Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM GENEL.::. > Edebiyat > Makale ve Köşe Yazıları

Konu Kimliği: Konu Sahibi enderhafızım,Açılış Tarihi:  27 Aralık 2012 (11:17), Konuya Son Cevap : 27 Aralık 2012 (11:17). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 27 Aralık 2012, 11:17   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.186
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
evtx Ölüm ve Hayat

Ölüm ve Hayat

Ölüm ve Hayat / İlker Ören






“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”(Zariyat 56)


Bu kısacık ayet muazzam ve korkunç bir gerçeği kapsamaktadır ki bu gerçek iyice anlaşılmadan yeryüzünde beşer hayatı düzenli olmaz. Yeryüzünde sözünü ettiğimiz hayat ister kişisel hayat olsun ister toplum hayatı olsun isterse tüm devirler ve çağlar boyu bütün insanlığın hayatı olsun fark etmez.




Bu kısacık ayet birçok anlam ve gayelerin ufuklarını açmaktadır ki bunların tümü hayatın üzerinde durduğu temel taşı sayılan bu muazzam gerçeğin içinde yer alır.


Bu gerçeğin kapsadığı ufuklardan birincisi şudur: Elbette ki cinlerin ve insanların var olmalarının, yaratılmalarının belirli bir gayesi vardır. Bu gaye bir görevde simgelenmektedir ki kim bu görevi yerine getirirse varlık ve yaratılış gayesini gerçekleştirmiş olur. Yerine getirmeyen ya da yan çizen ise yaratılış gayesini yıkmış ve yitirmiş olur. Böyle birisi görevsiz, başıboş kalmış ve hayatın hedef ve değerini yitirmiştir. Hayatı, kendisini değerli kılan asıl anlamını yitirmiş olur. Böylece hayat yaratılış gayesinden sıyrılmış ve bunun sonucunda kişi dipsiz bir boşluğa yuvarlanmıştır. Bu durum kendisini ana sisteme bağlayan, koruyan ve ona ölümsüzlüğü sağlayan varlık kanunundan sıyrılıp kaçan herkesin başına gelir.


İnsanları ve cinleri varlık kanununa bağlayan bu belirli görev Allah'a ibadet veya O'na kulluktur. Ortada bir kul, bir de Rab olacaktır. İbadet eden bir kul, tapılan bir Rab... İşte bir kulun hayatı bütünü ile bu ilke üzerine olursa düzgün olur.
İbadet, vicdandaki her harekette, organların her işleyişinde, hayattaki her davranışta Allah'a yönelmektir. Bütün davranışlar ile samimi olarak Allah'a yönelmek, başka her türlü duygudan ve Allah'a ibadet etme motifi dışında her türlü motiften sıyrılmaktır.

"Hani Rabb'in meleklere `ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti." (Bakara, 30)

Şu halde insan denen varlıktan yapması istenen amel, yeryüzünde Allah'ın halifesi olmaktır. Bu görev içinde yeryüzünün imarı da vardır.

Buradan açıkça ortaya çıkıyor ki; insanın yaratılış gayesi ve ilk görevi olan ibadetin anlamı sadece birtakım sembolik davranışları yapmaktan çok daha geniş ve çok daha kapsamlıdır ve halifelik görevi de ibadet kavramına kesinkes dâhildir.

Ve işte o zaman, insan şu yeryüzünde yaşarken, burada Allah'ın kendisine vermiş olduğu bir görevi yerine getirmek için var olduğunu hissederek yaşar. Bu dünyaya o görevi yerine getirmek için belirli bir süre ile sınırlı olarak geldiğini, hissederek yaşar... Bu görevin ötesinde Allah'a itaatten başka dünyada hiçbir istek ve arzu, hiçbir gaye ve hedef düşünmeden dünyaya gelmesinin sadece O'na kulluk ve itaat ederek bu görevi yerine getirmek olduğunu hissederek yaşar. Bu görevin karşılığı ise duyulan iç huzuru, kendi durumundan ve amelinden hoşnutluk, Allah'ın kendisinden hoşnutluğu ve O'nun kendisini gözetmesi ile güven duymaktır. Sonra da bu, ahirette karşısına şereflendirme, nimet, ihsan ve büyük bir bağış olarak çıkacaktır.

Ve işte o zaman, insan gerçekten Allah'a tüm gücüyle yönelmiş olur. O zaman, şu yeryüzünün tutsaklığından, engelleyici cazibelerinden ve akılları çelen tuzaklarından sıyrılarak Allah'a koşmuş olur. Gerçekten esaretten ve yüklerden kurtulmuş ve kendisini Allah'a adamış olur. Kâinatta bulunacağı yere, Allah'a kul olma yerine yerleşmiş olur. Çünkü Allah onu kendisine ibadet etsin diye yaratmıştır. İşte o zaman yaratılış gayesini yerine getirmiş, dünyaya geliş hedefini gerçekleştirmiş olur.

İşte böylece bir tek kısacık ayetin, "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" ayetinin ortaya koyduğu akıllara durgunluk verecek muazzam gerçeğin bir yönü ortaya çıkmış oluyor.

Doğrusu, vicdanlarda gerçek anlamda yer ettiği takdirde bu biricik gerçeğin yeryüzünde hayatın çehresini bütünü ile değiştirmesi mümkündür...

Müslüman, hayata tevhid penceresinden bakmak zorundadır. Tevhid, birlemek demek olduğuna göre, laik bir anlayışla dünya ile ahret arasını ayırmak bu inanca zıt olacaktır. Ahiretten ayırdığımız dünyayı, tekrar ahiretle birleştirmek zorundayız. Sadece ölüme kadar olan süre olarak algıladığımız gelecek kavramını, ölümden sonrasını da içine alacak biçimde anlamaya ve bu anlayışı gündelik yaşayışa geçirmek, kulluk görevimizdir.

Bir ayağımız ahirette; bir ayağımız dünyada, bir gözümüz ahirette; bir gözümüz dünyada ve bir kulağımız İsrafil’in sur’unda; bir kulağımız dünyada olarak yaşarsak dünya-ahiret dengesini kurmuş oluruz. Yoksa hem kendimiz, hem de bizden etkilenen her şey fesada uğrayacaktır.

“Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azab; Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” (HADİD 20)


Netice itibariyle o geçici bir faydalanış ve aldanış vesilesidir. Asıl hayat, ahiret hayatıdır. Gerçek anlamda huzur ve sükûn sadece ölümsüz âlemdedir. Her ne kadar ölüm, geride kalanlar için acı ve hasret dolu bir olay ise de, imanlı gönüller için fanilikten ebediliğe geçişi sağlayan bir vasıtadır.

Hayata birkaç damla su ile başlayıp ölümden sonra sonsuzluğa uzanan biz insanların ölüm sonrası hakkında ciddi endişelerimiz yoksa; Bu, hem dünyevi hayatımız, hem de uhrevi hayatımız için büyük bir tehlikedir. Bu gün insanların kafalarında taşıdıkları endişelerine bakın; tamamının veya tamamına yakınının dünyevi endişeler olduğunu göreceksiniz. Kalabalık bir şehrin en yoğun noktasında durun ve oradan geçen binlerce insandan her birine şu soruyu yöneltin: ”Şu anda neyi düşünüyordunuz?” Hiçbir insanın, ”Şu anda bir gün öleceğimi ve yaşadığım hayatın hesabını vereceğimi düşünüyordum.” dediğini kolay kolay duyamayacaksınız. İnsan, başına yüzde yüz gelecek ölüm olayına ve hesaba çekilmeyi düşünmeden nasıl yaşar?

Mü’minlerin akidelerini teşkil eden iman esaslarından birisi de ahiret gününe inanmaktır. Kur’an, bizden gaybi olan ahiret âlemine yakinen, (kesin inançla) inanmamızı istemektedir. İsrafil (a.s.) birinci defa sura üfürdüğünde kıyamet kopacak, her şey yok olacaktır. İkinci defa üfürdüğünde ise herkes dirilecektir. İnsanların tekrar dirilmesiyle başlayan ve ebediyyen devam edecek olan zamana ahiret denir. “Sonra siz kıyamet gününde muhakkak diriltileceksiniz.”(Mü’minun 16); “Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar, ahirete de kesin inanç ile inanırlar.”(Bakara 4)

Her şey gibi dünyanın da bir sonu vardır. Bir gün gelecek her yaratılan şey gibi dünya da yok olacaktır. Her şey yok olduktan sonra insanlar Allah’ın emriyle tekrar dirilecektir. Herkes dünyada işlediğinden sorguya çekilecek, her yaptığının karşılığını görecektir. O gün insana iman ve salih amelden başka hiç bir şey fayda vermeyecektir. İslam’ı seçen ve gereklerini yerine getirenler cennete; bâtılı seçenler ise cehenneme gidecektir.


“Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman;

Yıldızlar düşüp söndüğü zaman;
Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman;
Yabani hayvanlar bir araya toplatıldığı zaman;
Denizler kaynatıldığı zaman;
Canlar bedenlerle birleştirildiği zaman;
Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman;
Amel defterleri açıldığı zaman;
Gök yerinden oynatıldığı zaman;
Cehennem alevlendirildiği zaman;
Cennet yaklaştırıldığı zaman;
İnsanoğlu ne yaptığını görecektir.” (Tekvir 1–14)


Ahiret âlemine iman, Kur’an’da çoğunlukla Allah’a imandan hemen sonra zikredilmektedir. Yani Allah’a İman ile ahirete İman birbirine bağlı olarak ifade edilmiştir. Biri başlangıç, öbürü ise sonuç. Çünkü yapılan her amel, her iyilik, işlenen her suç, çiğnenen her emir ve reddedilen her hükmün karşılığı ancak o adil mahkemede hallolunacaktır. O mahkemede hiç bir şey karşılıksız bırakılmayacaktır. “Kim zerre miktarı bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecek; kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.”(Zilzal 7–8)

Evet, dünya bir imtihan yeri, ahiret de o imtihanın değerlendirileceği bir başka yerdir. O yerde Allah’tan başka hiç bir yardımcı, O’nun izni olmadan hiç bir şefaatçi bulunamaz. Artık bütün işlemler bitmiş ve bütün hesaplar neticelendirilmiştir. Kur’an-ı Kerim bu manzarayı şöyle dile getirmektedir: “Bir de öyle bir azab gününden sakının ve korunun ki, o günde (Kıyamette) hiç bir kimse, hiç bir kimse adına bir şey ödeyemez. Kimseden şefaat da kabul edilmez. Azaptan kurtulmak için kimseden bedel ve karşılık alınmaz. O kâfirlere yardım da yapılmaz.”(Bakara 48)

Mü’minler bilmelidir ki, o gün mesuliyet ferdidir, hesaplar şahsidir. Herkes kendi nefsinden sorumludur. Hiç kimse başkasının günahını taşıyamaz. Hiç kimse kimseyi kurtaramaz.

Ahirete İman, insanoğlunun başıboş olmadığını, lüzumsuz yere yaratılmadığını, kendi heva ve hevesiyle baş başa bırakılmadığını insana öğretir. Bu akide, ameli karşılığı ile birleştiren bir inançtır. Bu inanç, insanoğluna kesin olarak bildiriyor ki, mutlak bir adalet kendisini beklemektedir. Mü’min bu inanç sayesinde hesap ve adalet gününe kendini hazırlar.

Bu inanç, mü’min ile kâfiri birbirinden yaşantı itibariyle de ayırır. Mü’min, ahirete inandığı için dünyayı bir imtihan yeri olarak kabul eder ve çalışmasını da ona göre yapar. Kâfirler ise, ahirete inanmadıkları için, hayatı sadece bu dünyadan ibaret sayar ve çalışmasını da hep bu dünyaya ait kılar. Böylece onlar, ahirete eli boş olarak gider ve orada onlara sadece ateş arkadaşlık eder. Başka yardımcıları yoktur onların.

İnsanın, bir şeyin kârını ve zararını düşünmesi fıtrattandır. Bu âlemden başka âlem tanımayan kimse, yalnızca bu dünyadaki kârı ve zararı düşünür; dünyevi faydalar beklemediği hiç bir işe yanaşmaz. Fakat ahiret gününe inanan kimse, dünyevi fayda ve zararlara pek aldanmaz. Çünkü onun bütün kazancı ahirete yöneliktir. O mükâfatını sadece Allah’tan bekler. Ona hayırlı bir iş götürüldüğünde, madden kaybedeceği bir şey olsa bile onu kaçırmamaya çalışır. Karşısına kötü bir iş çıktığında da, maddi faydası ne kadar olursa olsun ondan kaçınır. Kısaca mü’min ahirete yönelik çalışmalarda bulunarak, geçici dünya menfaatinin para, servet, mal, mülk, mevki, şöhret gibi aldatıcı Me ta ’larına aldanmaz. O bilir ki, dünya üzerinde bulunan bütün varlıklar, tüm dünyevi faydalar geçicidir; günün birinde hepsi yok olup gidecektir.

Mü’min ahirete iman ederken, bunu sözde bırakmayarak ahiret için ne gerekirse onu yapar, ahiret mutluluğunu kazanabilmek için önceden ahirete yönelik gayret ve çalışmalarda bulunur. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim de mü’min olduğu halde ahireti ister ve çalışmasını da onun için yaparsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.”(İsra 19)

Dünya insan için bir imtihan yeridir. İnsan akıl ve irade sahibidir. Allah, gönderdiği peygamberler ve kitaplarla insanlara hakkı ve batılı açıklamıştır. İnsan imtihan olunmaktadır, “Hanginizin daha iyi amellerde bulunacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur.”(Mülk 2)

İnsana kendisine verilen nimetleri nerede kullandığı mutlaka sorulacaktır: “Sonra, yemin olsun ki, o gün (Kıyamet günü) mutlaka nimetlerden sorulacaksınız.” (Tekasür 8)

Dünyada birçok haksızlıklar yapılmaktadır. Yapılan zulümlerin hesabı ahirette, dünyadan çok daha ağır bir şekilde görülecektir.
Yaptığı amellerin hesabını vereceğine inanan kimse hareketlerine dikkat eder. Çünkü bilir ki yaptığı işlerden mes’uldür, ahirette hesap verecektir. Bu yüzden kendisi ve insanlık için iyi amellerde bulunur.

Ahirete inanmak insanlık için bir huzur ve teselli kaynağıdır. İnsan da her canlı gibi ölecektir. Bu yüzden insan için öldükten sonra dirileceği inancı büyük bir nimettir.

Kıyametin ne zaman kopacağı, bu düzenin ne zaman bozulacağı konusu insanları çokça meşgul etmiştir. Bu zamanı bilebileceğini tahmin ettikleri kişilere her zaman sormuşlardır. Ama kıyametin zamanı, sadece Allah’ın bileceği bir sırdır.

“Sana kıyameti sorarlar: ‘Gelip çatması ne zamandır?’ (derler.) Sen onu nereden bilip bildireceksin? Onun nihai ilmi yalnız Rabbine aittir. Sen ancak ondan korkanları uyarırsın. Kıyamet gününü gördüklerinde (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.”(Naziat 42–46)


“(Ey Muhammed!) Sana, kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki, onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini O’ndan başka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramayacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir.” (A’raf 187)


Ahirette insanlara yapmış olduğu ameller, yazılmış bir defter/kitap halinde verilir. Bu defterler Kiramen Kâtibin melekleri tarafından yazılmış kitaplardır. Benzetme yerindeyse, dünyada her yaptığımız amel bu melekler tarafından kamerayla videoya çekilmektedir. Defter veya kitap denilen bu filmler ahirette cennetlik olanlara sağdan, cehennemlik olanlara ise soldan ve arkalarından verilecektir.

Cennetlik olanlar büyük sevinç yaşayacaklar ve herkese kitabını göstermek isteyeceklerdir. Cehennemlik olanlar ise elindeki kitaplarda her şeyin yazıldığını görüp hayret edecekler ve pişman olacaklardır. Bu defterlerde; insanın dünyada yaptığı her şey büyüğüyle, küçüğüyle eksiksiz olarak yazılmış olacaktır.

“Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. ‘Vay halimize! Derler, bu nasıl kitapmış? Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!’ Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”(Kehf 49)


Mizan:
Ahirette, amellerin tartılması için Allah’ın kıyamet günü ortaya koyacağı terazilerdir. Ahirette hesaptan sonra insanların amellerini tartacak olan İlahi adalet ölçüsü demektir. Her insanın yapmış olduğu ameli bu terazide tartılacak, sevabı ağır gelenler cennete; hafif gelenler ise cehenneme girecektir. Mizan, her ne kadar terazi ve ölçü aleti demek ise de mizan, bu dünyadaki ölçü aletlerine benzetilemez. Nasıl olduğunu kavramamız mümkün değildir. Mizan tam manasıyla doğru bir terazi olacaktır. Birilerinin hakkının yenmesi veya birilerinin kayırılması asla olmayacaktır. Çünkü o terazinin sahibi, adil olanların en adaletlisi Allah (c.c.)’tır. Allah Teâlâ bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:

“Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiç bir kimse, hiçbir şeyle haksızlığa uğramayacaktır. O şey bir hardal tanesi de olsa onu getirir, mizana koyarız. Hesap görücü olarak Biz yeteriz.”(Enbiya 47)


Allah, ahiret günü tartının hak olduğunu, (A’raf 8) kimin tartılan ameli ağır gelirse onun razı edecek bir yaşayış içinde olacağını, (Karia 6-7) kurtuluşa ereceğini; (A’raf 8) ameli hafif olanların ise hallerinin yaman olacağını, (Karia 8-9) bunlar Allah’ın ayetlerini inkâr ettikleri için kendilerini ziyana soktuklarını, (A’raf 9, Mü’minun 103) amellerinin boşa gittiğini, kıyamet gününde onlar için hiçbir ölçünün tutulmayacağını bildirmektedir. (Kehf 105)


Cehennem ve oradaki hayat, Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde tasvir edilir: Suçlular cehenneme vardıklarında, cehennem onlara büyük kıvılcımlar saçar,(Murselat 32-33) Uzaktan gözüktüğünde onun kaynaması ve uğultusu işitilir.(Furkan 12) İnkârcılar için bir zindan olan cehennem,(İsra 8) Ateşten örtü ve yataklarıyla,(A’raf 40-41) Cehennemlikleri her taraftan kuşatan, (Kehf 29) yüzleri dağlayan ve yakan, (İbrahim 50) deriyi soyup kavuran, (Mearic 16) Yüreklere çöken, (Hümeze 7) Kızgın ateş dolu bir çukurdur.(Karia 9-11) Yakıtı insanlarla taşlar olan cehennem,(Tahrim 6, Bakara 24) Kendisine atılanlardan bıkmayacaktır. (Kahf 33) İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serin ve hoş olmayan bir kara dumanın gölgesinde bulunacak cehennemliklerin (Vakıa 42-44) derileri, her yanışında, azabı tatmaları için başka derilerle değiştirilecektir. (Nisa 56) Onların yiyeceği zakkum ağacı, (Saffat 64-66) İçecekleri kaynar su ve irindir. (Vakıa 53-55, Nebe 25) Orada serinlik bulamadıkları gibi, içecek güzel bir şey de bulamayacaklardır. (Nebe 24) Allah'ı görmekten mahrum kalacak kâfirleri (Mutaffifin 15) Allah rahmet edip bağışlamayacak,(Nisa 137,168) cehennem azabı onları kuşatacaktır.

Cennet ve oradaki hayat, Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde tasvir edilir: Cennette ise mutluluğun her türlüsü vardır. Orada sıcak ve soğuk yoktur, ebedi yeşilliklerle devamlı ilkbahar mevsimi hüküm sürer. Evler, köşkler, saraylar ve meyvelerin her türlüsü vardır. Orada korku, üzüntü ve keder yoktur.

“İman edip salih ameller işleyenlere, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildikçe: ‘Bundan önce dünyada bize verilenlerdendir bu, derler. Bu rızıklar onlara (bazı yönlerden dünyadakilere) benzer olarak verilmiştir. Onlar için cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedi kalırlar.”(Bakara 25)


Genel olarak İslam âlimlerinin cennet tasviri hakkında benimsedikleri görüş, onun mahiyetinin bilinemeyeceği şeklindedir. Çünkü Kur’an, mü'min kullar için ahiret hayatında hazırlanmış mutluluk vesilelerinin hiç kimse tarafından tahayyül edilemeyeceğini ifade eder: “Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez.”(Secde 17)

Allah Teâlâ’dan naklen bir hadis rivayeti olarak meşhur metin de bu hususu açıkça belirtmektedir: "Ben, salih kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşer zihninin tasavvur edemeyeceği mutluluklar hazırladım."(Buhari)



Ahirete İmanın İnsan Hayatındaki Yeri


İnsanlara bakıyorsunuz, sulu ve yeşillik bir yer görünce, hemen hafta sonu orada birkaç saat zevkli anlar geçirmek için piknik programları yapıyorlar. Ama nice insan, Allah'ın, altından ırmaklar akan yeşillik mekânında (cennette) ebedi piknik yapmanın programını yapmıyorlar. Veya yazın sıcak günlerinde 40-50 derecelik sıcağa dayanamayıp kaçan insanlar, o dehşetli günün ve yerin (cehennemin) bilmem kaç bin derecelik sıcağından korunmuyorlar. Şu hayatta apartmanlar ve villalar yaptırmaya kalkan insanlar, öbür tarafta bir gecekondu olsun yapmaya kolay kolay kalkışmıyorlar. Sanki bir gün oraya gitmeyeceklermiş gibi. Yine bu insanlar, şu hayatta, boğazlarından kısarak kooperatiflere yazılıyorlar. Yazıldıkları daireyi elde edip içinde rahat bir şekilde oturmak için canları çıkarcasına yıllarca taksit ödüyorlar. İyi, olsun, ev dünyada bir ihtiyaçtır ama aynı kişiler cennet kooperatifinden bir köşke talip olup da "taksitlerini düzenli bir şekilde ödeyeyim; günü gelince bana anahtarı teslim edilsin" diye düşünmüyorlar. Yine bu insanlar, mahkemeye düştüklerinde beraat etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. En iyi avukatı tutuyorlar, hâkimi görmek gerekiyorsa görüyorlar... Ama aynı insanlar, bir gün kurulacak olan ilahi mahkemede beraat etmek için pek de fazla bir çaba harcamıyorlar.

Evet, bütün meseleler gelip ahirete ve dirilişe ciddi manada iman (yakini bir bilgi ve kesin bir inanç) noktasında düğümleniyor. "O (Allah), hanginizin daha güzel amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yarattı."(Mülk 2) Bu ayetin ifadesiyle hayata baktığımızda sanki bir terslik varmış gibi görebiliriz. Çünkü biz insanlar, önce yaşar sonra ölürüz; ama ayette önce ölüm, sonra hayat denilmiş. Burada Allah bize şunu ima ediyor: "Hayatı anlamak ve doğru yaşamak istiyorsanız, önce ölümü anlamalısınız." İnsanın hayatı nasıl anladığı, her şeyden önce ölümü nasıl anladığına bağlıdır. Eğer siz ölümü bir bitiş ve yok olma şeklinde anlasanız, hayatı da "nasıl olsa ölüm var; o halde ölmeden önce ne yaparsam kârdır" şeklinde anlar ve öyle yaşarsınız. Ama ölümü bir bitiş değil de, aksine bir diriliş ve gerçek hayat olarak anlarsanız, o zaman hayatı; "en ince teferruatına kadar hesabının verileceği bir olay" olarak anlar ve o şekilde yaşarsınız. Herhangi bir şey yapmadan önce, onun hesabını yapar, hesaba çekileceğiniz bilinciyle hesaplı ve ölçülü davranırsınız.

Bugün yaşadığımız toplumda ahiret inancı, bir hurafeler yığını olarak yaşamaktadır. İnsanlar bu inancın getirdiği her tür dinamizm, coşkunluk ve aşktan fersah fersah uzaktadırlar. Bu avami anlayış, tevhid bilincine sahip mücadeleci müslümanlar için geçerli değildir. Avamdan, ya da ehl-i dünyadan birisi yaşadığı hayat ve sahip olduğu hayat felsefesince ahirete inanmaktadır ve büyük bir ihtimalle de kendini cennette görmektedir.

Gerçek Müslümanlar için durum çok farklıdır. Çünkü Müslümanlar dünyadadırlar ama dünyadan ve dünyevi değildirler. Dünyada, bütün ömürleri boyunca bir yolcu ya da garip gibidirler. Yani onlar, niçin yaratıldıklarını, nasıl yaşayacaklarını ve buna bağlı olarak sonlarının nereye ulaşacağını bilen insanlardır. İnsan, şu anda yaşadığına göre, öncelikle bilmesi gereken; nasıl yaşayacağı ve sonunun ne olacağıdır. Aslında son dediğimiz şeye, fazla uzak gözüyle bakılmamalıdır. Çünkü "Dünya" kelimesi, dena’dan gelir ve yakınlaştırılmış şey demektir. Demek ki dünya, insanın akıl ve idrak tecrübesine ve bilincine yakınlaştırılmış bir şeydir. Yakına getirilen şeyin (dünyanın) tabir caizse bizi kuşatması ve etkilemesi gerçeği, bilincimizi, son varış yerimizden (ahiretten) başka yöne çevirir. Bu son gidilecek yer, daha sonra geldiğinden; bize uzak gibi gelir. Hâlbuki bu, yakın olanın (dünyanın) sebep olduğu yanılsama ve şaşırtmacadan dolayı böyledir. Yani son, ahiret bize o kadar uzak değildir. Uzak sanmamız, duyularımızın bizi yanıltması nedeniyledir. Öyleyse yaşadığımız ile ulaşacağımız sonu düşünmek ve her anımıza bir muhasebe yapmak durumundayız.

Son olarak: Dünya ne seçim ne de geçim dünyasıdır. Müslüman için; dünya kulluk/ ibadet dünyasıdır, imtihan dünyasıdır. Sınav esnasında oyuna dalan, gülüp eğlenen kimsenin imtihanda başarı şansı ne kadar olabilir? Gençler, üniversite imtihanına verdikleri önemi, esas sınava, büyük imtihana verseler, din günü bilinci nasıl hayata yansırmış, görürdük. Orta yaşlılar, yakın gelecekleri için hazırlayıp biriktirdiklerini, esas istikbal için yatırıma dönüştürseler, örnek Müslümanların sayısı nasılda artardı!

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”(Haşr 18)


Mücadelenin, cihadın, şehadetin olmadığı yerde din gününün bilinci yeterince yok demektir. Ana vatanımız, baba diyarımız Cennet olduğuna göre, biz memleketimizde gerekli ihtiyacımızı karşılamak için bu diyarda gurbete çıkmış durumdayız. Orada lazım olan azığı unutup, buradaki görevimizi ihmal etmek ve buralarda oyuncaklarla oyalanmak ne kadar mantıklılıktır?

Din günü yakında gelecek; Hesaba çekilmezden önce, kendini hesaba çek!





Yararlanılan Kaynaklar:
Kur’an-ı Kerim Meali
Ahiret ve Cennet-Cehennem(Ahmed Kalkan)
Fi Zılali’l-Kur’an(Seyyid Kutup)

Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi enderhafızım 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
En Pratik Sağlık Bilgileri Pratik / Faydalı Bilgiler enderhafızım 0 68 14 Ekim 2023 13:10
Kur'an Güzel Konuşun Diyor, Konuşuyor... Serbest Kürsü su damlası 3 2308 24 Kasım 2016 14:16
Geeflow - Diriliş (15 Temmuz Darbe Rap Şarkısı) İlahiler/Ezgiler enderhafızım 0 1912 23 Kasım 2016 12:06
Otuz Kuş & Dursun Ali Erzincanlı (Şehit Ömer... İlahiler/Ezgiler Esma_Nur 1 2662 23 Kasım 2016 11:44
15 Temmuz Demokrasi Marşı (İndir) İlahiler/Ezgiler enderhafızım 0 2208 23 Kasım 2016 11:10

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Keşke'siz Hayat, Hatasız Hayat Değildir YaŞuHa Muhtelif Konular 1 15 Eylül 2017 17:52
Hayat ve Ölüm Minam Ölüm-Ahiret-Sırat-Mizan-Kader 0 09 Eylül 2008 22:03
Hayat Saklambaç(sa) Ölüm Sobe(ler)... melis Ölüm-Ahiret-Sırat-Mizan-Kader 1 18 Ağustos 2008 11:36
Ölüm Anı... AŞK'ÜL İSLAM Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler 2 11 Temmuz 2008 10:57
ahh ölüm _bülbül_ Ölüm-Ahiret-Sırat-Mizan-Kader 6 24 Nisan 2008 23:47

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.