Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Ölüm-Ahiret-Sırat-Mizan-Kader (https://www.forum.medineweb.net/656-olum-ahiret-sirat-mizan-kader)
-   -   Ölüm (https://www.forum.medineweb.net/olum-ahiret-sirat-mizan-kader/20330-olum.html)

YaŞuHa 13 Aralık 2011 12:52

Ölüm
 
Ölüm
Hafif bir titremeden sonra:
- “Okuduğum Fâtiha”yı nasıl buldun baba, dedi.
Baba: - Fâtiha’yla bana nasıl bir mesaj verdiğini Arapça bilmediğim için anlayamadım, sadece dinledim.
- Sahi niçin okudun?
Genç: - Fâtiha Sûresi ölmüşlerin hayat pınarıdır baba.
Baba: - Nereden biliyorsun?
Genç: - Bütün mezar taşlarında yazıyor... Hatta sizin me­zar taşınızda bile “Ruhuna Fâtiha” yazmıyor mu?
Baba: - Onu oraya ben yazmadım ki?
Genç: - Kabir taşlarına, “Ruhuna Fâtiha” dua talebini kim, ne zaman yazdırıp kültürümüze sokmuş bilmiyorum. Annemin ısrarından ve taşlara dua talebi işlendiğinden dolayı Fâtiha okudum. Sizce ne sakıncası olabilir ki?
Baba: - Yer altından ve bu taraftaki âlemin gelişmeler­den habersiz olduğun için anlaman biraz zor. Ama ister­sen:
- lhfzlfkhlknýuzhfnj kitabını alıp burada okuyabi­lirsin.
Bilgi dağarcığına yabancı kelimelerden oluşan cüm­leyi anlayamayan genç:
- Anlayamadım baba, dedi.
Baba: - Tekrar edeyim oğlum:
lhfzlfkhlkný şimdi anladın mı?
Genç: - Yine anlayamadım baba... Ama istersen hece hece söyle. Belki o zaman anlarım.
Baba: - Oğlum! Harf harf de söylesem yine anlamaz­sın.
Genç: - İsteğiniz kitabı alıp okuyabilmem için, anladı­ğım dilden ko­nuşmanız lâzım. Aksi halde talebine cevap veremem...
Baba: - İşte bak evladım! Karşı tarafın anladığı dilden ko­nuş­mazsan gereken mesajı vermemiş olursun. Bilmem an­latabildim mi?
Zihninde inkılaplar yaşayan genç:
- Ne demek istediğinizi şimdi daha iyi anladım baba, dedi.
Baba: - Güzel... O zaman şimdi hemen kitapçıya git.
Genç: - Hemen gideceğim... Yalnız öğrenmek istedi­ğim bir şey var...
Baba: - Neymiş o?
Genç: - lhfzlfkhlknýin türkçesi?
Baba: - Kitapçıya git ve mealli bir Kur’ân al. Nasıl ama?
Genç: - İşini çok iyi biliyorsun baba... Hemen gidiyo­rum.
Kabristandaki tek canlı hücre, her biri bir labirenti andıran mer­mer mezarlar arasından minibüs durağına geldi. İlk gelen minibüse bine­rek yaşlı bir amcanın yanına oturdu.
Gencin yüzündeki durgunluk ve mezarlık durağında bin­miş olmasından dolayı:
- Kabir ziyaretinden mi?, dedi yaşlı amca.
Genç: - Evet! amca... Babamı ziyaret ettim.
Yaşlı amca: - Allah rahmet etsin evladım!... Sırası ge­len gidi­yor... Hayat bu... Bugün varsın yarın yok....
Genç: - Haklısınız amca...
Yaşlı amca: - Sesim güzeldir... İstersen bir Fâtiha da ben okuyayım?
Genç: - Sevinirim...
Yaşlı amca Fâtiha Sûresi’ni okuduktan sonra mini­büsteki tüm yolcular:
- Âmiiin, dediler.
Genç: - Ağzına sağlık amca... Gerçekten de çok güzel okudunuz... Ama anlayamadığım bir şey var...
Yaşlı amca: - Sor, söyleyeyim.
Genç: - Fâtiha’yı okurken iyyâke na’bûdü ve iyyâke nastaîn, dediniz. Arapça bilmediğim için anlayama­dım. Sahi ne demek bu iy... ta’in?
Beklemediği bu soru karşısında donakalan yaşlı amca:
- Hay Allah! Nerden çıktı bu soru... Nasıl derim bilmiyorum evladım!. Demezler mi; eşek kadar olmuş, oku­duğu Fâtiha’nın ne manaya geldiğini bilmiyor...
Yıllardır Fâtiha okurum... Hele de bu güzergâhta... Nasıl düşünmedim?... İyisi mi en yakın durakta ineyim de şu sı­kıntıdan kurtulayım.
Amcanın yüzünün renkten renge girmesi Fâtiha der­sine çalışmadığını göstermişti. Küçük bir kağıda, babası­nın şok uyarısını yazıp gizlice amcanın cebine koydu.
Minibüsün durağa yaklaşması yaşlı amcanın sıkıntı­dan kurtulmasına yardımcı olmuştu.
- Müsait bir yerde dur evladım! dedi amca. Daha sonra mahcubiyet kokan bir ses tonuyla:
- Bilmiyorum evladım!, dedi.
Tam inecekken:
Genç: - Cebinize gizlice koyduğum kağıdı okumanızı tav­siye ediyorum, dedi ve minibüs gazladı gitti.
Yıldırım hızıyla cebindeki kağıdı çıkararak, büyük bir me­rakla okumaya başladı.
Karşı tarafın anlamadığı dilden, ya da ne dediğini bilme­den konuşursan, hem gerekli mesajı verememiş olur­sun hem de kendinle çelişirsin.
Az önce ruhuna Fâtiha okuduğu merhuma ait olan bu uyarıyı kü­çük bir çocuktan almış olması, biraz daha mahcup et­mişti amcayı...
“Vay be!.. Bacak kadar çocuktan ders almak ha!” dedi, yaşlı amca.
* * *
Uzun zamandır uğramadığı kitapçılar çarşısında genç bir tezgâhtarı olan kitapçıya giderek:
- Mealli Kur’ân var mı?, dedi.
Tezgâhtar: - Kimin mealini istiyorsun?, deyince:
- Kaç tane Kur’ân var? dedi genç.
Gencin İslâmî piyasaya yabancı olduğunu ve Kur’ân’ın na­sıl bir kitap olduğunu bilmediğini anlayan tezgâhtar, kısa bir açıklamada bulunduktan sonra:
- Ne yapacaksın mealli Kur’ân’ı?, diye sordu.
“Kur’ân’ı Arapçasından okuyarak Al­lah’ın benden nasıl bir kulluk beklediğini öğrenmek için, mealinden okuyup anlamaya çalışacağım.” demesini bekler­ken:
Genç: - Ölen babamın kabrine gidip Fâtiha’yla ba­bama nasıl bir mesaj vereceğimi öğreneceğim dedi.
Daha sonra tekrar uğrayacağı sözünü veren genç, bir saat sonra kabristanda babasının mezarının yanı başında Fâtiha Sûresini açarak mealinden okumaya başladı:
- Elhamdûlillâhi rabbil âlemîn...
Baba: - Yâni?
Genç: - Tüm övgüler, tüm güzel sözler sadece ve sa­dece âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.
Baba: - Doğru... Peki okuduğun ilk âyetten ne anlı­yorsun? Yâni, niçin tüm güzel sözler Allah’ın? Âlemle­rin Rabbi olmak, ne demek?
Genç: - Okuduğum mealde bunlar yazıyor... Ama is­ter­sen daha geniş bilgi için kitapçıya sorarım... Daha sonra konuşsak?
Evladını daha fazla sıkıştırmak istemeyen baba:
- Kabul... Devam et bakayım...
Babasının bu sözü karşısında rahatlayan genç:
- “O Rahmân ve rahîmdir.
Din Günü’nün mâliki olan Allah’tır.
Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dile­riz.”
Baba: - İşte burada dur, evladım! Son okuduğun âyeti tekrar oku.
Genç: - Yalnız sana ibadet eder...
Baba: - Sence ben namaz kılabilir miyim?
Genç: - Sen ölmüşsün baba... Böyle bir şey sizin için mümkün değil...
Baba: - Sence ben oruç tutabilir miyim?
Genç: - Hayır!..
Baba: - Peki sâlih amel işleyebilir miyim?
Genç: - Yine hayır!..
Baba: - O âyeti bir daha oku evladım!.
Genç: - Yalnız sana ibadet eder...
Baba: - Bir daha oku...
Genç: - Yalnız sana ibadet eder...
Baba: - Madem ibadet etme ve yardımın sadece Al­lah’tan geldiğini bilip, Ondan bir şeyler talep etme im­kânım elimden alınmış, peki neden bana okudun? Sa­kın ola bu âyetlerin muha­tapları diriler olmasın?
Genç: - Bu kadar ince düşünmemiştim baba...
Baba: - Bunu anlamak için âlim olmaya gerek yok evladım!.
Genç: - Devam etsem?..
Baba: - Tabi...
Genç: - Kendilerine (lütfûndan) nimet verdiğin (iyi) kim­selerin yoluna (ilet); gazaba uğramışların ve sapanla­rın değil. (Âmin).
Babasının düşüncelerini paylaşırcasına:
- Sahi, Allah seni nasıl doğru yola iletsin ki? Sen öl­müş­sün. Sanki bir ses bu âyetin muhatabının...
Baba: - Hele şükür!..
Genç: - “Okuduğum Fâtiha”nın sana hiç mi faydası ol­madı baba?
Baba: - Kur’ân’dan âyetler (Fâtiha) okuduğunda se­nin sağ­ındaki defterine sevaplar yazılmıştır. Sen burada değil de, uzayda da okumuş olsan sana faydası vardır.
Sâlih bir evlat yetiştiren babanın, defteri her zaman açıktır evladım!.. Yaptığın her iyiliğin karşılığı, eksilmeksi­zin defte­rime yazılır.
Hatta sen:
- “Allah’ım! Okuduğum Fâtiha’nın sevabını babama yaz­dırma!” desen bile, o benim defterime yazılır.
Güneşin sahneden yavaş yavaş geri çekilmesi zama­nın bir hayli geçtiğini gösteriyordu. Annesini daha fazla beklet­memesi gerektiğini hatırlatan babanın nasihatine kulak veren genç:
- Yine geleceğim baba, diyerek biraz heyecan biraz da ka­ranlığın verdiği ürpertiyle babasını ölüler diyarında yalnız bırakarak, tiyatro sahnesin­deki yerini almak için düşünceli adımlarla ölüler diyarını diriler kentine bağla­yan karayolunu kullanarak eve kadar geldi.
Birazcık geciktiğini hatırlatan annesi:
- Nasıl geçti?
Genç: - Çok güzel... Çok iyi dersler çıkardım anne... En yakın zamanda tekrar gitmeyi düşünüyorum diyerek çalışma oda­sına geçip, “hayatı anlamak” başlıklı günlük yazısı için not defterini açtı...
HAYATI ANLAMAK
15/09/2002
İnsanoğlu doğar, büyür ve ölür. Ama ne hikmetse hiç öl­meyecekmiş gibi yaşar. Hep “bu tarafı” düşünür. “Öteki taraf” hiç aklına gelmez. Benim de aklıma gelmiyordu “ö­teki taraf...”
Hayatın hep cıvıl cıvıl, renkli bir şekilde geçmeyece­ğini ve dünya zevkle­ri­nin sınırlı ve geçici olduğunu “öteki tarafa” göçenlerin yur­dundan ba­kınca anladım... Işığı sönmüş sahneden bakılınca anlaşılıyor... Aksi halde hi­kâye!..
Azrail (a.s.)’ın sadece emekliye ayrılanlara uğramadı­ğını, mezar taşlarındaki ölüm tarihlerinden doğum tarihini çıkarınca öğ­rendim. Ben bunu burada değil orada öğren­dim. Kabris­tandaki her mezar taşı adeta birer “muallim.” Her ölü en içten ve samimi duygularla dirilere hayata bakış açılarının ne olması gerektiğini bir ya da iki cüm­leyle öğütlüyor.
Acaba “diri” iken de böyle mi düşünüyorlardı? Zan­netmiyorum. Zira ölen alkolik komşumuzun taşında:
“Acırım, ölümün kendisinden uzak olduğunu zanne­den­lere diye yazılmış olması tezimi doğruluyor zaten...
- Madem ölümün insana çok yakın olduğunu biliyor­dun da niçin kendine çeki düzen vermedin?” Öyle ya...
Şerefli biri olarak yaratılan insanoğlunun ikiyüzlü bir karakterle ya­şa­dığını öğrendim... Ben bunu kabristanda öğrendim... Aksi halde öğrenemezdim
BABAMA KUR’ÂN OKUDUM

Ancak okuyana ve okuyup yaşayana faydası olan Kur’ân-ı, bin yıllık geleneğin kurbanı olarak toprağın yut­tuğu babama okudum...
Ben okudum, o dinledi... Niçin Fâtiha okuduğumu sordu... Bin yıllık gelenekten bahsetmeye çalıştım. “Be­nim nelere ihtiyacım olduğunu biliyor musun?” dercesine, O hep bana “ne okuduğunu biliyor musun? Bana nasıl mesaj veriyor­sun?” diye sordu...
Apışıp kaldım tabi... Yıllardır düşünemediğime mi, yoksa bana anlatılmadığına mı yanayım?
Minibüsteki dedem yaşındaki amca da bilmiyordu... Be­nim bilemeyişim normal karşılanır mı bilemem... Oku­nan Fâtihala­rın ölüye faydasının olup olmaması, öteki âlemdeki hayatın şekliyle ortaya çıkacaktı...
İkinci ziyaretimde sormayı düşünüyorum.
1 AY SONRA
Azrail (a.s.) gelir, ruhu bedenden çekerek, bedeni çü­rü­meye terk eder. Azrail (a.s.)’in gelişini ve gidişini sadece rande­vulaştığı kişi görür. Binlerce kişi arasında sadece vakti dolan görür ve yakîni olarak hisseder...
Daha sonra bu serüven, morg ve yıkama odasıyla devam eder, tabut ve açı­lan mezara defin ile de son bu­lur. Bu işin görünen kısmı... Ama asıl olan şey kabirdeki hayat... Oradaki hayatın nasıl işledi­ğini yine ölenler bilir kuşkusuz... Dirilerin bilmesi - kitapta yazılanlar dışında - im­kânsız...
Önce kitapçıya gidip öteki âlem ile ilgili bilgileri öğ­renerek, ba­ba­sıyla diyaloga geçmek için evden çıktı...
Yarım saat sonra kitapçıya varan genç, tezgâhtara:
- Azrail (a.s.)ın gelişi ve gidişi hakkında bilgilenmek istiyorum, dedi. Nasihat için iyi bir fırsat olduğunu düşü­nen tez­gâhtar, hazır bilgilerini kullanmak yerine, Kur’ân ve hadis kitapla­rına müracaat ederek kalbinin mutmain ol­masını sağladı...
Rengarenk ciltli kitaplar arasında Kur’ân-ı Kerim’i çı­karıp fih­ris­tin yardımıyla En’âm Sûresi’nin 61 ve 62. âyetle­rini açarak oku­maya başladı:
“O, kulları üzerinde mutlak galiptir. Size (bütün amelleri­nizi yazıp gözetmeye) bekçi (melek) ler gönderir. Nihâyet birinize ölüm gelince, elçilerimiz (vazifelerinde) ku­sur etmeksizin onun canını alırlar.
Sonra onlar gerçek Rableri olan Allah’a götürülürler. Haberiniz olsun ki hüküm ancak Onundur ve O, hesap görenlerin en çabuğudur.
Dinlediği âyetlerden yanlış hükümler çıkarmaktan ya da eksik anlayacağından korkan genç:
- Biraz açıklayabilir misin?, diye sordu.
Gencin bu sıcak ve samimiyet kokan sorusuna onun anlaya­cağı bir dille cevaplamaya başladı... Genç pür dik­kat dinliyordu...
“O, kulları üzerinde mutlak galiptir...
Yâni yarattığı tüm canlı ve cansızların yaşaması, bes­lenmesi, büyümesi ve ölümü hep Allah’ın kontro­lünde cereyan eder...
Ondan izinsiz hiçbir dişi gebe kalmaz. Yine Ondan izin­siz bir yaprak dahi düşmez...
Soruyorum sana:
- Bu asırda dünyaya gelmene kim karar verdi?
Genç: - Allah..
Tezgâhtar: - Gözüne görme, kulağına işitme yetene­ğini kim verdi?
Genç: - Allah...
Tezgâhtar: - Uykun geldiğinde gücünü kim alı­yor?
Genç: - Allah...
Tezgâhtar: - İnsanların ölümüne kim karar veriyor?
Genç: - Allah...
Tezgâhtar: İşte gördüğün gibi yaratılan tüm varlıkla­rın gerçek hâkimi Allah-u Teâlâ...
Hem de her şeyin en ufak hücresine kadar hâkim...
İşte, O her şeye hâkim olan Allah-u Teâlâ kulla­rının yaşayışlarını -24 saatini artısı ve eksisiyle- sağ ve sol taraf­larında görevlendirmiş olduğu melekler vasıtasıyla notlu-yor...
Görevinde kusur yapmayan muhasebeci gibi... En ince ayrıntısına kadar notluyor... Yaptığın hiçbir amel onların gözünden kaçmıyor...
Genç: - Ne yâni, şu an sağ ve sol tarafımda iki tane melek mi var?
Tezgâhtar: - Evet!.. Bunu ben demiyorum... Kabris­tanda okuduğun Kur’ân diyor bunu... Yâni Allah diyor...
- Yarın yaptıkların hesap gününde bir film şeridi gibi gözlerinin önüne serilir... En ince ayrıntısına kadar...
Genç: - Sağ ve soldaki meleklerin farkına varmanın ne gibi bir faydası olur?
Tezgâhtar: - Yurt dışından çok sevdiğin iki tane öğret­me­nini gezdirdiğini düşün. Nereleri gezdirirsin?
Genç: - Tarihi mekanları ve onların sevdikleri yerleri gez­diri­rim.
Tezgâhtar: - Mahallendeki kötü arkadaşlarınla tanıştır­mak ister misin?
Genç: - Elbetteki hayır!
Tezgâhtar: - Bilmem anlatabildim mi?
Genç: - Zannedersem anladım. Devam edelim.
Tezgâhtar: - İnsanları yoktan var eden Allah-u Teâlâ, in­sanların, ne zaman, nerede ve ne şekilde öleceğini de bi­lir.
“Allah’ın izni olmadan hiçbir kişi ölmez. Ölüm, za­manı Al­lah’ın ilminde kararlaştırılmış bir yazıdır.” (Âl-i İmrân,145)
Genç: - Hiç kimse ölmek istemez. Hele de hiçbir so­runu olmayan mevki makam sahipleri...
Tezgâhtar: - Sinek bile ölmek istemez... Ölmemek için ka­çar... Ama ecel geldiğinde muhatabı gitmiş olur.
Genç: - Azrail (a.s.)in uğramasından bahsetseniz?
Tezgâhtar: - Tabii... Yine Kur’ân’a müracaat edelim.
Genç: - Bu tür bilgiler sadece Kur’ân’da mı var?
Tezgâhtar: - Elbetteki hayır... Hadis kitaplarına da baka­cağız...
Elindeki Kur’ân’ın 579. sayfasını açıp Kıyamet Sû­re­si’­nin 26-30. âyetlerini okumaya başladı:
ÖLÜM MELEĞİNİN GELİŞİ
“Dikkat edin! Can boğaza gelip köprücük kemiklerine da­yandığı zaman, çare bulan yok mudur? denir. Artık ayrılık vaktinin geldiğini sanır. Bacaklar birbirine dolaşır. O gün sevk Rabbinin huzurunadır.
İşittiği âyetleri babasının cesedi üzerinde canlandıran genç:
- Aman Allah’ım!, dedi.
Ölüm meleği, babamın hiçte beklemediği bir anda gelip:
- Haydi gidiyoruz, diyor.
Babam: - Seni ilk kez görüyorum. Sen kimsin?
Ölüm meleği: - Ruhunu bedeninden söküp almak için gö­revlendirilmiş bir meleğim.
Babam: - Bana sonra uğrasan...
Ölüm meleği: - Neden?
Babam: - Şu anda hazır değilim!..
Ölüm meleği: - Neye hazır değilsin?
Babam: - Kabirde ve öteki âlemde başıma gelecek­lere.
Ölüm meleği: - Sana yeterince vakit verilmedi mi?
Babam: - İnan ki bu yaşta öleceğim hiç aklıma gel­medi.
Ölüm meleği: - Neden?
Babam: - Çünkü yaşım genç ve hiçbir sağlık soru­num da yoktu...
Ölüm meleği: - Kabristana uğramadığın nasılda sırıtı­yor.
Babam: - Bana bir ya da iki ay süre tanısan?
Ölüm meleği: - Bu kadar kısa sürede ne yapabilirsin ki?
Babam: - Borçlarımı ödemeye çalışır, kalplerini kır­dıkla­rından helâllik diler ve vasiyetimi yazarım...
Ölüm meleği: - Yeterince vaktin vardı... Neden dü­şün­me­din?
Babam: - İnsan, hiç ölmeyeceğini zannediyor...
Hep başkaları ölecek, hep sen taziyeye giderek baş­sağlığı dile­yeceksin, hep başkalarının dükkanının ca­mında:
“Cenaze dolayısıyla kapalıyız yazacak...”
Nereden bilecektim ruhumun kapısının tıklanma vakti­nin geleceğini... hem de bu yaşta...
Ölüm meleği: - Bir sene önce geleceğimden haberin ol­saydı ne yapardın?
Babam: - Son yılımı çok iyi değerlendirirdim...
Ölüm meleği “Hiç zannetmiyorum!..” deyip, baba­mın ru­hunu alarak geldiği yere geri götürecek... Ve bu kısa diyaloğu yaşa­yacak vakit bile bulamadan, suyun buhar­laştığı gibi cesedi bırakıp gidecek...
Ve öyle oldu... Aman Allah’ım! Ne kadar da ürkü­tücü!.. O gelecek ve sen gitmiş olacaksın...
Bu kısacık zaman zarfında böyle düşündü genç...
Tezgâhtar: - Daldın...
Genç: - Evet... Bir an babamla ölüm meleğini ko­nuş­turdum...
Tezgâhtar: - Devam ediyoruz...
Ölüm meleği geldiğinde hiçbir profesörün, doktorun, hü­kümdarın, şöhret sahibi birisinin, müdahalesi para etmez. Tüm ça­balar boşu­nadır. Kafesin açılmasıyla kuş uçmuştur ar­tık... Hiçbir tecrübe para etmez. Hiçbir irade müdahale edemez. Çünkü kulları üzerinde tek mutlak hâkim Allah’­tır.
Genç: - Ruhun bedenden ayrıldıktan sonraki yol­cu­lu­ğundan bahsetsen?
Tezgâhtar: - İşte, şimdi hadis kitabına ihtiyaç var.
Masaya yakın olan raftaki hadis kitabını. Fihristin yardımıyla ilgili konuyu bularak okumaya başladı:
BEDENDEN AYRILAN İYİ RUHUN SERÜVENİ
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Mümin kul dünya dan kesilip ahirete dönme duru­muna gelince, gökten ona beyaz yüzlü melekler iner. Sanki onların yüzü güneş gibidir. Onların beraberlerinde cennet kefenle­rinden bir kefen ve cennet kokularından bir koku vardır.
Nihâyet ona gözüyle görebilebileceği bir mesafede otururlar. Ölüm meleği de onun başucuna oturarak:
- Ey temiz ve hoş ruh! Allah’ın mağfiret ve rızasına çık der. Resûlullah (s.a.v.) devamla:
- O da çıkar ve su kabının ağzından damlanın sızdığı gibi (ruh) akar, kolayca çıkar. Melekler de onu alarak, ko­layca çıkar. Melekler de onu alarak yedinci göğe ulaştırır­lar. Allah (c.c.):
Kulumun yazısını iliyyin içerisine yazınız ve onu yer­yü­zünde vücuduna geri iade ediniz buyurur.([Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...])
İşittiği hadisten sonra tekrar babasıyla Ölüm meleğini ko­nuşturdu.
Babam: - Aman Allah’ım! Bu ne güzellik. Rüya da mıyım ben!. Sen! Sen! Kimsin?
Ölüm meleği: - Kötülerin korkulu rüyası (cehennem ha­bercisi), iyilerin müjdecisi (cennet habercisi)yim.
Babam: - Beni Rabbime götürmeye mi geldin?
Ölüm meleği: - Evet!..
Babam: - Ya, Rabbim benden razı değilse?
Ölüm meleği: Razı olmasaydı beni böylesine güzel göre­mezdin... Korkudan dudağın uçuklardı...
Babam: - Eşimden, çocuklarımdan ve çevremden ay­rıl­mak...
Ölüm meleği: - Rabbinin rızasının yanında onların ne kıymeti var... Zaten onlar da, o sahneden ayrılacak­lar...
Ve babam, hiç acı çekmeden, tereyağından kıl çekil­diği gibi ruhu bedeninden çekilip gökyüzüne çıktı...
“Dünya daki rolünü güzel oynayanların mutlu sonu.” diye düşündü...
Acaba babam böyle mi karşılandı?
Acabanın cevabını almak için tezgâhtara:
- Pekâlâ! Müslümanca yaşamayan insana nasıl gözü­kür ölüm melekleri?
Tezgâhtar: - Bu soruyu sormanı bekliyordum. Çünkü in­sanlar iki farklı şekilde karşılanırlar. Sevilen konuk ka­pıda karşıla­nır. Sevilmeyen ise tekme tokat içeri alınır. (Polislerin suçlu zanlıla­rını tekme tokat otolarına aldığı gibi)...
GÜNAHA BATMIŞ RUHUN BEDEN AYRILMASI

Resulullah (s.a.v.) buyurdu:
“Kâfir kul ise, dünya dan kesilip ahirete yönelme za­ma­nı geldiğinde ona kara yüzlü melekler iner. Onla­rın bera­berinde demir kürekler bulunur. Onun gözlerinin önüne otu­rurlar. Sonra ölüm meleği gelir, ta onun başu­cuna oturur ve:
‘Ey pis can! Allah’ın azap ve gazabına çık’, der. Vü­cudu yayılır ve onun ruhunu şişlerin, ıslak yünden çekip çıkarıldığı gibi çıkarır alır. Ondan dünya da bulunabilecek en kötü, leş kokusu gibi bir koku çıkar. Melekler onu gök­yüzüne yükseltirler. Hiçbir melek topluluğuna uğratılmaz­lar ki onlar:
‘Bu ne pis koku!’ dememiş olsunlar. Melekler de dün­ya da çağırıldığı en çirkin ismiyle:
‘Bu filan oğlu filan’, derler. Nihâyet onu dünya sema­sına ulaştırırlar. Kapısının açılmasını isterler de kapı ona açılmaz.”([Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...])
“Acaba babam nasıl karşılandı?” diye düşündü...
Kendisine küçükken babasını kaybetmiş olması onun ya­şantısı hakkında hiçbir ipucu vermiyordu ona.
Babam ya Allah’ın razı olmadığı kullarından ise? İşte o zaman “Eyvah!” dedi ve tekrar babasıyla ölüm meleğini ko­nuşturdu oracıkta.
Babam: - Aman Allah’ım! Bu ne korkunç surat. Sen in misin, cin mi? Yoksa rüya da mıyım?
Ölüm meleği: - Ben ne inim, ne de cin!..
Babam: - Kimsin o zaman?
Ölüm meleği: - Seni ruhunu bedeninden bağırta ba­ğırta söküp, cehenneme sevk edileceklerin bir araya top­landığı ruhlar gurubuna dahil etmek için Allah tarafından gönderil­miş bir mele­ğim.
Babam: - Ama benim bildiğim melekler yaratılış ola­rak nur gibidirler.
Ölüm meleği: - Biz nurdan yaratılmışız. Ve çok güze­liz.
Babam: - İyi güzel de bana hiçte öyle gözükmüyor-sunuz?
Ölüm meleği: - İnsanın ameli güzel ise kendisine gü­zel; ameli çirkin ise kendisine çirkin gözükürüz. Yâni gü­zelliği­mizde hiçbir değişiklik olmaz.
Şu an bizi çirkin olarak görmen, amelinin nedenli çir­kin ol­duğunu gösteriyor...
Babam: - Desene eyvah!?
Ölüm meleği: - Evet... Senin adına eyvah!..
Babam: - Peki son bir fırsat var mı?
Ölüm meleği: Fırsat verildi diyelim... Ne yapacaksın?
Babam: - Amellerimi düzeltmeye çalışacağım...
Ölüm meleği: - Daha önce nerdeydin?
Babam: - Sizinle muhatap olacağım hiç aklıma gelme­mişti...
Ölüm meleği: - Muhatap olduğumuz herkes böyle dü­şü­nü­yor... Hiç gazete de mi okumuyorsun? Hergün canlar alıyoruz... Şehrin göbeğinde, camide, sokakta, dağda, köyde...
Babam: - İnsanın başına gelmeyince ders almı­yor.
Ölüm meleği: - Şu an hangi güç seni bizden kurta­rır?
Babam: - Hiç kimse.
Ölüm meleği: - Başına neler geleceğini biliyor muy­dun?
Babam: - Hayra alâmet olmadığı kesin...
Ölüm meleği: - Niçin bir bilene sormadın, ya da araştır­madın?
Babam: - Dünya meşgalesi... Kadın, evlat ve dünya meş­galesi üçgeninden dışarı çıkıp ta düşünemedim...
Ölüm meleği: - Dünya da kalma süren çok sınırlı... Ölüm­den sonraki hayat ise ebedi... Nasıl olurda ölümden sonra başa gele­cekleri düşünmezsin?
Babam: - Dünya, gözle görülür bir şekilde önünde duruyor. Öteki âlem ise gayb...
Ölüm meleği: - Ama o gayb dediğin şey yaşadığın süre içinde... Ama ölüm gerçeği o gayb perdesini kaldırı­yor...
Zaten öteki âlemdeki hayat şek­li, Kur’ân’da yazı­yordu... Hiç zahmet edip de bakmadın mı?
Babam: - Hiç ciddiye almamıştım...
Ölüm meleği: - Kendin ettin, kendin bul! Haydi gidi­yo­ruz!..
Babam: - Nereye?
Ölüm meleği: - Allah’ın azabını tatmana...
Babam: - Doğru adrese geldiğinizden emin misiniz?
Ölüm meleği: - Adın gibi...
“Korkunç bir diyalog”, diye düşündü. Eğer babam hoş kar­şılanmamışsa, onun adına eyvah!.. En kısa za­manda gidip ba­bama sora­cağım:
Son cümleyi biraz sesli düşününce tezgâhtar:
- Neyi soracaksın?
Düşüncelerinin okunduğunu zanneden genç:
- Babamı karşılayan ölüm meleğini...
Kitapçı: - Öğrendiğin bilgileri test etmeyi mi düşünü­yor­sun?
Genç: - Hayır!.. Sadece babamın Allah katındaki de­ğe­rini öğrenmek istiyorum...
Kitapçı: - Babanın Allah katındaki değerini öğrenme­nin sana ne faydası olacak?
Genç: - Eğer günahkâr olarak göçmüşse onun için dua eder, sadaka verir ve Kur’ân okurum.
Gencin istek ve hevesini kırmamak için çok “gü­zel düşünmüşsün” diyerek moral verdi...
Görüşmek için en kısa zamanda tekrar geleceğini ha­tır­lata­rak, teşekkür edip kitapçıdan ayrıldı.
Kitapçılar çarşısının tam karşısındaki camiden salânın verilmesi, bir cenaze olduğunu haber veriyordu. İkindiyi mütea­kip...
Ölüm hadisesini ensesinde hissetmek isteyen genç kala­ba­lığı yararak en ön safa geçti. En ön saftakilerin hıç­kırıklı ağlama­ları, ölenin birinci derecede yakını ol­dukla­rını düşündürttü.
“Önümde bir ceset var. Ve ben o şahsı tanımıyorum. Onun yaşaması ve ölmesi beni o kadar da ilgilendirmiyor. O yüz­den de ağlama ihtiyacı hissetmiyorum. Bu insanlar ağlıyorlar. Ama niçin?
Acaba ölüm meleğinin, cesede çirkin gözükecek ameller iş­ledi­ğini bildikleri için mi ağlıyorlar?
Öyle ya! Ruhu bedenden bağırtarak çıkarıp Allah’ın aza­bına götürmeleri gerçekten de korkunç. İnsan, ölü için daha doğ­rusu ölünün başına geleceklerini bildiği için ona üzülür ve ağlar.
Ya merhum iyi ameller işlemişse?..
O zaman insanlar niçin ağlarlar? Melekler kendisine çok güzel gözükecekler. Ruhu bedenden acı çekmeden çıkarak, Rabbinin rızasını kazanıp cennete girecekler sa­fına geçecektir. Buraya kadar her şey güzel.
Buna rağmen niçin ağlıyorlar? İki ihtimal var:
1- Merhumun muallak ameller işlemiş olduğunu bil­dik­leri için.
2- Öteki tarafın o kadar da önemli olmadığını düşün­dükleri veya öteyi hiç düşünmedikleri için; ya da mer­humun kendilerini yalnız bırak­tığından dolayı.
“Ağlanacaksa ilk olarak düşündüğü için ağlan­malı... diye”, söylendi kendi kendine.
Daha sonra imam efendi safları düzeltip alışılmışın dı­şında kısa bir vaaz verdi:
- Merhuma Yüce Allah’tan rahmet, geride kalanlara da başsağlığı diliyorum.
Siyah gözlüklülerin tamamı “sağ ol” dercesine “Âmin!” de­di­ler... Hoca efendi sağ eliyle tabutu göstere­rek:
- Rahmetli bir gün öncesinde hangi arabaya binmişti?
Merhumun silah arkadaşları:
- Alman malı Mercedes...
Hoca efendi: - Şimdi hangi arabaya bindi?
- Tekerleği insanlar olan Türk malı tahta ata... Hoca efendi devamla:
- Rahmetli nasıl giyinirdi?
- Modayı yakından takip eder, en lüks mağazalardan giyinirdi...
- Peki şimdi?
Sokak arasındaki dükkanda satılan 8-10 metrelik bir bezle, dürüm oldu...
Neredeen nereye... Arkadaşınızın aklına gelir miydi hiç, musalla taşına iki seksen uzanacağı?
Bir gün sizi de buraya yatıracaklar... Çalışıp biriktir­dikle­rinizi mirasçılarınız paylaşacaklar... Siz biriktireceksi­niz onlar paylaşa­caklar...
Hoca efendiyi pür dikkat dinleyen gencimizin gözleri önünde şöyle bir tablo canlanır:
Hoca efendi devamla:
- Mal biriktirmeye değermiymiş? Ey cemaat!
Cemaatin tamamı: - Değmezmiş, hoca efendi!
Hoca efendi: - Neden değmez?.. Çünkü dünya malı­nın ta­mamı dünya da kalır... Kirli çorabına kadar... Dünya malından hiçbir şey öteki tarafa taşınmıyor.
Hoca efendi sorgulamaya devam eder:
- Tabuta merhum dışında bir şey koyduk mu, ey ce­maat!?
Cemaat: - Hayır!.. Hoca efendi!
Hoca efendi: - Merhumun yanında iki şey daha var. Sevapları ve günahları. Bunları düşünmüş müy­dü­nüz?
Cemaat: - Düşünmemiştik, hoca efendi!
Hoca efendi: - Günahları affolunmamışsa, merhu­mun ba­şına nelerin geleceğini biliyor musunuz?
Cemaat: ?
Hoca efendi: - Ben biliyorum. Cehennem!
Bu arada sahnedeki sanatçıdan, kağıda yazıp şarkı ister gibi içinde soru bulunan iki kağıt parçası hoca efen­diye uzatı­lır...
Kağıtların birinde:
“Hocam sizi daha ne kadar dinleyeceğiz?”. Diğerinde ise, “Ölüm gerçeği hiç aklımıza gelmiyor... Hep başkaları öle­cekmiş gibimize geliyor... Ölümü unutmamak için ne yap­mamızı tavsiye edersiniz?”
Elbetteki hoca efendi ikinci kağıdı dikkate alır... So­rulan soruyu cemaate okuyan hoca efendi:
“Sadece yaşlıların değil, doğan her insanın bir ayağı çu­kurdadır... Yâni doğan her insan ölüm için yeterince olgun­dur...
Madem bu hayatın sonunda ölüm var ve her an Ölüm meleğine muhatap olabiliriz. İşte o zaman, zaman geçirme­den ‘niçin varız ve Allah (c.c.) bizden nasıl bir yaşam istiyor?’ sorusuna cevap bulmalıyız... Aksi halde gecikmiş oluruz...
Peki ölüm gerçeğini nasıl gündemimize alacağız? Sık sık kabir ziyaretleri yaparak, cenaze namaz­larına katıla­rak, hastanelere gidip yoğun bakımdaki hastaları görerek, gece yatarken yorganımızı kefen olarak algılayarak, ya da kendi kefeni­mizi alıp gözle görülecek bir yere koyarak...
İsterseniz parmağınıza ip bile bağlayabilirsiniz... Önemli olan ölüm gerçeğini gündemimize alarak öteki tarafa hazırlık yap­mak... Yoksa istediğin kadar ölümü düşün... Ya da me­zarlık bekçisi ol...”
Kendisini minberde hisseden hoca efendi:
- Peki ölüm ötesi için hazırlık nasıl yapılır?
Kendi sorusunu kendisi cevaplıyor:
- Kanaatimce şu sorulara cevap bulan herkes ölüm son­rası için hazırlık yapmış sayılır:
“Allah (c.c.) insanları niçin yarattı?,
Allah’ın (c.c.) dediklerini yapanlar ne ile ödüllendiri­lir ve verilecek ödülün kıymeti nedir?,
Allah’ın (c.c.) dediklerini yapmayanlar neyle ceza­landı­rı­lır?,
İnsanlar neyle ve nasıl imtihan olurlar?,
Dünyaya ve içindekilere bakış açımız nasıl olmalı­dır?”
Cemaattekilerin sık sık saatlerine bakması hoca efen­di­nin gözünden kaçmadı...
Konuşmasını toparlayan hoca efendi:
- Merhumu nasıl bilirdiniz?
Cemaat: - Çok iyi bilirdik.
- Merhum namaz kılar mıydı?
Cemaat: - Alnı hiç secde görmemişti.
- Merhum Kur’ân okur muydu?
Cemaat: - Kur’ân okumasını bilmezdi rahmetli.
- Merhum İslâmın neresindeydi?
Cemaat: - Çok bu tarafında.
- Allah günahlarını bağışlasın.
Cemaat: - Amiiin!!!
- Hakkınızı helâl ediyor musunuz?
Cemaat: - Helâl ediyoruz!
Hoca efendi: - Şahit ol ya Rab!
Hoca efendinin konuşması biter bitmez genç, tabutun al­tına girerek ölü ile burun buruna gelmek ister... Tabut al­tındaki genç:
- Nolaydı da tabutun üstü açık olaydı! Böylelikle ölü­mün soğuk yüzünü gözlerimizle görürdük... Üstü kapalı ol­duktan sonra, ha kum taşımışsın ha çimento...
Tabut cenaze arabasına bırakıldıktan sonra:
“İstemez misin daha önce girdiğim kabre konsun?” diye dü­şündü...
Belediyeden kiralanan otobüse binip, son model ara­ba­ların katıldığı cenaze kervanına katılarak kabristana varıncaya kadar ki süre içinde, ölü yakınlarının psikoloji­sini ölçmek için onlarla diyaloğa geçerek:
- Başınız sağ olsun... Yakınınız mıydı?
- Köylümdü, dedi merhumun yakını...
Genç: - Ölüm sebebi neydi?
Merhumun yakını: - Çek senet kavgası.
Genç: - Tefecilik mefecilik mi?
Merhumun yakını: - Maalesef.
Genç: - Desene, su testisi...
Merhumun yakını: - Su yolunda kırılır... Ve kırıldı...
Genç: - Kara yüzlü melekler ve mızraklar...
Bağıra bağıra bedenden ayrılmak... Ateşler bahçe­sine konuk olmak...
Merhumun yakını: - Anlayamıyorum... Neden bah­sediyor­sun?
Genç: - Yok bir şey... Bir an sesli düşünmüşüm...
Takım elbiseli, siyah gözlüklüleriyle, bugüne kadar başla­rını örtmedikleri bayanların; siyah renkli bez parçala­rıyla lutfen örtün­meleri, merhumun hangi çevreden göç ettiğini gösteriyordu.
“Temiz” yaşarsan nur gibi melekler, “kirli” yaşarsan kara yüzlü melekler...
Yaşantın beyazsa kurtuldun... Siyahsa ayvayı yedin... hem de yıkamadan, kurtlu kurtlu. “Nasıl yaşarsan öyle karşı­lanır­sın...” diye düşündü, kalabalıklar arasında...
Yarım saat sonra kabristana varan ölü ve yakınları ölü­ler diyarını hareketlendirdi...
“Ölümü ensemde hissetmek için ölüyle yakın temas ha­line geçmem gerek...” diye düşünen genç, alelacele kazılmış çukurun içine girerek et yığınını kurtçuklar sofra­sına kor...
Dünyayla bağlantısı kesilsin diye tahtalar arasına giz­ler­ler merhumu...
Bir an önce kurtulalım ya da kokmasın diye toprak atma yarışı başlar... Hani toprağı bol olsun derler ya...
“Ölümü tefekkür atmosferine gelebilmem için toprak at­mam lazım”, diyerek başlar kürekle toprak atmaya...
“Aman Allah’ım! İnsan ekiyoruz... Hiçbir zaman meyve vermeyen insan... hem de hiç tanımadığım bir vatandaşı toprağa boğuyorum... Üstünü berbat ediyorum ve o gıkını çıkaramıyor...” diye düşünürken, topraklar ara­sındaki kurtçuk­ları görür...
KURTÇUKLAR SOFRASINDA BİR ÖLÜ

Bu kez hayal dünyasında, kabre konan merhum ile haşaratlar arasındaki muhtemel diyaloğa yer verir...
Haşarat 1: - Soframıza hoş geldin!
Merhum: - Pekte hoş geldiğim söylenemez!
Haşarat 2: - Senin etini kemiğinden ayıracağız... Bunu bi­liyor muydun?
Merhum: - ?
Haşarat 3: - Bizim soframız dışındaki hiçbir sofraya, dua­ ve göz yaşlarıyla yemek konulmaz...
Haşarat 4: - Seni, siyah gözlük arkasına gizlediğin gözlerin­den başlayacağım yemeye...
Haşarat 5: - Kulaklarını sağır edeceğim.
Haşarat 6: - Ağzından girip ayaklarından çıkaca­ğım...
Merhum: - ??
Haşarat 7: - Bizim için en az altı aylık gıda stokusun. Bunu da biliyor muydun?
Merhum: - ???
Haşarat 8: - Parfüm kokan bedenin; leş kokacak.
Haşarat 9: - Fiziğini bozacağım...
Haşarat 10: - Beyaz kefenini kırmızıya boyayacağım.
Haşarat 1: - Seni soframızdan kim kurtarır?
Merhum: - ????
Haşarat 2: - Seni soframıza rızık olarak gönderen Rabbimize hamdolsun...
Diyaloğa yer verdiği düşüncesini, karikatürle süsleye­rek:
)
ŞEKİL 4: Böcekler sofrasına konuk olan ölü...

- Aman Allah’ım!.. Ne korkunç!.. diyerek kabre top­rak atanları izlemeye koyuldu.
Siyah gözlüklü, mafya tipli insanlar, üzerlerine toz gelme­mesi için, küreği kendilerinden uzak tutarak arka­daşlarına “vefa” örneği gösterdiler.
Hoca efendinin kısa bir vaazından sonra arkaların­dan at­lılar geliyormuşçasına alelacele Fâtiha okuyarak mer­humu terk ettiler...
Yeni bir insan fidanı dikilen bahçedeki tek “diri” olan genç, soluğu babasının yanı başında aldı...
- Selâmün aleyküm baba!
Baba: - Aleyküm selâm evladım!.. Günlerin nasıl geçti? Gün­lüğüne başlayabildin mi?
Genç: - Günlük tutmaya başladım baba... Buraya gel­me­den önce bir kitapçıya uğradım ve ona ilginç soru­lar sor­dum... Verdiği cevap enteresandı... Aldığım ceva­bın doğruluğunu, önce­den tecrübe edenler bilir an­cak.
Baba: - Kimmiş bu tecrübeliler?
Genç: - Ölen herkes, baba...
Baba: - Sorunun cevabını benden öğrene­bi­lirsin ev­ladım!..
Genç: - Kara yüzlü ve eli mızraklı canlılar sana neyi ha­tır­latıyor baba?
Babası: Ne tür canlılar bunlar?
Babasının bu sorunun cevabını bilememesi, genci ol­dukça rahat­lattı... Emin olabilmek için:
- İnsan ve hayvan dışındaki bir varlık...
Baba: - Bilemiyorum evladım!.
Genç: - Ölüm meleği seni nasıl karşıladı? Ya da ken­di­sini nasıl gördün?
Baba: - Annene söyleme! Annenden kat kat güzeldi yav­rum!.. Nurdandı...
“Kitapçı doğru söylüyor anlaşılan” diye düşündü...
- Bedeninden ayrılman zor olmadı mı baba?
Baba: - Tereyağı - kıl misali...
Genç: - Yâni “temiz” mi yaşadınız?
Baba: - Benzetmene hayranım evladım!?
Genç: - Eğer “kara” yaşasaydınız sorduğum soruyu bilir­din baba...
Baba: - İşte o zaman ayvayı yemiştik desene?
Genç: - O tarihte öleceğinizi hiç düşünmüş müydü­nüz?
Baba: - Ben her zaman hazır olmaya çalıştım evla­dım!...
Genç: - Peki zor olmadı mı baba?
Baba: - Ne gibi?
Genç: - Sürekli ölümü düşünmek, ya da günün şu saati “acaba ne zaman gelecek ve beni götürecek?” diye dü­şünmek...
Baba: - Ölümü düşünmek ya da gündemde tutmak nefsi frenler evladım!..
Genç: - Ölümü gündemde tutmak hayattan zevk alama­maya sebeb olmaz mı?
Baba: - Kesinlikle hayır! Ölümü düşünmek ahiret en­deksli bir hayat sürmeni sağlar ve dünya sevgisini asga­riye indirir.
Genç: - Dünyayı sevmek suç mu baba?
Baba: - Limiti aşarsan, evet!..
Genç: - Ölümünden bir ya da iki gün öncesini hatırlıyor musun baba?
Baba: - Dün gibi...
Genç: - Biraz anlatsana baba...
Baba: - Ölümün yakınlaşmasıyla insan psikolojisi bam­başka oluyor. Daha çok duygusallaşıyor. Sanki gizli bir vahiy geli­yor. Yâni:
“Hazırlan... Yolculuk yakın...”
Alacak ve verecekler akla gelir... Yarın başıma bela olma­ması için kalplerini kırdıklarımdan helâllik diledim. Günü belli olan yolcu gibi...
Vasiyetimi yazdım ve bekledim.
Genç: - Neyi?
Baba: - Ruhumu kanserli bedenimden söküp, alacak ölüm meleğini...
Genç: - Vasiyet yazdığınızı söylediniz... Nereden icab etti vasiyet yazmak?
Baba: - Öldükten sonra sizlere tavsiyelerde buluna­maz­dım. Artı sen küçüktün... Ama şimdi sen eve gidip vasiye­timi annenden alıp okuduğunda sanki seninle ko­nuşu­yormuş gibi olurum.
Genç: - Çok akıllısın baba...
Baba: - ?.
Genç: - Eve gider gitmez vasiyetinizi okuyacağım...
Baba: - İstersen sen de vasiyet yaz...
Genç: - Olmayan çocuklarıma mı?
Baba: - Vasiyeti sadece babalar yazmaz ki. Zaten va­si­yet sadece çocuklar için de yazılmaz...
Genç: - Bunu düşünmemiştim...
Babasıyla konuşacağı diğer konuları bir başka ziyare­tine sakla­yan genç, gitmesi gerektiğini hatırlatarak:
- En kısa zamanda tekrar geleceğim baba, diyerek me­zarı­nın yanından ayrıldı.
Kabristanın yola bakan yamacında “ipten yaprakları” olan ağacın yanındaki mezarın başında, Kur’ân okuyan genç dikkatini çekti...
Gencin dikkatini dağıtmamak için, okuduğu Kur’ân’ı bit­irmesini bekledi.
Kur’ân okumasını bitirdikten sonra, ayaktaki gen­ci­mize:
- Selâmün aleyküm, dedi.
Genç: - Aleyküm selâm... Allah kabul etsin ve merhu­mun günahlarını affetsin. Ölen yakının mı?
Mezarlıktaki genç: - Hayır!.. Büyük bir zat!
Genç: - Çok mu büyük?
Mezarlıktaki genç: - Evet!..
Genç: - Kur’ân-ı okurken dinledim. Sesinizin mâşallahı vardı...
Mezarlıktaki genç: - Evet!.. Sesim güzeldir...
Genç: - Hangi sûreyi okudunuz?
Mezarlıktaki genç: - Yasin-i şerif...
Genç: - Yasin Sûresi’nin diğer sûrelerden bir farklılığı var mı?
Mezarlıktaki genç: - Bir gelenektir gidiyor...
Genç: - Yasin Sûresi’nin türkçesini okudun mu?
Mezarlıktaki genç: - Hayır!.. Eve gidince okuyacağım inşâllah...
Daha sonra poşetinden iplik çıkarıp, ağacın dalına bağla­yan gence:
- Hayrola, ne yapıyorsun? diye sordu...
Mezarlıktaki genç: - Tuttuğum dileğin kabulü için...
Genç: - Tuttuğun dileğin ipliğin rengi, uzunluğu ve yün oranı ile bir bağlantısı var mı?
Mezarlıktaki genç: - Anlayamadım!
Genç: - Yâni dileğinin kabulüne ipliğin kalitesinin bir et­kisi var mı?
Mezarlıktaki genç: - Elbetteki yok... İstediğin ipliği bağla...
Genç: - İplik yerine lastik ya da tel bağlansa?..
Mezarlıktaki genç: - İşte buna “eski köye yeni adet...” der­ler.
Genç: - Eğer bir sakıncası yoksa tutuğun dileği öğre­nebilir miyim?
Mezarlıktaki genç: - Hiçbir sakıncası yok... Hatta sen bile dileği­min kabulü için dua edebilirsin.
Muhatabın iyi bir derse ihtiyacı olduğunu düşünü­yordu gencimiz...
- Hasta olan annemin iyileşmesi için şifa, dilemiş­tim...
Genç: - Kimden şifa?
Mezarlıktaki genç: - Elbetteki Allah’tan!..
Genç: - Allah (c.c.), yapılan duaları kabûl eder değil mi?
Mezarlıktaki genç: - Elbette ki!
Genç: - Acaba, Allah-u Teâlâ duaların kabulü için, ağaçlara ip bağlamayı mı şart koşmuş?
Mezarlıktaki genç: - ???
Genç: - Başka bir ağaca ip bağlamayı düşündün mü? Me­sela; varsa bahçenizdeki bir ağaç, ya da yol ke­narın­daki herhangi bir ağaç...
Mezarlıktaki genç: - ???
Genç: - Şimdi şu gördüğün ağaçtaki iplikleri söküp çı­kar­dığımda dilek sahiplerinin dileği bozulacak mı? Ya da kabul gören dilekleri bozulup eski haline mi dönecek?
Mezarlıktaki genç: - Ama!..
Genç: - Ama ne?
Mezarlıktaki genç: - ???
Daha fazla sıkıştırmak istemeyen genç:
- Sana, en kısa bir zamanda kitapçıya giderek mealli bir Kur’ân alıp okumanı tavsiye ediyorum...
Mezarlıktaki genç: - Çarşıya çıkar çıkmaz alıp okuya­cağım, inşâllah.
Genç: - Okuduğun Yasin-i şerifin türkçesini oku ve kabirde yatan büyük bir zata, nasıl mesajlar vermiş oldu­ğuna bir bak.
Mezarlıktaki genç: - Tamam... İnşaalllah...
* * *
Bir saat sonra eve varan genç, annesine:
- Bugün ne oldu biliyor musun?
Anne: - Anlatmazsan bilemem oğlum!
Genç: - Yıllardır benden sakladığın bir sırrı öğren­dim.
Anne: - Neymiş o, bakayım?
Genç: - Vasiyet...
Anne: - ?
Genç: - Neden bunca yıl benden sakladınız?
Anne: - Önceleri küçüktün... Daha sonra da ben unut­tum.
Genç: - Eğer sakıncası yoksa verebilir misin?
Nereye koyduğunu hatırlamaya çalışan annesi:
- Tamam, tamam şimdi hatırladım .......nin içine koymuştum.
Kısa bir aramadan sonra rengi sararmış zarfı açarak, 17.10.1979 tarihinde yazılmış olan iki sayfalık vasiyeti oğluna uzattı....
Genç, büyük bir heyecan, merak ve hüzün ile vasiyeti an­nesin­den alarak çalışma odasına geçti.
Yazılanları merak eden annesi, vasiyeti sesli okuma­sını is­tedi oğlundan
Sanki babasının kağıt arkasından kendisine seslendi­ğini hissederek; besmeleyle başlayan vasiyeti, titrek bir sesle okumaya başladı.
VASİYET
“Allah’ın selâmı ve bereketi üzerinize olsun. (Âmin).
Belki de bugüne kadar okuduğunuz en hüzünlü yazı... Bana inanın ki duygularımı toparlamak da, beyaz say­fada sizlere ses­lenmek de aynı derecede zor...
‘Vasiyetler, dünyanın en zor, en yürekten ve en ger­çekçi yazılarıdır’ derlerdi de inanmazdım. Ama şu anki ruh hâlim yukarı­daki tezi doğrulamış durumda...
Genç yaşta sizlerden ayrılıp öteki âleme gitme günleri­min bu kadar yakın olacağı hiç aklıma gelmezdi... Genç yaşta vasiyet yazdıran o kanser mikrobu yok mu! O kan­ser mikrobu!
Takdir-i ilâhi tabi ki... Bir vesileyle Ölüm meleği gele­cek... Trafik kazasıyla da mesaj göndermiş olabilirdim. İşte o zaman beklenmedik bir şekilde sizlerden ayrılmış olurdum. Tabi duygu ve düşüncelerimle birlikte...
Bu açıdan bakıldığında kanser ve benzeri vesileler bi­rer nimet...
Sanki bir ses:
- Hazırlan ey filan kul!, diyor.
- Nereye?
- Allah’ın katına çıkıp hesap vermeye...
- Ne zaman?
- Çok yakında...
- Neyin hesabını vermeye?
- Sana vermiş olduğu bunca nimetlerin hesabını ver­meye...
Evet... Gelen ses böyle diyor...
İşte bu duygularla kendimi, bu tarafı öteki tarafa bağla­yan köprü kulesinde, sizlere sesleniyor hissediyo­rum...
Dünyalık tecrübelerimin sizlere pek fayda vermeye­ce­ğini düşünerek, ‘öteki âlem’de işinize yarayacak bir iki ‘tüyo’ vermek istiyorum.

3 FARKLI ALEM
Başlıkta okuduğunuz gibi üç farklı âlem var.
a) Ruhlar âlemi.
b) Dünya hayatı.









b) Dünya Hayatı

a) Ruhlar Âlemi

c) Ölümden sonraki hayat.
c) Ölümden Sonraki Hayat

a) Ruhlar âlemi: İlk insan Adem (a.s.)’dan kıyamete ka­dar yaşayacak olan tüm insanların ( sen, ben, annen, sen ve kar­deşlerinde dahil) toplanıp Rabbine söz verdik­leri me­kan.
b) Dünya hayatı: Doğumla başlayıp ölümle son bu­lan uyananlar için bir imtihan salonu ve “ecir” pazarı (cen­net), uyu­yanlar için nefsin pratik alanı ve cehennem...
c) Ölümden sonraki hayat: Henüz tecrübe etmedim. Ölümden sonraki hayatı gördüğümde de sizleri uyaracak bir imkâ­nım olamayacağına göre, ölümden sonraki hayatı araş­tırmak size düşüyor.
Birinci vasiyetim şimdilik bu kadar. Üzerinde tefek­kür edip gerekli dersleri çıkarmanız temennisi ve dua­sıyla...
Ölümü bekleyen baba­nız...
* * *
Beklediğinin aksine bir vasiyet okuyan gencin zih­ninde inkılaplar olmaya başladı...
“Üç farklı âlem... Ruhlar âlemi... Rabbe söz vermi­şiz... Vermiş olduğum sözün dünya hayatımdaki etkisi nasıl ola­cak?... Ecir pazarı?.. Uyuyanlar? Uyumayanlar...”
Gencin kafası allak bullak... Annesinin de hakeza...
Kafasında Amerika’nın ikiz kuleleri gibi duran soru­lara ce­vap bulmak için, engel olamadığı gözyaşı ve hıçkı­rık­larla tekrar oku­maya başladı...
Beyaz kağıt üzerinden seslenen babası hiçbir ipucu vermiyordu...
“Sorularımın cevabını kitapçıdan öğrenirim”, diyerek gün­lüğünü yazmaya başladı.
GÜNLÜK 2
“Öteki âleme yolculuğun ancak ölüm meleğinin gel­mesiyle başlayacağını, dünyadan ayrılma zamanını, me­kânını ve ne şekilde olacağını sadece Allah’ın bileceğini” kitapçı­dan öğ­rendim.
“Temiz yaşarsan nur yüzlü meleğin refakatinde Rabbinin yanına çıkarsın. Kara yaşarsan da nur yüzlü melek, yapmış oldu­ğun kara ameller sebebiyle sana çok korkunç bir şekilde gelecek. Ve akabinde de Allah’ın azabı...” olduğunu hadis kitabından okudu kitapçı...
“Allah’ın çok güçlü olduğunu, her şeyden haberdar ol­du­ğunu..” da Kur’ân’dan okudu...
Kitapçı sağ ve solumuzdaki meleklerden bahsetti... Gü­nün her saatinde bizimle beraberler. Sanki ellerinde kağıt ve kâlem var da, bizim hareketlerimizi gözetleyip notluyorlar.
Sağ ve sol tarafımızda iki meleğin varlığının bilinmesi ve hissedilmesi, ahiret endeksli bir hayat yaşamamızı sağlar diye düşünüyo­rum. Nasıl mı?
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
MELEKLERLE TANIŞMA FASLI

Sağ ve soldaki meleklere:
- Sizler de kimsiniz?
Melekler: - Senin en yakın arkadaşla­rını­z!
Genç: - Sizi göremiyorum ama?
Melekler: - Yaratılışımız gereği... Ama biz seni her an gö­rüyoruz.
Genç: - Buna nasıl inandıracaksınız?
Melekler: - Kur’ân’a inanıyor musun?
Genç: - Tabii ki.
Melekler: - Bak Rabbin ne buyuruyor:
Unutma ki, sağında ve solunda oturan, yaptıklarını tespit eden iki (melek) vardır.” (Kaf, 17).
Omuzlarını sıvazlayan genç:
- Yâni şu an varsınız ha?
Melek: - Evet...
Genç: - Peki niçin?
Melek: - Konuşmalarını, hareketlerini, diğer insanlara karşı tavırlarını... vs. kaydetmek için.
Genç: - Yâni tüm konuştuklarımı kayıt mı ediyorsu­nuz?
Melek: - Yine Kur’ân’dan cevap verelim.
O bir söz söylemeye dursun, mutlak onun yanında gö­rüp gözetlemeye hazır biri vardır.” (Kaf, 18). Yâni evet...
Genç: - Peki size ne faydası olacak?
Melek: - Elbetteki bize hiçbir faydası ya da zararı ol­ma­ya­cak. Bizlere verilen görev bu... Bizler görevimizi ek­siksiz yaparız. Adam madam kayırmayız. Tatilimiz, uyku ve yemek saatimiz, yor­gunluğumuz yoktur bizim. Bizler de sizlerde olduğu gibi cinsiyette yoktur.
Genç: - İlginç!.. Kendinizi biraz daha tanıtır mısınız? İna­nın sizler hakkında pek bilgim yok... Yâni merak edip hiç araştırma­dım.
Melek: - İstersen önce yaratılışımızdan bahsedelim.
Genç: - Memnun olurum.
MELEKLERİN YARATILIŞI
Melek: - “Hamd, göklerle yeri yoktan var eden, me­lekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a mahsustur.(Fâtır, 1)
Yâni, kanatlı varlıklarız...
Allah-u Teâlâ nurdan yaratıldığımızı sizlere hadis-i şe­rifle bildirmiştir:
Hz. Âişe (r.anha)’dan nakledilen sahih bir hadiste Pey­gamber Efendimiz (s.a.v.):
“Melekler nurdan, cinler yalın bir ateşten yaratıldı. bu­yurmuştur.” (Sahih-i Müslim 7/226).
Genç: - Hem nurdan, hem de kanatlı ha!
Melek: - Evet!..
Genç: - Peki, sadece insanların hareketlerini kayıt et­mek için mi varsınız?
Melek: - Güzel bir soru... İstersen bir başlık atarak ce­vapla­yalım...

MELEKLER VE GÖREVLERİ
a) Melekler Allah’ın kullarıdır:
“...Melekler de Allah’a kul olmaktan asla çekinmez­ler...” (Nisâ, 172)
b) Gece gündüz Allah’ı tesbih ederiz:
“Eğer insanlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki) Rabbinin yanında bulunan (melekler) hiç usanmadan, gece gün­düz Onu tesbih ederler.” (Fussilet, 38)
c) Peygambere çokça salavat getiririz:
“Allah ve melekleri, Peygambere çok salavat getirir­ler...” (Ahzab, 56)
d) Allah’ın emrini hemen yerine getiririz:
Allah’ın emrini hiç düşünmeksizin yerine getiririz. En ufak bir tembellik ve uyuşukluk göstermeyiz.
“...Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” (Tahrim, 6)
e) Dünya ve ahiret hayatında sizlerin dostlarınızız:
“Dünya hayatında da ahirette de sizin velileriniz (en ya­kın dostlarınız) biziz...” (Fussilet, 31)
Genç: - Dünya hayatında bizlere nasıl dost olabili­yor­su­nuz?
Melek: - Hemen anlatayım:
“... Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yer­dekiler için mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki Allah çok ba­ğışlayan, çok esirgeyendir.” (Şûra, 5)
“Şu Arşı yüklenenler ve etrafında (tavafta) bulunan­lar, Rablerini hamd ile tesbih ederler. Ona iman ederler, müminlere de mağfiret dilerler. (Derler ki): Rabbimiz! Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Tevbe edenlere ve senin yolunu izleyenlere mağfiret buyur ve onları cehen­nem azabından koru.
Ve ey Rabbimiz! Onları da babalarından, eşlerinden ve zürriyetlerinden sâlih olanları da kendilerine vâdettiğin Adn cen­netlerine girdir. Çünkü sen emrinde galip, hik­meti sonsuz olansın.
Bir de onları kötülüklerden koru. Sen kimi kötülükler­den korursan o günde o kimseye rahmet etmiş olursun. Bu ise, büyük kurtuluşun ta kendisidir.” (Gâfir, 7-8-9)
- Sorayım sana: Baban ya da annen, ya da en sevdi­ğin biri, iş­lediğin günahların bağışlanması için Allah’a dua et­tiler mi?
Genç: - Zannetmiyorum.
Melek: - Senin günahlarının bağışlanması için bizler Al­lah’a dua ederiz... Senin için...
Genç: - Peki ama niçin? Sizin için ben ne yaptım ki be­nim için bağışlanmam için Allah’a dua ediyorsunuz?
Melek: - Senin için Allah’a dua etmemiz, Allah’ın sana olan merhametindendir.
Genç: - Allah’ın bizler için böyle düşüneceğini inanın ki bilmiyordum... Bağışlanmam için, melekler benden gizlice Allah’a dua ediyor... Ve benim haberim olmuyor... Bir de bakmışsın ki günahlarım paklanmış... Subhanallah!
Melek: - Allah’ın sizlere olan merhameti bizlerin du­ala­rıyla sınırlı değil ki; istersen dudağını uçuklatacak bir âyet okuyayım.
Genç: - Dinliyorum...
Melek: - “...Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlih amel işle­yen müstesna. İşte Allah bunların günahlarını sevaba değiştirir. Allah mağfiret edicidir, rahmet edicidir.” (Furkan, 70)
Genç: - Subhanallah!!! Ciddi bir tevbeyle geçmiş gü­nahlar sevaba çevrilecek...
Melek: - Şimdilik bu kadar bilgi yeter.
Zihnindeki hareketlenmeleri dizginleyen genç:
- Sürekli benimle olduğunuzu söylediniz...
Melek: - Kabre gittiğinde, kitapçıya gittiğinde, Kur’ân oku­yan gençle sohbet ettiğinde, duygularını kağıda notla­dı­ğında, kı­sacası her zaman seninleyiz...
Genç: - Öldüğümde ne yapacaksınız?
Melek: - İlerleyen sahifelerde konuşuruz...
* * *
Meleklerle olan diyaloğun başka bir tarihe ertelenme­siyle günlüğüne devam eden genç:
“Aman Allah’ım!.. Şu an varlar ve ne yapıyorsam kay­de­diyorlar... Yaptığım gıybetleri, boş konuşmaları, izledi­ğim TV. programlarını...”
Günlüğünün konusunu değiştirerek:
“İlk kez cenaze namazına katıldım”, diye notladı günlü­ğüne...
Cenaze namazında ölü, yakınları ve bir de ben var­dım. Zannedersem ölü yakını olmayan bir tek bendim. Cami avlusunun içi ve dışı farklı iki âlemdi sanki. Avlu duvarının iç tarafında ölümün en gerçekçi yüzüyle karşı­laşıyorsun; duvarın arkasında ise hayat cıvıl cıvıl... Ara­daki duvarları kaldırmak lazım...
Dükkan darabasında veya vitrin camlarında:
“Cenaze dolayısıyla kapalıyız.” yazısı dışında, ölümü hatır­latacak hiçbir nesnesi olmayan sokaklar cıvıl cıvıl... Ahireti hatırla­tacak ölümün “ö”sü bile yok...
İnsanlar ölümü hatırlamak istemiyor, korkuyorlar... İşte bu yüzden kabristanlarda dirilere pek rastlanılmıyor. Sanki hep baş­kaları ölecek...
Ölümün her kesimden insanlara uğraması yeterli bir uyarı bence...
Bir bakıyorsun cumhurbaşkanı ölmüş... Bir bakıyor­sun makinist tren altında kalmış... Bir bakıyorsun berber, ma­nav, ba­lıkçı, öğretmen, şoför, sanatçı, ünlü, ünsüz...
Ölümlerin değişik vesilelerle uğraması hayatın bir pa­muk ipliğine bağlı olduğunu gösterir.
Albüm yapmayı düşündüğüm “gazetedeki ölüm ha­berle­ri”n­den diriler için “ölü” haberleri vererek üzerinde düşüne­lim.
ÖLÜMÜN YAŞI YOKTUR

Ölümü 60’ından sonra bekle­yenlerin dikkatine:

Bir aylık bebek... Annesi­nin ve babasının biricik çocuk­ları... Büyütüp oku­tacakları, belki de evlendi­rip to­run bek­leye­cekleri biricik çocuk­ları. O artık yok... Yer­yü­zünü bir aylı­ğına işgal edip, sevenlerin­den ay­rıldı...

Kim derdi ki; zorluklarda doğuracak ve bir ay sonra da ölü­müne sebep olacaksın! Ne zaman, nerede ve nasıl geleceği önce­den bilinmez ki?


Feyzullah Birışık

Esma_Nur 13 Aralık 2011 13:01

Cevap: Ölüm
 
alkış000 emeğine sağlık anlamlı paylaşımın için.

YaŞuHa 13 Aralık 2011 13:25

Cevap: Ölüm
 
Teşekkür ederim can aplam alkış000

su damlası 13 Aralık 2011 19:06

Cevap: Ölüm
 
Ellerine ve yüreğine sağlık, her satırını okudum çok güzel ve anlamlı..Her satırında ölüm olsada verdiği msj çok güzel..
Ölüm Meleklerimiz nurlu olsun inşALLAH..Ne zaman kendimi kötü hissetsem bu kunuyu hatırlayacağıma emin ol..

ALLAH (cc)Razı olsun güzel insan....

talibetün 14 Aralık 2011 20:50

Cevap: Ölüm
 
ArO*kardeşim paylaşımın için ' LEZZETLERİ BIÇAK GİBİ KESEN ÖLÜMÜ ÇOK ZİKREDİNİZ' hadisini bu forumda daha çok hatırlıyorum sağolun güzel insanlar

İslaminesil 21 Nisan 2014 17:24

Cevap: Ölüm
 
Eywallah kardeşim...

su damlası 12Haziran 2019 21:17

Bir gün ölüm kapımızı çalacak ,,ya bugün ya yarin ..😢


SAAT: 03:23

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306