![]() |
Hadisler konusunda bu bana ders olsun bir daha çok dikkatli araştırma yapmadan paylaşmayacağım. Hem kırpılmış hadis hem de değiştirilmiş; ben de onu kaynak olarak aldım! Yanıtlarınız, düşüncelerimin bazılarına altyapı oluştururken bazılarının altyapısını da üst yapısını yıktı. Teşekkür ederim FECR. Bu konudaki yaklaşımım biraz daha hassasiyet kazandı. |
Sad 33. Ayetteki fetafika ne demek? |
Alıntı:
FE , atıf harfidir. İki cümleyi birbirine bağlar, hemen ardından, akabinde , bunun üzerine gibi anlamları cümleye katar. TAFİKA ise gramerdeki EF'ALİ ŞURU yani başlama fiillerinden biri olup, " Bir şeyi yapmaya başlamak, çalışmak" anlamlarına gelir. رُدُّوهَا عَلَيَّۜ فَطَفِقَ مَسْحاً بِالسُّوقِ وَالْاَعْنَاقِ «Onları bana geri getirin» (dedi) . Sonra da (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı. |
Sad 10. Ayette esbab kelimesi geçiyor. Bu kelime bizdeki sebep kelimesine karşılık geliyor değil mi? Gerekçe/neden/sebep? Kimileri araç olarak çevirmiş. Gerekçe mi demek araç mı? Yoksa her ikisi de mi? Bu arada teşekkürler FECR. |
SAD 10.ayete bakalım: اَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا۠ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْاَسْبَابِ ESBAB kelimesi SEBEB kelimesinin çoğulu olup "SEBEB" kelimesi şu anlamlara gelir: sebep , neden , gerekçe , bahane , vesile , çare , neden , bilmek , duymak , yol , ip , başka şeye ulaştıran herşey , akrabalık , sevgi , başka şeye ulaştıran her şey, vasıta" Bu ayete meal verenler bu ayetteki esbab kelimesine şu anlamları vermişler: 1-Sebepler : Abdullah Ahmet Akgül - Abdullah Parlayan-Ahmet Varol- Ali Bulaç -Bahattin Sağlam- Diyanet - Hasan Basri Çantay-Hayrat Neşriyat- Süleyman Ateş-Şaban Piriş- Ümit Şimşek -Yaşar Nuri Öztürk- 2-Vasıtalar / araçlar: Cemal külünkoğlu-İlyas Yorulmaz-Kadri Çelik -Mahmut Kısa - Muhammed Esed- Mustafa İslamoğlu 3- Yollar : Diyanet vakfı 4-İmkanlar: Elmalı Hamdi Yazır 5- Bütün Yollar-İhsan Eliaçık "Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülkü onların mı? Öyleyse, sebepler içinde (bir imkan ve güç bularak göğe) yükselsinler."(Ali Bulaç Meali) Burada ne kast edildiği konusunda en az 2 ayet ve 2 ayet sonrasına bakmak lazım. 8- «Kur'ân aramızdan ona mı indirilmiş?» dediler. Doğrusu onlar benim Kur'ân'ımdan bir kuşku içindeler. Ve doğrusu onlar henüz azabımı tatmadılar. 9-Yoksa, güçlü ve çok ihsan sahibi olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır? 10- "Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülkü onların mı? Öyleyse, sebepler içinde (bir imkan ve güç bularak göğe) yükselsinler." 11-Onlar, çeşitli guruplardan oluşmuş bir ordudur; işte şurada bozguna uğratılacaklardır 12-Onlardan önce Nuh kavmi, Ad kavmi ve o kazıkların (büyük yapıtların) sahibi Firavun da peygamberleri yalanladılar. Bu ayetlere baktığımızda ; Allah'ın risalet görevini Peygamberimize vermesine karşı itirazları ele alınıyor. Risaleti Allah dileyen kuluna değil, dilediği kuluna verir. İnsanın insiyatifi yoktur. Allah , müşriklere meydan okuyor ve haydi bütün imkanlarınızı , ordularınızı , her türlü araçlarınızı , her türlü yola tevessül ederek göğe / Rabbe ulaşmaya çalışsınlar bakalım, ulaşabilecek misiniz ? diye meydan okuyor |
Felyerteku kelimesini biraz açar mısın. Yükselmek? İrtifa manasında bir yükselmemidir yoksa izzet itibar manasinda mı? Yoksa her ikisi de mi? Başka manaları var mı? |
Alıntı:
FELTERTEKUU anlam olarak:" Bu yüzden onlar yükselsinler " anlamında bir cümledir. إِرْتَقَي : "Erişmek , yukarı çıkmak , ilerlemek , terfi etmek , terakki etmek , yükselmek" gibi anlamlara gelir. |
SubhanAllah! Teşekkürler FECR. "Sebeplerle yükselmek" ne müthiş bir söz! Sad sûresinin sonunda da İblis kendisini ateşten yaratılışı sebebiyle yüceltiyor. Felyertekû fil esbab. Sebebiyle yükselmeye çalışıyor. Ya biz insanlar kendimizi nasıl yüceltiyoruz? Ben daha zenginim. Ben daha güçlüyüm. Ben daha çok mal mülk evlat sahibiyim. Ben daha çok biliyorum. Ben daha iyi üniversiteden mezunum. Ben daha akıllıyım. Ben daha hızlıyım. Ben daha donanımlıyım. Ben daha güzelim. Çünkü ben daha iyi savaşırım. Çünkü bizim silahlarımız daha çok, daha etkili. (Demokrasi) Ben daha hayırlıyım beni seçin. Beni seçin çünkü ben şöyleyim ... Beni seçin çünkü ben ondan daha hayırlıyım ... İblis: "Ben daha hayırlıyım çünkü beni..." |
Sad 46. ayetin manası nedir? Zikraddarı halislere muhlis kıldık mı? Onları zikraddara halis, muhlisler kıldık mı? Bu ayeti açarmısınız lütfen? |
Alıntı:
إِنَّآ أَخْلَصْنَٰهُم بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى ٱلدَّارِ إِنَّا = Şüphesiz ki / elbette biz أَخْلَصْنَاهُمْ = Biz onları ihlaslı kıldık بِخَالِصَةٍ = Samimiyetle , ihlasla ذِكْرَى = Düşünce,hatırlatma, nasihat, öğüt, nasihat الدَّارِ = Ahiret yurdu "Biz onları özellikle ahiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık." Bu ayet ile Mevdudi'nin Tef'himul Kurandaki açıklaması güzel: "Onların başarılı olmaları, kalblerinde dünyaya meyletmekten eser olmayıp, tüm çabalarının ahirete yönelik olması dolayısıyladır. Onlar, ahireti hem kendileri hatırlarlar hem de başkalarına hatırlatırlardı. Allah bu yüzden mertebelerini yükseltmiş ve onlara dünyaya meyleden kimselerin ulaşmalarının mümkün olmadığı mekanlar vermiştir. Buradaki diğer bir incelik ise, Allah Teâlâ'nın ahiret için "ed-Dar" tabirini kullanmış olmasıdır. Bu ifadeyle dünyanın insanoğlu için geçici olduğu, insanın sonunda buradan göçeceği ve fakat asıl yurdun ahiret olduğu anlatılmak isteniyor. Ancak ahiret yurdunu kurmak için çaba harcayanlar basiret sahibidirler. Allah katında makbul kullar bu kimselerdir. Geçici yurdu (dünyayı) güzelleştirmek için çırpınırken, ahiret yurdunu unutan kimseler, sadece akılsızlık etmiş olurlar. Allah ise bu tür insanları sevmez." |
“Ey amca! Allah’a yemin ederim ki güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler yine de bu davadan vazgeçmem, Ya Allah bu dini hakim kılar ya da ben bu yolda yok olur giderim.” Bu hadis gerçek midir? Süleyman neden kendisine sunulan atları okşadı da paramparça etmedi? |
Allah razı olsun... |
Bir sorum daha var. Zilzal sûresinin 6. ayetindeki "yesdurunnasü" kısmını dilbilgisel olarak açabilir misiniz? Bir de Âdiyat sûresinin 10. ayetindeki hussile tam olarak ne manalara geliyor? |
Alıntı:
“Ey amca! Allah’a yemin ederim ki güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler yine de bu davadan vazgeçmem, Ya Allah bu dini hakim kılar ya da ben bu yolda yok olur giderim.” Bu ifade / hadis hadis kitaplarından ziyade islam tarihi / siyer kitaplarında geçer. Geçtiği kaynaklar şunlar: Sîretu İbn Hişam, 1/266; İbnu Seyyid’n-nas,Uyunu’l-eser, 1/132; İbn Kesir, es-Sîretu’n-Nebeviye, 1/474; Beyhakî, Delail’u’n-Nübüvve-şamile- 2/63; Taberî, 2/218-220) Bu rivayet Kuran ayetlerine de uygun bir rivayettir. Kafirun suresinin tefsirinde genelde bu rivayet anlatılır. Allah Rasulunun eylemleri ve söylemleri ile bu rivayet uyuşuyor Diğer soruna gelince: Hz. Süleyman’ın kendisine sunulan atları kestiği yorumlarını şiddetle eleştiren Mevdudi bu hususta şunları kaydeder: “Öyle ki güneş battı." "Onları (atları) getirin" diye emretti ve onların bacaklarını ve boyunlarını kesti. "Bu yorumu büyük müfessirler yapmış olmasına rağmen, tercih edilemez. Çünkü üç konuda kendiliklerinden tevil yapmışlardır. 1) Onlar, Hz. Süleyman'ın ikindi namazını veya virdlerini unuttuğunu söylemişlerdir. Oysa Kur'an'daki ayetten en çok, "Ben" dedi, "Mal sevgisine o kadar daldım ki, Allah'ı anmayı unuttum." anlamı çıkabilir. İkindi namazından veya virdden bahsedilmemektedir. İkincisi, onlar "güneş battı" diyorlar, fakat metinde, "güneş" lafzı yoktur. Burada "Hatta tevârat bil-hicab" (perdenin arkasına gizlendiler) denilerek "es-safinatu'l-ciyad" (yağız atlar) ifadesi ile ilişki kurulmaktadır. Yani, "Perdenin arkasına gizlenenlerin", "yağız atlar" olduğu hemen anlaşılıyor. Ayrıca onlar, Hz. Süleyman'ın atların bacaklarına ve boyunlarına elleriyle değil kılıçlarıyla dokunduğunu (kestiğini) varsayıyorlar. Oysa Kur'an'da "kılıçla dokunmak" şeklinde bir kullanım varit değildir. Dolayısıyla "dokunma" ifadesinin kılıçla olduğu şeklinde bir anlam çıkarmak mümkün değildir. Ben şahsen bu tür tefsirlere prensip olarak karşıyım.” |
Alıntı:
يَصْدُرُ = Muzari fiil, merfudur. Mazi fiili صَدَرَ dır. Anlamları : Çıkmak , sadır olmak , gerçekleşmek , gitmek , yürümek , başlamak , yayınlamak , zuhur etmek , karar çıkmak , gelişmek , olmak , hasıl olmak , dönmek , döndürmek , vaz geçirmek , yüz çevirmek , göz değmek , def etmek النَّاسُ= Fail merfu , ref alameti zahir zamme ADİYAT SURESİ 10.ayetteki حُصِّلَ fiili ise; Mazi meçhul / edilgen fiildir. Tef'il babında bir fiildir. Sülasi malum fiili حَصَلَ dir. HASELE'nin anlamları: Olmak , hüsüle gelmek , meydana gelmek , vaki olmak , elde etmek , hasıl olmak , kazanmak , meydana getirmektir TEF'İL babı mazi etken fiili حَصَّلَ HASSELE'dir. Anlamı: Tahsil etmek , toplamak , ele geçirmek , elde etmek TEF'İL babı mazi meçhulu / edilgen fiili حُصِّلَ HUSSİLE ise; çıkarılmak, ortaya konulmak, derlenmek,açıklanmak, devşirilmek, derlenip toparlanmak, gibi anlamlara geliyor |
Alıntı:
|
Müzzemmil süresi 20. ayette "tekûmü" deniyor devamında da "ekîmûssalâte" deniyor. Bu ekîmû nedir? Kıyam mı? Manaları nelerdir? |
Alıntı:
تَقُومُ Fiil muzari ecwef fiildir. Mazi fiili قَامَ fiilidir. Anlamı: Ayağa kalkmak , durmak , kıyam etmek , başlamak , yükselmek , doğmak , yapmak , kopmak , dikilmek , devamlı ve sabit olmak , icra etmek , yapmak , doğrultmak , düzeltmek , düzelmek , kurulmak , doğrulmak Bu fiil kullanıldığı harfi cere ya da isime göre anlam kazanabiliyor. Mesela: قَامَ عَلَيْهِ = Ona devam etti , sebat etti , gözetti قام علي قدميه = Ayağa kalktı قَامَ عَلَى فُلاَنٍ = Filana isyan etti , kıyam etti قَامَ الأَمْرُ İş düzeldi قَامَ الحَقُّ =Hak belli oldu قَامَ الرَّجُلُ =Adam kalktı , ayakta durdu قَامَ إِلَيْهِ =Ona devam etti قَامَ أَهْلُهُ = Ailesinin işlerini görüp geçimini , nafakasını sağladı قَامَ بـ = Yerine getirmek قَامَ بِثَوْرَةِ =Devrim yaptı قَامَ مِنْ نَوْمِهِ = Uykusundan kalktı , uyandı EKİMU ise;اَق۪يمُوا İf'al babı emir fiil, çoğul. "ikame ediniz" Mazisi : أَقَامَ dir Anlamları: İkamet etmek , oturmak , durmak , kurmak , dava açmak , kamet getirmek , doğrultmak , düzeltmek , tatbik sahasına koymak , yapmak , kılmak , yukarı kaldırmak , yükseltmek , tayin etmek , devam etmek , yerine getirmek أَقَامَ الحِلْفَ = Pakt kurdu أَقَامَ الدَّعْوَي ضِدَّهُ = Onu aleyhine dava açtı أَقَامَ السَّدَّ = Baraj kurdu أَقَامَ الصَّلاَةَ = Namazı kıldırdı , namazı kıldı أَقَامَ العُودَ الأَعْوَجَ =Eğri ağacı düzeltti , doğrulttu أَقَامَ بالمَكَانِ = Bir yerde ikamet etti , oturdu , durdu أََقَامَ فِي المَنْزِلِ = Evde oturdu أَقَامَ قُدَّاساً =Ayin yaptı أَقَامَ لِلصَّلاَةِ = Namaz için kamet getirdi. EKİMUSSALAT: Namazı ikame ediniz, salatı yerine getirin, namazı dik tutun , salatın sorumluklarını yapın ( Namaz fahşa ve münkerden alıkoyar" ayetini hayatınızda gösterin. Namaz kıl kaç değil, salatı hayatınıza yayın. Namaz sizi günde 5 vakit kendinizi oto kritik yapmanızı sağlayın ve iki namaz arasında Allah devamlı hatırınızda olsun. Allah'sız bir hayat yaşamayın. |
Çooook teşekkürler FECR!!! Allah razı olsun!!! |
Sad 44. Ayetteki "digsen" kelimesini açar mısınız? Ne anlamlara geliyor? Bu ayete ne manalar verilmiş? |
Bir de tekvir süresindeki hünnes ile nas süresindeki hannası sormak istiyorum. Nedir bunların ortak noktasi? Nedir farkları? |
Alıntı:
Bu ayete meal verenler şu anlamları vermşler: Demet, bir deste ekin sapı,bir demet ot, çöp , bir demet değnek, yüz adet çöp gibi anlamlar vermişlerdir. |
Alıntı:
خُنَّس "Gündüz gizlenip gece görünen yıldızlar " anlamına gelir. Nas suresinde geçen خَنَّاسِ Hannâs ise; geri kalmak, sıkılmak, daralmak anlamındaki hunûs kökünden mübalağa sıfatıdır. Geri kalan, kötülüğe sürüklemek için insanı arkasından izleyip döne döne vesvese veren, Allah anıldığı zaman sıkılan şeytân ve şeytân ruhlu insandır. İki kelime de aynı kökten gelir. خَنَسَ HANESE : Gizlenmek , saklanmak , çekilmek , büzülmek , gerilemek , geri kalmak anlamlarına gelir. خُنَّسٌ = Gündüz gizlenip gece görünen yıldızlar demektir. خَنَّاسٌ = Kuranda şeytanın bir ismi olarak geçiyor. Şeytanın insanı Allah yolundan uzaklaştırmak için sinsice insanın sağından, solundan, önünden ve arkasından yaklaşmasını , gizlenmesini ifade eder. HANNAS , mübalaga siygasından olup bir işin çok yapıldığını anlatılır. |
Sad 86. Ayette mütekellifin kelimesi geçiyor. Bu kelimeyi bana anlatır mısınız? Mümkün olduğunca detaylı bilmek istediğim bir kelime. Eş anlamlılarından ayıran nedir bu kelimeyi? Teşekkürler şimdiden. |
Alıntı:
Öncelikle ayetin metnine bir bakalım: قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ "Ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Ben "mütekellif" olanlardan değilim " Bu ayette geçen "mütekellif" kavramı gerçekten ilginç bir kavramdır. Bu kavram üzerinde tefekkür etmeniz , ayetin içinden bunu seçmeniz güzel olmuş. Bu kavram üzerinde önceden genişçe düşünmemiş ve araştırmamıştım. Sayenizde bu kavramı araştırman icap etti.Allah razı olsun. Detaylı bir anlatım istediğiniz için bu kavramın kökeninden başlamak icap edecek. Kavramların kökeni %99 üç harfi / sülasi fiillerdir. Kavramın anlamı sülasi kökünden bağımsız değildir. Şu da var ki bir fiilin anlamı çok farklı anlamlara da gelebiliyor ve fiilden sonra gelen harfi cer ile anlamda değişebiliyor. Hatta harfi cer değişikliği zıt / karşıt anlam vermemizi de sağlıyabiliyor. Mesela : DEA دعا fiili "ila" harfi ceri ile anlamı : Bir kişiye hayır dua etmek anlamına gelirken "ala" harfi ceri ile "bir kişiye beddua etmek" anlamına gelebiliyor. Mütekellif kavramının kökenine gelecek olursak: Sülasi / üç harfi kökü: كَلَفَ dir. Bu fiilin anlamı: Haris , düşkün olmak Sülasi fiilden türetilen mezit fiil olan TEF'İL babı ise كَلَّفَ KELLEFE'dir. Anlamı da: Görevlendirdi,yordu, zahmete soktu, tapuladı , sorumluluk yükledi, mal oldu gibi anlamlara gelir. TEKLİF kelimesi de bu fiilin masdarı olur. Bakara 286.ayette (Amener rasulu ayetinde) bu fiilin muzarisi geçer. لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاۜ "Allah, kimseyi gücünün yetmeyeceği şeyle sorumlu tutmaz" Başka cümle içinde kullanışlarına da göz atalım: كَلَّفَ حِيَاتِي "Hayatıma mal oldu" كَلَّفَ خَاطِرَهُ "Kendini yordu , zahmete katlandı" كَلَّفَ عَلَي إِسْمِهِ أَرْضاً "Bir araziyi , yeri üzerine tapuladı" كَلَّفَ فُلاَناً "Filana mal oldu " Fıkıhta ve İslami literatürde çok kullanılan MÜKELLEF işte bu fiilden gelmektedir. MUTEKELLİF isminin esas türediği fiil ise TEFA'UL babından olan تَكَلَّفَ TEKELLEFE fiildir. Mütekellif ismi tekellefe fiilinin İSMİ FAİLİDİR TEKELLEFE şu anlamlara gelir: "Kendisini ilgilendirmiyen bir işi yapmakla karşılaşmak , adeti olmıyan bir işi yapmaya koyulmak , güç bir işe girişmek , zoraki ve külfetle bir şeyi yapmak , görevlenmek , külfetlenmek , kendi üzerine meşakkatli iş almak , adetten hariç masraf yahut gösteriş etmek , görevlenmek , külfetlenmek" Cümle içinde kullanılışlarına örnek verelim: تَكَلَّفَ البَخِيلَ الجُودَ و الكَرَمَ "Cimri cömert olmaya çalıştı " تَكَلَّفَ الرَّجُلُ "Adam üzerine meşakkatli , zor bir iş aldı" تَكَلَّفَ الشَّيْئَ "Adeti olmayan şeyi yaptı " Bu bir insanın işi yaparken çektiği zorluğu dışa yansıtmasıdır. KÜLFET kavramı , literatürde zorluğun adı olarak kullanılır. TEKELLÜF ise zorlukla veya yapaylıkla / yapmacıkla ya da tokluk göstererek yapılan şeyin ismidir. Bu yüzden TEKELLÜF iki çeşittir. BİRİNCİSİ iyi ve güzel görülmüştür. Bu da insanın yaptığı işin kolaylaşmasını sağlamak , onun insanın hoşuna giden ,sevilen bir şey olması için ulaşmaya çalıştığı şeydir. Bu açıdan teklif kavramı , ibadetlerin yüklenmesinde de kullanılır. İKİNCİSİ ise kötü / çirkin görülmüştür.Bu da insanın sırf gösteriş olsun yaptığı şeydir. İşte Sad suresi 86.ayette geçen "mütekellifin" den kast edilen mana budur. Hz.Peygamber a.s'ın bir hadisinde geçen "Ben ve Ümmetimin muttakileri TEKELLÜFTEN uzağız" sözünde geçen "tekellüf" kavramı da "esassız, yapay şeyler " anlamında kullanılmıştır. مُتَكَلِّفٌ ismi için sözlüklere müracaat ettiğimiz zaman karşımıza şu anlamlar da çıkıyor:Yapma , suni , gösterişten ibaret, yapmacık, zorlama, zoraki davranan, bürokratik davranan kişi Meallere bakmak istediğimizde meal verenlerin وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ ayetine şu anlamlar verdiğini görüyoruz: "Ben kendiliğimden bir şey de istememekteyim." ( Abdülbaki Gölpınarlı) "Ben kendiliğimden bir yükümlülük getirenlerden de değilim" (Abdullah Parlıyan) "Ben olduğundan başka türlü görünenlerden, görevinin dışına çıkanlardan değilim" (Ahmet Tekin) "Ben kendiliğimden bir yükümlülük getirenlerden (öylesine kuruntuya girenlerden) değilim" (Ahmet Varol) "Ben (kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim" (Ali Bulaç ) (Kadri Çelik ) "Ben düzenbazlardan değilim" (Ali Fikri Yavuz) "Ben, yapmacık işler yapanlardan değilim." (Bahatttin Sağlam) "Ben, zorluk çıkaranlardan da değilim.” (Bayraktar Bayraklı) "Ben kendiliğinden bir teklif getirenlerden de değilim" ( Cemal Külünkoğlu) "Ben Kendiliğimden bir şey iddia eden kimselerden de değilim." (Diyanet İşleri Meali -Eski) (Mehmet Türk ) "Ben kendiliğinden yükümlülük altına girenlerden değilim.”(Diyanet İşleri Meali -Yeni) "Ben bir sahtekar değilim." (Edip Yüksel) "Ben kendiliğimden bir şey de teklif etmiyorum"(Elmalı Hamdi Yazır Meali ) "Ben o tekellüfcilerden değilim ( Elmalı Hamdi Yazır Meali Orijinal) (Ömer Nasuhi Bilmen) "Ben (size) kendiliğimden (bir şey) teklif edenlerden de değilim».(Hasan Basri Çantay ) "Ben (size kendiliğimden Kur'ân'ı uydurup) külfet çıkaranlardan değilim ( Hayrat Neşriyat) "Ben bu hususta size bir teklifte de bulunmadım"(İlyas Yorulmaz) "Ben,liderlik hırsıyla sahte iddialar peşinde koşan, sahip olmadığı özelliklerle dikkat çekmeye çalışan o sahtekârlardan biri değilim!(Mahmut Kısa) "Ben sahip olmadığı şeyleri iddia edenlerden değilim" (Muhammed Esed ) "Ben kendi kendini zorla yükümlülük altına sokanlardan da değilim (Mustafa İslamoğlu) "Ben size kendiliğinden bir iddia içinde bulunan biri de değilim! (Suat Yıldırım) "Ben yapmacık yapanlardan, (uydurma şeylerle peygamberlik taslayanlardan) değilim (Süleyman Ateş) "Ağır yükler yükleyen biri de değilim"(Süleymaniye Vakfı) "Kendiliğimden bir şey de uydurmuyorum" (Şaban Piriş) "Ben kendiliğimden peygamberlik de taslamıyorum."(Ümit Şimşek) "Ben size kendiliğimden/zorlamayla yükümlülük getirenlerden de değilim" (Yaşar Nuri Öztürk) Türkçe sözlüklerde TEKELLÜF kelimesine şu anlamlar verilmiş: 1-)Külfetli Iş Yapma, Birisine Yük Yükleme, Sıkıntı Verme. Yapmacıktan iş Yapma. 2-)Zahmet veren bir iş görme, güçlüğe katlanma. 3-)Bir işi gösterişli bir biçimde yapmaya çalışma, özenme, gösteriş. Arapça sözlüklerde TEKELLEF ismin muradif / eş anlamlısına baktığımızda şunlar çıkıyor: تَصَنُّع =Yapmacık, yapma تَحَمُّل =Zahmet çekmek, yüklenmek, üzerine almak, tahammül etmek تَمَلُّق = Yaltaklanmak, oksşamak , sürünmek TEKELLÜF kelimesinin ZIT anlamlarına baktığımızda ise şunlar çıkıyor: البَسَاطَة = Basit , sadelik السَّجِيَّة =Seciye , karakter , tabiat , ahlak , mizaç , huy , yaratılış لطَّبْع =Tabii,insanın üzerinde yaratıldığı huy , tabiat , ahlak Bu açıklamalardan sonra bu ayetten ne anlamalıyız? Her şeyden önce bu ayeti anlamak için indiği ortamı yani Mekke ortamını iyi tahlil etmemiz lazım. Hz. Peygamber a.s , peygamberlik gelmeden önce de Mekkelilerin içinde doğmuş, çocukluğunu ve gençliğini yaşamış ve 40 yaşında peygamberlik gelmiştir. Peygamberimiz hiç bir zaman peygamber olacağı düşüncesine kapılmamış ve çocukluğu ve gençliğinde ileriye dönük peygamberlik hayalleri kurmamıştır. Eğer kurmuş olsaydı ilk vahiy nazil olduğu, risalet görevi verildikten sonra büyük bir sevinçle Safa tepesine çıkıp insanlara " Ey Mekkeliler! yıllardır beklediğim peygamberlik görevi bana geldi, sizi Allaha davet ediyorum, bana uyun" derdi . Ama Allah Rasulunun bu şekilde bir düşüncesi olmadığı için vahiy kendine gelince korktu, ne yapacağını bilemedi , delirdim mi diye düşünmeye başladı. Bu durumu aklımızda tutarak ve vahy indikten sonraki 13 yıllık süreci göz önüne alarak bu ayeti anlamaya çalışmamız gerekir. Hz.Peygamber a.s bugünkü din anlatan kişilerin yaptığı gibi dinden çıkar , maddi menfaat elde etmedi ve insanlara yaptığı tebliğden dolayı hiç bir ücret de talep etmedi. Hiç bir peygamberin insanlara yapmış olduğu tebliğden dolayı ücret talep etmemiş ve onları bundan dolayı minnet altına almamıştır. Hz.Peygamber insanlara tebliğini yapmacık yapmamıştır, inandığı davayı temsil ederek örnek bir lider olmuştur. Hz.Peygamber tebliğinden çıkar elde etmemiştir Hz.Peygamber istemeye istemeye tebliğ değil, severek / gönülden tebliğini yapmıştır, Hz.Peygamber insanların Cehenneme gitmesine mani olup ,Cennete gitmesini isteyerek tebliğini yapmıştır Hz.Peygamber peygamberlik makamını insanlara tahakküm etmek / onları töhmet atında bırakmak için kullanmamıştır Hz.Peygamber tebliğ görevini MÜTEKELLİF değil, MÜKELLEF olduğu için yapmıştır. Hz.Peygamber peygamberlik fiyakası satmamış ve insanlara gösteriş yapmamıştır. Bu kavram üzerinde belki daha da çok şeyler söylenebilir ama lafı fazla uzatmaya gerek yok. İnş. sorduğunuz soruya cevap vermişimdir. Ya da cevaptan mutmain olursunuz. |
Bildiğim ve bilmediğim pek çok yaklaşımla tahkim ederek yaptığın bu açıklama için "çok" teşekkür ederim FECR. Zihnimdeki soru yanıt buldu kalbim de hamd ile mutmain oldu. Allah razı olsun! |
İbrahim sûresi 30. Ayette "endadel" kelimesi geçiyor. Bunu ortaklar koştular manasındaki "ortaklar" olarak açıklamışlar ama bana biraz tuhaf göründü. Ortaklar manasına mı geliyor gerçekten? Put mu? Sanem mi (altın gümüş put) Yoksa isa gibi bir insan mı? Nasıl bir ortak koşma bu (eğer ortak koşmaksa)? |
Alıntı:
Kuranda “ENDAD” kelimesi 6 kez geçiyor. Tekil olarak yani NİDDUN olarak hiç geçmez. Bakara 22.ayet Bakara 165.ayet İbrahim 30.ayet Fussilet 33.ayet Zümer 8.ayet Fussilet 9.ayet “Mâ lehû niddun” denildiğinde, “o şeyin eşi-benzeri yoktur” denilmiş olmaktadır. Rağıb el-İsfahanî ‘nedîd’ kelimesini “bir şeye özünde ortak olan” diye tanımlamaktadır. Nidd kelimesinin özünde ‘benzerlik/benzeme’ vardır. Her nidd aynı zamanda ‘benzer’dir ama her ‘benzer’ nidd değildir. Kur’an’a baktığımızda, yaratıcılıkla, Allah’a endâd’ı eş koşma arasında tam bir tezatlığın var olduğunu görürüz: “De ki: Gerçekten siz, arzı iki günde yaratanı küfredip, ona ortaklar (endâd) mı koşuyorsunuz?” (Fussilet 41/9) Bu ayet bize şunu öğretiyor: Allah’ın arzı iki günde (10. ayetle birlikte değerlendirildiğinde altı gün oluyor) yarattığı hatırdan çıkartılmamalıdır ki, O’na gerçek anlamda iman edilsin ve ortaklar koşulmasın. Allah’a endad adında ortaklar ihdas ve isnad etmek, O’nun yaratıcı oluşunu kaale almamakla ancak mümkündür. Allah’a yaratıcı olarak iman edildiğinde, hiçbir beşer hakkında haddi aşıp, taşkınlık yapmak mümkün olmaz. Endad terimi en iyi tanımını, Bakara suresinin 165. ayetinde bulmaktadır. Ayette şöyle denmektedir: “İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tanrılar (endâd) edinir de, onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” (Bakara 2/165) Bu ayete göre insanların tümü değil, bir kısmı Allah’tan başka bazı kimseleri endâd edinmektedir. Bu bir kısım insanlar, Allah’tan başka bazı varlıkları endad edinmekte, onları Allah’ı sever gibi sevmektedirler. Demek ki bir insanı ya da başka bir varlığı endad edinmenin anlamı, o insanı (ya da varlığı) Allah’ı sever gibi sevmektir. Bir başka anlatımla, Allah’ı sever gibi sevilen varlıklar (insanlar) endâd olmaktadırlar. İbni Kesir’in, Bakara suresinin 22. ayetinin tefsiri sadedinde naklettiği bazı hadislerde, Rasulullah’ın (sav) “Allah ve filan kişi diledi”, “Allah diledi, ben de diledim” gibi ifadeler, insanı Allah’a denk tutmak (endad edinmek) anlamına geleceği için, bundan men ettiği bildirilmektedir. İbrahim suresinin 30. ayetine göre endad edinmenin gayesi, insanları Allah’ın yolundan saptırmaktır. Halkın, kalbinde hastalık bulunan, nankör kesimlerini Allah’ın yolundan saptırmak, Allah hakkında kuşkular oluşturmak için endad adı verilen ortaklara ihtiyaç vardır |
Çok teşekkürler FECR. İbrahim 15. ayette "vesteftehü" kelimesini (peygamberler) "yardım istediler" veya "fetih istediler" şeklinde meal etmişler. Lakin "peki" deyip geçip gidemiyorum bu ayetten. Bir şeyler rahatsız ediyor içimi... Baktığımızda yurttan çıkarmak isteyen, (alan) açmak/feth isteyen zalimler de var gibi. Açma kelimesi bana Kamer sûresindeki Nuh'un duasından sonra göğün kapılarının (fefetehna) açılmasını da hatırlartıyor. Ayrıca sûrelere baştan sondan baktığımızda da durum şöyle: Baştan 14. Sûre İbrahim süresi Sondan 14. Sûre Karia sûresi Ortadan başa doğru 14. Sûre Duhan sûresi Ortadan sona doğru 14. Sûre Nuh sûresi. Neyin açılması kastediliyor... Zalimlerin yurttan çıkarmak istemesi mi? Peygamberlerin fetih istemesi mi? Gök kapılarının açılması mı? Ya da başka manaları var mı bu kelimenin? Açmanın dışında ne manası var? İbrahim sûresine çalışmaya başladım. Ve bu ayetin bende uyandırdığı his: anlam kapılarından birinin kilidini açacakmış gibi... |
Öncelikle ayete bir göz atalım:İbrahim -15.ayet وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍۙ "Ve peygamberler fetih istedi. Ve herbir inatçı zorba hüsrana düştü." Bu ayetin öncesi ve sonrasına yani siyak ve sibakına da göz atmak ayeti anlamıza yardımcı olur. "İnkar edenler, peygamberlerine: "Ya bizim dinimize dönersiniz ya da sizi memleketimizden çıkarırız" dediler. Rableri peygamberlere: "Biz, haksızlık edenleri yok edeceğiz, onlardan sonra yeryüzüne sizi yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkanlar içindir." diye vahyetti." (İbrahim suresi 13-14.ayet) "Ardından da (o inatçı zorbaya) cehennem vardır; kendisine irinli su içirilecektir!" (ibrahim suresi 16.ayet) 15.ayette anahtar kelimemiz اسْتَفْتَحُوا İSTEFTEHUU fiildir. Bu fiiil İSTİF'AL babı muzari cemi müzekker bir fiildir. Bu fiilin kökü فَتَحَ FETEHA fiilidir. Bir kelimenin anlamını kavramak için o fiilin hangi babtan geldiği ve kökünün ne olduğunu bilmemiz gerekir ve kök anlamını bilmemiz gerekir. Şimdi bunları irdeyeleyim inş. فَتَحَ FETEHA= Kapalı olanı açmak , fethetmek , iki düşman arasında hüküm etmek , yardım etmek , zapt etmek , başlamak فَتْحٌ FETHUN = Açmak , fetih , zafer , yardımüstün denilen hareke , açmak , fetih , yardım , rızk , fetih , zafer مِفْتَاحٌ MİFTAH (İsmi alet) = Anahtar , kilit açacağı , su kanalı إفْتِتَاحٌ İFTİTAH (İf'tial babı) = Açılış , açış , açmak , zapt etmek , başlamak إِنْفِتَاحٌ İNFİTAH (İnfial babı) =Açılmak , ayrılmak Ayette geçen İSTEFTEHE yani İSTİF'AL babındaki versiyona geçmeden önce bu babın özelliğine bir bakalım: İstif'al babı hakîkî veya mecâzî manada istek cümlelerinde kullanılır. Ya da bir halden diğer bir hale geçişi göstermekte kullanılır. Mesela: غَفَرَ = Affetti, bağışladı anlamında iken İSTİF'AL babına girince اِسْتَغْفَرَ İSTE'FERA yani "af, bağış istedi, baüışlanma diledi" anlamına gelir. Ayette geçen إِسْتَفْتَحَ ise "Açmak istemek , başlamak , yardım istemek , yol açmak istemek , siftah etmek , nusret, zafer istemek anlamlarına gelir. Bu filinin kökenine yani FETEHA kelimesini biraz daha açmamız iyi olur. FETEHA; kapalılık ve belirsizliği gidermekdir. Bu da ikiye ayrılır. 1-Gözle görülen kapalığı gidermek: Kapı ve benzerini açmak, kilit, sürgü ve eşyayı açmak gibi . YUsuf suresi 65.ayette ve Hicr suresi 14.ayette bu anlmada kullanılı. 2-Basiretle görülen kapalılığı gidemek: Tasanın, kaygının giderilmesi, açılması ya da üzüntüyü gidermektir..Bu tür açılma / giderme değişik kısımlara ayrılır. Birincisi dünyevi işlerle alakalıdır. Giderilen bir üzüntü ve mal ve benzeri şeyleri vermekle giderilen fakirlik gibi.Enam suresi 44.ayet ve A'raf suresi 96. ayette geçen FETEHA fiili bu anlamdadır. İkincisi, kapalı olan ilimleri açmaktır. Mesela " Falan kişi kapalı ilim kapısını açtı / anlaşılmayan ilmî bir konuyu aydınlattı" dememiz gibi. Fetih suresindeki "Biz sana apaçık fetih verdik" ayetini bazıları Mekkeninin fethi olarak yorumlamışken , bazı ilim adamları a Hz.Muhammed'e açılan ilimler , sevaba vesile olan hidayet yolları ve günahların affına neden olan güzel makamlardır dye yorumlamışlardır. FATİHA kelimesi de feteha fiilimden türemiş bir isimdir ve başlangz, kitabın girişi, açan , vahye açılan kapı anlamlarına gelir. Feteha fiili Bakara 76.ayet ve Fatır 2.ayette "Açmak, açıklamak "anlamına gelirken A'ra 89.ayette ve Sebe 26.ayette ise "Hüküm vermek " anlamına gelir. FETH kelimesi ise "Yardım, zafer, kararve Allah'ın açacağı / vereceği bilgi " anlamlarına gelir. Nasr suresi 1.ayet, Saf suresi 13.ayet, Maide suresi 52.ayet,Secde suresi 28. ve 29.ayette olduğu gib. İSTFTAH ise Kuranda İbrahim suresi 1.ayetten başka Enfal suresi 19.ayette , Bakara 89.ayette de geçiyor. Bu ayette de şu analmalara geliyor: Zafer istemek, hüküm/ karar istemek , hayırların kaynağını istemek . İbrahim suresi 15.ayette geçen İSTEFTEHU ifadesine gelecek olursak burada fail kim sorusu önem arz ediyor. Yani yardım ve zafer isteyen kim? Peygamberler mi yoksa müşrikler veya Ehli Kitap mı ? Ayeti 13.ayetle birlikte okuduğumuz zaman zafer isteyenin PEYGAMBRLER olduğunu anlıyoruz. Tarih boyunca peygamberler halkı tarafından dışlanmış , tehdit edilmiştir. 13.ayette geçen "Kâfirler peygamberlerine: “Ya bizim dinimize dönersiniz, ya da biz sizi kesinlikle ülkemizden sürüp çıkarırız” dediler. Bunun üzerine Rableri o peygamberlere şöyle vahyetti: “O zâlimleri mutlaka helâk edeceğiz.” ifadeleri bunu doğruluyor. Peygamberler de müşriklerin bu tehditlerine karşı Allah'a dua ederek , müşriklere karşı yardım, zafer istiyorlar. Onların karşı çıkışarına karşı bir çıkar yol vermesini , kendileri güç vermesini , destek olmasını istiyorlar. Allah da peygamberlerin bu yakarışlarına cevap vererek müşrikleri hüsrana uğatıyor, burada onarın hüsrana uğramaları ,peygamberlerin davetinin kıyamete kadar süreceğidir. Peygamberler belki kendilerine inanan çok kişi bulamayabiir ama davetleri / davaları kıyamete kadar birileri tarafından devam ettirilecektir. Tarihte azgın , tuğyan edenlerin adları, davaları yok olmuşken , peygamberlerin davaları , ilkeleri hala devam etmektedir ve müşrikler Allanın nurunu söndrmek isteselerde söndüremeyeceklerdir. Peygamberin fetih istemeleri İslam davasını selameti içindir Peygamberlerin fetih / zafer istemeleri , iahi kelimatullah içindir Peygamberlerin fetih istemeleri, insanların gönlünün islama açılmasını istemektir, yani gönüllerin fethidir. Peygaberlerin fetih istemeleri kendi menfaatlerini düşünerek değil , ümmetin menfaatşerini düşünmeleridir. Peygamberlerin feth istemeleri , malk mülk sahibi olmak istemeleri değildir Peygamberlerin fetih istemeleri , islamın kapıların dünyaya açılmasıdır Peygambelerin fetih istemeleri , insanların cehenneme sürüklenmelerine engel olmaktır. Peygamberlerin fetih istemeleri , intikam almak değil , insanları vahiyle diriltmektir. Peygamberlerin fetih istemeleri , fetih sayesinde hayırlı amelleri yapmaya vesile olmasıdır. Peygamberlerin fetih istemeleri , hakkın galip gelip batılın yok olmasıdır |
Yusuf sûresi 29. Ayette Aziz gömleğin arkadan yırtıldığını çoktan görmüştür. Siz kadınların tuzağı azimdir diye genelgeçer bir konuşmadan sonra Hz. Yusuf'a dönüp görmezden gelmesini söyler ve devam eder "bağışlanma dile! Sen hata yapan erkeklerden oldun!" Yusufa hitaben tek bir ayet. Duraklamalarla bile ayrılmamış "Bağışlanma dile!" kısmı ve üstüne "Hata yapan erkeklerden oldun!" da denmekte. Buna rağmen neden tefsirciler kadından bağışlanma dilemesini istedi diye tefsir ediyorlar? Apaçık ayet. Aziz itibarını korumak icin,dedikoduların önüne geçmek için Hz Yusuf'u hatalı ilan ediyor. Hapse atılmakla işkence seçenekleri ortada ve Aziz Yusuf'tan af dilemesini istiyor açık açık. Kölesinin itibarını karısının (en çok da kendisinin itibarı için) feda ediyor. Gömleğin arkadan yırtıldığını da "o" görüyor. "Felemma" deniyor yani en sonunda gördüğünde. Gömlek hemen görülebilecek bir yerde değil gibi. Sadece Aziz görüyor. Neden azizi aklamaya çalışırcasına meal yapılıyor. Adam açık açık karısının suçunu örtbas yapıyor. Hem nasıl "sen hata yapan erkeklerden oldun" ayetini büküp kadına mâl edebiliyorlar? "Sen hata yapan kadınlardan oldun," mu deniyor? |
Alıntı:
يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا وَاسْتَغْفِر۪ي لِذَنْبِكِۚ اِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟ "Yusuf, sen bundan yüz çevir. Sen de (Ey kadın) günâhının bağışlanmasını dile. Doğrusu sen günâhkârlardan oldun." Bu ayetteki "sen bağışlanma dile" hitabı hz.YUSUF'a değil Vezirin karısı ZULEYHA'yadır. Fiilden kadına hitap olduğu çok rahat anlaşılıyor Arapçada kadına emir / hitap ile erkeğe hitap fiileri farklı gelir. Eğer Hz.Yusuf'a olsaydı ayette اسْتَغْفِر diye gelirdi. Kadına emir fiil olarak ayette اسْتَغْفِري geçiyor. Aradaki farka dikkat edin. Erkeğe hitapta / emir fiilde sonda "ye" harfi yok. Kadına hitapta / emir fiilde ise "ye" harfi var. Kadına hitapta gelen "ye" harfine gramerde "YAUL MUHATABA" denilir.Failin müennes olduğunu ortaya koyar. Zaten "vav" harfi ile araları ayrılmıştır. |
Çok ilginç bir ayet. Aynı ayette iki farklı emir ve bir hüküm bulunuyor. Yusuf, görmezden gel; bağışlanma dile (kadın), hata yapan (erkeklerden) oldun. Çok ilginç bir âyet. Bu ayette Allah bizi olan bitenden yüzde yüz emin kılıyor mu Fecr? Yoksa çift manalı ayetlerden biriyle mi karşı karşıyayız? Eğer, "Evet, yüzde yüz eminiz, bir ihtimal dahi yok ki Yusuf'tan bağışlanma dilemesini istemiş, onu hatalı/suçlu ilan etmiş olsun" diyorsan bu ayeti şüphesiz bir şekilde dediğin gibi kabul edeceğim. Yok, eğer bir ihtimal Yusuf'u suçlu ilan etmiş olma ihtimali varsa... bu ihtimali saklı tutarak okumalarımı yapacağım. Çok teşekkürler FECR bana güzel bir sabır göstererek yardımcı olduğun için ) |
"Hata edenlerden oldun " ifadesinin Hz. Yusuf için söylendiğine dair en ufak bir ipucu da yok imkanı da yoktur. Vezirin bu sözü karısına söylediği apaçık bellidir. Ayete dikkatli bakın. KUNTİ MİNEL HATİİN (Hata edenlerden oldun) KÜNTİ ifadesinde ki Tİ zamiri müennes isimdir. Eğer KUNTE deseydi o zaman Hz.YUSUF'a ait olurdu. Bu ayeti okuduğumuz zaman gözümüzde olayı canlandıralım: Vezir , Yusufun suçsuzluğu anlaşılınca karısı ve Yusufu yanına çağırıyor. Yusuf'a dönerek : Ey Yusuf! Bu olay aramızda kalsın, bu olayı kapatalım, bu olay hiç olmamış gibi olsun. Artık bir daha bu olayı başka bir yerde gündeme alma, anlatma" diyor ve hemen yanındaki eşine de dönerek " Ey Züleyha! Senin bu yaptığın günahtır, hem beni hem de kendini rezil duruma düşürdün, büyük bir hata ettin, hem Yusufa iftira ettin hem de ondan faydalanmaya çalıştın. Fahşa bir iş yaptın. Bu yüzden sen yapmış olduğun şeyden dolayı bağışlanma dile . Çünkü hata edenlerden oldun " demiştir. Ayette " Hata edenler / HATİİN" ifadesi sadece erkekler için değil "hata eden kadın ve erkelerin "tümünü kapsar . Yani genel bir ifadedir. Sizin düşündüğünüz gibi "hata edenlerin" Hz.Yusuf'a aidiyeti konusunda en ufak bir belirti bir yoktur. Hata edenlerden kasıt burada verin hanımı Züleyha kast edildiği ayetin öncesi ve sonrasında apaçık ortadadır. |
Tefsir yapan kişi "hata yapan erkeklerden oldun" kısmında "erkek" kısmına özellikle vurgu yapmış ve sonra senin yaptığın gibi tefsir etmişti. Bu da doğal olarak beni düşündürmüştü. Hem erkeğe hitap var hem Yusuf'a hitabetle başlıyor ayeti öyleyse neden kadına mâl ediyorlar diye biraz da duruma gıcık olmuştum... Neyse ki bunun da doğrusunu öğrenmiş oldum. Teşekkürler FECR. |
Ferah ve Refah kelimeleri arasındaki fark nedir? Bir ayet üzerinden soracak olursam: Mesela hadid 23. Ayette ferah kelimesi kullanılıyor (yanlışsam düzeltin lütfen) "vela tefrahu" deniyor. Ne manalara geliyor? Eğer ferah değil de refah kelimesini kullansaydı rabbimiz ne manaya gelirdi? |
Alıntı:
FERAH= فرح feriha fiilinden mastar bir isimdir. Neşe, mutluluk, düğün, sevinç, nikah, evlilik töreni, hoşnutluk, memnuniyet, şenlik, ferahlama, ferahlık, düğün töreni gibi anlamlara gelir. Ayrıca bu kelime şımarmak, sevinmek, övünmek gibi anlamlara da delir. REFAH ise فره feruha fiilinin mastarı olur. Sağlık, sıhhat, konfor, refah, rahat, müreffeh yaşam, bolluk içinde refah yaşam , müreffeh içinde olmak, rahat içinde olmak , anlamlarına gelir Anlamlarından da belli olduğu gibi; FERAH , manevi iç huzuru ifade ederken REFAH ise ; maddi bir huzuru ifade ediyor. İnsanların maddi refahı deriz ama maddi ferahı demeyiz İnsanların manevi ferahı deriz ama manevi refahı demeyiz. Insanlarin refah seviyesi deriz ama ferah seviyesi diyemeyiz. İnsanların refahının boyutunu somut olarak görürüz ama ferahının boyutunu ölçemeyiz İnsanların refahı maddi boyutta olmasına karşın, ferahı manevi boyuttadır. Allah Kuranda kavramları yerli yerinde kullanılır ve kullandığı yere göre anlam kazanır Hadid suresi 23.Ayette " Size verdiği şeylerle övünmeyin, şımarmayın, üstünlük taslamayın " deniliyor. Ayetin devamında da kendini beğenip övünen kimseleri Allah sevmez deniliyor |
Sad 25. Ayette zülfa kelimesi geçiyor. Bu kelime "yakın olma" olarak meal edilmiş. Bu kelimeyi daha iyi bilmek istiyorum. Hangi durumlarda kullanılır. Kendisinden türetilen başka ne gibi kelimeler var? Teşekkürler şimdiden. |
Alıntı:
Ayette geçen زلفى kelimesinin kökü زَلَفَ fiilidir. Bu fiilin anlamı: ilerlemek , yaklaşmak , yaklaştırmak , sunmak demektir. Bu fiilden türeyen kelimeler ise şunlar: إِزْلاَفٌ (İZLAF)= Yakın olmak , yakın etmek , cem etmek زُلْفَةٌ (ZÜLFETUN) = Geceden bir parça , bölük , yakınlık , menzilet , tabak , mertebe , kıta زُلْفَي (ZÜLFA ) = Yakınlık , menzilet, bahçe, yüksek yerler, yüksek makam, mertebe, derece. Kur’an’daki anlamı: Derece, makam, yakınlık, yüksek yer anlamındadır. Kuran’da Sebe/ 37, Zümer/ 3, Sad /25 ve 40. ayetlerde geçer. زلفى ZÜLFA Kelimesi ismi tafdil kalıbında olup , en yakın, en iyi derece, en yakın mertebe gibi anlamı verdirir. Fakat bu yakınlık maddi bir yakınlığı değil , manevi bir yakınlığı ifade eder. Maddi yakınlığı ifade eden kelimesi قربى (KURBA ) kelimesidir |
Bu konu ile alakalı tafsilatlı cevabı Prof. Dr. Mehmet Okuyan'ın 'Kuranı Kerimde Hz. Yusuf Kıssası' adlı kitabında bulabilirsiniz. Genel manada görüşlerini benimsemesem de iyi bir müfessir. En önemli özelliği Kuranı kuran ile tefsir etmesi. |
SAAT: 22:02 |
vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
User Alert System provided by
Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) -
vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.