Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Tasavvuf-Tarikat (https://www.forum.medineweb.net/647-tasavvuf-tarikat)
-   -   GERÇEK AŞK (Mesnevî'den Hikâyeler) (https://www.forum.medineweb.net/tasavvuf-tarikat/374-gercek-ask-mesnev%EEden-hikayeler.html)

KalbinNûru 08 Ağustos 2007 12:43

GERÇEK AŞK (Mesnevî'den Hikâyeler)
 
"uzundur ama okunmaya değer vede yorum olarak paylaşımınızı beklerim"
Ey dostlar! Bu hikayeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir



Bundan evvelki bir zamanda bir padişah vardı. O hem dünya, hem din saltanatına malikti. Padişah, bir gün hususi adamları ile av için hayvana binmiş, giderken ana caddede bir halayık gördü. O halayığın kölesi oldu. Can kuşu kafeste çırpınmaya başladı. Mal verdi o halayığı satın aldı.Onu alıp arzusuna nail oldu. Fakat kazara o halayık hastalandı.

Birisinin eşeği varmış, fakat palanı yokmuş. Palanı ele geçirmiş, bu sefer eşeği kurt kapmış. Birisinin ibriği varmış, fakat suyu elde edememiş. Suyu bulunca da ibrik kırılmış!

Padişah sağdan, soldan hekimler topladı. Dedi ki: “İkimizin hayatı da sizin elinizdedir. Benim hayatım bir şey değil, asıl canımın canı odur. Ben dertliyim, hastayım, dermanım o .Kim benim canıma derman ederse benim hazinemi, incimi ve mercanımı ( atiye ve ihsanımı) o aldı (demektir)”.

Hepsi birden dediler ki: “Canımız feda edelim. Beraberce düşünüp beraberce tedavi edelim. Bizim her birimiz bir alem Mesih’idir, elimizde her hastalığa bir ilaç vardır.”

Kibirlerinden Allah isterse (inşaallah ) demediler. Allah da onlara insanların acizliğini gösterdi.”İnşaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadım, insanların yürek katılığını ve mağrurluğunu söylemektir. Yoksa arızi bir halet olan inşaallah’ı söylemeyi unuttuklarını anlatmak değildir. Hey gidi nice inşaallahı diliyle söylemeyen vardır ki canı “inşaallah” la eş olmuştur.

İlaç ve tedavi nevinden her ne yapıldı ise hastalık arttı maksat da hasıl olmadı.O halayıkcağız, hastalıktan kıl gibi olunca padişahın kanlı göz yaşı ırmağa döndü. Kazara sirkengübin safrayı arttırdı. Badem yağı da kuruluk tesirini göstermeye başladı. Karahelileyle kabız oldu, ferahlığı gitti; su, neft gibi ateşe yardım etti.

Padişah, hekimlerin aciz kaldıklarını görünce yalınayak mescide koştu.Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri göz yaşından sırsıklam oldu.Yokluk istiğrakından kendisine gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:
“En az bahşişi dünya mülkü olan Tanrım! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.Ey daima dileğimize penah olan Tanrı! Biz bu sefer de yolu yanıldık.Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin.

KalbinNûru 08 Ağustos 2007 12:43

RE: GERÇEK AŞK (Mesnevî'den Hikâyeler)
 
Padişah, ta can evinden coşunca bağışlama denizi de coşmaya başladı.Ağlama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pir göründü.
Dedi ki: “Ey padişah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.O gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.İlacında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et.”

Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları yakınca:Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.Bir de gördü ki, faziletli, fevkalade hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;Uzaktan hilal gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.

Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.

Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pirin çehresinde görünüp duruyordu.Padişah bizzat abeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.Her ikisi de aşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı.
Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım” dedi.

Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan mahrumdur.Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.

Alışverişsiz, dedikodusuz Tanrı sofrası gökten iniyordu.Musa kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hanı sarımsak, mercimek” dediler.Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, orak sallama kaldı.Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.

İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz.Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.Zekat verilmeyince yağmur bulutu gelmez zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.

KalbinNûru 08 Ağustos 2007 12:44

RE: GERÇEK AŞK (Mesnevî'den Hikâyeler)
 
Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur.Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz olmuşlardır.Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azazil de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.

Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti.Elini, alnını öpmeğe, oturdu yeri, geldiği yolu sormaya başladı.Sora sora odanın başköşesine kadar çekti ve dedi ki: “Nihayet sabırla bir define buldum.

Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden nişliğin anahtarıdır” sözünün manası, Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden müşkül, konuşmaksızın, dedikodusuz hallolur gider.Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayağı çamura batanın elini tutan sensin.

Ey seçilmiş,ey Tanrı’dan razı olmuş ve Tanrı rızasını kazanmış kişi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kaza gelir, feza daralır.Sen, kavmin ulususun, sana müştak olmayan, seni arzulamayan bayağılaşmıştır. Bundan vazgeçmezse...”O ağırlama, o hal hatır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.

Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp sonra onu hastanın yanına götürdü.Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalığının arazını ve sebeplerini de dinledi.
Dedi ki: “Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil; büsbütün harap etmişler. Onlar, iç ahvalinden haberdar değildirler. Körlüklerinden hepsinin aklı dışarıda.” Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi. Hastalığı safra ve sevdadan değildi.

Her odunun kokusu dumanından meydana çıkar. İnlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönüle tutulmuştur. Aşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir.

Aşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, tanrı sırlarının usturlabıdır. Aşıklık ister cihetten olsun, ister bu cihetten... akıbet bizim için o tarafa kılavuzdur. Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim... asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, aciz kalır. Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı , aşıklığı yine aşk şerh etti.

Güneşin vucuduna delil, yine güneştir. Sana delil lazım ise güneşten yüz çevirme. Gerçi gölgede güneşin varlığından bir nişan verir, fakat asıl güneş her an can nuru bahşeyler. Gölge sana gece misali gibi uyku getirir. Ama güneş doğuverince ay yarılır (nuru görünmez olur). Zaten cihanda güneş gibi misli bulunmaz bir şey yoktur. Baki olan can güneşi öyle bir güneştir ki, asla gurub etmez.

Güneş gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir etmek mümkündür. Ama kendisinden esir olan güneş, öyle bir güneştir ki, ona zihinde de, dışarıda da benzer olamaz. Nerede tasavvurda onun sığacağı bir yer ki misli tasvir edilebilsin!

KalbinNûru 08 Ağustos 2007 12:44

RE: GERÇEK AŞK (Mesnevî'den Hikâyeler)
 
Şemseddin’in sözü gelince dördüncü kat göğün güneşi başını çekti, gizlendi. Onun adı anılınca ihsanlarından bir remzi anlatmak vacip oldu.Can şu anda eteğimi çekiyor. Yusuf’un gömleğinden koku almış! “Yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hallerden tekrar bir hali söyle, anlat. Ki yer, gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de yüz derece daha fazla sevince, neşeye dalsın” (diyor). “Beni külfete sokma, çünkü ben şimdi yokluktayım. Zihnim durakladı onu görmekten acizim. Ayık olmayan kişinin her söylediği söz... dilerse tefekküre düşsün, dilerse haddinden fazla zarafet satmaya kalkışsın... yaraşır söz değildir.

Eşi bulunmayan o sevgilinin vasfına dair ne söyleyeyim ki bir damarım bile ayık değil! Bu ayrılığın, bu ciğer kanının şerhini şimdi geç, başka bir zamana kadar bunu bırak!”
(Can) dedi ki: “Beni doyur, çünkü ben açım. Çabuk ol çünkü vakit keskin bir kılıçtır. Ey yoldaş, ey arkadaş! Sufi, vakit oğludur (bulunduğu vaktin iktizasına göre iş görür). “Yarın” demek yol şartlarından değildir. Sen yoksa sufi bir er değilmisin? Vara veresiyeden yokluk gelir”.

Ona dedim ki: “Sevgilinin sırlarını gizli kapaklı geçmek daha hoştur. Sen, artık hikayelere kulak ver, işi onlardan anla! Dilbere ait sırların, başkalarına ait sözler içinde söylenmesi daha hoştur.” O, “Bunu apaçık söyle ki dini açık olarak anmak, gizli anmaktan iyidir. Perdeyi kaldır ve açıkça söyle ki ben, güzelle gömlekli olarak yatmam” dedi.
Dedim ki: “O apaçık soyunur, çırılçıplak bir hale gelirse ne sen kalırsın,ne kucağın kalır, ne belin! İste ama derecesine göre iste; bir otun bir dağı çekmeye kudreti yoktur.

Bu alemi aydınlatan güneş, bir parçacık yaklaştı mı, her şey yandı gitti! Fitneyi, kargaşalığı ve kan dökücülüğü araştırma, Şems-ı Tebrizi’den bundan fazla bahsetme. Bunun sonu yoktur; sen yine hikayeye başla, onu tamamlamana bak.

(Hekim) dedi ki: “Ey padişah, evi halvet et, yakını da uzaklaştır.Köşeden , bucaktan kimse kulak vermesinde ben bu cariyecikten bir şeyler sorayım.”

Oda boşaltıldı, Hekim ile hastadan başka kimsecikler kalmadı. Hekim tatlılıkla yumuşak yumuşak dedi ki: “Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilacı başka başkadır. O memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye bağlısınız? Elini kızın nabzına koyup birer birer felekten çektiği cevir ve meşakkati soruyordu.

Bir adamın ayağına diken batınca ayağını dizi üstüne kor. İğne ucu ile diken başını arar durur, bulamazsa orasını dudağı ile ıslatır. Ayağa batan dikeni bulmak bu derece müşkül olursa, yüreğe batan diken nicedir? Cevabını sen ver! Her çer çöp (mesabesinde olan,) gönül dikenini göreydi gamlar, kederler; herkese el uzatabilir miydi?

Bir kişi, eşeğin kuyruğu altına diken kor. Eşek onu oradan çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar. Zıplar, zıpladıkça da diken daha kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam lazım. Eşek, dikeni çıkarabilmek için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha yaralar. O diken çıkaran hekim üstaddı .

Halayığın her tarafına elini koyup muayene ediyordu. Halayıktan hikaye yolu ile dostların ahvalini sormakta idi. Kız, bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından, efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından bahsetmekteydi.

KalbinNûru 08 Ağustos 2007 12:45

RE: GERÇEK AŞK (Mesnevî'den Hikâyeler)
 
Hekim kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına ve nabzının atmasına dikkat etmekte idi. Nabzı kimin adı anılınca atarsa cihanda gönlünün istediği odur(diyordu). Memleketinde ki dostlarını saydı, döktü. Ondan sonra diğer bir memleketi andı. “Memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun?”dedi.
Kız bir şehrin adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi nabzının atması başkalaşmadı.Efendileri ve şehirleri birer birer saydı;o yerleri, yurtları, oralarda geçirdiği zamanları, tuz, ekmek yediği kişileri tekrar tekrar söyledi.Şehir şehir, ev ev saydı döktü, kızın ne damarı oynadı, ne çehresi sarardı.

Hekim şeker gibi Semerkand şehrini soruncaya kadar kızın nabzı tabii haldeydi fazla atmıyordu.Semerkand’ı sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkad’lı bir kuyumcudan ayrılmıştı.O hekim, hastadan bu sırrı elde edip o dert ve belanın aslına erişince:“Onun semti hangi mahallede?” diye sordu. Kız, “Köprü başında, Gatfer mahallesinde” dedi.

Hekim, “Hastalığının ne olduğunu hemen anladım. Seni tedavi hususunda sihirler göstereceğim;Sevin, ilişik etme, emin ol ki yağmur çimenlere ne yaparsa ben de sana onu yapacağım;Ben, senin gamını çekmekteyim, sen gam yeme; ben sana yüz babadan daha şefkatliyim;Aman, sakın ha, bu sırrı kimseye söyleme; padişah senden bunu ne kadar sorup soruştursa yine sakla;Sırların gönülde gizli kalırsa o muradın çabucak hasıl olur;dedi.

Peygamber demiştir ki: “Her kim sırrını saklar ise çabucak muradına erişir.” Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir. Altın ve gümüş gizli olmasalardı... madende nasıl musaffa olurlar, nasıl altın ve gümüş haline gelirlerdi? O hekimin vaadleri ve lütufları hastayı korkudan emin etti. Hakiki olan vaadleri gönül kabul eder, içten gelmeyen vaadler ise insanı ıstıraba sokar. Kerem ehlinin vaadleri akıp duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olmayanların, kerem sahibi bulunmayanların vaadleri ise gönül azabıdır.

Ondan sonra hekim, kalkıp padişahın huzuruna gitti.; padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti. Dedi ki: “Çare şundan ibaret: bu derdin iyileşmesi için o adamı getirelim. Kuyumcuyu o uzak şehirden çağır, onu altınla, elbise ile aldat.” Padişah, hekimden bu sözü duyunca nasihatini, candan gönülden kabul etti. O tarafa ehliyetli, kifayetli, adil bir iki kişiyi elçi olarak gönderdi.

O iki bey, kuyumcuya padişahtan muştucu olarak Semerkand’e kadar geldiler. Dediler ki: “Ey lütuf sahibi üstad, ey marifette kamil kişi! Öğülmen şehirlere yayılmıştır. İşte filan padişah, kuyumcubaşılık için seni seçti. Zira (bu işte) pek büyüksün, pek kamilsin. Şimdilik şu elbiseyi, altın ve gümüşü al da gelince de padişahın havassından ve nedimlerinden olursun.”

Adam çok malı, çok parayı görünce gururlandı, şehirden çoluk çocuktan ayrıldı. Adam neşeli bir halde yola düştü. Haberi yoktu ki padişah canına kastetmişti. Arap atına binip sevinçle koşturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı.

Ey yüzlerce razılıkla sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü bir kazaya giden. Hayalinde mülk, şeref ve ululuk. Fakat Azrail “Git evet, muradına erişirsin” demekte!

O garip kişi yoldan gelince, hekim onu padişahın huzuruna götürdü; Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu, padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.

KalbinNûru 08 Ağustos 2007 12:45

RE: GERÇEK AŞK (Mesnevî'den Hikâyeler)
 
Padişah onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti. Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o cariyeciği bu tacire ver ki visali ile iyileşsin, visalinin suyu o ateşi gidersin.”

Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet müştakını birbirine çift etti. Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.

Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karşısın da erimeye başladı. Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti. Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca kızın gönlüde yavaş yavaş ondan soğudu.

Ancak zahiri güzelliğe ait bulunan aşklar aşk değildir. Onlar nihayet bir ar olur. Keşke kuyumcu baştan başa ayıp ve ar olsaydı, tamamı ile çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hal gelmeseydi! Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına düşman kesildi.

Tavus kuşunun kanadı, kendisine düşmandır. Nice padişahlar vardır ki kuvvet ve azametleri helaklerine sebep olmuştur.

Kuyumcu,”Ben o ahuyum ki göbeğimin miskinden dolayı bu avcı, benim saf kanımı dökmüştür. Ah ben o sahra tilkisiyim ki postum için beni tuzağa düşürüp tuttular, başımı kestiler. Ah ben o filim ki dişimi elde etmek için filci benim kanımı döktü. Beni benden aşağı birisi için öldüren, kanımı döken; bilmiyor ki benim kanım uyumaz! Bu gün bana ise yarın onadır. Böyle benim gibi bir adamın kanı nasıl zayi olur?
Duvar gerçi (günün ilk kısmında yere) uzun bir gölge düşürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene avdet eder.

Bu cihan dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir” dedi.Kuyumcu bu sözleri söyledi ve hemen toprak altına gitti.
O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı, tertemiz oldu. Çünkü ölülerin aşkı ebedi değildir, çükü ölü tekrar bize gelmez.

Diri aşk ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur durur. O dirinin aşkını seç ki bakidir ve canına can katan şaraptan sana sakilik eder.

KalbinNûru 08 Ağustos 2007 12:45

RE: GERÇEK AŞK (Mesnevî'den Hikâyeler)
 
O ‘nun aşkını seç ki bütün peygamberler, onun aşkı ile kuvvet ve kudret buldular, iş güç sahibi oldular. Sen “Bize o padişahın huzuruna Varmaya izin yoktur” deme. Kerim olan kişilere hiçbir iş güç değildir.

O adamın, hekimin eliyle öldürülmesi, ne ümit içindi ne korkudan dolayı. Tanrının emri ve ilhamı gelmedikçe hekim onu padişahın hatırı için öldürmedi.

Hızır’ın o çocuğun boğazını kesmesindeki sırrı halkın avam kısmı anlayamaz.
Tanrı tarafından vahiy ve cevaba nail olan kişi her ne buyurursa o buyruk, doğrunun ta kendisidir. Can bağışlayan kişi öldürse de caizdir. O, naibdir eli tanrı elidir.

İsmail gibi onun önüne baş koy. Kılıcının önünde sevinerek gülerek can ver. Ki Ahmed’in pak canı, Ahad’la ebediyse senin canında ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsın. Aşıklar, ferah kadehini, güzellerin elleri ile öldürdükleri vakit içerler.

Padişah o kanı şehvet uğruna dökmedi. Suizanda bulunma münakaşayı bırak. Sen onun hakkında kötü ve pis iş işledi deyip fena bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak bir hale gelince bu berraklıkta bulanıklık ve tortu kalır mı, süzülüş suda tortu bırakır mı?

Bu riyazatlar, bu cefa çekmeler, ocağın posayı gümüşten çıkarması içindir.İyinin kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.
Eğer işi tanrı ilhamı olmasaydı o, yırtıcı bir köpek olurdu, padişah olmazdı. Şehvetten de tertemizdi, hırstan da, nefis isteğinden de. Güzel bir iş yaptı, fakat zahiren kötü görünüyordu.

Hızır denizde gemiyi deldi ise de onun bu delişinde yüzlerce sağlamlık vardı. O kadar nur ve hünerle beraber Musa’nın vehmi, ondan mahçuptu; artık sen kanatsız uçmaya kalkışma. O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma. Onun muradı Müslüman kanı dökmek olsaydı kafirim, onun adını ağzıma alırsam! Arş kötü kişinin öğülmesinden titrer; suçlardan ve şüpheli şeylerden korunan kişi de kötü methedilince, metheden kişi hakkında fena bir zanna düşer.

O padişahtı, hem de çok uyanık bir padişah. Has bir zattı, hem de tanrı hası. Bir kişiyi böyle bir padişah öldürürse onu, iyi bir bahta eriştirir,en iyi bir makama çeker yüceltir.Eğer onu kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lütuf nasıl olurda kahretmeyi isterdi?

Çocuk hacamatcının neşterinden titrer durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir. Yarı can alır, yüz can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir. Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düşmüssün; iyice bak!


Mesnevi'den Hikayeler

neslihan 08 Ağustos 2007 12:58

RE: GERÇEK AŞK (Mesnevî'den Hikâyeler)
 
okuyacağım ama eve gidince inş.


.......................................
okudum kıssadan hisse kendime düşen payı aldım:)

uzun ama güzeldi, Allah sevdiği kula Muradını verir, istemesini bilene, sabr eden muradına erer, dünyada ki tüm sevgiler gelip geçici ama ihtiyacımız var yaratılış gereği, ama daim değil

KalbinNûru 09 Ağustos 2007 15:28

Mevlânâ'dan Hikâyeler ( Allâh c.c. Zikri)
 
ALLAH ZİKRİ
Bir adam her gece “Allah” der durur, bu zikirle ağzı tatlılaşır, zevk alırdı. Şeytan dedi ki:

- Ey çok söz söyleyen!.. Bunca Allah demene karşılık O’nun “Lebbeyk” demesi nerede?.. Allah katından bir cevap bile gelmezken, böyle utanmadan, sıkılmadan ne zamana kadar Allah deyip duracaksın?...

Şaşırdı, sarsıldı, adamın gönlü kırıldı, başını elleri arasına aldı düşünürken uykuya daldı, rüyasında yeşiller giyinmiş Hızır’ı gördü, kendisine dedi ki:

- Kendine gel. Niçin zikri bıraktın? Çağırdığın addan nasıl usandın, zikrinden nasıl pişmanlık duyabiliyorsun?..

Adam dedi ki:

- İcabet göremiyorum!.. Lebbeyk sesi gelmiyor!.. Kapıdan sürüleceğimden korkuyorum.

Hızır dedi ki:

- Senin o Allah demen ; bizim lebbeyk dememizdir. Niyazın, derde düşmen, yanıp yakılman; bizim haberci çavuşumuzdur. Hilelere düşmen, çareler araman; seni kendimize çekmemizden, ayağını çözmemizdendir. Korkun da aşkın da bizim lûtfumuzun eseridir!.. Senin “Ya rabbi” demende; bizim buyur dememiz gizlidir.

Bilgisiz adamın canı bu duadan uzaktır. Çünki “Ya rabbi” demesine izin yoktur. Zarara , ziyana uğrayınca Allah’ a sızlanmasın diye hem ağzı, hem gönlü kilitlidir. Firavuna onca mal verdi, o nihayetinde ululuk davasına girişti!.. Hakk’a sızlanmasın diye ömrü boyunca bir baş ağrısı dahi vermedi. Bütün dünya malını verdi, lâkin; dert, elem, keder vermedi. Dert; Allah’ı gizlice çağırmana sebep olduğundan bütün dünya mallarından üstündür. Dertsiz dua soğuktur, bir şeye yaramaz. Dertli dua ve yakarış ise; gönülden, aşktan gelir. O gizli yakarışında ki anman yokmu!...

“Ey Allah’ım!...”
“Ey feryadıma erişen!...”

“Ey yardımcım!...” demen... Bak ; Hakk yolunda köpeğin sesi bile Hakk’ın cezbesiyledir. Çünki; Hakka her yönelen, bir yol kesicinin esiridir!...

Ashabı Kehf’in köpeği gibi... pis şeylerden kurtulunca padişah sofrasının başına oturdu. İhtiyat ona derler ki ; seni bu dünyanın yağlı, ballı şeyleri, tuzakları hileleri aldatmaz. Değeri ne olursa olsun; sana verilen nihayet, oltada ettir. Taneye tamah eden kuşun harcı, derisinin yüzülmesidir. Taneye, tuzağa, oltada ki ete aldanmayanlar mı?... Onlar ; ancak Allah’ın ihtiyat ve tedbir duygusu verdikleridir!...

Mesnevi:3.Cilt - Sayfa:16-...-19

KalbinNûru 09 Ağustos 2007 15:32

RE: Mevlânâ'dan Hikâyeler (Dervişin Altını )
 
DERVİŞİN ALTINI
Dervişin biri:
- Rüyamda Hızır’a mensubolan erenleri gördüm, onlara : " Helal olan ve hiç vebali bulunmayan rızkı nereden elde edeyim?.." diye sordum. Beni aldılar dağlara ormanlara götürdüler. Meyveler silkelediler...
- Hemen ye, bunlar temiz, helal ve sayısızdır. Aynı zamanda uğraşmaksızın, başın ağrımadan, yükünü çekmeden, yukarı- aşağı koşmadan elde edilen rızıklardır, dediler. Onları yedim, sözüme öyle bir feyiz, öyle bir tesir hasıl oldu ki, akılları hayran etmeye başladı.
- " Rabbim, dedim... bu bir imtihan... sen bana bütün halktan gizli bir ihsanda bulun !... " Söz söyleyemez bir hale geldim, hoş bir gönüle sahip oldum, zevkimden nar gibi yarıldım!.. Dedim ki içimden : " Bu zevk yok mu ya... cennette bundan başka zevk olmasa bile, başka bir nimet istemem, bunu bırakıp ta ceviz ve şeker yemeye girişmem !..." Kazancımdan elimde bir-iki habbe kalmıştı, onları da cübbemin yenine dikmiştim .... Dervişin biri de odunculuk etmekte idi, yorgun argın ormandan geldi... Onu görünce dedim ki:
- "Artık benim rızıkla işim yok... bundan sonra rızık için gam yemiyorum. Kötü meyveler bana güzel ve hoş gelmekte... hususi bir rızka nail oldum. Ve madem ki boğaz derdinden kurtuldum, kalan bir kaç habbemi de şuna vereyim. O da iki- üç gün rızık derdinden kurtulsun!..." Meğer oduncu içinden geçeni anlıyormuş. Çünki kulağı Hak nuru ile nurlanmışmış . Her düşünce; ona göre bir şişenin içindeki kandil gibiymiş, hepsini görüyormuş. Derken, aslan gibi heybetiyle önüme geldi, sırtındaki odun demetini yere attı, dedi ki:
- Ya Rabbi!... Senin duaları kutlu, izleri yomlu has kulların varsa, onların hürmetine, lütfunun bir sanat göstermesini diliyorum.... şimdicik bu odun yığını altın olsun!... Bunu der demez bir de gördüm ki, odunlar altın olmuş, ateş gibi parlayıp durmaktalar. Kendimden geçtim, ne kadar baygın kaldığımı bilemiyorum, ayıldığımda dedi ki:
- Allah’ım: Uluların, gayret sahibi ve şöhretten kaçan kişilerin hürmetine bu altını yine eski haline, oduna çevir!... Bu söz üzerine derhal o altın dallar, yine odun oldu. O erin halini görünce akıl da sarhoş oldu, kendisinden geçti, bakış ta!... Odunları yüklendi, yürüdü, önümden geçip hızlı adımlarla şehrin yolunu tuttu.
O padişahtan; ardından gidip müşküllerini sormak, sözünü duymak istedim ama, heybeti mani oldu, gidemedim. Zaten bayağı kişilerin , has erlere varmasına yol yok. Eğer birisi can-baş vererek yol bulursa bu da onların rahmeti ve cezbesiyle olur. Şu halde o tevfike erişmeyi ganimet bil. Eğer bir doğru erin sohbetinde bulunduysan bunu fırsat say, ganimet bil. Padişaha yakın olduğu, yakınlığına erdiği halde bu kutluluğu değersiz görüp yolundan olan ahmağa benzeme.

Mesnevi:4.Cilt-Sayfa:56-....-59


SAAT: 12:35

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306