İftarda gizli cennet müjdesiİftarda gizli cennet müjdesi 
  
 Oruçlu kimse yanan ciğerini iftara ulaştığında teskin eder. Zira kızgın  çölde suyu bulmak gibidir iftar vakti. Ezanlar okunduğunda Rabbimizin  ziyafetine davet edilmiş, gün boyunca hasretini çektiği nimetlere de  kavuşmuştur. İşte bu zaviyeden bakıldığında oruçtaki iftarda Cennet  müjdesi hatta Cennet ötesi müjdeler gizlidir.  
	Mü’min dünyada  günah orucu tutarsa Cennette iftar edecektir.  Evet Allah’ın rızasına  zıt olan şeylerin orucunu tutarsa, Kevser ırmağından ebediyyen kana kana  içecek, bir daha susuzluğun esamesi hiç okunmayacaktır.  
	Dünya  bütün şaşaasıyla beraber âhirete kıyas edildiğinde bir zindan  hükmündedir. Elbette zindanda açlık, susuzluk çekilecek, muhtelif  zevklerden mahrum kalınacak, gün yüzüne, yağmura, gökkuşağına hasret  duyulacaktır. Ne zaman zindanın karanlıklarından ve sıkıntılarından azad  olunursa o zaman maddî ve manevî mutluluklara kavuşmak söz konusu  olabilir. Aynen öyle de dünya zindanından ölümle terhis olan iman  sahipleri, Cennet bostanlarına uçacak, bütün zahmet ve meşakkatleri  geride bırakıp uçsuz bucaksız rahmet ve saadetlerin koynuna kendilerini  atacaklardır. İşte oruçtan terhis edilen oruçlu kimse de, iftar vaktinde  bekâ aleminden gelen kutlu bir anın gölgesini hisseder; ebedî mutluluk  diyarından gelen bir meltem esintisiyle serinler ve ötelerden  bir müjde  almış gibidir.  
	Zaten ibadet ve hizmet yeri olan dünyaya bizi  gönderen Sadık’ul Vâdül-Emin, emrine itaat eden kullarına Cenneti  vereceğini vaad etmiş ve elbette bu vaadini yerine getirecek,  ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete biz kullarını buyur edecektir. Namaz,  oruç gibi ibadet kanatlarıyla uçulacak olan o Cennet ki; hiçbir hayalin  ona yetişecek gücü, takati yoktur. 
	İsterseniz, haydi bir hayâl kurun, hatta hayalinizi olabildiğince zorlayın ve en büyük hayalinizi söyleyin.
 	‘Boğaza nazır bir saray’ mı dediniz? Kocaman bir bahçesi olan, bahçenin  ortasında muhteşem bir havuz, biraz ötesinde helikopter, son derece  konforlu renk renk araçlar, emrinizde sayısını bilmediğiniz  hizmetçileriniz ve daha neler neler.. Bu hayaliniz küçük, gerçekten çok  küçük bir hayal. Daha çok şey isteyin, umutlarınızı, arzularınızı,  hedeflerinizi büyüttükçe büyütün, bakalım ne diyeceksiniz?
	Meselâ  bir adanız olsun, yemyeşil renge boyanmış. Tam tepesinde şaşaalı bir  kaşâne, etrafında dünyanın çeşitli yerlerinden getirilmiş rüya ötesi  çiçekler ve nimet, lezzet adına ne varsa hepsi elinizin altında olsun.  Her mevsimi bahar, her günü mutluluk yüklü bir hayat. Bu hayale  dokunsanız bile yine de çok şey değil,  evet çok şey değil.  
	‘O  zaman dünya saltanatı emrime verilsin, bin sene de ömür isterim!’  dediyseniz, ben yine aynı şeyi tekrarlayacağım: Bu hayal de küçük, hem  de küçücük. Evet Cennet’in yanında bu pek büyük zannedilen dünyanın en  büyük hayali de ‘hiç!’ denilecek kıymette.
	Sonsuz kerem ve ihsan  sahibi Rabbimiz  ‘Ben Azimu'ş-Şân, salih kullarım için gözlerin  görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç  geçmeyen nimetler hazırladım.’ diye ferman buyuruyor.
	Zaten Secde Sûresi’nde geçen şu ayet de bu manayı tefsir ediyor:  
	"Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar için göz aydınlığı olacak ne mükâfatların saklandığını kimse bilemez."  
	Sahabeden  Sa'd b.  Sa'd (r.a.) anlatıyor:
	‘Ey Allah'ın Resûlü, dedim. İnsanlar neden yaratıldı?
	‘Sudan!’ buyurdular.
	‘Ya Cennet?’ dedim. ‘O neden inşa edildi?’
	‘Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk. Cennetin  çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferandır. Ona giren nimete  mazhar olur, eziyet görmez, ebediyet kazanır, ölümle karşılaşmaz.  Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz."  
	Hz. Enes (r.a.)  anlatıyor:
	‘Resûlullah (a.s.m.)  buyurdular ki:
	‘Cennette bir ağaç vardır ki, binekli bir kimse yüz yıl gölgesinde yürüse,  onu yürümekle bitiremez.”
	Ebu Hüreyre (r.a.) de Peygamberimizin (a.s.m) şu hadisini rivayet ediyor:
	‘Cennette hiçbir ağaç yoktur ki gövdesi, altından olmasın.’
	Ve Vakıa Sûresinde geçen Allah kelâmı:
	‘Daimi gölgededirler, çağlayıp duran su başlarındadırlar.’  
	Hazreti Enes'ten (r.a.) rivayet edilen başka bir hadis-i şerifte Söz Sultanı (a.s.m.) şöyle buyurdu:
	‘Sizden birinizin yayı kadar veya kamçısı kadar cennetteki bir yer,  dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennet ehlinden bir kadın,  yeryüzü ehline görünecek olsa, dünya ve içindekileri aydınlatır, yerle  semâ arasını güzel koku ile doldururdu, onun başörtüsü dünya ve  içindekilerden daha hayırlıdır.’  
	Sa'd b. Ebi Vakkâs (r.a.) anlatıyor:
	‘Resûlullah (a.s.m.)  buyurdular ki:
	‘Cennette olan şeyden bir tırnağın azalttığı miktar, semavat ve dünya  arasında dört ciheti de tezyin etmiş olarak görünürdü. Eğer Cennet  ehlinden bir adam dünya ehline zuhûr etse ve bilezikleri görünse onun  ışığı  güneşin ziyasını bastırırdı, tıpkı güneşin, yıldızların ziyasını  bastırması gibi.”
	Dünyanın muhabbetiyle sarhoş olup, bütün sermayelerini bu dünya bilen dünyaperestlerin kulakları çınlasın!. 
	Şimdi de Hz. Ali (r.a.) Efendimizi  dinleyelim:
	‘Resûlullah (a.s.m.)  buyurdular ki:
	‘Cennette siyah gözlülerin (hurilerin) toplanma yerleri vardır. Orada,  benzerini mahlukâtın hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı okurlar ve  şöyle söylerler:
	‘Bizler ebedîleriz, hiç ölmeyiz!
	Bizler nimetlere mazharız, fakirlik bilmeyiz!
	Rabbimizden razıyız, mükedder olmayız!
	Kendisinin olduğumuz beylerimize ne mutlu!”
	Dünyadaki cehennem hurilerinin etrafında pervane olanların da kulakları çınlasın!. 
	Muğire b. Şu'be (r.a.) anlatıyor:
	‘Resûlullah (a.s.m.) buyurdular ki:
	‘Hz. Musa (a.s.)  Rabbine sordu:
	‘Derece itibariyle Cennet ehlinin en düşüğü nasıldır?’
	Rab Teâla buyurdu:
	‘O, Cennet ehli cennete dahil edildikten sonra gelecek olan bir adamdır ki kendisine:
	‘Cennete gir!’ denilir.
	Adam: ‘Ey Rabbim nasıl gireyim. Herkes yerlerine yerleşti, mekanlarını tuttu!’ der.
	Ona şöyle denilir:
	‘Sana dünya meliklerinden birinin mülkü kadar mülk verilmesine razı mısın?’
	‘Rabbim, razıyım!’ der.
	Rab Teâla: ‘Sana bu verilmiştir. Onun misli, onun misli, onun misli, onun misli de.’
	Adam beşincide: ‘Ey Rabbim razı oldum (yeter!)’ der.
 	Rab Teâla: ‘Bu sana verildi, on misli daha verildi. Ayrıca gönlün her  ne isterse, gözün neden zevk alırsa, sana hep verilmiştir!’ buyurur.
	Adam: ‘Rabbim razı oldum(yeter!)’ der.
	(Hz. Musa sormaya devam eder):
	‘Ya derecesi en üstün olan (nasıldır)?’
	‘İşte irade ettiklerim bunlardı. Onların keramet fidanlarını kendi  elimle diktim ve üzerlerine mühür vurdum. Onlara hazırladığımı, ne bir  göz görmüş ne bir kulak işitmiştir, hiçbir beşer kalbine de hutur  etmemiştir.”  
	‘Ebu Sa'id el-Hudri (r.a.) anlatıyor:
	‘Resûlullah (a.s.m.) buyurdular ki:
	‘Allah Teâla hazretleri Cennet ehline; ‘Ey Cennet ahalisi!’ diye seslenir.
	Onlar: ‘Ey Rabbimiz, buyur! Emrine âmâdeyiz! Hayır senin elindedir!’ derler.
	Rab Teâla: ‘Razı oldunuz mu?’ diye sorar.
	Onlar: ‘Ey Rabbimiz! Razı olmamak ne haddimize! Sen bize mahlûkatından bir başkasına vermediğin nimetler verdin!’ derler.
	Rab Teâla: ‘Ben sizlere bundan daha fazlasını vereyim mi?’ der. Onlar: ‘Bu verdiklerinden daha üstün ne olabilir?’ derler.
	Rab Teâla: ‘Size rızamı helal kıldım. Artık, size ebediyen gazap etmeyeceğim!’ buyururlar." 
	Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (a.s.m.)  şöyle buyurdu:
	‘Cennetlikler cennete girince bir kimse şöyle seslenir: Siz cennette  ebediyyen yaşayacak, hiç ölmeyeceksiniz; hep sağlıklı olacak, hiç  hastalanmayacaksınız; hep genç kalacak, hiç yaşlanmayacaksınız; hep  nimet ve mutluluk içinde yaşayacak, hiç keder ve sıkıntı  çekmeyeceksiniz.’ 
	Evet yine tekrar ediyorum ve altını çizerek  söylüyorum ki, günah orucu tutanların yani orucun mükemmelini tutanların  varacağı yer işte bu Cennettir. Yalnız midesine oruç tutturmaktan  ziyade bütün aza ve organlarına oruç tutturmak; yani gözü haramdan men  etmek, kulağı haram dinlemekten muhafaza etmek, dili haram sözlerden  korumak gibi… Her bir azanın kendine has oruç ile oruç tutmasının  mükafatı dünyada iftar olduğu gibi âhirette ise Cennettir.  
	Cennet  gibi büyük bir mükafattan çok daha büyük olan bir mükâfat daha var ki;  Allah aşkıyla yanan yürekler onu ne güzel ifadelerle anlatmış: 
	‘Cennet cennet dedikleri,
	Birkaç konak, birkaç hûri,
	İsteyene ver onları,
	Bana seni gerek seni’,
	‘Cenneti istemiyoruz. Bir lem'a-i muhabbet-i İlâhiye ebeden bize kâfidir’,
	‘Ballar balını buldum,  varlığım yağma olsun’,
	‘Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;
	Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış’  
 	Zaten varlığımızın gayesi, yaradılışımızın hikmeti Allah’ı tanımak,  O’nun muhabbetiyle kendimizden geçmek, rızası dairesinde yaşamak değil  mi? 
	Bu kutlu vazifenin, bu yüce şerefin ötesinde başka bir şey istemeye gerek var mı?
	Bütün güzelliklerden öte,  yücelerden yüce bir mükafâttır Allah’ı  tanımak, Allah’a kul olmak. Lâkin  bu lütuf  yetmezmiş gibi, Rabbimiz  bizlere  önce Cennet’i verecek, sonra da Cennet’ten öte bir lütf-u  ihsanı daha olacak ki; bizim için  nihayetsiz mutluluk hazineleri,  sonsuz saadet defineleri açılacak.
	O  lütf-u ihsan  ise şudur:  Koca Cennet bütün hüsün ve cemâliyle bir cilvesi bulunan ve bir saat  seyredilmesi ehl-i Cennete Cenneti unutturan, bir gölgesi bütün  mevcudâtı baştan başa güzelleştirmiş, bütün âlemi  hüsün ve cemâl  tecellileriyle süsleyip  ışıklandırmış olan, bir dakika temaşası  Cennet  nimetlerinin bütününden üstün olan, nihayeti ve benzeri ve nazîri ve  misli olmayan Cemâl-i İlâhi’sini aşıklarına  gösterecek, yani  ticaret  ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu  imtihan meydanı olan dünyaya  gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve  hizmetlerini tamamladıktan sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı  Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar. Yani, bu  fani dünyadan  gidip ebedî âlemde  huzur-u Kibriya ile   şereflenecekler. Yani, Rabb-i Rahîmlerine, ebedî saltanat merkezinde  perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Hâlıkı ve Mâbudu  ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar.  
	İşte Peygamberimizin en büyük müjdeleri: 
	Cerîr b.  Abdullah (r.a.) anlatıyor:
	‘Bir gece Resûlullah’ın (a.s.m.) yanında bulunuyorduk. On dördüncü gecedeki aya baktıktan sonra şöyle buyurdu:
	‘Şu ayı hiç bir sıkıntı çekmeden gördüğünüz gibi Rabbinizi de ayan beyan göreceksiniz.”
	Yine Suheyb’den (r.a.)  rivayet edildiğine göre Resûlullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:
	‘Cennetlikler cennete girince Allah Teâlâ onlara:
	‘Size vermemi istediğiniz bir şey var mı?’  diye soracak.
	Onlar:
	‘Yâ Rabbî! Yüzlerimizi ak etmedin mi? Bizi cennete koyup, cehennemden kurtarmadın mı?  Daha ne isteyelim?’  diyecekler.
	İşte o zaman Allah Teâlâ perdeyi kaldıracak. Onlara verilen en güzel ve en değerli şey Rablerine bakmak olacaktır.”
 	Ve son sözü yine Söz Sultanı, Cennetler uğruna yaratılan Zât, Âlemlerin  Rabbi’nin Habibi, Mi’rac-ı Ekber mucizesinin sahibi Efendimiz Hz.  Muhammed (a.s.m.) söylesin:
	‘Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri iftar ettiği zamanki sevinci; diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir.’  
alıntıdır 
Halil DÜLGAR