Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20 Ekim 2013, 11:58   Mesaj No:2

Medine-web

Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.988
Konular: 339
Beğenildi:1172
Beğendi:346
Takdirleri:7784
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: ANKARA İLİTAM Din ve Ahlak Felsefesi Özetleri

ÜNİTE 2:TANRI: TASAVVURLARI, SIFATLARI VE DELİLLERİ


Teistik ve teistik olmayan Farklı Tanrı tasavvurları, O’nun sıfatları ve varlığının delilleri din felsefesinin en önemli konularını oluşturmaktadırlar. Teistik bir tasavvuru teistik-olmayan bir tasavvurdan ayıran en temel nokta Tanrı’nın ilk tarafında bir zât (kişi) olarak düşünülmesidir.



Bir dinin temelinde o dinin Tanrı tasavvuru yer alır, yani bir dini en temelde belirleyen ve böylece diğer dinlerden ayıran o dinin Tanrı anlayışıdır. Tanrı tasavvurlarını monoteizm, deizm, panteizm ve panenteizm olarak sınıflayabiliriz.


MONENTEİZM;(klasik teizm) Tek-tanrıcılık anlamına gelen monoteizmin temelde vahye dayanan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın Tanrı anlayışıdır. Tanrı’yı zatî (kişisel) niteliklere sahip bir varlık olarak gören bu anlayışa göre, Tanrı her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, ezeli, ebedi, mutlak iyilik, irade ve hürriyet sahibi, kendinden başka bütün varlıkların mutlak yaratıcısı ve koruyucusu, kendisinden daha mükemmeli (büyüğü) bulunmayan, en mükemmel sıfatlara sahip yegane aşkın (müteal) varlıktır.(*)


Tanrı tasavvufu Tanrı tasavvurunun oluşmasındaki en önemli etkenlerden biri de Tanrı’nın diğer varlıklarla olan ilişkisidir. Tanrı’nın dışında kalan herşeyi ‘âlem’ olarak adlandıracak olursak, monoteist anlayışa göre, Tanrı-âlem ilişkisi bir yaratan-yaratılan ilişkisidir.


DEİZM; Tanrı’nın âlemi yarattığını da kabul eder, fakat yarattıktan sonra âleme müdahalesini, dolayısıyla vahyi ve mucizeleri reddeder. Aklın gücünü ön plana çıkaran deizm ‘vahyedilmiş din’ anlayışı yerine ‘doğal din’ anlayışını savunmuştur.


Deizm ile teizm arasındaki en büyük farklılık, Tanrının alemi yarattıktan sonra müdahale edip etmediği ve buna bağlı olarak da vahyin kabul edilip edilmemesi noktasında ortaya çıkmaktadır. Dini ve özellikle de Tanrıyı bilmek konusunda aklın gücünü ön plana çıkaran deizm vahyedilmiş din anlayışı yerine doğal din anlayışını savunmuştur. (*)

Buna göre, deizm Yaratıcı bir Tanrı’nın varlığıyla birlikte O’nun inayetini ve yine mükafaat ve cezanın bulunduğu bir ahiret hayatını kabul ettiği halde vahyi gerekli bulmaz. Tanrı’nın adaleti herkese eşit dini bilgiyi gerekli kıldığından böyle bir bilginin kaynağı O’nun özel bir müdahalesi olan ‘vahiy’ değil, bütün insanlarda mevcut olan ‘akıl’ olmalıdır.


Tanrı’nın adaleti böylece ‘vahyedilmiş tarihsel dini’ değil, ‘doğal din’i gerektirir. Deistlere göre, tabiatta (yaratılmış düzende) bulunan ‘akıl’ bir yerde Tanrı’nın iradesiyle özdeştir ve Tanrı’nın, varlığın tabiatında bulunan değişmez yasaların dışına çıkması bir keyfîlik ifade edeceğinden mümkün değildir.
** İnsanı merkeze yerleştiren Deizm dir. (*)
** Deizmi, aleme müdahale etmeyen bir Tanrı tasavvuruyla özdeşleştirildiğinde, felsefe tarihinde en azından Aristotelese kadar götürmek mümkündür.


PANTEİZİM;Felsefe tarihinde Spinoza’yla neredeyse özdeşleştirilmiş panteizme göre ise Tanrı ve âlem bir ve aynı şeydir. Tanrı’nın sıfatlarının zorunlu bir açılımı olan âlem de sonsuzdur. Dolayısıyla Spinoza’ya göre Tanrı veya Tabiat demek arasında bir fark bulunmamaktadır.(*)
Panteist bir anlayış monoteist bir anlayıştan en azından iki önemli noktada ayrılır:
(i) Tanrı âleme aşkın değil, içkindir,
(ii) Tanrı ile diğer varlıklar arasında temel bir ontolojik farklılık yoktur.


Gerçek anlamda yaratan ve yaratılan gibi bir ayrımdan söz edilemez. Tanrı âlemdeki diğer varlıklardan ayrı olmadığından onların yaratıcısı veya koruyucusu da değildir. Oysa, monoteist anlayışta Tanrı ile diğer (yaratılan) varlıklar arasında temel ve aşılmaz bir ontolojik farklılık vardır.(*)


** Birçok dini ve felsefi kültürde izlerine rastlanabilecek panteizmin Modern batı felsefesindeki en sistematik savunucusu SPİNOZA dır. (*) Bu anlayışa göre tabiat Tanrının sıfatların açılımıdır. Cevhere Tanrı veya tabiat demek arasında ark yoktur. Tanrı sonsuz bir cevher olduğundan bütün varlıklar onun sonsuz sıfatlarının açılımından başka bir şey değildir.


Yaratan ve yaratılan ayırımını kabul etmeyen spinoza “cevherin tabiatı gereği değişik açılımlarından önce olduğunu belirtir. Bu düşünce de onu Tanrıda veya tabiatta natura naturans ile natura naturata şeklinde bir ayrıma götürmüş görünmektedir. Natura naturans Tanrının ezeli ve sonsuz sıfatlarıyla kavranan kendindeki halini ifade ederken, natura naturata Tanrının tabiatından veya sıfatlarından zorunlu olarak ortaya çıkan farklı açılımlardır.(*)
** Panteist bir anlayışı monoteist bir anlayıştan ayıran önemli noktalardan biride Tanrının İRADE ve HÜRRİYET meselesidir. (*)
Spinozanın Tanrı ile tabiatı özdeşleştirmesinin temelinde tabiatını Tanrının doğasından ortaya çıktığı varsayımı bulunmaktadır. Alem Tanrının doğasından çıktığı için hem ezeli hem de sonsuz olmalıdır.


Panteizmin doğurduğu sorunlardan biride ileri sürdüğü Tanrı tasavvurunun genel olarak dinin amaçladığı açıklama gücünden yoksun oluşudur. Din ve dolayısıyla Tanrı inancı, evreni bütün olgularıyla bir şekilde açıklama getirirken insanın yaşamına ve kaderine ilişkin tatmin edici bir açıklama getirmeye çalışmaktadır.


PANENTEİZM (Süreç teizmi)
Teizm ile panteizm arasında yer alan panenteist Tanrı anlayışının en önemli özelliği Tanrı iki yönlü tasavvur etmesidir. Tanrı bir yönüyle ezelî ve değişmez iken diğer yönüyle zamanın içerisinde olup, değişmekte ve mükemmelleşmektedir.(*)


Panenteizm Tanrıyı kişisel niteliklere sahip bir varlık olarak tasavvur ederken, Tanrı-alem noktasında tezimden bütünüyle ayrılır. Panenteizm klasik tezimin yoktan yaratma fikri ile Tanrı-alem arasındaki temel ontolojik ayrımı reddeder. Bunun yerine, tıpkı insanlardan olduğu gibi,Tanrını da bir bedeni olduğunu, bu bedenin de alem olduğunu savunur. (*)


Alem-Hücre Tanrı’nın âlemle ilişkisi bir insanın bedeniyle olan ilişkisi gibidir. Âlemde varolan sonlu her şey, deyim yerindeyse, Tanrı’nın bedenindeki bir hücre gibidir. Kendi biliçselliğine sahip her bir hücre böylece bütün alemin zihni/ bilinci olan Tanrı’sal zihin tarafından hem içerilmiş hem de aşılmıştır.
Panenteizm;
-Teizmin aşkın olan Uluhiyet anlayışını ve Panteizmin Tanrıyı âlemle özdeşleştiren “İçkinlik” anlayışını reddeder.
-Panteizm “her şey Tanrıdır derken, PANENTEİZM “her şey tanrıdandır.”der.
-Süreç Teizmi böylece iki kutuplu bir tanrı anlayışını savunur.
Savunucuları; A.N. Whitehead ve C. Harsthorne dir. (*) iki kutuplu bir Tanrı tasavvurunu savunurlar


Panenteizm klasik teizmin yoktan yaratma fikri ile Tanrıâlem arasındaki temel ontolojik ayrımı redder. Bunun yerine, tıpkı insanlarda olduğu gibi, Tanrı’nın da bir bedeni olduğunu, bu bedenin de âlem olduğunu savunur.


TANRI VE SIFATLARI
1-Birlik ve Basitlik;Monoteist bir tanrı tasavvurunun temel iddiası Tanrının birliğidir ki; Buna göre en fazla ve en az bir tanrı olabilir. Tanrının varlığı nasıl imkânsız ise, onun birden fazla olması da aynı derecede imkânsızdır.
Tanrının birliği. Teistik bir tasavvura göre Tanrı her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, ezeli, ebedi, mutlak iyilik, irade ve hürriyet sahibi, kendinden başka bütün varlıkların mutlak yaratıcısı ve koruyucusu, kendisinden daha mükemmeli (büyüğü) bulunmayan, en mükemmel sıfatlara sahip yegane aşkın (müteal) varlıktır. Bu sıfatların başında Tanrı’nın birliği gelmektedir. O’nun birliğiyle ilişkili görünen basitliği daha çok tartışmalı olan ontolojik bir sorun gibi görünmektedir.
Tanrı’nın basitliği meselesi O’nun birliğiyle ilişkilendirilebilecek bir konu olmasına karşın kendi başına ****fiziksel (ontolojik) bir doktrin olarak da görülebilir. Monoteist bir tasavvurun en temel iddiası Tanrı’nın birliğidir ki, buna göre, en az ve en fazla bir Tanrı varolabilir.


Tanrı’nın yokluğu nasıl imkansız ise, O’nun birden fazla olması da aynı şekilde imkansızdır. Tanrı’nın birliğini öngören bu sezgi temelde a priori ve a posteriori bir takım gerekçelere dayanmaktadır. Tanrı’nın birliğine dair a priori gerekçeler ‘mükemmel varlık’ kavramının doğru bir analizine dayandırılabilir.


** Mükemmel bir varlığın sıfatları mükemmel zatın varlığından ayrılamaz (GAZALİ) (*)
** Teslis inancının birden fazla tanrısal varlığı gerektirdiğini düşünen SWİNBURNE dir.
2-Nihailik ve Zorunluluk; (vacibul vücud) Tanrıyı diğer varlıklardan ayıran önemli niteliklerden belki de en başında onun nihailiği ve zorunluluğu gelir.


Tanrıdan ontolojik olarak daha temel bir varlık olamayacağı noktasında onun “ nihai varlık” olduğu ve varlığının her hangi bir nedeni bulunamayacağı içinde “zorunlu varlık” olduğu konusunda ittifak edilecektir.(*)


zorunlu/ özsel Bir nedene bağlı olarak varolan bir varlığın yokluğu düşünülebileceği gibi, varlığı arızî bir şey olacaktır. O halde, varolmak Tanrı’nın ne bir nedene bağlı olarak sahip olduğu olumsal bir nitelik, ne de aynı gerekçeyle kaybedebileceği bir niteliktir. Aynı çıkarımlar bir varlığı Tanrı yapan diğer nitelikler için de geçerlidir.


3- EZELİLİK Bir varlığın mükemmel olabilmesi için onun hiçbir sınırlamaya konu olmaması gerektiği genel bir kabuldür. Tanrıda tabiatı gereği yegane “mükemmel varlık” olduğuna göre her açıdan sınırsız/sonsuz olması gerekir.


İlahi ezelilik’ Teizme göre Tanrı ezelîdir. ‘İlahi ezelilik’ ya da ‘zamanla sınırlı olmamak’ düşüncesi genel olarak iki farklı biçimde anlaşılmakta ve savunulmaktadır. Bunlardan birincisi, Tanrı’nın zamanın tamamen dışında, yani ‘zamansız’ bir varlık olduğunu savunan görüştür. Tanrı’nın ezeliliği, buna göre, O’nun zamanda olmadığını ifade eder. Bu da Tanrı’nın geçmişinden veya geleceğinden; ne zamandan beri varoluğundan söz edilemeyeceği ve yine O’nun hayatının zamansal dönemlere ayrılamayacağı anlamına gelir.
İkinci yaklaşıma göre ise, Tanrı’nın ezelî olması O’nun zamanın dışında, zamansız bir varlık olduğunu değil, bütün zamanlarda varolduğunu ifade eder. Buna göre, “Tanrı ezelîdir” demek, Swinburne’ün savunduğu gibi, Tanrı geriye veya ileri dönük herhangi bir zamansal sınırlamaya konu olamaz demektir.
Bir başka ifadeyle, Tanrı zamansal açıdan ezelî ve ebedîdir. Tanrı’sal ezelilik konusunda her iki yaklaşımın da doğurduğu bir dizi sorunlar bulunmaktadır.


4-BİLGİ Tanrı sadece bilen bir varlık değil aynı zamanda her şeyi mutlak olarak bilen yegâne varlık olması gerekir. İlahi bilginin insan bilgisini sınırlayan her türlü eksikliklerden uzak olması gerekir.
Tanrı’nın bilgi sıfatı bilgisinin sınırsız olduğunu ifade etmektedir. Ancak buradaki sınırsızlık genellikle ‘mantıksal bilinmesi mümkün’ olarak düşünülmektedir. Tanrı sadece bilen bir varlık değil, herşeyi mutlak olarak bilen yegane varlık olması gerekir.


İlâhî bilginin insan bilgisinin karşı karşıya olduğu bütün sınırlamalardan/ eksikliklerden uzak olması da gerekir. Böyle bir bilgi yatay anlamda sınırlı olamaz, yani bilinmesi mümkün olan (bilinmesinde mantıksal bir çelişki bulunmayan) hiçbir şey ilâhî bilginin dışında kalamaz.
Tanrı’nın bilgisiAynı şekilde, Tanrı’sal bilgi mutlak olduğundan dikey anlamda bir sınırlamaya da konuolamaz, yani onda herhangi bir yanılma, kesinsizlik ya da kuşku bulunamaz. Tanrı’nınbilgisinin ezelîliğinin insanın özgürlüğüyle bağdaşıp bağdaşmayacağı bu bağlamdaönemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bazıları bu sorunu Tanrı’nın bilgisinisınırlayarak çözme yoluna gitmektedirler. Buna karşın insan fiillerinin olumsallığıdikkate alındığında Tanrı’nın önceden bilmesinin o fiilleri neden zorunlu kılıpkılamayacağı önemli bir tartışma konusudur.
** Tanrısal zamansızlığı savunan HELM dir.
** İnsanların özgür iradeleriyle gerçekleştirecekleri eylemlerin Tanrının önbilgisine nasıl konu olduğu ve bunun insan özgürlüğünün ortadan kaldırmadığına ilişkin yaklaşımlardan biri Orta Çağ Hıristiyan ilahiyatçı MOLİNA tarafından savunulan ORTA BİLGİ görüşüdür. Bugün molinizm olarak da adlandırılan bu yaklaşıma göre,Tanrı yarattığı her insanın hangi şatlarda özgür iradesiyle nasıl eylem yapacağını bilir buna orta bilgi denir. (*)
Ochham: insan eylemlerin bizatihi mümkün veya olumsal olup, Tanrını onları önceden bilmesi onları zorunlu kılmaz demiştir. Yani Allah bilir ama eyleme zorunlu kılmaz.
Farabi: bitatihi zorunlu olması ile dolaylı zorunlu olması ayrımını yapmıştır. Buna göre gelecekteki herhangi bir insan eylemi bizatihi zorunlu değildir, yani insan eylemleri bizatihi mümkün olduğundan başka türlü de olabilir. Tanrının insan eylemine dair ezeli bilgisi o eylemi bizatihi mümkün bir eylem olmaktan çıkarmayacağı için insan özgürlüğü de ortadan kalkmaz. (*)
5- KUDRRET
Tanrının kudreti Tanrı’nın bir diğer sıfatı da kudret sıfatıdır ki bu O’nun Tanrı’nın gücünün mutlak ve sınırsız olduğunu ifade eder. Ancak ‘herşeye gücü yetmek’ genellikle yapılması ‘mantıksal olarak mümkün olan’la sınırlanmaktadır. Bundan dolayı da yapılması mantıksal olarak imkânsız bir şeyin Tanrı tarafından yapılamaması O’nun gücüne herhangi bir sınır olarak düşünülemez.


Herşeye gücü yetmek mantıksal imkan dahilinde olan herşeyi gerçekleştirebilmek demektir. Çünkü mantıksal olarak mümkün olmayan bir şey aslında tutarlı olmadığından bir eylem de değildir. Tanrı’nın böyle bir şeyi gerçekleştirememesi O’nun kudret sıfatına bir sınırlama getirmez.
** Felsefe tarihinde Tanrının gücünün ezeli veya zorunlu doğrular olarak da bilinen mantıksal ve matematiksel doğruların üstünde olduğunu savunan DESCARTES dir, ilahi kudret sınırsız olduğuna göre, Tanrı için imkansız bir şey yoktur.
Mavrodes; Eğer Tanrı her şeye gücü yeten bir varlık ise Tanrının kaldıramayacağı bir taş ifadesi tutarsız dır.


Tanrının varlığının Delilleri


1- Ontolojik Delil:Temelde Tanrının zorunlu varlığını “Tanrı” kavramının doğru bir şekilde çözümlemesiyle ortaya koymayı amaçlar. Bu Yaklaşıma göre Tanrının zorunlu olması mahiyetinin gereğidir.Bu deliller arasında apriori nitelikli olan ontolojik delildir.
** Bu Kanıtı ilk olarak açık bir dille savunan ANSELM dir. Anselm’e göre hem zihinde hem de gerçekte var olmalıdır. Anselme ilk itiraz çağdaşı Gaunilo dan gelmiştir
** Büyük tartışmalara konu olan bu delil günümüz felsefesinde de Malcolm ve Plantinga gibi taraftarlar bulmuştur. Descardes te ontolojik delili savunmuştur
** Kant Karşı çıkmış ve Tanrı yok denilince geriye çelişki kalmayacağını savunmuştur.
Ontolojik delilin Çağdaş savunucularından N.MALCOLM’ a göre Anselm’in delilini çürütmenin yolu ancak Tanrının varlığının imkânsız olduğunu göstermektir.
** Ontolojik delilin günümüz savunucularından A.PLANTİNGA “maksimum büyüklük” ve “maksimum mükemmellik” niteliklerinin “maksimum dünyalar” anlayışına uygulayarak ontolojik delili savunur.(*)
2-KOZMOLOJİK DELİL:Temelde âlemin varlığından ve mahiyetinden hareket eden kozmolojik delilin değişik versiyonları farklı felsefi ve teolojik gelenekte bulunmaktadır.
Savunanlar İlk Çağ Felsefesinde;Eflatun, Aristoteles tarafından daha sonra ise;Kindi, Farabi, İbni Sina, Gazali ve Musa bin Meymun, Aguinas,Yeni Çağda ise Leibniz tarafından savunulmuştur.
** Farabi, ve İbni Sina’ nın “İmkan delili” temelde mümkün olan(mümkünül vucud) ve zorunlu varlık(vacibul vücud) ayrımına dayanır. Âlemin varlığı zorunlu değilse varlığı zorunlu olan birine dayanmalıdır ki bu da tanrıdır.(*)
Leibniz’e göre Âlemin neden var olduğuna dair bir nihai neden âlemin dışında aranmalıdır ki bu tanrıdır.
Kindi ve Gazalide başta olmak üzere Müslüman kelamcılar tarafından savunulan ve Din Felsefesinde “ Kelam Kozmolojik delil” olarak bilinen bir versiyonu da vardır.
Buna Göre;
1-Varolmaya başlayan her şey varlığı, için bir nedene sahiptir,
2-Âlem Var olmaya başlamıştıri
3-Öyleyse âlem varlığı, için bir nedene sahiptir.
Gazalinin bu konudaki delili Craig’in özetlediği gibi şöyle ifade edilir.
1-Âlemde zamansal hadiseler vardır.
2-Bunlar başka zamansal hadiseler tarafından nedenlenmiştir.
3-Zamansal hadiseler dizisi sonsuza kadar tekerrür edemez.
Buradaki en önemli öncül 3. öncüldür.
** Evrenin varlığına daha çok Tümevarımsal olarak yaklaşan SWİNBURN’e göre evrenin nedensiz bir şekilde var olması pek muhtemel olmamasına karşın Tanrının nedensiz varlığı çok daha muhtemeldir.


3-TEOLOJİK DELİL(en popüler olanıdır)“nizam”,”gaye”,”tasarım” vb. birçok isimle bilinen teolojik delil de âlemden hareketle tanrının varlığını kanıtlamaya çalışmakla birlikte Kozmolojik delilden farklı olarak kendisini âlemin varlığına değil sergilemiş olduğu “düzen” ve “gaye”liğe dayandırır.
Delilin en temel iddiası dünyanın, canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan düzen ve gayeyle Tanrı tarafından tasarımlanmış olduğu düşüncesidir. Tanrının varlığını ispat için öne sürülen en popüler ve tecrübemize açık olan delildir.
** En önemli savunucularından biri İBN RÜŞD, WPaley dir. “Bu âlemin bu düzeni insan eseri elde ettiği düşünülemez. Böyle bir âlem ancak belli bir gaye ve iradeyle tanrı tarafından yaratılabilir.
** Batı düşüncesindeki en önde gelen savunucusu W.PALEY dir. Alemi iyi tasarımlanmış bir saate benzetir ve bunun bir tasarımcısı olduğunu onun da Tanrı olduğunu savunur.


** Çağdaş Biyokimyacı M.J. BEHE Yaşamın Moleküler yapısına dikkat çekerek bunun DARWİNİST bir indirgemecilikle izah edilemeyeceğini savunur. BEHE’ ye göre biyolojik gelişmelerin tamamı akıllı bir dizayn olduğuna destek verecek niteliktedir.


** SWİNBURNE evrimci bir açıklamayı benimsemekle beraber bunun konuya ilişkin nihai bir açıklama olamayacağını savunur.
** Teolojik delile itiraz edenlerden biriside HUME dir. Tecrübelerimize sınırlı olarak konu olan etkilerden hareketle nedene ve nedenlere ilişkin belirleyici bir sonuca varılamayacağına dikkat çeker. Hume tıpkı bir evin inşasındaki işbirliği gibi evrendeki düzenin birden fazla tanrının işbirliği ile gerçekleştiğini savunur.
Teolojik delile dair akıl yürütmenin temelinde şöyle bir varsayım vardır: “Sonuçların(etkilerin) benzerliği nedenlerin benzerliğine delalet eder.”


4-AHLAK DELİLİ Tanrının varlığını ahlaki zeminde temellendirmedir ve birçok versiyonu vardır. Bunlardan biride KANT’ın Ahlak ****fiziğini temellendirmesinde “en yüksek iyi” nin gerçekleşmesinde tanrının zorunluluğu anlayışıdır. Bunun yanı sıra, ahlâkî doğruların nesnelliğini ve vicdanın nesnel varlığını Tanrı’nın varlığı için bir ahlâk kanıtı oluşturduğu savunulmaktadır. En yüksek iyi dünyanın imkânını varsaymak için en yüksek iyinin kendisi olan tanrıyı varsaymak gerekir.
Ahlak delilinin bir diğer çıkış noktası da C.S.LEWİS’in savunduğu; “Ahlaki doğruların nesnelliği(objektifliği),yani ahlak yasalarının herkes için geçerli olduğu düşüncesidir. Vicdanı bütün insanlarda ortak nesnel, evrensel bir duygu olarak kabul eden bir anlayıştır.
Savunucuları arasında;A.E.Taylor, H.Rasdall ve H.J.Newman, Kant da vardır.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla