|
Konu Kimliği: Konu Sahibi hakaşığı,Açılış Tarihi: 23 Aralık 2014 (23:25), Konuya Son Cevap : 15 Şubat 2015 (12:44). Konuya 33 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
24 Aralık 2014, 00:25 | Mesaj No:21 |
Durumu: Medine No : 45760 Üyelik T.:
27 Ekim 2014 | Cevap: oylesine.... İbni Abbas radıyallahü anh anlatıyor: Peygamber aleyhisselâm zamanında güneş tutulmuştu. Allah'ın Resulü namaz kılıp uzun uzun kıyamda kaldı. Bundan sonra Peygamberimiz şöyle buyurdu: — Muhakkak güneş ile ay Allah'ın âyetlerinden birer âyettir. Hiç bir kimsenin ölümü ve yaşaması için tutulmazlar; şu halde tutulduklarını görünce Allah'ı zikrediniz. İnsanlar dediler ki: — Ey Allah'ın Resulü, durduğun yerde bir şey almaya uzanmış olduğunu, sonra da irkilip geri çekildiğini gördük. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm: — Katî olarak Cenneti gördüm de, bir salkım üzüm yakaladım. Koparmaya muvaffak olsaydım, dünya durduğu sürece ondan yiyebilecektiniz. Bana Cehennemde gösterildi. Şu anda gördüğüm manzaradan daha kötü hiç bir manzara görmedim. Cehennemdekilerin çoğunu da kadınlardan gördüm, buyurdu. — Ey Allah'ın Resulü, ne sebeble onların çoğu kadınlardandır? diye sordular da, Peygamber aleyhisselâm: — Küfürleri sebebiyle, cevabında bulundu. — Allah'a mı küfrediyorlar? diye yine sordular. Peygamber aleyhisselâm: — Kocalarına ve kendilerine yapılan nimete küfrediyorlar; onlardan birine dünyayı versen, yahud ömrü boyunca iyilikte bulunsan, yine senden hoşlarına gitmeyen bir şey görünce, senden hiç bir zaman hayır görmedim, derler, buyurdu.
__________________ HAKKA İNAN,SA'YE SARIL ,HİKMETE RAM OL! |
25 Aralık 2014, 20:11 | Mesaj No:22 |
Durumu: Medine No : 45760 Üyelik T.:
27 Ekim 2014 | Cevap: oylesine.... İlkokuldan Beri Bize Yanlış Öğrettikleri 5 Bilimsel Gerçek 1)Öğretmenlerimiz görmek, duymak, tatmak, koklamak, hissetmek diye öğretti, yazılılarda sözlülerde cevapları böyle istedi… Peki duyuların hası olan hareket kabiliyetimizi ölçme, hareketi hissetme ve denge hadisesi? Kulak içi sıvılarının ivme ölçer gibi çalışarak dengemizi bulmamızı sağlamasını kim neden boşluyor! Toplumun denge ayarlarıyla oynamayın! Vestibüler sistemimize gereken değeri ve önemi verelim. 2)Fizik bölümlerini göreve davet ediyoruz “adeta ters mıknatıslanma yapan” şeyler nedir Şimdi örtmen sorsa çivi mi mıknatısla tepkimeye girer domates mi dese ne cevap vereceğiz? Bize sadece demir, çelik gibi ferromanyetik maddeler öğretilmiş gerisi niçun atlanmış? Millet çeri domatesle uzay deneyi yapıyor. Domatesin içindeki suyun içindeki maddelerle diamanyetik hadiselere akıyor ve hareket elde ediyor… Biz neden sadece “domatesin çekirdeği sap sarı” diye türkü çığırıyoruz? Futbolcuların sürekli girip çıktığı MR denen teknolojinin olayı işte budur çocuklar diyerek anlatsak, ya da Lost dizisindeki Faraday karakterinin esas olayı bu desek ya. Batıda da durum aynı; ama onlar en azından mevzuyu sıkı lise eğitimiyle kapatıyorlar. 3)Ressamları, optikçileri, boya ustalarını komple göreve davet ediyoruz “ana renkler hangileri” Diğer renklerin karışımıyla elde edilemeyen renkler ana renklerdi değil mi? Ayrıca diğer tüm ara renkler bu ana renklerin karışımıyla elde edilebiliyordu… E ama kırmızı ve mavi bu iki koşulda da patates oluyor. Kırmızı dediğini sarı ve mor (eflatunun tonu) karıştırarak elde edebiliyorsun. Morun bir türü ve camgöbeği karışımıyla ise mavi elde edilebiliyor. Bununla birlikte işe kırmızı, mavi ve sarıyla başladığımızda bir sürü tona ulaşamıyoruz. Renk teorisyenleri tarafından 19. yüzyılın sonunda bu konu çoktan açıklığa kavuşturulsa da bir şekilde okul müfredatlarına girmemiş. Renkli printerlar da en çok bulunan kartuşlar da bu yüzden an, magenta ve yellow olan süper renklerdir (camgöbeği, mor, sarı.) 4)Vedat Milör’ü ve kulak – burun Dilimizin tat alma bölümlerinin birbirinden ayrı takıldıklarını ve bu bölümleri ayrı ayrı ezberlediğimiz zamanları hatırlıyor musunuz? Hepsi kolpaynış. Dilin arkası acımsı tatları, arka orta kenarları ekşiyi, orta ön kenarları tuzluyu ve ucu tatlıyı algılıyordu hani? Unutunuz bunları. Bu dil haritası ilk defa anlı şanlı Harvard Üniversitesi’nden Edwin Boring adlı soyadıyla müstesna sıkıcı abinin, Almanya’da 1901 yılında yapılmış bir çalışmayı yanlış yorumlamasıyla ortaya atılmış. Edwin Boring’in hatasına rağmen de ortaya atıldığı günden bu yana okul kitaplarında yerini almış ve çıkmamış. 1974 yılında dil haritası tamamen hatalı kabul edilse de üzerinden geçen 40 yıla rağmen bugün hâlâ kimi bioloji kitaplarında ve testlerde kendine yer bulabiliyor. Bilim dedik, batıdan gelir dedik, mösyölerin yaptığına bak. Monşers noolcak!– boğazcıları göreve davet ediyoruz “tat almanın gerçeklerini açıklayın”
__________________ HAKKA İNAN,SA'YE SARIL ,HİKMETE RAM OL! |
25 Aralık 2014, 20:15 | Mesaj No:23 |
Durumu: Medine No : 45760 Üyelik T.:
27 Ekim 2014 | Cevap: oylesine.... hep yanlış ogrendigimizi sonradan farkediyoruzhani biri demiş ya bildigim tek şey hiçbir sey bilmedigim cok dogru aslında...
__________________ HAKKA İNAN,SA'YE SARIL ,HİKMETE RAM OL! |
25 Aralık 2014, 20:43 | Mesaj No:24 |
Durumu: Medine No : 45760 Üyelik T.:
27 Ekim 2014 | Cevap: oylesine.... İsviçre’de yapılan bir araştırma, akıllı cep telefonu (smartphone) kullanımının beyinde değişime yol açtığını gösterdi. Beyin kabuğunda duyuları yöneten ve “duyu korteksi” (somatosensory cortex) denen bölgesinde, ayak parmaklarından dile kadar her organdan gelen duyuları işleyen belli yerler var. Bu bölgeler esnek ve değişken. Örneğin, keman çalanlarda beynin keman tellerini yöneten parmaklarla ilgili bölge, başkalarına göre daha geniş. Zürih Üniversitesi Nöroenformatik Enstitüsü ve ETH’den Arko Ghosh, akıllı telefon kullanıcılarının parmak becerilerinin beyin üzerindeki etkisini araştırırken, insan beynindeki değişimlerinin günlük takibinin bu telefonlarla yapılabileceğini keşfetmiş. Araştırmacı, Fribourg Üniversitesi’nden meslektaşlarıyla birlikte, parmak hareketleriyle tetiklenen duyu-motor korteksindeki hareketlenmeyi incelemiş. Ekibin 26’sı dokunmatik akıllı telefon, 11’i de daha eski model cep telefonları kullananları olmak üzere 37 “sağlak” denekle yürüttüğü çalışmada her deneğin başına 62 elektrot bağlanarak başparmak, işaret parmağı ve orta parmağın hareketlerinin beynin söz konusu bölgede yarattığı elektriksel potansiyel, elektroensefalograf cihazlarıyla incelenmiş. Sonuçlar, dokunmatik akıllı telefon kullananların beyinlerindeki değişimin, sıradan cep telefonları kullananlardan daha yüksek olduğunu göstermiş.
__________________ HAKKA İNAN,SA'YE SARIL ,HİKMETE RAM OL! |
25 Aralık 2014, 20:47 | Mesaj No:25 |
Durumu: Medine No : 45760 Üyelik T.:
27 Ekim 2014 | Cevap: oylesine.... Günümüzde zikir denince boş oturan, yapacak başka işi gücü olmayan kimselerin yaptığı “olsa da olur, olmasa da” cinsinden bir ibadet akla geliyor. Bazı insanlar da beş vakit namazını kılan, Kur’an okuyan, ilimle uğraşan, haramlardan kaçan müminlerin gereken zikri yaptığını, ayrıca bir zikre ihtiyacı olmadığını düşünüyor. Oysa Yüce Yaratıcı’ya karşı yapacağımız en büyük vazife devamlı zikirdir. Zikir bütün ibadet çeşitlerini içine alan bir ameldir. Günümüzde insanların o kadar kafaları karışmış ki, bir takım ibadetlere dahi önyargılı yaklaşılabiliyor. Allah’ın bir emri olan zikir de bu önyargının ve cehaletin kurbanları arasında. Bu sebeple olsa gerek, zikir deyince hayatla irtibatları kopuk, yarı mecnun insanların kendilerini adadıkları garip bir iş akla geliyor. Oysa Mukaddes Kitabımız ve hadis-i şeriflerden öğreniyoruz ki, insanın Allah’a karşı yapacağı en büyük vazife zikirdir. Zikir bütün ibadet çeşitlerini içine alan bir ameldir. Onun belirlenmiş bir sınırı, zamanı ve miktarı yoktur. Çünkü zikredilen zat alemlerin Rabbi Yüce Allah’tır. O, her an zikredilmeye, sevilmeye ve övülmeye layıktır. Her varlık O’nun karşısında aciz ve O’nu anmaya muhtaçtır. Her şartta ve her an yüce Allah zikredilmelidir. Öyleyse varlık alemine adım attıktan sonra üzerimizden hiç kalkmayacak zikir vazifesinin ne olduğunu bilmemiz gerekiyor.
__________________ HAKKA İNAN,SA'YE SARIL ,HİKMETE RAM OL! |
25 Aralık 2014, 20:49 | Mesaj No:26 |
Durumu: Medine No : 45760 Üyelik T.:
27 Ekim 2014 | Cevap: oylesine.... Varlıkların Ortak Dili Öncelikle, Kur’an’ın kâinattaki bütün varlıkların O’nu zikrettiğini haber verdiğini hatırlayalım: “Yedi kat gök, yer ve bunların içindekilerin hepsi Allah’ı tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların zikrini anlamazsınız. O çok halimdir, çok bağışlayıcıdır.” (İsra/ 44) Her bir varlığın kendine ait bir dua ve tesbihi vardır, onu bilir ve yerine getirir (Nur/41). Zikir ve tesbih hangi dilde yapılırsa yapılsın, Yüce Rabbimiz yapanı bilir ve zikrini işitir. Çünkü bütün mülk O’nundur. Her şey O’nun sonsuz kudretiyle ve yüce iradesiyle vücut bulmuş, hayat sahnesine çıkmıştır. Konumuzla ilgili ayet ve hadisler de bizlere bu gerçekleri öğretiyor: Her şey, kendi dili ve hali ile Yüce Yaratıcısı’nı zikreder. İlâhi kanun böyledir. Varlıkların zikir şeklini belki bizler fark edemeyiz. Ancak bir çeşit zikir yaptıkları muhakkak. Kâinatta var olan her şey O’nu zikrederken, Allahu Tealâ akıllı insandan da sevgi ve iradeyle zikir yapmasını istemektedir. Çünkü insan, zikrin bütün çeşitlerini yapabilecek bir kabiliyette yaratılmıştır. İbadetlerin Özü Zikir bütün ibadetlerin özüdür. Bütün hak dinlerin ortak ibadetidir. Bütün peygamberler de bir anlamda insanlara zikri öğretmek için gönderilmişlerdir. Çünkü denilebilir ki insanın yaratılış gayesi zikirdir. Zikir iki taraflıdır. Birincisi, Yüce Rabbimiz’in insanı zikretmesi, diğeri ise insanın Allah’ı zikretmesidir. Allah’ın sevdiği kullarını anması ile düşmanlarını anması elbette farklı olur. Dostları Allah’ı zikrederken Allah da onları anar. İnsanın Yüce Rabbini zikretme ihtiyacı fıtratında gizlidir. Bu ihtiyaç hayatla başlar ve devam eder. Gerçek zikir öldükten sonra yapılır. Kabirde, mahşerde, cennette ve cehennemde zikir hiç kesilmez. Cennetlikler hamd ederek, cehennemlikler ızdırap içinde devamlı “ya Allah” derler. Fakat birisinde muhabbet, diğerinde mecburiyet, mahcubiyet ve pişmanlık vardır. Sonuçta, dünyada iman eden de inkâr eden de ahirette Yüce Allah’tan başkasını zikredemez. Namaz niçin kılınır, zekât niçin verilir, hacca niçin gidilir, kurban niçin kesilir gibi binlerce soru sorulsa ve bir cevap istense, verilecek cevap zikirdir. Hiçbir ibadet, kendi başına hedef değildir. Namaz, oruç, zekât, hac, hizmet, güzel ahlâk, ilim, irfan, ihsan hep Yüce Yaratıcı’yı zikir içindir. Zikir, kulluğun temel esası, tadı ve hedefidir. Zikir kalbin gıdası, ruhun safasıdır. Zikir sevginin ispatı, ilâhi dostluğun aynasıdır. Zikir sevginin ispatıdır. Zikretmeyen kimse sevgilisine yabancı, sevgisinde yalancıdır. Zikir Allah’a Yaklaştırır Zikir anmak, hatırlamak, unutmamak ve yad etmek gibi manalar taşır. Ancak, ondaki gizli mana sevmek, yüceltmek ve özlemektir. Zikrin aslı, gönülden masivayı yani Allahu Tealâ dışındaki her şeyi çıkarıp O’nu sevmektir. En büyük ibadetlerden biri de namazdır. Ondaki tek hedef de bütün azalarla Allah’ı zikretmektir. “Beni zikretmek için namaz kıl” (Tâhâ/14) ayeti, namazdaki asıl hedefin rukû ve secde değil, bütün bunları yaparken Yüce Mevlâ’yı zikretmek, dil ve hal ile O’nu yüceltmek olduğunu ifade ediyor. Bir de şu ayeti düşünelim: “Namaz kıl. Muhakkak ki namaz, insanı kötülüklerden ve hoş olmayan hallerden alıkoyar. Hiç şüphesiz Allah’ın zikri en büyüktür.” (Ankebut/45) Kulun Yüce Allah’ı zikretmesi her şeyden büyüktür. Yaptığı zikre karşılık olarak Yüce Allah’ın kulunu zikretmesi ise hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar büyük bir saadettir. Allahu Tealâ’nın “Siz beni zikredin, ben de sizi zikredeyim” (Bakara/152) müjdesi her çeşit zikri içine alır. Allahu Teala’yı zikretmek için bu müjde yeter. Rasulullah A.S. Efendimiz zikrin yerini ve değerini şöyle ifade eder: “Size amellerinizin en hayırlısını, Rabbimiz katında en temiz olanını, derecenizi en çok yükseltenini; altın ve gümüş infak etmekten, düşmanla karşılaşıp onları öldürmenizden veya şehit düşmenizden daha hayırlı olanını haber vereyim mi: Allahu Tealâ’yı zikretmek.” (Tirmizi, İbn-i Mace, Ahmed, Hakim) Bir defasında yine Rasulullah A.S. Efendimiz’e, “Hangi cihad, hangi namaz, hangi oruç, hangi zekât, hangi sadaka, hangi hac daha faziletlidir?” diye sorulduğunda, hepsi için şu cevabı vermiştir: “Bunlardan hangisinde Allahu Tealâ daha fazla zikrediliyorsa, o en faziletlisidir.” (Ahmed, İbn-i Mübarek, Tebarani) Bir ibadetin maddi şartlarda yapılması onun hedefinin zikir olmasını değiştirmez. Bilakis zikri çeşitlendirip hayatın her alanına yayar ve manasını derinleştirir. Kurban keserken yapılan zikrin manası ve tadı ile, oruç tutarken yapılan zikrin tadı ve manası aynı değildir. İkisi de bir zikir sebebidir. İkisi de kalbi Allah’a bağlama yoludur. Diğer ibadetleri de böyle düşünmeliyiz. Şu hadis-i şerif konumuzu anlamak için yeterlidir: “Kâbe’yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında koşmak, şeytan taşlamak ancak Allah’ı zikretmek için emredildi.” (Ebu Davud, Tirmizi) Eğer, “Hangi zikir daha faziletlidir?” diye bir soru sorulursa cevap aynıdır: Kalbin en fazla uyanık olduğu ve ihlâsla Yüce Rabbini yücelttiği zikir en faziletli olandır. Müminler her yaptıkları amelin başında, içinde ve sonunda kalplerini kontrol etmeli. O amelle kalbinin ne derece uyandığına ve Yüce Allah’a ne kadar bağlandığına bakmalıdır. Kurtuluş Sebebi Şunu belirtelim ki, Allahu Tealâ’yı bir şekilde zikretmek farzdır. Bu zikrin bir sayısı ve sınırı yoktur. Müminlere verilen ilâhi emir şudur: “Allah’ı çokça zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.” (Enfal/45) “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. O’nu sabah akşam tesbih edin.” (Ahzap/41-42) “Allah’ı çokça zikreden erkekler ve kadınlar var ya, Allah onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzap/35) Allahu Tealâ’yı seven gafil olmaz. Gafil de, Allah’ın dostu olamaz. Zikir gaflet halinden kurtuluştur. Kalbi diri tutma çabasıdır. Bu ibadetin önemini vurgulamak için bütün arifler, bu dersi geçemeyen kimsenin velilik makamına eremeyeceğini belirtmişlerdir. Zikir, hak yolcusunun en birinci amelidir. Tasavvuf terbiyesinin ana hedefi kalbi uyandırmak ve Yüce Allah’a bağlamaktır. Bütün mesele kalbin uyanmasıdır. Kalbi uyanmayan kimse, bir türlü taklidi imandan kurtulamaz. Bu haliyle kalp, ibadetin gerçek tadını alamaz. İlâhi emirlerdeki hikmeti ve inceliği anlayamaz. Allahu Tealâ, dostlarının halini anlatırken onların zikre nasıl aşık olduklarını şöyle haber verir: “Onlar öyle er kişilerdir ki, herhangi bir ticaret ve alışveriş işi onları Allah’ı zikretmekten, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar, yüreklerin ve gözlerin dehşetten ters döneceği ahiret gününden korkarlar.” (Nur/37) “Onlar, ayakta otururken ve yanları üzeri yatarken devamlı Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler.” (Âl-i İmran/161) Büyük müfessir Fahrüddin Razi, bu ayetin tefsirinde Allahu Tealâ’ya gerçek kulluğun ve dostluğun ancak bütün vücut azalarıyla Allah’a yönelmekle mümkün olduğunu belirtmiştir. (Tefsir-i Kebir) Arifler, Fahreddin Razi’nin anlattığı bu hale “zikr-i sultani” derler ve onu şöyle tarif ederler: “Zikr-i sultani, zikrin vücuda yayılıp bütün duygu ve düşünceyi tesiri altına almasıdır. Bu durumdaki kimse öyle hassaslaşır ki, bütün eşyanın zikrini hissedecek hale gelir. Her gördüğü varlıkla birlikte bir çeşit zikre geçer.” Büyük veli İmam-ı Rabbani K.S. bu konuda şu mühim uyarıyı yapıyor: “Kalbin Allah’tan gayri her şeyi unutacak derecede zikir içinde kaybolması ve bu halin Allah’a yakınlık sebebi olması için Ehl-i Sünnet inancına bağlı olmak şarttır. Ayrıca hak mezheplerden birisinin hükümleriyle amel etmek gereklidir. Bu, peşine düşülecek en büyük hedeftir. Cenab-ı Hak ile huzur ve sükûna ulaşıp tertemiz olan kalp sahipleri, eşyaya baktıklarında devamlı Yaradan’ı hatırlarlar. Kalpleri eşyaya takılıp kalmaz. Buna, kalbin Allah’ın sevgisi ve zikri içinde kaybolması denir. Velilikte ilk basamak budur ve diğer velâyet makamları bu halin üzerine gelişir.” (Mektubat) Zikirde İlk Nokta Başlanmayan hiçbir işten sonuç alınamaz. Zikirde ilk nokta, onun gereğine inanmaktır. Zikir fazilet değil, farz olarak görülmelidir. Sonra birinci adımı atmak gerekir. Taklitle de olsa zikre başlamalıdır. Kalbin uyanması için ona yönelmek şarttır. Zikirde devamlılık esastır. Vücudun zikre alışması, ısınması ve onu nefes alış verişi gibi tabii hale getirmesi için, devam edilmesi gerekir. Arifler işin çözümünü zikre başlamakta ve devam etmekte görmüşlerdir. Allah’ın zikrini kalplerine nakşedenlere ne mutlu!
__________________ HAKKA İNAN,SA'YE SARIL ,HİKMETE RAM OL! |
25 Aralık 2014, 20:51 | Mesaj No:27 |
Durumu: Medine No : 45760 Üyelik T.:
27 Ekim 2014 | Cevap: oylesine....
bizler ne kadar alıştırdık acaba dilimizi kalbimizi zikre...
__________________ HAKKA İNAN,SA'YE SARIL ,HİKMETE RAM OL! |
25 Aralık 2014, 21:11 | Mesaj No:28 |
Durumu: Medine No : 45760 Üyelik T.:
27 Ekim 2014 | Cevap: oylesine.... Hallac-ı Mansur k.s. hazretlerinin oğlu anlatıyor: “Babamın idam edileceği günün gecesiydi. Ona dedim ki: – “Kıymetli babam, seninle son gecemdir, bana nasihat et.” Şöyle dedi: – “Nefsin seni bir meşguliyete düşürmeden sen onu ilahî meşguliyete sok. Eğer başıboş bırakırsan seni hayvaniyetin içine çeker.” Sonra da şöyle devam etti: – “Sen öyle bir şeyle ahirete hazırlık yap ki, onun bir zerresi bile insanların ve cinlerin amelinden üstündür.” -” Baba, o şey nedir” diye sordum. -“Allah Tealâ’yı bilmek ve sevmektir” dedi.
__________________ HAKKA İNAN,SA'YE SARIL ,HİKMETE RAM OL! |
25 Aralık 2014, 21:16 | Mesaj No:29 |
Durumu: Medine No : 45760 Üyelik T.:
27 Ekim 2014 | Cevap: oylesine.... Nefsi ile mücadelenin mükafaati Vaktiyle meşhur Üsküdar yangınında, bir Paşanın kızı gece yangının korku ve telaşıyla evinden uzaklaşırGece çıkan yangın bütün mahalleyi sararÇok evler yanıp kül olurBu korku ile evinin yolunu kaybeden kızcağız, ne yapacağını şaşırırO zamanlar şimdiki gibi elektrik yokHer taraf karanlık, zindan gibiKızcağız, caminin yanındaki medreselerin birinde mum ışığı görür Pencereden bakarki, bir molla kitap okuyor ders çalışıyorKızcağız nereye sığınsın?Her taraf zifiri karanlıkCan korkusu bu, hani " denize düşen yılana sarılır" derlerKız, mollanın kapısını çalar Molla kapıyı açar:Hayrola ne istiyorsun? derKız:Yangın korkusu ile evimizin yolunu kaybettim,bütün mahallemiz yanıp kül oldu Evimizi karanlıkta bulamıyorumMüsade ederseniz, sabah olup her taraf aydınlanıncaya kadar burada kalayım derMollada:Hay hay!Başım üzerinde yeriniz varderBuyurun orada yatağım var uzanın, korkmuşsunuz, istirahat edin, dinlenin der Kız yangının verdiği korku ile hemen orada sedirin üzerinde uyuya kalır Mollada dersini çalışmaya devam ederFakat şeytan ve nefsi mollaya musallat olurNe duruyorsun?20 senedir böyle fırsat ilk defa eline geçiyor, bak şu kızın güzelliğine der Molla bir an düşünür ve hemen parmağını yanan mumun ateşine dayar, parmakları yanarMolla nasıl der, bir küçük mumun ateşine dayanamıyorsun, yarın cehennem ateşine nasıl dayanacaksın der Bu hal sabaha kadar devam eder Ey kötü nefis!20 senelik göz nurumu boşa gidermemBakasana bir mum ateşine dayanamıyorsun diye nefsi ile şeytanı yakar, yok eder Sabah olurKız uyanır, teşekkür ederek evine giderKızın anası babası telaş içinde, göz yaşı dökerek bu zamana kadar nerede olduğunu sorarlar Kızda, birşeyinin olmadığını söyler ve olanları anlatır Paşa gidip mollaya teşekkür eder, birazda para vermek isterAma molla kabul etmezMolla şöyle der: Efendim ben birşey yapmış değilim, ben zaten dersimi yapacaktım, kızınızda burada sabahın olmasını beklediler deyip kızın babasını geçiştirmek ister Fakat kızın babası bu iyiliği karşılıksız bırakmak istemezIsrarla mollaya sorar:Allah aşkına molla! bana doğruyu söyleBütün parmakların sarılı neden? niçin bu kadar acı ve ızdıraba katlanıyorsun?Bunları bana bir bir anlat der Molla: Efendim benim sizin için yaptığım bir iyilik yok ki, bütün yaptıkları kendi menfaatim içindirBen yirmi senedir köyümden buraya ilim tahsil etmek için geldimAna baba hasreti ile yanıyorumBu sene icazet alıp anama, babama döneceğim senedir nefsimi terbiye etmeye çalıştımNefsimin terbiye olduğunu zannediyordumBu gün gördümki, terbiye olmamış, onu terbiye için mum ışığının ateşine dayanabilirmisin? dedim, dayanamadıİşte elimdeki sargılar bundandır, der Koca paşa mollanın ellerini öper Evladım der Eğer müsade edersen sana ufak bir hizmette bulunmak isterimGel bundan böyle benim köşkümün misafiri olİstersen seni evlat edinirimKabul buyururusan kızımı sana veririmBenim kızım senin gibi fazilette kemale ermiş, dinin bütün faziletlerini kendinde toplamış bir zata layık değil ama, benim kızımda fazilet numunesidir, diyerek fazilet örneği olan mollaya kızını nikahlar
__________________ HAKKA İNAN,SA'YE SARIL ,HİKMETE RAM OL! |
26 Aralık 2014, 06:22 | Mesaj No:30 |
Durumu: Medine No : 45760 Üyelik T.:
27 Ekim 2014 | Cevap: oylesine.... Vakit seher. Ufukta günün kızıl çiçeği açmak üzere. Vaktin rahmine sabahın nutfesi düştü az önce. Gecenin toprağında saklı ışıktan tohumlar başlarını uzatıyor. Şimdi hatırla ki, sen de bir zamanlar yokluğun karanlığında yitiktin. Unutulmuşluk toprağına gömülü bir tohumdun. Kimsenin adını bilmediği, hatırını saymadığı bir yetimdin. Hatırla ki, unutulmuşluğun toprağında Rabbin seni unutmadı. Rabbin seni sahipsiz de bırakmadı. Rabbin seni yokluk gecesinden varlığın şafağına eriştirdi. Taze bir bahar gibi gün yüzüne çıkardı bedenini. Ete kemiğe bürüdü ruhunu. Gülden tebessümler giydirdi yüzüne. Şimdi seher vakti. Göz kapaklarının ardından kaç. Gafletin gecesinden uyan. Aç gözlerini sehere. Aç kalbini Rabbine. Uyan. Uyan, yan ve an seni hiç unutmayan Rabbini. Güneş ufukta yükselmeden, sen dualar ufkuna yüksel. Herkes unutsa bile seni unutmayan Rabbini herkesin O’nu unuttuğu anda ananlardan ol. Haydi kalk! Kalk ve miracına eşlik et En Sevgilinin Şimdi sabah! Şimdi sabah namazı vakti… Senai DEMİRCİ
__________________ HAKKA İNAN,SA'YE SARIL ,HİKMETE RAM OL! |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Konuyu değerlendir | |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|