![]() |
MEDİNEWEB ÖABT DİKAB ÖNEMLİ BİLGİLER çok önemli bilgileri burdan paylaşacağım inşallah kpss gy gk ve eğitim bilimlerini atlatalım daha çok konu ve bilgi paylaşımım olacak inşallah |
Gavs-üs-Sakaleyn: İnsanlara ve cinlere yardım eden büyük velî Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin lakabı. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, tasavvufta Gavs derecesine ulaşmıştır. İnsanlara ve cinlere yardım etmesi ve imdatlarına yetişmesi sebebiyle Gavs-üs-sakaleyn ve Gavs-ül-a'zam lakablarıyla meşhûr olmuştur. |
Tasavvufta, evrenin manevi yönetiminden sorumlu veliler hükümetinin başkanı. Mutasavvıflara göre değirmen taşı milin çevresinde döndüğü gibi bütün evren de kendisinin çevresinde döndüğü için veliler başkanına kutub denilmiştir. Herhangi bir sıfatla birlikte kullanılmadığında kutub kelimesi bu başkanı dile getirmekle birlikte, birden çok kutubdan söz etmek mümkün olduğundan Kutub yerine Kutbu'l-Aktab (Kutublar Kutbu) deyimi kullanılır. Kutub'a, kendisine sığınanlara yardım eden anlamında Gavs ya da Gavsu'l-Azam da denir. Çaresiz kalan kimsenin gavstan imdad istemesine de istigase denir. |
Kulda bi'l-kuvve mevcut olan irade gücüne "küllî irade" denir. Bu irade kullanılmaya hazır olan, ancak henüz kullanılmayan "potansiyel irade" demektir. Bu durumdaki iradenin herhangi bir olaya yönelme, herhangi bir şeyin olmasına veya olmamasına karar verme gibi bir işlevi yoktur; yani bu irade, insanın fiilen kullanmadığı bir iradedir. Dolayısıyla insan, kullanmadığı böyle bir iradeden sorumlu da değildir. Cüz'î irade ise, küllî iradenin, başka bir ifade ile irade gücünün kullanılmasıdır; yani herhangi bir şeyin yapılması veya yapılmaması şıklarından birinin tercihidir. İşte insanı sorumlu kılan, bu iradedir. Şayet insan küllî iradesini, cüz'î irade haline getirirse, yani, irade gücünü kullanarak herhangi bir şeye karar verirse ve verdiği bu kararın gereğini yaparsa, işte insan bu yaptığından dolayı sevap veya günah kazanır; yaptığı Allah'ın rızasına uygunsa mükafat görür; değilse ceza görür. |
Muhadramun: Rasulullah (a.s), zamanında yaşayıp Müslüman olduğu halde, onu görme fırsatına kavuşamayan kimseler. |
Ashab-ı Tuleka Tulekâ: Talîk'in cem'idir. Mekke fethedilince esir durumuna düştüğü halde Hz. Peygamber'in esir muamelesi yapmayıp, azad ettiği Mekke halkı. İçinde müslüman olmayanlar da vardı. |
Müellefe-i Kulûb: Kalpleri ısındırılan, yumuşatılan kimseler. Bir terim olarak müellefe-i kulûb; zekât verilmek sûretiyle kalpleri İslâm'a karşı yumuşatılmak, zararsız hale getirilmek veya dinde sebat ettirilmek istenen kimseleri ifade eder. |
Ashab-ı Sefineteyn Sefîne, gemi demektir. İki defa Habeşistan’a hicret edenlere böyle hitab edilmiştir. |
Ubeydullah İbn Ziyad bin Ebih Emevilerin ünlü komutanı, Aşura vakıasında Kufe valisi ve İmam Hüseyin ve ashabının şehadetindeki ana faktörlerden biridir. Ubeydullah Basra valisi idi, ancak Yezid, Kufe’deki karışıklığın ardından Ubeydullah’ı hicretin 60. Yılında İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamını bastırmak için görevlendirdi. |
Üç Kardeş” Meselesi Ve Ehl-i Sünnet Kelâmının Doğuşu Mutezile kelâm ilmine genişlemesine ve derinleme*sine dalmış ve temel konuların bir çoğunda filozofların eteklerine sarılmıştır. Böylece mezheplerinin yayılması Ebu'l-Hasan Eş'arî (r.a.) ile Hocası Ebu Ali Cübbâî arasında geçen şu hadiseye kadar devanı etmiştir: Eş'arî: Üç kardeş var. Biri ibadet ve itaat halinde, diğeri isyan ve günah içinde, üçüncüsü de çocuk yaşta iken öldü. Bunlar hakkın*da ne dersiniz? Cübbâî: îlki, mükafat olarak cennette, ikincisi ceza olarak ce*henneme girer, üçüncüsü ne mükafat ne de ceza görür. Eş'arî: Üçüncüsü, “Ya Rabbi, beni neden çocuk yaşta öldürdün de büyüyene kadar yaşatmadın? Büyüseydim sana iman ve itaat eder, böylece ben de cennete giderdim”, derse, ona ne cevap verilir? Cübbâî: Rab ona der ki: “Ben haline bakarak şunu bildim: Bü*yüyene kadar yaşasaydın günah işleyecek ve bu sebeple cehenneme gidecektin. Senin menfaat ve meslahtına en uygun olan ( eslah) küçükken ölmendi”. Eş'arî: Eğer ikincisi, “Ya Rab neden beni küçükken öldürmedin? Öyle yapsaydın sana âsi olmaz ve böylece cehenneme girmezdim”, derse Rab ne cevap verir? Bu soru üzerine Cübbâî şaşırdı ve cevap veremedi. Eş'arî de Mu*tezile mezhebinden ayrıldı. Bundan sonra o ve ona tâbi olanlar, Mu*tezilenin görüşlerinin bâtıl olduğunu gösterme, hadiselerde anlatı*lan hususların ve Ehl-i sünnet ve'1-cemaatın yürüdüğü yolun doğru olduğunu ispat etme işi ile meşgul oldular. Ondan dolayı da “Ehl-i sünnet ve'I-cemaat” adını aldılar |
savm-i visal ne demektir Savmi visal, Geceli gündüzlü bir gün veya birkaç gün oruç tutmak mekruhtur. Çünkü sünnete uygun değildir. Buna savm-i visal derler. |
Ellerine sağlık hocam |
Alıntı:
|
Hocam daha bu sınavı hiç bilmiyorum. Kısmetse seneye gireceğim. Bu sene de öylesine girmiştim. |
Muahat:muhabirlerin evsiz ve harflilerden kardeş ilan edilmesi |
El-hadari:Hz Peygamber seferde ve misafirlikte bulunmadığı zamanlarda inen ayetler. |
Mabedi el-cüheni: kaderin olmadığını insanların faillerini hür iradeleri ile işlediklerini ilk defa yüksek sesle dillendiren kişi |
Toplam 1 Eklenti bulunuyor. MÜSNET YAZISI |
Toplam 1 Eklenti bulunuyor. ewet000 |
Toplam 1 Eklenti bulunuyor. c*. |
Rivayet tefsiri: Rivayet tefsiri, kuranı kerimi yine kuranı kerim ile, hadisi şerifler ve sahabelerden gelen diğer rivayetler ile tefsir etmeye denir. Dirayet tefsiri: Dirayet tefsiri demek, kuranı kerimi sadece aklı kullanarak yapılan bir tefsir etme şeklidir. Bu şekilde yapılan tefsirlerin güvenilirliği pek fazla değildir. Daha çok tercih edilen rivayet şeklinde yapılan tefsirlerdir. |
Toplam 1 Eklenti bulunuyor. c*. |
Toplam 1 Eklenti bulunuyor. HADİS TARİHİ 3. ASIR |
İSTİSHAB Fıkıh usulü terimi olarak istishâb, daha önce varlığı bilinen bir durumun aksine delil bulunmadıkça varlığını koruduğuna hükmetme yöntemidir. İSTİHSAN Sözlükte "güzel saymak, bir şeyi güzel görmek" anlamlarına gelen istihsân, fıkıh usulünde, müçtehidin daha kuvvetli gördüğü bir delil veya bir husustan dolayı, bir meselede benzerlerine verdiği hükümden vazgeçip başka bir hüküm vermesidir. |
Toplam 1 Eklenti bulunuyor. ewet000 |
TULEKA Tûleka'nın sözlük anlamı salıverilmiş, özgür bırakılmış demektir. Dini terim anlamı ise; Mekke'nin fetih edilişinden sonra müslüman olmuş Kureyş'liler için söylenen bir kelimedir. |
Selefiyye mezhebi prensipleri: 1- Takdis: Cenab-ı Allah'ı şanına uygun düşmeyen şeylerden tenzih etmek. 2- Tasdik: Kur'an-ı Kerim ve hadislerde Allah'ın isim ve sıfatları hakkında nasıl bir ifade kullanılmış ve ne söylenmişse, onları olduğu gibi kabul etmek; yani, Allah'ı bizzat kendisinin ve peygamberinin tanıttığı gibi bilip tasdik etmek. 3- Aczini itiraf etmek: Bilhassa nass'ta geçen müteşabih ifadeler konusunda tevil ve yorum yapmadan, bu konuda aczini kabul etmek. 4- Sükût (susmak): Yine nass'ta geçen müteşabih ifadeleri anlamayanların, bunlar hakkında soru sormayıp susmaları. 5- İmsak (uzak tutma): Müteşabih ifadeler üzerinde yorum ve te'vilden kendini alıkoymak. 6- Keff: Müteşabih olan hususlarla zihnen bile meşgul olmamak. 7- Ma'rifet ehlini teslim: Müteşabihe giren konuları bilmesi mümkün olan Hz. Peygamber, Sahabe, evliya ve mütehassıs âlimlerin söylediklerini kabul ve tasdik etmek |
İslam’a ilk defa SAHABE DEVRİNDE girmeye başlayan İSRAİLİYAT , TABİİN DÖNEMİNDE Ehl-i Kitapan çok sayıda kimsenin Müslüman olmasıyla geniş boyutlara ulaşmıştır. İSRAİLİYAT: Kelime olarak İsrail oğullarına nisbet edilen rivayetler manasınadır. İslâmî terimler içinde, umumiyetle Yahudi kültüründen islamiyete geçen, daha doğrusu İslâmî rivayetler arasına karışan çoğu Tevrat'tan nakledilmiş şeylere denir. |
*Hibru’l-Umme(Ümmetin bilgini) olarak unvan kazanan ,Kur’anın Hz .Peygamberden en yetkili müfessiri, yani Tercümanül-Kur’an olarak anılan kişi Abdullah bin Abbas’tır. |
Yakîni bilginin dereceleri Yakîni bilginin de, zihninde oluşturduğu anlam ve kesinlik bakımından üç derecesi vardır: a) İlm’l-yakîn: Akli olarak bilgisine sahip olduğumuz bir şeyin zihnimizde oluşturduğu kesinlik, bu türden bir bilgidir. b) Ayne’l-yakîn: Hakkında bilgi sahibi olduğumuz herhangi bir eşyanın, duyu organlarımızla algılanması, tecrübe sahamıza girmesidir. c) Hakka’l-yakîn: Aklen hakkında bilgi sahibi olup onayladığımız ve tecrübe alanımıza dahil ettiğimiz bir şeyi, bizzat kendimize mal ederek işin hakikatine ermektir. yakîni bilginin temel özelliği şüpheden arınmış olmasıdır |
İnikâs’ı-edille Bâkıllânî’ye nispet edilen bir istidlâl şeklidir. Bu delile göre bir meseleyi ispat eden delilin çürüklüğü ortaya konuldu mu ispat ettiği mesele de gerçek olmaktan çıkmaktadır. Yaygın ifadeyle “Delilin butlanından medlûlün de butlanı lâzım gelir. ” “Ma lâ Delîle aleyhi Yecibu Nefyühu” tarzında da bilinir. başka bir tanımı şöyle: İnikas'ı-edille; Bir şeyi isbat eden delil batıl ve çürük olursa, isbat ettiği hususun (medlul, netice) da batıl olacağı düşüncesi.Yani delil bâtıl olursa, medlul (dava) da bâtıl olur. |
MUCİZE ÇEŞİTLERİ 1) Hissî Mûcizeler: Bu tür mucizelere kevnî veya maddî mucizeler de denilmektedir. Bunlar doğrudan duyulara hitap eden, tabiat kanunlarının normal seyrinin dışında ve üstünde meydana gelen mucizelerdir. Hissî mucizelerin diğer özellikleri ise şunlardır: hissî mucizeler peygamberin yaşadığı dönemdeki insanlara hitap eder. Belli zamanla (geçici bir süre) ve mekânla sınırlıdırlar. Sonraki nesillerin bunları tasdik edip inanması ancak sadık-doğru haberle mümkündür. Bunların bir kısmı insanların hidayetlerine bir kısmı ise helâklerine vesile olmuştur. Kur’an’daki geçmiş peygamberlerin kıssalarındaki mucizeler, bu tür mucizelerin en güzel örnekleridir. 2) Haberî Mûcizeler: Peygamberlerin herhangi bir yönteme ve bilimsel metoda başvurmaksızın doğrudan Allah'tan veya melek aracılığıyla aldıkları vahiylere dayanarak verdikleri geçmiş, gelecek ve şimdiki durumla ilgili haberlerden oluşur. Hz. Îsa’nın insanlann evlerinde ne yediklerini ve ne sakladıklarını haber vermesi (5/110) şimdiki hale ait haberî mucize; Hz. Peygamber'in geçmiş peygamberlerle kavimleri arasında geçen olayları ve bu olaylarda cereyan eden konuşmaları ayrıntılı olarak bilip bunları Ehl-i kitap âlimlerinin yanında anlatması geçmişe ait haberî mucizelere örnektir. 3) Aklî Mûcizeler: Bu mucizelere manevî mucizeler veya bilgi mucizeleri de denilmektedir. Peygamberliğin doğruluğunu ispatlayan en güçlü ve etkili delil bu tür mucizelerdir. İnsanların özellikle akıl ve vicdanlarına hitap eden, onları düşünmeye ve gerçekleri kavramaya yönelten, bu şekilde peygamberliğin ve getirdiklerinin hak olduğunu ispatlayan en güçlü delillerdir. Bu mucizeler, hissi mucizeler gibi belli bir mekân ve zamana hitap etmez; aksine her asırdaki insanın akıl ve vicdanına hitap ederler. not: kuranı kerim; manevi mucizedir. |
İSTİDRAC: Kafir ve günahkar kişilerin olağanüstü halleri. İHANET: Kafir günahkar kişilerden, arzu isteklerine aykırı olarak meydana gelen olaydır. Misal, peygamberlik taslayan inkarcılardan Müseylime, tek gözü kör olan adama, iyi olsun diye dua etmiş, bunun üzerine adamın diğer gözü de kör olmuştur. MEUNET : Veli olmayan müslüman bir insanın gösterdiği olağanüstü haller. KERAMET : Veli olan insanların gösterdiği olağanüstü haller. İRHAS : Peygamber olacak şahsın, peygamber olmadan önce gösterdiği olaganüstü haller.(HZ. iSA’ın beşikte iken konuşması) MUCİZE: yüce Allah'ın, peygamberlik iddiasında bulunan peygamberini doğrulamak ve desteklemek için yarattığı, insanların benzerini getirmekten âciz kaldığı olağanüstü olay |
Burhanî delilleri ancak âlimler anlarlar. Bu sebeple, muhatabın anlayacağı bir şekilde ifade etmek gerekir. İnsanların daima büyük çoğunluğunu teşkil eden avam, burhânı anlayamaz. a) Burhan-ı Temânu': Allah Teâlâ'nın birliğini ispat eden aklî kesin bir delildir. Her sağduyu sahibi bilir ki ulûhiyet (ilahlık) sıfatıyla nitelenen ve vücûdu (varlığı) zatının gereği bulunan varlık, tam bir kudret, mutlak bir hüküm ve üstünlük sahibidir. Bu hal ilâh olan varlığın tabiatı icabıdır. Aksi halde o, tam bir ilâh sayılamaz. Bu sıfatlarla nitelenen, her bakımdan birbirine eşit iki ilâh bulunduğu farzedilirse, yaratmakta ve hükmetmekte "tek" ve "rakipsiz" olmaları tam bir ilâh olmanın tabiatı icabı olduğundan, bu iki ilâhın her zaman ittifak edip, anlaşmaları imkânsızdır. Buna rağmen, bu niteliklerde ve birbirine eşit iki ilâhın bulunduğunu farzetsek, aralarında ihtilaf ve arzularında çatışma olacağı muhakkaktır. |
b) Burhan-ı Tevârüd: Bu da Allah'ın birliğini ispat eden aklî kesin bir delildir. Eğer yerde ve gökte birden fazla ilâh olsaydı bu âlem: 1. Ya bütün ilâhların müşterek kuvvet ve kudretiyle vücuda gelmiştir. 2. Veya her biri tarafından müstakil olarak ayrı ayrı yaratılmıştır. 3. Yahut da ancak birinin irade ve kudretiyle var olmuştur. Fakat bu aklî ihtimallerin üçü de batıldır. |
EHVEN-İ ŞER" NE DEMEKTİR? Bu ifadenin aslı "ehven-i şerreyn" yani, iki kötünün hafif olanı, şeklindedir. Önemli bir fıkıh yani, Islâm hukuku kaidesidir. Islâm hukukuna göre hazırlanan "Mecelle" mize; "ehven-i şerreyn ihtiyar olunur" diye geçmiştir ki, başka ihtimal (alternatif) yoksa ve yapmak zorunda olduğumuz şeyler kötü şeylerse en hafifini seçmek mecburiyetindeyiz, demektir. |
Toplam 1 Eklenti bulunuyor. cicekver |
Maniheizm : Mani tarafından İran'da kurulan Musevilik dışın-daki bütün dinlerin pek çok özelliklerinin birleş-tirilmesiyle ortaya çıkan bir dindir. Öğretinin temeli iyilik kötülük karşıtlığına (Mazdaizm) da-yanmaktadır. İyilik; ışık ve ruhtur, kötülük de karanlık ve bedendir. Süryanice yazılmış ve Mani'ye dayandırılan yedi kutsal metin bu dinin temelini oluşturur. |
Fıkıhta nevazil nedir? Nevâzil, Arapça nâzile kelimesinin çoğuludur. Sözlükte "sonradan meydana gelen, insanlar için zorluk veya sıkıntı doğuran durum" anlamına gelir. Bu kelime, bir fıkıh terimi olarak klasik fıkıhta ve günümüzde sözlük anlamıyla bağlantılı bir şekilde birbirine yakın fakat içerik ve kapsam olarak birbirinden kısmen farklı anlamlarda kullanılmıştır. |
Behimetül enam, Maide suresinde geçen kurban olabilecek özellikte olan hayvanlar kastedilir. Deve, Dana, koyun ve keçi. |
SAAT: 12:04 |
vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
User Alert System provided by
Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) -
vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.