Ne için eğitim? (7)
Ne için eğitim? (7)
Katıldığım eğitim seminerlerinin hemen hemen tamamında anne babaların ortak bir sorusu oluyor; “Zorlamazsak bizim çocuk ders çalışmıyor, ne yapabiliriz?”
Aslında çok sıradan gibi görünse de, her çocuğa özgün bir sebep barındıran ve cevabının bulunması en uzun zaman alan pedagojik sorudur bu.
Bir gün, 8 yaşında bir 3.ncü sınıf öğrencisini getirdi anne babası.
Dikkat dağınıklığı var imiş. Derslerini dinlemiyor, sınıfın içinde geziniyormuş. Öğretmeni artık bıkmış çocuğun baş edilemez davranışlarından ve aileyi bir uzmana yönlendirmiş.
Annesi; ‘Belki bizim de hatamız vardır kabul ediyorum ama artık ders yapmayı tamamen bıraktı.’ diye başladı söze…
Babası; ‘Aslında öğrenemiyor diye bir şeyi yok ama ilgisi yok okulda anlatılanlara karşı’ diye devam etti.
Anne baba çıktıktan sonra çocuk girdi içeri…
Tanıştık önce. Sağdan soldan konuştuk. Azcık futboldan, sonra matematikten… Hangi konuları işlediklerini sordum, ‘bölmeler ve kesirler’ konusunu bitirmişlerdi.
‘Peki, sana kesirlerle ilgili bir soru sorayım bakayım’ dedim. ‘Dört liranın dörtte biri kaç lira eder?’ diye sordum.
Önce şaşırdı. Oturduğu yerden biraz doğruldu. Gözlerini kocaman açtı. Yutkundu... Soruyu kendi kendine birkaç kez tekrar etti; ‘Dört liranın dörtte biri...’ dedi. Yere baktı... Parmaklarına baktı... Tavana baktı... Çabaladı, olmadı.
Cevap verememiş olmaktan kaynaklanan ‘yetersizlik hissi’ edinmesin diye ‘Peki, iki liranın yarısı kaç lira eder?’ diye kolay bir soru sordum; ‘1 lira’ diye hemen atıldı. ‘Harika’ diye tebrik ettim.
Tebessüm ettik birbirimize…
‘Elinde kaç parmak var?’ diye yeni bir soru sordum, ‘on’ dedi.
‘On parmağın dörtte biri kaç parmak eder?’ dedim, bakakaldı… ‘On parmağın… On parmağın…’ diye mırıldandı durdu.
Zeki çocuktu aslında. Eğitim dışındaki konularda nasıl da kavrayıcı bir zekâsı olduğu hemen anlaşılıyordu.
Örneğin bir futbol takımının 11 kişiden kurulduğunu biliyor, tuttuğu takımın kaç defa şampiyon olduğunu anlatıyor, rakip takımdan kaç puan önde olduklarını bir çırpıda hesap ediyor, kendi takımının bu yılki performansının gerçek performansından neden yüzde 20 düşük olduğunu izah ediyordu…
Çocuk anlatıyor, bense bir eğitim trajedisi seyrediyordum karşımda. Ne garipti… Güncel yaşamda matematiğe dair şakır şakır beceriler sergileyen çocuk, aynı soruları okul ile ilişkilendirince tıkanıyordu.
Sanki çocuğun aldığı eğitim, öğrenmesine katkı sağlamamış, durdurmuştu.
Hâlbuki okul, çocuğu eğitmek için değil, güncel yaşama hazırlamak için oluşturulmuş bir profesyonel sistemin adıydı.
Ve “okulun görevi” çocuğu eğitmek değil, yaşama hazırlamaktı.
“Öğretmen”, ders anlatan değil, eğitim fakültesinde kazandığı birtakım yetenekler ile çocuğu yaşama hazırlamakla görevlendirilmiş yetişkinin adıydı…
“Bilgi”, bilmek için değil, güncel yaşamda uygulanmak içindir.
Pedagoji der ki, eğitimde süreklilik ‘merak’ hissi ile gerçekleşir. Merak, güncel yaşamın şifreleri okulda çözüldükçe ‘hevese’ dönüşür… Çocuk ‘heves’ ettiği işleri yapabildiğini gördükçe, yeni bilgi edinmek için ‘istek’ duyar. İstek duyduğu bilgileri güncel yaşamda uygulayabildikçe de, öğrenmede süreklilik oluşur…
Başarılı bir eğiticinin en belirgin özelliği, öğrencisinde merak duygusunu oluşturabilmesidir.
Çocukta oluşan merak duygusunun mutlaka güncel yaşamda karşılığı oluşturulmalıdır ki, merak hevese dönüşsün.
Güncel yaşam ile eşleşmeyen bilgi, ‘soyut bilgidir’ ki, öğrenilmesi en zor, kalıcılığı en az olan bilgidir soyut bilgi…
İşte bundandır ki, eğitim, ancak eğiticinin kendi kendine soracağı, ‘Ne için eğitim?’ sorusuna vereceği cevap ile başlayabilir.
Aksi hâlde eğitim, çocuğun “kendiliğinden öğrenme” sürecini de aksatır.
Adem Gunes