Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi:  15Haziran 2007 (13:29), Konuya Son Cevap : 25 Mart 2024 (22:22). Konuya 137 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı3Kez Beğenildi
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 10 Nisan 2008, 19:07   Mesaj No:31
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Mekke geceleri Beyazdır


[B]Güneşin ve Ayin Nûrlandiği Dağ
Dağ ne kadar yüce olsa
Yol onun üstünden geçer
ÑYûnus Emre
Bir gece yarisi Nûr Daği”nin eteklerindeyiz. Dolunayin süt beyaz gölgesi altinda, ilik bir melteme yüzlerimizi dönüp, ilk âyetin yankilandiği dağin zirvesine doğru bir âyetin mânâsina erişmenin zorluğunu dizlerimize kadar yaşarcasina kâdem basiyoruz. Dağin müphem silüeti karanlik yeryüzünün semânin nûruna ihtiyacini ilan ediyor gibi. İnce ince kivranan patika yolda ayaklarimin altinda yuvarlanan taşlarin benden sakladiklari önemli sirlar olduğunu düşünüyorum. Topraktan başini uzatan dev kayalar binlerce yildir O”nun (asm) nazarina arzedilmeyi beklemişler ve nihayet mükâfatlarini almişlardi. Nasil da bu kadar siradan bir şeylermiş gibi sessiz ve sâkin duruyorlardi. Gece ne kadar karanlik olursa olsun, ebed” kilinmiş Hakikat Güneşi”nin (asm) sicak temasi ve nazari geziniyor gibiydi üzerlerinde. Taşlari kiskaniyorum ve soruyorum: Hanginize Resûlullah”in ayaklari değdi?
Yoruldukça duruyor, yürüdükçe daha da uzaklaşir gibi olan zirveyi süzüyorum. Acaba Cebrail”in (as) Òİkra" sesi hâlâ yankilaniyor mu oralarda? Nefes nefese kendime cevap yetiştirmeye çalişiyorum: ÒKur”ân dağlara değil, senin omuzlarina indirildi Sena”. “Oku” emrinin yankisini kendinde aramalisin. Bir dağ kadar dik ve sarp gururunu âyetin emri altina verebiliyor musun? Siradağlar kadar geçit vermez hevesâtini ve hevâni aşip ardina koyabiliyor musun?"
Zirvede, gece yarisi olmasina rağmen izdiham yüzünden Hirâ”yi görmekten ferâgat edip, gecenin mağarasini seyre koyuluyoruz. Dolunay Mekke”nin, tam da Kâbe”nin üzerinde yavaş yavaş ufka doğru meylederken, sabahi bekliyoruz. Güneşin hangi dağin ardindan başini uzatacağini tahmin etmek zor. Gecenin mavi ve beyaz karişimi libasi dağlara temas eden eteklerinden yirtilmaya başliyor. Şafağin pembesi kan pihtisi gibi dağlarin zirvelerinde kümelenirken, hiç beklemediğimiz bir dağin arkasindan, tam da ayin batmaya hazirlandiği yerin karşisinda ilk beyaz huzmeler uzandi. Güneş yükseldikçe, dolunay hem siliniyor, hem ufka yakinlaşiyordu. Nihayet güneşin ve ayin karşilikli iki ufku aydinlattiği bir ân geliverdi. Yol arkadaşim tam o ânda Resûlullah”in bizim ebed” saadetimize gebe olan o güzel yeminini hatirlatti: ÒSağ elime güneşi, sol elime ayi verseniz, bu dâvadan vazgeçmem."
İzdihamin dağilir gibi olduğu bir ara Hirâ mağarasinin ağzina doğru gittim. Mağaranin ağzi tahminlerimin tersine Mekke”ye doğru değil, Mekke”yi ve Kâbe”yi arka çaprazda birakan bir yöne bakiyordu. Eğer sabahi Hirâ”nin ağzinda oturarak bekleseydik ve duâ ederken ellerimizi alabildiğine genişçe uzatsaydik, güneş sağ avcumuzun içinde, ay sol avucumuzun içinde olacakti. Resûlullah”in (asm) dâvâsi tâ başindan kazanilmiş, duasi ellerini açar açmaz kabul edilmişti.
Meğer güneş de ay da o iki elin ayasindan yükselen duanin çerağindan tutuşturulurmuş. Dağlara karanlik diyenlere bakmayin siz; yoksa bazilarinin adi niye “Nûr” olsundu?
***
Seni Sevmeler Cumhuriyeti
Dönüşten sonra, Medine”nin ve Mescid-i Nebev””nin ruhumda biraktiği tarif edilmez âsûdeliğin ve sükûnetin içinde yüzüp durdum. Bu hâl bozulur korkusuyla bir süre sokağa çikmaktan korktuğumu itiraf ederim. Diğer taraftan, Medine”yi yeterince anla(ta)mayişimin da ezikliği vardi üzerimdeÑinsan anlattikça daha çok eziliyor ya neyse...
Medine-i Münevvere”de her söz Muhammed”le (asm) başliyor, Muhammed”le (asm) bitiyor. Habibullahin (asm) şahs-i manev”si gece-gündüz hiç batmayan bir güneş gibi üzerinizde pervâz edip duruyor. Onun (asm) ümmetine olan hadsiz şefkatini serin ve hoş kokulu bir nesim gibi yanağinizda hissediyorsunuz. Bütün endişeleriniz Onun (asm) iki mübarek dudaği arasindaki ebed”Êtebessümde eriyip gidiyor. Hele Ravza-i Mutahhara”da namaz kilarken, dua ederken sâlât ve selâm getirirken, alninizin terini silen, omuzunuzu sivazlayan bir mücessem şefkati hissetmeden edemiyorsunuz. Hele hele Onun (asm) huzurunda iken, Onun (asm) izn-i İlâh” ile sizi duyduğunu ve selâminiza tebessümle karşilik verdiğini bilerek, Rabbimizden isteklerimizi Onun (asm) niyazdar ve nazdar elçiliğine havâle ederek, doğrudan Ona (asm) hitab etmek, semâv” bir helvanin tadini birakiyor dilinizde ve damağinizda.
Medine”yi anlatacak kisa ve özlü bir şeyler aradim durdum. Şükür ki hac dönüşünün ertesi günü bir şarki sözü imdadima yetişti. Medine”yi kalbimde şöylece kodladim: ÒSeni Sevmeler Cumhuriyeti"
***
Yapraklari Dökülen Hac Kitabi
Mekke”de yüreği temiz, safça bir insan bir zamanlar okuduğu bir Hac kitabini öve öve bitiremiyordu:
ÒNe güzel kitapti ama... Okudukça ağliyordum."
Ardindan esefle ekliyordu:
ÒAma sayfalari bir okumada dağiliyor, dökülüveriyordu."
Benimse onu teselli etmeye hiç mi hiç niyetim yoktu:
ÒBelki," dedim biraz muzipçe, Òsayfalari döküldüğü için güzeldir."
Haccin değil bir günü her bir âni bir daha dönmemek üzere kâinat kitabindan kopuyordu.



“Hacdan dönmek” olmaz
Hacilar dönüyorlar. Eski ve eskimiş bir “haci” olarak kiskaniyorum onlari. Şimdilerde kalpleri dupduru, tenleri Kâbe kokulu, gözleri tevhid doludur onlarin. Onlari ziyaret edin, onlara “haci” olduklarini hatirlatin. Tanimasaniz bile bir taze hacinin yanina varin ve sirf haci olduğu için onunla taniş olun. Taze hacilarin etrafinda onlarin Kâbe etrafinda pervane oluşlari gibi pervane olun. Haci ziyaretinin hac ziyareti kadar olağanüstü ve yegane olduğunu bilin ve onlara bildirin. Onlar da anlasinlar haccin bitmediğini, yüreklerine tek itibar vesilesinin Kâbe”ye yönelmek olduğunu yerleştirin. Asil kiymetlerinin Resul-u Ekrem”e (asm) ümmet olmaktan geldiğini olduğunu bir daha anlasinlar. Onlar hacilar, haci olduklari için, haci kaldiklari için itibar görsünler. Bundan böyle de kazandiklari itibarlarini yitirmemek üzere atsinlar adimlarini. Sakin kalabaliğa karişmasinlar. Kurtlarin kapmasindan korkmasinlar, sürüden ayri kalsinlar; zira şimdi hepimiz kurt sürüsündeyiz.
Bir kaç söz de hacilara ama illâ yüreğinde haccin heyecanini terütaze taşiyan hacilara, “taze” hacilara. On defa da gitmiş olsa, “bu hac başkaydi” diyen hacilara sözüm. İki şehri ziyaret edip de, hurma ve zemzemden gayrisini getirmeyen hacilara konuşmuyorum. Fazileti kendinden menkul irki adina ümmeti çekiştiren hacilara sözüm yok. İllâ da taze hacilara diyorum ki, hacdan geldiniz bari “hacdan dönmüş” da olmayin. Bundan beri “hacdan dönmek” olmaz.
* * *
Hac yolculuğunun yönü tam da hayatimizin aktiği yöne doğrudur. Hac, ruhumuzu çokluktan bire çeker, muhitten merkeze kişkirtir. Hac, ruhumuzu yalinlaştiğimiz, yalnizlaştiğimiz ve yakinlaştiğimiz ölüm anina yakin eder. Kulluğumuzun sinanacaği keskin siratlara ayaklarimiz bu yolculukta. Hayatimizin durulduğu anlarin provasini yapariz Kâbe”ye yaklaşirken. Böylece “hesap günü”ne giden yol üzerine düşer Kâbe”nin yöresi.
İstesek de “yoldan dönmek” olmaz.
* * *
Hergün beş vakit döndüğümüz yeri belleriz hacda. Vahdeti elle dokunulur, gözle görülür eyler Kâbe”nin kara bedeni. Onun etrafinda olmayan herşey ve herkes çirkinleşir, güzellik onun etrafinda olanlara ve ona doğru yönelenlere mahsus olur. Kiblemizi heyecanla doğrulturuz böylece. Güzelliğe doğru, hayra doğru yöneliriz. Kiblemiz yeniden var olur ve bizi de O”na yeniden yâr eder.
Bundan beri “kibleden dönmek” olmaz.
* * *
Arefe günü elimiz bir otu ve bir saç telini bile koparmaktan men edilirken, bayrama erer ermez bir can boğazlamaya emredilir. Anlariz ki, elimiz bile elimizde değilmiş ve irademiz de “O”nun eli”ndeymiş. Öylece O”na ezelde verdiğimiz sözü yeniden hatirlariz. "Evet, sen bizim Rabbimizsin!"
Gayri “sözden dönmek” olmaz.
* * *
Şeytani taşladiğimiz elimizle, Resul”ün[asm] mescdinden el bağlariz. Attiğimiz taşlarca şeytana ve yandaşlarina nefret duyduk, nefsimize ve hevamiza baş kaldirdik ve Muhammed”e [asm] muhabbetimizi artirdik. Biatimizi tazeledik, şeytandan uzak olduk.
Artik “biattan dönmek” olmaz.
* * *
Öteden beri hasretini çektiğimiz yöreye varmakla, uzaklaşma değil, yakinlaşma duygusu yaşariz. Secdelerce yakinlaştiğimiz o yöre alnimiza gurbet değil sila kokulu rüzgârlar değdiriyor olmali. Uzaklik değil, yakinlik yürümüş olmali yüreğimize. Orada bildik bir vatan sicaği tatmiş olmali yüreğimiz, koskoyu bir silaya salinmiş olmali ruhumuz. Dünyalilarin belirlediği mill” sinirlar silinmiş olmali zihnimizde. Burasi ne kadar vatansa, orasi da vatan. Her mü”minle ayni milletten olduğumuzu anlamiş olmaliyiz şimdi. “Millet-i İbrahim”den saymaliyiz kendimizi. Burasi ne kadar sila kokuyorsa, orasi da o kadar “baba ocaği” kokusu salmali ruhumuza.
Öyleyse “siladan dönmek” olmaz.
* * *
Ve illâ ki “hacdan dönmek” olmaz.

Senai Demirci
Alıntı ile Cevapla
Alt 19 Mayıs 2008, 22:17   Mesaj No:32
Medineweb Emekdarı
Belgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Belgin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 7
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:43
Mesaj: 1.277
Konular: 640
Beğenildi:16
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Şimdilik genç olan gerçekte genç değildir. Genç olma sırası kimde?

Eskişehir’deydim.Gösterdiler bana. “İşte şurası hapishanenin yeri!” Hapishane yok artık; yerinde tramvay durağı var. “Ama lise olduğu gibi duruyor.” Cumhuriyet Lisesi. Şimdi yerinde olmayan hapishanenin mazi olmuş pencereleri bir zamanlar lisenin bahçesine bakıyordu.

Hapishane penceresinin ardındaki gözler ağlıyordu. Lise bahçesinde kendilerini ritmik hareketlere kaptırmış kızlar gülüyordu. Kendisi için değildi gözyaşları. Yaşlılığına dair değildi hüznü. Hapsedilmişliği umurunda değildi. Genç kızlar onun için ağlıyor değil; o genç kızlar için ağlıyordu. Ağlanacak halde olan kendisiydi oysa…

O bakış aksına geçip ben de baktım bir süre. O bakışın izdüşümünde tuttum gözlerimi. Yaşlı adamdan genç kızlara doğru yönelmiş ağlayışın yatağında tuttum kalbimi. Ben de böyle bakabilir miyim? Her şeye.. Herkese…

O gülüp oynayan genç kızların elli sene sonraki halleri görünür yaşlı adamın gözlerine..Hesap basit: 17+50= 67. Onyedilik genç kızların elli yıl sonraki hali 60’lı 70’li bir “nine”. Güvendikleri gençlik geçip gitmiş… Sarılıp durdukları körpe bedenleri ellerinden kayıp göçmüş.. Beğenme dilendikleri bakışlar, acımayla bakıyorlar soluk yüzlerine. Nefret ve tiksintiyle dönüp geçiyorlar yanlarından. Bir de öbür ihtimal var. Yaşlı olamama ihtimali. Altmışına varmadan toprak olmak da var. Unutulmuş bir mezarda hiç önemsiz oluvermek de var. Hatırlanmaya değmeyen, hatıralara sokulmayan, şen şakrak sohbetlerden uzak tutulan bir tuhaf detaya inmek de var!

Eskişehir Hapishanesi’ndeki yaşlı Said Nursî’nin Eskişehir Cumhuriyet Lisesi’nin bahçesindeki neşeli genç kızlar için gözyaşı dökmesinin üzerinden bir değil iki 50 yıl geçti.Kendilerine ağlanan genç kızlar da, kendilerine ağlayan yaşlı adam da yeryüzünde yok şimdi. Yeryüzünde hâlâ yaşlı adamlar dolaşıyor, hâlâ daha genç kızlar ince narin bedenlerini, sokaklara, meydanlara, plajlara, iştahlı bakışlara ayarlıyor. Gülüyorlar. Ağlamıyorlar. Gencecikler. Yaşlanmış kadınlara göz ucuyla bakıyorlar. Acıyarak çeviriyorlar yüzlerini. Sanki elli yıl sonrası gelmeyecekmiş gibi. Sanki şimdilerde yaşlı ve buruşuk yüzlü ihtiyarlar bir zamanlar kendileri gibi genç olmamış gibi. Sanki onlar da kendi gençliklerinde yaşlılara acıyarak bakmamışlar gibi. Sanki onlar da bir zamanlar acıyla bakılacak, hüzünle ağırlanacak, hemencecik toprağa konulup unutulacak, ölmesine şaşılmayacak yaşlılar olmayacakmış gibi…


Hayat bu. Yaşıyorsan, yaşamanın her haline yazgılısın demektir. Kendini bir yerine yazdırdın mı, başına getireceklerine razısın demektir. Doğdun ya, öleceksin işte. Doğup da ölmeye razı olmamak yok. Gençliğe uğradıysan bir kere, kaçarı yok; yaşlılık da bekliyor seni. Ya da toprak olmak. Şimdi yaşlı değilsen, bunun tek nedeni şimdilik yaşlılık sıranın gelmemiş olmasıdır. Gençsin, güzelsin, alımlısın, çekicisin. Kim ne diyebilir sana? Ama gel de kulağına fısıldayayım; sadece sıra sende olduğu için. Sadece şimdi. Sadece şimdilik!


Şimdilik genç olan gerçekte genç değildir. Sadece genç olma sırası kendisindedir. Genç olma sırasını savarken, kendini daha sonraki sıralardan çekip aldığını sanıyorsa, hep sıranın orasında kalacağına inanıyorsa, ağlanacak-yoksa gülünecek mi?-haldedir. Said Nursî işte bu yüzden ağlar gençlere. Orada takılıp kalanların takılıp kaldığı o zavallılığa ağlar. O andan sonrasını unutanların körlüğüne acır.


Başımız sıkıştığında, biz de o yaşlı adam gibi yapalım. Hızla çevirip zamanın çarklarını mesela bir elli yıl sonrasına atalım kendimizi. Alın saatinizi elli yıl sonrasına ayarlayın. Yazı tahtanıza, günlüğünüze 2058 yazın meselâ. Ne size hükmetmeye kalkanlar kalır orta yerde ne siz “zavallı” kalırsınız. Ne bedenlerinin körpeliğine yaslanıp ahlaksızca şehvet oyuncağı olanlara iltifat edersiniz ne de şimdiki dana gözlü iri manşetlerin dehşetine aldırışınız olur.

“Ashab-ı Kehf bakışı” diyorum ben bu bakışa.Hani sadece bir geceliğine uyuduklarını sanıp tam 300 yıl sonrasına uyanmışlardı ya. Ellerindeki para geçersizleşmişti. Kendilerini mağaraya zorlayan zalimlerin zulmü geçip gitmişti. Tanınan, beklenen, özlenen yüzleri artık tanınmazdı, yabancı oluvermişti. Evleri “başkaları”nın evleriydi. Şehirleri onlara bir sığınak sunamıyordu. “Yedi uyurlar”ın uyandıkları sabah yaşadıkları her türlü şaşkınlık, şimdilik zalim olan, şimdilik güzel ve genç olan, şimdilik ünlü ve önemli olanların her birine ebedî uyanışlar vaad ediyor. Dürtüyor onları. Uyandırıyor.

Şu anda, bugün, şimdi, çok sonraki zamanlarda geçersiz olan paralar peşinde koşturuyoruz.Bugünlerde bir zamanlar tanınmayacak, aranmayacak yüzlerin ardında duruyoruz. Bu sabah ve yarın sabah, 19 Mayıs’ta, yaşlanması kaçınılmaz gençlerin zindeliğine yaslanıyoruz. Ölüyoruz her an. Bir cenaze namazına doğru yaklaşıyoruz. Bir mezar taşına eğreti bir kazıntı olmak üzere yürüyoruz.

O “yaşlı adam”ı yaşlanacağını unutanlar ağlattı. Sadece bir kum tanesi olduğunu unutanlar zaman rüzgârının hoyrat savuruşunda. Şimdilik olduğu yerden teselli umanlar. Ama şimdilik! Sadece şimdilik!


Senai Demirci
__________________
Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.

Alıntı ile Cevapla
Alt 19 Mayıs 2008, 23:05   Mesaj No:33
Medineweb Sadık Üyesi
medinelii - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:medinelii isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1808
Üyelik T.: 11 Mayıs 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:42
Mesaj: 657
Konular: 89
Beğenildi:4
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Şimdilik genç olan gerçekte genç değildir. Genç olma sırası kimde?

cok irdelenmesı gereken bir konu.... düşünerek, halıme acıyara, okudum.... saıd nursı hazretlerı zamanın kutlu evlıyalarından, ibretle gözyaşlarını sunuyor. ama bız ağlayacagımız yerde hala guluyoruz halımıze....

şimdi lise sıralarına yazılan ask sozlerı burumus beyınlerı,
şimdi eteklerin kısalıgı yarıs durumu olmuş
şimdi erkek kız ayırımına ihtiyac duyulan en kotu zaman olmuş....

hayallerde hep bir star olma tutkusu
hatalarda hep nefis izleri....


rabbim evlatlareımızı genclerımızı mushap, muaz eylesin.... her bırı muhamemed ummetıne yakısır olsun inş...

paylasım için çok tskler.

medineli....
Alıntı ile Cevapla
Alt 19 Mayıs 2008, 23:13   Mesaj No:34
Medineweb Sadık Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:KEVİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1676
Üyelik T.: 05 Mayıs 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 340
Konular: 70
Beğenildi:4
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Şimdilik genç olan gerçekte genç değildir. Genç olma sırası kimde?

Bu gün dünya sisteminin istediği şey, düşünme yargılama sorgulama sadece senden isteneni yap tır.
örneğin 19 mayısta öğrencileri asker gibi yürütüyorlar, ne kadar ahmakça. öğrenci neden asker gibi yürütülür. çünkü eğitim sisteminin ona emrettiği şeylere ittiraz edememeli, tıpkı bir askerin komutanına ittiraz edememesi gibi.
düşünme sadece emredileni yap.
__________________
Çağımızın en büyük tutkusu köleliktir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 22 Mayıs 2008, 02:37   Mesaj No:35
Medineweb Sadık Üyesi
Huzurİslam - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Huzurİslam isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 9
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 762
Konular: 392
Beğenildi:19
Beğendi:0
Takdirleri:87
Takdir Et:
Standart Kıl beni ey Namaz

Kıl beni ey Namaz
Çöllerden topla hücrelerimi
Rahmetinin serinliğinde yıka kalbimi

Kıl beni ey Namaz
Ruhumu secdede yeniden fısılda bana
Şah damarı yakınlığından emzir yetimliklerimi.

Kıl beni ey Namaz
Dağlar küçülsün, denizler taşsın, dağılsın kalabalıklar
Rukü rukü doğrult eğriliklerimi.

Kıl beni ey Namaz
İkiye bölünsün kalbim kıblenin şakağında
Sevgilinin işaret parmağı değsin göğsüme.

Kıl beni ey Namaz
Topla sevdalarımı kırık aynaların çatlaklarından
Ömrüme ilikle sevinçlerimi, firuze düşler düşür alnımın şafağına

Kıl beni ey Namaz
Tenim İbrahim gibi ateşe düşmüşken
Gül kokulu serinlikler değdir yüreğime

Kıl beni ey Namaz
Günahın, isyanın, nisyanın kuytusunda büyüttüğüm pişmanlıklarımın yüzünü kaldır yerden.
Al karanlıklarımı, al karalıklarımı gözbebeklerinde yıka.

Kıl beni ey Namaz
İnsan kıl beni.
Doğru kıl.
Duru kıl
Diri kıl beni.
İnsan kıl bu bedeni.

Senai Demirci

Alıntı ile Cevapla
Alt 15Haziran 2008, 15:24   Mesaj No:36
Medineweb Paylaşımcı Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:Seher Yeli isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 778
Üyelik T.: 02 Şubat 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:54
Mesaj: 421
Konular: 138
Beğenildi:14
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Kalıbını Secdeye, Kalbini Kıbleye Bırak ...

Kıpırtısız bir boşluğa koyarsın alnını günde beş vakit. Secdenin alnını nereye değdirdiğinden habersizsin. Gösterişsiz bir yöne dönersin yüzünü; ışıktan yolları yoktur şehrin kıblesinin. Kıblenin yüreğini nereye götürdüğünü bilmiyorsun. Suskun bir duvarın dibinde oturur gibisin her tahiyyatta.. . Selâmının kimleri neşelendirdiğini tahmin edemiyorsun, aldığın selâmların sıcağını hissedemiyorsun. Adını bilmediğin bir deniz kıyısında yürür gibisin. Yüzünü görüyorsun sadece mavinin; derindeki incilerin pırıltısına dokunamıyorsun. Terazinin bu kefesindesin; varlığını inceltirken rükûlarda, karşı kefede neyi biriktirdiğini bilmiyorsun. Şimdilik hece hece tutunduğun duanın gölgesinin haber verdiği ışıktan nasibin pek az. Dudaklarını ıslatan abdest suyunun her bir damlasının dudaklarını hangi billur pınarlara değdirdiğini fark etmiyorsun.

Hüznünün kuytularından taşırdığın fısıltılarını dök seccadene…

Aynalarda aradığın avuntuları sök bakışının perçemlerinden. .

Bulduğunu yitir bir tekbirin yankısında… De ki “ben buraya razı değilim!”

Yitiğini bul elini elin üzerine koymana fırsat veren vuslatın arefesinde.. De ki “ben sonsuzluğa adayım!”

Varı yok et secdenin yüzünde; benliğini sıfırın altına çek, varlığını sonsuzluğun başına taşı.

Yoğu var et niyetin fısıltısında; ettiklerinin değil niye/t ettiklerinin seni kurtardığını anla..

Diriyi öldür rükûların darağacında; teninden geç, bedenini yık dağ gibi..

Ölüyü dirilt dualarının burcunda; çağır günahın peltesinde dilsiz ettiğin ruhunu..

Umutlarını namazların ipeğine tane tane dizdiğini bil de sevin dostum. Namazın uçuruma atılmış en güzel gülündür senin. Namaz gülünün bin bahar olup içinde yankılandığını bil de sevin.

Bir namazı kaçırmış olmanın o hüznü yok mu? Hiç olmazsa onu al yedeğine? Sana müşfik bir vaize olsun…Pişmanlık değil midir bizi en çok büyüten? Yüzü yerde pişmanlıklarının kalbine attığı sızıları kaybetme lütfen.. Bu bize lazım.. Hep lazım.. İncelmiş duygularımızın izinde yürüyelim hep... İçimizdeki hüzün yol göstersin bize. Kırık kalbimiz, bükük boynumuz Rabbimizin rahmet dergâhına bitiştirsin secdemizi. Göz yaşlarımız rahmetin kucağına akıtsın yakarışlarımızı.

“Din sadeliktir” der peygamberimiz [asm].. Bu zamanda beş vakit namazı bir kenara koyup, aradaki vakitleri de namaz beklentisi içinde yaşaman yeter... Tesbihatını yapabildiğin kadar yap; “subhanallah”ı, “elhamdulillah”ı, “allahuekber”i dilinden kalbine indirmeye çalış. Sakın telaşlanıp kendini altından kalkılmaz dil kalabalıklarına, binlerce binlerce ezbere mahkûm etme daha baştan… Önce durul, namazın sükûnetini dinle...

Dr. Senai Demirci
__________________
Şu an yaptığınız hiçbirrr iş,

Kılınmayı bekleyen vakit namazından

daha önemli değildir!!
Alıntı ile Cevapla
Alt 01 Ağustos 2008, 19:48   Mesaj No:37
Medineweb Sadık Üyesi
Huzurİslam - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Huzurİslam isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 9
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 762
Konular: 392
Beğenildi:19
Beğendi:0
Takdirleri:87
Takdir Et:
Standart Cuma: Kalbini Dünyanın Kuytusundan Çıkar



Yürüyorsun, telaşların omuzlarında. Ç/alışıyorsun, umutların köşe başlarında. Yaşıyorsun, özlemlerin yarınların ardında. Gülüyorsun, mutlulukların var-yok arasında gidip gelmelerde. An'ın bıçak sırtında nefes alıp veriyorsun. Aldığın nefes kadar u/mutlusun, verdiğin kadar huzurlusun.

Sürekli ve kalıcı sanıyorsun kendini. Oysa bedenini bir andan bir sonraki an'a taşıyamıyorsun. Sonraların sonrasında hayâllerin. İki du/dağının arasında hayatın. Alıp verdiğin nefes kadar varsın. Nefesin ha bitti ha bitecek.

Varlığını çoğaltıyorsun kendince. Biriktiriyorsun, elinde olanlar gitti gidecek.

Kızgın bir kor gibi avucunda kaygıların. Şehrin girdaplarında bir varsın bir yoksun. Umut ile umutsuzluk arasında dolanıyorsun.

Kaldırımların sana söyleyeceği yok. Kapılar bir yerlere açılmıyor. Meydanlar sesine ses katmıyor. Sokaklar kalbine çıkmıyor... Aynalarda yüzün eskimiş, ağlıyor...

Bilmeden benliğini sivriltmişsin. Farkında değilsin, umutlarının hepsini cılız nabzına taşımışsın. Sesin çöle düşüyor, sözün boşlukta kalıyor. Huzurda/n az/alıyorsun her an; hüsranın büyüyor.

Bugün Cuma... Varlığın bayramı bugün. Seni Var edenin, seni severek var kıldığını haykırıyor ezanlar. Seni sevenlerin ve sevdiklerinin arasına katan Rabbinin, varlığını, sadece varlığını, hiç bir şeye sahip olmasan da, hiç bir albenili görüntüye sığmasan da, hiç koşulsuz kabul ettiğinin habercisi ezanlar.

Dur şimdi... Şimdi dur! Kendini kırılgan aynalarda çoğaltmaya çalışan bencilliğini sustur. Seni boş sevdaların yokuşuna süren hırsını sakinleştir. Seni hızına erişemeyeceğini bantlarda koşturanların çağrılarına kulağını kapat...

Alışverişi kes; "canını ve malını güzel bir alışverişle satın almak*" istediğini söyleyen Rabbinin kutsiler pazarına koş... Seni Yusuf (a.s.) gibi ucuza satın almak isteyen bezirgânların elinden kurtar gömleğinin yakasını.

Gürültüyü kes; secdenin sükûnetine at özlemlerini. Kıskanıp da seni, güyâ iyiliğin için binbir cezbeyle dünyanın kuyusuna atmak isteyen, atıp da ardından kanlı gömleğine bakarak yalan yere ağlayacak sahte kardeşlerinden uzağa at kalbini ve kalıbını.

Bugün Cuma...

Dünyadan ümidini kes...

Sonsuzun pınarına yapıştır dudağını...



Senai Demirci
Alıntı ile Cevapla
Alt 01 Ağustos 2008, 21:30   Mesaj No:38
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Cuma: Kalbini Dünyanın Kuytusundan Çıkar

Lailahe illallah Cuma’nın sebebiyle, Muhammedün Resullullah gerek yüzün gölgesiyle dünya ve ahiret muradımı ver.

Melekler duasıyla, Ya vedüdüm, entel maksudum, Kulhüvellahü ehad, bin bir kere ya samed, cennet kapılarını aç, benim günahımdan geç.

Benim günahım varsada senin gibi halikim var. Muhammed Aleyhisselam dostum var.

İlahi kabre vardığım gece lütfeyle, yalnız kaldığım gece bilmediğimi bildir. Kabrimi nur ile doldur. Kevser şarabına daldır, ulu cemalini göster.

Gece gündüz yalvarırım sana dünya ve ahiret muradımı ver bana.

Rabbim Allah, fikrim zikrullah, kalbimin nuru Resullullah, evvelim Allah, ahirim Allah, La ilahe illallah Muhammedün Resullullah.

Cuma gibi günümüz var. İslam gibi dinimiz var. Muhammed gibi şahımız var. Allah dedim, dostum dedim, La ilahe illallah!!

Sırrım sübhanım Allah, derdim dermanım Allah, gafil kuluna gam düşmüş, yetiş imdadımıza ya Muhammed.

[B]Kulhüvellahü ehad, bin bir kere ya samed, ya Allah, ya Muhammed umarız senden şefaat.

Lailahe illallahtır özüm, Muhammed Mustafadır sözüm, ihlas-ı şerif ile yıkadım yüzüm. Ayetele kürsü için sen kabul eyle sözüm.

Bugün Cuma günüdür. Dinim İslam dinidir. Dinimin İslam dini olduğuna, yetmiş binin nısfına, mühürledim üstüne.

Lailahe illallah üç muradım var, biri cennet, bir ırmak diyarını görmek. Aç cemalini göster diyarını.

Ya Resullullah! Aman yarabbi ya rabbena her halimiz malumdur sana, gece gündüz yalvarırım sana. Her zaman sana muhtacım, cemalini göster bana.

Cennetine davet et Allahım kabrimizde rahatlık, sıratta selamet, tatlı canımız sana emanet, son nefesimizde selametler ihsan eyle.

Kabir suallerimiz ahsan eyle, cennetinle cemalini cümleyle beraber bana da nasip eyle.

Lailahe illallah selalar duası için, Muhammedün Resullullah arşı ala gölgesi için hastalara şifa, dertlilere deva, borçlulara edalar ihsan eyle Ya Rabbim.

Elif Allah, Nur Muhammed tez selamet.
Ya Celil, etme zelil, gönder delil. İlahi Yarabbi hacetimi rahmet deryasını ulaştır, duaya açılan elleri icabete eriştir.

Allahım senden başka kimsemiz yoktur. Lailahe illallah arşı alaya Muhammedün Resullullah şükür Mevlaya.

Yarabbi yarabbena her halim malumdur sana, cenneti alada cemalini göster bana.

Lailahe illallah günahlarımız af eyle, Muhammedün Resullullah makamımı nur eyle.

İlahi Yarabbi son nefesimde kendime malik olmadığım zaman bu duamı sana emanet ederim.

Cumadan bir günüm var, Nûrdan Kuran’im Var, Gögsümde Imanim Var, Rabbime Selamim Var, Selatü selaya yolladım Mevlaya, sen cümlemizin muradını ver gelecek Cuma’ya.

Lailahe illallah ve cellehü edası ile, Rabbim muradımızı ver melekler duası ile.

Lailahe illallah kalbimizi karartma, rızkımızı azaltma, kabrimizi, daraltma, senden başka kapı aratma, muhannete muhtaç etme.

Lailahe illallah imanla sabır, Muhammedün Resullullah azapsız kabir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 13 Eylül 2008, 21:31   Mesaj No:39
Medineweb Sadık Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:TÜRKcan isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2609
Üyelik T.: 12 Temmuz 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:36
Mesaj: 550
Konular: 114
Beğenildi:8
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Bugün Günlerden Af/ertesi...!!!

Ne zamandır unuttuğumuz bir sevincin bizi yeniden kucakladığı anlar yaşadık oruç akşamlarında. Ne zamandır kalbimize düşmeyen lekesiz huzurlar demledik oruç akşamlarında. Ne zamandır yanımıza yöremize uğramayan çocukça coşkuları avuçladık iftar sofralarımızda. Oruç, bize, her birimize, tek tek, içimizde unuttuğumuz, elini bıraktığımız, suskunluğa terk ettiğimiz içimizdeki çocuğu hatırlatarak gitti. İftar sofralarına ne kadar çocuk/ça oturduk, bir hatırlasanıza.

***

Oruç, zamanı yeni bir tatla yaşattı bize. Günün başköşeleri oruca göre belirlendi. Yeni düzenle akmaya başladı şehirde zaman. Köylerde çocukların gözleri belki ilk defa minare uçlarından sevinçler kopardı, ezan sesinden coşkular devşirdi. Ezanlar, sevinçten kanatlar olup kalplerimize dokundu. Her iftar öncesi çoğaldık, bir/leştik, biricikleştik. Bizi her yanımızdan kucaklayan, hücre hücre sarıp sarmalayan bir huzurun arefesinde bulduk kendimizi. Bir mukaddes çağrının eşiğinde sakinleştirdik kalbimizi. Bir Rahmanî sofranın ortasında yeniden tanıştık ruhumuzla. Bir kalbin açılıp kapanması gibi, kutsiyetin nabzını tuttuk, sımsıcak, kıpır kıpır. Orucun nehrinde aktık; iftar sofralarına toplandık, iftar sofralarından dağıldık. Oruç, uğradığı her mekanı kutsileştirdi. Orucun tutulduğu her yer Mekke’leşti. Oruçla varılan her mekan Medine’leşti.
***


Modernite, insanı eylemlerinin büyüklüğüne endeksler. İnsanın önemini ete kemiğe indirger, varlığını eylemlerine yaslar. Böylece insanı amansız ve vicdansız bir koşu bandında nefes nefese bırakır. Oysa, İslam, insanı niyetiyle tartar: “ameller niyetlere göredir.” Eylem bedenden çıkar. Niyet ise kalptendir. Kalbini kalıbına katmıyorsan, ne edersen et, yaptığın geçersiz ve anlamsızdır kutlu elçiye(asm) göre. Niyet, kalıbı kalbe bağlar, dili gönülle ilişkilendirir. Niyeti olmayan insan vicdanıyla temasını kaybeder. Vicdanı olmayan insan ise, Rabbinin nazarından kaçırır kendini. Hükümsüzleştirir ruhunu. Sahteleştirir kalbini. Huzuru çoklukta arar. Doymayı eşyanın vefasız yüzünden umar. Ömrünü faydasız bilgilerin boğuculuğunda geçirir, kalbini huşusuz ve hayretsiz bir sığlığa hapseder, dilini vicdanına değmeyen kuru çağrıların kuytusunda eskitir. Oruç, bedenin eylemi olarak edilgen bir ibadettir; yememe/içmeme üzerinden yürür. İşte, oruç, bizi bu eylemsizliğin öznesi eylerken, eylemin gürültüsü ardında susturduğumuz niyetin sesini yükseltti. İlk defa, oruç sayesinde, niyetimizi eylemimizin önüne geçirdik. Oruçla, kalbimizi kalıbımıza galip getirdik. Belki, ilk defa, modern zamanlara açıkça karşı durduk. Oruç tuttuk. Oruca tutulduk. Oruca tutunduk.

***
Oruç, yalnızlaştırdı bizi. Gurbete düşmüşçesine, eşyanın uzağına attı bizi. Her şey var ama bize faydasız. Herkes burada ama bizden habersiz. O’ndan başkası çare olamadı bize. O’nun izninden başkası doyuramadı bizi. O’nu bir bilerek çokluğu terk ettik. Bir’e vardık. Bir’e kandık. Bir’e uyandık. Bir’e kaldık. Hep arayıp durduğumuz o duruluk hali, özlemiyle yandığımız o uzlet hali orucun dokunuşuyla gerçekleşti. Oruca tutunarak o yalnızlıkta durduk ve durulduk.
***


Orucun ertesindeyiz artık. Bize uğradı oruç. Pencere önümüzde durdu. Rahmet günlerinden geçirdi bizi. Mağfiret gecelerinde uyandırdı. Cehennemden kurtuluşumuza vesile günler doğurdu üzerimize. Zamanın zirvesi sessizce gelip dayandı gözlerimizin kıvrımlarına. Kadrimizin bilindiği “o gece”nin içinden geçtik. “O gece” umuduyla, en az “bir ömür”lük umutlar içtik nefes nefes. Pişmanlıklarımızı taşıdık dilimize. Kendimizi utandıracak itiraflar yaptık içimizin içine. Nefsimizi kendimize gammazladık. İlk defa aramızı ayırdık nefsimizle. Haylaz arzularına, yersiz heveslerine “dur!” diyebildik. Merhamet edilmişliğimizin ertesindeyiz artık. Affedilmenin sonrasındayız. Cehennemden kurtuluşu izleyen günlerdeyiz. İnşaallah, tertemiz vardık bayrama. İnşaallah, ak pak bir sabaha uyandık bayramda. O paklığın ve berraklığın hep farkında olarak yaşayalım bundan böyle. Bize yeni baştan açılmış o beyaz sayfaya leke kondurmama özeni ile yürüyelim orucun ertesine.
***
Öyle bir ay ki giden, sonsuz müjdelerin göğsüne yasladı hüzünlerimizi. Öyle bir ay ki giden, mağfiret yağmurlarının yüzünde yıkadı suçlarımızı. Öyle bir ay ki giden, rahmet bulutlarının gölgesinde avuttu korkularımızı. Öyle bir ay ki Ramazan, vahyin sonsuz kıpırtısını taşı(r)dı göğsümüze…

Özlemeye değmez mi?



Senai Demirci
Alıntı ile Cevapla
Alt 13 Eylül 2008, 21:35   Mesaj No:40
Medineweb Sadık Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:TÜRKcan isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2609
Üyelik T.: 12 Temmuz 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:36
Mesaj: 550
Konular: 114
Beğenildi:8
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Oruçla Açılmış Bir Fatiha Var Artık Dudaklarımızda...


Her istediğimize elimizi uzatabileceğimizden eminken, şeffaf ve yumuşak bir kılıç gibi iner; elimizi eşyadan keser oruç. Eşya ile aramızı açar. Eşya ile aramızda, karşılıklı razı olunmuş bir yabancılık inşa eder. Bu yabancılık, Yaradan’ın eşyayı bize tanıdık ve yakın edişinin hatırlatıcısı olur. Her kavuşmayı çocukça bir heyecanla bekler, her iftarda ter ü taze bir buluşma yaşarız. Denir ki bize: “Hiçbir şey için ‘Benimdir’ deme. De ki ‘Sadece yanımdadır.’” Ve denir ki yine: “Ne su senindir ne de suyu içen dudak... İkisi arasındaki yakınlık, O’nun izniyledir, O’nun hatırınadır, O’nun ismiyledir.” Açlığı ve susuzluğu her hissedişte, yeryüzünde müsaadeyle yaşamanın tadı yayılır damağımıza. Mahrumiyetimizi hatırladıkça, dünyada misafir izzetiyle ve izniyle nefes almanın genişliği dolar göğsümüze. Böylece, sürekli devinen ve sözsüz de söylenen bir “Bismillah”a dönüşür oruç.


Arzuladıklarımızın her zaman elimizin altında olduğu hissi, onlara dair hayretimizi azaltır, onların varlığı karşısındaki hayranlığımızı küllendirir. Oruç, eşyanın üzerindeki külleri kaldırır, varlığa olan körlüğümüzü açar. Nimetlerin üzerindeki alışkanlık perdesini yırtar. Diğer zamanlarda sebepler üzerinden fiyatlandırdığımız nimetler, yeni bir bedelle, bambaşka bir fiyatla karşımıza çıkar. “Su eşittir para” denkleminin tek yönlü geçerli olduğunu anlarız meselâ. Su para eder ama para su etmez. Parayla su içemeyeceğimizi ilk defa fark ederiz. Paramız geçersizleşir, suyun gönderilmişliği sahicileşir. Hep yeni, hep yeniden tadarız suyu ve ekmeği.. Yeni baştan tadarız varlığı... Karşılığını ödemekten aciz olduğumuz iyilikler gördüğümüzü öğreniriz. Hayretimiz artar. Teşekkür iştahımız yerine gelir. Minnettarlık duygumuz çoğalır. Hamdimiz artar. Böylece, sessiz bir “Elhamdülillah”ı içirir bize oruç.

Arzu ettiklerimizi gerçekleştirmekte pek gecikmeyiz sair zamanlarda. Elimizin altında olana çabucak erişiriz. Canımızın çektiğini hemencecik alırız. Heveslendiğimizi kolaycacık yer içeriz. Arzu ve heveslerimizle yapışık hale geliriz böylece. Yapışık ikizler gibi, her şart altında, onların yanı sıra koşarken buluruz kendimizi. Varlığımızı heveslerimize kilitleriz. Arzularımızdan ayrı bir kişilik oluşturma mecalimizi hepten kaybetmiş olabiliriz. İçgüdülerimizin ucunda savrulmaya başlarız. Sahiciliğimizi yitiririz. Hevamızla aynılaşırız. Sığlaşırız. Orucun yaşattığı gönüllü yoksunluk, heva ve heveslerimiz ile “biz”in arasını ayırır. Kendimizi, ilk defa, kendimiz bildiğimiz arzularımıza “dur!”, “yapma!” derken buluruz. “Ben” ile “ben”imiz sandığımız arzularımız ayrışır, karşı köşelere geçer. Bu hâl, bize naif bir bakış kazandırır. İlk defa, hırsla değil merhametle görürüz eşyayı. “Yiyecekmiş gibi” bakmayız nimete; duru ve sakin “var edilmişliğini”, taze ve kasıtlı “verilmişliğini” okumaya başlarız. Şehvetin sürükleyiciliğinden “ben”imizi sıyırır; şefkatin kucaklayıcı bakışını kuşanırız. Heva ve hevesin, arzu ve hırsın hoyratlığı, her şeyi bize “mecburmuş” gibi göstermesine karşı direnme fırsatı ediniriz. Her şeyi, “ikram”, “iltifat” ve “ihsan” şaşırtıcılığı içinde tatmaya başlarız. Anlarız ki, eşya bizim heveslerimize “mahkûm” değildir; aksine bize yönelmiş “merhamet”in göstergesidir. “Mecburiyet” algımız, “mahcubiyet”e dönüşürüz. Merhamet eden mecbur değildir çünkü. Kendisine kerem edilen, keremi hak etmiş değildir. İhsan, ihsan edenin kendi tercihidir; kimsenin zorlaması değildir. İftar vakti, bu ikram, ihsan ve iltifat edilmişlik duygusunu daha bir net hissederiz. Sofrada, eşya sanki yeniden filizlenir gibi olur. Varlık, taze kabuk bağlamış bir yara gibi pembeleşir. Her şey, “marul içi tazeliği”ne bürünür. Nefsimizle değil, nefesimizle muhatap oluruz varlığa. Bize merhamet edildiğini anlar, başkalarına da merhamet borçlu olduğumuzu farkederiz. Şefkat gözeneklerimiz açılır. Benden bana, benden sana, benden ona, ondan bana, senden bana... şefkat nehri yeniden akmaya başlar. Böylece, “O Rahmandır ve O Rahîmdir” sırrıyla yıkar bizi oruç.

Sebepler susar oruçta. Çokluk bire iner. Çokça hazır olanlar tükenir. Bolca el altında tutulanlar faydasızlaşır. Yalnızlaşırız. Eşyanın desteği koltuğumuzun altından çekilir. Tekilleşiriz. Bir gurbete düşmüşçesine, eşyanın uzağına atılırız... Kalabalığın ortasında, yapayalnız kalırız. Her şey var ama bize faydasız. Her şey burada ama bizden habersiz. Çokluğu susturup, Bir olanın emrine kulak kabartırız oruçla. Sebeplerin şımartmasını terk edip, sebepsiz Var Eden’in iznine ayarlarız kalbimizi. Eşyanın içinde kaybolmuşluğumuzu yırtarız. Kentin boğuculuğundan sıyrılırız. Dar zamanların duvarlarından dışarı atarız kendimizi. Silikleşmiş varlığımızı, her şeyi bir kenara itmenin ayrıcalığı ile yeniden biliriz, yeni baştan bileriz. Varlığın göğsünde taze bir heyecanla çarpan kalp gibi yeniden ölçüp biçeriz kendimizi. Her şeyin faydasızlaştığı, her şeyin sustuğu “din günü”nde, “hesap sorulacak adam” imtiyazı ile tek başına ayakta tutulmanın resmini tamamlarız. Böylece, “Din Günü’nün Sahibi”iyle tanış eder bizi oruç.



Senai Demirci
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

« Adı: Filistin | - »

Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
senai hocamdan bir hoş dua _bülbül_ Dua Bölümü 1 30 Ocak 2023 14:09
Senai Demirciden Vakit Öğle Şiiri Videosu MERVE DEMİR Videolar/Slaytlar 1 10Haziran 2021 23:13
Şeyh Sadi' den Sözler/İnciler-Medineweb MERVE DEMİR Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler 14 30 Mart 2020 00:03
La Tahzen ( Üzülme ) Senai Demirci Medineweb nurşen35 Şiir Dinletileri 2 17 Ağustos 2017 23:50
Kahhar // Senai Demirci enderhafızım Serbest Kürsü 0 09 Ekim 2012 20:20

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.