Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Soru Cevap Arşivi (https://www.forum.medineweb.net/650-soru-cevap-arsivi)
-   -   Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah (https://www.forum.medineweb.net/soru-cevap-arsivi/23240-tasavvufla-ilgili-sorularima-cevap-ariyorum-insallah.html)

Truly 25 Ekim 2012 13:07

Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Selamun aleykum.

Sorularıma tasavvuf ehlinden kardeşler cevap verirseler sevinirim. Karşı görüşleri az çok bildiğim için, tasavvuf ehlinden kişilerin görüşünü bilmek istiyorum.

Not: İlmim çok geniş değildir, anlayabileceğim düzeyde kısa cevaplarla özetleyebilirseniz sevinirim. Şimdiden teşekkürler.

1. Peygamberimizin (s.a.v) "mezarları yükseltmeyin, üzerine bina yapmayın" emri bulunmakta. Dolayısıyla türbeler en baştan haram. Kabirdekilerden yardım istemek için, türbe ziyaretlerinin delili olarak neler biliyorsunuz?

2.Kuranda Allah'ın savaşlardakileri melekleriyle desteklediği belirtilmekte. şehitlerin ise dünyaya gelmek istedikleri ancak Allah'ın buna izin vermediği hadisde geçmekte. Siz şehitlerin ve evliyaların dünyaya geldiklerinin delilleri olarak ayet ve hadis olarak hangilerini biliyorsunuz?

3.Hadislerin doğru olup, olmadığını belirlemek için istihare yapıldığı, görülen rüyaya göre "sahih yada değil" denildiği doğru mu?

4. Rüyada Peygamberimizi (s.a.v) görmekle alakalı olarak: "Kim beni rüyada gördü ise gerçekten görmüş gibidir, Şeytan benim suretime giremez." hadisi var. Peki Peygamberimizin (s.a.v) cemalini hiç görmemiş olan bizler, gördüğümüzün Peygamber (sav) olduğundan nasıl emin olacağız. Evet şeytan onun suretine giremez, ama başka birinin suretinde görünüp. "Ben peygamberinim" diyebilir, değil mi?

5. Üstün güçleri olan evliyaların (Gavsların) imdada yetiştiğiyle alakalı anlatılanların, Şeytanın veya Kafir Cinlerin evliyaların kılığına girerek isteklere cevap vermesi, dolayısıyla Gavslardan yardım istenmesinin caizliğine inandırması (Ki Şeytan yemin etmiştir ki, Senin yoluna inananları saptıracağım" diye) mümkün değil mi?

Yitiksevda 25 Ekim 2012 21:14

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Tasavvuf ehli olanlar neden sessizliğe büründünüz buyrun sizin delillerinizi görelim Cevap vermek isterdim Allah'ıma binlerce kez hamdolsunki bu Şirk bataklığından beslenmediğim için cevap vermiyorum cevap verecek kapasitedeyim lakin gelecek cevaplara binaen değerlendirmede bulunacam Buyrun sizi dinliyoruz Ölülerden medet umanlar...

muallime 28 Ekim 2012 13:28

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]




Sayın truly,Yukarda verdiğim linkte tam 90 forum sayfası bütün tasavvuf sorularına delilleriyle çok tatminkar cevaplar verilmiştir.Gerçekten iyi niyetle Tasavvuf hakkında bir şeyler öğrenmek istiyorsanız uzun bir vakit ayırarak bunları okumanızı tavsiye ederim.

Truly 28 Ekim 2012 14:18

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Teşekkür ederim kardeşim ama o kadar konu arasından ben şimdi yukarıdaki sorularımın cevabını mı arıyacağım :(

Çoooooooookk uzun bir süre sonra tekrar görüşürüz o halde... Tabi biriniz insaf edip kısaca özetlemezse..

Yitiksevda 28 Ekim 2012 17:31

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Truly Kardeşim özetini size sunarım Kuran penceresinden Eğer Kurandan daha güzel söz var ise başka açıklamada bulunacaklar İyice düşünsünler

Truly 28 Ekim 2012 17:59

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Teşekkür ederim, çok makbule geçer. Ben bugün 2. sayfasına kadar okumuştum. Bazı kelimelerin anlamını bile bilmediğimden, şimdi vakit kaybetmeyeyim sonra dönerim diye es geçtim ama kolay kolay bitecek gibi de değil.

Bir de bu konuları okuduğum zaman normalde ikna edici buluyorum. Çünkü hadislerle açıklanmış. Ama sorun şu ki tasavvufun dayanak aldığı bir çok hadise uydurma deniliyor. Böyle bir durum olduğunda konular istenilen şekilde yorumlanabiliyor. Kimin açıklamasına baksam mantıklı...

Bu da benim yukarıda sorduğum soruyu (rüyayla "hadis sahihtir" demek) gündeme getiriyor. Böyle bir yöntem ne kadar doğru? Uzun uzun konuları okumadan önce, kaynakları elde etme (sahih mi değil mi anlama) yöntemi ne olmalı? Herkesin hadisten delili var? Ama bu kadar birbirine zıt olması düşündürücü. Doğru yol tek olduğuna göre bir taraf yanılıyor olmalı. Ama hangisi?

muallime 28 Ekim 2012 18:46

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Truly kardeşim hiç öyle şey olur mu?Hadisler sahih mi değil mi rüyaya yatılacak ve sonuca göre sahih ve değil denilecek.Hadis usulü denilen bir şey var.Hadislerin çeşitleri var.
Hadis usulündeki kriterlere göre belirlenir.Rüya hükümlere delil olmaz.

Bizler bir hadisin sahih olup olmadığını anlayamayız. Bunun yerine muteber bir hadis kitabı mesela Tirmizinin camii,Ebu davudun Sünenine, İbni mace sünenine ,İmam malikin muvattasına ,Nesainin sünenine ,Müslimin ve Buharinin sahihlerine müracat etmelidir.

Eğer bir kişi keşif ve rüya ile bir bilgi edinirse bunu Kuran ve sünnete vurar eğer ona uyarsa dilerse amel eder kendi bileceği bir iştir.Fakat sadece kendisini bağlar.

Truly 28 Ekim 2012 19:18

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Allah razı olsun. Benim bildiğim de, aynı sizin dediğiniz gibi olması gerektiği.

Ama ben istihare namazına yatmadan kitabına hadis eklemediğini söyleyen bir alim hatırlıyorum. (Yanlışım olabilir ama Mahmut Ustaosmanoğlu'ydu galiba. İlk fırsatta tekrar araştırıp, iddia doğru mu, değil mi aktarırım inşallah)

Yitiksevda 28 Ekim 2012 23:18

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Panteizm ya da Tümtanrıcılık (Doğa tanrıcılık, Kamutanrıcılık) Evrenin bütününü Tanrı olarak kabul eden felsefi görüştür. Panteizmde, her şey Tanrı'nın bir parçası olarak kabul edilir, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Panteizmden farklı olarak Tanrı'nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur.

(Tasavvuf Dininde olan kopyası Vahdet-i Vücud)

Hindu panteizm inancı ile özdeş olan yerli modeli Günümüz tasavvufi anlayışını onların yapmış olduğu fikir, zikir, yoga ve giyim kuşama kadar aynı Onların hedefinde NİRVANA Tasavvufta FENAFİLLAH Onlarda ŞİVA Tasavvufta KUTUP onlarda VİŞU Tasavvufta AKTAP Onlarda BRAHMA Tasavvufta GAVS Hinduizm’den gelen inanç sistemini Türk, Kürt, Arap kamuflesi ile kakalayan beyefendiler gelin bize mürid olun gelin marabalar aman ha sakın sorgulamayın çarpılırsınız sizin haddinize değil sorgulamak onlar her gün peygamber ile görüşüyor cevap alıyorlar!

İslam’da ‘’La ilahe İllallah’’ emri tevhidin ölçüsü iken, sömürücü kesimlerde ise ‘’La mevcude İllallah’’ yani bizim anlayacağımız ‘’Vahdeti Vücud’’ Allah’tan başka Vücud yoktur. Anlayışını hâkim kılmaya çalışmaktadırlar.

Bu anlayışı Kur’an şu ayeti kerime ile reddeder.

(O'dur) gökleri ve yeri yoktan var eden. O, nasıl ki hayvanlar arasında eşler (bulunmasını) irade etmişse size de kendi cinsinizden eşler vermiştir ve sizi böylece çoğaltıp durmaktadır: (ama)hiçbir şey O'na benzemez ve yalnız O'dur, her şeyi işiten, her şeyi gören.(Şura-11)

Allah’ın açıkça buyruğuna rağmen, Vahdet-i Vücud anlayışını savunanlar yaratılanların tümünün Allah’ın benzeri olduğu inancındadırlar. Bu anlayış sahiplerini tek-tek sunmayacam bu İtikadi bozukluğu sergileyenlerin tümünde bu anlayış mevcut olup savunulmaktadır.

Allah’ın dini ile Tasavvuf dininin birbirine hiç benzemediğini birkaç delil ile ortaya koyalım.

Allah’ın dininde: Allah varlığı ezeli ve ebedi olan, eşi ortağı ve benzeri bulunmayan yaratıcıdır. Kendisi var iken hiçbir şey yok idi. Allah yarattıklarının hiçbirine benzememektedir. Kâinatı yoktan var etmiştir gelip geçicidir. Baki olan Yalnızca Allah’tır.

Batıl olan anlayışta: Allah ve yarattıklarının tümü bir varlıktır. Yaratan ile yaratılanın aynı olduğu görüşü (Vahdeti Vücud).Batıla göre Allah tarafından yaratılmış ne var ise onunla eş niteliktedir. Yaratılan yaratanın bütün özelliklerini yansıtır anlayışı ile yoktan varoluşun olmayacağını yansıtırlar.

Allah’ın dininde:Furkan, zikir, Allah’ın kelamı Kur’an iken. Üstünlük takva ile belirlenirken. Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez iken. Şefaatin yalnızca Allah’a ait olduğu açık iken. Ölüler ile dirilerin bir olamayacağı bildirilirken, Tevbenin nerde olursa olsun Allah’a aracısız yapılması emri var iken, Vesileler olarak yalnızca amellerimizi aracı kılmamız emredilir iken, Şüphesiz temel kaynağın Kur’an olduğu apaçık bildirilirken bu ve benzeri birçok kavramı katleden şarlatanlar bunlar az gelecek ki onlara kendi dinlerine ait kavramlar üretmişlerdir.

Batıl olan anlayışta: Keşif, kerametler ile semalarda uçanlar. Gavs kutup vb İslami olmayan kavramlar ile kutsamalar. Gayb âlemlerini turlayıp insanlara nerelerde kimler ile görüştüklerini, cennet cehennem hallerini, tapular dağıtanlar, kehanette bulunmalar, ilhamlar ile kitaplar yazmalar, rüyalarında ilim öğrenmeler, Hakikatı Nuru Muhammediye ile insanı kâmil, kutbul irşad, ricalul gayb, revasi, şeyh gibi isimlere kâinatta tasarruf hakkı vermeler, ölülerden medet umma, ruhları yardıma gönderme, darda ve rahatlıkta yalnızca yardım istenmesi gereken Allah yerine beşerden yardım dileme.

Türbe, ziyaretler ile putlaştırmalar. Allah’ın kutsalları üzere kendi mekânlarını kutsallaştırıp insanları Allah’a davet edeceklerine kendi Kâbelerine davet etmeler, taşları, çörekleri, yedi sülalelerini kutsallaştıran Allah’ın dinine zerre zarar veremeyeceklerdir.

Asırlardır siyasi ve menfaatsel politikalarına dini alet ederek rantlarını korumaya çalışan, kesimlere Allah’ın dinini Allah’ın kelamından öğrenen gençliğin uyanışı korku vermekte ve karalama ile onları bertaraf etmeye çalışmaktadırlar. Yıllarca mezhepleri imanın şartı gibi sunup insanlar arasında mezhepsel kargaşaları revaçta tutmaya çalışmaları, menfaatleri açısından gerekli idi.

Eğer kulumuz (Muhammed)'e katımızdan safha-safha indirdiğimiz vahyin bir kısmından şüphe ediyorsanız o zaman aynı değerde bir sure getirin (de görelim) ve -eğer dediğiniz doğruysa- Allah'tan başkalarını da size şahitlik etmeleri için çağırın.
(Bakara-23)

Ama (eğer onu basit bir faninin işi olarak görüyorlarsa) ona benzeyen başka bir söylem üretsinler (de görelim!) Söyledikleri doğru mu, değil mi?(Tur-34)

Allah’ın dininde insanın rabbine karşı olan sorumluluk duygusu hayatı ile pekiştikçe sakınacağı emir ve yasaklar çoğalır iken, Tasavvuf dininde mertebe kat etikçe sorumluluk azalır ve ilerledikçe kalkar.

Dine karşı din diyebileceğimiz, batıl anlayışların, ülkemizdeki yapılanmalarına baktığımızda, laik sistem ile barışık, Allah’ın hükmü üzere hüküm koyanları başa getirmek için yarışan, yoksulu, mazlumu, ezileni, sömürüleni görmeyecek kadar bencilleşen benim kitaplarım benim cemaatim benim ferdim gibi ayrımları had safhada tutan anlayış sahiplerine sorum şu olacak Allah katında hesaba çekileceğimiz vakit sizin cemaat ferdiniz sizin şeyhleriniz sizin kitaplarınız Kur’andan sorumlu tutulmayı kaldırabilecek mi?

İlahlıklarını saf duygular ile Allah’a yaklaşma arzusunda olan insanların inançları üzerine kuranların hesabını en iyi görecek olan Allah’a havale ediyorum. Allah’ın ayetlerini bile- bile saklayanlardan olmaktansa tüm insanlıktan tecrit edilmeyi yeğlerim. Allah’ın apaçık ayetlerini bilip saklayanlar FASIK’LARIN ta kendisidir.

Muhammed’i Dinin Eşkiyaları Tasavvufçular.

Günlük 5 vakit farz namazlarımızda itina ile anlamını kalbimize işleyerek okuduğumuz ‘’Fatiha’’ suresindeki ‘’Yalnız sana İbadet/Kulluk ettiğimiz için. Yalnız senden yardım dileriz’’ Ayeti kerimenin hükmünü yaşamsal alanda ne kadar gösterebilmekteyiz ya da Tasavvuf/Tarikat adı altında örgütlenen cemaat leşen topluluklar bu hakikati ne kadar idrak ederek yaşama yansıtabilmektedirler...

‘’Yalnız sana İbadet/Kulluk ettiğimiz için. Yalnız senden yardım dileriz’’

Denmesine rağmen... Ölülerden Medet bekleyen dara düştüğünde ölüleri yardıma çağıran Allah’tan başka güç ve otorite tanımayız derken Şeyhlere, Ğavslara, ricalul ğayblara, efendilere, beylere, hocalara verdiğimiz güç ve otorite himmet ve yardımlar namazlarımızda okumuş olduğumuz ayetin anlamsız kılınması değil midir?

Allah ve Resulüne uyduklarını iddia eden ve iddiadan öteye gidemeyen tarikat tasavvuf ve cemaatler Kuru et yiyen bir kadının oğlu olan Allah Resulü Muhammed yerine göklerden inmeyen elmas taçlı, altın tahtlı sırma kaftanlı bir peygamber tasavvuru ile Peygamberi anlatmak ile meşguldürler...

Peygambere inanmak ve sünneti olan Canlı Kuran örnekliğini yaşamak ve anlatmak yerine bir kul gibi yaşayıp yiyip içen Peygamberden ziyade kendi hayatlarını ona uydurmak yerine onu kendi anlayışları ile ortaya çıkarmış oldukları inanç sistemlerine uydurmak ile meşgul olmaktadırlar.

Tasavvufa dayanak olarak Allah resulünün Ashabım olarak tanıttığı Ebu Zer’i takip ettiklerini iddia eden sözde Şeyhler efendiler beyler vb Kuran’i olmayan kavramlar ile kendilerine mevki makam şan şöhret elde etme yollarında kullanılması gereken isimlerin yaşamlarını esas almayanlar sadece elde etmek istedikleri rantlarına kalkan olarak kullanmaktan geri kalmazlar...

Ebu Zer’i kendilerine dayanak olarak alan efendiler nedense zulme haksızlığı kisralaşmaya babadan oğula geçen saltanatlaşmaya Kur’anın merkeze almış olduğu insanlar yerine Kulları yapma siyasetine alışmış sulta sahiplerinin mirasını devam ettirmektedirler eğer babası Şeyh ise oğlu gelini kızı torunu torununun torunu yedi ceddi Şeyhtir ve dokunulmazdır dokunan olursa başlarına bela gelmesi an meselesidir anlayışı ile kendi tekelleşmelerine kılıf uydurmakta ve insanlara bunu dini bir inanç olarak yansıtmaktadırlar.

Kur’anın emri olan Nefis tezkiyesi, Ahlak, Zikir, Zühd vb Emirleri Bir bütün olarak almak yerine bir kavram üzerinde yoğunlaşarak İslami esasları ruhban din anlayışına hapseden anlayışlar İslam’da olmayan lakin kendilerine mevki makam oluşturmak adına oluşturdukları din sınıfı alt üst tabaka ayrımı neticesinde kendilerini istedikleri makamlar ile adlandırmaya başlamışlardır...

Öyleyse, artık emredildiğin yönde, yanında yer alanlarla birlikte, doğru yolu tutun ve sizden hiç biriniz gurura kapılıp da çizgiyi aşmasın: çünkü unutmayın, yaptığınız her şeyi O görüyor. (Hud-112)

İşte bunun için sen (bütün insanlığa) çağrıda bulun ve (Allah tarafından) emr olunduğun gibi dosdoğru ol! Onların heva ve heveslerine uyma ve de ki: "Ben, Allah'ın bütün vahy ettiklerine inanırım. Sizin değişik görüşleriniz arasında adaleti gözetmekle emr olundum. Allah benim de, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımızın hesabı bize çıkacaktır, sizin yaptıklarınız da size. Bizimle sizin aranızda bir çekişme olmamalı. Allah hepimizi bir araya toplayacaktır; çünkü varış O'nadır."
(Şura-15)

İki ayeti kerimede Allah resulüne doğrudan bir hitap üzerinden tüm müminlere ağır bir sorumluluk yükleyen (emr olunduğun gibi dosdoğru ol) ifadesi Vahiy ve takvada daha üstünü bulunmayan Allah resulüne sanki bir uyarı niteliği taşırcasına ciddiyetinin önemini ortaya koyar...

Bu ayetler hususunda bizlere ulaşan rivayetlere göre Allah resulünün bu ağır ve ciddi hitap karşısında ‘’Saçlarım Ağardı’’ demesi bizler için hayati öneme haizdir.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan kesimler Allah resulünü anlamak yerine anmak ile meşgul oldukları için ayeti kerimelerde asıl anlatılmak istenenin Vahyin esaslarına uyma ve o doğrultuda Tevhid inancını Allah resulü üzerinden tüm müminlere yüklenmiştir.

Tasavvuf adı altında yapılanmaların dayanakları delil sayılamayacak kadar boş ve mesnetsizdir. Bu oluşumların sundukları deliller eğer gerçek olsa idi bu veli ğavs ricalul gayb şeyh vb kimseler gaybı bilse idiler bereket yağdırabilse idiler insanların isteklerine cevap verebilse idiler insanlara himmet onların tekelinde olsa idi acaba şu durum ile ne kadar tezat görüşler olduğunu ispatlamaya yeterli gelir kanısındayım:

Allah resulü ve Ashabım dediği kutlu şahsiyetler demek ki bu isimlerini saymış olduğum ğavs şeyh veli vb isimlerden daha düşük derecede olmaları gerekiyor çünkü Allah resulü İfk hadisesinde neden ayet inene kadar hiçbir şeyi bilemedi?

Yâda Uhud savaşında ağır darbeleri alacağını bilmesi gerekmez miydi?

İmam Ali kendisini Şehid edecek kişiye neden önce tahmin edemedi?

Yâda Halife Ömeri Şehid eden (Ebu Lülü) kişiyi neden bilemedi?

Yâda Allah’ın aslanı Hamza kendisini şehid edecek olan ‘’El Akilet’ül Ekbad’’ (Çiğer Yiyen kadın) Hindu’nun o zamanda kiralamış olduğu Vahşisinden haberi yoktu. Vahşi Hamza’ya 15 adım geride iken nasıl olduda fark edemedi?

Yâda İmam Hasan’ın kendisini zehirleyecek olan cariyesinin maddiyat karşılığı onu satın alan ismi lazım olmayan kişileri önceden bilmesi gerekmezmiydi?

Yâda İmam Hüseyin’in Kerbela'da şehid edileceğini ve Kufe halkının ona hainlik yapacağını önceden bilmesi gerekmezmiydi?

Bu fark edilemeyen olayları buraya aktarmamdaki sebep. Tasavvufun iddia etmiş olduğu keşf ilham gizli ilimler istidrac keramet vb kavramları saymış olduğum Mübarek insanlar neden kullanamadı yoksa bu İnsanlar tasavvufun büyükleri olarak anılan insanlardan daha mı küçük makama sahiptiler?

Allah açıkça üstünlüğün ırk dil kavmiyet vb hiçbir şeye bağlı olmadığını üstünlüğün ancak ve ancak TAKVA ile olduğunu açıkça beyan etmesine rağmen kendilerini soy sop vb kavramlar ile adlandırarak kendilerine mevki edinenler Allah’tan daha mı iyi bilmektedirler...

Allah resulünün Ashabım hitabına mazhar olan Halife Ebubekir, Ömer, Ali, Ammar, Ebu Zerr ve daha birçoğu İslam inancımıza göre hem sahabe hem de Allah’ın dostu/velisidirler. Lakin saymış olduğum isimler ile tasavvufta var olan RABITA anlayışı üzere nedense hiçbir kimse bunların simalarını düşünerek gözlerinin önüne getirerek Allah ile yakınlık kurma anlayışına girmemişlerdir...

Rabıta Şirkini dikkate almayıp 7 yaşındaki çocuğu ile sıcak teması cinsellik sayan taife nedende iş kendi Şeyhlerine gelince Kadınlara rabıta esnasında Şeyhlerinin simasını hayal etmelerini emredebiliyorlar 7 yaşındaki çocuğa sıcak ilişkiye baba, anne şefkatini caiz görmeyenler kadınların rabıtasını caiz görebilmektedirler? Namus sahibi hangi erkek kadınının başka bir erkeği hayal/tahayyül etmesine izin verebilir! İzin veren ancak Deyyus Yahudileşen mantık sahibidir…

Panteist düşünce sahibi olanlar: Cima ederken rabıta yapın ki çocuklarınız daha faziletli olsun? Hangi namus sahibi insan, Hayvan, Müşrik, Kâfir, Pislik, Deyyus karısının başka birini hayal ederek cimada bulunmasına izin verebilir… Ama verenler var ve Yogi dışında tasavvufun genelinde mevcuttur.

Günümüzde RABITA/YOGİ anlayışı ile insanlara kendi simalarını düşündürme anlayışı ile Allah’a ulaşma yakınlık kurma anlayışı hangi dinin ürünüdür... Gerçek manada eğer düşünülmesi gereken bir sima göz önüne getirilmesi gerekse idi Acaba Allah resulünden başka bir sima bu davranışa daha layık olabilirmiydi?

Allah Resulü Muhammed (s.a.a) Hayatında Annem dediği iki kişiden biri olan FATIMA (a.s) şöyle öğüt veriyordu:

‘’Kızım Fatma! Sakın Babam Peygamber diye güvenme! ‘’hitabını yaparken kişinin ancak takvası ile Allah’a ulaşabileceğini açıkça izah etmektedir...

Olayları analiz ederken başlangıç evresinden almak gerektiğine inanmaktayım ve bu nedenle her daim başlangıcından itibaren ele almaya çalışırım...

Emevi Arapçılığının ve zulümlerin doruk noktaya eriştiği dönemlerde ortaya çıkan Züht hareketinin ilk temsilcilerinden biri olan HASAN EL BASRİ tarihte mevali olarak anılmaktadır. Sufi gelenek Hasan basriyi anlatır iken ona İmam Âlinin hırka giydirdiğini iddia ederler lakin bu iddianın tarihi bir vesikası olmamak birlikte İmam Ali ile Hasan el basrinin görüşmüş olma ihtimalleri çok zordur.

Emevi Zorbalarının insanlar üzerinde estirmeye başladıkları teröre karşı koyacak güce erişemeyen kitleler! Kendilerine yeni bir hayat sistemi emeviye tepki olarak ZÜHD hayatını tercih etmişlerdir.

Sahabeler üzerinden örneklemelere devam edelim :

Allah resulünün canlı kuran örnekliği terbiyesinde yetişenler hiçbir zaman herhangi birinden Şefaat yardım talebinde bulunmadıklarını orjinal kaynaklardan edindiğimiz bilgiler neticesinde bilmekteyiz. Şefaat yalnızca Allah’tan istenmiştir Allah resulüde bundan gayrisini öğütlememiştir.

Bugün ise tasavvuf adı altındaki oluşumlar peygamberi kuranı devre dışı bırakan anlayışları neticesinde insanlara cennet vaat etmekte şefaat etmekte ve kendilerini garantiye almış gibi başka saf insanlara şefaat edecekleri uydurmaları ile uyutmakta kendilerini rab yerine koymaktadırlar...

Allah’a kul olmak için hiçbir aracıya ihtiyaç yoktur. Allah’ın rahmet pınarlarının önünde engel olabilecek hiçbir zorba güç bekçi/kapıcı/hükümdar olamaz yoktur.

Allah resulünün yaşadığı asırda var olan Müşrik sistemin teklif etmiş olduğu Dar’ün nedvenin başına geçme isteğine verdiği cevap : ‘’Bir elime ayı,bir elime güneşi verseniz yolumdan dönmem’’ diyerek kesin bir dille reddetmesinin arka planında var olan ve günümüzde bu arka planın çarkları haline gelen anlayışa net bir cevaptır...

Günümüzde sözde âlim olan veli olan ve takip ettikleri velilerin hayat sistemleri her daim zalim sistemlerin çarkı arasında öğütülme anlayışı hâkimdir...

Allah resulü o tekliflere evet demenin onları işletmiş olduğu sistem çarklarının arasında öğütme olduğunu çok iyi bilmekte idi ve ona göre de kesin cevabını vermiştir...


Allah resulü Kuran merkezli eğitim süreci içerisinde hiçbir zaman günümüz anlayışlarının sunmuş olduğu şu anlayışları benimsememiş bilakis reddetmiştir... Günümüzde var olan yapılanmaların öncelikleri arasında önce tahtımı sağlamlaştırayım ekonomik durumumu düzelteyim iktidarların imkânlarını kullanayım onlara hoş görüneyim daha sonra TEVHİDİ anlatırım insanları doğru yola davet ederim anlayışı ile ne yazık ki girmiş oldukları yoldan geri dönememekte ve battıkça batmaktadırlar...

Küfür sistemlerine uşaklık eden seçim dönemleri oy depoları olarak görülen Cemaatler tarikatlar vbleri Rabbani metodu ortaya koyamadıkları gibi kendilerine intisap etmiş olan kuru kalabalıkları da satmaktadırlar...

Bir dönemler Süleyman demireli kutsayan İsmi lazım olmayan cemaat Cehennem partisini iktidara taşıyanlar Anavatan Doğru Yol partilerine yardakçılık yapanlar bugünde hali hazırda var olan Siyasi yapılanmaya taşeronluk yapmaktadırlar uşaklık hizmetini en güzel şekilde yerine getirmektedirler...

Allah’ın çizmiş olduğu sınırlar üzerinde sebat etmek dosdoğru istikamet üzere devam etmek çok zordur yol alırken ifrat ve tefritten uzak durmak gerektiğinde malından canından ailesinden vatanından ayrı kalmak çok zordur...

La ilahe illallah demek tüm güç ve otoritelere baş kaldırmanın adıdır yaşamsal boyutudur... Rabbimiz Allah dedikten sonra istikamet üzere olmak Müminler için zorlu yolculuğun temelidir.

Çok fazla uzatmadan temelleri asırlar öncesinden atılmış olan Kuran dışı anlayışlara ev sahipliği yapan tasavvuf vb oluşumlar asla İslam olamadılar ama her daim İslam kisvesi altında zehirlerini insanlara enjekte etmeye devam ettiler şu söylemler ile:

Ölülerden yardım isteme. Aracılık (Vesile ve Tevessül) Evliyanın yardımı. Şeyhlerin manevi yardımı. Birilerinin yüzü suyu hürmetine. Olağan üstü yollar ile yardım. Şirk. Şehitlerin savaşması hikayeleri. Görünmez erenler. Yüce ve Alçak Ruhlar. Şeyh ve Velilerin gaybtan haberler vermesi. Keramet. Mucize. İstidrac, Gizli İlimler. Keşf (perdelerin açılması/iki âlemde yolculuk) Sezgi (feraset) İlham, Şefaat Rabıta. Allah’ın gözükmesi. Giyim ve kuşam ve kendi oluşturmuş oldukları inanç sisteminin esaslarına riayet edilmesi için evratlar vb uyuşturucu anlayışları halen ve halen insanları sömürmek için kullanmakta ve milyonları şirk batağına sürüklemektedirler.

Bu kadar yozlaşma ve Şirke Rağmen Tasavvufun İslamdan bir parça olduğunu savunmak niyetinde olanlara tek sözüm vardır Allah ıslah etsin satılmış akıllarını kullanmayı nasip etsin.

MEVLÜT HÖNÜL
MALAZGİRT

TELMİHA 29 Ekim 2012 00:42

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Selam
TASAVVUF gibi sapkın bir anlayaş ancak bu kadar güzel dile getirilebilinirdi.Yitiksevda Allah ilmini hayırlı yolda artırsın.
İnsanlar önce kendi kendilerine bir din uydururlar sonrada bu dine Kuran’dan deliller bulmaya çalışırlar.Halbuki Allah Rasulunun arkadaşları inen her ayete olduğu gibi iman ederlerdi.İşte müslüman ile gayri müslim olanların en büyük farkı bu.
Gayri müslim olanlar dediğimiz gibi kendi kafalarındaki din anlayışına delil bulmak telaşı içerisindedirler.Bu her dönemde böyle bulmuştur.
Allah rasulu adına bu kadar iftira uydurma sözler varken hala istihare ile hadis doğruluğunu isbatlamaya çalışan mahmutçular elbetteki Kuran’a dayalı beyanlardan son derece rahatsız olurlar.Çünkü Kuran onların kendi kafalarındaki din anlayışını paramparça etmektedir.
Bu arada panteizm ile tasuvvuf kıyaslamanız son derece isabetli olmuştur.Pantezmin temel felfesi olan evrenin bütününü tanrı olarak kabul edilmesi tasavvuftaki Vahdeti-Vücut anlayışıyla birebir aynıdır.
Halbuki islam dini tek ilah ve bu yüce İlah’ın kudretinin zuhuru olan yoktan var etme esasına dayalıdır.
Neyse yitiksevdanın sözünün üstüne fazla söze hacet yoktur.Tasavufçular bol bol okusunlar birde şeyhlerine de göstersinler.
selam

Verda_Naz 29 Ekim 2012 00:55

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
ben bu dusuncelerinizi seyh olarak bilinen insanlarla tartistiniz mi cok merak ediyorum...kimseye-söyleme000

Truly 29 Ekim 2012 10:38

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Tasavvuftan dönen (tevbe eden) şeyhlerden Ferit Aydın var bildiğim. Diğer tarikatleri bilmiyorum ama yakın akrabalarımdan İsmailağa cemaati mensupları var ve Mahmut Ustaosmanoğlu ile Cübbeli Ahmet'in Yitik Sevda kardeşin anlattığı bilgilere ulaştığı ve reddettiğini, internetteki reddiyelerinden bilmekteyim.

Diğerlerinin de bu Tevhid akidesini bildiğini ve ısrarla yaptıklarının şirk olmağını savunduklarından eminim. (Tasavvufun içinde olduğunu söyleyip de, Gavslardan imdat istemediklerini söyleyen bir-iki kişi tanıdım ama ya bunlar apayrı bir tasavvuf içindeler, ya da içinde bulundukları tasavvufu bilmiyorlar)

Yitik Sevda ve Telmiha kardeşim Allah razı olsun. Ben de dün değindiğim rüya ile hadis sahihleme mevzusuna dair tasavvuf ehlinden birinin yazısını aktarıp yorumlarınıza arz edeyim inşallah. "Kabir ehlinden yardım isteyin" sözünü nasıl kaynak haline getirmişler, bir örnek işte:

"
Demem o ki, bir Allah dostu, ölümünden sonra Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’i rüyâda veya uyanıkken görse, ondan bir söz işitse ve Resûlüllah sallal-lâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki, yahud, Allah celle celâluhû’yu rü'yâda görse ve ondan bir söz işitse ve Allah celle celâlühû buyurdu ki,dese bu sözler onlara i'timâdı olanlarca dilden dile nakledilse, bir hadîs veya hadîs-i kudsî gibi aktarılsa, bundan bir yalan ve iftirâ lâzım gelmez. Hadîs ve akâid ilmi açısından bu böyledir. Hüccet olup olmaması mes'elesi ise ayrı bir husûstur. Selef’den bu husûslarda birçok rivâyetler vardır.
Sûfiyye’nin, gerek Mevlâ Teâlâ’dan bir çeşit kudsî hadîs ve gerekse Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den hadîsi bu yollarla alabileceğini, bunca âlimin ifâdelerine dayanarak kabûl edecek olursak, geriye, bu rivâyetlerin sıhhat dereceleri mes'elesi kalıyor.
Keşif hatâsı ihtimâli yüzünden, bu rivâyetler, elbette zann ifâde ederler.
Haber-i Vâhid’in, yani Mütevâ-tir (ve -Henefîlerin çoğuna göre de- Meşhûr) olmayan sahîh rivâyetlerin bile Cumhûr’a göre az da olsa zann ifâde ettiğini ilim erbâbı bilir.
Bu, Haber-i Vâhid türünden olan rivâyetlerin zayıf isnâdlı olanlarının dahî her hâl ü kârda atılmadığını, hele, tercîh bahis mevzûu olmadığında, yahud nasslarla çelişmediğinde veya zayıflık çeşitli sebeblerle şiddetli olmadığı ve telâfisi olduğu hâllerde, veya başka nass bulunmadığı ve hiç değilse mücerred reyden daha iyidir denilerek bunlarla müstehablığın bile sâbit olabileceğini ilim sâhibleri bilirler. Nitekim büyük İmâm Muhakkik İbn-i Hümâm, Fethul-Kadîr’inde bunu açıkça ifâde eder.[30]
Öyleyse, Allah dostlarından gelen, isnâdsız ve vâsıtasız rivâyetler, koysunlar Sûfiler’in ve onlara i’timâdı olanların olsun. Kur'ân’a ve Sünnet’e paralel oldukları zaman zâten asıl hüccet ve delîl bunlar değil paralel oldukları nasslar olmuş olur ki, ortada hüccet olup olmamaları müşkili de kalmaz. Nasslara şâhid olmaları ve onları te’yîd etmeleri de az şey değildir.
Geriye, bunlardan nasslara hangilerinin uygun olduğu hangilerinin de uygun olmadığı mes'elesi kalıyor ki, bu da ilim erbâbının işidir. Zamâne cazgırları ve ham Haricîler’in işi değildir...
Bir daha tekrâr etmiş olalım ki, keşfe ilhâma ve sâlih rü'yâya istinâden,Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki.. demek, isnâdsız olduğundan O’na sallallâhu aleyhi ve sellem’e yalan iftirâ etmek değildir.
Hem, Kim kasden bana yalan iftirâ ederse cehennemdeki yerini hazırlasınhadîsini bu noktada câhilce diline dolayan, İbn-i Kemâl gibi büyük âlimlere Cehennemden arsa ayıran, cehennemin topraklarını parselleyip önüne gelene hibe eden cömert emlakçılığa soyunanlar unutmasınlar ki, bu hadîsin palasının her iki tarafı da keskindir; hasımlarına salladıkları bu palanın arka kısımlarıyla kendilerini de doğrayabilirler. Resûlullah sallal-lâhu aleyhi ve sellem’in demediğini dedi demek ona yalan iftirâ oluyor da, dediğini demedi deyip inkâr etmek ne oluyor? İftira olmuyor mu? Elbette olur. Çünki,
Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle de buyurdu:
“Kime benden bir söz ulaşır da onu yalanlarsa, O, üç kişiyi yalanlamış olur; Allah celle celâluhû’yu, Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’i ve onu haber vereni.”[31]
Öyleyse sâbit bir rivâyet için uydurmadır diyenler de cehennemden arsa ve köşk veyâ villâ beğen sinler.

--------------------------------------------
Beşinci Nokta
Hadîs Âlimlerinin, Bazı Hadîslerin Uydurma Olup Olmadığında İhtilâf Etmeleri Neyi Gösterir?
--------------------------------------------
Burada, mü'minlerin, insan şeytânları tarafından şaşırtılmalarına mâni' olmak için bir suâlin cevablandırılarak mühim bir noktanın iyice açıklık kazanması lâzımdır.
Süâl:Hadîs âlimlerinin, bazı hadîslerin uydurma hadîs olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. Öyleyse ikisinden, yani uydurmadır diyen ile uydurma değildirdiyenden biri Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e iftirâ etmiş oluyor; öyle mi?
Cevâb: Hayır, iftirâ etmiş olmaz. Çünki, şu husûs yukarıda dediğimizden ayrı bir şeydir. İctihâdla alâkalı bir mes'eledir. Ortada kasıdlı bir isnâd yoktur. Ancak, ictihâd ehliyetine sâhib olmayanlarca, ilmî bir mesned olmadan, mücerred kanaatleuydurmadır demek ise, iyi niyetle de olsa kasıd makamında olabilir.
Doktorlukla ve cerrâhlıkla alâkasız bir kimsenin doktorluğa soyunup kalb ameliyyâtı yapmaya kalkışması ve adam öldürmesi, kasden adam öldürmek ma'nâsına gelmese bile, diyet tazmîn etmeyi/ödemeyi de mi îcâb ettirmez? Elbette diyet ödeyecektir.
Zîrâ, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu: "Kim önceden doktorluğu bilinmediği halde, doktorluk yapar (da can veya uzuv/organ telef eder) ise, (telef ettiğini) tazmîn eder/öder."[32]
İmâm Hattâbî şöyle demiştir: "Tedâvî eden kimsenin haddi aşıp da hastayı öldürdüğü zaman tazmîn edeceğinde/diyet ödeyeceğinde (âlimler arasında) hiçbir anlaşmazlık bilmiyorum. Bilmediği bir ilmi ve işi kullanan kişi de haddi aşan biridir. Bu yüzden O'nun işinden telef doğarsa, diyeti öder ve kısâs O'ndan düşer. Çünki O, bu işi, hastanın izni olmadan tek başına yapmamıştır…."[33]
Muhammed Hayât es-Senbelî de İmâm Hattâbî'nin yukarıdaki sözünü O'ndan aktardıktan sonra, Fetâvâ’da böyle denilmiştir; onu Hâşiyelerden birinden[34]naklettik" dedi.[35]
Yine Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu: "Hangi doktor, önceden doktorluğu bilinmediği bir topluluğa doktorluk eder, hastaya zarar verir ve O'nu ifsâd ederse, O, (diyeti) tazmîn eder/öder."[36]
Abdü'l-Ğenî el-Müceddidî,bu hadîsin şerhindeşöyle söyledi: “Ed-Dürr’de şunu dedi:
Hacamat yapan birisi, mütehassis olmamasına rağmen (bir kimsenin) gözünden (bir şey) keser de gözü kör olursa, üzerine diyetin yarısı vâcibdir. Eşbâh."[37](Müceddidî’den nakil bitti.)
Demek ki, ehil olmayanların telef ve zararları, bir ilimden yeterince haberi olmayanların açtıkları zararlar yanlarında kalmıyor ve iş zâyiâtı kabûl edilip affedilmiyor. Kaldı ki, müctehidler, -çok azı müstesnâ-, dediklerini, kesin söylemezler. Söyleyenler de bir çok defa hatâ ederler. Bu işin müctehidi olduklarından dolayı da yanılsalar bile sevab alırlar. Zîrâ, “Hâkim ictihâd eder de isâbet ederse iki, hatâ ederse bir sevâb alır.”[38]Câhiller ise kendilerini onlara kıyâs edemezler. Çünki, “Allah, şübhesiz ki, emânetleri ehline vermenizi size emretmektedir.”[39] “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[40]

--------------------------------------------
Asıl Süâl ve Netîce-i Kelâm
“İşlerinizde Ne Yapacağınızı Şaşırdığınızda Kabir Ehlinden Yardım İsteyiniz,”Sözü Bir Hadîs midir?
--------------------------------------------
Cevâb: Sûfîlerin dilinde, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki… diye başlayarak çokça söylenen bu sözün, hadîs mecmûalarında bulunamadığı bir hakîkattir. Allah celle celâlühû en iyisini bilir. Böylesi bir sözünBüyük Fakîh ve Usûlcüİbn-i Kemal’in Erba'în'inde isnâdsız olarak bulunması ve Allâme MuhaddisAclûnî’ninKeşfu’l-Hafâ’sında, onu zikredilen kitâbdan nakletmesi hadîs ilimlerinden nasîbi olanları elbette tatmîn etmez. Lâkin İslâm’da yüksek mertebelere ulaşmış kimselere hüsn-i zann etmek ve onları bir kalemde yalanlamamak, elden geldiğince mes'elenin sahîh bir te’vîline gitmek de ilmin ve İslâm ahlâkının îcâblarından olduğundan olmalı ki, Aclûnî zamâne kendini bilmezleri gibi bu söz için birden uydurmadır diye kestirip atmamış, hüsn-i zannın îcâbını yerine getirmiştir.[41]
Burada, bahis mevzû’u sözü nakledenlerinin hâfıza kirliliğinden uzak olmaları, adâlet ve diyânetlerine olan i’timâd îcâbı üç cihetle, hatta bunlardan biriyle bile sâbit olabileceği kanâatindeyiz:

--------------------------------------------
Birinci Cihet
Rivâyet bi’l-Ma’nâ
--------------------------------------------
Şurası da bir hakîkattir ki, hadîs ilimlerinde ma'nâ ile rivâyet -belli şartlarla- Cumhûra göre câiz ve herkese göre vâki'dir. Evet, şu sözün belli lafızlarının kimi hadîs âlimlerince bilinen Hadîs Usûlü ilmi ölçülerine göre sâbit olmadığı söylenmiştir. Lâkin büyük muhaddis ve fakîh Abdü’l-Hayy el-Leknevî rahimehullah bu sözün ma'nâsının, aslında, geçmiş sâlihlerin fetvâsına mürâcaat etmek,demek olduğunu söylemiştir. Bu arada,ma'nâsının birçok bakımdan doğru olduğunu da ifâde ettikten sonra, bu doğru dediği tevcîhlerin bir kaçını zikretmiştir.[42] Büyük Muhaddis, koca fakîh, asrının İmâmı Leknevî’nin, bu sözü, zamane hâricîleri gibişirksaymayıp sahîh ma'nâlara hamletmesi, yorması ilim, akıl ve idrâk sâhibleri için ibret alınacak bir husûstur. Kendini bilmez câhillere ise her yol asfalt...
Leknevî’nin bu mes'eleyi değişik yanlarıyla değerlendirip îzâh edişleri bize, aşağıdaki rivâyetleri hatırlattı:
Dârimî Hazreti Ömer radıyallâhu anhu’dan rivâyet etti: “Ömer radıllahu anh Şüreyh’e şöyle yazdı: Sana (hükmü) Allah’ın Kitâbında bulunan bir mes’ele gelirse onunla (Allah’ın kitâbı ile) hükmet… Eğer sana Allah’ın Kitâbında (açık bir şekilde) bulunmayan bir mes’ele gelirse Resûlüllah’ın Sünnet’ine bak ve onunla hükmet. Eğer sana Allah’ın ve Resûlüllah’ın Sünnetinde bulunmayan bir mes’ele gelirse, İnsânların üzerinde toplandıklarına bak ve onu al….” [43]
Dârimi ve Nesâî,Abdullah ibn-i Mes’ûd radıllahu anhu'dan rivâyet etti: Bu günden sonra kime bir hüküm mes’elesi gelirse, Allah azze ve celle’nin Kitâbındaki ile hükmetsin. Eğer ona Allahın Kitâb’ında (açıkça) bulunmayan mes’ele gelirse Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hükmettiğiyle hükmetsin. Kime de Allah’ın Kitâb’ında bulunmayan ve Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hüküm vermediği bir mes’ele gelirse sâlihlerin hükmettikleriyle hükmetsin….[44]
Yine Dârimî Abdullâh b. Mes’ûd radıyallâhu anhu’nun kendinin şu sözünü rivâyet etti: …Eskiye sarılın.[45]
Kabirdekilerden yardım isteyin sözünün aslının, Hz. Ömer radıllahu anhu'nun ve Abdullah b. Mes’ûd’un yukarıdaki sözleri olabileceğini düşünüyorum. Râşid halîfelerin sözlerinin, geniş ma'nâsı ile Sünnet’e dâhil olduğu ilim erbâbınca bilinen bir şeydir. Üstelik bu sözün Merfû'/Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e âid olma ihtimâli de vardır. Olmadığı farzedilse bile, Sünnetime ve hidâyet üzere olan, Râşid Halîfelerimin Sünnet'ine uyun,[46] hadîsi bu sözün bir cihetle Hükmen Merfû' olduğunun açıkdelîlidir.
Hasılı, bu cihetten bakarsak diyebiliriz ki, kabirdekilerden yardım isteyiniz, sözü, muhtemelen Hz. Ömer ve İbn-i Mes’ûd radıyallahu anhumâ'nın yukarıdaki sözlerinin ma'nâ ile yapılan rivâyetleri netîcesinde bu şekli almıştır. Allahu a’lem...
Ancak, Sûfiyye'nin bu sözden (sadece) bu ma'nâyı anlamadıkları da bir hakîkattir. Öyleyse devâm edelim:

--------------------------------------------
İkinci Cihet
İş’ârî Olan Ma’nâ
--------------------------------------------
Bu noktada dahi deriz ki, Sûfiyye'nin kullana geldikleri bu söz, muhtemelen, Dârimî ve Nesâî'nin yukarıdaki rivâyetlerinin işârî mâ'nâsıdır.[47] İşârî ma'nâlara Ehl-i Sünnet’in tefsîrlerinde[48] sıkça rastlanır.
Asrımızın yaşayan Müfessirlerinden Muhammed Ali es-Sâbûnî, Et-Tibyân isimli, tefsîr Usûlüne dâir yazdığı eserinde bu bahse genişçe yer verir. O, sözü edilen eserinde, Zerkeşî’nin el-Burhân'ından, Taftazânî'nin Şerh-i Akâid’inden ve Süyûtî’nin el-İtkân’ından nakiller yaparak zâhir ma'nâya zıt olmayan işârî ma'nâların makbûl olduğunu isbât eder. [49]

--------------------------------------------
Üçüncü Cihet
Keşif veyâ Sâlih Rü’yâ[50]
--------------------------------------------
Şâyet bu söz, hadîs mecmualarında isnâd ile gelen rivâyetlerde lafzan veyama'nen veya işâreten yoksa, deriz ki, muhtemeldir ve mümkindir ki, velîlerin keşfi ve ilhâmı ile sâbittir. Süyûtî’nin ve risâlesinde ismi geçen bir nice âlim yanında Hâfız Muhaddis Zebîdî, Müfessir Âlûsî, Allâme Ebyârî ve nice âlimler tarafından bu kabûl görmektedir. Bu takdîrde elbette muhâlifi bağlamaz. Münkire şifâ yerine maraz olur; ancak Onlara i’timâdı olanlar için bir kıymet ifâde eder. Fakat şunu da burada söyleyelim ki, sadece keşif ve ilhâm kaynaklı hadîs(olduğu söylenen söz)ler, Şer’î bir hüküm isbâtında değil, bazı fazîletler, teberrükler, veya sırlar yâhud irşâd noktalarında gelirler. Sadedinde olduğumuz bu sözü de Sûfiyye-i Aliyye Şer’î bir hüküm isbâtında değil de, bir takım fazîlet ve sırlar isbâtı veya kolaylığa sebeb olması maksadıyla telaffuz etmektedirler. Öyleyse ortada hiçbir yanıyla mahzûr yoktur."

Kaynak:
Hüseyin AVNİ

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Not:

Alimlerin senedi bile olmayan bu söze (güya hadise) uydurma demesine rağmen, "rüyada keşif yoluyla gelmiştir, senetsiz de olsa itibar edilmelidir." diye reddiye vermesi şeklinde kısaca özetleyebileceğim bu yazı, bana ancak şu ayeti hatırlattı:


Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

"Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar."Enam 116


Hani takva sahiplerine Allah, hak ile batılı ayıracak anlayış verir ya: Takva şirkten hakkıyla korkmaktır. Allah'ın Tek olduğunu, benzeri olmadığını, katından kimseyi yardımcı edinmediğini, Kur'an'da belirtildiği üzere kabul etmektir.

Takva evde oturup binlerce tesbih çekmek, gözleri namahremden sakınmak değildir sadece. Günümüzde takva, bunca ihtilafın olduğu şeylerde sağlam delillere itibar etmektir. İlk mesajımda sorduğum gibi, rüyada görülenin Peygamber olup olmadığı, yardıma gelenlerin şeytan olmadığından nasıl emin olunuyor? Şeytanın da vahyettiği Kuranda geçmekte.. Evet İslam teslim olmaktır, ama Allah'a.. Ya Allah'tan deyip, Şeytanın vahiylerine teslim olunuyorsa.. bunu nasıl ayırt ediyorlar. Bana bunu anlatın. Tasavvufu açıklayan onlarca sayfa değil, tasavvufun delil elde etme yolu ile ilgili bilgi lazım bana.. Yoksa ömrüm yetmez onca bilgiyi okumaya..

(Not: Tasavvufun içindeki edebe, ibadete verilen öneme hiç bir zaman kimsenin birşey dediği olmadı bildiğim kadarıyla. Peygamberimizin (sav) sabit hadislerinden bu üstün ahlak delilleriyle durmakta. Sorun şirk olduğu iddia edilen kabir ehlinden, gavslardan yardım isteme kısmında ve diğerlerinin uydurma dediği hadislere, onların sahihtir demesinde.. Üstelik "O'ndan başka yalvardıklarınız, O'ndan başka dua ettikleriniz" şeklinde Kuran'da onca reddedilen sahte ilahlara rağmen, "gavslardan yardım istemek caizdir" demekte ısrar etmekte..)

Notlar bitmiyor: Hidayet çok kitap okumak değil, Rabbimizin dilemesiyledir. Hani "neden şeyhler bunları reddediyor" diyecek olunursa, cevabımdır. Bu oldukça belli ki islam aleminin imtihanı. Allah'ın emrettiği gibi anlaşmazlıklarda Kuran ve Sünnete gideceğiz. Ama işte tasavvufun sünnet/hadis kaynağı anlayışına bakar mısınız? Bunlar nasıl delil oluyor? Şeytanın vesvesesinden nasıl emin olunuyor? Vallahi gördüklerime, duyduklarıma şaşırıyorum.

Yitiksevda 29 Ekim 2012 10:39

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

Verda_Naz Üyemizden Alıntı (Mesaj 194076)
ben bu dusuncelerinizi seyh olarak bilinen insanlarla tartistiniz mi cok merak ediyorum...kimseye-söyleme000

Sayın ablam Menzil Şeyhi ile görüşme taleb ettim Malazgirt'te bulunan vekilleri ile bu konuyu Tartışmaya açtım Aramızda Kur'an ve Sünnet Hakem olsun dedim Muhsin abim onlar ile konuşmalarımı tartışmalarımı en iyi bilen kişidir Allah'ın ayetleri ile konuşmamız sonucunda kendi sapkınlıklarına delil sunamayanlar beni kendi içlerinde bulunanlara bu bizim düşmanımızdır sözleri ile karalamaktan başka bir şey yapamadılar.Şeyh ilahları ile görüşme talebime Türkçe bilmediğini Şeyhin benim onun ile Kürtçe konuşmam ve tartışmam gerektiğini söylediler Bende Kürtçe bildiğim halde İlmi manada izahatları ancak Türkçe lisanı ile yapabileceğimi söyledim ve tamam dediler ama bir türlü geri dönmediler bana Şeyh ile görüşüp görüşmemem çok şeyi değiştirmez Çünkü ana felsefesini kaynaklarında okuduğum için fikirlerini çok iyi bilmekteyim En basit örnek Mahmut bey efendilerinin Abdulaziz bayındır ile tartışmaları kitabı yada Menzilin kendi basımları olan kitapları...

bilinmez 29 Ekim 2012 10:45

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Eline kalemine sağlık,hacı mevlüt:),abi,

yalnız istihare ile ilgili bi mevzuya değinmeden geçmiyecem,istihare bi nevi gaybe taş atmak gibi bi durum haline getirilmiş,eğer istiihare ile doğru ve yanlış ortaya çıksaydı ve rasulullah bunu insanlara öğretmiş olsaydı,rasulullahın vefatından sonra ilk uygulayan AİŞE ra ve Ali ra. olurdu ve birbirleriyle savaşmazlardı demi..neyin doğru ve neyin yanlış olduğunun,neyin hayırlı,neyin şer ,doğuracağının yolunu yordamını binlerce vahiy göndererek anlatan Allahın kelamını eliyle itip bi istihareye yapışmaktave bunuda İLİM sanıp ayrıca BUNUDA YAPANLARI ALİM OLDUĞUNA KANAAT GETİRENLERİN GELDİĞİ ,sonuçta ortaya çıkan tablo tabiki şirki ekber tasavvuf olur...

Biraz aklı selime gelelim inşaallah....

Yitiksevda 29 Ekim 2012 10:49

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Kur’ani Kerim’de R-B-T Kelime kökü ile geçen Kelimenin halleri toplamda 6 olup hal anlamları ile geçtiği yerler 5 tir…

رَبَطَ يَرْبِطُ رَبْطًا

Bağlamak, Cesaret vermek, takviye etmek, temkin vermek…

وَرَبَطْنَا

Ve yüreklerini (imanda) sabit kılmıştık.(Küfre) başkaldırdıkları zaman (aralarında) şöyle konuşmuşlardı: ‘’Bizim rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir! Asla O’nu bırakıp da, İlah diye başkalarına kulluk etmeyiz! Doğrusu eğer böyle yaparsak, asıl o zaman haktan uzaklaşıp haddi aşmış oluruz.
(Kehf–14)

اَنْ رَبَطْنَا

Musa'nın annesi, gönlü bomboş, sabaha kadar oğlunu düşündü. Eğer biz, vaadimize inananlardan olması için kalbini iyice pekiştirmemiş olsaydık, saraya alınan çocuğun oğlu olduğunu açığa vuracaktı.
(Kasas–10)

وَلِيَرْبِطَ

Hani Allah, korkunuzu gidermek için sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Ayrıca sizi temizlemek, şeytanın vesvesesinden arındırmak,kalplerinizi pekiştirip kaynaştırmak ve ayaklarınızın yere sağlam basmasını sağlamak için size gökten su indirdi.
(Enfal–11)

وَرَابِطُوا

Siz ey iman edenler! Zorluklara karşı direnin, direnişte birbirinizle dayanışma içinde olun, mevzilerinizi koruyun ve Allah’a karşı sorumluluk bilincini kuşanın ki ebedi saadete erebilesiniz.
(A’li İmran–200)

Rabitu ‘’İrtibatı kesmeyin’’ şeklinde de anlaşılabilir. Aslında Ribat nöbet tutulan yerdir. Zımnen: İmana saray olan yüreğinizin kapısında şeytan’a ve şeytanlaşanlara karşı nöbet bekleyin! İç ve dış saldırganlara karşı hazırlıklı olun! Ya da Ebede saadet yurdu Cennet yolunda vardığınız hedeften geri adım atmayın ayaklarınızı sabit tutun.

رِبَاطِ

O halde, onlara karşı toplayabildiğiniz kadar kuvvet ve binek hayvanı hazır edin ki bununla hem Allahın, hem sizin düşmanınız olan bu insanları, hem de sizin bilmediğiniz ama Allahın bildiği başkalarını caydırabilesiniz (ve bilin ki), Allah yolunda her ne sarf ederseniz size bütünüyle ödenecek ve size haksızlık yapılmayacaktır.
(Enfal–60)

رَابَطَ يُرَابِطُ رَبَاطًا مُرَابَطَةً

Muhafaza etmek gözetmek, devam etmek müdavim olmak.

Mevzileri tutmak, nöbet beklemek.

Kur’anda geçen Rabıta Kavramı hâlihazırda Tasavvuf dininde kullanılan yozlaştırılmış anlamı ile uzaktan yakından alakası olmayıp, Allah’a ve Resulüne iftira atarak kendilerine softa bir din anlayışı sunanların yozlaştırma çabalarından başka bir anlam ifade etmemektedir.

Hadislerde Murabata ve Ribat Kavramı:

"Allah yolunda sınırda bir gün bile nöbet tutmak, dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır. Birinizin cennette kamçısının yeri, dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır. Kulun, Allah yolunda savaş için her yürüyüşü, dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır.”
(Buhari-Cihad)

“Size, yaptığınız zaman hatalarınızı giderecek, günahlarınızı örtecek bir şeyi (ameli) haber vereyim mi?” Ashab dedi ki: ‘Evet.’ Buyurdu ki: “Zorluğuna rağmen abdestinizi imkân ölçüsünde alınız, mescitlere doğru adımlarınızı artırınız, bir namazdan sonra da diğer namazı bekleyiniz. İşte böyle yapmak sizin için ribat’tır. Bunu üç defa söyledi.” (Müslim, Tahare 40, Hadis no: 250)

Rabıtacıların Kur’andan delil olarak kendilerini haklı gösterme çabalarında Maide–35 Tevbe–119 Ayeti kerimelerini kendi anlayışlarına uydurma çabaları asla başarıya ulaşamayacaktır. Kur’anın nüzulünden bugüne dek, hiçbir değişikliğe uğramadan, bizlere ulaşmış olması din simsarlarının Kur’anı kendilerine uyarlama çabalarını boşa çıkarmaktadır.

Siz ey imana ermiş olanlar! Allaha karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, Ona daha yakın olmaya çalışın ve Allah yolunda gayret gösterin ki mutluluğa erişebilesiniz.
(Maide–35)

Zemahşeri, el-Keşşaf’ta ‘vesile’yi şöyle tarif etmiştir:

“Vesile, kendisiyle tevessül edilen ve yaklaşmaya araç kılınan fiil ve davranıştır. Burada kendisiyle Allah’a yaklaşılan itaatleri yapmak ve isyanlardan kaçınmak anlamlarından mecaz olarak gelmiştir.

(Zemahşeri, el-Keşşaf an hakaiki ğavamidi’t-tenzil, Beyrut, 1995, I, 615)

(Ey müminler!) Sabır ve namazla yardım dileyin: Bu, tam bir sığınma duygusu içinde yürekten Allah'a yönelenler dışında herkes için zor bir iştir.
(Bakara–45)

Siz ey imana ermiş olanlar!Sarsılmaz bir sabır ve namaz ile yardım arayın; zira, unutmayın, Allah zorluklara karşı sabredenlerle birliktedir.
(Bakara–153)

Siz ey imana erişenler! Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincine varın ve dürüst kimselerle olun!
(Tevbe–119)

Ayeti kerimeyi Ahkaf suresi 22 Ayet ile birlikte değerlendirelim:

Tevbe suresinde ‘’ meas sadikîn’’ Ayetini Ahkaf suresi 22’de ‘’Mine’s sadikîn’’ okunuşuna dayandırarak ‘’Dürüst kimselerden olun! Keşşaf tefsiri Fakat genel okuyuşu olan ‘’ meas sadikîn’’ çok daha kapsamlıdır. Sadık olmak İmana sadakatin ön şartıdır. Dürüstlerle olmak emri ise, her toplumsal çevre şartlarına hemde iyilik hareketlerinin toplumsal bir dayanışma içerisinde yürütülmesine işaret eder…

Bugün rabıta anlayışını yozlaştıran kesimler evliyalık velilik şeyhlik makamı atfettikleri şahıslar ölü dahi olsa, onlar ile röportaj yapmakta, ruhlarından medet ummakta, istimdat/yardımı Allah’tan değilde ölülerden kendilerine bile faydası olmayan bir iğnenin acısını dahi hissetmekten kendini alıkoyamayan aciz beşerden beklemektedirler.

İlahi kelamda ise bu beklentilerinin acizlikten boş kuruntudan başka bir şey olmadığı, Ölülerin, duymadıkları ve konuşamadıkları açıkça bildirilmektedir…

‘’ Eğer biz onlara melekler indirsek, ölüler kendileri ile konuşsa ve her şeyi bir araya getirip karşılarına koysaydık, Allah dilemedikçe yine inanmazlardı. Fakat çoğu bunu bilmez.
(En’am–111)

Gerçek şu ki, sen ölülere de işittiremezsin, sırt çevirip uzaklaşan sağırlara da işittiremezsin bu çağrıyı;
(Neml–80)

Ey Muhammed! Sen ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da çağrını işittiremezsin.
( Rum–52)

Allah'tan başka o yalvarıp yakardıklarınıza gelince -bunların kendileri yaratılmış varlıklar olduklarına göre- hiçbir şey yaratamazlar;
(Nahl–19–20)


Mürşitin Suretini Zihninde Canlandırarak onu Kendi ile Allah arasında vesile kılmak kuralıdır. Bununla birlikte Ölmüş ruhlardan medet ummak…

Tasavvuf dinine göre sağ olanlar yetmezmiş gibi ölü olan Mürşitlerinden de yardım beklemek, feyiz almak aracı kılmak dinlerinin esasıdır.

Şimdi bu kısa özetten sonra bu inanç sisteminin dayanmış olduğu asıl kavrama geçelim:

“Animizm” terimi Latince “anima” dan gelmektedir ki Batı dille'rinde hayvan anlamını veren “animal” sözcüğü de bu kökten gelir. Temelde hayvan veya animal, canlı demektir. Dolayısıyla canlılığın kay*nağı olan ruha tapınmaya bu ilgiyle “animizm” denilmiştir.

Tevhidi inancı yozlaştırmak isteyen güçlerin dine karşı din anlayışının başında animist yaklaşımlar gelir. Yalnızca Allah’a ibadet/kulluk etmeleri emredilen canlılar çeşitli faktörlerin etkisiyle, yaradılmış olanları yüceltmeye ve onlara doğaüstü güçler atfetmeye başlarlar.

Şehid Doktor Ali Şeriatinin Dine Karşı Din Kitabından bir kısım ile konuya açıklık getirelim:

ŞİRK DİNİNİN TEMELİ

Şirk dininin temeli, bir grup insanı zenginleştiren, diğerlerini ise fakir bırakan ekonomik anlayıştır. Bu ekonomik sistem, var olabilmek ve varlığını sürdürebilmek için dine ihtiyaç duymaktadır. Zira din kadar insanları kendiliklerinden boyun eğmeye sevk eden güçlü hiçbir etken yoktur. Bu görevi daima, şirk dini, statükoyu muhafaza ederek yerine getirmiştir. Şirk dini bu görevi iki şekilde yapmıştır:

1-İnsanlara, egemen güç ve aileler sayısınca tanrı inancını aşılayarak…

2-Kendine mensup olan egemen sınıfa, alt tabakadaki insanlara karşı imtiyazlar sağlamak ve bu imtiyazları tarih boyunca muhafaza etmek suretiyle…

UYUŞTURUCU DİN

Din karşıtlarının da söylediği gibi, şirk dininin ana unsurları, cehalet, korku, ayrımcılık, sermayedarlık ve bir sınıfın insanlarını diğer insanlara karşı üstün tutmaktır. Din karşıtlarının bu değerlendirmesi, hak din için değil, şirk dini için doğrudur. Doğru olan bir şey daha vardır ki, o da şirk dininin, zillet, sıkıntı, çaresizlik ve cehalet içinde yüzen halkları, içinde bulundukları durumun kendileri, ataları ve çocukları için ilahi bir takdir olduğuna inandıran ve buna teslim olmaya çağıran bir uyuşturucu görevini görmesidir.

ŞİRK DİNİNİN HAREKET BİÇİMİ

Şirk dini tarih boyunca iki şekilde hareket etmiştir:

1-Dinler tarihinde görüldüğü gibi şirk dininin, kendine mahsus bir hareket çizgisi vardır. Bu hareket, Totem, tabu, mana, grup tanrısı, çok tanrıcılık ve ruhlara tapınma şeklinde bir seyir çizmiştir. Dinler tarihindeki bu şirk dinleri, aslında şirk dininin farklı tezahür biçimleridir.

2-Şirk dininin en tehlikeli, en sinsi olan ve insana ve hakikate en çok zarar veren şekli gizli şirktir. Bu, tevhid perdesi altında gizlenen şirk biçimidir. Tevhid peygamberleri şirke karşı çıktığı sürece şirk dini de onlara karşı çıkmıştır. Ne zaman ki peygamberler, muzaffer olmuşlar ve şirk dinine diz çöktürmüşlerse, şirk dini, tevhid dininin takipçileri arasında gizli bir şekilde varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Mesela Musa"ya (a.s) ve onun davasına karşı çıkan Bel"am-i Ba"ur, Musevî din adamları olan hahamlar ve İsa"yı (a.s) öldürmeye teşebbüs eden Ferisiler kılığında ortaya çıkıp iş yapmıştır.

Rahmetli Ali Şeriatinin muhteşem tespitleri, Sözde İslam kisvesi altında kendi şirk inançlarını benimsetmeye çalışan, Şeyh ve benzeri isimlere kutsal kimlikler verenler, öldüklerinde dahi olağanüstü güçler ile insanlara yardım edebilecekleri görüşleri ve bu görüşleri Kur’an ve Sünnet’e yamamaya çalışanlar İslam inancından değil bilakis Şirk dinindendirler.

İster bilinçli ve ister bilinçsizce bu inanç sistemi içerisinde olanlar bu sapkın anlayışları ile kendilerince. Müslüman adına layık yaşam sunduklarına inananlar asla İslam inancının vermiş olduğu berrak apaçık nurundan faydalananlar değil. Bilakis rabler edindikleri sapkın anlayış sahiplerinin dinindendirler ve Allah’a değil put edindikleri görünmez uçan kaçanların kulları-dırlar.

Bizler bizden önceki nesillere ilim ehline muvahhidlere saygı ve sevgi duyulmasına asla karşı değiliz. Karşı olduğumuz nokta ilim ehli gözüküp kendi batıl inanç sistemlerinde var olan şirklere sessiz kalarak onları yüceltmek, Allah’ın görmediği hesabı kıt aklımız ile görerek onları cennetlik veya cehennemlik ilan etme anlayışlarıdır.

Onlara sevgi ve saygımız Allah’tan onlar için af dilemek, ortaya koymuş oldukları hakikatleri almak yanlışları ise reddetmek olmalıdır.

Bugün yatırlar olarak bilinen geçmişte kalan ölü kişiler üzerinden, mülk edinme anlayışı sunan kurumlar koca-koca anıtlar dikerek, yapıtlar yaparak insanların saf inancından beslenerek şebekeler halinde yardım sanduklarından en iyi şekilde malı götürmektedirler. Bunun farkında olmayan cehil insanlar adeta bunlardan medet umarcasına onlara mektuplar yazmakta, dilekçeler vermekte sorunlarının çözülmesinde kendilerine dahi faydaları olmayan ölülerden çözüm beklemektedirler.

Asrımızın en büyük felaketlerinden biri olan Şeytan ordularının ve yardımcılarının Müslüman halkları zayıflatmak, İslamı yeryüzünden silmek gayesi ile yapıp ettikleri soykırımlar, zulümler, talanlara sessiz durarak, tekke ve medreselerde rabıta ile meşgul olmak Muhammedi misyona uygun değildir. Bilakis Muhammedi misyonu yeryüzünden kaldırmaya çalışan şer güçlere sessiz kalarak destek vermektir.

Ribat şer güçlere karşı daima birliktelik ilkesi ile karşı koymak. Allah’ın dininin yeryüzünde hâkimiyetinin evrensel değerler olan Hak, Adalet, Özgürlük, Namus ve benzeri kavramların hâkim olmasına yardımcı olmaktır…

Bizim gibi yaradılmış olanlardan medet ummak değildir. Bu tür anlayışlar ŞİRK dininin esaslarıdır. İslam ile hiçbir alakası yoktur olamazda.

Mitolojik uçuk kaçık bir takım kimlik sahibi kişilerden yardım beklemek, onları kendi ile Rabbi arasında vesile kılmak, onlar olmadan rabbe ulaşılamayacağı inancını taşımak ancak ve ancak ŞİRK dininin öğretisidir…

Kuran ve Allah resulünün sünnetinde bulunan bir kavramı Özünde var olan anlamı ile anlamak esastır.Kur’an ve Sünnete var olan kavramlar sabitlenmiştir artısı ve eksisi olamaz Bugün kendilerince icat ettikleri dinlerini hakk gösterme gayretinde olanlar Kur’ani Kavramları katletmek ile meşguldürler ve hali hazırda var olan Sapkın bidatler ile...

Mahrem sınırlarını dahi aşan Tasavvuf anlayışı insanların Cima esnasında kendilerini düşünmelerini isteyebilecek kadar ileri gitmiş ve üçüncü kişi olarak araya girmeye çalışmıştır.

Bütün bidatler dalalettir ve bütün dalaletler de cehenneme götürür”.

Madie 35 Kehf 15 Tevbe 119 Kasas 10 Enfal 11 Ayeti kerimelerini Rabıtaya delil olarak sunan Cüppeli efendiniz Kur'an ayetlerini heva ve hevesine uygun bir şekilde yorumlamaktan çekinmemiş ne yazıkki ...

Dikkat ederseniz Konu içerisinde Bu ayetleri vermişim ve Tasavvufi anlayışın yorumladığı şekilde bir anlam ihtiva etmediği aşikardır Tasavvufun Rabıta kavramı Şirk üstüne Şirktir başkada söze hacet yok Siz İlahlaştırdığınız Efendileriniz ile Rabıta kurmaya devam edin ve söylemlerini delil kabul edin Bize Allah'ın kelamı Resululllahın Sünneti yeterde artar bile tercih sizin ...

Ölüye Ruhlara Rabıta darda kalanların kabir ehlinden yardım istemeleri vs hangi kısmına el atsam Şirk çıkıyor daha ne dememi bekliyorsunuz...

Yine şu uydurma sözü hadis diye kabul ederler:

“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz.”

(Mahmut Ustaosmanoğlu başkanlığında bir heyet, Ruhu'l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, 82.)

«Bu tarikde şeyh, kemâl-i marifet ile mütehakkık olursa, ifâzada (yardım etme konusunda) ölü ile diri müsavi olurlar»

Aslında müsavi olmaktan da öte, (yine tarîkat rûhânîlerine göre) velî, öldükten sonra bir «tîğ-i üryân» gibi, yani kınından çıkmış olan bir kılıç gibi çok daha keskin olur ve onu çağıran insanın imdadına çok daha çabuk yetişir.

(Mehmed Zâhid Kotku (H. 1313/M. 1897-H. 1401/M. 1980) Tasavvufî Ahlâk: 2/272)

Ölüye rabıta yapma k onusuna, özellikle son dönem Nakşi şeyhleri tarafından çok önem verilmiştir.

Bu cümleden olarak Abdulhakim Arvasi'nin, «Mezarlara Rabıta Keyfiyeti» başlığı altında aşağıya alınan sözleri ilginçtir. Arvasi şu öğütleri vermektedir:

«Mezar ziyaretçisi mürid, nefsini her türlü dış alâkadan boşaltır. İçini dünya kayıtlarından uzaklaştırır. Kalbini ilimler ve nakışlardan ve hadiselere bağlı duygulardan çekip çıkarır.

Ziyaret ettiği mevtânın rûhâniyetini hissî keyfiyetlerden mücerret bir nur farz eder. O kabir sahibinin Feyizlerinden bir Feyiz ve hallerinden bir hal zuhur edinceye kadar o nuru kalbinde tutar. (...)»

«Feyiz istekçisi ziyaretçi, Feyiz vericinin kabrine yaklaşıp selâm verir. Mezarın ayak ucuna yakın sol tarafına durur. Ona karşı hayattaki tavrını muhafaza eder. Bir fatiha ve on bir ihlas okur. Sevabının mislini mevtâya hediye eder. Sonra çöker oturur. Feyiz almak için kabirdeki mevtânın rûhâniyetine teveccüh eder....»

(Abdulhakîm Arvâsî, Râbıta-i Şerîfe Risâlesi s. 23 Sadeleştiren N. F. Kısakürek)

Ben onlara sadece, senin bana emrettiklerini söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan ALLAH'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum sürece onlara şahittim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin.”
(Maide 116-117)

İsa (a.s) Vefat ettirildikten sonra Ümmetinden habersiz oluyor da Ölen Efendilerinin ruhları kınından çıkmış kılıç oluyormuş tabi ki doğrudur onların Efendileri Peygamberleri sollamış ve Onlardan Üstün...

Tasavvufun icat ettiği Şirk adeti olan Rabıtanın Kur’an ve Sünnet ile hiçbir alakası olmayıp uydurma bir adetten başka bir şey değildir.

Yitiksevda 29 Ekim 2012 11:04

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Allah Resulü Muhammed (s.a.a) ve Yareni Ebubekir (r.a) ile müşriklerin bir araya gelip geceleyin baskın düzenleyecekleri haberi üzere gece karanlığında gidecekleri yönü karıştırmamak için Ebubekirin 2 deve karşılığı deve rehberi yol bilen birini kiralayıp gidecekleri yöne götürmesini istemesi hadiseni hemen- hemen herkes bilir…

Bu hadisede dikkatinizi çekmek istediğim nokta Allah resulü ve Ebubekir sahip oldukları makamlarına rağmen gece karanlığında yanlış yola sapmamak için rehber kiralıyorlar…

Bu denli üstün makama sahip iki zat gece karanlığında yollarını dahi göremiyor ve rehber kiralıyorlar da gavs kutup evsad mürşit vb isimler yeryüzünün hâkimiyetine tasarrufuna ortak oluyorlar bu tezat ve şirkin ta kendisidir…

Resulullahtan Ebubekirden kendilerini üstün görenler aşağılık maymunlardırlar kim olursa olsun…

Kutub Yaverleri

1- İmâmân (İki imam): Kutbun iki veziri mesabesindedir. Biri melekût, diğeri mülk âlemi ile görevlidir.

2- Evtadı Erbaa (dört kazık): Bunların üç kişi olduğu da söylenir. Zamanın kutbu ölünce onlardan biri onun yerine geçer. Bilgileri Kutbu'1-Aktab'tan bir feyizdir. Bunlar ölecek olursa, bütün âlem bozulur.

3- Ebdal (bedeller): Bedel, velisi göçmüş olan bölge ruhlarının toplandığı ruhani bir hakikattir. Sayılan kırktır. Yirmi ikisi Şam'da, onsekizi Irak’tadır.

4- Nuceba' (Soylular): Bunlar Ebdal'dan aşağıdırlar. Yerleri Mısırdır. İşleri yaratıkların yüklerini taşımaktır. Yetmiş kişidirler.

5- Nukeba' (Başkanlar): Sayılarının üçyüz veya beşyüz olduğu söylenir. Görevleri, yerin altındaki gizlilikleri ortaya çıkarmaktır.

Rakipsiz En Büyük Kutuptur İbn Arabî

Aktab, evtad ve ebdal için İbn Arabî, bu nitelikleri saydıktan sonra haliyle kendini bu unvanlardan biriyle niteleyecektir. Ne var ki aşağı bir unvanı yahut küçük bir mertebeyi kendine yakıştıracağını sanmayınız.
Onun için kendisinden büyük bir kutbun bulunmadığı en büyük kutup olarak kendini ilan etmekte ve şöyle demektedir:

"Bu asırda ubudiyet makamında benim kadar tahakkuk eden birinin olduğunu bilmiyorum. Çünkü Rasulullah'a veraset hükmüyle ubudiyet makamında hedefe ulaştım. Allah bu makamı kendisinden bir bağış olarak bana verdi. Onu amel ile elde etmedim, sadece Allah'ın vergisidir.
(İmam İbn Teymiyye, Mecmuu'l Fetava; 11/437 – 438)

3'ler, 7'ler, 40'lar...

Tasavvufçular, kendilerine göre velayeti mertebelere ayırmışlardır.

Kimileri bunları gavsı azam dedikleri velilerin en büyüğü ile başlatmış, ondan sonra evtad, aktab, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi kısımlara ayırmışlardır.

Kur'ani Kerim'den ve Resulullah'ın sünnetinden az da olsa nasibi bulunan bir Müslüman bu konuda tasavvufçuların söylediklerinin Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetiyle uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmadığı, düpedüz yalan ve iftira olduğunu anlar.

Ama tasavvufçular batın dünyasında gavs, aktab, evtad, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi isimleri egemen olduğu bir devlet kurmak istemiş ve bu esrarengiz güçlerle insanları boyundurukları altına almaya çalışmışlardır.

Bu alanda tasavvuf düşüncesini okurken insan, tasavvufçuların bu yollarla insanları nasıl kul köle edip sömürdüklerim ve esrarengiz hurafe dinlerine onları nasıl soktuklara görünce, hayretler içinde kalır.

Zira insanlara yerde, gökte ve bütün yaratıklar üzerinde egemenliği esrarengiz devletlerinin yöneticileri olan bu isimleri elinde olduğunu, onların arzularına boyun eğmeyen insanların velilerinin dünya ve ahirette bedbaht edeceğini telkin etmişlerdir.

Halbuki sözünü ettikleri bu veliler bazen hayatta olup okuma yazma bilmeyen koyu cahiller, bazen ölüp gitmiş ve kemikleri çürümüş zalimler, fasıklar, bazen yol kenarlarında geceleyen meczuplar ve bunaklar hatta ibadet teklifini kendilerinden kalktığını iddia edenler, bazen hayat boyu su ve sabunla yıkanmayıp güya fakirler için tasarruf yapan murdar ve pis kişilerdir.

Bununla beraber bu murdar ve fasık kişilerin gaybı bildikleri, yerde ve göklerde kendilerine gizli hiçbir şeyin bulunmadığı, herzeye güçlerinin yettiği ve iradelerine karşı kimsenin gelemediğini iddia ederler.
(eş-Şarani, el-Yevakit ve'l-Cevahir, 2/65–66)

İslam inancında ricalu'1-gayb inancı olmadığı halde tasavvufçular başka batıl dinlerden bu inancı almış ve İslam inancı gibi benimseyerek hayatın ve kâinatın tasarruf yetkisini ricalu'l gayb dedikleri kişilerin eline vermişlerdir.

Şimdi tasavvuf hocalığı yapan bir kişiden bu masalı dinleyelim:

(Cüppeli Ahmet'ten)

"Abdal, Allah'ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı kimselerdir. Onlar âlemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ederler. Abdal 40'ı Şam'da; 30'u diğer memleketlerde olmak üzere 70 kişidir.

Bulunduğumuz asırda Baba Firavun Hafız esadın Firavun oğlu Beşar Esadın İslam şeriatına ve Müslümanlara yaptığı zulümlere katliamlara ya yardım etmekte ya da onun emrinde çalışmaktadırlar. Şamda bulundukları iddia edilen 40 ve benzeri rakamlardaki, şahıslar bu zulümleri gördükleri halde ne halt ediyorlar yardıma koşsunlar da görelim. Ama edemiyorlar çünkü işleri var bu ara izne ayrılmışlar inşallah hiç dönmezler.

Şam'ın kuzeyinde bulunduğu söylenen Kasyun dağında yüz yirmi üç bin peygamberin bulunduğu, o dağın evliya ve enbiya yatağı olduğu, onun için ışık olmadığı halde geceleyin nur yalımlar halinde parladığı iftirasını da isterseniz [BNazım Kıbrısi (Şeyh Nazım)'ın sohbetlerinden okuyunuz:[/B]
(Tasavvufi Sohbetler, 59)

Bu iddialara Kur’an cevabı:

Peki kimdir, kendisine başvurduğunda darda kalmış olanın darına yetişen, kötülüğü gideren ve sizi yeryüzüne mirasçı kılan? Allah'la beraber başka bir tanrı, öyle mi? Aklınızda ne kadar az tutuyorsunuz (bütün bu gerçekleri)!
(Neml 62)

Çünkü neyi ki gizliyor ve neyi ki açığa vuruyorsanız, hepsini bilen Allah'tır.

Allah'tan başka o yalvarıp yakardıklarınıza gelince -bunların kendileri yaratılmış varlıklar olduklarına göre- hiçbir şey yaratamazlar;
(Nahl–19–20)

Tasavvufçuların hayalleri ve gülünç hurafeleriyle uydurdukları masal ülkelerinin hiyerarşisi bu tür sapkın isimlendirmelerdir.İnsanları kendi heva ve heveslerine kul etmek amacında olan şarlatanlar insanları Allah’tan korkar gibi kendilerinden korkutmak kendilerine kul köle etmek boyun eğdirmek için kendilerine uydurma yetkiler vererek İslam ile uzaktan yakında alakası olmayan isim ve tanımlamaları İslam’dan gibi göstermeye çalışmakta bu konuda iftira ve yalanlarına her şeyi alet edebilmektedirler…

Esadullah 29 Ekim 2012 11:10

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
[QUOTE=Truly;193833]Selamun aleykum.

Sorularıma tasavvuf ehlinden kardeşler cevap verirseler sevinirim. Karşı görüşleri az çok bildiğim için, tasavvuf ehlinden kişilerin görüşünü bilmek istiyorum.

Not: İlmim çok geniş değildir, anlayabileceğim düzeyde kısa cevaplarla özetleyebilirseniz sevinirim. Şimdiden teşekkürler.

Ve aleyküm selam sevgili kardeşim biz daha tasavvuf ehli olamasakta tam anlamı ile dilimizi döndüğünce değinelim inşaallah , ilminizin genişliğini ve sorulardaki inceliği ve hatta amacınıza kadar bir çok şey sorularınızdan çıkmakta ....

1. Peygamberimizin (s.a.v) "mezarları yükseltmeyin, üzerine bina yapmayın" emri bulunmakta. Dolayısıyla türbeler en baştan haram. Kabirdekilerden yardım istemek için, türbe ziyaretlerinin delili olarak neler biliyorsunuz?

Evvela şunu unutmamak lazım Resulullah s.a.v getirdiği tüm yasaklarda insanları bidat ve şirke düşmekten korumayı hedef almıştır ki Peygamberlerin amacıda budur zaten... Bu nedenle imanları olgunlaşıncaya kadar da sahabelere bir çok şeyi yasak kılmış daha sonra serbest bırakmıştır.Bunlardan bazıları hadislerin yazımı , mezarları ziyaretler v.s dir.Ama sahabeler hazır olduklarında da bunlara cevaz vermişlerdir.

Mezarların yükselmesi şaaşalı bir halde olması insanları farklı yönlendireceğinden dolayı böyle bir yasak elbetteki gereklidir.Bugün bazı alimlerin bu icma ile haramdır iddası her ne kadar yanlış isede aslolan mezarın şekli boyutu v.s değil oradaki hal ve hareketlerdir.

Nitekim Resulullah s.a.v dünyasını değiştirdiğinde vefat ettiği yerde defnedilmiştir.Eğer bu sorun teşkil etseydi Resulullahın s.a.v odası yıkılır veya üzeri yüksek olmayan bir yere defnedilirdi.Ayrıca Hz Ömer r.a Resulullahın kabrini duvarla bölmüş ve Hz Aişe belli bir zaman hayatını bölünmüş diğer alanda devam ettirmiştir.Dolayısı ile ibadetlerinidie burda yaptığı anlaşılmaktadır.

Burada önemli olan mezarların mahiyetidir.Mezarda nasıl davranılması gerektiğini bilmektir sonuçta yasaklama da bunun içindir.Bunun bilincinde olan bir kişi istediği kadar mezar ziyareti yapsın gerçek Hükümdarın ve Yardım istenecek olanın Allah Azze ve cel olduğunun da bilincindedir
.

2.Kuranda Allah'ın savaşlardakileri melekleriyle desteklediği belirtilmekte. şehitlerin ise dünyaya gelmek istedikleri ancak Allah'ın buna izin vermediği hadisde geçmekte. Siz şehitlerin ve evliyaların dünyaya geldiklerinin delilleri olarak ayet ve hadis olarak hangilerini biliyorsunuz?

Allah c.c. savaşlarda melekleri ile desteklediğini bizlere bildirmekte sizce bu desteği kaç sahabe yada desteklediği topluluk gördü ? üç bin melek beş bin melek denir bu melekler nerdeydiki kimse görmedi e Allah c.c. yalan söylemeyeciğine göre demekki vardılar.

İşte Şehitlerde bu şekildedir sonuçta Kuranda onların ölü olmadığı ama bunu bizim sezemeyeceğimizi bildirmiştir demekki sezilemeyecek şeylerde illa delil aranması garip ve usule uymamaktadır ...


3.Hadislerin doğru olup, olmadığını belirlemek için istihare yapıldığı, görülen rüyaya göre "sahih yada değil" denildiği doğru mu?

Bunu sizden duydum şimdi , hadis ilmi ve hadis usulü araştırırsanız hadislerin nasıl toplandığını sahih olup olmadığının nasıl anlaşıldığını ve hadis çeşitlerini orada rahatlıkla görebilirsiniz bu başlı başına bir ilim olduğundan burda iki kelime ile anlatılmaz elbette...

Birde kısa bir not düşmekisterim , Ehli Sünnet itikadında ilham ve ilahmın çeşitleri asla bilgi kaynağı değildir.Bu kişiyi bağlar kişi bunu hüküm olarak vermez ve idda edemez ...


4. Rüyada Peygamberimizi (s.a.v) görmekle alakalı olarak: "Kim beni rüyada gördü ise gerçekten görmüş gibidir, Şeytan benim suretime giremez." hadisi var. Peki Peygamberimizin (s.a.v) cemalini hiç görmemiş olan bizler, gördüğümüzün Peygamber (sav) olduğundan nasıl emin olacağız. Evet şeytan onun suretine giremez, ama başka birinin suretinde görünüp. "Ben peygamberinim" diyebilir, değil mi?


Evvela hergün herkes bu hadise ile karşılaşmıyor, Eğer kişi Resulullahı s.a.v Rüyasında görecek kadar bir olgunluktaysa Allah c.c. ona hak olanı bildirecektir.Resulullahı s.a.v rüyasında görmek için defalarca uygulama yapıpta göremeyenler vardır.Ama salih bir kul bu rüyayı görürse elbette Şeytan onun rüyasına giremez çünki şeytan salihlerden beridir ...

5. Üstün güçleri olan evliyaların (Gavsların) imdada yetiştiğiyle alakalı anlatılanların, Şeytanın veya Kafir Cinlerin evliyaların kılığına girerek isteklere cevap vermesi, dolayısıyla Gavslardan yardım istenmesinin caizliğine inandırması (Ki Şeytan yemin etmiştir ki, Senin yoluna inananları saptıracağım" diye) mümkün değil mi?


Öncelikle üstün güçler çok yanlış olmuş çünki bilgi edinmek isteyen bir kişi helede ilmim falan yok derken direk tanırcasına bu şekilde bir giriş yapması manidar olmuş açıkcası ;)


Bu konuda Tasavvuf ehlinin maalesef büyük kayıpları bulunmakta, Kişiler tasavvufu sadece ucmak, kaçmak, alemlerden alemlere dolaşmak , yok olmak, v.s gibi olgulardan ibaret gördüklerinden bu olayları çok yaşamakta, unutmamak lazım kişi Kuran ve Sünnet yolundan çizgisinden dışarı çıkamaz Aslolan Şeriattır. Tasavvufun gayeside Şeriat ve Peygamber ahlakıdır..

Tasavvufta manevi haller yaşanabileceğinden dolayı Şeytan bunu iyi kullanablir burada da kişi eğer Şeriat ve Sünneti iyi bilmiyorsa bu sorudaki hataya düşme payı çoktur.Allah muhafaza etsin ,

Konu uzar lakin kısaca şunu söylemek istiyorum madem bu kadar merak ediyorsunuz , Tasavvuf Kuran ve Sünnet dairesinde İslami bir İLİMDİR amacı insanlara Şeriatı ve Peygamber ahlakını aşılamak ve Allah c.c. giden yolları telkin etmektir.

Bazıları din olarak kabul etsede Tasavvuf AHLAKTIR Allah c.c. Ahlaksızlardan eylemesin , vesselam veddua

Yitiksevda 29 Ekim 2012 11:13

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Konu uzar lakin kısaca şunu söylemek istiyorum madem bu kadar merak ediyorsunuz , Tasavvuf Kuran ve Sünnet dairesinde İslami bir İLİMDİR amacı insanlara Şeriatı ve Peygamber ahlakını aşılamak ve Allah c.c. giden yolları telkin etmektir.

Bazıları din olarak kabul etsede Tasavvuf AHLAKTIR Allah c.c. Ahlaksızlardan eylemesin , vesselam veddua

Esedullah Tasavvufun Kuran Sünnet ve Şeriat yolu olduğunu ispatlamanız lazım Bakın kendi namıma Kur'an Sünnet ve Şeriat dairesinde olmadığını deliller ile sunmaktayım sizden ricam Gavs ve yarenleri kısmında anlatılanları izah edermisiniz O yarenleri kabul ediyormusunuz ?

Esadullah 29 Ekim 2012 11:16

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

Yitiksevda Üyemizden Alıntı (Mesaj 194082)
Sayın ablam Menzil Şeyhi ile görüşme taleb ettim Malazgirt'te bulunan vekilleri ile bu konuyu Tartışmaya açtım Aramızda Kur'an ve Sünnet Hakem olsun dedim Muhsin abim onlar ile konuşmalarımı tartışmalarımı en iyi bilen kişidir Allah'ın ayetleri ile konuşmamız sonucunda kendi sapkınlıklarına delil sunamayanlar beni kendi içlerinde bulunanlara bu bizim düşmanımızdır sözleri ile karalamaktan başka bir şey yapamadılar.Şeyh ilahları ile görüşme talebime Türkçe bilmediğini Şeyhin benim onun ile Kürtçe konuşmam ve tartışmam gerektiğini söylediler Bende Kürtçe bildiğim halde İlmi manada izahatları ancak Türkçe lisanı ile yapabileceğimi söyledim ve tamam dediler ama bir türlü geri dönmediler bana Şeyh ile görüşüp görüşmemem çok şeyi değiştirmez Çünkü ana felsefesini kaynaklarında okuduğum için fikirlerini çok iyi bilmekteyim En basit örnek Mahmut bey efendilerinin Abdulaziz bayındır ile tartışmaları kitabı yada Menzilin kendi basımları olan kitapları...

Yitik kardeşim bırakın Şeyhi buyurun sizi misafir edelim biz, sorun dilediğiniz ne varsa Kuran ve Sünneti de Hakem kılalım hem bu konuşmayı kayda alalım burdada merak eden kardeşlerimiz olursa mahrum olmasınlar, Uygun bir zaman bildireyim size olurmu ? Hem size cevap vercek Şeyh falanda değil şeyhe gerek yok hem sizi onun bir vekili ile başbaşa bırkacağım varmısınız kardeşim , burda zaten olmuyor baksanıza iki gün giremiyoruz hemen nereye kactınız diye vebale girilebilio :)

Yitiksevda 29 Ekim 2012 11:18

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Başım üstüne ayarlayalım görüşelim Kuran ve Sünnet Hakemimiz olsun Siz belirleyin ben ve gelmek isteyen kardeşlerimde buyursunlar konuşalım misafiriniz olalım...

Esadullah 29 Ekim 2012 11:19

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

Yitiksevda Üyemizden Alıntı (Mesaj 194092)
Başım üstüne ayarlayalım görüşelim Kuran ve Sünnet Hakemimiz olsun Siz belirleyin ben ve gelmek isteyen kardeşlerimde buyursunlar konuşalım misafiriniz olalım...

Tamam inşaallah size haber vereceğim kardeşim hem taışma fırsatı buluruz , vesselam

bilinmez 29 Ekim 2012 11:21

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

Esadullah Üyemizden Alıntı (Mesaj 194091)
Yitik kardeşim bırakın Şeyhi buyurun sizi misafir edelim biz, sorun dilediğiniz ne varsa Kuran ve Sünneti de Hakem kılalım hem bu konuşmayı kayda alalım burdada merak eden kardeşlerimiz olursa mahrum olmasınlar, Uygun bir zaman bildireyim size olurmu ? Hem size cevap vercek Şeyh falanda değil şeyhe gerek yok hem sizi onun bir vekili ile başbaşa bırkacağım varmısınız kardeşim , burda zaten olmuyor baksanıza iki gün giremiyoruz hemen nereye kactınız diye vebale girilebilio :)


esedullah,şeyhini al ve bi tv kanalına baş vuralım,siz bi yanda BEN VE MEVLÜT HÖNÜLDE Bİ YANDA bu konuyu bütün türkiye önünde konuşalım,yalnız şeyhiniz ve bütün vekilleride yanında olabilir,ama şeyhiniz olmassa olmaz,varmısınız buyrun neyin hak neyin batıl olduğuna bütün insanlarıda şahid kılalım...

Yitiksevda 29 Ekim 2012 11:22

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Tamam kardeşim iştirak etmek isteyen olursa onlarda gelsin Selametle kalın bu tartışma konusunu sizinle görüşünceye kadar askıya alıyorum İnşaAllah görüşmemizde hakk ile batılı birbirinden ayıran bir sonucu hep birlikte idrak eder paylaşırız....

Esadullah 29 Ekim 2012 11:23

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

bilinmez Üyemizden Alıntı (Mesaj 194094)
esedullah,şeyhini al ve bi tv kanalına baş vuralım,siz bi yanda BEN VE MEVLÜT HÖNÜLDE Bİ YANDA bu konuyu bütün türkiye önünde konuşalım,yalnız şeyhiniz ve bütün vekilleride yanında olabilir,ama şeyhiniz olmassa olmaz,varmısınız buyrun neyin hak neyin batıl olduğuna bütün insanlarıda şahid kılalım...


konu dağılmasın kardeşim biz misafir edeceğimizi bildirdik o kadar kalabılağa gerek yok :) hem siz olmayın tansiyon artmasın :) sizle meşreplerimiz pek uyuşmuyor :)

bilinmez 29 Ekim 2012 11:25

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

Esadullah Üyemizden Alıntı (Mesaj 194096)
konu dağılmasın kardeşim biz misafir edeceğimizi bildirdik o kadar kalabılağa gerek yok :) hem siz olmayın tansiyon artmasın :) sizle meşreplerimiz pek uyuşmuyor :)

niye,herkes batılınızı görsün işte...elhamdulillah uyuşmuyoruz ne sizinle nede şeyhlerinizle:)

Truly 29 Ekim 2012 11:41

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Esadullah kardeşim, araya gireyim, bir şey söyleyeyim hemen. "Pek ilmim yok" dediğim, hiçbir şey bilmiyorum manasında değil. Mesela sizin yukarıda verdiğiniz cevapları peşinen cevaplayamayacağım. Çünkü ezberimde kalmıyor deliller, hangi alim ne cevap vermiştir bilmem. Şimdi gidip delili sağlam olduğunu düşündüğüm yerlerden karşılaştıracağım ve dediğiniz gibi mi, değil mi? hem kendim öğrenecek, hem de beraberimde burada yazıları okuyan diğer kişilere de sunmaya çalışacağım inşallah.

Amacımı da doğru mu sezmişsiniz bir bakın :) :

Öncelikle tasavvuf mensubu yakınlarıma kendi öğrendiğim şeyleri anlatmaya çalıştığımda bana dedikleri: "Sen tasavvuf ehli misin?" idi. Ben de "Hayır değilim" dedim. "Öyleyse seninle konuşacak birşeyimiz yok, Leküm diniküm veliyeddin" deyip benimle irtibatı kestiler. Burada aynı itikadda olduklarını düşündüğüm kişilerin neler düşündüğünü, neleri delil aldığını görmek ve bilmek istiyorum. Ben sadece eskilerden İbni arabi, Beyazıd Bestami gibi kişilere verilen reddiyeleri okudum. Cübbeli ve Mahmut efendi'nin de bazı videolarına vs.baktım. Ancak elimde kitapları olmadığı için tam olarak neyi savunuyorlar net bilmiyordum. (Yitik Sevda kardeşin yazdıklarına bakarsak, onların herşeyi bildiği ve reddetiği kesin)

Kısaca hem ben inancımı pekiştiriyorum, hem de arkadaşlar sayesinde tebliğ yapmış oluyoruz. Yani gerçekten (Tevhid akidesini kabul etmekle beraber) öğrenme aşamasındayım. :)

Not: İlk araştıracağım şey, Şeytanın salihlerden beri olduğu..

Ek:

Bir de İslam kardeşliği tebliği, yanlışları uyarmayı gerektiriyorsa (kardeşliği geçelim, İSLAM bunu gerektiriyorsa) "tasavvuf ehli değilsin, seninle konuşamayız" ne demek!! Madem ki tasavvuf hak yol, neden bana tebliğ etmiyorlar. Peygamberimiz kafir ve müşriklere bile tebliğ etmiş ki, islamı yaymış. Ben buradan da tasavvufun apayrı bir din olduğunu anlıyorum. Tebliğ usulü bile farklı. "Leküm diniküm veliyeddin" de, sal!! Ne rahatmış..

Truly 29 Ekim 2012 12:42

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
[QUOTE=Esadullah;194089]
Alıntı:

Truly Üyemizden Alıntı (Mesaj 193833)
5. Üstün güçleri olan evliyaların (Gavsların) imdada yetiştiğiyle alakalı anlatılanların, Şeytanın veya Kafir Cinlerin evliyaların kılığına girerek isteklere cevap vermesi, dolayısıyla Gavslardan yardım istenmesinin caizliğine inandırması (Ki Şeytan yemin etmiştir ki, Senin yoluna inananları saptıracağım" diye) mümkün değil mi?


Öncelikle üstün güçler çok yanlış olmuş çünki bilgi edinmek isteyen bir kişi helede ilmim falan yok derken direk tanırcasına bu şekilde bir giriş yapması manidar olmuş açıkcası ;)


Bu konuda Tasavvuf ehlinin maalesef büyük kayıpları bulunmakta, Kişiler tasavvufu sadece ucmak, kaçmak, alemlerden alemlere dolaşmak , yok olmak, v.s gibi olgulardan ibaret gördüklerinden bu olayları çok yaşamakta, unutmamak lazım kişi Kuran ve Sünnet yolundan çizgisinden dışarı çıkamaz Aslolan Şeriattır. Tasavvufun gayeside Şeriat ve Peygamber ahlakıdır..

Tasavvufta manevi haller yaşanabileceğinden dolayı Şeytan bunu iyi kullanablir burada da kişi eğer Şeriat ve Sünneti iyi bilmiyorsa bu sorudaki hataya düşme payı çoktur.Allah muhafaza etsin ,

Konu uzar lakin kısaca şunu söylemek istiyorum madem bu kadar merak ediyorsunuz , Tasavvuf Kuran ve Sünnet dairesinde İslami bir İLİMDİR amacı insanlara Şeriatı ve Peygamber ahlakını aşılamak ve Allah c.c. giden yolları telkin etmektir.

Bazıları din olarak kabul etsede Tasavvuf AHLAKTIR Allah c.c. Ahlaksızlardan eylemesin , vesselam veddua

Şeriat ve sünneti bilmiyorsa "bu hataya düşme payı çoktur" demişsiniz. Bunun bir hata olduğunu siz de kabul ediyordunuz demek ki. Ama bakın o abdestsiz gezmeyen, nafileleri bizden kat ve kat çok olan, kendini Allah'a adamış, Salih olduğunu ve Şeytanın yanaşamayacağını söylediğiniz zatlar, bunun caiz olduğunu söylüyorlar. Demek ki şeytan onları da aldatabiliyor ki, bu yanılgıdan uzak kalamamışlar.

Not: Henüz delillerini araştırmadım ama buradaki hususu yeni farkettim. Konu ilerlemeden kısaca değinmek istedim.

bilinmez 29 Ekim 2012 13:07

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
TASAVVUF FELSEFESİNİN "ŞİRK KANALLARI"

Gerçek bilimden mahrum cahillikle, şeytani felsefelerle zehirlenmiş "antik felsefeler"in etkisiyle, İblis'in, "aldatıcı-hayali" rüya ve vizyonlarıyla, İslam'ın içine nasıl "şirk kanalları" açıldığını; "Allah'a yaklaşmak" maskesi altında ne şeytanca iftiralar atıldığını; akla-ilme aykırı, Kur'an'ın reddettiği sayfalarca ne hezeyanlar kusulduğunu ifade etmek, Sonsuz Yüce Allah'ın bir kölesi olarak üzerimize farzdır. İslam'a açılan "şirk kanalları"yla ihdas edilen bir "felsefe"nin, "gerçek İslam" diye geniş topluluklara yutturulması; bu yolla İslam'ın, "kabalacı-küreselci çağdaş New Age'ci felsefe"yle uzlaştırılması ve kurulacak "yeni dünya düzeni"nin çimentosu yapılması, kimin planıdır dersiniz? "Tasavvuf felsefesi"nin geldiği noktaya bakarsanız, asırlardır yürütülen bu "mistik-felsefi propaganda"nın amacına ulaşmış olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. İşte "tasavvuf felsefesi"nden akla ziyan bilgiler:

Aslen Farisi olan Ma'ruf el-Kerhi, Harun er-Reşid devrinde ve kendisine nisbet edilen Bağdat'ın Kerh mahallesinde yaşayan ilk mutasavvıflardandır. Onun öğrencisi süfi Seri es-Sakati, hocası Maruf'u, bakın şeytani bir rüyayla nasıl göklere çıkarır:



''Rüyamda Ma'ruf el-Kerhi'yi Arş'ın altında gördüm. Allah, meleklerine; 'Bu kimdir?' diye soruyordu. Melekler; 'Sen daha iyi bilirsin, Ya Rabb'i!' diye cevap verdiler. Allah; 'Bu, muhabbetimden sarhoş olan ve ancak bana kavuşmakla ayılan Ma'ruf el-Kerhi'dir' dedi."


Bunlar, Kur'an dışı, şeytan işi akla ziyan zırvalar. Mürit öğrenci, şeyhini göklere çıkarır da, şeyhi, onun ödülünü vermez mi? Ma'ruf birgün müridi Seri es-Sakati'ye şöyle der:



"Allah'tan bir şey istediğin zaman, O'ndan benim adımla iste."


Bu şeyh ve müridin karşılıklı ifadeleri, okyanusa atılsa onu bozar. Bir tarafta, bir rüya ile şeyh efendiyi, haşa Arş'a çıkarma hayali, diğer taraftan Müslüman'ın, Müslüman'a; peygamberlerin Müslümanlar'a duası dışında, Allah'tan "aracılar"la yardım istemek; dünyada iken yaşayanları yahut ölüleri şefaatçi(aracı) kılmak; açıkça "şirk"tir ve İslam'a "şirk kanalı" açmaktır. Unutmayalım ki Mekkeli müşrikler de "ilahlar"ını, Allah'tan yardım istemek için aracı kılmaktaydılar. Allah, Kitabı'nda bakın ne diyor:



İnsanlardan Allah'tan başkasını ortak edinen öyle kimseler vardır ki; o Allah'a ortak koştukları kimseleri, Allah'ı sever gibi severler. Ancak iman edenlerin, Allah sevgisi daha şiddetlidir. Keşke o zalimler(müşrikler), azabı gördükleri zamanı bir görselerdi. Muhakkak gücün-kuvvetin tamamı Allah'a aittir ve muhakkak Allah, azabı şiddetli olandır.

[BAKARA(2)/165]



Allah'ın dışında onlara fayda da, zarar da veremeyecek olan kimselere köle oluyorlar. Ve diyorlar ki: "Bunlar bize, Allah'ın indinde şefaat edeceklerdir." De ki: "Göklerde ve Arz'da, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? O, şirk koştukları şeylerden yüksektir, münezzehtir(yücedir)."

[YUNUS(10)/18]



Yardım görürler umuduyla, Allah'tan başka ilahlar edindiler.
Onların (ilah edindikleri), onlara yardım edemezler. Aksine, kendileri, onların hazır askerleridir.

[YASİN(36)/74-75]



Dikkat et! Halis din Allah'ındır. O Allah'ın dışında dostlar edinenler (dediler ki): "Biz, onlara, bizi Allah'a bir yakınlıkla yaklaştıracaklar diye köle oluyoruz." Muhakkak Allah, onların arasında, o ihtilaf ettikleri konularda hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, o hakkı örten yalancı kimseyi, hidayete erdirmez.

[ZÜMER(39)/3]



De ki: "'Şefaat'in tamamı Allah'a aittir. Arz'ın ve göklerin mülkü O'nundur. Ve dönüşünüz de O'nadır."

[ZÜMER(39)/44]


Bayezid ve Ebu Said el-Harraz dışındaki üçüncü asır sufileri, "fena doktrini"ni arka planda tuttular ve "vahdeti vücut" dilini seyrek olarak kullandılar. Ayrıca "tasavvuf"u, İslam'la uzlaştırmak için bir hayli gayret gösterdiler.

Bestam'lı Bayezid el-Bestami, gerçekte Farisi kökenli olup İran tasavvufunun en önde gelen mutasavvıflarından birisidir. İşte şeytanla yatıp kalkanların bozulmuş ruh halleri.. Aşağıdaki zırvaların sahiplerinin İslam'la, Kur'an'la ne ilişkisi olabilir?



"Ben, Hak'tan Hakk'a çıktım. Ey ben olan Sen! Fena fillah makamını gerçekleştirdim. Ben şimdi önceden olduğum kişi değilim. Çünkü Ben ve Hak demek, Hakk'ın birliğinin inkarıdır.. Hayır! Ben diyorum ki, Allah benim aynamdır. Çünkü O, benim dilimde konuşur ve ben ise yok oldum. İnsan için bir şeysiz, zühdsüz, ilimsiz ve amelsiz olmasından daha faziletli bir şey yoktur. Zira o, hiçbir şeysiz olursa, her şey onun olur."


Bestami efendi demek istiyor ki; ben yokum Allah var ve ben de O'ndayım. Ben yokum demekle yok mu oluyorsun, sonra da haşa Allah'la beraber mi oluyorsun! Bu derece hayale dalmış, İblis'e yular kaptırmış bir insanın ruh sağlığının normal olduğu söylenebilir mi? İblis'in içirdiği şarap o derece sarhoş etmiş ki bakın ne diyor:



"Yılanın kabuğundan soyulduğu gibi ben de Beyazıt'lığımdan çıktım. Sonra baktım; gördüm ki, aşık, maşuk ve aşk birdir. Çünkü tevhid aleminde hepsi birdir. (Haşa) Ben Allah'ım(!) Benden başka ilah yoktur(!) O halde bana ibadet edin(!) Kendimi tesbih ederim(!) Şanım ne yücedir(!)"


Gerçekte, Allah diye İblis'le "aşk fenası"na kapılan bu kendini kaybetmiş adamın şeytani hezeyanları bitmiyor ve devam ediyor:



"Arş nedir? diye sorulmuş. 'Ben oyum' demiş. 'Kürsi nedir?' denmiş. 'Ben oyum' demiş. 'Levh ve kalem nedir?' denilmiş yine 'Ben onlarım' demiş"


Bravo!... Müthiş felsefe!.. Bunları İblis'in kendisi söyleyemez. Söylemez çünkü gerçeği biliyor. Amacı böyle "kibrinden aklı gitmiş ademoğlu"na, yular takmak ve onlara söyletmektir. Yukarıdaki Kur'an dışı, akıl dışı sözlerin sahibi olan meczubun, İslam'la, izanla, ilimle ve velayetle ne ilgisi olabilir? Hayır yanıldınız "velayet"le bir ilgileri vardır elbette... Ancak bu velayet, hiç şüpheniz olmasın "İblis'in velayeti"dir.

Bunların bütün hayali düşüncelerinin kaynağı, "şeytani rüyalar" ve "vizyonlar"dır. Oradan beslenir ve nemalanırlar. Aslında bugün de tüm kibirli-tekil hasta liderler, benzer vizyonlardan beslenirler. Bu rüyaların-vizyonların arkasında kimler vardır dersiniz? Hiç şüpheniz olmasın İblis'in adamları.. İşte mutasavvıf Bestami efendinin çocukluğunda gördüğü bir vizyon:



"Çocukluğumda bir gece Bestam'dan çıktım. Ay doğmuştu ve her şey sakindi. Bir mertebe gördüm ki, on sekiz bin alem onun yanında zerre gibi kalıyordu. Titredim ve beni büyük bir dehşet kapladı. 'Ya Rabb'i!' diye bağırdım. Bu azamete rağmen boş saha, bu celale rağmen ürkütücü mülk!' Gaipten bir ses duydum: 'Sahanın boşluğu kimsenin gelmediğinden değil, bizim istemediğimizden dolayıdır. Zira yüzünü toprağa sürten herkes buraya girmeye ehil değildir' der."


Zavallı insanlar, güya ellerinde Kur'an var, ancak bir üst boyutta bulunan; her türlü vizyonlar gösteren, ancak kendileri görünmeyen şeytancıkların nasıl da oyuncağı olmuşlar!.. Sanki Sonsuz Yüce Rabb'imiz bu son kitabında, şeytanları bize hiç anlatmamış.. Sanki akıl buharlaşmış, gerçek vahyin yerini iblislerin vahyi almış...Yazıklar olsun!

Abdulkerim el-Cili'de, aynı "şeytani vahdeti vücut felsefesi"ni fütursuzca savunuyor, tüm süfli putperestliği Hak olarak görüyor. Ve putperestleri, ateşperestleri, hakkı örtenleri, Teslis'i takdis ediyor ve tüm sapkınlıkları-akılsızlıkları nasılda temize çıkarıyor:



"Allah, bütün inançların özü ve hakikatidir. Putperestler, alemin her parçasına nüfuz eden varlığa ibadet etmektedirler. Düalistler, yaratıcı ve yaratılanın birliğine tapmaktadırlar. Ateşperestler ise, ateşin bütün tabiatları yok ettiği gibi, bütün isim ve sıfatların kendisinde fani olduğu bir zata ibadet etmektedirler. Allah'ın varlığını inkar edenler, gerçekte hüviyeti veya fiili olarak değil, potansiyel olarak yaratıcı olması itibariyle ona ibadet etmektedirler. Sonuçta bütün insanlar kurtulmuşlardır. İslam'ın, tevhid anlayışına en yakın Hıristiyanlık'tır. Hıristiyanlar'ın hatası, "İlahi tecelli"yi İsa ile sınırlandırıp, tüm insanlara teşmil etmemeleridir. Hakkı insanda müşahede edenlerin ibadeti, ibadetlerin en mükemmelidir."


İblis'in şerbetini içerek sarhoş olan-"fena"laşanlardan birisi ve oldukça açık sözlü olan Hallac ise sadece Firavun'u değil, özellikle İblis'in isyanını da kutsayarak; "tevhid"in en üst örneği olarak gösteriyor ve İblis ağzıyla şöyle konuşuyor:



"Eğer Allah'ı tanımıyorsanız, en azından eserlerini tanıyın. İşte ben bir eseriyim ve ben Hakk'ım. Zira ben Hak'la Hak olarak ebediyen devam edeceğim. Hocam ve arkadaşım İblis ve Firavun'dur. İblis, cehennemle tehdit edildi; yine de vazgeçmedi. Firavun suda boğuldu; yine de vazgeçmedi. Çünkü o, kendisi ile Allah arasındaki hiçbir vasıtayı kabul edemezdi. Ben de öldürülsem veya elim-ayağım doğransa da vazgeçmeyeceğim."


Bu sözlerinin sahibinin kimin ajanı olduğu, kimden vahiy aldığı, hocasının kim olduğu; Allah'ın ekmeğini yiyip, kimin kılıcını salladığı ve kimin velisi olduğu ne kadar da açık... Sahibinin sesi...İşte bu adamlar hakkında Kur'an'ın hükmü:



Bir fırka, hidayet üzeredir ve bir fırkanın üzerine de, dalalet(sapkınlık) hak olmuştur. Şüphesiz onlar(sapkınlar), Allah'ın dışında şeytanları dostlar edinmişlerdir ve kendilerini doğru yolda sanmaktadırlar.

[ARAF(7)/30]


İbni Arabi(1165-1240), döneminin Yahudi filozoflarından ve "kabala felsefesi"nden oldukça etkilenmiştir. Aynı devirde yaşayan kabalacı Moşe Şem Tov'un "adam kadmon"uyla, "vahdeti vücut"cu Arabi'nin "insan-ı kâmil"i aynıdır. İkisi de Aramice yazan aynı kaynaktan beslenen Kurtuba'lı iki filozof.. Kabalanın "adam kadmon"u da, "vahdeti vücut" da bir madalyonun iki yüzü... Arabi, Yahudiler'le dostluk kurdu ve Yahudiler'den "kabala"yı öğrendi ve böylece "vahdeti vücut" şeytani felsefesini geliştirdi. Arabi'nin en çok ilham aldığı kaynaklardan birisi olan "kabala felsefesi"inin özü şudur:

"Bütün ruhlar, İlahi Ruh'la birlikte sadece ve sadece bir bütün oluşturur. Tanrı aynı anda birçok ve tektir, o büründüğü sayısız şekle rağmen emsalsiz bir varlıktır, parça bütünün yerine geçebilir. Yaratıcı, aynı anda hem bilgi hem bilen ve bilinendir, onunla birleşmemiş ve onun kendi özünde bulmadığı hiçbir şey var olmaz, var olan her şey O'dur ve her şey O'nda en saf ve kusursuz biçimlerinde bulunmaktadır. İsmin üstatları diye adlandırılan seviyeye ulaşmış mistikler, bu noktaya geldiklerinde Tanrı'dan farklı değillerdir(!): Tanrı ve Gerçeklik, soyut düşünceler değildir. Tanrı, kendini sonsuz sayıda parça halinde gösteren Bütünlüktür(!) İnsanın, Tanrı'nın görüntüsünde yaratılmış olması bu demektir."

Arabi'nin "vahdeti vücut" felsefesiyle, "kabala felsefesi" arasında hiç bir fark olmadığını yukarıdaki ifadeler açıkça göstermektedir. İbni Arabi, kökleri İblis'e dayanan "antik felsefeler" ve "kabala"dan esinlenerek "vahdeti vücut" felsefesini bir "şirk kanalı" olarak geliştirmiştir. Bu "şeytani felsefe"nin amacı; bizzat var olan, her şeyi yoktan var eden ve yarattığı hiçbir şeye benzemeyen Sonsuz Yüce Allah'la, yarattığı her şey arasında bir "bütün-parça" ilişkisi kurmaktır. Bu şeytani mantalite ile "vücut birliği" sağlanmış; ve böylece de "tevhid"(!) gerçekleşmiş olacakmış!..Bizce de Arabi, bu yolla "İblis felsefesiyle birlik" sağlamış ve "en büyük şirk"i işlemiş olmaktadır.

İbni Arabi konusunda otorite olan Afifi, tüm nezaketine rağmen, onun, "ilkesiz- tevil yöntemi"yle nasıl kendini kandırdığını ve Kur'an'a ihanet ettiğini şöyle açıklıyor:



"İbni Arabi, "özel bir te'vil metodu"yla, ayet ve hadislerden istediği anlamları çıkarır. Şayet ayetin zahirinde delalet, teşbih ve tecsim açısından olsa bile "kendi sistemi"ni teyit eden bir şey varsa, onu alır; şayet sistemini destekleyen bir şey yoksa, ayeti zahir anlamından istediği başka bir anlama çeker. İbni Arabi, genellikle, Kur'an ayetlerini birbiriyle karıştırır ve aralarında görünür bir bağlantı olmadığı halde, birisini diğeriyle tefsir eder."


Bilimsel bir metodolojiden mahrum, Kur'an'i kavramları, ayetleri, istediği yönlere çekebilen; dini kendi hevasına uydurmaya çalışan bir alim!.. Çağının bilimsel cehaleti bir yana, "tutarlı ve ilmi bir tevil"den yoksun bir adamın , neden bu kadar rağbet görür acaba? işte Afifi bakışıyla, İbni Arabi'nin, İblis kökenli akla ziyan söylemleri:



"Ona göre, tek tanrıcılıkla çok tanrıcılık arasındaki fark; 'Bir'le 'çok' arasındaki mantıki fark gibidir. İbni Arabi, diyor ki; 'gerçekte Allah'ın şeriki(ortağı) yoktur', çünkü Allah, şerik(ortak) denilenler de dâhil, her şeyin aynıdır. İbadet edilen her şey(putlar-varlıklar), Allah'ın bir sureti ve görüntüsüdür. Gerçekte putlara ve yaratılmış varlıklara ibadet edenler, Allah'a ibadet ediyor.. 'Bütün putların en büyüğü Allah'tır. Biz, O'nu hangi vasıfla nitelendirirsek, o vasıflar biziz. Vücutta birlik, surette farklılık.. Sen osun, o değilsin. O da sendir, sen değildir."


yaratılmışlarla ilişki kurma çabalarının, akılsızlık, ilimsizlik ve daha kötüsü şeytanlık olduğunu, aşikar bir gerçek olarak ortaya koymuştuk. İblis'in velisi olan bu zat ise; Allah'a, şirk koşmak isteseniz de koşamazsınız. Çünkü yaratılmış her şey zaten Allah'ın kendisidir. Halk(yaratılmış) Hakk'ın bir sureti, yansıması ve cüzüdür, diyebiliyor. Bu "vahdeti vücut Arabi felsefesi"nin yukarıda özetini verdiğimiz "kabala felsefesi"yle bire bir örtüştüğünü görmekteyiz.

Üst tarafta hezeyanlarına yer verdiğimiz zevat ve daha niceleri Arabi'yle aynı "vahdeti vücut şeytani felsefesi"ni savunmaktadırlar. Bu adamlar, gerçekte İslam'ın ortadan kaldırdığı; insanı aşağıların aşağısına sürükleyen putperestliğe meşruiyet sağlayarak onu sevimli hale getiren İblis'in dostlarıdır.

Hak'la, halkı(yaratılmışları) aynileştirmek, halkı(yaratılmışları), Hak gibi göstermek, küfrün ta kendisidir. "İnsan"la, onun ürettiği "araba"yı; insanın parçası, yansıması gibi göstermek, aynileştirmek neyse; Allah'la, "mahlukat"ı benzeştirmek, aynileştirmek öyledir. "Araba", "insan"ın bir suretidir, sıfatıdır demek, nasıl süfli bir yalansa; "varlık alemi"ni de Allah'a izafe etmek, ancak ruh hastalarının yapacağı bir iştir. Aslında İbni Arabi'nin ve İslam'ın içine açtığı "şirk kanalı vücut birliği" şeytani felsefesinin temel yanılgısı şuradan gelmektedir:

Allah'ı, "ruh"u olan bir varlık, yahut "ruh" olarak görmek. Bu "ruh"un, en başta insanlar olmak üzere, tüm "canlı ve cansız varlıklar"a nüfuz etmesi; dolayısıyla tüm alemleri, "özde bir varlıklar" ve (haşa) Tanrı'nın değişik suret(şekil) kazanmış halleri olarak algılamak... Özetle Arabi felsefesi, kabaca budur. Allah'la, alemler ve özelde insan arasında böyle bir ilişki kurduktan sonra, arkasından "vahdeti vücut" zırvaları gelir...Bu "şeytani hipotez"den sonra; alemleri de ezeli-ebedi görebilirsiniz. Artık bundan sonra, Allah'tan "ruh parçası" taşıyan "insan"ı; hatta "madde"yi bile Tanrı'nın bir cüzi olarak görebilirsiniz...

İşte bu azim şirk felsefesinin "İblis tohumları", bu temel noktada ekilmiştir. Bundan sonra bunları geliştirmek ve hasadını yapmak; meyvelerini toplamak için; geriye "şeytani rüyalar ve vizyonlar"ı bilgi kaynağı haline getirmek kalıyor. Allah'ın, ne yaratılmışlar gibi "ruhu olan bir varlık", ne de bir "ruh" olduğu kesinlikle söylenemez. Böyle bir kabul; "Kur'an'daki Allah"a ve başta peygamberimiz olmak üzere tüm peygamberler öğretisine aykırıdır ve azim bir iftiradır. Bu iftiranın hiçbir dayanağının olmadığı,kuranda Allahın kendisini ve peyagamberlerini tanıttığı ayetlerde çok rahat görebiliriz..

Bütün bu akla ziyan yorumlar, Kur'an'ı yok saymadan ileri sürülemez. Bu azim şirk olan görüşlerin, Kur'an'ın tamamını örtmeden ileri sürülmesi mümkün değildir. Arabi'nin, şeytani hayallerine ve "vahdeti vücutcu felsefesi"ne dayanan iddialarının bir kısmı, aşağıda özet olarak verilmiştir:

1) İbni Arabi'nin felsefesinde, ahiretin ve "ahiret azabı"nın yeri yoktur. Çünkü Allah'ın sürekli tecellisi olan "alemler", ebedi ve ezelidir. İbni Arabi, bunu bütün açıklığıyla "El-Fütuhatü'l-Mekkiyye" isimli eserinde ortaya koyar. Bu Newton'un da beslendiği "şeytani kabala felsefesi"nin ürünü bir görüştür. Her şey ezeli ve ebediyse, her şey, Tanrı olmak zorundadır. Halbuki ezeli ve ebedi olan sadece Allah'tır. Alemlerin(evrenlerin) sonlu olduğu bilimsel olarak bir gerçektir. Newton ve Arabi, bugünün astrofiziği tarafından yalanlanıyor.

2) İbni Arabi, bu sebepledir ki "cehennemi" yok sayar. Cehennemliklerin de nimetleneceğini iddia eder.

3) Hıristiyanlar'ı, neden sadece İsa için Allah'tır diyorlar diye kafir sayar. Sadece İsa'yı değil de herkesi, hatta herşeyi Allah veya onun bir sureti saysalardı kafir olmazlardı der. Bugün İblis ve hizbi, aynı hikayeleri, "New Age'ci karanlık işçileri"ne ve ahmaklara her gün tekrarlıyor.

4) Arabi, Firavun'un imanını geçerli sayar, onun ahiret'te azaba uğramıyacağını söyler ve şöyle der: "Firavun, Musa'ya sadece surette isyan etmiştir, hatta onun isyanı, itaatin ta kendisidir."

Kur'an ise Firavun'u, cehennem azabıyla tehdit eder ve dünyada da sabah-akşam ateşe arzedildiğini bildirir:



Sabah ve akşam, (Firavun ve çevresi) o ateşe sunulurlar. Ve o gün Saat(Kıyamet) vuku bulduğunda da; Firavun ve çevresini, azabın şiddetlisine(cehenneme) sokun (denir).

[MÜMİN(40)/46]


5) İbni Arabi, kendisine, Peygamber tarafından vahyedildiğini iddia eder. Güya Peygamber, gördüğü bir rüyasında kendisine yazdırmıştır. Bunların bütün işleri rüyalara dayanır. İblis ve adamları, kendilerini, Peygamber, O'nun sahabeleri ve melekler olarak rüyada göstererek, bu zevata bol bol "şeytani felsefe"yi üflemişlerdir.

6) Sufilerin çoğunluğu, istedikleri zaman rüya görebileceklerini söylerler. İbni Arabi de kendisinin, dilediği herhangi bir zamanda rüyada veya uyanıkken, "pirler"ini görebildiğini iddia etmektedir. İbni Arabi'nin iradesine göre bu "pirler", onun önünde ortaya çıkarak, kendisiyle dilediği şeyleri konuşurlarmış.

Arabi'nin "pirler" iddiasına tamamen katılıyoruz, aksi olsaydı şaşardık. Evet bu zevatın tamamı, şeytanlar tarafından acayip kandırılmıştır. Bütün işleri, şeytani rüya ve vizyonlar yoluyla şeytanlarla muhabbet etmektir. Bunlar ne Kur'an okurlar, ne de "Peygamber sünneti"ni takip ederler. Şayet okurlarsa da, şeytani felsefelerine dayanak bulmak için okurlar... Arabi efendi kimleri çağırıp görüşüyormuş acaba? Arabi'nin, "pirler"i kimlerdir sanıyorsunuz:



Şeytanların, kimin üzerine indiğini size haber vereyim mi?
"Her günahkar-iftiracının" üzerine iner.
Onlar (şeytanlara) kulak verirler ve bunların çoğu yalancıdırlar.

[ŞUARA(26)/221-223]


7) Tasavvufta "veliler"in, görünmez hiyerarşilerinden söz edilir ve güya dünyanın düzenini sağlarlar. En yüksek mertebede bulunana "kutup", onun altında bulunanlara sırasıyla; nükeba, evtad, ebrar, abdallar denir. Arabi ise kendisini, kutup olarak görmenin daha da ötesinde; "velilerin mührü" olarak görür. Kendisi için "Haşimi ve İsevi mirasın mührüyüm" der. H. 1202 yılında Mekke'de gördüğü bir rüyasında; bu "velilik mührü"nü kendisine verirler. İşte Arabi'nin isteğe bağlı şeytani rüyası yahut vizyonu:



"Rüya gibi bir durumda sanki Kabe'nin altın ve gümüş tuğlalardan yapılmış olduğunu gördüm. Bina, eksik olan iki tuğla dışında tamamdı; bunlardan biri altın, diğeri ise gümüştü. Nefsimin kendisini bu iki tuğla yerine yerleştirdiğini gördüm ve anladım ki, ben onların ta kendileri idim. İşte o zaman bina tamamlandı. Uyanıp Allah'a şükrettim ve kendi kendime, 'benim gibileri takip edenler arasında ben, Peygamberler arasındaki Allah'ın Resulü (Muhammed) gibiyim" yani "velilerin mührü'yüm."


Ne diyebiliriz! Arabi ve benzerlerini meşrulaştıran, bu "şeytani felsefe"nin dini bozmasına, dinin içine nüfuz ederek "şirk kanalları" açmasına göz yuman Müslüman kisveli alim geçinenler utansın! İslam'ı, "şeytani New Age felsefesi"ne dönüştürerek; "Deccal Dini"ne kapı açanlar utansın! Ellerinde Sonsuz Yüce'nin Kur'an'ı olduğu halde; O'nu arkalarına atanlar utansın!



Onlar Kur'an'ı tefekkür etmiyorlar mı? Yoksa onların kalpleri kilitli midir?
Muhakkak o kimseler ki, kendilerine hidayet ortaya çıktıktan sonra gerisin geri dönerler. Şeytan onları sürüklemiştir ve onları uzun emellere kaptırmıştır.

[MUHAMMED(47)/24-25]



"Yazıklar olsun bana, keşke ben filanı dost edinmeseydim."
"Bana geldikten sonra beni zikirden(Kur'an'dan) saptırdı. Şeytan, insanı yapayalnız ve yardımsız bırakandır."
Ve elçi dedi ki: "Ey Rabb'im, muhakkak benim kavmim, şu Kur'an'ı terk etti."

[FURKAN(25)/28-30]


H. 5. asrın yazarlarından İran'lı bir sufi bile, kendi zamanındaki benzer hezeyanlara karşı şöyle isyan etmiştir:



"Bazı sufiler, şehvetlerini, şeriat; uydurma vehimlerini, ilahi ilim; nefsi arzu ve isteklerini, ilahi sevgi; zındıklıklarını, fakr; şüphelerini, safa; dinin inkarını, nefsin fenası; şeraitin ihmalini, tasavvuf yolu olarak görmektedirler.''


Sonuç olarak diyebiliriz ki; kabala tasavvufu, Taoculuk, Budizm, Hint Veda öğretileri, Uzak Doğu'nun mistik dinleri, Hint-İran kaynaklı ilkel Mitras gizemleri ve Yeni Eflatunculuk felsefesi ile "tasavvuf felsefesi" arasındaki "felsefi-kavramsal örtüşme, paralellik ve özde birlik" açık, kesin ve anlamlıdır.

Özetle ifade edebiliriz ki; "tasavvuf felsefesi"nin, İslam'a dayandırılması; İslam'ın "derin bir algılama"sı olarak takdim edilmesi, tam anlamıyla bir aldanma ve aldatmadan ibaretttir. Taşıdığı etiket, İslam olsa da; İslam'ı, temellerinden çökertmek için İblis'in hain planlarıyla dokunmuş; yücelik peşinde olan hastalıklı kalplere-zihinlere enjekte edilmiş bir "şeytani felsefe"dir. Asırlardan beridir yapılan tüm hazırlık ve çalışmalar; bu çağın "şeytani new Age Dini"ni oluşturmak; "Deccal Dünyası"nı inşa etmek için İblis'in yaptığı "kadim plan"ın bir parçasıdır.

Medine-web 29 Ekim 2012 13:25

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
medineweb tarihinde bir ilki yaşıyor Allaha şükür. ileri demokrasi bu olsa gerek:)
kavgasız hakaretsiz saygılı munazaralara hasret kaldık.
katılımcılara çok çok teşekkür ederim.

Alıntı:

Muhsin Arslan Üyemizden Alıntı (Mesaj 145729)
tasavvuf aleyhinde bazı müslümanlar tarafından,alay konusu yapılmakta,müsteşrik sitelerinden beslenerek kopy paste ile,insafsız,vicdansızca eleştirilmektedir.
acizane düşüncem ;

1-hiç bir düşünce ekolu,içinden çıkan bir kaç saçma,salak,gayri ciddi ve kaypak kişi baz alınarak,o düşüncenin geneline mal edilemez.buna ister mezhep deyın,ister ekol deyin,ister cemaat deyın ister tasavuf deyın farketmez.o düşüncenin temeli,yani akıl hocasından bir terslik görmemiz halinde,red etme hakkımız doğar.o düşüncenin cahil bir bireyınden çıkan bir saçmalık,o düşüncenin hocasını,cemaatini bağlamamalı,bağlıyamaz da....

2-Tasavvuf kabul etsenizde etmeseniz de,bir islami ekoldur.ahlakı edebi nefis terbiyesini saygıyı sevgiyi kulluğu ibadetteki takvayı baz alan bir ekol.bu sayılanlar islamın müslümandan istediği temel bir istek...kısacası müslümanın toplumsal boyutunu değil,bireysel eğitimini en ince ve ciddi yaşamayı amaç edinen bir düşüncenin kurumsallaşmasıdır.

3-her düşüncede olduğu gibi,ikinci madde de geçenleri yozlaştıran,çirkinleştiren ,aslından uzaklaştıran ,şirk bataklığı haline getiren ,maddi manevi çıkar için kullanan ,kendisini ilah edinen kadın kızları kullanan, el etek öptüren, hayvanları bile iğrendiren murtilerini kul köle yapan guruplar elbette vardır, bunların dininden olmaktan Allaha sığınırım.bunları insan tabakasına sokmak bile insanlığa hakarettir.bunları yıllardır eleştirdim eleştirmeye devam edeceğim.eleştirenlerede destek veririm.sanal da reelde ömrüm yettikçe mücadeleme devam edeceğim inşaallah.

4-üçüncü maddeyı genelleştirenlere,hepsine mal edenlere,tüm tasavuf camiasını aşağılayanlara,hakaret edenlere,ilimli limsiz saldıranlara,mal bulmuş mağribi gibi heyecana kapılıp bilgisizce kafa sallayanlara,bu ekolun yetiştirdiği pırlanta gibi alimlerimize dil uzatanlara,ömrünü bu dava için yaşantısıyla ispat eden islam büyüklerine(bilgisizce yada artniyetlice)yargısız infaz yapanlara,vicdansızca islam kalesine gol atılmasına piyon olanlara,müsteşriklere prim verenlere ömrüm boyunca mücadele edeceğim inşaallah.

5-islam dini "toptan red çi yada toptan kabul cu" değildir.bir örnekle,hassan bin sabit(ra) hz aişeye iftira atan,kuranca azarlanan,had cezasıyla cezalandırılan bir ashabı kiramdır.bu hatası onu Resulullahın şairi,ashabı kiram olmasına engel değildir.sen müfterisin çık şu dinden denilmemiştir,yani toptancılık yapılmamıştır.farzı muhal hasan bin sabit Resulullahın namusuna iftira attı ve bu hatasını affetmedik.bunu tüm ashabı kirama mal etmek hepsini red etmek ne kadar akılcıdır,vicdanidir,İslamidir?
başka örnek,86 yıllık hayatı boyunca evlenmeye bile fırsat bulamayan,"saçlarım adedince başım olsa,her gün birisini kesseniz davamdan vazgeçmem,davama feda olsun " diyen,ömür boyu ezilen,hırpalanan,hapislerde çürütülen,eserleri ile milyonlarca insanın hidayetine vesile olan,tc nin o dönemdeki kabusu bir muhammedi olmayı başaran,mezarına bile tahammul edilmeyen said nursi....emsalleri tarafından ilimde takvada mücadelede takdir edilen said nursi....eserleri yozlaştırılmışsa ki orjinal değildir,cemaati nurcular(ben nurÇU diyorum),tansu çillerin oy deposu olmuşsa,bediüzzamanın suçu ne? yozlaşmış cemaati varsa vicdansızca said nursiye saldırmak,ona mal etmek ne kadar vicdani ?

Allah rızası için,lütfen aklı selim :(((

saygılar...


Muhsin Arslan
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
30 kasım 2011
Malazgirt


bilinmez 29 Ekim 2012 14:15

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

Abdulmelik Üyemizden Alıntı (Mesaj 194114)
medineweb tarihinde bir ilki yaşıyor Allaha şükür. ileri demokrasi bu olsa gerek:)
kavgasız hakaretsiz saygılı munazaralara hasret kaldık.
katılımcılara çok çok teşekkür ederim.


ee arada bir teşrif edersen siteye tabikide arada bir rastlarsın bu durumlara,:),Vahiyle hayatın inşasının oluşumundaki filizlerdir bunlar Allah yardım etsin bu inşa için cehd edenlere ve vahiye açık hayat oluşturmaya çalışanlara,diğerlerinede akletme yollarını açşın...

Truly 29 Ekim 2012 14:16

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

3-her düşüncede olduğu gibi,ikinci madde de geçenleri yozlaştıran,çirkinleştiren ,aslından uzaklaştıran ,şirk bataklığı haline getiren ,maddi manevi çıkar için kullanan ,kendisini ilah edinen kadın kızları kullanan, el etek öptüren, hayvanları bile iğrendiren murtilerini kul köle yapan guruplar elbette vardır, bunların dininden olmaktan Allaha sığınırım.bunları insan tabakasına sokmak bile insanlığa hakarettir.bunları yıllardır eleştirdim eleştirmeye devam edeceğim.eleştirenlerede destek veririm.sanal da reelde ömrüm yettikçe mücadeleme devam edeceğim inşaallah.


Bunu söyleyen tasavvufçuyu tebrik ediyorum. Bu kardeşimiz de bir Tevhid ehli, veya ben de bir tasavvufçuyum şu halde. Yani arada bir fark göremiyorum. Tasavvufun henüz sahabeler döneminde ortaya ilk çıktığı (adı henüz tasavvuf değilken) zamanlarına baktığımda tasavvuf islamdan ayrı bir oluşum değil, zühd hayatı dedikleri bir durumdu. Ama sonradan yukarıda kardeşlerimin reddiye verdikleri bazı hususlar araya katılmış ki, şirke buluşmalar bundan sonra olmuş. Gördüğüm kadarıyla da tüm "tasavvuf ehliyim" diyenler de aynı değiller.

Geçtiğimiz haftalarda bir kardeş tanımıştım. Nakşibendi'denim diyordu. Benim anlattığım her şeye "hayır biz öyle şeyler yapmıyoruz" diyordu. Şaşırdım kaldım, anlattığı kadarıyla da o cemaate özendim hatta. (Tasavvuf ehliyim diyenleri, ondan sonra daha da çok merak ettim zaten)

Kısaca bizi (Tevhid ehliyiz diyenleri) Tasavvuf ehliyiz diyenlerden ayıran en önemli faktör şirkten duyduğumuz korkudur. (Rabbim muhafaza etsin, yanlıştaki kardeşlere anlamak nasip etsin) Bu hususlardan beri ise bir insan, cemaati ne olursa olsun, inşallah kurtulan fırkadandır.

Çok okumalı, çok araştırmalı, çok uyanık olmalı... Rabbim hakkıyla "La ilahe illallah" diyenlerden eylesin bizi.. Günahlarımızı affetsin, bilerek bilmeyerek işlediğimiz şirklerden bizi uzak etsin. Unutmamak lazım ki Rabbimizin affetmeyeceği tek kötü amel: Şirk. Bunu yapmamamız Rabbimizin hakkı. Tevhid Rabbimizin hakkı. Bir kul olarak SADECE O’NA ibadet etmekle yükümlüyüz. Biliyorum kimse (aklı olan tabi) “Şeyhim ilahımdır” demez. Ama herkes bilir ki, adına “ilah” demesen de bazı ameller ilah edinmektir. Bunlardan beri olalım da, adımız ne olursa olsun önemli değil. Selametle kardeşlerim..

muallime 29 Ekim 2012 14:32

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

Truly Üyemizden Alıntı (Mesaj 194128)

Bunu söyleyen tasavvufçuyu tebrik ediyorum. Bu kardeşimiz de bir Tevhid ehli, veya ben de bir tasavvufçuyum şu halde. Yani arada bir fark göremiyorum. Tasavvufun henüz sahabeler döneminde ortaya ilk çıktığı (adı henüz tasavvuf değilken) zamanlarına baktığımda tasavvuf islamdan ayrı bir oluşum değil, zühd hayatı dedikleri bir durumdu. Ama sonradan yukarıda kardeşlerimin reddiye verdikleri bazı hususlar araya katılmış ki, şirke buluşmalar bundan sonra olmuş. Gördüğüm kadarıyla da tüm "tasavvuf ehliyim" diyenler de aynı değiller.

Geçtiğimiz haftalarda bir kardeş tanımıştım. Nakşibendi'denim diyordu. Benim anlattığım her şeye "hayır biz öyle şeyler yapmıyoruz" diyordu. Şaşırdım kaldım, anlattığı kadarıyla da o cemaate özendim hatta. (Tasavvuf ehliyim diyenleri, ondan sonra daha da çok merak ettim zaten)

Kısaca bizi (Tevhid ehliyiz diyenleri) Tasavvuf ehliyiz diyenlerden ayıran en önemli faktör şirkten duyduğumuz korkudur. (Rabbim muhafaza etsin, yanlıştaki kardeşlere anlamak nasip etsin) Bu hususlardan beri ise bir insan, cemaati ne olursa olsun, inşallah kurtulan fırkadandır.

Çok okumalı, çok araştırmalı, çok uyanık olmalı... Rabbim hakkıyla "La ilahe illallah" diyenlerden eylesin bizi.. Günahlarımızı affetsin, bilerek bilmeyerek işlediğimiz şirklerden bizi uzak etsin. Unutmamak lazım ki Rabbimizin affetmeyeceği tek kötü amel: Şirk. Bunu yapmamamız Rabbimizin hakkı. Tevhid Rabbimizin hakkı. Bir kul olarak SADECE O’NA ibadet etmekle yükümlüyüz. Biliyorum kimse (aklı olan tabi) “Şeyhim ilahımdır” demez. Ama herkes bilir ki, adına “ilah” demesen de bazı ameller ilah edinmektir. Bunlardan beri olalım da, adımız ne olursa olsun önemli değil. Selametle kardeşlerim..





Biz tasavvuf ehli ilaç içip başımızın ağrısı geçince'' ilaç içtim başımın ağrısı geçti'' demeyiz gizli şirkten korktuğumuz için ''Allahın izniyle ilaç ağrının geçmesine vesile oldu'' deriz,(çocuklarımız dahi),Hal böyle olunca bizi başka dinden,veya şirk ehli olarak itham etmelerini okuyunca gülüyorum bazen,bazen de şöyle diyorum bizim görmediğimiz birşey mi gördüler.??


Aklı olan bir insanın şeyhim Rabbimdir dediğini kim duymuş,bunları nerden uyduruyorlar ..

Truly 29 Ekim 2012 14:42

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

Aklı olan bir insanın şeyhim Rabbimdir dediğini kim duymuş,bunları nerden uyduruyorlar ..


Demez zaten, bilmeden ilah edinir. Nasıl mı?

Allah'ın Kitabı Kuran ve Resulullah'ın (sav) sünnetine rağmen Şeyh'i bir iddia atar ortaya. O kişi de "Şeyh'im her şeyi iyi bilmektedir" der ve gelen uyarılara rağmen Şeyh'ine, Şeyhinin bilgisine teslim olur. Bunun adı da İtaatte şirktir. Allah'a itaatle emrolunduk, şeyhlere değil. (Tabi bundan kasıt alime, şeyhe hiç bir şartta itaat etmemek değildir. Bilgisi olanın bilgisinden faydalanılır. Ancak "Allah'a isyanda mahlukata itaat yoktur" prensibi şeyhler için de geçerlidir.)

Ek: Delili:

“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa kendilerine, bir olan Allah’a ibadet etmeleri emredilmişti.
Allah’tan başka hiç bir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.”
(Tevbe: 31)
Bu emri dinlemediler, azdılar ve saptılar, şirke düştüler.
Halbuki İsâ Aleyhisselâm’ın dili ile kendilerine şöyle seslenilmişti:

“Ey İsrailoğulları! Benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.
Kim Allah’a ortak koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar. Varacağı yer ateştir, zâlimlerin yardımcıları yoktur.”
(Mâide: 72)

Tevbe sûre-i şerif’inin 31. Âyet-i kerime’sinin mânâsını bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisi açıklamıştır.

Şöyle ki:

Daha önceleri hıristiyan olan Adiy bin Hâtim, boynunda gümüşten bir haç olduğu halde, İslâm hakkında bilgi edinmek niyetiyle Medine’ye gelmişti. Şüphelerini gidermek için Resulullah Aleyhisselâm’a bazı sorular sordu. “Bu âyet bizi âlimlerimizi, rahiplerimizi rabler edinmekle suçluyor. Halbuki biz onları kendimize rabler edinmeyiz. Bunun mânâsı nedir?” dedi.

Resulullah Aleyhisselâm; “Onlar helâli haram kıldılar, haramı helâl kıldılar. Siz bunu öylece kabul etmiyor muydunuz?” diye sorunca Adiy “Evet böyledir.” diye tasdik etti. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“İşte bu sizin onları rabler edinmenizdir.” (İbn-i Kesir)

Dolayısı ile bu Hadis-i şerif, Allah-u Teâlâ’nın Kitab’ını kenara iterek, haramı helâl, helâli haram yapanların nefislerini ilâh ve rab ittihaz ettiklerini, onlara uyup peşinden gidenlerin de onları rabler edindiklerini göstermiş olmaktadır. Allah’a inandık deseler bile, bu iddiâlarının inandırıcı olmadığı ortadadır.

Bu ilâhlara tapmayın; çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ilâh diye tabir ediyor. Helâli helâl, haramı haram bilin. Yoksa yoldan çıkarsınız.

muallime 29 Ekim 2012 15:16

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

Truly Üyemizden Alıntı (Mesaj 194133)
Demez zaten, bilmeden ilah edinir. Nasıl mı?

Allah'ın Kitabı Kuran ve Resulullah'ın (sav) sünnetine rağmen Şeyh'i bir iddia atar ortaya. O kişi de "Şeyh'im her şeyi iyi bilmektedir" der ve gelen uyarılara rağmen Şeyh'ine, Şeyhinin bilgisine teslim olur. Bunun adı da İtaatte şirktir. Allah'a itaatle emrolunduk, şeyhlere değil. (Tabi bundan kasıt alime, şeyhe hiç bir şartta itaat etmemek değildir. Bilgisi olanın bilgisinden faydalanılır. Ancak "Allah'a isyanda mahlukata itaat yoktur" prensibi şeyhler için de geçerlidir.)



Allah'ın Kitabı Kuran ve Resulullah'ın (sav) sünnetine rağmen Şeyh'i bir iddia atarsa ortaya,,,,,,,,



Ozaman o hakkiki bir alim de değildir ,şeyh de......



Allah kimseyi ikiyüzlü etmesin değil mi !!

Yitiksevda 29 Ekim 2012 15:38

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Esedullah kardeşime verdiğim söz üzere konuda yapılan yorumlara bana soru gelirse cevap verecem..

Truly 29 Ekim 2012 15:39

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

muallime Üyemizden Alıntı (Mesaj 194134)
Allah'ın Kitabı Kuran ve Resulullah'ın (sav) sünnetine rağmen Şeyh'i bir iddia atarsa ortaya,,,,,,,,



Ozaman o hakkiki bir alim de değildir ,şeyh de......



Allah kimseyi ikiyüzlü etmesin değil mi !!

Ben amacımı söyledim. Daha net açıklamamam gerekirse:

Tasavvufun her cihetinin; tüm tasavvuf ehli denilenlerin fikirlerinin aynı olup olmadığını anlamaya çalışıyorum. (Gerek size özelden, gerekse buradan kardeşlere belirttim) Ben tasavvuf aleyhine ortaya atılan şeylerin ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış bir de sizin ağzınızdan duyarak, iftira mı değil mi anlamaya çalışıyorum. Delilleri değerlendirme anlayışınız gerçekten anlatılan gibi mi, yoksa değil mi? İlim alma kriterleriniz vs. vs.

(Normalde öğrendiğim şeylerden sonra tasavvuftan ateşten kaçar gibi kaçmam gerekirdi. Ancak yukarıda anlattığım kardeşi tanıdıktan sonra hepinizin aynı olmadığını düşünmeye başladım.)

Bu arada benim duyduklarımın şirk olduğu hususunda şüphem yok ve gördüğüm kadarıyla zaten sizler de onlardan beri olduğunuzu söylüyorsunuz. Ben artık nasıl söyleyeyim, tasavvufun kesimlerini ayırt etmeye çalışıyorum. Kendi aranızda çok farklısınız. Birinizin "caizdir" dediğine, ötekiniz "olmaz şirktir" diyorsunuz.

Bana siz söyleyin: Darda kaldığınızda "yetiş ya gavs" diye mi dua edersiniz? Yoksa "Rabbim yardım et", der ve nasıl yardım edeceğini O'na mı bırakırsınız. Rabbim bana dua edin diyor. Siz O'na dua edersiniz ve o dilediği şekilde size yardım eder. Bir çok kişi araya gavsı koyarak (güya vesile) Allah'ı aradan çıkarıyorlar farkında değiller. Bu şirktir. Açık ve net bunu söylüyorum. Buna caizdir diyenlerin delilleri zayıf, uydurma , batıl yorumlar.. Tekrarlıyorum: ilmim pek yok dediysem, peşi peşine delil sıralayamam. Yoksa bunun şirk olduğunu anlayabiliyorum elhamdülillah.

Karşılıklı konuşarak hem ben aklımdaki şüpheleri gideriyorum (ki rüyayla hadis sahihleneceğini de kabul etmediğinizi öğrendim. Bu da hadis konusunda eşit olmamızı gerektirir) hem de görüldüğü üzere tebliğ için ortam oluşuyor.

(İkiyüzlü demeniz üzdü. Daha hangi yüzümü tanıdınız ki, ikinci yüzümle karşılaştınız diye şok oldunuz. Görüldüğü gibi niyetimi de, düşüncemi de, itikadımı da neyim varsa yavaş yavaş yazdıkça görmekte, beni tanımaktasınız. İlk mesajımda tüm zihnimdeki karmaşayı, destan gibi anlatmalı mıydım??)

Ek:

Aslında bana iki yüzlü denildiğine üzülmek yerine, çok çok sevinmeliyim. Tevhid'le tanıştığım bu kısa sürede ne kadar ilim sahibi olmuşum ki: "İnsanlara ilmim yok" dediğimde ve sonrasında bildiklerimi yazdığımda ikiyüzlülükle suçlanıyorum. Bu şekil tepki aldığıma göre demek ki o kadar da ilimsiz değilmişim, ne mutlu bana..

(Bir insanı iyice tanıyın, konuşun, irdeleyin, yanlış mı doğru mu anladınız veya belki karşı taraf kendisini istemeden yanlış anlattı.. vs vs. ihtimalleri gözden geçirin, sonra yazın lütfen. Burada yazdığımız konulara bakın; Allah rızasına çağırıyoruz. Adaleti gözetmek için sizlerin de fikrini alıyor, anlamaya tanımaya çalışıyoruz. Kısaca varsa yanlışta olan doğruya çağırıyor, benim gibi (eskiden) bütüncü kişileri de farklılıkları gözetmeye çağırıyoruz. Karşılıklı öğreniyoruz.

Hadi diyelim ki doğrudan girilmedi konuya da, dediğiniz gibi ikiyüzlüce girildi.. Ne fark var sonucunda: Emr-i Bil maruf nehyi anil münker yapılan iş. Niyete bakarak hiç olmazsa, kalbinizi doğru tutun kardeşim.)

Truly 29 Ekim 2012 16:50

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Ben artık bu konuya yazmak istemiyorum kardeşlerim. Sevgi ve saygı çerçevesinde devam ettirilmek üzere, diğer kardeşlerime devrediyorum. Benden daha iyi anlatan kardeşler var nasılsa..

Hayırlı olması temennisi ile.. Rabbim razı olacağı amellere ulaştırsın, hepiniz Allah'a emanet olun.

bilinmez 29 Ekim 2012 18:17

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Sayın TRLUY,size teşekkür edecem medineweb in üzerindeki ölütoprağını kaldırdınız güzel yaklaşımınız ve tebliğ usulünüz ve açtığınız konuyla tekrar ,teşekkürler..

Esadullah 29 Ekim 2012 18:46

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

Abdulmelik Üyemizden Alıntı (Mesaj 194114)
medineweb tarihinde bir ilki yaşıyor Allaha şükür. ileri demokrasi bu olsa gerek:)
kavgasız hakaretsiz saygılı munazaralara hasret kaldık.
katılımcılara çok çok teşekkür ederim.


Bu sizin güzelliğiniz sayın Abdulmelik sizi gerçekten takdir ediyorum Allah c.c. sizi dara sokmasın size sabrı cemil ihsan etsin , ilminizi ve müdrikenizi genişletsin, şeytan ve şeytanilerin şerrinden uzak kılsın, amin ya Mucib Ya Muin

Esadullah 29 Ekim 2012 18:48

Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
 
Alıntı:

Truly Üyemizden Alıntı (Mesaj 194143)
Ben artık bu konuya yazmak istemiyorum kardeşlerim. Sevgi ve saygı çerçevesinde devam ettirilmek üzere, diğer kardeşlerime devrediyorum. Benden daha iyi anlatan kardeşler var nasılsa..

Hayırlı olması temennisi ile.. Rabbim razı olacağı amellere ulaştırsın, hepiniz Allah'a emanet olun.

Allah c.c. razı olsun sonradan yazdıklarınızı gördüm cevaplayamadım işlerim dolayısı ile hayırlısı bakalım , gönlünüzdekini dışa vurduğunuz için sağolun Hakka emanet olun , vesselam


SAAT: 05:31

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306