Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20 Ekim 2013, 11:59   Mesaj No:4

Medine-web

Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.988
Konular: 339
Beğenildi:1172
Beğendi:346
Takdirleri:7784
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: ANKARA İLİTAM Din ve Ahlak Felsefesi Özetleri

ÜNİTE 4:ATEİZM VE ATEİSTİK DELİLLER


Ateizm içeriği ve kapsamı ; Ateizm Tanrı’nın varolmadığını, ‘Tanrı vardır’ önermesinin yanlış olduğunu savunan yaklaşımın adıdır. Dolayısıyla ateist, Tanrı’nın varlığına inanan teistin tersine, Tanrı’nın varlığına inanmayan kimsedir. Ateizm kavramı Tanrı’nın varolmadığına (yokluğuna)inanmak ve yine Tanrı’nın varlığına inanmamak anlamına şeklinde iki türlü anlaşılabilir.

Yine ateizm, ‘pozitif’ ve ‘negatif’, ‘mutlak’ ve ‘pratik’ şeklinde de ayrılabilmektedir. Her ne kadar ateizm ‘teist-olmayan’ gibi bir anlam içerse de her teist olmayan ateist olmayabilir. Örneğin, bir kimse teist olmadığı halde deist, panteist, panenteist, Budist vb. olabilir.
Ateizmin geniş anlamda kapalı ve açık olmak üzere iki kategoride ele alınabileceğini düşüne SMİTH dir. Ona göre kapalı ateizm teistik bir inancın yokluğuna delalet ettiği halde burada bilinçli bir reddetme söz konusu değildir.
Pratki ateizm ile mutlak ateizm ayrımı yapan J.MARİTANİN dir.Bu ayrıma göre
pratik ateist; Tanrıya inancını ifade ettiği halde bunu yaptıklarıyla hayatında doğrulamayan ve hatta yaptıklarıyla bu inancını bir şekilde yadsıyan kimsedir.
Mutlak ateist ise, Tanrı inancını kökten reddeden ve kendine özgü bir değer sistemi kabul edip, teizmin bütün değerlerini ortaya koymaya çalışandır.
Maritain’a göre, mutlak ateist Tanrının varlığını inkarla yetinmeyip, bu inkarıyla birlikte Tanrıya meydan okuyan veya savaş açan bir kimsedir.
Nitekim ‘Tanrı tasavvuru’ merkezli ateizm tartışmaları bir dinin kendi içinde de gerçekleşebilmektedir. Örneğin Einstein’a, Tanrı’ya inanıp inanmadığı sorulduğunda yanıtı Spinoza’nın Tanrı’sına inandığı olmuştur. Şimdi buradan hareketle bir teist Einstein’in Tanrı’ya inandığı sonucuna varabilir. Ancak Spinoza’nın Tanrı anlayışı teistik değil, panteistik bir anlayıştır.
Spinoza’ya göre, Tanrı veya Tabiat demek arasında bir farklılık yoktur. Bu ise teizmle en temelde çelişen bir şeydir. Nitekim bu anlayışından dolayı aslen Yahudi olan Spinoza Amsterdam Sinagogu’ndan aforoz edilmişti. Felsefe tarihinde benzer şeyler Fichte ve Hegel gibi düşünürler ile günümüzde P. Tillich için de söylenmiştir.
Temel Ateist Yaklaşımlar ve Delilleri;
Modern Batı düşüncesindeki ateist felsefenin temelleri doğa olaylarını açıklamak için tanrısal fiillere müracaat eden bir yaklaşımı bir kenara bırakıp onları doğal olgularla açıklamaya çalışan bilimin ortaya çıkışıyla yakından ilişkilidir.
Batı felsefesinde özellikle teleolojik delile yönelik HUME ve KANT ın birtakım eleştirileri bir başlangıç noktasını oluşturur. Ancak bu delile yönelik olarak asıl etki 19yy DARAWİN ve WALLACE gibi düşünürlerin çalışmalarıyla kendini göstermiştir.
Atezim Batı düşüncesinde bu süreçle güçlenmeye başlayarak 19.20. yy Feeurbahc, Nietzsche, Marw, Freund, Russell, ve Sartre gibi felsefi eğilimlere sahip düşünürlerin çalışmalarıyla önemli ölçüde gelişmiş ve yaygınlık kazanmıştır.
Maddecilik (materyalizm)
Her şeyin maddi olduğunu savunan ve böylece evreni ezeli, sonsuz ve dolayısıyla yaratılmamış olarak gören maddecilik belki de ateizmin en eski ve tipik yaklaşımlarının başında gelir. Teistik inancı reddetmekle kalmaz, buna alternatif olarak maddenin ezeliliği ve yeterliliğini de savunarak herhangi bir aşkın varlığa yer vermeyen bir görünüşü savunur.
İlk ve en etkili maddeci yaklaşımlardan biri Helenistik dönemdeki ‘Epikür’cü maddecilik’tir.(*)
Var olan her şeyin madde ve boşluktan oluştuğunu öne süren bu yaklaşım hayat ve bilinç de dahil olmak üzere evrendeki bütün olguların ve süreçlerin maddi varlıklar ile onların değişik eylem ve niteliklerine müracaatla açıklanabileceklerini savunur. Bu yönüyle ‘atomcu’ bir yaklaşımı öngören Epikür’cü maddecilik Lucretius, Hobbes, D’Holbach ve Feuerbach gibi materyalistlerin zihin (ruh) ile beyni (bedeni) özdeş olarak gören maddeci yaklaşımların ve hatta mantıksal pozitivistlerin öncüsü olduğu düşünülebilir.
Maddeciliğin temel felsefesi olan maddenin yaratılmayacağı ve yok edilemeyeceği düşüncesinin temelinde, LUKRETİUS’un açık ifadesiyle, “Hiçbir şeyin asla Tanrısal güç tarafından yoktan yaratılmayacağı ve doğanın her şeyi bileşen parçalarına ayırdığı ve hiçbir şeyi asla yokluğa indirgemediği ilkeleri bulunmaktadır.
Helenistik atomculuk düşüncesiyle ilk sistematik ifadesini bulan bu maddecilik aynı zamanda günümüzde bilimsel ateizm veya pozitivist tabiatcılık akımlarıyla da önemli benzerliklere sahiptir. Bu tür bir ateizm ile teizm arasındaki temel ayrılık noktalarını, GASKİN’in belirttiği gibi şöyle sıralanabilir;
1-Ateist evreni ezeli ve nihai bir varlık olarak açıklanamaz görüp, yoktan yaratma düşüncesini anlamsız bularak reddederken, teist evrenin açıklanamaz olduğu düşüncesinin bir skandal olacağını düşünür Ve Onun Tanrı tarafından yaratıldığını savunur.
2-Ateist evrendeki hareketi maddenin doğal bir niteliği olarak görürken, teist bu hareketlerin Tanrının fiillerinin bir neticesi olduğunu düşünür.
3-Ateist evrende gözlemlenen düzenliliği maddi parçacıkların sonsuz sayıdaki tesadüfi hareketlerine bağlarken, teist bu düşünceyi saçma bulur.


Maddeciliğin bir diğer tartışmalı iddiası ise, her şeyin maddi olduğu veya son tahlilde maddeye dayandırılabileceği düşüncesidir.
Zihin-Beyin özdeşliği kuramını savunanların en temel iddiası zihinsel niteliklerin aslında beyinsel niteliklerle bir şekilde özdeş olduklarıdır.
Swinburne’ün de belirttiği gibi,beyinsel olayların beyinden gerçekleştiği açık olmakla birlikte zihinsel olayların beynin gösterebilir bir bölgesinde gerçekleştiğini düşünmek, tuhaf ve anlaşılmaz görünmektedir.
Pozitivizm ise bilginin sadece duyu tecrübesiyle sınırlandırarak Tanrı’nın varlığının bilgiye konu olmayacağını ve hatta Tanrı ile ilgili önermelerin anlamsız olduğunu savunmaktadır.
** Pozitivizm doğrudan Tanrı’nın varlığını inkâr eden bir delil ortaya koymaktan ziyade Tanrı’nın varlığına dair bir bilginin imkânını sorgulamakta ve mümkün görmemektedir.
** Pozitivizm daha çok epistemolojik bir tezdir. İnsanın düşünsel gelişimini de açıklamayı hedefleyen pozitivizm bilgimizin sadece duyu tecrübesiyle ve dolayısıyla doğa bilimlerinin yöntemiyle sınırlanması gerektiğini savunan bir ideolojiye dönüşmüştür.
** Sistematik olarak ****fiziksel ve dinsel düşünceye düşman olan ve bunun yerine pozitif bilimi koymaya çalışan pozitivist mektebin kurucusu Fransız A.COMTE dir. Diğer temsilcileri E.Littre, J.S.Mill, dir.
** Comte ya göre ; insan zihninin üç düşünsel hali, evresi söz konusu vardır. Bunlar teolojik, ****fizik, pozitif hallerdir. Comtenin ünlü üç hal yasası olarak bilinen bu yaklaşıma göre, teolojik halde doğa olayları değişmez yasalara bağlı olarak görülmek yerine doğaüstü varlıkların iradelerinin bir sonucu olarak düşünülmüştür.
Mezafizik hali ise; bu olaylar bu tür varlıkların iradeleriyle değil,birtakım soyutlamalarla açıklanmaya çalışılmıştır.
** Pozitivizm katı bir ampirist bilgi anlayışını savunan bu yaklaşım analitik felsefenin ilk dönemlerinde B.Russell ve LWittgenstein’in ilk dönem felsefeleri ile özellikle Viyana Çevresi olarak da biline M.Schilck, R.Carnap, O.Neutrah, H.Reichenbach, A,J,Ayer gibi mantıksal pozitivistlerin çalışmalarıyla etkinlik kazanmıştır.
** Mantıksal pozitivizmin ayrıca niteliği dinsel ve ****fiziksel ifadeleri anlamsız bulmasıdır.
** Pozitivistler de Tanrıya inanmayı anlamsız bulup reddettiklerinden bir tür ateist olarak görülmelidir. Pozitivizm doğrudan Tanrının varlığını inkar eden bir delil ortaya koymaktan ziyade Tanrının varlığına dair bir bilginin imkanını sorgulamakta ve mümkün görmemektir.


Tabiatçı Ateizm:
Bu yaklaşımın ortak özelliği Tanrı inancının nihai kaynağının insanın zihinsel, ruhsal, toplumsal vb. tabiatlarında ve eğilimlerinde aranması gerektiği düşüncesidir.
Bu yaklaşımın önde gelen savunucularından biri Tanrının insan zihninin bir yansıtması olduğunu savuna L.FEUERBACH dır.


Feuerbach, Marx ve Freud gibi düşünürlerin savunduğu tabiatçı ateizm Tanrı’nın varlığı hakkında bağımsız bir iddia olmaktan ziyade belli bireysel, toplumsal ve tarihsel tecrübeleri genellemeye dayanmaktadır.


** Tanrı fikrini insan zihninin bir yansıtması,uydurması olamayacağı düşüncesinin en önemli savunucularının başında DESCARTES gelir.


** Dini inancın tabiatçı açıklamalarından biri de S.Freud’un ileri sürdüğü psikolojik yaklaşımdır.
** Dini inancı halkın afyonu olarak gören K.MARX dır. Ona göre insanların gerçek mutluluğu için dinin verdiği yanıltıcı mutluluğun ortadan kaldırılması gerekir.


Ateist varoluşçuluk;
Doğrudan bir ateist akım olmak bir yana varoluşçuluk felsefesinin Pascal ve Kierkegaard gibi öncüleri Hıristiyan inancına sahiptiler. Varoluşçuluğun buna rağmen ateist bir felsefe olarak tanınmasında Nietzsche, Neidegger ve özellikle de Sartre gibi filozofların düşünceleri etkili olmuştur. Bu filozoflar arasında bile ateizmi açıkça savunan sartre’in dışındakilerin tam anlamda ateist olup olmadıkları da zaman zaman tartışmalara konu olmuştur.
Nietzsche ve Sartre insanın kendini tam anlamda gerçekleştirebilmeleri için bir takım (ahlâkî) sınırlamaların aşılması gerektiğini düşünmektedirler. Tanrı öldü düşüncesinin, aslında, Tanrının yokluğu durumunda insanın kendi kaderiyle baş başa kalışının ne gibi trajik sonuçlar doğuracağını dile getiren bir vurgu olduğu kanaatindedir.
** Ateist varoluşçuluğun en ünlü temsilcisi kuşkusuz J.P.SATRE dir. Sartre insanın özgürlüğe mahkum olduğunu söylüyor. Satre ateizmin temelinde, onun insanı Tanrının yerine koymak ve böylece özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmak düşüncesi vardı. Ona göre insan özgürlüğünün önündeki en büyük engel Tanrıdır.
** Dostoyevskinin dediği gibi Tanrı yoksa, her şey mübahtır, düşüncesi Sartreci varoluşçuluğun temel varsayımı gibidir.

Ateizm ve teizm arasındaki önemli tartışma konularından biri de kötülük meselesidir. Ateistlerin temel amaçlarından biri doğal olarak Tanrı’nın varlığı için ileri sürülen kanıtları eleştirerek geçersiz veya yetersiz olduklarını ortaya koymaktır. Bu çabalar kendi başına Tanrı’nın varolmadığını gerekçelendirmekten ziyade O’nun varolduğunu savunanların iddialarını çürütmeyi hedeflemektedir. Ancak ateistlerin kötülük sorunuyla ortaya koymaya çalıştıkları şey doğrudan Tanrı’nın varolmadığını veya varolamayacağını temellendirmektir. Bu yüzden kötülük sorunu ateistik kanıtlar açısından bakıldığından ayrıcalıklı ve önemli bir yere sahiptir.
Kötülük sorununu formüle edenler; Epikür, St.Augustine, D.Hume J.L.Mackie
Kötülük teizm için şu noktada bir sorun olmaktadır: 1-Mutlak bilgi, güç ve iyilik sahibi olan Tanrı vardır, 2-Alemde kötülük vardır.
Teodise ; Teistlerin kötülüğün varlığını Tanrının iyiliğiyle veya adaletiyle bağdaştırma çabalarına ‘teodise’ denilmektedir.
Kötülüğün kaynağı ; sudurcu bir varlık anlayışını savunan Plotinus ve diğer yeni Eflatuncu filozoflara göre kötülüğün kaynağı maddede aranmalıdır. Farabi ve İbn Sinanın da benimsediği bu yaklaşıma göre, kötülük maddenin ilahi nizamı tam olarak yansıtma potansiyelinden yoksun olmasından kaynaklanmaktadır.
** Farabi ve ibni Sinaya göre asli olan şey iyilik olup, kötülük arizidir.
** Gazali, batı da Leibniz tarafından savunulan iyimserci bir yaklaşıma göre mevcut alem mümkün alemlerin en iyisidir.


Süreç teolojisi:Bu teodise Tanrının kudret sıfatına bir sınırlama getirmektedir. A.N.Whitehead ın süreç felsefesine süreç teolojisinin kötülük ve teodise anlayışı bir Tanrı anlayışını öngörmek açısından klasik tezimden önemli noktalarda ayrılır. Bu teori C.HARTSHORNE ve D.GRİFFİN tarafından geliştirilerek savunulur.
** özetle, süreç teodisesine göre, Tanrı alemin mutlak yaratıcısı veya yapısal özelliklerinden sorumlu olmadığından bu yapıya müdahale etme gücüne de sahip değildir. Bu durumda Tanrı ortaya çıkan kötülükten sorumlu değildir, çünkü kötülüğü önlemek onun gücünü aşmaktadır.
Özgür irade savunması; insanın ahlâkî bir özgürlüğe sahip olabilmesi için iyilik kadar kötülüğünde kaçınılmaz olduğunu söylemiştir. A.PLANTİNGA savunmuştur.
Ruhsal (ahlak) gelişme teodisesi : insanın bilgisel/ ahlâkî/ ruhsal gelişimi için Tanrı ile insan arasında epistemik mesafe bulunmalıdır. Bunun için kötülüğün de bulunduğu bir dünyada insan onlara karşı mücadele ederek kendini geliştirebilir ve Tanrı’ya yaklaşabilir.Bu teodiseyi Günümüzde HİCK’in geliştirmiştir.






Kötülük meselesine Kur’an açısından bakıldığında ise kötülüğün insanın sınanması için gerekli olduğu düşüncesi ile kötülüğün insanların iradelerini yanlış yönde kullanmalarından kaynaklandığı ve doğal kötülüğün buna bir ceza olarak ortaya çıktığı temaları baskın çıkmaktadır.


Ateizmin temellendirilmesi sorununa baktığımızda ateistlerin iddialarının doğruluğunu ortaya koymaktan ziyade genellikle teistlerin ortaya koydukları delilleri çürütmeyi yeğledikleri görülmektedir. Ancak bunun ateizmi haklı çıkarmak için yeterli olmadığı düşünülebilir.
** Dikkat çekilebilecek ve doğrudan Tanrının yokluğunu ispatlamaya yönelik ender teşebbüslerden biri FİNDLAY tarafından ortaya konulmuştur. Findlayin çabası bir bakıma Tanrının var olamayacağını göstermeye çalışan pozitif bir ateistik delil gibi durmaktadır. Findlay, geleneksel teistik anlayışın savunduğu gibi, Tanrının ibadete layık olabilmesi için varlığının olumsal değil, zorunlu olması gerektiğini savunur.
** İddiasının doğruluğunu ispatlama ateistin görevi değil, teistin görevi olduğunu savunan FLEW dir. Ona göre teist evvela kafasındaki Tanrı tasavvurunu açıklamalı ve savunmalı, sonra da bu tasavvura denk düşen bir varlığın gerçekten var olduğunu düşünmek için yeterli bir gerekçe sunmalıdır.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla