Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14 Mayıs 2015, 02:55   Mesaj No:26

zülcenaheyn2

Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:zülcenaheyn2 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 49657
Üyelik T.: 06 Mayıs 2015
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 16
Konular: 0
Beğenildi:2
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Hiç, Hiççilik, Hiç Olmak, Hiçin Felsefesi, Tasavvufta Hiç/Muhsin İyi

Alıntı:
muhsin iyi Üyemizden Alıntı Mesajı göster

Eskiden tekke ve dergâhların girişlerinde genellikle bu Hiç yazısı bir tabloda veya levhada gözlere çarpardı. Daha doğrusu insanların adeta gözlerine sokulurdu. Onların görmeleri sağlanırdı. Bununla pek çok faydalar mülahaza edilirdi, amaçlanırdı.

Bir kısım insanlar tekke ve dergâhlara psikolojik rahatsızlıklarından, sinir hastalıklarından şifa bulmak için geliyorlardı. O zamanlar tekke ve dergâhların bu gibi toplumsal hizmetleri de vardı. Hiç onların bu tür dertlerine en büyük şifaydı. Çünkü nefsine Hiç dersini günde en az beş dakika kadar veren bir kişinin bütün psikolojik ve sinir rahatsızlıkları sabunun suda erimesi gibi yavaş yavaş ortadan kalkar. Yok olur.

Her türlü psikolojik ve sinir rahatsızlıkları nefsin komplekslerinden kaynaklanır. Olumsuz yaşantılar ve duygular nefiste kendini savunmak için kompleksler meydana getirir. Kompleksler olumsuz yaşantıların bilinçaltına bastırılması sonucu oluşur. Negatif duygular buralardan kaynaklanır ve insan ilişkilerinin sağlıklı olmasını önlerler. İşte nefse talim edilen günde beş dakikalık bir Hiç dersi onun bütün komplekslerini yavaş yavaş ortadan kaldırır. İnsanı ahlaki açıdan üstün duruma doğru yükseltmeye de başlar.
Bu yol kişiyi çukurdan çıkardığı gibi, semaya doğru da miraç ettirir. İlk şart imandır. Yani iç içe geçmiş mertebelerin en dışındaki nefs-i emmare bilincine varmak yani o çemberden içeriye doğru Rabbına yönelmek. Aksi halde gönülden talep yok ise hiç bir şey gerçekleşmez. Gönülden talep de nasip işidir bir yerde. Nasip ise şartlar, haller, vs. olgunlaşır ve kişiyi bu yola zorlar. Kendini bulmanın tek hakiki zaruret olduğu idrak edilir. Nefse zor gelse de bu yola çıkılır. Aksi halde ilgi, alaka, hobi, vs. gibi meyillerle kimse bu yola senelerini yani hayatını vermez. En fazla bir iki sene ilgilenip sıkılır. Kişinin kendi kendinin ikna olması inancına en büyük dayanaktır. Ardından sabırla aşılan yollardan sonra muhabbet hasıl olacaktır ve iknaya, inanca, sabıra gerek kalmayacaktır. Çünkü kişi hakikati nefsinde aynel yakin olarak tadacaktır. İşte o dostlara ne mutlu.

İşte aynel yakin evvelinde sizin son cümlelerinizde bahsettiğiniz "yavaş yavaş ortadan kaldırır" süreci yaşanır. Maneviyata istidatlı Müslümanların psikolojik sıkıntı yaşayanları tasavvuf metodu ile kendi varlığını, mükemmeliyetini, hakikatine üflenen ilahi ruhu fark edip bu farkındalığı sirayetini hissedip bu hâl ile hallendikçe şifa bulacak ve oradan da kemale doğru yürüyeceklerdir. Tabii evvela iman şarttır. Ayeti kerime de "Müslüman olduk deyin, iman ettik demeyin çünkü iman henüz kalbinize yerleşmemiştir" denmektedir. İmanın kalbe yerleşme süreci kişinin Rabbına dönüşü ve bunun için nefse karşı gerekli mücahedelerin yapılması ile aynı orantıdadır. Aksi halde sonuç hüsrandır. Dönmeyenler hüsrandadır. Dönüp de vaz geçenler ise büyük bir bağışa uğramadıkça kat kat hüsrandadırlar. Allah bizleri cehaletten korusun ve ilminin hazmını kolaylaştırsın.

Gelelim yolun devamına. Kişi kompleksinden kurtulana kadar potansiyelini ortaya çıkaramaz. Çünkü olağanüstü bir durumda ancak savunma mümkündür. Endişe anında sükunet, sakinlik, düşünme mümkün olabilir mi? Olamaz. Hele hele derin düşünme, tefekkür hiç olamaz. Tefekkür hamile kalanın işidir. Doğum sancıları tefekkürün kendisidir. Bu yüzden de tasavvuf metinleri ile felsefe metinlerinin hiç bir alakası yoktur. Tasavvuf tefekkürü tamamen varlıkta yaşanan tecrübelerin ifadesidir. Bir hâl üzere söylenmiştir hep. Ardından o hâl üzere söylenen temel sözler etrafında metinler genişletilir. Felsefe ise aynı sözü söyleyebilir fakat hâl üzere söylenmemiştir. Ortada bir doğum yoktur. Miraç yoktur. En azından felsefe denince anlaşılan felsefeden bahsediyorum. Yoksa felsefenin çıkış noktası seyr sülûk yani inisiyasyondur.

Sonuç olarak aynel yakin ile kendini bulan kişi hayali cennetinden yeryüzüne iner ve ilk defa yaşamaya başlar. Bu kişi hangi görünür sebeplerle bu yola baş koymuş olursa olsun. Biri psikolojik sıkıntılardan kurtulma derdiyle, diğeri başka başka vs. nedenlerle. Ama sonuç itibariyle kişinin nefs-i emmaresi eskiden neyi bahane ederek kendi saltanatını koruyor idiyse bu artık son bulmuş olur. Ve yaşamaya başlayan insan işte bundan sonra potansiyelini bu yaşam üzerinden ortaya koymaya başlar.

Şunu ortaya koymamız lazım. Düşünme materyalistlerin malı değildir, psikoloji psikologların malı değildir ve din de dindarların malı değildir. İster kâfir ister mü'min olsun insan olan herkesin bünyesinde insanlığın getirileri mevcuttur. İnsan bir şey ile meşgul ise o meşguliyetini yenmeden diğer şeylerin farkına varamaz. Komplekslerinden, savunmalarından kurtulmayan birisi çevresinin farkına varamaz. Kendi değerinden emin olan birisi de artık düşünmekten korkmaz. Çünkü yadsıyacak bir şey görmez. Kendi değerini bulan hakikati bulmuştur ve neyden bahsediliyorsa o şey, her şeyin birlenme yeri olan hakikatte yerini bulacaktır. Tevhid ehli olan da kendi nefsindeki âlemi keşfettiğinden, zahire doğru nazar ettiğinde artık korkacak hiç bir şeyi kalmaz. Bütün duygusallıklar, korkaklıklar, psikolojik sorunlar içteki şirkten ötürüdür. Merkezimizde çokluk var ise, orayı birleyememiş ise o vakit kararsızlık, çelişki, korku, vs. bitmeyecektir. Kalbinde şirk olanda iman olur mu? O vakit tevekkülle tevbe kapısında beklemeyen yanmaya devam edecektir.
Alıntı ile Cevapla