Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İlitam 4.Sınıf Dersleri > İlitam 4.sınıf Genel Paylaşımlar

Konu Kimliği: Konu Sahibi enderhafızım,Açılış Tarihi:  23 Aralık 2013 (15:19), Konuya Son Cevap : 28 Ocak 2017 (15:24). Konuya 16 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı2Kez Beğenildi
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 23 Aralık 2013, 15:25   Mesaj No:11
Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: KUR”AN Tercüme Teknikleri Ders Notları (14 Hafta FuLL)

11. HAFTA

MEALLERİN TÜRKÇE AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Kur’an meali hazırlamak, hem Arapça’nın, hem de Türkçe’nin kendine ait hususiyetlerinin aynı hassasiyet ölçüleri içinde gözetildiği bir süreçtir. Bazen mütercimler Arapça’nın gramer yapısının etkisinde kalarak meal hazırlarlar. Neticede ortaya edebi zevk ve estetikten yoksun sıkıcı, anlaşılmaz ve bir o kadar da devrik cümlelerden müteşekkil bir metin ortaya çıkar.
Sıfatların niteledikleri şeylerden sonra geldiği “ki” bağlacının çokça kullanıldığı Türkçe kelimelerin Arap dilinin mantığı ve grameriyle ifade edildiği bir mealle karşılaşılırız.
Hâlbuki tercüme iki önemli adımdan meydana gelir:
Birincisi ilahi kelamı doğru anlamak, yani Kur’an’ın nazil olduğu dönemde konuşulan Arapça’yı, içinde doğduğu kültürü ve mevcut söz dağarcığının Kur’anla birlikte geçirdiği semantik (anlamsal) değişikliği bilmesi gerekir.
İkincisi ise, ilahi mesajın anlamını diğer bir ifadeyle Sahabe-i kiram’ın anladığı manayı çağdaş Türk insanına veya okuruna Türkçenin imkânlarını en ileri derecede kullanarak ifade etmektir.
MEALLERDE KAYNAK DİLE AŞIRI BAĞLI KALMANIN
TÜRKÇE’YE AKTARIMA OLUMSUZ ETKİLERİ:
Birinci Örnek ve Tahlili: “Maide Suresi, 45”
Bu âyette öncelikle وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ cümlesi, Arapça ifade biçiminin etkisinde kalarak “üzerlerine yazdık, onların üzerine yazdık” gibi kelimelerle Türkçe’ye çevrilmiştir.
Daha doğrusu ve yerinde bir meal “onlara emrettik veya farz kıldık” şeklinde olmalıydı. Nitekim Türkçe açısından daha anlaşılır ve güzel bir çeviridir. Yine ikinci bir husus âyette geçen وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ ibaresi de “bütün yaralamalar misli ile cezalandırılır” veya “yaralamalarda da dengi ile kısas yapılır” şeklinde tercüme edilmeliydi.
Bu çeviri Türkçe ifade açısından daha isabetlidir. Aşağıda örnek olarak zikrettiğimiz meallerden Suat Yıldırım’ın meali hariç ekseriyetle “yaralar” tabirini kullanmışlardır ki hatalı ve kapalı bir çeviridir. Büyük ihtimalle Elmalılı H. Yazır’ın mealini sadeleştirdiklerinden bu hataya düşmüşlerdir.
Üçüncü bir nokta ise, فَمَنْ تَصَدَّقَ ifadesinin çevirisidir. “her kim bunu tasadduk ederse, sadakasına sayarsa, sadaka olarak bağışlarsa “ gibi ifadeler meseleyi tam yansıtmamakta, lafzî bir tercümedir. Doğrusu ve Türkçe açısından daha anlaşılır bir mealkim bu kısas hakkından feragat edip bağışlarsa…” şeklindeki Suat Yıldırım’ın meali gibi olmalıdır. Dördüncü ve son bir noktaya daha dikkat çekmek istiyoruz. O da âyetin meallerindeki parantez içi ifadelerdir. Parantez içi açıklamalar, Arapça metne veya kaynak dile aşırı bağlı kalarak lafzî/literal bir çeviri yapmanın sonucudur.
Hem ondan üzerlerine şöyle yazdık: cana can, göze
göz, buruna burun, dişe diş, carhler birbirine kısastır, kim de bu hakkını sadakasına sayarsa o, ona keffaret olur ve her kim Allahın indirdiği ahkam ile hükmetmezse onlar
hep zalimlerdir “ Elmalılı
“Biz onda (Tevrat da) onların üzerine (şunu da) yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılıktır. Hulâsa bütün) yaralar birbirine kısastır.

Fakat kim bunu (bu hakkını) sadaka olarak bağışlarsa o, kendisine (günâhına) keffâret (onun yarlıganmasına vesîle) dir. Kim Allahın indirdiği (ahkâm) ile hükmetmezse onlar zalimlerin ta kendileridir.” Hasan Basri Çantay
“O (Hak Kitabı)nda onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısâs (ödeşme) yazdık. Kim bunu bağışlar(kısâs hakkından vazgeçer)se o, kendisi için keffâret olur. Ve kim Allâh'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte zâlimler onlardır.” S. Ateş
“Hem Tevrat’ta onlara şu hükmü de farz kıldık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılıktır. Hülasa bütün yaralamalar birbirine kısas edilir. Fakat kim bu kısas hakkından feragat edip bağışlarsa bu, kendi günahları için keffaret olur. Kim Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse işte onlar tam zalimdirler.” Suat Yıldırım.
İkinci Örnek ve Tahlili: “Yusuf Suresi, 4”
إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَاأَبَتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ Öncelikle âyet-i kerime bir fiil cümlesidir. Cümlenin yüklemi konumundaki “kâle” fiilinin karşılığı olan “dedi” ifadesi Türkçe de yüklem en sonda geldiğinden cümlenin en sonunda olmalıydı. Hâlbuki âyet-i kerime iki ayrı cümle gibi bölünmek suretiyle çevrilmiş cümlenin nesnesi/mefulu konumundaki ibare ) işaretinden sonra yazılmıştır. Türkçe açısından daha isabetli bir çeviriHani Yusuf babasına, Babacığım! Ben rüyamda on bir yıldızın, güneş ve Ay’ın bana secde ettiklerini gördüm, dedi" olmalı.
Ayetin son kısmında geçen رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ kısmının “gördümki onlar bana boyun eğiyorlardı/secde ediyorlardı” şeklinde tercüme edilmesi de doğru değildir. İki defa “gördüm” demek yerine “Onların bana secde ettiklerini gördüm” ifadesiyle çevirmek daha akıcı ve güzeldir.
Son bir husus ise, M. Esed, Diyanet Vakfı ve S. Ateş’in meallerinde “kâle” filini “demişti” şeklinde mişli (öğrenilen) geçmiş zaman kipiyle çevirmektir. Bu zaman kipi kişinin görmediği, kendisinin kesin olarak bilmediği ve sonradan öğrendiği durumlar için kullanılır. Kıssayı bize anlatan Yüce Allah’tır. Tabii olarak da hadiseye görmekte ve bilmektedir. Mişli geçmiş zaman kipini burada kullanmak hatalıdır.
“Bir vakit Yusuf babasına, babacığım dedi: ben rüyada on bir yıldızla Güneşi ve Kameri gördüm, gördüm onları ki bana secde ediyorlar” Elmalılı. Bir vakit Yusuf, babasına: «Babacığım, demişti, gerçek ben rüyada on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki onlar bana secde edicilerdir” Hasan. B. Çantay. “Bir vakit Yusuf babasına şöyle demişti: "Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldız, güneş ve ayı gördüm: benim önümde saygıyla yere kapanmışlardı!" M. Esed. “Bir zamanlar Yusuf, babasına (Ya'kub'a) demişti ki: Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.” Diyanet Vakfı. “Bir zaman Yusuf babasına, "Babacığım!" dedi. "Ben rüyamda on bir yıldızın, güneş
ve Ay’ın bana secde ettiklerini gördüm." Suat Yıldırım.
Üçüncü Örnek ve tahlili: “Hâkka Suresi, 17”
وَالْمَلَكُ عَلَى أَرْجَائِهَا وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ
Yukarda zikredilen âyet-i kerime kıyamet esnasında meydana gelen bazı hadiselerden bahseden ve içerik olarak da müteşabih bir âyettir.


Biz burada özellikle Arapça metne aşırı bağlı kalmanın doğurduğu anlaşılır ve Türkçe açısından meallerdeki kapalılık üzerinde duracağız. Önceliklemelek” kelimesi “melekler” şeklinde mi yoksa “melek” şeklinde tekil olarak mı tercüme edilmelidir? Âyette geçen فَوْقَهُمْ ifadesindeki zamirin çoğul olmasından ve melek kelimesinin melekler anlamında bir cins isim olduğu düşünüldüğünde doğru tercümenin “melekler” olması gerekir.
İkinci husus “âyette geçen أَرْجَائِهَا ifadesindeki “” zamiriyle kastedilen sema/gök kelimesinin açıkça beyan edilmemesidir. Neticede“ onun kenarlarında veya etrafında” gibi hatalı ve kapalı bir ifade ile ilgili kısım tercüme edilmiştir. Yine sema veya gök kelimesini
parantez içine almak da gereksizdir. Doğru ve en güzel çeviri Suat Yıldırım’ın mealindekiMelekler de göğün etrafında bulunurlar” cümlesidir.
Son olarak sekiz rakamını ifade eden ثَمَانِيَةٌkelimesinin motamot lafzî çevirisidir. Yine burada sekizden maksadın ne olduğu belli değildir. Hâlbuki âyetin bütününe ve siyakına baktığımızda meleklerden bahsedildiği açıktır.
O halde güzel olan “sekiz melek” şeklinde sekizin melek olduğunu tasrih eden çeviridir.
“Öyle ki melekler, kenarları üzerindedir ve üstlerinde o gün Rabbinin Arşını sekiz hâmil olur” Elmalılı
“Melek de onun kenarlarındadır. Rabbinin arşını, o gün onların üstündeki sekiz taşır.” Yaşar Nuri Öztürk
“Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir.” Diyanet Vakfı
“Melekler de onun kenarlarındadır. O gün Rabbinin tahtını, üstlerinde sekiz (melek) taşır.” S.Ateş
“Melekler de göğün etrafında bulunurlar. O gün Rabbinin Arş’ını, sekiz melek taşır.” Suat Yıldırım.
Dördüncü Örnek ve Tahlili: “Bakara suresi, 174”
Bu Ayet-i kerimede öncelikle vurgulamak istediğimiz husus âyeti lâfzî olarak tercüme etme kaygısı ve ibaresine bağlılık sebebiyle âyetteki أُوْلَئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ إِلَّا النَّارَ
cümlesinin “Onlar karınlarında ateşten başka bir şey yemezler, onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir, Onlar karınlarına ateşten başka (bir şey) yemiş olamazlar.” ve benzer şekilde yapılan meallerdeki hatadır.
Ayette geçen “ye’külüne” ifadesini Türkçeye sözlük anlamıyla (yemek) aktarmaktır. İsabetli ve daha güzel bir tercümeişte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar.tarzında olmalıdır. Zira âyette anlatılmak istenen ve vurgulanan hususu doldurmak ifadesi karşılar.
“Allahın indirdiği kitaptan bir şeyi ketmedib de bununla biraz para alanlar muhakkak ki ve kıyamet günü Allah onlara ne söyler ne de kendilerini tezkiye eder, onlara
sade bir «azabı elim» vardır “ Elmalılı “Allah'ın indirdiği Kitaptan bir şeyi göz ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir
azap vardır.” Ali Bulaç “Allanın indirdiği Kitaptan (Peygamberin vasıflarına dâir) bir şey'i gizleyip de onunla
az bir bahayi (hasîs, bir menfaati) satın alanlar (yok mu?) Onlar karınlarına ateşten başka (bir şey) yemiş olamazlar.

Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, onları temize de çıkarmaz. Onlar için pek acıklı bir azâp vardır. “ H. B. Çantay
“Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlara son derece acı bir azap vardır.” Suat Yıldırım.
Beşinci Örnek ve Tahlili: “Yusuf Suresi, 8”
إِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ أَحَبُّ إِلَى أَبِينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّ أَبَانَا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ Ayetteki أَحَبُّ إِلَى أَبِينَا مِنَّاifadesindeki ism-i tafdil kalıbını, meal hazırlayanlar “babamıza bizden daha sevgilidir, babamıza bizden daha sevgili” gibi ifadelerle Türkçe’ye aktarmışlardır. Burada Arapça ibareye bağlı kalmanın neticesi olarak çeviri akıcı ve Türkçe açısından edebî değildir. Edebi Ve estetik açıdan daha isabetli çeviri “Babamız Yusuf ve Bünyamin’i bizden daha çok seviyor” tarzında olmalıydı. Ş: Piriş’in meali bu açıdan daha doğru
ve güzeldir.
“Kardeşleri dediler ki: “Biz güçlü bir topluluk olduğumuz hâlde, Yûsuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Doğrusu babamız açık bir yanılgı içindedir” Diyanet
“Zira dediler ki her halde Yusuf ve biraderi babamıza bizden daha sevgili, biz ise müteassıb bir kuvvetiz, doğrusu babamız belli ki yanılıyor “ Elmalılı
“(Kardeşleri) demişlerdi ki: "Yûsuf ve (öz) kardeşi (Bünyamin), babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz
bir cemaatiz. Babamız açık bir yanlışlık içindedir” S.Ateş
“Kardeşleri: -Biz bir aile olduğumuz halde babamız Yusuf’u ve kardeşini daha çok seviyor. Doğrusu babamız açıkça şaşkınlık içinde, demişlerdi.” Şaban Piriş
Altıncı Örnek ve Tahlili: “Hac Suresi, 15”
مَنْ كَانَ يَظُنُّ أَنْ لَنْ يَنصُرَهُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَاءِ ثُمَّ لِيَقْطَعْ فَلْيَنظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغِيظُ“Her kim ona (Muhammed’e) Allah’ın dünyada ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa hemen tavana bir ip çeksin, sonra kendini assın da bir baksın; başvurduğu (bu yöntem), öfkelendiği şeyi giderecek mi?” Diyanet“Her kim, ona Allah Dünyada ve Ahirette aslâ yardım etmez zannediyorsa hemen Semâya bir ip uzatsın sonra nefesini kessin de baksın kendi gayzını giderecek mi?” Elmalılı
“Kim Allah’ın Rasûlüne dünyada (şanını yüceltme ve dinini hakim kılma konusunda) ve Ahirette (O’nu rahmetiyle sarıp sarmalaması hususunda) yardım etmeyeceğini sanıyorsa o halde hiç durmasın (Allah’ın söz konusu yardımına, hatta Ona Kur’an’ı da indirmesine engel olmak için) elinden ne geliyorsa yapsın; o kadar ki bir yolunu bulup göğe çıksın nefessiz kalıncaya kadar uğraşıp didinsin ve baksın bakalım, kurduğu tuzaklar bir işe yarıyor mu ve gayzını yatıştırmaya yetiyor mu?” Ali Ünal. Meallerdegarib Türkçe kelimelerle bir Türk okurunun hiç anlamadığı bir metin ortaya çıkmıştır.
Ayette ne demek istendiğini doğru anlayan meal yazarı son olarak zikrettiğimiz Ali Ünal’dır. Doğru ve anlaşılır meal de Onun mealidir. Elinizden geleni arkanıza koymayın anlamındaki bir deyim, bir acayip intihar sahnelerine dönüştürülmüştür. Herhalde Kur’an’da meal yazarların da anlamadan çevirdiği hatta Elmalılı mealini kopyalamak suretiyle geçiştirdikleri nadir âyetlerden birisi bu âyettir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 23 Aralık 2013, 15:26   Mesaj No:12
Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: KUR”AN Tercüme Teknikleri Ders Notları (14 Hafta FuLL)

12. HAFTA

MEALLERDE TÜRKÇE’NİN İMKÂNLARININ
KULLANILMASI:
Kur‟an meali hazırlamak, hem Arapça‟nın, hem de Türkçe‟nin kendine ait hususiyetlerinin aynı hassasiyet ölçüleri içinde gözetildiği bir süreçtir. Bazen mütercimler Arapça‟nın gramer yapısının etkisinde kalarak meal hazırlarlar. Neticede ortaya edebi zevk ve estetikten yoksun sıkıcı, anlaşılmaz ve bir o kadar da devrik cümlelerden müteşekkil bir metin ortaya çıkar.
Sıfatların niteledikleri şeylerden sonra geldiği “ki” bağlacının çokça kullanıldığı Türkçe kelimelerin Arap dilinin mantığı ve grameriyle ifade edildiği bir mealle karşılaşılırız.
Hâlbuki tercüme iki önemli adımdan meydana gelir:
Birincisi ilahi kelamı doğru anlamak, yani Kur‟an‟ın nazil olduğu dönemde konuşulan Arapçayı, içinde doğduğu kültürü ve mevcut söz dağarcığının Kur‟anla birlikte geçirdiği semantik (anlamsal) değişikliği bilmesi gerekir.
İkincisi ise, ilahi mesajın anlamını diğer bir ifadeyle Sahabe-i kiram‟ın anladığı manayı çağdaş Türk insanına veya okuruna Türkçenin imkânlarını en ileri derecede kullanarak ifade etmektir.
1. ÖĞRENİLEN (MİŞ’Lİ) GEÇMİŞ ZAMAN KİPİ:
Öğrenilen geçmiş zaman kipi Arapça‟da bulunmaz. Bu anlam, ancak siyaktan ve muhtevadan çıkarılabilir. Buna mukabil Türkçede, bu manayı ifade eden başlı başına bir zaman kipi mevcuttur. Bunu gereği gibi kullanmak, Türk okuyucular için oldukça cazip gelecek, bu sayede Kur‟an‟ın ihtiva ettiği bir kısım manalara daha mükemmel şekilde nüfuz etme imkânı bulacaklardır.
Birinci örnek ve Tahlili: “Taha Suresi, 71”
قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمْ الَّذِي عَلَّمَكُمْ السِّحْرَ فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَا أَشَدُّ عَذَابًا وَأَبْقَى “(Fir‟avun), dedi: Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür…”
Hâlbuki Firavun, bu bilgiye müşahedesine dayanarak ulaşmış değildi. Bilakis neticenin ortaya çıkmasından sonra zan ve tahmini ile bu sonucu çıkarmıştı. Türkçemizde, kişinin görmediği veya kendisince kesin olmayan bir durumu, öğrenilen (mişli) geçmiş zaman kipi ile ifade etmek daha uygun olur. Yukarıdaki ayet şöyle ifade edilebilir:
Ya! dedi Firavun, “Benden izin çıkmadan ona inandınız ha! Demek ki size sihri öğreten ustanız oymuş!
“Ya! Dedi: ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha?
O her halde size sihri öğreten büyüğünüz,” Elmalılı
“Firavun, «ben size izin vermeden imân mı ettiniz? Şüphesiz ki size sihir öğreten elebaşınız odur.”Celal Yıldırım
“(Firavun): "Ben size izin vermeden ona inandınız ha?
O, size büyü öğreten büyüğünüzdür.” Süleyman Ateş
İkinci Örnek Ve Tahlili: “Kehf Suresi, 63”
قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنْسَانِي إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا(Uşağı): “Gördün
mü dedi, Kayaya sığındığımız vakit balığı unuttum…”.
Burada dikkat çekilmek istenen husus “nesîtu” fiili Türkçe‟ye çevrilirken hangi zaman kipiyle aktarıldığında anlam daha güzel taşınabilir meselesidir.
Zira Hazreti Musa (a.s)‟ın yardımcısı, bilinçli bir tarzda balık konusunu unutmuş değildi. Bu manayı, Türkçedeki öğrenilen (miş‟li) geçmiş zaman kipi, daha net ve sıradanbir okuyucunun bile hemen fark edeceği bir tarzda gösterme imkânıvermektedir.
Dolayısıyla şöyle ifade etmek daha münasip olur:
“Gördün mü, dedi, o kayanın yanında mola verdiğimizde balığı unutmuşum!” S. Yıldırım “Gördün mü? dedi: kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unuttum…” Elmalılı
“Genç, “Gördün mü? Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum” Diyanet “Genç yardımcısı dedi ki: Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unuttum.” A. Bulaç
Burada ayrıca şunu da belirtelim ki; ayette geçen
kaya, muayyen bir kaya olduğu için Türkçeye çevirirken “o” işaret sıfatını ilave ederek, “o kayanın…”şeklinde tercüme etmek gerekir, aksi halde konu muğlâk kalır. Yine “kayaya sığınmak” tabirinin yerine S. Yıldırımın mealinde olduğu gibi “o kayanın yanında mola verdiğimizde…” demek Türkçe açısından daha güzeldir.
Üçüncü Örnek ve Tahlili: “Yusuf Suresi, 17”
قَالُوا يَاأَبَانَا إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ وَمَا أَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقِينَ “Yusuf‟u eşyamızın yanında bırakmıştık. Bir kurt onu yedi.” Bu mealde özellikle “yedi” ifadesi eksik ve Türkçe açısından hatalıdır. Zira Kurdun onu yediğini onlar görmediklerine göre Türkçede bu durumun, görülen (di-li) geçmiş zaman yerine, öğrenilen geçmiş zaman kipi kullanılarak ifade edilmesi daha güzel olur: “
“Dediler: ey pederimiz, biz gittik yarış ediyorduk,
Yusufu eşyamızın yanında bırakmıştık bir de baktık ki
onu kurt yemiş,” Elmalılı "Ey babamız, dediler, biz gittik, yarışıyorduk; Yusuf’u yiyeceğimizin yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş!” S. Ateş.
Dördüncü Örnek ve Tahlili: “Yusuf Suresi, 81”
"Babanıza dönün, deyin ki: "Ey babamız, oğlun hırsızlık etti! Biz ancak bildiğimize şâhitlik ettik (tasın, onun yükünden çıktığını gördük, ötesini bilmiyoruz), Biz gizliyi bilenler değiliz.” S.Ateş. Ayet-i kerimede geçen “seraka” fiili “Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti.” ifadesiyle tercüme edilmiştir. Hâlbuki onlar, o kardeşlerinin hırsızlık ettiğini görmedikleri gibi onun hırsızlık ettiğini kesin bir şekilde de öğrenmiş değillerdi.
Dolayısıyla bu durumu Türkçede, öğrenilen geçmiş zaman kipi ile şöyle ifade etmek daha uygun olur. Şöyle ki:
"Siz dönün, babanıza deyin ki: "Sevgili babamız, bizler farkına varmadan oğlun inan ki hırsızlık etmiş. Biz ancak bildiğimize şahitlik ediyoruz. (Söz verdiğimiz zaman, bu durumun ortaya çıkacağını nereden bilebilirdik?) Gayb
bize emanet edilmiş değil ki!" S. Yıldırım
“Siz dönün babanıza da deyin ki ey bizim babamız, inan oğlun hırsızlık etti, biz ancak bildiğimize şahadet ediyoruz yoksa gaybın hafızları değiliz” Elmalılı
2. MAZİ-MUZARİ İKİLEMİ:
Birinci örnek ve Tahlili, “Nahl Suresi, 1”
Bu âyetteki أَتَى أَمْرُ اللَّهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ cümlesindeki “etâ” fiilini Arapça lafza uygun olsun diye bazı meal yazarları geçmiş zaman yani mazi fiili ile çevirirken bazıları da ayetin lafzından ziyade asıl anlamını esas aldıklarından gelecek zaman kipiyle çevirmişlerdir: “Allah‟ın emri geldi.

Artık onu vaktinden evvel istemeyin.” H. Basri Çantay,
S. Ateş. “Allah‟ın buyruğu gelecektir.” Diyanet “Allah‟ın emri gelmiştir.” Diyanet Vakfı “Allah‟ın emri geldi. Onunla yüz yüze gelmekte acele etmeyin.” Y. Nuri Öztürk “Allah‟ın emrini gelmiş bilin.” şeklindedir. Bazı meal yazarlarının “eta” kelimesini mazi fiili ile çevirmeleri asıl lafza uygun olma endişesinden ileri gelmiştir. Bazıları ise gelecek
zaman kullanırken, mana ve maksadı gözetmişlerdir.
Zira bu ayette Allah‟ın emrinden maksat, kıyamettir.
Kur‟an-ı Kerim her iki fiil ile de ifade edilebilecek bir intiba vermek istemektedir. Yani gelecekte gerçekleşecek bir hadisenin zamanının müphem olması sebebiyle, yakında olabileceği intibaını da vermek istemektedir. İşte bu gayeyi ifade edecek altın bir fırsat Türkçemizde mevcuttur. O da şöyle çevirmekle olur:Allahın emri geldi gelecek!”Suat Yıldırım görüldüğü gibi bu kullanılış, şimdiki ve gelecek zamanı bir arada bulundurmaktadır.
3. GENİŞ ZAMAN İMKÂNI:
Birinci Örnek Ve Tahlili: “Hicr Suresi, 23”
وَإِنَّا لَنَحْنُ نُحْيِ وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
“Gerçek biz, mutlak biz hem diriltiriz, hem öldürürüz.
Biz (Hepsinin) vârisleriyizdir.” H. Basri Çantay“Şüphesiz biz, gerçekten biz yaşatır ve öldürürüz ve varis olanlar biziz.” Ali Bulaç“Şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz vâris oluruz.” Diyanet Vakfı
Zikredilen ilk mealde ve benzerlerinde “Biz diriltiriz, öldürürüz, hepsinin varisleriyizdir”şeklinde çeviri yapıldığını görüyoruz. Bunun yerine geniş zaman kullanarak Ömer Dumlu, Hüseyin Elmalı ve Diyanet‟in hazırladığı meallerde olduğu üzere “Doğrusu dirilten ve öldüren biziz; hepsinin gerisinde de biz kalırız.” şeklinde yahut S. Yıldırım‟ın mealindeki gibi “Hepsinden sonraya kalacak olan baki Biziz” daha güzel ve tercih edilebilir.
4-İSTEK-EMİR ŞEKLİ:
Birinci Örnek ve Tahlili: “Şuara, 39”
وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَ “Ve halka siz toplu musunuz denildiElmalılı “Ve insanlara: Siz de toplanıcılar mısınız?” denildi.” H. Basri Çantay “İnsanlara siz de toplanır mısınız denildi.” Diyanet, Ömer Dumlu, Hüseyin Elmalı “İnsanlara da toplanmış mısınız, denildi.” A. Fikri Yavuz.
Mealleri okuduğumuzda kısa bir âyetin özellikle
de “müctemiûn” kelimesinin ne kadar farklı ve değişik vurgulamalarla ifade edildiği görülmektedir Ayette anlatılmak istenen maksat ve manaya göre ise bu kelimeyi istek-emir şekli ile çevirmek daha uygundur: “Halka da, Haydi ne duruyorsunuz, siz de toplansanıza! denildi.”
5. MAHZUF FİİLLER:
Birinci Örnek ve Tahlili: “Kehf Suresi, 54”
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا“Şanım hakkı için, hakikat, biz bu Kur'an’da insanlara ibret olacak her türlü meselden tasrif yapmışızdır, insan ise her şeyin cedelce ekseri olmuştur” Elmalılı
“Andolsun ki biz bu Kur'anda insanlar için her (çeşit) misâli (tekrar tekrar) açıklamışızdır. İnsanın husumeti ise her şeyden fazladır.” H. Basri Çantay.

“Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır.” Diyanet Vakfı.
Meallerini verdiğimiz âyette iki cümle vardır. İki cümle arasında ise mahzuf bir “fakat birçoğu bunları anlamadı” anlamında bir cümle vardır. Bu cümleyi takdir ederek
meal verdiğimizde âyetin meali şu şekilde olur:Biz bu Kuranda insanlar için her türlü misal ve öğüdü farklı üsluplarla tekrar tekrar ifade ettik. Fakat birçoğu bunları anlamadı. Zira bütün varlıklar içinde tartışmaya en düşkün olan varlık, insandır.S. Yıldırım
6. ZAMAN UYUŞMAZLIĞI:
Birinci Örnek ve Tahlili: “Şuara Suresi, 173”
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًا فَسَاءَ مَطَرُ الْمُنذَرِينَ
“Üzerlerine taş yağmuru yağdırdık. İşte bak, azapla korkutulanların yağmuru ne kötüdür!” H. Basri ÇantayBurada zaman uyumunu sağlamak için cümlenin sonunu “ne kötü oldu!” diye bitirmek gerekirdi.
İkinci Örnek ve Tahlili: “Kehf Suresi, 47”
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا“O kıyamet gününü hatırla ki dağları yürüteceğiz ve arzı çırılçıplak göreceksin. İnsanları hesap yerine toplamışız da onlardan hiçbir kimse bırakmamışız.” A. Fikri yavuz
Burada “göreceksin” ile “bırakmamışız” arasında zaman uyumu bulunmamaktadır. Diğer taraftan “hatırlamak” kişinin bizzat kendi başından geçen veya geçmiş zamandaki olaylar hakkında kullanılır. İnsanın, istikbalde meydana gelecek kıyameti hatırlaması Türkçe kullanılış bakımından müphem kalmaktadır. Bunun yerine şöyle demek daha uygun olur: “Gün gelecek, dağları yürüteceğiz, sen de yerin dümdüz hale geldiğini göreceksin. İşte bütün insanları mahşer meydanında topladık; eksik bıraktığımız bir tek
kişi bile kalmadı!” S. Yıldırım.
Üçüncü Örnek ve Tahlili: “Bakara, 34”
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنْ الْكَافِرِينَ“Onu hatırla ki meleklere: “Adem‟e (hürmet olarak) secde edin” demiştik de bütün melekler secde etmişlerdi” A. Fikri yavuz
Zikredilen mealde hem hatırla kelimesi, hem de miş‟li geçmiş zaman kipi kullanmak isabetli değildir. Zira Hz. Adem‟in yaratılışına ve meleklerin secdesine Peygamber Efendimiz. (s.a.s.) şahit olmamıştır ki hatırlasın. İkinci
husus Allah c.c. burada kıssayı anlatıcıdır, hadiseyi görmüş ve müşahede etmiştir. Bu nedenle miş‟li geçmiş zaman kullanılmaz. Onun yerine şu daha uygundur:O vakit meleklere: “Adem (e hürmet) için secde edin!” dedik. İblis dışındaki bütün melekler secde ettiler. İblis bunu yapmadı, kibrine yediremedi ve kâfirlerden oldu.S. Yıldırım
Dördüncü Örnek ve Tahlili: “Mü’min suresi, 47”
وَإِذْ يَتَحَاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَصِيبًا مِنْ النَّارِ“Hatırla o vakti ki ateşte birbirleri ile çekişirlerken zayıf olanlar büyüklük taslayanlara şöyle diyecekler…” (Fikri Yavuz).
Mealde yine hatırla şeklindeki bir çeviri isabetli
değildir. Kur‟an‟ın muhatapları gelecekte vuku bulacak Cehennem‟deki bir konuşmayı nasıl hatırlayabilirler ki?

Şöyle demek daha uygun olur:Ateşin içinde birbirleri ile tartışırlarken zayıflar, dünyada büyüklük taslayanlara: „Biz bunca zaman size tâbi olduk, bari ateş azabının bir kısmını olsun kaldırabilir misiniz derler.S. Yıldırım.
7. GENİŞ ZAMAN FONKSİYONUNDA
KULLANILAN İSM-İ FAİLLER:
Arapçada birçok yerde ism-i fail sigasıyla irad edilen hususlar, Türkçeye geniş zaman kipiyle çevrilebilir. Zaten Arapçada ism-i fail, muzari (şimdiki veya geniş zaman) manası taşımaktadır.
Birinci Örnek ve Tahlili: “Şuara, 5”
وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ الرَّحْمَانِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ
“Bununla beraber Rahmandan kendilerine yeni bir
zikir gelmiyor ki ondan yüz çevirmiş olmasınlar” Elmalılı
“Kendilerine, o çok esirgeyici Allah'tan hiçbir yeni öğüt gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler.” Diyanet Vakfı
Bu tür meallerin yerine “mutlaka yüz çevirirler” veya “Mutlaka arkalarını dönüp uzaklaşırlar.” denilmesi daha uygundur.
İkinci Örnek ve tahlili: “Enbiya Suresi, 50”
وَهَذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ أَنزَلْنَاهُ أَفَأَنْتُمْ لَهُ مُنكِرُونَ
“İşte bu (Kur'an) da bizim indirdiğimiz feyz kaynağı bir zikirdir. Şimdi siz mi bunu inkâr edicilersiniz?” H.B.Çantay
“İşte bu (Kur'an) da bizim indirdiğimiz mübarek
zikirdir şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz “ Elmalılı
Yukarda meallerini verdiğimiz âyette öncelikle zikir kelimesinin tercüme edilmediğini görüyoruz. İkincisi
âyette geçen ikinci “bu” işaret zamirinin asıl metinde karşılığı yoktur. Kur‟an hakkında sakîl ve yakışıksız bir ifadedir. “Bunu mu inkâr ediyorsunuz” yerine “Onu mu…” denilmelidir. Üçüncü husus “inkar edicilersiniz” tabiri de Türkçede yaygın bir kullanım değildir. Bu sebeplerden dolayı âyetin mealinin aşağıdaki şekilde olması daha uygundur:İşte bu da sana indirdiğimiz kutlu bir mesajdır. Hal böyle iken siz onu inkâr mı edeceksiniz?”
Üçüncü Örnek ve Tahlili: “Enbiya Suresi, 51”
وَلَقَدْ آتَيْنَا إِبْرَاهِيمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِهِ عَالِمِينَ“Andolsun ki biz daha evvel İbrâhîme de rüştünü verdik ve biz onun ( buna ehil olduğunu) bilenlerdik.” H. Basri Çantay
“Andolsun biz, daha önceden İbrahim’e de doğru yolu bulma yeteneğini vermiştik. Zaten biz onu(n olgun insan olduğunu) biliyorduk.” S. Ateş
“Biz Mûsâ‟dan önce de İbrâhim‟e hidâyet ve akl-ı
selim verdik. Biz onun halini pekiyi biliyorduk” S. Yıldırım
“Andolsun, bundan önce İbrahim'e rüştünü vermiştik
ve biz onu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik.” Ali Bulaç
“Yemin olsun, İbrahim'e daha önceden, doğruyu bulma gücünü vermiştik. Onu bilmekteydik biz.” Yaşar N. Öztürk
“Ve gerçek şu ki, Biz (Musa'dan) çok önce İbrahim'e
(de) sağduyu vermiştik ve o'na (yön veren saiki) biliyorduk” M. Esed. Meallerdeki “ve biz onu(n buna ehil olduğunu) bilenlerdik.” yerine “Biz, onun halini pekiyi biliyorduk.” demek daha uygundur.



Alıntı ile Cevapla
Alt 23 Aralık 2013, 15:27   Mesaj No:13
Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: KUR”AN Tercüme Teknikleri Ders Notları (14 Hafta FuLL)

13. HAFTA

MUKAYESELİ MEAL TAHLİLLERİ:
1. FATİHA SURESİ:
Suat Yıldırım’ın Meali:
1 – Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla
2 – Bütün hamdler, övgüler âlemlerin Rabbi Allâh’adır.
3 – O rahmândır, rahîmdir.
4 – Din gününün, hesap gününün tek hâkimidir.
5 – (Haydi öyleyse deyiniz): “Yalnız Sana ibadet eder, yalnız senden medet umarız.”
6 – Bizi doğru yola, Sana doğru varan yola ilet.
7 – Nimet ve lütfuna mazhar ettiklerinin yoluna ilet. Gazaba uğrayanların ve sapkınlarınkine değil.
Süleyman Ateş’in Meali:
1- Rahmân ve Rahim Allâh'ın adıyla
2- Âlemlerin Rabbi (sâhibi, yetiştiricisi) Allah'a hamdolsun.
3- (O) Rahmân'dır, Rahim'dir.
3- Din (cezâ ve mükâfât) gününün sâhibidir.
4- (Ya Rabbi) Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz!
5- Bizi doğru yola ilet:
6-ni'met verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazabedilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil. (ya Rabbi)! Ali Ünal’ın Meali:
1. Rahman Rahîm Allah’ın Adıyla
2. Bütün hamd Âlemlerin Rabbi Allah içindir:
3. Rahman ve Rahîm;
4. Din (Hesap ve Hüküm) Günü’nün Maliki.
5. (Allah’ım) Ancak sana ibadet eder, ancak Sen’den yardım bekler ve dileniriz.
6. Bizi Dosdoğru yola Hidayet et.
7. kendilerine nimet lutfettiklerinin yoluna; üzerlerine gazab hak olmuş bulunanların ve dalalette olanlarınkine değil. Hasan Basri Çantay’ın Meali:
1–2–3) Hamd olsun Âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, Dîn günü'nün (tek) sahibi ve mutasarrıfı Allaha.
4. Yalınız sana ibâdet (kulluk) ederiz, yalınız senden yardım isteriz.
5–6–7) Bizi doğru yola, kendilerine ni'met verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil.
Öncelikle Hanefî mezhebine göre besmele Fatiha’ya dâhil değildir. Her surenin başında müstakil bir âyettir. Bu hususa riayet ederek sureyi tercüme eden sadece H. Basri Çantay’dır. S. Yıldırım ve diğer muhterem hocalarımız besmeleyi Fatiha’nın ilk ayeti tercüme etmişlerdir.
İkinci husus Rahman ve rahim kelimeleri Allah lafzının sıfatlarıdır. Bu nedenle sıfattan sonra “olan” diye bir kelimeye gerek yoktur. Bu noktaya Elmalılı H. Yazır tefsirinde dikkat çeker. Maalesef Elmalılı Tefsirinin sadeleştirilmiş metinlerinde bile “rahman ve rahim olan…” şeklinde hatalı olarak besmele tercüme edilmiştir.
Elmalılı’nın da belirttiği üzere doğru çeviri olsa olsa
S. Ateş ve Ali Ünal’ın çevirilerindeki gibi olmasıdır.
Bu bağlam da ikinci ve üçüncü ayetlerin birer sıfat olduğunu düşündüğümüzde Türkçe açısından en isabetli meal H. Basri Çantay’ın Mealidir. Rahman ve Rahim kelimelerinin esirgeyen ve bağışlayan şeklinde çevirileri
de hatalıdır. Zira esirgemek, kıskanmayı ve cimriliği ifade eden bir kelimedir.

En doğrusu bu iki ismi aynen bırakmaktır. Çünkü manalarını tam anlamıyla aktarmak imkânsızdır.
Üçüncü ayeti “din günü” şeklinde çevirmek her ne
kadar din kelimesindeki anlam genişliğinin muhafazası adına güzel olsa da Türkçe’de din kelimesi isim olarak meşhur olmuştur. Bu nedenle din gününün maliki” kapalı bir ifadedir. Buradaki din; ceza ve hesap anlamındadır.
Elmalılı Hamdi Yazır hidayet kelimesindeki anlam zenginliğinin “iletmek ve göstermek” kelimeleriyle karşılanamayacağını kelimenin aynen “hidayet et”
şeklinde tercümesinin daha isabetli olacağını söylemektedir. Ali Ünal’ın mealinde bu hususa
dikkat edilmiştir.
Hemen hemen bütün mealler “iyyâke” kelimesinin “na’budü” fiilene tekaddümünden meydana gelen hasr anlamını “ancak, sadece, yalnız” kelimeleriyle meale yansıtmışlardır. Yine “elhamdü” kelimesinin başındaki lam-ı tarifin istiğrak anlamı S. Yıldırım, Ali Ünal ve A. Fikri Yavuz tarafından “bütün” kelimesiyle mealde karşılanmıştır. Son bir husus ise A. Fikri Yavuz’un çevirisi serbest ve tefsire benzemektedir, Fatiha’dan olmayan “âmin” kelimesinin manasıyla mealini bitirmesi bunu göstermektedir. Âmin ifadesinin Fatiha’nın meali olarak çevrilmesi doğru değildir.
2- BAKARA SURESİ 285–286. AYETLER:
Suat Yıldırım’ın Meali:
285 – Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de. Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti. “O’nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz” dediler
ve eklediler: “İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır”.
286 – Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma. Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma.
Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize! Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara
karşı Sen yardım eyle bize!
Süleyman Ateş’in Meali:
285- Elçi, Rabbinden, kendisine indirilene inandı, mü'minler de. Hepsi Allah'a, meleklerine, Kitaplarına ve peygamberlerine inandı. "O'nun elçilerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz" (dediler). Ve dediler ki: "İşittik, itâ'at ettik! Rabbimiz, (bizi) bağışlamanı dileriz. Dönüş(ümüz) sanadır!"
286- Allâh, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. "Rabbimiz, unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlâmız(sâhibimiz, efendimiz)sin! Kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!"
Bakara Suresinin son iki âyeti yatsı namazlarından sonra camilerde okunur ve halkımızın ekseriyeti tarafından da ezbere bilinir.

Üzerinde durmak istediğimiz birinci husus 286. Âyetteki
لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَاcümlesinin nasıl anlaşılması gerektiğidir. Meallere baktığımızda ayetin hemen hemen “Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.” Şeklinde çevrilmiştir. Madem Allah insana gücünün yetmeyeceği şeyi yüklemez ise niçin âyetin devamında “Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme!” diye dua edilmesinin anlamı nedir? Bu sorunun en güzel cevaplarını Fahreddin er-Razî ve Elmalılı H. Yazır’ın tefsirinde bulmak mümkündür.
Öncelikle âyetteki vüsât ve takat kelimelerini açıklayalım. Zira her iki kelime güç ve kudret olarak Türkçeye aktarılır.
Vüs’at, ve takat kuvvet ve kudret anlamına gelmekle beraber vus’at, takat kelimesinden daha kapsamlıdır. Herhangi bir işi ve fiili kolay bir şekilde yapabilmektir. Takat ise, herhangi bir ameli zorla yapabilmeyi, insanın sabrının ve dayanma gücünün son sınırlarını zorlamasını ifade eder.
Vüs’at insana verilen ilahi kapasite gerek zihnî gerekse bedeni olarak sahip olduğu potansiyel gücü temsil eder.
Takat ise, insanın alışkanlıklarına ve yaşam tarzına göre de şekillenen güç ve kuvvetini temsil eder.
İkinci olarak bu hususu açıklayıcı bir delil de merhum Allame Elmalılı Hamdi Yazır’ın Bakara suresi 184. Âyetin tefsirinde geçen “yutîkûne” kelimesiyle ilgili yaptığı açıklamalardır. Elmalılı, eğer itâka kelimesini vüsat kudret ve istitaat anlamında anlarsak âyete şöyle mana vermemiz gerekir demektedir: “Oruca gücü yetenlere fidye vermek vacip olur” Bu takdirde rahatlıkla oruç tutabilen, oruç tutmaya gücü yetenlere oruç yerine fidye gerekirse, farz olan orucu, oruç tutmaya gücü yetmeyen acizler mi tutacak sorusu akla gelir. Ayrıca orucun Müslümanlara belirli günlerde farz kılındığını bildiren bir önceki âyetle çelişki olur. Elmalılı bu noktaya değindikten sonra “itâka”, veya “takat” kelimesinin “vus’at”ten farklı olduğunu belirtir.
Meselenin hakikati ise şudur: Yukarıdaki âyette, ihtiyarlık ve müzmin (daimi) bir hastalığa yakalandığından dolayı, gerek eda gerekse kaza olsun Oruç tutmakta çok zorlanan kişilere, oruç tutmak yerine her gün için fidye vermeleri gerektiği emredilmektedir. Elmalılı oruç tutmakta çok zorlanan tutamayacak derecede hasta olan bu kişileri “oruca dayanıp kalanlar” şeklinde tercüme etmektedir. O halde “itaka” masdarından türemiş takat kelimesi, insanın bir şeyi zar zor, bin bir meşakkatle başarması demektir.
3- HAŞR SURESİ 21–24. AYETLER:
Suat Yıldırım’ın Meali:
22 – Allah’tır gerçek İlah! O’ndan başka yoktur ilah. Görünmeyen ve görünen her şeyi bilir. O rahmandır, rahîmdir. 23 – Allah’tır gerçek İlah, O’ndan başka yoktur ilah. O melik’tir, kuddûs’tür, selam’dır, Mü’min’dir, müheymin’dir, aziz’dir, cebbar’dır, mütekebbir’dir. Allah, müşriklerin iddialarından münezzeh ve yücedir. 24 – Allah o gerçek İlahtır ki Halik’tır, bârî’dir, musavvir’dir. Hâsılı, en güzel isimler ve vasıflar O’nundur. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih ve tenzih eder. O, azizdir, hâkimdir. Mealde zikredilen isimleri Suat Yıldırım şöyle açıklar: Bâri’: Yaratıklarını düzgün ve âhenkli kılandır.
Musavvir: Bütün mahlûklarına özel sûretlerini verendir.
Melik: kâinatın gerçek hükümdarıdır.
Kuddûs: bütün eksiklerden uzak ve yücedir.
Selam: Kusurlardan salim olup yaratıklarına esenlik verendir. Mü’min: Güvenlik verendir.
Muheymin: Her şeyin üzerinde gözetip kollayandır.
Aziz: Üstün kudret sahibi, mutlak galiptir.
Cebbar: Yaratıklarının hallerini ve işlerini düzelten ve iradesi ile onları istediği şekilde yönetendir.
Mütekebbir: Büyükler büyüğüdür.
Haşr suresi 22–24. Âyetlerde geçen isimler Kurân Yolu isimli tefsirde ise şu şekilde açıklanmaktadır:
Melik: Egemenliğin mutlak sahibi, görünen ve görünmeyen âlemlerin asıl ve yegâne mâliki,
Kuddûs: Her türlü eksiklikten uzak, mutlak kemal sahibi, yaratılmışların tasavvur ve tasvirine sığmaz, kutsî, Selâm: Esenlik kaynağı, esenlik veren, selâmete çıkaran.
Mü'min: Güven sağlayan, kendisine güvenilen, vaadine itimat edilen, gönlünü imana açanlara iman veren. kendisine güvenenleri korkudan emin kılan, Müheymin: Görüp gözeten, yöneten ve denetleyen, evrenin mutlak hâkim ve yöneticisi. Azîz: Üstün, yenilmeyen, mutlak güç sahibi, yegâne galip, izzet ve şanın asıl sahibi ve kaynağı. Cebbar: İradesine sınır olmayan, murad ettiğini her durumda icra edebilen, hükmüne ve etkisine karşı direnilemeyen, yaratılmışların halini iyileştiren, yaralan saran, dertlere derman olan, erişilemez, yüceler yücesi, güç ve azamet sahibi. Mütekebbir: Büyüklüğü apaçık olan, azametini ortaya koyan, büyüklük ancak kendisine yaraşan, büyüklükte eşi olmayan.
Halik: Takdir ettiği gibi yaratan. Bari': Örneği olmadan yaratan, yaratmanın bütün evrelerindeki inceliklerin asıl kaynağı, Musavvir: Biçim ve özellik veren, yarattıklarının maddî manevî, duyularla algılanan algılanamayan bütün şekil ve hususiyetlerini belirleyen, Hakîm: Bütün işleri ve buyrukları yerli yerince olan, hüküm ve hikmet sahibi.
4- İNŞİRAH SURESİ:
Suat Yıldırım’ın Meali:
1 – Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?
Mirac gecesi Efendimiz Kâbe’nin yanında iken melekler tarafından göğsünün yarılıp zemzem suyu ile yıkanarak ilim ve hikmetle doldurulmasına işarettir.
2.3 –Senin belini çatırdatan o ağır yükünü indirmedik mi?
4 – Hem senin şanını yüceltmedik mi?
5 – Demek ki güçlükle beraber kolaylık vardır.
6 – Evet, güçlükle beraber kolaylık vardır.
7 – O halde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş. 8 – Hep Rabbine yönel, O’na yaklaş!
Süleyman Ateş’in Meali:
1- Biz senin (bunalan) göğsünü açmadık mı (ondaki bunalımları, sıkıntıları giderip, onu ilim, hikmet ve huzur
ile genişletmedik mi)?
2- Ve atmadık mı senin üzerinden yükünü?
3- Ki (o, ağırlığından) sırtını çatırdatmıştı!
4- Senin şânını yükseltmedik mi?
5- Muhakkak her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
6- Evet, her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
7- O halde (işlerinden) boşaldığın zaman (ibâdete) dur.
8- Rabb'ine niyaz et, yalvar.
Öncelikle bu surenin meali hazırlanırken dikkat edilmesi gereken husus bu sureninnezaman nazil olduğudur.
Rivayetlerden anlaşıldığı üzere Duha suresinden sonra Mekke döneminin ilk yıllarında nazil olmuştur. İkinci olarak ilk ayette zikredilen “şerh-i sadr” ifadesi hakikî anlamda mı yoksa mecazî anlamda mı kullanılmaktadır? Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in çocukken, sütannesinin yanında kalırken kalbinin yarılıp temizlendiğine dair rivayetler vardır. Diğer bir rivayet ise, Mirac’a çıkmadan önce Hz. Peygamber’in kalbinin zemzem suyuyla yıkanıp içine ilim ve hikmetin konulmasıdır.
Esas mesele Hadislerde zikredilen mucizevî hadisenin, İnşirah Suresi’nin tefsiri çerçevesinde ele alınmasıdır. Elmalılı Hamdi Yazır, yukarıda zikredilen iki rivayeti, birisinin Peygamberimizin çocukluk yıllarında olması diğerinin ise İnşirah suresinin tenzilinden yıllar sonra Peygamberimizin Miraca çıkmadan gerçekleşmesi nedeniyle tercih etmemektedir. Nitekim Suat Yıldırım ilk ayetin mealinin altına düştüğü açıklamada âyetteki şerh-i sadr ile Peygamber Efendimizin göğsünün açılıp zemzemle yıkanması hadisesi arasındaki ilişkiyi işarî bir delalet olarak değerlendirmiştir. Sarih bir delalet değil. O halde âyette geçen göğsün açılıp genişletilmesi, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in yukarıda zikredilen iki meal ve açıklamalarından anlaşılmaktadır ki, peygamber efendimizin göğsünün şerh edilmesi açılıp genişletilmesi meselesi bir mecazdır.
Son olarak vurgulamak istediğimiz bir husus belini büken, kemiklerini birbirine geçiren ağır yük anlamında kullanılan “vizr” kelimesinin bir diğer anlamı da vebal yani günahtır. Ancak “vizr” kelimesi bu ayette asla günah anlamında değildir. “Peygamberlere ait küçük zelleler” kastedilmiş olabilir mi denilirse ayetin devamındaki açıklama bu yorumu çürütür. Zira buradaki vizr insanın belini bükecek kadar ağır bir mesuliyeti ifade etmektedir.
5- TÎN SURESİ:
Suat Yıldırım’ın Meali:
1 – İncir ve zeytine,
2 – Sina dağına,
3 – Bu emin beldeye yemin olsun ki:
4 – Biz insanı en mükemmel sûrette yarattık,
5 – Sonra da onu en aşağı derekeye düşürdük.
6 – Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar müstesnadır. Onlara ise hiç eksilmeyen ve tükenmeyen bir mükâfat vardır.
7 – Bütün bunlardan sonra ey insan, senin mahşere ve hesaba inanmana hangi engel kalabilir?
8 – Allah hâkimlerin hâkimi değil midir?
Hz. Peygamber (a.s.m.) bu sûrenin sonunda: “Elbette! Bende buna şahitlik edenlerdenim” denilmesini istemiştir.
Ali Özek ve Heyetin Meali:
1. İncire, zeytine, 2. Sina dağına,
3. Ve şu emîn beldeye yemin ederim ki,
4. Biz insanı en güzel biçimde yarattık.
5. Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına attık.
6. Fakat iman edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır.
7. Artık bundan sonra, ceza günü konusunda seni kim yalanlayabilir?
8. Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?
İlk üç ayette Hz. Musâ, Hz. İsa, Hz. Muhammed “S.A.V” gibi Ulülazm peygamberlere vahiy gelen kutlu yerlere dikkat çekilmiştir. İnsanın ahsen-i takvim üzere yaratılması meal okuyucusu tarafından kolaylıkla anlaşılabilir. Ancak akabinde zikredilen “radednâhü esfele sâfilîn” cümlesi açıklanması gerekir. S. Yıldırım’’ın ve Ali Özek’in meali “onu en aşağı dereceye düşürdük”,“çevirdik aşağıların aşağısına attık” ifadesinden maksat bizce anlaşılmamaktadır.
Birbirini nakzeden cümleler izlenimi vermektedir.
Bu surenin meallerinde dikkat edilmesi gereken nokta özellikle beşinci âyet ile altıncı ayeti birlikte anlamaktır. Zira altıncı ayetin başındaki “illâ” edatının müstesnası olduğu gibi müstesna minh’i de olmalıdır. Her iki ayeti bir cümle olarak okur ve anlarsak iki ayet arasındaki “durulmaz” anlamındaki durak işareti olan “lam elif” in âyetin okunuşundan ziyade anlamıyla ilgili olduğu da ortaya çıkar.
6- TEKÂSÜR SURESİ:
Ali Özek ve Heyetin Meali:
1-Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki,
2-Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz.
3-Hayır! Yakında bileceksiniz!
4- Elbette yakında bileceksiniz!
5-Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız,
6-Mutlaka cehennem ateşini görürdünüz.
7-Sonra ahirette onu çıplak gözle göreceksiniz.
8-Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.
Suat Yıldırım’ın Meali:
1 – Dünyalıklarla böbürlenmek, oyaladı sizleri.
2 – Tâ boylayıncaya kadar kabirleri!
3 – Hayır (geçici dünya zevklerine bağlanmak doğru değil, sakının bundan) Hayır, ileride bileceksiniz,
4 – Evet, evet! İleride bileceksiniz.
5 – Sakının bundan! Eğer kesin bir tarzda (ilmelyakin) bilseydiniz böyle yapmazdınız.
6 – Siz cehennemi göreceksiniz.
7 – Evet, evet onu mutlaka gözlerinizle göreceksiniz.
8 – Sonra o gün nimetlerden hesaba çekileceksiniz.
Süleyman Ateş’in Meali:
1- Çokluk yarışı, sizi oyaladı,
2- Nihâyet kabirleri ziyaret ettiniz (kabre girinceye kadar mal artırmağa çalıştınız).
3- Hayır (olmaz bu), yakında bileceksiniz (hatânızı)!
4- Yine hayır, yakında bileceksiniz (hatânızı)!
5- Hayır, (gerçeği) kesin bilgi ile bilseydiniz;
6- Mutlaka cehennemi görür (onun varlığını gözle görmüş gibi kabul eder)diniz.
7- Sonra onu kesin olarak gözle göreceksiniz.
8- Sonra o gün, (size verilen) ni'metten sorulacaksınız.
Öncelikle belirtelim ki Kur’ân’ın kötülediği, mutlak çoklukla gururlanma değildir. Zira âyette geçen et-Tekâsür kelimesindeki elif lam istiğrak ifade etmez. Bilakis ahd-i sabık içindir ki o da geçici dünya zevkleriyle çok öğünmedir. O halde tekasür kelimesini sadece “çokluk” kelimesiyle tercüme eksiktir. Okuyucu için kapalıdır.
Bu surenin mealleri hakkında söylenmesi gereken ikinci mesele حَتَّى زُرْتُمْ الْمَقَابِرَibaresi bir mecaz mı yoksa sebebi nuzûl kabilinden tarihsel bir olayın anlatımı mı?
Tefsirler de Arap kabilelerinin aralarındaki rekabet ve asabiyet sebebiyle kendilerini överken kabirlerdeki ölüleri bile saydıklarını nakleden rivayetler vardır. Ali Özek ve heyetin hazırladığı meal söz konusu rivayetler esas alınarak cümle hakiki anlamı verilerek tercüme edilmiştir.
S. Yıldırım ise, “hattâ zürtümü’l-mekâbir” cümlesinin ölmeyi, kabri boylamayı ifade eden bir deyim olarak kabul etmiş ve bu çerçevede âyeti tercüme etmiştir. S. Ateş ise, ayeti lafzî olarak tercüme etmiş, ancak ayetin mecazi anlamına parantez içinde yer vermiştir. Bu çelişki
meallerde çokça yapılan bir yanlıştır.
Tekasür suresini anlarken ve tercüme ederken dikkat edilmesi gereken son bir nokta da Kuran’ın ekseriyet itibarıyla tıpkı bu surede olduğu gibi konuşma diliyle nazil olduğu ve bunun üslûbuna yansıdığı gerçeğidir. Bu nedenle ayetler arasında, yazıya dökülmemiş ancak muhatap tarafından konuşmanın bağlamından çok kolaylıkla anlaşılabilecek ifadeler vardır. Bunlara îcaz ve hazf diyoruz. Bu surede ise beşinci âyetten sonra şart cümlesinin cevabı zikredilmemiş muhatabın izanına havale edilmiştir ve cümle burada bitmiştir. Altıncı âyette yeni bir cümle başlamaktadır. Hata yapılan yer, altıncı ayeti, beşinci ayetin devamı gibi anlamak ve çevirmektir. Doğrusu altıncı ayetle yedinci ayetin birlikte birbirini teyit eden cümleler olarak anlaşılmasıdır. Ali Özek ve heyet tarafından yapılan 5 ve
6. Ayetlerin “Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, Mutlaka cehennem ateşini görürdünüz.” mealinde çevirisi müphem ve kapalıdır.
S. Ateş hocamız mevcut müşkili ve kapalılığı fark
ederek parantez içinde bir açıklama ile problemi
çözmeye çalışmıştır. Ancak zorlama bir tevile gitmiştir.
Burada S. Yıldırım hocamızın beşinci âyeti çevirisine dikkatle bakarsak “Sakının bundan! Eğer kesin bir tarzda (ilmelyakin) bilseydiniz böyle yapmazdınız.” ayetteki şartın cevabı konumunda olan ama gizlenen “böyle yapmazdınız” cümlesi çok yerinde ve güzel bir çeviridir.
7- ASR SURESİ:
Suat Yıldırım’ın Meali:
1 – Yemin ederim zamana:
2 – İnsanlar hüsranda.
3 – Ancak şunlar müstesna: İman edip makbul ve güzel işler yapanlar, Bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler.
Süleyman Ateşin Meali:
1- Asra andolsun ki,
2- İnsan ziyandadır.
3- Ancak inanıp iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler ziyânda değillerdir
Diyanet İşleri Başkanlığı Meali:
1- İkindi vaktine (Asra; çağa) and olsun ki,
2- İnsan hiç şüphesiz hüsran içindedir.
3- Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, birbirlerine gerçeği tavsiye edenler ve sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun dışındadır.
Âyette geçen “asr” kelimesi, çağ, insanın ortalama ömrü, uzun zaman, peygamberlik çağı, ikindi namazı anlamlarına gelir. Âyette bu anlamlar muhtemel bulunmakla beraber, daha ziyade inanıp güzel işler yapan, hakkı ve sabrı tavsiye edenler dışındaki insanların, ömürlerini boşa geçirdikleri teması işlendiği için burada 'asr’ ile kastedilen insan ömrü.
İkinci vurgulanması gereken nokta tıpkı Tîn suresinde olduğu gibi burada da illâ edatını öncesi ve sonrasıyla birlikte değerlendirip ikinci ve üçüncü ayetleri tek bir cümle gibi anlamak ve çevirmek gerekir.
İmam Şafii (r.a) şöyle demiştir: “Kur’ân’dan başka hiçbir sûre nazil olmasaydı şu pek kısa sûre bile, insanların dünya ve âhiret mutluluklarını temine yeterdi.
8- HÜMEZE SURESİ:
Ali Özek ve Heyetin Meali:
1. Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline!
2. O ki, toplamış ve onu sayıp durmuştur.
3. (O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder.
4. Hayır! Andolsun ki o, Hutame'ye atılacaktır.
5. Hutame'nin ne olduğunu bilir misin?
6. Allah'ın, tutuşturulmuş ateşidir.
7. (Yandıkça) tırmanıp kalplerin ta üstüne çıkar.
8. O, onların üzerine kapatılıp kilitlenecektir.
9. (Bu ateşin içinde) uzatılmış sütunlara bağlanmışlar.
Suat Yıldırım’ın Meali:
1 – Vay haline her hümeze ve lümeze’nin,
2 – Böylesi mal yığar ve onu sayar durur.
3 – Malının kendisini ebedî yaşatacağını sanır.
4 – Hayır! (Vazgeçsin bu hülyadan, malı kendisini kurtaramaz) Mutlaka o Hutame’ye fırlatılır.
5 – Bilir misin Hutame nedir?
6.7 – Allah’ın tutuşturulmuş bir ateşidir. Bir ateş ki ta kalplere kadar işleyip yakar.
8.9 – Bu ateş mahzeninin kapıları, onların üzerlerine kapatılacaktır. Kendileri de uzun sütunlara bağlı bırakılacaklardır.
Süleyman Ateş’in Meali:
1- (İnsanları) Diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işâretler yapıp alay eden her fesâd kişinin vay haline!
2- O ki mal yığdı, onu saydı durdu.
3- Malının, kendisini ebedi yaşatacağını sanıyor.
4- Hayır, andolsun ki o, Hutame'ye atılacaktır.
5- Hutame'nin ne olduğunu sen nereden bileceksin?
6- Allâh'ın tutuşturulmuş ateşidir.
7- (Bir ateş) Ki gönüllere işler.
8- O, onların üzerine kapatılıp kilitlenecektir.
9- (Kendileri,) Uzatılmış direkler arasında (bağlı) olarak (kalacaklardır).
Mekke’de indirilmiş olup 9 âyettir. Adını ilk âyetinden almıştır. İnsanları ayıplayıp hakaret etmenin çirkinliğini ve onları bekleyen cehennemin dehşetlerini tasvir eder. Bu âyetten anlaşılıyor ki, o kişinin alaycı tavrı, servet sahibi olmasından ileri gelmektedir. Mal yığma, bir de onu tek tek sayıp öğünme her ikisi de mala perestiş etme ve fakat bu malı kendisine nasib eden Allah’ın rızası için muhtaç insanlara ve diğer hizmet yerlerine harcamamayı iyice resmeder. Kalb diye çevirilen âyetteki fuâd kelimesi, maddî bedene kan ve hayat gönderen maddî kalb için değil de inanç, fikir, düşünce, hissiyat gibi düşüncelerin merkezi olan manevî latife hakkında kullanılır. Herhangi bir şeyin bütün kalbi kaplaması azabın şiddetini gösterir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 23 Aralık 2013, 15:28   Mesaj No:14
Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: KUR”AN Tercüme Teknikleri Ders Notları (14 Hafta FuLL)

14. HAFTA

1- FİL SURESİ:
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ ﴿1﴾ أَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِي تَضْلِيلٍ ﴿2﴾ وَأَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا أَبَابِيلَ ﴿3﴾ تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجِّيلٍ ﴿4﴾ فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ ﴿5﴾
Suat Yıldırım’ın Meali:
1- Rabbinin Ashab-ı fil’e ettiklerini görmedin mi?
2- Onların hile ve düzenlerini boşa çıkarmadı mı?
3- Üzerlerine ebabili, sürü sürü kuşları salıverdi.
4- Bunlar onlara pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyorlardı.
5- Derken onları kurt yeniği ekin yaprağına çeviriverdi. Süleyman Ateş’in Meali:
1- Rabbinin, Fil sâhiplerine ne yaptığını görmedin mi?
2- Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
3- Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi,
4- Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atan (kuşlar).
5- Nihâyet onları, kurt yeniği ekin yaprağı gibi yaptı.
M. Esed’in Meali:
1- Haberin yok mu Rabbin Fil Ordusu'na ne yaptı?
2- Onların kurnazca planlarını tamamen bozmadı mı?
3- Üzerlerine kalabalık sürüler halinde uçan varlıklar saldı,
4- Onlara önceden tesbit edilmiş taş gibi sert azap darbeleri vurdular,
5- ve onları yalnız sap dipleri kalasıya yenmiş bir ekin tarlasına benzettiler.
Öncelikle, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)in doğumundan elli, elli beş gün gibi önce vuku bulan ve Arapların tarih başlangıcı olarak kullandıkları Fil Vakasını görmesi mümkün değildir. O halde “görmedin mi” şeklindeki bir hitabın ve sorunun Anlamı nedir? Bu ifade tarzı, “bilmiyor musun, pekâlâ bildiğin gibi” anlamında bir mecazdır. Çünkü hadise ile ilgili o kadar çok şey duymuş ve hadiseyi yaşayan insanlarla karşılaşmış ki Fil olayı Peygamber’imiz için tevatür derecesinde, gözle görmüş gibi kesin bir olaydır. Dolaylı olarak Mekke halkı içinde aynı husus söz konusudur. S. Yıldırım ve S. Ateş ayeti lâfzî tercüme ederken M. Esed ayeti manevî tercüme etmiş ve ayetteki maksada göre mana vermiştir.
İkinci husus Elmalılı H. Yazır’ın dikkat çektiği “keyfe” edatının çevirisi “nasıl” şeklinde olması ve olayın meydana geliş keyfiyetine vurgu yapılması gerekirken “ne” kelimesiyle çevrilmiştir. Neticede olayın meydana gelişindeki harikuladelik ve mucizevî yön yerine Allah’ın ne yaptığı yani helak hadisesine dikkatler çekilmiştir. Bu bir eksikliktir. İsabetli olan “rabbinin fil ashabını nasıl helak ettiğini görmedin mi/ bilmez misin!” tarzında yapılabilirdi.
Üçüncü mesele tadlîl kelimesinin boşa çıkarma iptal etme olarak çevrilmesidir. Buradaki tadlîl’in saptırmak ve sapıklıkta bırakmakla alakası yoktur.
Fil suresinin meali denildiğinde mutlaka akla gelecek bir konu da “ebâbîl” kelimesinin tercümesidir.

Birincisi ve Elmalılı’nın da tercih ettiği ve “tayran” kelimesinin nekre oluşunun da desteklediği “ebâbil” kelimesinin tayr kelimesinin sıfatı olması ve manasının da “kafile kafile, sürüler halinde kuşlar” şeklinde olmasıdır. Diğer tefsir ebâbil bir kuş türüdür ve âyette tayr kelimesini açıklayan bir atf-ı beyandır. Bu takdirde ise, “üzerlerine sürü sürü kuşları, ebabili gönderdik” şeklinde çevirmek mümkündür.
S. Yıldırım’ın meali her iki görüşü birleştiren bir yapıdadır. Ancak tercihimiz Elmalılı’nın da tercihi olan sıfat olması yani diğer iki çevirideki gibi ebabil yerine “kafile kafile” veya “sürü sürü” çevirisidir.
Meselelerden birisi de M. Esed’in mealinde gerek peygamberlerin mucizeleri gerekse harikulade olayları, cinler gibi görünmez varlıkları pozitivist bir bakış açısıyla tevil etmesidir. Üçüncü ayeti “Üzerlerine kalabalık sürüler halinde uçan varlıklar saldı” diye, kuşları, uçan varlıklar olarak çevirmesi söz konusu bakış açısının bir sonucudur.
Son olarak çevirisinde farklılık olan bir yerde “keasfim’me’kul” ifadesidir. Buradaki “asf” yani ekin yaprağı hakkında Elmalılı üç görüş zikretmektedir. Hülasa ekin yaprağından maksat saman haline gelmiş şekli midir? Yoksa delik deşik olmuş kurtların yediği yeşil ekin yaprağı mıdır? Elmalılı yeşil ekin yaprağı olduğunu tercih etmektedir.
2. KUREYŞ SURESİ:
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
لِإِيلَافِ قُرَيْشٍ ﴿1﴾ إِيلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَاءِ وَالصَّيْفِ ﴿2﴾ فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ ﴿3﴾ الَّذِي أَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَءَامَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ ﴿4
Suat Yıldırım’ın Meali:
1–Kureyş’in güven ve barış anlaşmalarından faydalanmalarını sağlamak için,
2–Kış ve yaz seferlerinde faydalandıkları anlaşmaların kadrini bilmiş olmak için,
3– Yalnız bu Ev’in (Kâbe’nin) Rabbine ibadet etsinler.
4– Kendilerini açlıktan kurtarıp doyuran, korkudan emin kılan Rab’lerine kulluk etsinler.
Süleyman Ateş’in Meali:
1- Kureyşi alıştırdığı için,
2- Onları kış ve yaz yolculuğuna alıştırdığı için,
3- Bu Ev(Kabe’n)in Rabbine kulluk etsinler.
4- O ki onları yedirip açlıktan kurtardı ve onları korkudan güvene kavuşturdu.
Ali Özek ve Heyet (Diyanet Vakfı) Meali:
1- Kureyş'e kolaylaştırıldığı,
2- Evet, kış ve yaz seyahatleri onlara kolaylaştırıldığı için,
3- Onlar, şu evin Rabbine kulluk etsinler ki,
4-Kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kıldı.
Kureyş suresi dört ayetten meydana gelse de tek bir cümledir. Sureyi bu bakış açısıyla tercüme etmek gerekir. Yukarıdaki ve benzeri meallerde ilk dikkati çeken nokta suredeki “îlaf” kelimesinin çevirileridir.

S. Yıldırım “güven ve barış anlaşmaları”, S. Ateş, “alıştırmak”, Heyet ise, “kolaylaştırmak” şeklinde tercüme etmişlerdir. Âyette geçen ülfet masdarından türetilmiş îlâf kelimesi, ülfet ettirmek yani alıştırmak uzlaştırmak, ya da ülfet ettirilmek uzlaştırılmak alıştırılmak manalarına gelir Mealleri değerlendirdiğimizde Suat Yıldırım Elmalılı mealini aynen almış ve Onun tercihini mealine yansıtmıştır.
S. Ateş ise, if’al kalıbı esas alındığında elde edilen anlamı mealine yansıtmıştır. Ancak her iki meal de, Kureyşin yazın Şam taraflarına Kışın yemen civarına ticari seyahatler yapabilmesini ve andlaşmalar yaparak oralarda kendisine ticari imtiyazlar elde etmesinin Kâbe’nin gözetim ve bakımını üstlenmeleri ile irtibatını ve bu sebeple Kâbe’nin sahibine ibadet etmeleri gerektiği hususunu tam yansıtmaktan uzaktır. Heyetin kolaylaştırılmak şeklindeki çevirisi de meseleyi aktarmaktan uzaktır.
İkinci îlâf kelimesi birinciden bedeldir ve çeviri de iki farklı şey gibi tercüme etmek doğru değildir. Ali Özek ve heyetinçevirisi bu açıdan daha isabetlidir.
Sure’yi ayette anlatılmak istenen gaye gözetilerek şöyle çevirmek de mümkündür: Kureyşin ticari seyahatlerinde gördüğü saygınlık ve emniyet hakkı için; Evet özellikle de kış ve yaz mevsimlerindeki seferlerinde kendilerine gösterilen saygı ve tanınan imtiyazlar için Şu Kâbe’nin Rabbine ibâdet etsinler. Öyle bir Rab ki, onları açlıktan kurtarıp doyuran ve korkudan emîn kılandır O.”

3. MÂUN SURESİ:

أَرَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ ﴿1﴾ فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ ﴿2﴾ وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ ﴿3﴾ فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ ﴿4﴾ الَّذِينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ ﴿5﴾ الَّذِينَ هُمْ يُرَاءُونَ ﴿6﴾ وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ﴿7﴾
Suat Yıldırım’ın Meali:
1 – Baksana şu dini, mahşer ve hesabı yalan sayana!
2 – O, yetimi şiddetle itip kakar.
3 – Muhtacı doyurmayı hiç teşvik etmez.
4 – Vay haline şöyle namaz kılanların:
5.7 – Ki onlar namazlarından gafildirler (Kıldıkları namazın değerini bilmez, namaza gereken ihtimamı göstermezler). İbadetlerini gösteriş için yaparlar, zekât ve diğer yardımlarını esirger, vermezler.
Süleyman Ateş’in Meali:
1- Din(âhiret cezâsın)ı yalanlayan(adam)ı gördün mü?
2- İşte o, öksüzü iter, kakar;
3- Yoksulu doyurmağa önayak olmaz.
4- Şu namaz kılanların vay haline,
5- Ki, onlar namazlarından gaflet ederler (kıldıkları namazın değerini bilmez, ona önem vermezler).
6- Onlar gösteriş (için ibâdet) yaparlar.
7- En ufak bir yardımı esirgerler.
Ali Özek ve Heyet (Diyanet Vakfı) Meali:
1- Dini yalanlayanı gördün mü?
2- İşte o, yetimi itip kakar;
3- Yoksulu doyurmaya teşvik etmez;

4- Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki,
5- Onlar namazlarını ciddiye almazlar.
6- Onlar gösteriş yapanlardır,
7- Ve hayra da mâni olurlar.
Sure taaccüb ifade eden bir soruyla başlamaktadır.
S. Yıldırım ayetteki maksadı düşünerek “gördün mü” sorusunu “baksana” şeklinde çevirmiş, cümlenin sonuna da ünlem işareti koymak suretiyle anlamı taşımaya çalışmıştır. Burada “din” kelimesinden maksat hesap ve cezanın görüleceği mahşer günü ve öldükten sonra diriliştir. İlk mealde hem din kelimesi hem de anlamı birlikte verilmiş tekrara düşülmüştür. İkinci mealde ise asıl anlam parantez içinde verilmiştir ki buna hiç gerek yoktur. Üçüncü meal ise kelimeyi tercüme etmeden aynen yazmıştır. Hâlbuki müşriklerin şirkten sonra ikinci inkâr noktaları ahireti, dirilişi kabul etmemeleridir.
Bu surenin nerede ve ne zaman nazil olduğu meselesi anlaşılması adına önemlidir. Mekke’de nazil olduğuna dair bazı rivayetleri ve ilk âyetlerinde dile getirilen meseleleri esas aldığımızda sure Mekkîdir. Ancak dördüncü ayet ve devamında münafık vasıflarından bahsedilmesi itibarıyla da Medeni olduğu en azından ilgili ayetlerin Medine’de nazil olduğu söylenir. Surenin son kelimesi mâûn’un tercümesinde farklılık görülmektedir. Mâûn az ya da çok insanın yararına olan şeydir. Zekât anlamı verenler olduğu gibi insanlar arasında ödünç verilen balta kürek gibi küçük yardımlar anlamına da gelir.
4. KEVSER SURESİ:
إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ ﴿1﴾ فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ ﴿2﴾ إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ ﴿3﴾
Elmalılı H. Yazır’ın Meali:
1- Biz verdik sana hakikatte Kevser
2- Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kesiver
3- Doğrusu sana buğz edendir ebter
Suat Yıldırım’ın Meali:
1– Biz gerçekten sana verdik kevser.
2– Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kesiver.
3– Doğrusu, seni kötüleyendir ebter!

Hasan Basri Çantay’ın Meali:

1- Habîbim) hakikat, biz sana, Kevseri verdik
2- O halde Rabbin için namaz kıl. Kurban kes.
3- Sana buğz eden (yok mu? İşte asıl) zürriyetsiz olan şübhesiz Odur.
Diyanet İşleri Başkanlığının Meali:
1- Doğrusu sana pek çok nimet vermişizdir.
2- Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes
3- Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan kimsedir.
Mekke’de müşriklerin Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’e erkek çocuklarının vefat etmesi üzerine “sonu yok nesli kesik” anlamında “ebter” demeleri üzerine nazil olmuştur. Mevcut meallere baktığımızda öncelikle üzerinde durulması gereken nokta “Kevser” kelimesinin tercümesidir.

Kevser kelimesi, çokluk manasına gelen “kesret” kökünden cevher vezninde türetilmiş bir isim yahut sıfattır.
Müfessirler suredeki anlamı hakkında hayr-ı kesir, nübüvvet, cennette bir nehir, ümmetinin çokluğu gibi hususları saymaktadırlar. Tercih ettiğimiz görüş Peygamber Efendimiz’e ulaşan bütün hayırlarında kaynağı olan Onun nübüvvetidir. Nitekim Kur’an’daKime hikmet verildiyse Ona çok hayır verilmiştirbuyrulmaktadır. Ancak Elmalılı Hamdi Yazır, Tefsirinde Kevser kelimesinin din dilinde bir sıfat olmaktan çıktığını ve İslam ve Muhammedî nübüvvetin dünya ve ahirete ait bütün ilahi feyiz ve hayırlarını ifade eden bir isim haline geldiğini belirtir.
İsimler ise tercüme edilmez. Bu nedenle Elmalılı,
H. Basri Çantay ve S. Yıldırım “Kevser” kelimesini tercüme etmemişlerdir.
5. KAFİRUN SURESİ:

قُلْ يَاأَيُّهَا الْكَافِرُونَ ﴿1﴾ لَا أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ ﴿2﴾ وَلَا أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ ﴿3﴾ وَلَا أَنَا عَابِدٌ مَا عَبَدْتُمْ ﴿4﴾ وَلَا أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ ﴿5﴾ لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ ﴿6﴾
Suat Yıldırım’ın Meâli:
1– De ki: Ey kâfirler!
2– Ben sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem.
3– Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmiyorsunuz.
4– Ben sizin ibadet ettiklerinize asla ibadet edecek değilim.
5– Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz.
6– O halde sizin dininiz size, benim dinim bana!

Süleyman Ateş’in Meali:

1- De ki: Ey nânkörler,
2- Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam;
3- Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
4- Ben asla sizin yapmakta olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim.
5- Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
6- Sizin dininiz size, benim dinim banadır.
Ali Özek ve Heyet (Diyanet Vakfı) Meali:
1- Ey Muhammed! De ki: "Ey kâfirler
2- "Ben sizin taptıklarınıza tapmam."
3- "Benim taptığıma da sizler tapmazsınız."
4- "Ben de sizin taptığınıza tapacak dağilim."
5- "Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz."
6- "Sizin dininiz size, benim dinim banadır."
Yukarda zikrettiğimiz mealler arasında öncelikle dikkat çeken S. Ateş hocamızın “sizin yaptığınız ibâdeti yapmam” çevirisi””sizin taptığınıza tapmam” demekten farklıdır. Bu farklılık “مَا تَعْبُدُونَ” “مَا أَعْبُدُ” “مَا عَبَدْتُمْ” “مَا أَعْبُدُ” ifadelerindeki مَاyı masdariyye olarak mı yoksa “mevsûle” olarak mı okumamıza göre değişmektedir. S. Ateş hocamız âyetteki “ma” edatlarını masdariyye olarak okumakta ve ibareye masdar anlamı vermektedir.

Bu konu hakkında geniş malumat için Elmalılı
H. Yazır’ın tefsirine bakılabilir. Diğer hocalarımız ise “mâ” edatını mevsûl olarak okumakta ve “tapılan şey” anlamı vermektedirler. Ayette geçen din kelimesi de surenin siyakından anlaşılacağı üzere ibadet ve amel anlamına gelmektedir. Bu nedenle “sizin ibadetiniz size benim amel ve ibadetim de banadır” şeklinde de çevirmek mümkün hatta daha anlaşılır denilebilir.

6. NASR SURESİ

إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ ﴿1﴾ وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا ﴿2﴾ فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا ﴿3﴾
Suat Yıldırım’ın Meali:
1– Allah’ın yardım ve zaferi geldiği zaman,
2– Ve insanların kafile kafile Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman,
3– Rabbine hamd ile tesbih et ve O’ndan af dile. Çünkü O tevvabdır, tövbeleri çok kabul eder.
Ali Özek ve Heyet (Diyanet Vakfı) Meali:
1- Allah'ın yardımı ve zaferi geldiği,
2- Ve insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit,
3- Rabbine hamd ederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.
Süleyman Ateş’in Meali:
1- Allâh'ın yardımı ve fetih geldiği,
2- Ve insanların dalga dalga Allâh'ın dinine girdiklerini gördüğün zaman,
3- Rabbini överek tesbih et, O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeyi kabul edendir.
Ömer Dumlu ve Hüseyin Elmalı’nın Meali:
1- Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde,
2- İnsanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde,
3- Artık rabbini övgüyle an. Ondan bağışlama dile. Çünkü O tevbeleri çok kabul edendir.
Yukarda zikredilen mealler üzerinden bu surenin çevirileri hakkında konuşursak, öncelikle insanların büyük kitleler halinde, akın akın İslama girişindeki o muhteşem tabloyu en güzel S. Ateş hocamızın “dalga dalga” ifadesi karşılamaktadır. Bölük bölük ifadesi parça parça anlamını da çağrıştırabilir ki ayette ifade edilmek istenen mana ile alakası yoktur.


7. MESED SURESİ:

تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ ﴿1﴾ مَا أَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ ﴿2﴾ سَيَصْلَى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍ ﴿3﴾ وَامْرَأَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ ﴿4﴾ فِي جِيدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ ﴿5﴾
Suat Yıldırım’ın Meali:
1- Kurusun Ebû Leheb’in elleri. Zaten de kurudu!
2- Ona ne malı, ne de yaptığı işler fayda verdi!
3- O, alev alev yükselen ateşe girecek,
4.5- Eşi de boynunda bükülmüş urgan olarak o ateşe odun taşıyacak.


M. Esed’in Meali:
1. Kahrolsun o parlak yüzlünün iki eli, ve kahrolsun kendisi!
2. Ne faydası olacak servetinin ve kazancının?
3. (Öteki dünyada) şiddetle parlayan bir ateşe atılacak
4.İğrenç söylentilerin taşıyıcısı olan karısı ile birlikte,
5. [o ki,] boynunda bükülmüş iplerden bir halat [taşır]!
Süleyman Ateş’in Meali:
1- Ebu leheb'in iki eli kurusun (yok olsun o); zaten yok oldu ya.
2- Ne malı, ne de kazandığı onu (Allâh'ın kahrından) kurtaramadı.
3- Alevli bir ateşe girecektir (o).
4- Karısı da, odun hamalı olarak.
5- Boynunda hurma lifinden bir ip olacaktır.

Mehmet Çakır’ın Meali


1- Ocağı sönesice Ebu Leheb! Zaten sönecek.


2- Ne malı işine yarayacak ne de kazandıkları


3- Yakında harlı ateşe girecek


4- odun hamalı karısı da


5-hem de boynunda hurma lifinden ipiyle.

Yukarda örnek olarak zikrettiğimiz mealler üzerinden Sure’nin çevirilerini değerlendirirsek öncelikle “Ebu Leheb’in elleri kurusun ve kurudu zaten” meali Ebu Leheb’in helak olması yönünde bir bedduadır. Bir mecz-ı mürseldir. Ebu Leheb’in eli zikredilmiş ancak kendisi kastedilmiştir.
Tebbet Suresi bi’setin ilk yıllarında nazil olmuştur. Ebu Leheb ise, Hicretin ikinci senesi meydana gelen Bedir savaşından sonra üzüntüsünden vefat etmiştir. Bu suredeki “hammâlete’l-hatab” ifadesi hem odun taşıyıcısı manasına gelir; hem de deyim (mecaz) olarak insanlar arasında laf taşıyan fitne ve fesat çıkaran insanlar için kullanılır. M. Esed mealinde bu mecazî anlamı esas almıştır. Diğer mealler ise hakiki anlamını vermişlerdir.
Ancak cümlede hal konumunda olan “hammalete’l-hatab” tabiri S. Yıldırım’ın mealinde “vemraetühü” kelimesinin haberi olarak okunmuş ve ona göre meal verilmiştir. S. Ateş ise, cümledeki konumunu (i’rabını) “hal” olarak değerlendirip ona göre meal vermiştir. Mehmet çakır ise, sıfat olarak okumuştur.

İHLAS SURESİ:

قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ ﴿1﴾ اللَّهُ الصَّمَدُ ﴿2﴾ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ ﴿3﴾ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ ﴿4﴾

Suat Yıldırım’ın Meali:

1– De ki: O, Allah’tır, gerçek İlahtır ve Birdir.
2– Allah Samed’dir.
3– Ne doğurdu, ne de doğuruldu.
4– Ne de herhangi bir şey O’na denk oldu.

Süleyman Ateş’in Meali:

1- De ki: O Allâh birdir.
2- Allâh Samed'dir.
3- Kendisi doğurmamıştır ve doğrulmamıştır.
4- Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır.
M. Esed’in Meali:
1. De ki: “O, Tek Allah'tır:
2. Allah, Öncesiz ve Sonrasız, Bütün Evrenin Asıl Sebebi.
3. O doğurmamıştır, doğrulmamıştır;
4. ve hiçbir şey O'na denk tutulamaz.
Elmalılı Tefsirinde geniş olarak tefsir edilen ve tevhidin anlatıldığı, ulûhiyetin veciz bir tarzda tarif edildiği İhlas suresinde çevirisi zor kelime “samed” dir. Bu ism-i ilahî, öncelikle Yüce Allah’ın her şeyin kendisine muhtaç olduğunu ama kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığını ifade eder. Ebussuûd zayıf bir görüş olarak ebedi ve ezeli el-Bâkî anlamına geldiğini de zikreder. M. Esed mealinde bu zayıf görüşü öne çıkarmıştır. Diğer mealler kelimeyi aynen bırakarak çevirmemiş dipnotlarla açıklamaya gitmişlerdir.
FELAK SURESİ:
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ ﴿1﴾ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ ﴿2﴾ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ ﴿3﴾ وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ ﴿4﴾ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ ﴿5﴾

Suat Yıldırım’ın Meali:

1– De ki: Sabahın Rabbine sığınırım:
2– Yarattığı şeylerin şerrinden,
3– Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,
4– Düğümlere üfleyip büyü yapan büyücü kadınların şerrinden,
5– Ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden.
Diyanet İşleri Başkanlının Meali:
1-5- De ki: "Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden, hased ettiği zaman hasetçilerin şerrinden, tan yerini ağartan Rabbe sığınırım."
M. Esed’in Meali:
1. De ki: “Sığınırım ben yükselen şafağın Rabbine,
2. O'nun yarattıklarının şerrinden,
3. ve bastıran kapkara karanlığın şerrinden,
4.karanlık işlere düşkün tüm insanların şerrinden,
5. ve kıskançlık duyduğunda kıskancın şerrinden.”
Bu surenin mealinde sihir ve büyü meselesi M. Esed’in mealinde karanlık işler şeklinde çevrilmiştir. Modernist tefsir anlayışını yansıtmaktadır. Zira Bu tefsir akımı söz konusu metafizik olayları kabul etmez, aklileştirerek tevil eder.


NAS SURESİ:


قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ ﴿1﴾ مَلِكِ النَّاسِ ﴿2﴾ إِلَهِ النَّاسِ ﴿3﴾ مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ ﴿4﴾ الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ ﴿5﴾ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ ﴿6﴾

Suat Yıldırım’ın Meali:
1– De ki: İnsanların Rabbine,
2– İnsanların yegâne Hükümdarına,
3– İnsanların İlahına sığınırım.
4– O sinsi şeytanın şerrinden
5– O ki insanların kalplerine vesvese verir,
6– O şeytan, cinlerden de olur, insanlardan da.
Ali Özek ve Heyet (Diyanet Vakfı) Meali:
1-6- De ki: İnsanların kalplerine vesvese sokan, (insan Allah'ı andığında) pusuya çekilen cin ve insan şeytanının şerrinden insanların Rabbine, insanların Melikine (mutlak sahip ve hakimine) insanların İlâhına sığınırım!
M. Esed’in Meali:
1. De ki “Sığınırım ben insanların Rabbine,
2. insanların Hâkimine,
3. insanların İlahına;
4. fısıldayan sinsi ayartıcının şerrinden,
5. insanların kalbine fısıldayan;
6.görünmez güçler[in] ve insanlar[ın bütün ayartmaların]dan”.

Bu surenin meallerinde de yine dikkat çeken husus
M. Esed’in cinleri kabule yanaşmadığını görünmez güçler şeklinde tevil etiğini görüyoruz. Bu da modernizmin bir etksinden başka bir şey değildir. Bu tür yorumlara ve mealleri doğru bulmuyoruz.

Unnamed beğendi.
Alıntı ile Cevapla
Alt 03 Eylül 2016, 21:28   Mesaj No:15
Avatar Otomotik
Durumu:danielnikola isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 55207
Üyelik T.: 03 Eylül 2016
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 1
Konular: 0
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart

Allah razı olsun...
Alıntı ile Cevapla
Alt 28 Ocak 2017, 13:58   Mesaj No:16
Avatar Otomotik
Durumu:Unnamed isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 56922
Üyelik T.: 28 Ocak 2017
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 2
Konular: 0
Beğenildi:1
Beğendi:1
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart

Ben de bunu arıyordum teşekkür ettim...
mehmet akif2 beğendi.
Alıntı ile Cevapla
Alt 28 Ocak 2017, 15:24   Mesaj No:17
Medineweb Emekdarı
mehmet akif2 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:mehmet akif2 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13402
Üyelik T.: 25 Şubat 2011
Arkadaşları:11
Cinsiyet:bayan
Yaş:43
Mesaj: 7.401
Konular: 425
Beğenildi:2286
Beğendi:4876
Takdirleri:3684
Takdir Et:
Standart

Alıntı:
Unnamed Üyemizden Alıntı Mesajı göster
Ben de bunu arıyordum teşekkür ettim...


allah kolaylık versin
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 2 Kişi okuyor. (0 Üye ve 2 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Din Sosyolojisi Ders Notları (14 Hafta) enderhafızım İlitam 3.Sınıf Dersleri 19 17Haziran 2014 13:28
Dini Danışma Ve Rehberlik Ders Notları (14 Hafta FuLL) enderhafızım İlitam 4.sınıf Genel Paylaşımlar 13 23 Aralık 2013 15:12
Din Felsefesi Ders Notları (14 Hafta) enderhafızım Din Felsefesi 13 23 Aralık 2013 14:36
Kuran tercüme teknikleri f_kryln Ana Konularıyla Kur’an 0 01 Kasım 2013 15:48
MANTIK(2.Hafta Ders Notları) f_kryln Mantık 0 25 Ekim 2013 14:38

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.