Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26 Aralık 2013, 13:02   Mesaj No:1

Medine-web

Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.988
Konular: 339
Beğenildi:1173
Beğendi:346
Takdirleri:7784
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Yeniçağ Felsefesi Tüm Haftalar(sakarya ilitam)

Yeniçağ Felsefesi Tüm Haftalar(sakarya ilitam)

Yeniçağ Felsefesi

1. Hafta


İslam Felsefe Bilim Geleneğinden
Yeni Çağ Felsefesinin Oluşum Süreci

İslam Felsefesi dersinde gördüğümüz üzere dini gelenekler arasında felsefe ile en derin ve en kapsamlı ilişki geliştiren İslam dini olmuştur1. Bunun İslam dininin kendi vahiy anlayışından kaynaklanan sebepleri olduğu gibi İslamın ortaya çıkışının devletle beraber olmasının da etkisi vardır.

Özellikle MS. 2. yüzyılda Hıristiyanlıkta papalığın ve kilisenin oluşmasıyla ve daha sonra 4. yüzyılda papalığın konkordata sistemine göre, eğitim-öğretimi üzerine almasıyla, klasik dönem Yunan ve Roma düşüncesinin, putperestlerin düşüncesi olduğu gerekçesiyle öğretilmesini yasaklamışlardır. MS. 4. yüzyıldan itibaren MS. 10. yüzyıla kadar süren Batı Ortaçağı’nın Karanlık döneminde, Aristo ve diğer bazı Yunanlı filozofların isimleri bile unutulmuştu.

İslâm felsefesinin Batı’ya tesiri iki yönde olmuştur. Birincisi, İslâm felsefesi yoluyla klasik Yunan felsefesinin Batı’ya geçmesidir. Batılılar, unutulmuş olan Yunan felsefesini de İslâm bilginlerinden ve filozoflarından öğrendiler. Çünkü Müslüman filozoflar daha önce Yunan felsefesini İslâm dünyasına aktararak, onların eserlerini Arapça’ya çevirmişler ve üzerlerine şerhler yazmışlardı. Müslüman filozofların Yunan felsefesi üzerine yazdıkları eserleri Latinceye çevirerek, batılılar büyük ölçüde Yunan felsefesi geleneğini böylece Müslümanlardan öğrendiler.

Genel olarak ifade edecek olursak, İslâm felsefesinin batı felsefesine katkıları şu alanlarda olmuştur. Astronomi, Fizik, Optik, Matematik, Metafizik, mantık, ahlâk felsefesi, bilim felsefesi, psikoloji ve mûsiki.

İSLAM DÜŞÜNCESİNİN BATIYA GEÇİŞ YOLLARI
İslâm düşüncesi Batı’ya geçiş yolları oldukça çesitlidir. Hıristiyanların Müslümanlarla Sicilya, Endülüs (İspanya) ve kısa süreli olarak Güney İtalya’nın fetihlerinde doğrudan temasıdır. Bunun dışında ayrıca Bizans üzerinden de işleyen intikal ve etkileşim de olmuştur.

Müslüman İspanya Üzerinden Giden Yol
Kuşkusuz en eski ve en bilinen yol, 711 yılı fethi sonrası 20 yıl içerisinde büyük bir bölümü Arap egemenliğine giren İber Yarımadası yoludur. Orada fatihler tarafından sonraki 150 yıl boyunca sürdürülen bilimler, İslam dünyasının merkezinde sürdürülenlerin büyük ölçü'de aynısıydı.

Hıristiyan Avrupa'nın Arap-lslam bilimleriyle olan ilk tanışıklığı, 10. yüzyılın son üçte birinde, Barselona etrafında ki Pazar yerlerinde her iki kültür mensuplarının kişisel temasları yoluyla gerçekleşmiştir.

Bu konuda, 999 yılında II. Silvester lakabıyla papa seçilecek olan Aurillaclı Gerbert (d. yaklaşık 950, ö. 1003)'e öncü rolü tanınmaktadır. Gerbert arap rakamlarının, astronomi alet ve çalışmalarının nakledilmesinde etkin bir rol oynamıştır (Sezgin, s. 134). Astronomide İslam astronomi çalışmalarının yardımıyla bir usturlap yapabilmiştir.

Arapça eserlerin çevirileri ve taklitlerinin Ispanya'nın Hıristiyanlarca yeniden fethedilen bölgelerinden doğan ilk dalgası, ilk zamanlar civar bölgelerle sınırlı kalmış görünmektedir. Avrupa’da Endülüs üzerinden etkili olan ikinci Büyük çeviri dalgası ilk olarak 12. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. 11. yüzyıldan Hermannus Contractus (ö. 1054)’un faaliyet ve etkilerinden sonra yüzyılın sonuna doğru Malvernll Walcher adını tekrar duymaktayız.

Bu şahıs, daha 11. yüzyılda Arap astronomisinin ve matematiğinin ulaştığı Lothring bölgesindendir. Belki de ay tutulmasının zaman özelliklerini tespit etme girişiminde bulunan ilk Avrupalıdır ve de bunu 1092 yılında bir usturlap yardımıyla yaptığı gözlem sayesinde başarmıştır. 11. yüzyılın ikinci yarısında Constantinus Africanus çok büyük önemi haiz İslam-Arap tıbbını Avrupa’ya taşımakta çok büyük roller oynamıştır. 12. yüzyıl, Arapça'dan Latince'ye ve İbranice'ye büyük bir çeviri dalgasını beraberinde getirdi. Bu hareketin
öncülerinden birisi Bathlı Adelard (1116-1142) yılları arasında faaliyette bulundu.

Ebu el-Kâsım Mesleme b. Ahmed el-Mecritî (ö.398/1007) tarafından yeniden ele alınmış şekliyle yukarıda adı geçen Muhammed b. Musâ el-Hârizmi’nin Zic adlı eserinin çevirisiyle o, çağdaşlarına Arap astronomisinin, bu alanın asimile edllmiş hem teorik hem de pratik Hint ve Yunan eserlerinin temelinde artık kendine özgü çizgiler taşıyan bir elkitabından faydalanma imkânını sağlamıştı. Bu çalışmada aktarılan trigonometri ile trigonometrlk çizelgeler Avrupa'da ileriki dönemlerde gerçekleşecek olan matematiksel, astronomik ve geometrik bilgi gelişimine hizmet etmiştir.

Bilimler tarihinin 12. yüzyıldan tanıdığı büyük çeviri akımı bilhassa Toledo'dan beslenmiştir. 92/711 yılında Araplar tarafından alınan bu şehir zaman içerisinde yüksek seviyeli bir bilim merkezi haline geldi.

Hıristiyanlık'a geçen bu Yahudi çevirmen, aritmetik, astronomi, astroloji, tıp ve felsefe alanından yaklaşık 20 eseri Arapça'dan Latince'ye tercüme etmiştir. Bunlardan birisi de el-Ferğâni’nin (3/ 9. yüzyılın ilk yarısı) astronomi elkitabıdır. Böylelikle el-Hârizmi’nin kitabı yanında, 17» yüzyıla kadar defalarca yapılan çevirileri sayesinde Avrupa astronomları arasında büyük popülarite kazanan bir diğer astronomik eser hizmete sunulmuş bulunuyordu.

Yine Johannes Hispalensis ilk olarak en az yedi adet felsefi eseri Latince'de ulaşılabilir kıldı ki el-Kindî, el-Fârâbî ve el-Gazzâli’ninkiler de buna dahildir» (Sezgin, s. 139) 1141-1147 yılları arasında, İspanya'da yaşayan bir İngiliz Chesterli Robert hemşehrisi Hermannus Dalmata ile birlikte Kuran'ın ilk kez Latince'ye çevirisini üstlendi. Yaptığı önemli işlerden birisi olarak Muhammmed b. Müsâ el-Hârizmi’nin cebir kitabını çevirmesi de anılmalıdır. Böylelikle algebra (cebir) kavramını ve bununla ilgili matematiksel işlemleri Hıristiyan Avrupa'ya sokan ilk kişidir

Bu dönemde Hıristiyan İspanya'da Latince'ye çevirilen önemli eserlerden birisi de Muhammed b. Câbir b. Sinân el-Battânî (ö. 317/929)'nin astronomi elkitabıdır.

12. yüzyılın ilk yarısında Arapça'dan Latince'ye çevirilen eserlere dair bu kısa genel bakıştan sonra, sadece çeviriler yoluyla değil, ayrıca oluşturdukları kendi derlemeleriyle Arap-İslam bilimlerinin özümsenmesine yönelik katkıda bulunan dönemin bazı bilginleri de dile getirilmelidir. Bu grubun ilginç bir temsilcisi, Carinthialı Hermann’dır. 1143 yılında yazdığı felsefi kitabı Arapça ve Latince kaynaklardan bazı metinlerin bir yığışımından ibarettir. Diğer bir derlemeci Marsilyalı Raymond'dur. Liber cursuum planetarum adlı 1139–1140 yılları arasında tamamladığı eseriyle astronomik kitapla ve içindeki Arapça kaynaklardan alınan coğrafik çizelgesiyle o vatandaşlarına bir hizmette bulunmak istemiştir (Sezgin, s. 139). Raymond, el-Battânî'nin yanı sıra Toledo çizelgelerine ve kendisini taklitçisi gördüğü ez-Zerkâlî'nin Kanon el-Kânun''una dayanmıştır. Onun coğrafi çlzelgesi 60 şehrin koordinatlarını içermektedir. Kitabı, Roger Bacon'ın kaynaklarından birisidir ve muhtemelen Albertus Magnus tarafından da kullanılmıştır. Yine önemli, bir isim Abraham bar Hiyya veya Savasorda diye bilinen 11. yüzyılın ilk yarısında Barselona'da yaşayan Yahudi bilgindir. O doğrudan doğruya kendi Latince çevirileriyle değil, daha çok birçok Arapça kaynağın kendi sunumuyla içeriklerini aktardığı İbranice kitaplarıyla etkide bulunmuştur.

Çeviri etkinlikleri çoğunlukla 1150-1200 yılları arasında gerçekleşen sonraki dönem çevirmenlerinden Dominicus Gundissalinus'u özümsemenin ilk temsilcisi olarak görebiliriz. Çevirdiği eserlerden daha çok, çevirilerinden derlediği kitaplar yoluyla dikkati çekmektedir. Johannes Hispalensis ile birlikte İbn Sinâ'nın eseri olarak tedavüle sürdüğü ve yüzlerce yıl bu şekilde kabul edilen De celo et mundo isimli risale bağlamında Manuel Alonso Alonso, bu eserin gerçek yazarının Huneyn b. İshâk (ö. 260/873) olduğunu ispatlamıştır. Gundissalinus'un en meşhur ve önemli eseri De divisione philosophiae 'nin çok büyük bir bölümü Ebü Nasr el-Fârâbî’(ö. 339/950)nin Îhsâ el-cUlum"unu kopya edilmiştir. Boethius gibi yazarların Latince eserlerini İbn Sînâ ve el-Gâzzâli’nin kitaplarını da kullandığı anlaşılmakla beraber, o bu eserleri kaynak olarak zikretmemektedir.

Arap-İslam kültüründe bilimlerin hemen hemen bütün alanlarda yaratıcı ilerlemeler gösterdiği 12. yüzyılda, daha 10. yüzyılda başlayan Arap eserlerinin ve Arapçaya uyarlanmış Yunanca eserlerin Arapça'dan Latince'ye ve İbranice'ye çevirilme süreci zirve noktasına ulaşmıştı. Cremonalı Gerhard adıyla bağlantılı önemli gelişim belki de uzunca bir süre sağlam temellendirilmiş bir açıklamayı bekleyen bilim tarihsel bir fenomen olarak kalacaktır. Bunlardan 20 tanesi dialetica (mantık ve geometri) 12 tanesi astrologia (astronomi, astroloji), 11 tsmosi phylosophyia ve 28 tanesi fısica (tıp ve diğer doğa bilimleri) konuludur

Sicilya ve Güney Italya Üzerinden Giden İntikal Yolu
Akdeniz'in bu büyük ve merkezi adası 9. yüzyıldan 1086 yılına kadar Arap idaresinde yüksek bir kültürel ve sosyal seviyeye ulaşmıştır.

Arap bilimlerinin resepsiyonu ve teşviki bakımından II. Roger büyük hizmette bulunmuştur. Çünkü onun direktifi sayesinde, destekleriyle ve bir dereceye kadar çalışmalara bizzat katılmasıyla bir coğrafya eseri ve bir dünya haritası ortaya çıkmıştır. Bunlar, eş-Şerif el-İdrîsi’nin Nuzhet el-Müştâk fi îhtirâk el-Âfak adlı coğrafya kitabı ve büyük bir gümüş diskin üzerine kazınan dünya haritasıdır.

Arap-İslam bilimlerinin Sicilya ve İtalya yoluyla alımına katkıda bulunmuş bilginlerden diğeri de Antakyalı Theodorus’tur. Sicilya'da bilim adamı ve danışman olarak bir süre Kayser II. Friedrich'in hizmetinde bulunan bir Hıristiyan Araptır. Leonardo ona birinci dereceden belirsiz denklemlerle ilgili problemler içeren bir mektup yollamıştır: «Theodorus da Leonardo'ya ikinci dereceden belirsiz analitikten bir problem yolladı. Bu problemi Leonardo Liber quadratorum isimli eserinde çözdü. Kuşkusuz Theodorus Arapça eserler hakkıdaki bilgilerin Sicilya ve Güney İtalya’da yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.

Bizans Üzerinden Giden Yolu
İslam bilimlerinin Avrupa’ya naklinin ve hazmedilmesinin diğer bir yolu İstanbul’un fethine kadar Bizans yoludur. Bu dönemde İslam dünyasında üretilen bilimsel ve felsefi eserler Yunancaya çevrilmekteydi. Nitekim Arapça ve Farsça eserlerin Bizans tercümeleri bu yolu açık bir şekilde göstermektedir. İslam astronomi çalışmalarının ürettikleri verilerin bir kısmı Bizans üzerinden Avrupa’ya ulaşmıştır (Sezgin, s.154-155). Müslümanların astronomideki başarılı gözlelerinin, Batlamyus kozmolojisine yönelttikleri eleştirilerin ve kavramsal tartışmalarının yeni evren tasarımına çok etkisi olmuştur. Nitekim Kopernik’in kullanmış olduğu Batlamyus karşıtı evren ve gezegen modelleri bu tercümelerle ulaşmıştı

Fakat Bizans ilmi çevrelerindeki eleştirel düşünme eksikliği ve Arap-İslam astronomisinin anlaşılmasında derin bir anlayış yetersizliği doğurmuştur. Bu eksiklik ve yetersizlik Arap astronomisinin Bizans'ta tutunamamasının gerçek sebebi olabilir. Buna ek olarak, hiç de az sayılamayacak sayıda Bizanslı bilginin Ptoleme/Batlamyus astronomisinin yeniden inşasına sıkı sıkıya sarılmaları da bu sebeplerden birisidir. Arap-lslam bilimlerinin üçüncü yolunun önemi kesinlikle Farsça eserlerin Yunanca'ya çevirilmesiyle sınırlı değildi. İtalya, Orta ve Doğu Avrupa ve İran arasındaki kişisel temaslar, İslam bilimlerinin alımını ve hazmedilmesinin etkisini artırmış ve Doğu İslam dünyasının en yeni bilimsel kazanımlarının Avrupa'ya gecikmeden ulaşabilmesini sağlamıştır. Mesela, Kemâleddîn el-Fârisî'nin çok gelişmiş gök kuşağı teorisi 14. yüzyılın ilk on yılı içinde çok büyük bir ihtimalle Bizans Freibergli Dietrich'in malumu olmuştu.

Yine bilim eserlerinin Bizans üzerinden Batı’ya geçişin önemli bir örneği Matematiğin bir alt dalı olan Trigonemtri’de görmekteyiz. Naşîreddîn et-Tüsî'nin (ö. 672/1274) trigonometriyi müstakil bir bilim olarak temellendirdiği Kitâb eş-Şekl el-Kattâ isimli eserinin yine Bizans yolu üzerinden Avrupa'ya ulaştığını ve Johannes Regiomontanus (1436-1476)'un triangulis omnimodis adlı eserinin doğmasına sebep olduğunu tasavvur edebiliriz. Naşîreddîn et-Tüsî ömrünün son 16 yılını Merâğa'da geçirmiştir ve orada yeni kurulan rasathanenin idareciliğini yürütmüştür.

Osmanlılar'ın tehdit teşkil etmesinden itibaren ve İstanbul’un fethinden sonra, alt kollarıyla Roma'ya, Kuzey İtalya'ya ve Doğu ve Orta Avrupa'ya ulaşan yeni bir yol oluşmuştu. Bu yollarda kitaplar ya orijinalle veya çeviriler halinde, ayrıca aletler ve haritalar ve bilhassa İslam'a karşı ve eski Yunan bilimlerinin üstünlük durumunu yeniden kazanma yolundaki mücadele düşüncesi Avrupa'ya taşındı..

İslam Düşüncesinin Batıya Geçişinin Diğer Yolları
İslam Bilim-Felsefe geleneğiyle medeni birikimlerinin bu üç yoldan farklı Avrupa’ya geçiş yolları da olmuştur.

4) Dördüncüsü, batılıların İslâm ülkelerine eğitim için gitmeleridir. İtalya, İspanya ve Güney Fransa’dan XI. ve XII. yüzyıllarda zengin çocukların İslâm medreselerinde okumaya gittiklerini görüyoruz. Matematik, felsefe, tıp ve felekiyat tahsil eden bu talebeler bir müddet sonra Batı’da açılan üniversitelerinde öğretmen oldular.

5) Beşincisi, İslâm eğitim kurumlarının taklit edilmesidir. İslâm medreselerini taklit yolu ile ilk Batı üniversiteleri kuruldu. Binaların mimarî tarzı, ders programları, öğretim metodları tamamen medreselerin taklidi idi. İlk defa Napoli krallığında Salerno Mektebi kuruldu. Burada okutulan ilimler gramer, retorik, mantık, hesap, musiki, hendese ve astronomi idi. Salerno vasıtası ile İslâm medreselerinden İtalya’ya Aristo’nun eserleri ve şerhleri girmeğe başladı. Daha önce bahsettiğimiz gibi, Sicilya kralı II. Frederik ilimleri himaye etti; Napoli mektebini kurdu. Aristo’nun eserlerini Arapçadan Latinceye tercüme ettirdi. İbn Seb’in ile felsefî mektuplaşmaya girdi. Castille ve Lyon kralı X. Alphonse İslâm eserlerini tetkik ettirmek suretiyle astronomi cetvelleri yaptırdı. Bu sırada Padua, Napoli, Capua ve Toulouse’da daha sonra Lyon’da mühim mektepler kuruldu.

İslâm ilmi İtalya vasıtası ile Fransa’ya ve başka Avrupa ülkelerine girmişti. 13. yüzyıl başlarında Boulogne ve Montpellier mektepleri kuruldu. Daha sonra Paris üniversitesi faaliyete başladı. Bu sırada aynı model üzerinde Oxford ve Cologne (Köln) üniversiteleri teşekkül ederek İslâm ilmi İngiltere ve Almanya’ya da sokuldu. İslâm düşüncesinin Batı’ya geçişi araştırmacıların ortaya çıkmasına neden oldu; bunlar İslâm memleketlerine giderek şahsi incelemelere başladılar. Afrikalı Constantin ve Adelard ilk defa böyle araştırmalara girdiler. 11. yüzyıl sonunda Kartaca’da doğan Constantin bütün İslâmi ülkeleri dolaştı. İslâm âlimlerinin tıbbî eserlerinden başka Hipokrat ve Galen’in Arapça tercümelerinden Latinceye tercümeler yaptı.

6) Altıncısı, diplomatik ilişkileri. Bunların ilki Harun Reşid ile Şarlman arasında cereyan etmiştir. Bilindiği gibi Harun Reşid ona mekanik bir çalar saat göndermişti; bu olay Batı’da İslâm bilimine karşı hayranlık yaratmıştı.

7) Yedincisi, Haçlı savaşlarıdır. Bu savaşlarda Batılılar İslâm ülkelerinden bir çok alet ve adevat, bilimsel ve felsefî eseri Batı’ya aktarmışlardır.

8) Sekizincisi ve en önemlisi de, Arapçadan yapılan tercüme hareketleridir. Burada tercüme hareketi üzerinde kısaca duralım. Kendisi gençliğinde Endülüs ve Kuzey Afrika’da Arapça öğrenerek Müslüman memleketlerde İslâm ilimlerini öğrenen Papa Slyvestre Sac, papa seçildikten sonra Kuzey İspanya’nın Rippol şehrinde, aynen Beytü’l-Hikme gibi 910 yılı civarında bir tercüme okulu açtırdı. Burada Müslüman bilginlerin eserlerini Latinceye çevirtmeye başladı. Tercüme işi için önce Arapça bilen dönemin Yahudi asıllı bilginleri görevlendirildi. Arapça’dan Latinceye tercüme faaliyetleri Batı’da 18. yüzyıla kadar devam etti. XII. Ve XIII. yüzyıllardan itibaren Hıristiyan bilginler de Arapça, hatta Türkçe ve Farsça öğrenerek tercüme faaliyetlerine katıldılar. Ünlü İngiliz filozofu John Locke (1632-1704) bile Arapça öğrenme ihtiyacı duymuştur.

Sonuç Akdeniz bölgesinin önemli bir bölümünün ve İran'ın Hicri 1. yüzyılın (m. 7. yüzyıl) ilk yarısında fethedilmesiyle Müslümanlar, hemen hemen bütün önemli kültür merkez-lerini kendli egemenlikleri altına alma imkânına sahip oldular. O dönemin kültür taşıyıcılarının, ister Hıristiyan, Yahudi, Sabii veya Zerdüşt olsunlar ve İslam'ı kabullenmiş olsun ve ister olmasınlar, fatihlerle birlikte yaşayabilmiş ve bilimsel çalışmalarını sürdürebilmiş, hatta yeni efendileri tarafından teşvik görmüş olmaları ile bilimler tarihi için doğmuş olan büyük şansın önemi tam anlamı ile değerlendirilemez. Îslam dünyasıda farklı kültür ve din mensuplarının geniş ölçüde uyumlu birlikte yaşayışları temelinde, Avrupa Ortaçağ'ının bu biçimiyle tammadığı bir öğretmen-öğrenci ilişkisi doğdu. Bu durum, hızlı ve sağlam bir öğrenime sebep oldu, bilimsel aşırmacılığı önledi ve böylece yüzyıllar boyunca süren İslam bilim anlayışının en önemli özelliklerinden birisini oluşturdu. Arap-İslam kültür çevresinin bu güçlü yanının, 16. yüzyılın başlangıcına kadar alımı ve özümseme sürecinde Latin dünyasında eksik olmasını belki de ilk olarak Raymond Mercler dile getirmiştir.

İslam dünyasında doğa bilimsel diğer disiplinlerin birçoğunun kabul ve özümseme süreci 2./8. yüzyılın sonuna doğru o kadar ilerlemişti ki, hemen hemen onlar da yaratıcılığın eşiğinde bulunmaktaydılar. Yabancı bilim mirasının hızlı bir şekilde alınıp benimsenmesi ve süreğen olarak şekillendirilmesi büyük ölçüde, eski kültür mensuplarının kendilerini başlangıçtan itibaren Müslümanlar tarafından kabul edilmiş ve değer verilmiş olarak hissedebilmeleriyle bağlantılıdır. Şimdiye kadar elde edilen bilimsel araştırma sonuçlarına göre şu hükümde bulunabiliriz: Doğa ve matematiksel bilimler alanında yaratıcılık 3./9. yüzyılın ortalarında -bazı durumlarda daha da erken- başlamış, kabul ve özümseme süreci ise bu yüzyılın sonuna doğru tamamlanmış görünüyor. Yaratıcılık bütün bilim dallarında, gerçi her zaman tekdüzelikle çizgisel olmasa da izlenebilir bir yoğunlukta ve hatta yeni bilim dallarının temellerini atarak 15. yüzyıla, bazı dallarda ise 16. yüzyılın sonuna kadar devam etmistir.

13., 14. ve 15. yüzyıllar da Arap-İslam bilimlerinde birçok keşfin, icadın ve yeni bilim dallarının kurulması süreci devam etti. Arap-İslam bilimlerinin Avrupa için yüzyıllar boyu bütün çelişkileriyle takip edilebilir kararsız değerlendirilmesi hâlâ devam etmektedir. İslam Felsefe Bilim geleneği yüzlerce yılı güçlü bir şekilde etkilemiş ve hâlâ etkilemekte olan ve onsuz modern dünyanın yapısını anlayamayacağımız bir olgudur. İspanya topraklarında 17. ve 18. yüzyıla kadar İbn Sînâ'ya yönelik bir Galenizm’in yürürlüktedir. Avrupa'da yaratıcılığın başlangıcını 16. yüzyılın başlarına yerleştiren görüşle elbette bilim tarih yazıcılığının alışılagelen yolundan sapmış oluyoruz.

Üniversitelerin kuruluşuna gelince: Avrupa üniversitelerinin en eskisinin 13. yüzyılın ilk üçte birinde, Napoli (1224), Padua (1222), Paris (1219), Toulouse (1229), Montpellier (1239) ve Palencia (1212) gibi Arap-İslam bilimlerinin özümsenme merkezlerinde kurulmuş olması şaşırtıcı değildir.

Arap modeller arasında Schipperges 457/1065 yılında Bağdat'taki Nizamiye Medresesi, İslam'daki yüksek okul kurumlarına genel ders planını getirmiş olan ilk eğitim kurumudur»Bağdat’ta kurulmuş Nizamiye Medresesi'ni anmaktadır. Bu medrese 1227 yılında Halife el-Mustansır tarafından kurulmuştur. Dicle'nin sol kıyısına konuçlandırılan bina 1232 yılında tamamlanmıştır ve 4 büyük kompleksi içermektedir.
«Dersler arasında pozitif bilimlerin güçlü bir şekilde vurgulanması dikkati çekmektedir: Din ve dil bilimlerinin yanında matematik ve tıp özellikle anılmıştır, geometri, farmakoloji ve hijyen tek tek dile getirilmiştir. Böyie bir okulun önemini şu olgu göstermektedir: Bu okul 1258 yılmda, Moğollarm istilasında kısmen zarar görmüşse de daha sonra bizzat istilacılar tarafından kısa bir sürede tekrar inşa ve yeniden organize edilmiştİ.

Avrupa'da Arap-İslam kültür çevresindeki üniversiteler hakkında bilgi sahibi olmak için birçok imkân ve yol mevcuttu. Bu kurumun alınması ve benimsenmesi için gerekli hazırlık ve olgunluk elbette şarttı ve bu şartlara Arap-İslam bilimlerinin Hıristiyan Avrupa kültüründe kabulü ve özümsenmesi yoluyla ulaşılmıştı. Bunun için inandırıcı dayanak noktasını bize Kayser II. Friedrich tarafından 1224 yılında Napoli'de kurulan üniversite vermektedir. Bu okul Avrupa'da kurulan ilk devlet üniversitesidir ve bu yanıyla Bağdat'taki öncüsü Nizamiye Medresesi'ne ve İslam kültüründeki diğer okullara karşılık oluşturmaktadır. II. Friedrich'in Arap-lslam dünyasıyla çok yakın bir ilişki içerisinde bulunduğu, o dünyanın kültür ve biliminin hayranı ve taraftarı olduğu geniş ölçüde bilinmektedir. Yukarıda dile getirilen noktalardan ikincisi de Roger Bacon ile ilgilidir.

19. yüzyılın sonuna doğru P. Mandonnet, Roger Bacon'ın bütün bilimsel fikirlerini Araplardan aldığını tespit etmiştir. Bütün eleştirel düşünceleri yanında, Roger Bacon önemli ölçüde Arap düşünürlerden, özellikle Averroes ve Avencebrol'dan etkilenmiştir. Haksız olarak o modern bilim metotlarının öncüsü yapılmak istenmiştir. Roger'ın gerçekten bağımsız bir düşünsel tutuma sahip olmasından çok onun kararsızlığının bu hükmün verilmesinde etkisi daha büyük olmuştur.

Gutenberg'in 1450 yılında kitap basımını geliştirmesi yoluyla ulaşılan ilerlemeyi bir yana bırakacak olursak, Kopernik'in heliosentrik *güneş merkezli+ sistemi kabul yönündeki kararı Avrupa yaratıcılığının bir başka işaretidir. Heliosentrik sistem evvelce Aristerch (3. yiizyıl) ve Seleukos (2. yüzyıl) tarafından düşünülmüş ve Arap astronomlar ve filozoflar tarafından dikkate alınmıştı. Onların da kimisi bu sistemi kabul edememiş kimisi de dünyanın dönmesini kabulle yetinmişti.

Levi ben Gerson (1288-1344)'a nispet edilen buluşlara gelince: karanlık oda meselesinde9 onun İbn el-Heyşem'i izlediği söylenmelidir. Küresel sinüs, teoreminde448, kendisini Arap öncüleriyle temasa geçiren kaynakları kullanmış olmalıdır ve Avrupa'da ilk defa girişilen paraleller postulatın kanıtlanmasında da bir kere daha İbn el-Heysem'e bağlıdır. Trigonometrinin müstakil bir bilim dalı olarak sözde Johannes Regiomontanus (1436-1476) tarafından kurulması meselesine gelince: Johannes Regiomontanus da Nasîreddîn et-Tusî'yi öncü olarak almıştır.

Gözleme dayalı astronomide bir ilerleme ancak 16. yüzyılın ikinci yarısında, Arap-lslam kültür çevresinde altı yüz yıldır yaygın olduğu biçimde, rasathanelerin astronominin hizmetine sunulmaya başlanmasıyla mümkün oldu. Ay yörüngesindeki üçüncü eşitsizlik veya değişmeyi (variyasyonu) tespit ederek bili-nen ilk gelişmeyi gerçekleştirmiş olan Tycho Brahe idi.

Astronomi alanında şu anılmalıdır: Endülüslü Arap bilgin ez-Zerkâlî’nin (5./11. yüzyılın sonu) açıkladığı gibi, Merkür yörüngesinin oval olduğunun dedüktif açıklaması Kepler'in Mars yörüngesi açıklamasma benzemektedir. Kepler ez-Zerkâlî tarafından ulaşılan güneş apogeumu (evci) yani güneşin dünyadan en uzak olduğu nokta değerine büyük ilgi göstermişti. Kopernik de ez-Zerkâlî tarafından geliştirilmiş olan güneş modelini biliyordu. Bu sistemi o «hoş bir buluş» olarak nitelemiş ve kendi teorisinde kullanmıştı454. Avrupalı bilginlerin Arap-lslam kültür çevresinin çalışmalarma 16. yüzyılın ikinci yarısında bile kendini gösteren bağımlılıkları sadece astronomi ile sınırlı kalmamış, aynı zamanda bütün bilim alanları için de geçerli olmuştur.

İslam felsefe ve Batı bilim geleneğinin mukayeseli araştırmaları her iki kültür arasındaki temel yöntemleri veya bilimsel çalışmanın temel değerleri bakımından bir mukayese yapma imkânı sunmaktadır. Bu tür çalışmalarda şu gözükmektedir: Bilimsel deney, astronomide süreğen ve uzun yıllar süren gözlem uygulaması, eleştirinin önemi, kaynak kullanırken alıntı yapılan kaynağı tam olarak vermek, öncüllerin başarılı işlerini takdirle anmak, gelişme-ilerleme kanunu ilgili net bir tasavvur, adil bir eleştiri ahlakı, deneyin bilimsel çalışmalarda sistematik olarak kullanılan yardımcı bir araç olarak kullanılması, bilimsel kavramlar yaratma ve olanı genişletme çabası, teori ile pratik arasında denge prensibine riayet İslam felsefe-bilim geleneğinin temel özellikleridir. (Sezgin, s. 168). Bütün bu özellikler Yeni Çağ Felsefesi olarak isimlendirilen nitelendirilen dönemde belirleyici özellikler olarak karşımıza çıkacaktır.

İslâm felsefesinin Batı Hıristiyan ve Yahudi felsefesine etkisi sanıldığından daha büyüktür. Bu etki, Müslüman filozofların eserlerinin Latince ve İbranice başta olmak üzere, diğer yerel dillere de çevrilmeye başlandığı X. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanmış ve çeşitli yollar ve şekillerde tâ Yakınçağ felsefesinin başlangıcına dek sürmüştür.

Ortaçağ ve Rönesans dönemlerinde bu etki, çeviriler vasıtasıyla doğrudan doğruya olmuştur; ister Hıristiyan olsun, ister Yahudi olsun batılı filozoflar ve düşünürler, Müslüman filozofların adlarını ve eserlerini zikrederek alıntılarda bulunmuşlardır. Aydınlanma devrinde ve Descartes ile başlayan ve Hegel’e kadar süren modern felsefedeki bu etki hem doğrudan, hem de dolaylı olarak devam etmiştir. Doğrudan, çünkü Ortaçağ ve Rönesans devrinde çevrilen eserler, bu devirlerde de Batılı filozoflarca biliniyor ve okunuyordu. Dolaylı, çünkü bu devirlerin batılı filozofları, batılı Ortaçağ ve Rönesans devri düşünürleri okurken, onlar vasıtasıyla Müslüman filozofları da az çok öğreniyorlardı. Ne var kiAydınlanma devri ve modern dönem batılı filozoflar, artık Müslümanların ad ve eserlerini genelde pek zikretmemeye başladılar. Mesela, Descartes gibi bir filozofun, ister Müslüman olsun, ister Hıristiyan olsun, faydalandığı filozofları eserlerinde açıkça zikretmemesi adeti, açık olarak bilinen bir husustur.

Özellikle tercüme yoluyla X. yüzyıldan itibaren Batı’ya aktarılmaya başlayan İslam felsefesi, gerçek anlamda Batı’da felsefi bir geleneğin doğmasına sebep olmuştur. Bunun için, Batı felsefesinin önemli kaynaklarından birisi ve hatta en önemlisi İslam felsefesidir. İslâm felsefesi bilinmeden, Batı felsefesinin tarihi ve doktrinal gelişimi iyice kavranamaz. O halde Batı felsefesini iyi bilmek için, İslâm felsefesini iyi bilmek gerekir.

Hıristiyanlığın resmi din olarak VI. yüzyıldan itibaren Batı’ya yayılmasıyla, kilise ve din adamları eskisinden daha çok felsefeye karşı derin bir tepki gösterdiler; felsefî düşünceye ve bilime kapılarını kapattılar. Bu durum felsefe için XI. yüzyılın sonlarına doğru yavaş yavaş değişti. Daha önce, IX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İslâm bilimine ilgi duyarak bu alandaki eserleri Latinceye çevirmeye başlayan Batılılar, ister istemez bilim yoluyla, zamanla felsefeye de merak sardılar. Müslüman filozoflara, bu arada onlar vasıtasıyla öğrendikleri Aristo ve Eflâtun’a da ilgi duydular. Neticede bilimsel eserlerin yanında, sırf felsefî mahiyetteki eserleri de Latinceye çevirmeye başladılar. Bu demektir ki, daha önce İslâm dünyasıyla Yunan-Helenistik dünyası arasında vaki olan kültür alış-verişi ve safhaları, bu defa benzer bir şekilde, Batı dünyasıyla İslâm dünyası arasında vaki oldu.

Tercümelerle bir yandan daha önce unutulmuş olan Aristo başta olmak üzere bazı Yunanlı düşünürler canlandırılırken, diğer yandan Müslüman filozofların felsefesi öğreniliyordu. Böylece Batıda, felsefî düşünce yavaş yavaş XI. Yüzyılda oluşmaya başladı. Hıristiyan kelamcılarından Fransiskenler daha çok İslâm Yeni-Eflâtunculuğuyla Augustinciliği birleştirirken, Dominikenler Fârâbî ve İbn Sînâ’yı ve onların Aristoculuğunu benimsiyorlardı. Bu arada bazı Hıristiyanlar ve Batı’da yaşayan Yahudilerin çoğu da, İbn Rüşdçülüğe eğildiler. Kısa zamanda beklenmedik bir inkişaf gösteren İbn Rüşdçülük özellikle kilise çevrelerinin dışında etkili olmaya ve Hıristiyan dogmasına ağır bir darbe indirmeye başladı. İbn Rüşd’ün akılcılığı ve onun bazen yanlış yorumlanması, Batıda kiliseye karşı hür düşüncenin ve hatta dinsizlik cereyanlarının doğmasını hazırladı. Bu durumu fark eden, gerek Fransisken ve gerekse Dominiken kelamcıları XII. yüzyılda İbn Rüşdcülükle mücadeleye başladılar. Bunu yaparken, o zamanlar Batıda yeni yayılmaya başlayan Gazâlîciliği silah olarak kullanmayı uygun buldular. Bu da Batı’da sonu gelmeyen din-felsefe çatışmasını başlattı. Albertus Magnus ve St. Thomas gibi büyük kelamcı filozoflar, tamamıyla, Gazâlîci bir pozisyonda İbn Rüşdçülüğe reddiyeler yazdılar.

XIII. ve XIV. yüzyıllarda Gazâlîcilik hakim felsefi görüş olarak varlığını sürdürürken, XV. yüzyılda İbn Rüşd ve onun doğurduğu akımlar yavaş yavaş baskın felsefi görüşler olarak gelişiyordu. Bu durum Rönesans ve Reform hareketlerinde büyük rol oynadı. Daha sonraki yüzyıllarda da, Gazâlîci ve İbn Rüşdçü tutumlar kendini göstermeye devam ederken, ki bu devrin en önemli iki felsefesiydiler, Descartes’in öncülüğünü yaptığı ve esasında İbn Rüşdcülüğün uzantısından başka bir şey olmayan akım da Kartezyanizmdir. Özellikle XVII. yüzyılda İbn Tufeyl’in fikirlerinin Batı’da revaç bulmasıyla Batı’da Aydınlanma devri olarak adlandırılan yeni bir bir devir başlar. Empirizmin ve tabiatcılığın doğuşuyla ve materyalizmin yeniden canlanmasıyla özellikle Aydınlanma devri felsefesinin temelinde, İbin Rüşd ve İbn Tufeyl ve onların Batılılarca yorumlanması vardır.

XVII. yüzyıldan sonra gelişen felsefe hareketlerinde de Müslüman filozofların tesirleri görülmeye edevam etmişse de, -ki bunun en açık delili şudur: Leibniz ve Clarke arasında vuku bulan tartışmalarda birincisi, İbn Rüşd’ün Hıristiyanlığa darbesini kabul etmekle birlikte yine de İbn Rüşd’ü ve ikincisi Gazâlî’yi canlandırmaya çalışmıştır- bu tesirler dolaylı olmuştur.

Dikkat: İbn Rüşd’ün felsefesi, kilise ve Hıristiyan düşünürlerinin teslise inancının akılla izah edilemez olduğunu güçlendirdiği için, papalık ve din adamları onun yasaklandığına dair birçok ferman yayınlamışlardır.

Görüldüğü gibi, İbn Rüşdçülük, doğuşundan beri şu veya bu şekilde Batı’da her zaman gündemdeydi. Gerek Yahudi asıllı ve gerekse Hıristiyan Batılı filozoflar, isimlerini zikrederek veya zikretmeyerek Müslüman filozoflardan oldukça faydalanmışlardı.

İkinci ve daha önemli bir tercüme devri, XII. Ve XIII. Yüzyıllarda başlar. Batılılar bu ikinci devrede, sadece Müslümanların eserlerini, çoğunlukla Latince ve İbranice, kısmen de başta İspanyolca olmak üzere eski Fransızca ve hatta Yunancaya çevirmekle kalmadılar, birçok Batılı öğrenci İspanya’da olduğu kadar Kuzey Afrika’daki, hatta Suriye’deki ve İran’daki, mesela Marâğa medresesi gibi, önemli kültür merkezlerini ve medreselerine gelerek, orada öğrenim gördüler. İlim misyonerleri teşkil ederek çeşitli İslâm ülkelerine gönderdiler ve böylece elde edebildikleri ölçüde Müslümanların eserlerini tercüme edilmek üzere Batı’ya aktardılar. Arap dilinin tedrisi, İslâm bilim ve felsefesinin daha geniş çapta öğretilmesi açısından, yeni mekteplerde de sürdürüldü. Bunlardan en önemlisi Fransa’daki Montpellier ve Paris, İngiltere’deki Oxford mektepleriydi. Ayrıca hükümdarlar, saraylarına bizzat Müslüman alimleri davet ediyorlar ve böylece onlardan ilim ve felsefe öğreniyorlardı. Bu hükümdarların en meşhuru Sicilya kralı Roger II (1127-1154) ve oğlu William I (1154-1166) idi; diğer Müslüman âlimler yanında mesela meşhur âlim el-İdrisî (1100-1166) onların sarayında uzun zaman hocalık etmiştir. Tercümeciliğin yanı sıra birçok Hıristiyan ve Yahudi Batılı âlim, Müslüman filozof ve bilim adamlarının düşünceleri üzerine araştırmalar ve onların eserlerine şerhler yaparak da, İslam felsefesinin ve biliminin Batı’da yayılmasını sağladılar. Gerek tercüme faaliyeti ve gerekse araştırmalar, daha sonraki yüzyıllarda da devam ederek bugüne kadar kesintisiz gelmiştir.

Batı’da özellikle Hıristiyanlığın resmi din olarak tanınmasından sonra kilisenin tutumu ve yasakları yüzünden felsefe ve bilim dışlanmış ve böylece, Batıda X. yüzyıla kadar sürecek olan karanlık Ortaçağ oluşmuştur. Batılılar daha önce de belirttiğimiz gibi, Yunan ve Helenistik felsefeyi ve bilimini tamamen unutmuştu; ne Aristo’nun ne Eflâtun’un, ne Öklid’in adı biliniyordu. Buna karşılık, bunlar ve diğerleri ancak İslâm medeniyetinde yaşama hakkı bulmuşlardı. Batılılar, onları tekrar, ancak XI. Yüzyılın sonlarından itibaren İslam’dan yapılan tercümelerle yeniden öğrenmeye başladılar. Dolayısıyla tercüme faaliyeti, batılılara sadece Müslüman alimlerin ve filozofların kendi özgün görüşlerini tanımalarını sağlamakla kalmadı, onlar vasıtasıyla eski Yunan ve Helenistik mirasının da tanınmasını sağlamıştır. O halde denebilir ki, Batı’da bilim ve felsefenin yeniden doğuşu tamamen İslâm’ın tesiri ile olmuştur.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medine-web 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Mustafa İslamoğlu Sözler Medineweb.net Videolar Mihrinaz 2 210 30 Nisan 2023 15:51
Şirk Hakkında Kuran Ne Diyor? Medineweb.net Videolar Medine-web 0 168 29 Nisan 2023 17:52
DÜNYA KABE'NİN NERESİNDE Hacc-Umre-Kurban Medine-web 0 951 27 Nisan 2020 20:40
T.B.Teknolojileri-2 Vize Konuları Ozet(2017) Temel Bilgi Teknolojileri 2 Medine-web 3 2618 06 Ekim 2017 19:31