Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Tevhid Ve Şirk Konuları

Konu Kimliği: Konu Sahibi Verda_Naz,Açılış Tarihi:  17 Mart 2009 (01:17), Konuya Son Cevap : 17 Mart 2009 (01:17). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 17 Mart 2009, 01:17   Mesaj No:1
Medineweb Sadık Üyesi
Verda_Naz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Verda_Naz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 176
Üyelik T.: 15 Eylül 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:30
Mesaj: 612
Konular: 248
Beğenildi:11
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Küfür İle Yönetmek

Küfür İle Yönetmek

KÜFÜR İLE YÖNETMEK



Din kemale erdi ve İslâm nimeti tamamlandı. Artık Allah’ın sözlerinde değişme olmaz. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

“Senin Rabbinin sözleri doğru ve güvenilir şekilde tamamlandı. Artık Allah’ın sözlerinde bir değiştirme olmaz. (Allah) işiten ve her şeyi bilendir.”

Allah’ın kullarına verdiği en büyük nimet, kendileri için dinlerini kemale erdirmesi, İslâm’ı tamamlaması, onlar adına her türlü değişikliğe karşı Kur'an'ı korumasıdır. Şöyle buyurmuştur:

“Bu Kur’an’ı biz indirdik ve biz koruyacağız.”

İnsanların lehine veya aleyhine delil olması için Kıyamet gününe kadar Allahu Teâla Kur'an'ı korumuştur.

Gökten yere gelen en son risaleti alarak insanlara ulaştıran hayrın kulağı olan Rasulullah (s.a.v.)'in risaletinin mirasçısı müslümanlar; Kur’an’a hakkıyla bağlanarak, emredildikleri gibi Sünnete dişleriyle sarılıp koruyarak, Rasulullah (s.a.v.) ve sahabelerin (r.a.) üzerine bulundukları hali tekrar canlandırarak. bu görevi en hayırlı bir şekilde yerine getirmeleri gerekir. Bununla ilgili deliller birbirlerini izlemektedir.

Müslümanlar daveti yüklenirken diğer ümmetlerle temas edince; akla ve fıtrata uygun olan hanif dinlerini diğerlerine gösterince, diğer ümmetler de kendilerini savunma açısından olsa da kendi dinlerini müslümanlara arz ediyorlardı. Netice olarak, bazı müslümanlar hissetmeden diğerlerinden etkileniyorlardı. Bu durumun ise davette ve İslâm’ı anlamada olumsuz etki bırakıyordu. Ancak bir müddet geçer geçmez, müslüman alimler bu durumun farkına vardılar ve dinden olmayıp da dine karışan şeyleri araştırıp atmaya başladılar. Tahrifi ve tağyiri önlediler, sahte konuları çürüttüler ve böylece dini tekrar aydınlığına döndürdüler. Müslümanların hayır ve şer arasında gidip gelişleri bugün yaşadığımız şerre gelinceye kadar devam etti. Peki bu şerden kurtuluş nasıl olacak?

Bugünkü durumumuz, İslâm’ın ilk seyrine dönebilmemiz için ilk dönemlerde yaşanan salah sebeplerine dönmemizi gerektirmektedir.

İslâm’ı her şaibeden ve kendisinden olmayandan arındırmak, her tahrifatı üzerinden uzaklaştırmak ve her sahte fikirden temizlemek için, Batının bize kazandırdığı "bozuk zihniyetten" kurtulmalıyız. Bu zihniyet yüzünden davanın işlerini menfaata, heva ve hevese göre kıyas ediyor, menfaata, heva ve hevese uygun olanı alıp ve ters geleni terk ediyoruz. Ardından da görüşlerimize uyması için şeriatın nasslarını te’vil ediyoruz. Kafamıza göre salih gördüğümüz görüşlere şer’i deliller arayıp uydurmaya çalışıyoruz. Halbuki doğru İslâmî zihniyet, emrin yalnız Allah’a ait olduğunu kabul etme esasına dayanır. Sahih İslâmi zihniyete göre, Allah’ın hükmünü anlamaya çalışırken eğilimlerimizi, zevklerimizi ve arzularımızı buna katamayız. Heva ve heveslerimizi hakem kılamayız. Düşmanlardan korkmayı, insanların bizden uzaklaşmasına dair endişeyi, yöneticilerinin dine rağbet göstermemelerinin, şartların ve durumların anlayışımızı etkilemesine izin veremeyiz. Menfaatı ve maslahatı kesinlikle ölçü alamayız. Bütün bunlar, davanın yükünü hafifletmek ve müslümanlara kolaylık getirmek amacıyla, davayı yüklenenler için birer bahane olamaz. Allahu Teâla, her şeyi bilen ve duyandır. İnsanların fıtratını, muhtaç oldukları şeyleri, yapabileceklerini, içerisinde yaşadıkları şartları, düşmanlarının kimler olduğunu, düşmanlarına karşı nasıl tavır takınmaları gerektiği gibi daha birçok şeyi en iyi bilen yalnız Allah’tır.

Daha önce gösterdiğimiz, içtihadın tek sahih yolu; önce tedavi edilecek olayı derin şekilde kavramak ve ondan sonra buna delâlet eden şer’i nassları ve delâletleri incelemektir. Bu şekilde hareket etmek bizi, karşılaşılan problem hakkında Allah’ın hükmünü öğrenmeye götürür. Bu metodu takip ettiğimiz zaman şöyle demiş gibi oluruz: “Bizim yaşadığımız vakıa ve olay, durumlar ve şartlar, çektiğimiz meşakkat ve zorluklar ve bunlarla ilgili gördüğümüz maslahat, Allah’ın hükmüdür.” Böylece Allah ve Rasulünün önüne geçmiş oluruz. Oysa Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Allah’ın ve Rasulü’nün önüne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah işiten ve bilendir.”

“Allah ve Rasulü bir hüküm verirse, erkek olsun kadın olsun mü’min için başka seçenek yoktur. Kim Allah’a ve Rasulüne isyan ederse, apaçık sapıklığa düşmüş olur.”

Şüphesiz ki bu iki zihniyet arasındaki fark, müslümanların içinde yaşadıkları ortamları tedavi edecek hükümleri anlamada birbirinden uzaklaşmalarına yol açmıştır.

Üstelik Batı fikirlerinden etkilenen zihniyet, bazı kesin delilleri iptale uğratmıştır. Şartlar, durumlar, maslahat ve zararı önlemek bahanesiyle başka yasalara müracaat edip bu yasalar İslâm hükümlerine tercih edilmiştir. Örneğin Ribanın (faizin) hükmü kesin olarak haramdır. Bununla ilgili ayetler ve sözlerin tevili mümkün değildir ve illetten uzaktır. Buna rağmen sözünü ettiğimiz zihniyet, durumları ve şartları dikkate almak, menfaatı celbetmek ve mefsedeti (zararı) def etmek bahanesi ile faizi helâl kılmıştır.

Üstelik bu zihniyete dayalı cemaatlar kurulmuş, şeriata dayalı olmayan hükümler, hatta kesin şekilde şeriata aykırı hükümler ortaya çıkmıştır. Demokrasi, İslâm’a tamamen aykırı olmasına rağmen demokrasinin İslâm’dan olduğu söylenmiştir. Cahiliye yönetimlerine katılmanın Kur’an’la ve Sünnetle tamamen çelişmesine rağmen caiz olduğunu ve Allah’ın indirdikleriyle hükmetme konusuna ulaşmak için faaliyet gösteren İslâmî hareketin önünde tek yol olduğunu iddia etmişlerdir.

İslâm’ı uygulamak için tedricilik düşüncesinin bozukluğu ve buna çağırmanın caiz olmadığını gösterdiğimiz gibi, küfür yönetimlerine katılma gibi düşüncelerin bozukluğunu da gösteriyoruz. Fakat birtakım şüpheleri izale etmek için burada, bu düşünce üzerinde az da olsa durmak zorundayız. Ta ki bu açıklamalardan sonra bu iddiaları sürdürenler için bir bahane ve mazeret kalmasın.

Şeriatı anlamada bu cemaatların zihniyetleri ıslah edilmedikçe, ne kadar nasihat verilirse verilsin fayda vermeyeceğini de biliyoruz. Küfür rejimine katılma düşüncesinin yanlış olduğu hususunda onları ikna etsek bile bu zihniyete sahip oldukları müddetçe, bu zihniyet yoluyla alternatif bir çıkış yolu ararlar. Şeriatın kabul etmediği bu zihniyetten sakınmak gerekir. Çünkü bu zihniyet, bu tür sapık düşünceleri yetiştiren bir toprak gibidir.

"Yönetime katılma" ne anlama gelmektedir ve bu düşünceyi savunanların gerekçeleri nelerdir?

"Yönetime katılmak", İslâm’a dayalı olmayan mevcut yönetimlere müslümanların katılmaları ve İslâmî olmayan hükümlerle hüküm etmeleri anlamına gelmektedir. Bu ise, demokratik oyunla ve parlamento yoluyla tamamlanır. Parlamentoya girmekten kasıt, görüşlerini yönetime taşımak ve zamanla da tek başına iktidarı ele geçirmektir. Bu düşünceye sahip olanların görüşlerine göre bu oyun aşama aşama gerçekleşir.

Kendilerine göre bunun aklî ve şer’i gerekçeleri vardır. Aklî gerekçeleri ise aşağıdaki şekilde özetlenir:

- “İslâm’ın yönetime geçmesi için tarihî portre, şu anda bunun imkânsız olduğunu göstermektedir. Çünkü İslâm dünyasının tümü bugün, korkunç derecede maddi ve manevi güce sahip, İslâm için çalışanları gözetleyen, başarmamaları için onları muhasara altına alan sayısız devletlerin gücü ile desteklenen güçlü ve yerleşik otoritelere boyun eğmektedir. Bu nedenle bugünkü şartların geçmişe kıyaslanması doğru olmaz.

“Eskiden İslâm daveti, bütün müslümanları toplayan bir örgüt idi. O, müslümanların cemaatı idi. Fakat çağdaş cemaatlar, Müslüman cemaatlar topluluğudur. Bu durum, çağdaş cemaatları sıkıntıya sokmaktadır. Çünkü Müslümanlardan geniş bir taban, kendi liderliğine boyun eğmemektir. Cahiliye sistemleri bu durumlardan çok fayda sağlamaktadır. Bu nedenle iktidara ulaşmak isteyen çağdaş İslâmî hareket çağdaş partilerin izledikleri partici yolu izlemelidir.

Çağdaş partilerin metodu kendilerini yönetime ulaştıracak üsluplar üzerine kuruludur. Bu üsluplar ise, ya demokratik yoldur ya da askerî darbe yoludur veyahut da silahlı halkçı devrim yoludur.

Nitekim kapılar çağdaş İslâmî hareket önünde öyle kapandı ki, askerî darbe yapabilmek için ordu içinde çalışıp askerî gücün elde edilmesi mümkün değildir. Ayrıca kurulu olan despot rejimlerin gölgesinde halkçı bir devrimin yapılması da mümkün değildir. Buna göre çağdaş İslâmî hareketin önünde, İslâm dışı yönetime ortak olmaya götüren demokratik siyasi parti çalışması yapmaktan başka yol kalmamıştır.

Büyük hedefi gerçekleştirmek için çalışan İslâmî hareketin, bu hedefle çelişen kısmî hususları protesto etmesi doğru olmaz. Kısmî hususlar bütüne muhalefet ederse bütün tercih edilir. Nitekim İslâm şeriatının elastikiyeti ve gerçekçiliği bu cüzî hususlar nedeniyle büyük hedefleri gerçekleştirmeyi engellemez. Üstelik bazı durumlarda ve şartlarda iktidara ulaşmak için birçok yol var iken müslümanların tek yola bağlı kalmamaları onları sıkıntıya sokmaz. Birinci şekil imkânsız ise ikinci şekle geçilir. İkincisi de imkânsız olursa üçüncü şekle geçilir. Bu da imkânsız olursa dördüncü şekle geçilir. Daha doğrusu bazı durumlarda birinin diğerine tercih edileceği birbirine paralel dört yolda hareket etmek maslahat gereğidir.

- Gösterdikleri aklî gerekçelerin tartışılması ve çürütülmesi:

Değiştirme konusunda şer'î hükümleri ahkamı terk etmeyi caiz gören aklî gerekçeleri ileri sürenler her ne kadar şeriatla ve usul ile ilgili bir kısım terimleri kullanıyorlarsa da benimsedikleri kültür İslâm dışıdır. Ayrıca şer’i hükmü istinbat etmek için vakıaya bakış keyfiyetini düşünürken İslâm’ın disipline edilmiş metoduna da sahip değiller. Zira bu metot, vakıa ve sorunlara bakarken, yalnız şer’i delillerden şer’i hükmü çıkartmayı gerektirmekte şer’i hükmün dışına çıkmayı yasaklamaktadır. Üstelik onlar faaliyet yaparlarken metot ile üslup arasındaki farkı da bilmiyorlar. Şeriat üzerindeki düşüncelerinin elastikî olmasından kaynaklanan düşünce, onları, şer’i hükümlere fazla dikkat etmemeye ve önem vermemeye sevk etmekte ve çağa uyma bahanesiyle şer’i olmayan hükümleri takip etmelerine neden olmaktadır.

Birçok konuda değişiklik oldukça ve olmaya da devam ettikçe Rasulullah (s.a.v.)'in metodunu ve şer’i hükümleri terk etmenin caiz olduğu sözü doğru olmadığı gibi değiştirilmesi istenen vakıanın da derinlemesine incelenmediğini gösterir. Oysa önemli olan vakıadaki şekillerin değişmesi değil, vakıanın niteliklerinin değişmesidir. Toplumun temel faktörleri olan insanlar, fikirler, duygular ve nizamlar olduğu gibi devam etmektedir. İster demokrasi ile yönetilsin isterse diktatörlükle yönetilsin, devletin, kabile devleti, basit devlet veya modern devlet şeklinde olmasına değil devletin temel niteliklerine itibar edilir. Değişen şekiller, değiştirme metodunun değiştirilmesini gerektirmez. Değiştirilmesi istenen toplumdaki hatalı fikirlere, yanıltıcı mefhumlara, adetlere ve geleneklere yönelmek, Rasulullah (s.a.v.)'in yaptığı sabit bir şer’i hükümdür. Fakat değişen husus, toplumun fikirlerinin çeşididir. Bu fikir düşük seviyeli vatancılık veya dar kapsamlı milliyetçilik fikirleri olabilir. İdeolojik boyutlu komünist veya kapitalist fikirler de olabilir. Ancak ideolojik fikir, diğerlerinden daha kuvvetli olduğundan dolayı yıkılması için daha büyük çaba sarf etmeyi gerektirir. Fikrin değişikliği, çalışmayı zorlaştırabilir veya kolaylaştırabilir. Fakat metodu değiştirmez. Yönetimin şekli ister Rasulullah (s.a.v.) zamanındaki gibi kabilevî olsun isterse günümüzdeki gibi basit veya kompleks olsun, değiştirmek için incelenecek metot değişmez. Devletin şekli ancak faaliyeti kolaylaştırır veya zorlaştırır. Değiştirilmesi istenen rejim, kendi varlığını korumak ve yerleştirmek için orduya dayanabilir veya silahlı kabilelere dayanabilir. Şüphesiz bir güce dayanacaktır. Rasulullah (s.a.v.), İslâm Devleti’ni kurmak için faaliyetini bir güçten yardımı talep etmek üzerinde yoğunlaştırmıştır. Yine toplumu değiştirmek için çalışmasını, toplumun temel unsurlarını değiştirme noktasında yoğunlaştırmıştır. Davanın gereklerini ve devleti kurma işlerini üstlenmeye hazır, imanları güçlü elemanları (muhacirleri) yetiştirmiştir. Davayı ve taşıyıcıları kucaklayacak ve topraklarında devletin kurulmasını kabul edecek halk tabanını (Ensarı) oluşturmuştur. Ardından da yönetimi ele geçirme metodu olan nusret talep etmiştir. Rasulullah (s.a.v.) engellerin çokluğuna ve çektiği eziyetlerin şiddetli olmasına rağmen nusreti talep etmede ısrar etmiştir. Rasulullah (s.a.v.)'in Mekke’deki amelini inceleyen kimse, onun değiştirme metodunun temel taşlarını ele aldığını, metodunun zamana ve mekâna göre değişmediğini, memleketten memlekete farklı olmadığını görür. Zira toplum ve memleketlerin temel vasıfları değişmez, ancak şekilleri değişir. Toplumun özü hiç bir yerde ayrı olmaz. Fakat çalışma, değişik toplumlarda kolay olabildiği gibi zor da olabilir.

Şeriatın esnek olduğu iddiası, müslümanların zihinlerine girmemesi gerekir. O zaman değiştirme konusuna heva ve hevesleriyle yaklaşırlar. Nitekim Allahu Teâla şeriatı, eski olsun yeni olsun hayatın problemlerinin tümünü kapsayıcı ve tedavi edici nitelikte kamil ve tam kılmıştır. Ancak hüküm yalnız Allah’ındır açısından hareket ederek disiplinli ve sahih usuller çerçevesinde bu tedavi gerçekleşir.

“Şeriat geniştir” sözcüğü de şer’i nassları devre dışı bırakmayı veya şer’i nasslara taşımadığı anlamları yüklemeyi hedefleyen ifadelerden olduğu için kullanılması caiz değildir. Nitekim bazı müslümanlar, bu bahaneyle şeriatın ceza kanunlarını devre dışı bırakarak şöyle demişlerdir: “Şeriatın cezalandırmaktan maksadı caydırmak olduğuna göre, caydırıcı nitelikteki her türlü ceza şeriata uygun sayılabilir. Şeriatın ceza kanunları artık çağın ruhuna uymamaktadır. İnsanların nefisleri bu kanunlardan nefret eder ve akılları bunları reddeder hale geldiği için, maksadı gerçekleştirecek olan diğer ceza kanunlarına geçiş yapmak gerekmektedir. Şeriat esnek ve çağın gelişmesi ile gelişen nitelikli olmasaydı buna geçmek mümkün olmayacaktı.”

Yine şöyle dediler: “Allah uğrunda cihad, davayı yaymak içindir. Buna göre cihad yolu dışında bir yolla davayı yaymak mümkün olursa o yol takip edilir. Radyo, televizyon ve diğer enformasyon araçlarıyla davayı yaymak mümkün olursa, bu gibi araçlar cihad yerine geçirilir. Eğer şeriat, esnek ve gelişen bir şey olmasaydı bunu söyleyemezdik.”

Yine İslâmi yönetime ulaşmanın metodu ile ilgili olarak da şöyle dediler: “Bu yönetime ulaştıracağını gördüğümüz her metodu izleyebiliriz. Tek bir metotla kayıtlı olunup onu geçmemek, Allah’ın, içinde sıkıntı kılmadığı ve içinde elastikiyet, gelişme ve toleranslılık gösterdiği İslâm’ın tabiatına aykırı gelen bir donukluğa ve kemikleşmeye neden olmak demektir.”

İşte bu manada şeriatın elastiki olduğunu söylemek haramdır. Çünkü böyle bir davranış şeriat hükümlerini iptale uğratır. Ayrıca bu sözler İslâm’ın tabiatına ve mahiyetine aykırıdır. Batı fikirlerine uyma ve peşlerine takılma ve onlardan etkilenmek demektir.

“Parça olan bütüne muhalif gelirse, küllî olan tercih edilir” sözü, açıklanmaya muhtaçtır. Çünkü usulcülerin kullandıkları sözcüklere benzer sözcükleri kullanmak, usulcülerin kastettikleri manaları taşımaz. Usulcülerin kullandıkları sözcüklere benzer sözcükleri kullananlar; mefhumları ve ölçüleri sulandırmakta ve bozmaktadırlar. Çünkü bunlar, şeriatın bir hususta müsahama veya kolaylık gösterdiğini gördükleri zaman bu müsamahayı ve kolaylığı her konuya uygulamaktadırlar.

Aklî gerekçelerin şer’i hükmün belirlenmesinde herhangi bir tesirinin bulunması kesinlikle caiz değildir. Usulcülere göre vakıa ve olaylar, hükmü değil hükmün uygulanacağı konuyu teşkil ederler. Vakıa veya olay, herhangi bir şekilde zorlamaya veya engellemeye maruz bırakılmadan olduğu gibi anlaşılır. Buna “hükmün menatı” denilir. Vakıa anlaşıldıktan sonra ilgili şer’i deliller araştırılır. Yapılan inceleme sonucunda elde edilen şer’i hüküm ilgili vakıaya uygulanır.

Küfür ile hükmeden yönetimlere katılmanın caizliğinden bahsedenlerin ellerindeki şer’i gerekçelere göre; Allah’ın şeriatıyla hükmetmeyip başka kanunlarla yöneten hükümete katılmanın caiz olmadığı doğrudur. Ancak şu sebeplerden dolayı yönetime katılmak caizdir:

- Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin kâfir, zalim ve fasık olduklarını niteleyen deliller genel niteliklidir. Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.”

“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.”

“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir.”

- Hâkimiyet yalnız Allah’ındır. Allahu Teâla şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki hüküm yalnız Allah’ındır ki yalnız kendisine kulluk etmenizi emir vermiştir.”

- Allahu Teâla, mü’minlerin Allah’ın şeriatı dışındaki kanunlarla muhakeme olunmalarını nehyetmiştir. Bunu yapmanın imana aykırı hareket ettiğini göstermiştir. Şöyle buyurmuştur:

“Hayır, Rabbına and olsun ki, aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem kılmazlarsa ve verdiğin hükme karşı kalplerinde sıkıntı bulundurmadan teslim olmazlarsa, mü’min olmazlar.”

- Allah’ın indirdikleri dışındaki hükümlerle muhakeme olunmak isteyen münafıkların tavırları şu ayetle şiddetle kınanmıştır:

"Sana ve senden önce indirenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Tağutu inkar etmekle emredildikleri halde tağut ile muhakeme olmak istiyorlar. Oysa şeytan onları uzak sapıklığa götürmek istiyor."

- Allah’ın hükmünü terk edip diğer hükümlere gitmek caiz değildir ve kim bunu yaparsa cahiliye hükmünü Allah’ın hükmüne tercih etmiş sayılır. Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:

“Cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Kesin şekilde inanan insanlar için Allah’ın hükmünden daha güzel hüküm mü var?”

Onların ifadelerine göre asıl olan hüküm budur. Fakat (kendi kafalarına göre) bu asıldan istisna edilerek hükümete katılmak şu delillerden dolayı caizdir:

1- Yusuf (a.s.)’in bakanlık yapmış olması.

2- Necaşi’nin durumu.

3- Maslahat.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Verda_Naz 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Kur'an'daki Toplum Ahlâkı Tesettür Konuları Verda_Naz 0 2216 10 Nisan 2009 23:08
Kur'an'daki İdeal Eş Tesettür Konuları Verda_Naz 0 2173 10 Nisan 2009 23:06
Mü'mine İffetli Ve Onurludur Tesettür Konuları Verda_Naz 0 2117 10 Nisan 2009 22:57
Mü'mine Boş Şeylerle Uğraşmaz Tesettür Konuları Verda_Naz 0 2120 10 Nisan 2009 22:54
Mü'mine Cesaretlidir Tesettür Konuları Verda_Naz 0 1903 10 Nisan 2009 22:52

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
ELFAZI KÜFÜR bilinmez Tevhid Ve Şirk Konuları 2 05 Eylül 2021 12:38
Elfaz-ı Küfür İslaminesil Resim/Karikatür 1 10 Nisan 2014 07:53
Kamil diye biri var mı,varsa küfür işlermi,işlerse bu küfür yeni din olur mu_? mdm1 Tevhid Ve Şirk Konuları 0 29 Kasım 2011 19:17
Elfaz-ı Küfür MERVE DEMİR İslami Kavramlar 1 16 Mayıs 2009 00:40
5'li Küfür Seti Seleme Tevhid Ve Şirk Konuları 0 15 Mart 2009 18:15

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.