Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Soru Cevap Arşivi

Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi:  09 Nisan 2009 (09:49), Konuya Son Cevap : 09 Nisan 2009 (09:49). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 09 Nisan 2009, 09:49   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:114
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Allah hiçbirşeye muhtaç değilse neden evreni yarattı?

Allah hiçbirşeye muhtaç değilse neden evreni yarattı?

Allah'ı bilmek ve gerçeği bulmak maksadiyle, samimî düşünülse, bu alemleri yaratan Zatın mahlûkatına hiçbir cihetle muhtaç olmadığı kolayca anlaşılır Böyle asılsız ve vehmî sorular, Allah’ı, Kur'ân-ı Kerîm'in tarif ettiği gibi bilememekten, sathî bakmaktan ve yanlış bir kıyas ile O Vâcibü'l-Vücûd'un zâtını ve sıfatlarını, mahlûkatınki ile karıştırmaktan kaynaklanmaktadır Biz bu soruya önce bir misâlin ışığında kısaca cevap verecek, daha sonra açıklamaya geçeceğiz

Güneşin aynalarda tecellisinde, onları ışıklandırmasında, ışığıyla onları feyizlendirmesinde, ne zâtı için, ne de sıfatları hükmündeki ısısı, ışığı, renkleri için bir ihtiyaç düşünülemez Yani, güneş aynalarda tecelli etse de, etmese de kemâli, güzelliği zâtında ne ise odur Âynalar olmasa onun kemâlinde bir noksanlık olmayacağı, gibi, âynaların olması da, onun cemâl ve kemâlini artırmaz

Güneşin ısı ve ışığını tecelli ettirmesindeki bütün fayda ve menfaat ancak aynalara aittir Onlar karanlıktan kurtulup, nura kavuşmakta güneşe muhtaçtırlar Yoksa güneş için onların karanlıkta kalmalarıyla, aydınlanmaları arasında bir fark yoktur Yani, onların karanlıkta kalması, güneşin kemâli için bir noksanlık olmadığı gibi, aydınlanmaları da onun kemâline bir fazlalık getirmez

Aynalar akıl ve şuur sahibi olsalar, onlar güneşi tanımakla, sevmekle ve onu sena etmekle güneşin kemâline ne katabilirler; onun hangi ihtiyacını görebilirler? Yahut güneşe isyan ile onun şânına ne noksanlık getirebilirler Meselâ, güneşin bitkilere ve hayvanlara ışık vermesinde kendisinin ne menfaati olabilir? Vermemesinde onun için ne noksanlık düşünülebilir? Elbette zarar da, menfaat de onlara aittir

Ganiyy-i Mutlak olan Cenâb-ı Hakk'ın da bu kâinatı ve içindeki varlıkları yaratması, hâşâ, ihtiyacından değildir Bunları yaratmakla O'nun zât ve sıfatlarının kemâlinde bir fazlalaşma olduğu düşünülemez; yaratmasaydı da sonsuz kemâlinde hiçbir noksanlık olmazdı Evet, mahlûkatın yaratılması ile ortaya çıkan bütün kemâller, cemâller, fayda ve güzellikler o mahluklara aittir Meselâ, hadsiz yıldızlarla yaldızlanmış şu gök kubbenin üzerimize çatılmasında ve yeryüzünün rengârenk çiçeklerle bezetilip ayağımızın altına serilmesindeki bütün faydalar bizlere aittir

Hak Teâlâ, ne mevcudatın yokluktan varlığa çıkmalarına, ne meleklerin medh ü senasına, ne de insanların ibâdet ve itaatlerine muhtaç değildir Bunlar olsun veya olmasın O, zâtında hamd ü senaya lâyık, eşi, misâli, dengi olmayan bir Mâbud-u Mutlak'tır

Şimdi cevabımızın tafsilâtına geçelim:
Hemen ifade edelim ki, sorunun başında Cenâb-ı Hakk'm hiçbir şeye muhtaç olmadığı kabul edilirken, daha sonra "O halde kâinatı niçin yarattı?" denilmekle Allah’a bir ihtiyaç izafe edilmektedir Bu sebeple biz önce Cenâb-ı Hakk'ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp, herşeyden müstağni olduğunu izah edecek, daha sonra bu kâinatın yaratılış hikmetleri üzerinde kısaca duracağız
Allah, hem zâtı, hem de sıfatları ile herşeyden müstağnidir; hiçbir şeye muhtaç değildir Mahlûkatı yaratmasıyla O'nun azamet ve kibriyâsında bir fazlalık olmamıştır; yaratmasaydı da izzet ve kemâlinde hiçbir noksanlık olmazdı

"Şüphesiz ki Allah âlemlerden müstağnidir" (Âl-i İmrân: 97) ayetinin bildirdiği gibi, Cenâb-ı Hak âlemlerin hiçbir şeyine muhtaç değildir Zâtındaki sonsuz kemâlinin, izzet ve azametinin daha üstünde bir derece, bir mertebe yoktur ki âlemleri yaratmakla -hâşâ- kemâlini artırarak o dereceye varmış olsun

Ezelde mutlak varlık da mutlak kemâl de O'na mahsustur Madem ezelde O'nun kemâli sonsuzdur, ebedde de sonsuz olacaktır Ezelî ve mutlak kemâlin ne noksanlaşması, ne de artış göstermesi düşünülemez Cenab-ı Hakk’ın, Kendi yarattığı ve yaratacağı mahlûklarından kemâl alması ve onlara muhtaç olması elbette muhaldir; mevcudatı yaratmaktan da, yaratmamaktan da müstağnidir Yaratılan her mevcud kemâlini O'ndan almaktadır Mahlûkatın kemâli O'nun zâtının kemâline nisbeten zayıf bir gölgedir

Bediüzzaman Hazretleri'nin buyurduğu gibi, "Sâni'-i Zülcelâl ve Fâtır-ı Zülcemâl ve Hâlik-ı Zülkemâl'in bütün kemâlâtı hakikiyedir, zâtiyedir Gayr ve masiva O'na tesir etmez Yalnız mezahir olabilirler"

Evet, bütün âlemler O'nun icadıyla var olduğu gibi, bütün ihtiyaçlarını da O'nun tükenmez hazinelerinden tedarik etmektedirler ve bütün kemâlâtlarını O'nun mukaddes ve ezelî kemâlinden almaktadırlar

Bu soruyu soranlar şu hakikatten de gafildirler:
"Allahü Teâlâ'nın kudsî mâhiyeti, mümkinatın mahiyeti cinsinden değildir"
Cenâb-ı Hakk'ın varlığı vâcibdir ve zatîdir, yokluğu muhaldir Mahlûkatın vücudu ise mümkindir, olup olmaması olasılık dahilindedir; O’nun icadiyle yokluktan kurtulup varlık âlemine kavuşmuşlardır Öyle ise, tam istiğna, ancak Allah'a mahsustur, ihtiyaç ise mahlûkların tarafındadır

Bu hakikat Risâle-i Nur'da beliğ ve veciz bir üslûb ile beyan edilmiştir
"O'nun vücudu; zatîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümtenidir, zevali muhaldir ve tabakat-ı vücudun en rasihi, en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükemmelidir Sair tabakat-ı vücud, O'nun vücuduna nisbeten gayet zaif bir gölge hükmündedir Ve o derece Vücûd-u Vâcib, rasih ve hakikatli ve Vücud-u Mümkinat o derece hafif ve zaiftir ki, Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahkik sair tabakat-ı vücudu, evham ve hayal derecesine indirmişler; "lâ mevcûde illâ hu" demişler Yâni: Vücûd-u Vacibe nisbeten başka şeylere vücud denmemeli; onlar vücud unvanına lâyık değillerdir diye hükmetmiştir"

Allah’ın zâtı gibi, sıfatları da herşeyden müstağnidir ve her türlü ihtiyaçtan münezzehtir Zira O’nun bütün sıfatları zatîdir, sonsuz kemâldedir, mutlaktır Mahlûkatı yaratmakla bu sıfatlarının kemâlinde bir artma düşünülemeyeceği gibi, yaratmamakla da bir noksanlık tevehhüm edilemez
Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından biri hayattır O Zât-ı Akdes'in kudsî hayatı daimîdir, ezelî ve ebedîdir Ezelde hayatı ne ise, şimdi de, ebedde de odur Bütün hayat tabakaları O'nun kudsî hayatının cilvesi ile ortaya çıkar Elbette o Hayy-ı Kayyûmun kendi yarattığı ve bütün ihtiyaçlarını gördüğü, kemâle erdirdiği hayat sahiplerine muhtaç olması hiçbir cihetle düşünülemez
Allah’ın diğer sıfatı da ilimdir O Alîm-i Külli Şey'in ilmi sonsuzdur, mutlaktır Kâinatı yaratmakla olgunlaşmış değildir O Hâkim-i Zülcelâl'in ilmi ezelde ne ise ebedde de odur Bu âlemdeki bütün plân ve programlar, hikmet ve faydalar, hayır ve bereketler hep o ezelî ilmin tecellileridir O ezelî ilmin, bu tezahürlere muhtaç olması elbette düşünülemez

Cenâb-ı Allah'ın sıfatlarından biri de Kudrettir O Kadir-i Külli Şey'in kudreti sonsuz kemâldedir Her şey varlığında, devam ve bekasında o ezelî kudrete muhtaçtır Mahlûkatın yaratılması veya yaratılmaması, O'nun mutlak kudretinde hiçbir değişiklik meydana getirmez Yaratılan bütün varlıklar, O'nun kudretine mahkûm ve muhtaç, O ise her şeye hâkim ve her şeye kadirdir
İrâde, Sem’, Basar gibi diğer sıfatlar da bunlara kıyas edilebilir ve Cenâb-ı Hakk'ın sıfatları itibariyle de her türlü ihtiyaçtan münezzeh olduğu açıkça anlaşılır

Bu noktaya kadarki açıklamalarımızda her şeyin Cenâb-ı Hakk'a muhtaç olduğunu ve O’nun hiçbir şeye muhtaç olmadığını bir derece açıkladık
Şimdi de "O halde bu kâinatı niçin yarattı?" sorusuna cevap verelim:
Kâinatın yaratılışındaki hikmetler, esrarlar sonsuzdur Öncelikle şunu belirtelim ki:
Cenâb-ı Hak herşeyden müstağnidir; kâinatın varlığı ile yokluğu o’nun için eşittir, müsavidir Lâkin mahlûkat için, adem ile vücud yani yoklukta kalmakla var olmak bir değildir Yâni mümkinatın varlık âlemine çıkması, yoklukta kalmalarından kendileri için sonsuz derecede daha hayırlıdır Zira yokluk sırf şerdir; varlık ise sırf hayırdır, şereftir, kemâldir O halde mahlûkatın yaratılmasındaki bütün hayırlar, faydalar, menfaatler onlara aittir Allahü Teâlâ mahlûkata bakan bu maslahat ve faydalar için onları yoklukta bırakmamış, lütuf ve keremi ile varlık sahasına çıkarmıştır Yani, onlar için şer olan yokluğu değil, hayır olan vücudu, varlığı irâde etmiştir

Kâinatın yaratılış hikmetlerine gelince, bunlar iki cihette düşünülür:
Birincisi; Cenâb-ı Hakk'a, ikincisi ise hayat sahiplerine, özellikle şuur ve akıl sahiplerine bakar

Birinci Hikmet:
Bu kâinatın yaratılmasındaki en önemli hikmet, Allahü Teâlâ'nın kendi manevî cemâl ve kemâlini, yâni kudretinin harikalarını, zenginliğinin genişliğini, ihsanının meyvelerini, şefkat ve merhametinin tecellilerini kainattaki varlık âynalarında bizzat görmek istemesidir

Evet "Nihayet kemâlde bir Cemâl ve nihayet cemâlde bir Kemâl, elbette kendini görmek ve göstermek, teşhir etmek istemesi en esaslı bir kaidedir" hakikatince Cenab-ı Hak sonsuz cemâl ve kemâlini mevcudat âynalarında bizzat seyretmek, sonsuz sıfatlarını ve Esmâ-i Hüsnâ'sını tecelli ettirmek istemiş ve bu âlemi yaratmayı irâde etmiştir

Cenâb-ı Hakk'ın sıfatları tecelli etsin veya etmesin, nihayet kemâldedirler Ancak Esmâ-i Hüsnâ'sının kemâli mevcudatın yaratılması ile kendini gösterir
Evet, madem Cenâb-ı Hak sonsuz bir kudret sahibidir, bu kudret-i Ezeliyesi tezahür için böyle muhteşem, muazzam bir alem ister Hem madem O Zât-ı Zülcelâl'in sonsuz ilmi vardır Bu ilim, her harfinde, satırında, sayfasında binler hikmet ve maslahatlar bulunan bu kâinat kitabının telifini iktiza eder Bütün İlâhî sıfatlar bu kâinatın yaratılmasını gerektirdiği gibi, bütün esmâ-i Hüsnâ da ayrı ayrı güzellikte, değişik mahiyette, farklı suretlerdeki şu mevcudatın yaratılmasını iktiza ederler Meselâ, Hâlık ismi mahlûkatın yaratılmasını, Muhyi ismi canlıların icadını, Rezzâk ismi rızık vermeyi, Kerîm ismi, ikramı, Lâtif ismi lütuf etmeyi isterler

Cenâb-ı Hak, sonsuz kemâldeki Zâtını, kudsî sıfatlarını ve Esmâ-i Hüsnâsını sevdiği gibi, o esmanın tezahürünü de yani varlıklar üzerinde tecelli etmesini de sever Bu ise kâinatın yaratılmasını gerektirir Cenâb-ı Hakk'ın kendi zât sıfat ve esmasını sevmesi hak olduğu gibi, o esmânm tezahürünü istemesi de haktır Elbette kâinatı yaratmakla lûtfunu, keremini, ihsanını, ikramını onda göstermesi, kainatı yaratmamasından daha güzeldir Meselâ, bir padişahın hazinelerinde bulunan çeşit çeşit cevherleri, türlü türlü nimetleri emri altındaki halkına ihsan etmesi, onları hazinesinde saklamasından daha hayırlıdır Keza, bir âlimin ilim ve maharetinden başkalarını faydalandırması, hiçbir eser yazmamasından daha hayırlıdır Aynen öyle de, Allahü Azîmüşşan'ın sonsuz hazinelerini ilim dâiresinden kudret dâiresine çıkarması, mahlûkatına ikram ve ihsanda bulunması, böylece cemâl ve kemâlini seyr ve temaşa ettirmesi, mahlûkatını yoklukta bırakmasından elbette daha hayırlıdır
İşte, Allahü Teâlâ Hazretleri bu kâinat sarayını ve onda misafir olan insan nev'ini ve bu nev'in en mükemmel fertleri olan evliya ve enbiyâyı, bilhassa risalet görevini en mükemmel surette yerine getiren Resûl-i Ekrem (asm) Efendimizi bu hikmetlere binâen halketmiştir

Bu hakikati Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle beyan buyurmaktadır:
"İşte Cenâb-ı Hakk'ın bütün kemâlâtı ve Esmâ-i Hüsnâ'sının bütün meratipleri ve bütün faziletleri, hakiki kemâlât olduklarından bizzat sevilir "Mahbubetün lizatiha"dırlar Mahbub-u Bilhak ve Habib-i Hakikî olan sıfat ve esmasının güzelliklerini kendine lâyık bir tarzda sever, muhabbet eder Hem o kemâlâtın mazharları, âyineleri olan san'atını ve masnuatını ve mahlûkatının mehasinini sever, muhabbet eder Enbiyâsını ve evliyasını, hususan Seyyid-ül Mürselîn ve Sultan-ül Evliya olan Habib-i Ekrem'ini sever Yâni, kendi cemâlini sevmesiyle, o cemâlin âyinesi olan Habibini sever Ve kendi esmasını sevmesiyle, o esmasının mazhar-ı camii ve zîşuuru olan o Habibini ve ihvanını sever Ve san'atınıı sevmesiyle, o san'atın dellâl ve teşhircisi olan O Habibini ve emsalini sever Ve masnuatını sevmesiyle, o masnuatına karşı: "Maşâallah, Bârekallah, ne kadar güzel yapılmışlar" diyen ve takdir eden ve istihsan eden O Habibini ve O'nun arkasında olanları sever Ve mahlûkatının mehasinini sevmesiyle, o mehasin-i ahlâkın umumunu cami olan O Habib-i Ekrem'ini ve O'nun etba ve ihvanını sever, muhabbet eder"
Şurası unutulmamalıdır ki, Cenâb-ı Hakk'ın muhabbeti, memnuniyeti, şefkati, O'nun mukaddes zâtına ve ulûhiyyetinin şânına lâyıktır, mahlûkatın muhabbetine, sevgi ve şefkatine benzemekten münezzehtir

İkinci Hikmet:
Kâinatın yaratılmasındaki hikmetlerin ikinci ciheti hayat sahiplerine, bilhassa akıl ve şuur sahiplerine bakar Bu da iki noktada incelenebilir:

Birinci nokta; "Mahlûkatı halkettim ki onlar benden fayda görsünler, ben onlardan değil" hadîs-i kudsîsinin beyanı ile canlıların Cenâb-ı Hakk'ın inayet ve ikramına, lütuf ve keremine mazhar olmalarıdır Bütün hayat sahiplerine bir kemâl, bir lezzet, bir feyz ihsan etmiş, onları hayatlarının devamı ve bu alemden faydalanmaları için çeşitli cihazatlar ile donatmışır Onlara farklı ihtiyaçlar, arzu ve iştihalar vermiştir Bunların tatmini için de zemin yüzünü çeşitli nimetlerle dolu bir sofra haline getirmiştir Bu sofralardaki nimetlerle hem onlara lezzet vermiş, hem de devam ve bekalarını temin etmiştir Bilhassa insan nev'ini akıl, hayal, hafıza gibi kıymetli âletlerle donatmış, bütün nimetlerini ona teveccüh ettirmiştir

Allahü Azîmüşşân'ın yoktan yarattığı şu mahlûkatına muhtaç olması düşünülemez Düşünülürse şu sorulara cevap verilmesi gerekir: Cenâb-ı Hak, mahlûkatın hangi kazancına, çalışmasına, fikrine muhtaçtır? Yâni, şu canlı varlıklar O Ganiyy-i Mutlak'ın hangi işini görmektedirler Cenâb-ı Hak onların yemesine mi muhtaçtır, içmesine mi? Doğmasına mı muhtaçtır, ölmesine mi? Balıklar yüzmeleriyle, kuşlar uçmalarıyla, hayvanlar büyüyüp çoğalmalarıyla, insanlar ilmi keşifleri ve ilerlemeleri ile şu kâinatın hangi noksanını tamamlamakta, Cenab-ı Hakk’ın -hâşâ- hangi ihtiyacını görmektedirler? Halbuki bütün hayat sahipleri O'nun mülkünde yaşamakta, O'nun lûtfuna her an mazhar olmaktadırlar
Bu âlemin yaratılışının hayat ve şuur sahiplerine bakan ikinci ciheti ise,
"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" (Zariyât: 56) ayetinin ders verdiği gibi, “şuur sahiplerinin Allah’ı bilmeleri, tanımaları ve O'na ibadet etmeleridir”

İnsanlar o Mabud-u Bilhakk'ı tesbih, tekbir, hamd ve şükür ile ubudiyet vazifelerini ifa edip, O'na yakınlık kazanır, ebedî saadete mazhar olurlar Bu hakikati Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade etmektedir:
"Kat'iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi 'İman-ı Billâh'tır Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı Billah içindeki 'Marifetullah'tır Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki 'muhabbetullah'tır Ve ruh-u beşer için en halis sürür ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyye'dir Evet, bütün hakiki saadet ve halis sürür ve şirin nimet ve safi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahdadır Onlar, onsuz olamaz Cenâb-ı Hakk'ı tanıyan ve seven nihayetsiz saadete, nimete, envara, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır"

Bu ifadelerden de açıkça görüldüğü gibi hakiki saadet ve sürura ancak marifetullah ve muhabbetullah ile erişilir Bunlarla Allah’a manen yakınlık peyda edilir Bundan hâsıl olan şeref, saadet, kemâlât, menfaat ancak kullara aittir Allahü Azîmüşşan'ın kullarının tesbihine, ta'zimine, ibadet ve itaatına muhtaç olmadığı açıktır

Bütün varlıklar O'na ibadet etseler O'nun kemâli zerre kadar artmayacağı gibi, O'na isyan etseler O'nun izzet ve kemâlini zerre kadar noksanlık gelmez

Bu konuyu büyük tefsir alimi Elmalılı Hamdi Yazır'ın bir tefekkür ve ibret levhası olan aşağıdaki ifadeleri ile tamamlayalım:

"Bilfarz O'nun kürre-i kamerinde insanlar olmadığı gibi, arzında da olmayabilir, bundan dolayı bâ-rigâh-ı azametinden ne eksilir?
Güneşinden ziya ve hararet fışkırıyor, kamerinden mehtaplar aksettiriyor, hâk-i tireden mehlikalar yaratıyor, nesiminden sinelerinize inşirah veren nefesler dökülüyor, milyonlarca senelik mesafedeki yıldızlardan, şu çıktığınız ve nihayet gömüleceğiniz topraklara nurlar yağdırıyor, zerratında nice nice ihtizazlarla tesirler uyandırıyor, dağların başında bitirdiği nebatattan rızıklar izhar eyliyor; sinenizde kimyahaneler, dimağınızda hikmethaneler açıyor, damarlarınızda nehirler akıtıyor, sinirlerinizde akıllarınızı şaşırtan nice yol şebekeleri dokuyor, adalelerinizde sermayeler gizliyor, daha ve daha birçok harikalarla vücudunuzu teçhiz ediyor, hey'et-i mecmuasını bir âheng-i vahdetle muntazam bir makine halinde tesis eyliyor ve kuvve-i muharrikesini içinize yerleştiriyor, iktizâ eden plânlarını ruh ve şuurunuza resmediyor, zihin denilen bir hazine, akıl namında bir miyar, fikir dedikleri bir âlet, irâde dediğimiz bir miftah da bahşeyliyor ve her birini yerli yerinde, gaye-i hilkatlarına göre istimal edebilmenizi teshil için size birtakım tatlı, acı ihtarlar, işaretler, meyiller, şehvetler de veriyor, daha büyük bir inayet-i rahmet olmak üzere sadık ve masduk emin rehberlerle açıktan talimat da gönderiyor, nihayet makineyi işletip, tecrübelerini size gösterip, hikmet-i hilkata göre kullanmak ve istifadeler etmek için yed-i emanetinize teslim ediyor

Allah, bütün bunları yapıyorsa, size ve sizin iradenize, muavenetinize ihtiyacından değil, size mahlûkatı içinde bir mevki-i mümtaz, bir salâhiyet-i mahsusa vererek bekam etmek için yapıyor

Siz doğmadan evvelki, doğduğunuz zamanki edvar ve etvar-ı vücudiyetinizi hiç düşünüyor musunuz? Üzerinde yatıp kalktığınız, yiyip içtiğiniz, gezip dolaştığınız, gülüp oynadığınız, dertlerinize deva, korkularınıza melce, sıcaktan soğuktan, açlıktan susuzluktan, vuhûş ve haşeratın hücum ve tasallutundan kendinizi koruyacak vesaiti bulduğunuzda şu kürre-i arz yapılırken, taşları toprakları hilkat fırınlarının ateşlerinde pişirilirken, suyu, havası henüz kimyahane-i kudrette inbiklerden çekilirken siz nerede idiniz, ne içinde idiniz, hiç tasavvur ediyor musunuz?”
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... Videolar/Slaytlar Medine-web 1 2743 23 Ağustos 2013 00:41
İran Emperyalizmi Makale ve Köşe Yazıları Medine-web 6 3331 26 Ocak 2013 22:53
gerekli gereksiz bir şiir.. Makale ve Köşe Yazıları MERVE DEMİR 0 3083 06 Aralık 2012 10:48
olmamış kayınbiradere mektup :) Komik Paylaşımlar Allahın kulu_ 10 6906 03 Kasım 2012 23:19
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür Makale ve Köşe Yazıları Esadullah 11 6346 02 Ekim 2012 21:16

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
ALLAH Sebeplere Muhtaç Değildir.... Mihrinaz Satır Arası Birkaç Kelam 1 22 Şubat 2021 15:19
Kimseye Muhtaç Olmama, Allah’ın Es-Samed Güzel İsmi/Muhsin İyi muhsin iyi Makale ve Köşe Yazıları 0 16 Nisan 2012 20:12
Allah şerri nasıl yarattı? Belgin Soru Cevap Arşivi 11 30 Ekim 2010 20:28
Cennet annelerin ayakları altındadır?bu kadın müslüman değilse değilse veya zina gibi MERVE DEMİR Soru Cevap Arşivi 0 08 Nisan 2009 10:01
Allah en önce neyi yarattı? Muhteşem Soru Cevap Arşivi 1 22 Ağustos 2008 09:27

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.