mektubat-ı Rabbani. Mevlana Celaleddin-i Rumi; Mesnevi. Seyda Muhammed Konyevi; Kalplerin Şifası Sohbetler, Cennet Yolunun Rehberi, Üç Büyük Düşman; Nefis Şeytan Dünya. S.Abdülkadir-i Geylani; Sohbetler, Futuhu’l Gayb. Şehabüddin Sühreverdi; Avarifu’l Mearif.SÜLEYMAN KARAKAŞ |
30 Aralık 2007, 19:55 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Gaflet Sinsi Bir Tehlike Gaflet İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinliyorlar.(Enbiya Suresi, 1-2) Giriş Küçük bir çocuğun mutlu ve neşeli tavırları insanları imrendirir. Çünkü, büyükleri için oldukça önemli olan, üzerinde uzun uzun düşündükleri, ciddi kararlar aldıkları, tepki gösterdikleri olayların onun için bir anlamı yoktur. Örneğin, ne ekonomik krizler, ne doğal afetler, ne dünyada yaşanan savaşlar, ne de uygulanan zulümler onun için bir şey ifade etmez. Etrafında olup bitenlerden habersiz bir şekilde acıkmak, susamak ve oyuncağını kaybetmek gibi nedenlerin dışında hiçbir şeyden huzursuzluk duymadan kendi dünyasında yaşar. Huzurunun kaçmasına neden olan bu sebepler olmadığı sürece de şuursuzca uyumaya, oynamaya ve gülmeye devam eder. Ne var ki, birçok insanın -her ne kadar ilk bakışta fark edilmese de- şuur olarak bu küçük çocuktan pek farkı yoktur. Bu şuursuzluk, Allah'ın ve ahiretin varlığı, kendisinin yaratılış amacı, ölümün mutlaka gerçekleşecek kesin bir gerçek olduğu, öldükten sonra her yaptığının hesabının Allah'a muhakkak verilecek olması gibi en önemli gerçeklerin kavranmasında yaşanır. İnsanların büyük bir çoğunluğu, Allah'ın açık ayetlerinden, emir ve yasaklarından habersiz bir şekilde, sadece kendi istek ve arzuları doğrultusunda yaşarlar. Bu insanların, dünya nimetlerine sahip olmak, mutlu olmak, eğlenmek, nefsani arzularını tatmin etmek dışında başka bir istekleri yoktur. Sadece dünyanın çekici süsüne ilgi duyar ve istedikleri şeylere sahip olmak için yaşamları boyunca çaba harcarlar. En büyük sıkıntıyı ise, bu çabalarının boşa çıkması ya da ellerindekini yitirmeleri sonucunda yaşarlar. Oysa yalnızca kısa bir süre yaşadıkları dünya hayatı herşeyiyle bir gün sona erecektir. Onlar ise, kendileri ve Allah'ın hoşnutluğundan uzak bir hayat süren diğer insanlar için hazırlanmış olan şiddetli ve ebedi azaptan habersizdirler. Büyük bir korku ve sıkıntı duyacakları ahiret gününe doğru ilerlerken dünyanın geçici süsüne tutkuyla bağlanıp sadece dünyevi tutkularını kaybetmenin endişesini ya da üzüntüsünü duyarlar. İnsanların, Allah'ın açık delillerine, emir ve uyarılarına rağmen gösterdikleri bu şuursuz, kayıtsız ve ilgisiz tutumlarına "gaflet" adı verilir. Allah her insan için bedeni de dahil olmak üzere, baktığı her yerde Kendi varlığını hatırlatacak türlü güzellikler ve nimetler yaratmıştır. Hayatımızın her anı, gözümüzü çevirdiğimiz her yer, saymaya güç yetiremeyeceğimiz yaratılış mucizeleriyle donatılmıştır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmektedir: Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164) Sabah kalktığınız andan itibaren akşam tekrar yatana kadar yaptıklarınızı, karşılaştığınız olayları ve görüntüleri düşünün. Uyandığınızda ve aynaya baktığınızda, uzun bir uykudan sonra tekrar canlanan ve sizin hiçbir müdahaleniz olmadan, kendiliğinden tüm fonksiyonlarını eksiksizce sürdüren bedeninizi görürsünüz. Tek bir hücrenin çoğalmasından meydana gelen, şu anda da yaklaşık 100 trilyon hücreden oluşan, simetrik ve estetik bir görünüme sahip, siz hiç farkında değilken içinde peş peşe yüzlerce kusursuz ve karmaşık işlemin meydana geldiği bedeniniz bir gün önceki haliyle karşınızdadır. Ancak çoğu insan bu gerçeklerin şuurunda olmadan hareket eder. Sabah kalktığında aynaya bakarken genelde yüzünün genel görünümü, bakımı veya saçlarının şekli dışında başka bir şeyi aklına getirmez. Zihninde genelde iş, okul ya da gün içinde yapacakları dışında bir düşünce yoktur. Oysa çoğunluğun dikkatinden kaçan gerçek şudur: Yeni başlayan bir günle tüm insanlara Allah'a yönelmeleri ya da O'na olan yakınlıklarını artırmaları için yeni bir fırsat daha verilmiştir. Belki de bu fırsat kişiye tanınmış son bir fırsattır. Kim bilir belki de o gün dünyada geçireceği son gündür. Ne yazık ki, insanların büyük çoğunluğu kendilerine verilen bu fırsatın farkında değildir. Bu nedenle de genelde zihinlerini, Allah'ı değil kendilerini ya da çevrelerindeki insanları hoşnut etmeyi düşünerek ve bunun planlarını yaparak meşgul ederler. Bu durumu bir örnekle açıklayalım: Bir bilgi yarışması düşünün. Yarışmayı kazanana çok büyük miktarda para verilsin. Yarışma sırasında acaba yarışmacı nasıl davranır? Soruları dinleyip cevaplarını düşünmek yerine etrafına bakınıp oyalanır, soruyu soran sunucunun elbisesini, ses tonunu, saçını mı eleştirir ya da sorunun cevabını düşünmek yerine yarın ne yapacağını, ne giyeceğini mi düşünür? Tam tersi bu kişi büyük bir dikkatle sunucuyu dinler, şuuru tam açıktır. Kısıtlı süresini iyi değerlendirmeye çalışır. Cevabı bulmak için konsantre olur. Başarılı olabilmek için muhakkak ki konu dışındaki hiçbir şeyle ilgilenmez. Aksine elindeki fırsatı en güzel şekilde değerlendirmeye çalışır. Ama söz konusu az önce saydığımız türden anlamsız davranışlarda bulunursa, yarışmacının büyük bir şaşkınlık, şuur kapanıklığı, akılsızlık, kısaca gaflet içinde olduğunu düşünürüz. Ancak çoğu insanın içinde bulunduğu gaflet hali verdiğimiz bu örnekten çok daha ciddi boyutlardadır. Bu gaflet hali, insanların, Allah'ın kendilerini kulluk etmeleri için yarattığının bilincinde olmadan, Allah'ın emir ve yasaklarından tamamen uzak bir hayat yaşamalarıdır. Gaflet tüm insanları dikkatli olmadıkları ve Allah'a gönülden boyun eğmedikleri sürece tehdit eden çok büyük bir tehlikedir. Çünkü gaflette olan ya da gaflete sürüklenen bir kişi Kuran'da belirtilen tüm emir ve yasaklara samimi bir şekilde uymadığını, ayrıca her an gaflete kapılabileceğini ya da düşünmediği sürece içinde bulunduğu durumu fark edemez. Dolayısıyla, bu kitabı eline alan her okuyucu, kendisinin de gaflette olabileceğine ihtimal vererek okumalı, kendini "müstağni", yani bu sinsi tehlikeden uzak ve güvende görmemelidir. Çünkü Rabbimiz Kuran'da, "Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden." (Alak Suresi, 6-7) şeklinde buyurmuştur. İnsan, ancak müstağniyetten kaçındığı zaman Kuran ayetlerini rehber edinerek kendi durumunu tahlil edebilir, eksiklerini ve hatalarını düzelterek, ihmal ettiği konuları telafi edebilir. Çünkü insanın sürekli gaflet içinde kalmasının ve gafletin derinliğinin gün geçtikçe artmasının en büyük sebebi kişinin kendini eksiksiz ve kusursuz görmesi, halinden memnun olmasıdır. Bu kitabın amacı, gafletin Kuran'a göre tanımını yapmak ve insanları bu sinsi tehlikeye karşı uyarmaktır. Aynı zamanda, kimi insanların bilinçsizce ve cahilce içine düştükleri gaflet halini fark etmelerini sağlayarak, bu durumdan kurtulmalarına yardımcı olmak ve müminleri şeytanın bu sinsi tuzağına karşı her an uyanık ve dikkatli olmaya davet etmektir |
30 Aralık 2007, 19:56 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Gaflet Gaflet Hali Gaflet hali, girişte de kısaca tanımladığımız gibi, kişinin, Allah'ın ve ahiretin varlığından habersiz olması ya da haberi olduğu halde bu bilginin gerektirdiği bilinç ve sorumluluğu, davranış şeklini göstermeyerek, kayıtsız ve umursuz bir tutum içinde bulunmasıdır. Gaflet hali kimi zaman iman eden bir kimse için kısa süreli, geçici bir unutkanlık ya da dalgınlık şeklinde olabildiği gibi kimi zaman da Allah'a iman etmeyen ya da O'na ortak koşanlarda olduğu gibi tüm yaşamlarını ve yaşamlarının her ayrıntısını kaplayacak derecede derin olabilir. Dünya üzerinde pek çok insan, yaratılış amacını düşünmeden, nefsinin arzularıyla oyalanıp boş ve yararsız işlerle uğraşarak şuursuzca yaşamını sürdürür. "Gününü gün etme" mantığıyla, sadece dünyadaki nimetlerin en iyisine ve en fazlasına sahip olmayı hedefler. Onun için önemli olan, "dünyaya bir daha mı geleceğiz" düşüncesiyle bu zamanı en iyi şekilde değerlendirmektir. Bu yüzden de yaşadığı zaman dilimine sadece, kendince en fazla zevki ve eğlenceyi sığdırmaya çalışır. Öleceğini bilir, ancak öldükten sonra kendisini bekleyen ebedi azaptan habersizdir ya da Allah'ın üstün gücünü kavrayamadığı için bu azabın şiddetini düşünmez. Oysa bu azabın şiddeti Kuran'ın pek çok ayetinde tarif edilmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir: ... O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165) Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26) İçine atıldıkları zaman, kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler. Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: "Size bir uyarıcı gelmedi mi?" (Mülk Suresi, 7-8) ... Çılgın ateş olarak cehennem yeter. Ayetlerimize karşı inkara sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 55-56) Gaflet içindeki insanların çoğu Allah'ın varlığını bilir, ancak O'na kesin bir bilgiyle iman etmez, teslim olmazlar. Bu nedenle de hayatlarındaki her zorlu ve sıkıntılı olayda, tevekkülsüzlüklerinden dolayı derin bir acı ve üzüntü duyarlar. En küçük sıkıntıların bile, hayatlarını alt üst etmeye yettiği bu kimseler toplumda karamsar, mutsuz ve bunalım içindeki insan tiplerini oluştururlar. Oldukça boş ve yararsız işlerle geçirdikleri uzun zamanları "yoğunluk", "meşguliyet" olarak nitelendirirler. Bu "boş yoğunlukları" nedeniyle de kendilerini önemli ve yeterli hissederler. Oysa bu yoğunluk, gaflet içindeki insanın şuursuzluğunu körükleyen boş bir oyalanmadan başka bir şey değildir. İnkar edenlerin boş oyalanmaları ayetlerde şöyle tarif edilmektedir: O inkâr edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir. (Hicr Suresi, 2-3) Gaflet, Allah'ı ve ahiret gününü unutmuş insanları çepeçevre sarmış sinsi bir hastalık gibidir. Bu, insanın zihnini uyuşturan, aklını örten bir hastalıktır. Bu uyuşukluk ve şuursuzluk içinde insan kendisini kuşatan ve bekleyen gerçeklerin farkına varamaz. Bu nedenle gaflet halindeki insanlar görebilme, duyabilme gibi duyulara sahip olmalarına rağmen, gördüklerini ve duyduklarını değerlendirme, muhakeme etme yeteneğini kaybetmişlerdir. Çünkü kendilerini saran gaflet akıllarını örtmüştür. Gaflet içindeki insanlar tüm zamanlarını nefislerinin sınırsız isteklerini tatmin etmek için sarf ederler, başka bir şey düşünmezler. İstek ve tutkularını, tüm benliklerini adadıkları birer ilah edinmişlerdir. Onların durumu Kuran'da şöyle bildirilir: Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan Suresi, 43-44) Gafletin önemli özelliklerinden biri de kişinin gerçeklerden uzaklaşıp hayal dünyasında yaşamasıdır. Örneğin gençler, sürekli gelecekle ilgili hayaller kurarlar ve zihinlerini yalnızca bununla meşgul ederler. Kurulan hayaller sonucunda da sanki bu hayaller gerçekmiş gibi mutluluk duyarlar. İleriki yaşlarda ise insanlar daha sınırlı hayaller kurarak, daha çok hatıralarıyla zaman geçirir ve bunlarla yaşarlar. Çok kısa bir zaman içinde yakınlarına anlatacak pek çok anı bulabilir ve bunları dile getirirken o anki heyecan veya hüznü adeta yeniden duyarlar. Görüldüğü gibi gaflet içindeki insanların zihinleri, hayaller ve hatıralarla yoğun bir şekilde meşguldür. Ama asıl düşünülmesi gereken ahiret günü, cennet ve cehennem gibi gerçekleri göz ardı ederler. Bu insanlar ne fikirlerinde ne de kalplerinde Allah ile bağlantı halinde değildirler. Gafil insan, gerçekleri, hayaller ve hatıralar arasında yalnızca istenmeyen, puslu ve karanlık bir kare olarak algılar ve gerçekler bir an aklına geldiğinde bunları düşünmekten vazgeçip hemen kendince toz pembe düşlerine geri döner. Gaflet, gözleri bozuk olan bir insanın, nesneleri ve insanları yalnızca puslu ya da karmaşık şekillerden ibaret görmesi gibidir. Bu durumdaki insan, gördükleri hakkında detaylı bir bilgiye sahip olamaz. Ancak gözlük taktığında, görüntü netleşir ve herşeyi en ince ayrıntısına kadar görebilir. Artık görüntüdeki netlik sayesinde, gözlükler olmadığında ne kadar az gördüğünün, hatta göremediğinin tam olarak farkına varacaktır. Gaflet içindeki bir insan için de benzer -ancak çok daha ciddi ve önemli- bir algı eksikliği söz konusudur. Gaflet içindeyken insanın Allah'ın varlığını, üstün izzet ve şerefini gereği gibi takdir edebilmesi mümkün değildir. Ancak samimi bir şekilde kalben Allah'a yöneldiği, dua ettiği, tefekkür ettiği ve Allah'ın sınırlarına riayet ettiği zaman içinde bulunduğu gafletin boyutlarının farkına varacaktır. Bunun sonucunda ise, gafletin neden olduğu kavrama bozukluğu Allah'ın izniyle kalkacak, gerçekleri açık ve net bir biçimde görüp kavrayacaktır. |
30 Aralık 2007, 19:57 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Gaflet İnkar edenlerin gaflet hali Allah'ın varlığını inkar edip, O'nun adının anılmasına dahi tahammül edemeyenlerin içinde bulunduğu durum, gafletin insanı dünyada sürükleyebileceği en son noktaya bir örnektir. Tamamen inkar bataklığına saplanmış olan bu insanlar, Allah'ın sevmediği ve kınadığı, kötü, çirkin ve yanlış olan pek çok özelliği üzerlerinde barındıran kişilerdir. İnkar eden bu insanlar, isyankar, kibirli, bencil, asabi, yalancı, riyakar, dengesiz bir yapıda, her türlü kötülüğü yapmaya hazır kişilerdir. Menfaatleri söz konusu olduğunda anne-babalarını bile tanımayan bu insanları dünya hırsı kaplamıştır. İstediklerini yapmakta hiçbir engel tanımazlar. Karşılarına çıkan engelleri aşmak için her türlü sahtekarlığı, ahlaksızlığı ve sınır tanımazlığı yapmakta bir sakınca görmezler. Vicdanlarını tam olarak örtmüş olan bu insanlar, merhamet, şefkat ve acıma duygularını da yitirmişlerdir. Çevrelerine karşı her türlü duyarlılıktan yoksundurlar. Sadece kendileri için yaşarlar. Zihinlerinde nefislerinin bencil istek ve tutkularını tatminden daha önemli bir düşünce yoktur. Gaflet onları öyle sarmıştır ki, kendileri Allah'ı asla anmadıkları gibi, Allah'ın adının anılmasına bile tahammül edemezler. Bir Kuran ayetinde onların bu durumu şöyle ifade edilir: Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır... (Zümer Suresi, 45) Ahireti inkar eden bu insanlar, vicdanlarını rahatlatmak ve kendilerini temize çıkarmak için din aleyhinde konuşmalar yaparak diğer insanları da kendileri gibi inkara sürüklemeye çalışırlar. Kendilerini bekleyen sonsuz azaptan habersiz olan bu insanlar yaptıkları kötülüklerin şuurunda değildirler. Derin gaflet içindeki bu insanların durumu Kuran'da şöyle tarif edilmektedir: Ahirete inanmayanlara gelince; Biz onlara kendi yaptıklarını süslemişiz, böylece onlar, 'körlük içinde şaşkınca dolaşırlar'. İşte onlar; en kötü azab onlarındır ve ahirette de en büyük kayba uğrayanlardır. (Neml Suresi, 4-5) Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır, bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır, bununla görmezler, kulakları vardır, bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179) Görüldüğü gibi, sonsuz azabın kendilerini beklediğini görmezlikten gelen inkarcılar kendilerini saran gaflet nedeniyle, Kuran'da hayvanlardan daha aşağı bir konumda tarif edilirler. Kuran'ın tarifiyle, "gafil" olan bu insanların, hayvanlar gibi sadece yiyip içmek ve hoşlarına gideni yapmak dışında başka bir gayeleri yoktur. Bir başka ayette de yalnızca dünyaya odaklanarak yaşamlarını sürdüren gaflet içindeki inkarcıların durumu şöyle tarif edilmektedir: Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı (zahir) bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır. (Rum Suresi, 7) Sadece dünya hayatını düşünerek hareket eden bu insanlar, her devirde kutsal kitaplar, peygamberler ve imanlı insanlar vasıtasıyla, kıyamet gününe ve mutlaka hesaba çekilecekleri gerçeğine karşı uyarılırlar. Yaptıkları kötülüklerin suç olduğu ve bu suçların karşılıksız kalmayacağı, ceza günü ile muhakkak karşılaşacakları hatırlatılır. Eğer Allah'ın emir ve tavsiyelerini uygulamazlarsa, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, kötülüklerle dolu bir yaşam sürdürürlerse, bu durumda sonsuz cehennem azabını tercih etmiş olacakları kendilerine anlatılır. Bu durumda söz konusu insanların Allah'ın uyarılarını dikkate alarak, bütün hal ve hareketlerini, bunların hesabını sorgu gününde verebilecekleri şekilde düzenlemeleri gerekir. Ancak Allah her türlü uyarıya rağmen, bu çok açık ve net gerçeklere karşı kimi insanların kayıtsız kalabildiğini Kuran'da şöyle bildirmektedir: İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Onlar, ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 1) |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Konuyu değerlendir | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Gaflet Uykusu | iklimya | Kur'ân-ı Kerim Genel | 4 | 23 Mart 2023 16:32 |
İnsan hangi hal üzere olursa olsun, imtihan vaktindedir, gaflet anı zafiyettir…/Musta | Mustafa CİLASUN | Makale ve Köşe Yazıları | 0 | 25 Eylül 2013 16:04 |
Nefsi Saran Şeytan üçgeni; heva, şehvet, gaflet... | YaŞuHa | Muhtelif Konular | 0 | 08Haziran 2011 13:32 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|